Genel Giriş

Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmedilen cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması durumunda, faile ve fiile ilişkin olarak CMK m.231/5-6’da aranan şartlar oluştuğunda hüküm açıklanmamakta, kimisine göre açıklanması geri bırakılmakta ve kimisine göre de ertelenmektedir. Sıcak bakılmayan, nevi şahsına münhasır olması itibariyle sebebiyet verdiği arızalardan dolayı sürekli eleştirilen, adaleti törpülediği ileri sürülse de bugüne kadar terk edilmeyen hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) ile ilgili yeni sorunlar gündeme gelebilmektedir. Her ne kadar cezanın çektirilmesini engellediği söylense de, denetim süresinde suç işlenmesi halinde yaptırımı ağır olan HAGB’den vazgeçilmesi yerine, iki yıllık hapis cezası sınırının genişletilmesi gerektiğini savunanlar da bulunmaktadır.

1- CMK m.231/11’e göre, Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir”.

Bu hükmün lafzından, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işleyen ile denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranan sanığın muhatap olacağı sonuçlar bakımından fark gözetildiği savunulabilir. Çünkü kanun koyucu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işleyen veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranan sanığın HAGB kararının bozulup hükmün açıklanacağını ifade ettikten sonra, açıklanacak hükme konu cezanın süresi, hapis cezasının ertelenmesi veya seçenek yaptırımlara çevrilmesi konusunda bir fark öngördüğü anlaşılmaktadır. Kanunda; mahkemenin, sanık kasten yeni bir suç işleyerek HAGB kararını bozduğunda HAGB’ye konu kararını aynen açıklayacağı ifade edilirken, kendisine yüklenen yükümlülüklerini yerine getirmeyen sanık hakkında ise, hükmün aynen açıklanması yerine cezanın yarısında kadar belirlenecek bir kısmının infaz edilmesine veya koşullarının varlığı halinde hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vermek suretiyle yeni bir mahkumiyet hükmü kurabilir.

Kanun lafzına göre; kasten yeni bir suç işleyen sanık birçok durumda hakkaniyete aykırı şekilde cezalandırılırken, denetimli serbestlik tedbirine uymayan sanık, belki kasten yeni bir suç işlemeyip yalnızca tedbirin gereğini yerine getirmediğinden bahisle ödüllendirilmektedir.

CMK m.231/11’i lafzına bağlı kalıp yukarıda açıkladığımız şekilde anladığımızda, niteliği ve niceliği ne olursa olsun kasten yeni bir suç işleyen sanık hakkında, ilk işlediği suçla ilgili verilen HAGB kararına konu mahkumiyet kararı aynen açıklanacaktır. CMK m.231/7’de yer alan, Açıklanmasınıngeri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkum olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.” hükmü nedeniyle zaten mahkum olan hapis cezasının ertelenemeyeceği ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırıma çevrilemeyeceği dikkate alındığında, doğrudan para cezası ile cezalandırılmanın haricinde sanığın hapis cezasının çekme riski ile karşı karşıya kalması pek muhtemeldir.

Kanun koyucu belki, bir anlamda lütufla, esası itibariyle CMK m.231/5-6’da öngörülen şartları taşıdığı için HAGB’den yararlanan sanığın kasten yeni suç işlemesini affetmemek, mahkumiyetine konu cezasını değiştirmemek ve kendisine sağlanan mahkumiyete çekmeme ve adli sicile kaydolmama imkanını kötüye kullanmasını cezalandırmak istemiş olabilir. Bir anlamda kanun koyucu, sanığa “sana bir şans verdim, ancak sen şansını yeni bir suç işleyerek kaybettin” demiş ve HAGB’ye konu cezanın aynen çektirilmesini istemiştir. Ancak kanun koyucu; kasten yeni bir suç işlemeyen, fakat denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüğü ihlal eden sanığın bu hukuki durum farklılığını diğerine göre oldukça ayrı değerlendirmiş ve bizce ikisi arasında hakkaniyete aykırı olabilecek bir uygulamanın yolunu açmıştır. Gerçekten de, kasten yeni bir suç işleyen ile yeni bir suç işlemeyip yalnızca denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüğüne aykırı davranan sanığın hukuki durumu ve karşılaşacağı sonuç aynı olmamalıdır. Ancak yeni bir suç işlemenin karşılığında, CMK m.231/11’de belirlenen ağırlık da fazladır.

Kanaatimizce, her ne kadar olması gereken açısından kasten yeni bir suç işleyen ile denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüğe aykırı davranan sanık arasında fark gözetilmeyerek, CMK m.231/11’in ikinci cümlesinde düzenlenen “yeni hüküm kurma” müessesesinin her ikisine uygulanmalıdır. Elbette bu bizim temennimiz olup, CMK m.231/7’nin ağırlığı karşısında adalete daha uygun olandır. Bunun karşısında, sanığa zorla HAGB’nin kabul ettirilmediği, sanığın durumu ve şartları bilerek HAGB’yi kabul ettiği, kasten yeni suç işlenmesi halinde sonuçlarının ağırlığını bildiği, her ne kadar kasıtlı veya taksirli basit bir suçtan verilen hapis cezasının kasten yeni suç işlenmesi halinde HAGB kararının bozulup doğrudan infaza konu edilebileceği, bunun da ağır olacağı ileri sürülse de, sanığın beş yıllık denetim süresini iyi halle ve kasten yeni bir suç işlemeksizin geçirmesi gerektiğini bilip taahhüdüne bağlı kalması, mahkemeye ve topluma verdiği sözü de yerine getirmesi gerektiği fikri ileri sürülebilir.

Sonuç olarak; yeni bir kasten suç işlemeyip yalnızca denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüğe haklı mazereti olmaksızın uymayan ve bu sebeple HAGB kararı bozulup hükmü ilan edilen sanığın, oluşan bu yeni duruma göre cezasının gözden geçirilip yarıya kadar indirilmesi mümkündür, ancak bundan ötesinde, yani koşullarının varlığı halinde hükümde yer alan hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar verilmesinde, CMK m.231/11’de öngörülen iki hukuki durum arasında fark gözetilmemesi, yani her ikisine de bu iki müessesenin tatbiki isabetli olacaktır.

2- Hakkında HAGB kararı verilen soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı suçta, şikayetçi HAGB kararının verilmesine kadar şikayetinden vazgeçmeyip de, bu karardan sonra, fakat HAGB’ye itiraz süresinde veya yapılan itirazın inceleme aşamasında vazgeçmişse, bu durumda şikayetten vazgeçmenin hukuki sonuç doğurup doğurmayacağını kısaca incelemek gerekir. Konu ile ilgili CMK m.231’de herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. “Soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı suçlar” başlıklı TCK m.73/4’e göre, “Kovuşturma yapılabilmesi şikayete bağlı suçlarda kanunda aksi yazılı olmadıkça suçtan zarar gören kişinin vazgeçmesi davayı düşürür ve hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçme cezanın infazına engel olmaz”. Hükümde, konu ile ilgili yasal düzenleme olmadığı sürece, kararın kesinleşmesine kadar şikayetten vazgeçilebileceği ifade edilmektedir.

Sanık lehine düşünüldüğünde, sanık hakkında verilen HAGB kararı kesinleşinceye kadar şikayetçinin şikayetinden vazgeçmesi hukuki sonuç doğurmalı ve dava hakkında düşme kararı verilmelidir. HAGB’ye itiraz edilmiş ve şikayetçi şikayetinden bu aşamada vazgeçmişse, her ne kadar itiraz mercii yalnızca CMK m.231/5-6’da yer alan faile ve fiile ilişkin şartları inceleyebileceği, işin esasına, yani maddi vakıaya ve suçun unsurlarına giremeyeceği kabul edilse de, istisnai olarak burada şikayetçinin şikayetinden vazgeçmesini dikkate almalı, ya kendisi temyiz incelemesi yapan Yargıtay gibi düşme ve dosyanın ortadan kaldırılmasına karar verilmeli veya bu kararı vermesi amacıyla HAGB kararını bozup dosyayı mahkemesine göndermelidir.

3- Hakkında HAGB kararı verilen sanığın işlediği ilk suçun soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olduğunda ve kasten işlediği yeni bir suç veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüğe aykırı davranılması nedeniyle HAGB’nin bozulup mahkumiyet hükmünün açıklanması aşamasına gelindiği durumda, şikayetçinin şikayetinden vazgeçmesinin bir etkisi olacak mı, yani şikayetten vazgeçmesi dikkate alınıp dava düşürülüp dosya ortadan kaldırılacak mıdır?

CMK m.231/11’in lafzına göre, HAGB bozulduktan sonra prensip olarak mahkumiyet hükmünün aynen açıklanması veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüğe uyulmamasından dolayı HAGB bozulmuşsa, burada da CMK m.231/11’in ikinci cümlesinde yer alan mahkemenin takdirine bağlı istisnai yetki nedeniyle sınırlı yeni bir mahkumiyet hükmü kurulmalıdır. İlk bakışta, HAGB bozulduğunda duruşmanın başlamayacağı, bitmiş kovuşturmanın geri alınamayacağı, bu sebeple de şikayetçinin ilk suçla ilgili şikayetinden vazgeçmesinin bir anlamı olmayacağı ve sanığın hukuki durumunda değişikliğe yol açmayacağı ileri sürülebilir. Bu düşünceye katılmamaktayız. Konu ile ilgili düşüncemiz, yukarıda yer alan soruya verdiğimiz cevapla aynı yöndedir. HAGB kararı bir nedenle bozulmuşsa,artık ortada bitmiş kovuşturma aşamasından değil, açıklanacak mahkumiyet hükmü nedeniyle devam eden bir kovuşturmadan ve duruşmadan bahsedilebilir. Bu sebeple, sanığın lehine düşünülmeli ve mesele temyiz incelemesi kapsamına giren kararlarda Yargıtay’a bırakılmaksızın, temyiz incelemesi kapsamına girmeyen üçbin TL ve altında hükmeden adli para cezasına ilişkin hükümlerde ise karar kesinleşmeden, yani hüküm ilan edilmeden şikayetçinin şikayetinden vazgeçme iradesi dikkate alınmak suretiyle davanın düşmesine ve dosyanın ortadan kaldırılmasına karar verilmelidir.

Böylece, CMK m.231/11 uyarınca yalnızca ilk mahkumiyet hükmünün aynen veya değiştirilerek ilanı ile yetinilip, HAGB kararı bozulduktan sonra ilgili mahkemenin başkaca bir yetkisinin olmadığı ileri sürülse bile, HAGB kararının bozulması ve mahkumiyet hükmünün ilanı arasında geçen her aşama kovuşturma ve duruşmadan sayılacağından, bu sırada gerçekleşecek şikayetten vazgeçmeye itibar edilmelidir. Temyize tabi olup Yargıtay’a gönderilen dosyalarda ise henüz karar kesinleşmediğinden, TCK m.73/4 uyarınca şikayetçinin şikayetten vazgeçmesi dikkate alınacaktır.

4- Talebi üzerine hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen kişiyi, “temyiz talebinde bulunamamış sanık” olarak değerlendirmek mümkün değildir. Çünkü kişi, hem kendi isteği ile hakkında HAGB kararı verilmesini istemiş ve hem de HAGB kararının kesinleşmesi ile kovuşturma aşaması son bulmuştur. Bir başka ifadeyle, kesinleşen HAGB kararı ile hükümlü hakkında verilmesi gereken, fakat ilan edilmeyen mahkumiyet kararı askıya alınmıştır. HAGB kararının kesinleşmesinden itibaren beş yıl içinde sanık, yeni bir suç işlemedikçe veya denetim yükümlülüğünü ihlal etmedikçe, hakkında verilen mahkumiyet kararı ilan edilmeyeceği gibi, bu karar “temyizin sirayeti” gerekçe gösterilerek temyiz incelemesi sonucundan etkilenmeyecektir. Belki bu noktada, lehe temyiz sonucundan etkilenmesi amacıyla HAGB kararına konu yargılamanın yenilenebileceği ileri sürülebilir.

Ayrıca, üçbin TL kesinlik sınırını aşamadığı için temyiz yoluna başvurulamadığından kesinleşen kararlar da, “kanun yararına bozma” adlı olağanüstü kanun yolu dışında temyiz sonucundan etkilenmeyecektir. Bir başka ifadeyle, lehe bozma kesinleşen kararı etkilemeyecek, fakat Yargıtay’ın lehe bozma kararı gerekçe gösterilmek suretiyle kanun yararına bozma talepli olarak Adalet Bakanlığı’na başvurulabilecektir.

Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki, kanun yoluna kapalı olan üçbin TL ve altında kalan adli para cezasının tatbikinden sonra yeni suç işleyen kişinin, ilk suçla ilgili hakkında verilen HAGB kararı açıklanacak, fakat açıklanan karar kesinleşecektir.

İlk işlediği suçta hakkında HAGB kararı verilen ve sonra işlediği suçtan dolayı da üçbin TL adli para cezasına mahkum edilen kişi, kanun yolu kapalı olduğundan bu karara karşı itiraz veya temyiz yoluna başvuramayacak ve bu karar, HAGB’nin açıklanmasına yol açacaktır. İtiraz veya temyiz kanun yoluna başvurabilme hakkı olmadığından kesinleşen ikinci kararın bu özelliği, ilk suça ilişkin HAGB’ye konu mahkumiyet kararının açıklanmasını engellemeyecektir. CMK m.231/11 bu konuda bir fark gözetmeyerek, kişinin denetim süresinde, yani beş yıl içinde kasten yeni bir suç işlememesi gerektiğini kabul etmiştir. İkinci suçtan verilen mahkumiyet kararının kanun yolu başvurma hakkı olmadığından kesinleşmesi, ilk suç için verilen HAGB’ye konu mahkumiyet kararının CMK m.231/11 uyarınca açıklanmasını durdurmayacaktır.

5- Bazı dosyalarda, aynı sanık yönünden birden fazla suçta bir veya birkaç suç için HAGB ve diğerleri için de mahkumiyet veya beraat kararları verildiği veya aynı davada yargılanan sanıktan bir veya birkaçı hakkında HAGB ve diğerleri yönünden de mahkumiyet veya beraat kararları verildiği, bu tür dosyaların temyizle Yargıtay’a gidişinde sorunlar yaşandığı, sorunun sadece HAGB kararının temyiz yerine itiraz kanun yoluna tabi olmasında yapılan hatadan kaynaklanmadığı, bu tür hataların Yargıtay tarafından başsavcılık veya daire aşamasında iade edilerek çözüldüğü, ana sorunun dava dosyalarında tefrik de yapılmadığı da dikkate alınarak, henüz HAGB kararları kesinleşmeden temyize tabi kararlar yönünden Yargıtay’a gönderilen dosyalardan kaynaklandığı, bu durumda itiraz incelemesinde olan HAGB kararının kaldırılması veya iptali durumunda sorunlar yaşanabileceği, kimisine göre HAGB kararları netleşip kesinleştikten sonra dosyanın bir kül halinde gönderilmesinin isabetli olacağı, kimisine göre de buna gerek olmadığı, çünkü HAGB’nin ayrı şekil ve şartlarının olduğu, bu şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin ayrı oluşturulacak tam veya özet dosyada toplanıp HAGB kararına itiraz edilmesi halinde inceleme için itiraz merciine bu ikinci dosyanın gönderilebileceğini, dosyanın temyize gönderilebilmesi için HAGB kararının kesinleşmesine gerek olmadığı, temyize gidecek dosyayı bekletmenin özellikle tutuklu bulunan dosyalarda gecikmelere sebebiyet verebileceği, bir an için HAGB kararının kaldırılması halinde açıklanacak hükmün temyiz sınırlarında kalıp temyiz edilmesi halinde ek dosyanın Yargıtay’a gönderilebileceği savunulabilir.

Kanaatimizce, hakkında tefrik kararı verilmeyen ve dolayısıyla ayrı esasa kaydedilmeyen dava dosyasında mevcut kararın bir bütün halinde dikkate alınması ve kanun yollarının sıralı veya aynı zamanda tüketilmesi isabetli olacaktır.  Bu sebeple, süreci daha kısa ve kolay olan itiraz kanun yolunun temyizden önce geldiği, bu önceliğin bir hiyerarşi olmamakla birlikte, henüz temyize gönderilmeyen dosyanın yerel mahkemede yapılacak itiraz incelemesine tabi tutulmasının uygun olacağı, aksi halde burada karışıklık ve gecikmenin yaşanacağı, birçok durumda aynı dosyadan iki suret tutulmadığından, dosyanın temyize gönderilmesi halinde HAGB kararını inceleyecek itiraz merciinin elinde yalnızca karar sureti ve itiraz dilekçesi olacağı, henüz HAGB kararı kesinleşmeden temyize gönderilen ve HAGB kararı itiraz sürecine tabi bir dosya ile ilgili verilecek HAGB’nin kaldırılmasına yönelik kararın yeni temyiz yolunu açacağı, tüm bu sebeplerle kararının bir kısmı HAGB’ye konu olan ve bu sebeple hakkında ayrı kararı verilip HAGB kararının kesinleşmesi beklenen dosyalarda, HAGB kararı kesinleşmeden dosyanın diğer yönleri ile temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderilmemesi, dosyalarda bir karışıklığın ve gecikmenin yaşanmaması amacıyla önce HAGB kararının netleştirilmesi, HAGB’nin kesinleşmesi halinde buna ilişkin karar ve evrakın yerel mahkemede tutulması, aksi halde kaldırılan HAGB’ye konu mahkumiyet kararının ilan edilerek, dava dosyasının temyiz incelemesi için eksiksiz bir şekilde Yargıtay’a gönderilmesi gerekir.

6- Uygulamada bir sorun da CMK m.231/6’nın son kısmına eklenen “Sanığın kabul etmemesi halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez.” cümlesinden kaynaklanmaktadır. Eklenen bu hüküm, net olarak HAGB kararının verilebilmesi için sanığa HAGB’yi isteyip istemediğinin sorulması olarak kabul edilip uygulanmaktadır. Bir başka ifadeyle ek hüküm, sanık açıkça karşı çıkmadıkça mahkemenin şartları oluşan HAGB kararını verme yetkisine sahip olduğu biçimde tatbik edilmemektedir. Ayrıca uygulamada, bazı duruşmalarda tartışma yaşansa bile müdafiin sanık yerine HAGB’yi kabul edip etmediğine dair irade beyanında bulunabileceği fikri benimsenmiştir ki, bu yöntem müdafiin hak ve yetkileri açısından isabetlidir. HAGB’nin sanığın şahsına sıkı sıkıya bağlı haklardan kabul edilmesi, bu konuda kendisini “savunma makamı” temsil eden olarak temsil eden avukatın HAGB’nin kabulü veya reddi yönünde beyanda bulunmasının önüne geçmeyecektir (bkz. CMK m.216 ve 226/4).

Uygulamada, sanığın ileride, yani karar aşamasında HAGB’yi kabul edip etmeyeceğine dair sorunun sorulacağı zamanla ilgili mahkeme ile sanık ve özellikle de müdafii arasında tartışma yaşandığı görülmektedir. Sanığın avukatları; bu sorunun CMK m.191’e göre yapılan sorgu aşamasında, yani duruşmanın başında sanığa sorulmasının, HAGB kararının sonuç ve niteliği açısından mahkemenin sanık aleyhine bir ön yargıya sahip olduğu anlamını taşıyacağını, bu durumun mahkemede olması gereken objektif tarafsızlığı zedeleyeceğini, en azından sanıkta mahkum olacağı yönünde bir endişe oluşmasına sebebiyet vereceğini, bu nedenle de HAGB ile ilgili sorunun duruşmanın sonunda sorulmasının gerektiği, sanık gelmese bile avukatının bu soruyu cevaplayacağı, avukatı olmayan sanığa da HAGB’yi kabul edip etmediği ile ilgili sorunun duruşmaya çağrılarak veya istinabe yoluyla sorulabileceğini savunmaktadırlar.

Mahkemeler ise, sorgu aşamasında sanığa veya avukatına HAGB’yi kabul edip etmeyeceğine dair sorunun bir ön yargı sayılamayacağını, açıkça soruda sanığa “ileride eğer mahkumiyet kararı verilme durumu oluşursa HAGB’yi kabul edip etmeyeceği” şeklinde net bir sorunun sorulduğu, bunun bir baskı olarak da anlaşılamayacağı, bu sorunun duruşmanın başında sorulmasının sebebinin daha sonra sanığa ulaşama güçlüğü olduğunu, bunda bir kötüniyet, ön yargı veya keyfi yetki kullanma anlamının çıkarılmaması gerektiğini ifade etmektedirler.

Kanaatimizce, sanığa HAGB’yi isteyip istemediğinin sorgu aşamasında sorulmasında yasal bir engel yoktur, ancak sorgu aşamasında bu konuda beyanda bulunmayan sanık veya müdafiinin konu ile ilgili irade beyan etmeye zorlanması da kabul edilemez. HAGB kararı, mahkumiyet yönünde fikri oluşan mahkemenin bu kararı ilan yerine yasal şartları taşıyan sanığa cezanın infazından kurtulması imkanını tanıdığından, sanığa bu sorunun sorulduğu zaman önem kazanacaktır. Çünkü HAGB kararının verme aşamasına gelen mahkeme, esasında sanığın mahkumiyetine karar vermek üzeredir. Sanık ve avukatları, sorgu aşamasında bu soruya muhatap olmak istemeyip “bu konuda daha sonra beyanda bulunacağız” diyerek, kendilerine göre mahkemenin ön yargısını ve mahkemenin deyim yerinde ise beraat kararı verebileceği davada kolaya kaçıp HAGB kararı vermesini önlemeyi ve öncelikle beraat kararı almayı amaçlamaktadırlar. Mahkeme ise, sorgu aşamasında sanığa HAGB’yi kabul edip etmediğini sorarken özellikle sanığın avukatı ile konuyu tartışarak onu, duruşmanın başında bu soruyu sormakta farklı bir maksadın olmadığını, sadece CMK m.231/5-6’nın aradığı şartları tamamlama gayretinde olduğuna ikna etmeye çalışmaktadır.

Gerçekten HAGB garip ve bir o kadar da nevi şahsına özgü bir müessese olarak yoluna devam etmektedir. Ne amaçla olursa olsun daha duruşmanın başında sorguda hazır olan sanığa veya yerine müdafiine, “mahkum olursanız, hükmün ilanı yerine HAGB’yi kabul ediyor musunuz” sorusunun sorulması isabetli değildir. Mahkemelerin bunu yapma niyetlerini anlamakta ve bunun bir ön yargı sayılmaması gerektiği yönünde fikirlerine saygı duymakla birlikte, hangi gerekçe hareket edilirse edilsin savunma tarafının mahkemenin objektif bağımsızlığında korkmasına yol açabilecek tüm eylem, karar ve uygulamalardan kaçınılmalıdır.  


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)