1- 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 3. maddesinde mutlak terör suçları ve 4. maddesinde de terör amacıyla işlenen suçlar sıralanmıştır. Kanunun 3. maddesinde sayılan suçlar her durumda terör suçlarından sayılacak ve bu suçlar yönünden 3713 sayılı Kanunun hükümleri tatbik edilecektir. Kanunun 4. maddesinde sınırlı şekilde sayılan suçlar ise; Kanunun 1. maddesinde yer alan terör tanımı kapsamına giren amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulan bir terör örgütünün faaliyetleri çerçevesinde işlendiği takdirde terör suçu olarak nitelendirilecektir. Kanunun 4. maddesinde altı bent halinde sıralanan bu suçlarda; temel ortak nokta olarak cebir, şiddet veya tehdidin esas alındığı, sırf düşünce açıklamasına dayanan, cebir, şiddet veya tehdit içermeyen eylemlerin kapsam dışı bırakıldığı, bu açıdan sıralanan suçların “terör amacıyla işlenen suçlar” kapsamında bir anlamının olduğu, kanun koyucunun ifade hürriyetinden kaynaklanan, cebir, şiddet veya tehdidi içermeyen, ancak suç olarak tanımlanıp karşılığında ceza öngörülen eylemleri madde metnine almadığı görülmektedir.
 
Ancak, 3713 sayılı Kanunun 3. maddesi yönünden bir incelik vardır ki, bu ilginçtir ve bu ilginçlik Kanunun 4. maddesinde de devam etmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 326 ila 339. maddelerinde tanımlanan Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçlarının, mutlak terör suçu sayılmadığı ve bu suçların terör amacıyla işlenen suçlar kapsamına da alınmadığı görülmektedir. Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçlarının bulunduğu bölüm ve bu bölümün yer aldığı “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlıklı kısım düşünüldüğünde, Devletin güvenliğine ilişkin bilgi ve belgelerle ilgili sırların ele geçirilmesi, aktarılması veya açıklanması eylemlerini suç olarak tanımlayıp karşılığında ağır cezalar öngören TCK m.326 ila 339’un neden mutlak terör suçlarından veya terör amaçlı işlenen suçlardan sayılmadığını değerlendirmek gerekir. Anladığımız kadarıyla kanun koyucu; terör suçları bakımından Devletin güvenliğine karşı suçları esas almış, fakat Devletin güvenliği ile ilgili bilgi ve belgelerin ele geçirilmesi, aktarılması veya açıklanmasını “Devletin güvenliği” kapsamına dahil etmemiştir. Bizce, bu düşünce ve tercih isabetli değildir. “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” başlıklı 7. bölümde yer alan 326 ila 339. maddelerde sayılan suçların mutlak terör suçları çerçevesinde değilse de, “Terör Amacıyla İşlenen Suçlar” başlıklı 3713 sayılı Kanun m.4’e dahil edilmelerinin gerektiği düşünülebilir. Bu görüşte isabet vardır, fakat 4. maddede sayılan terör amacıyla işlenen suçlar dikkate alındığında, bu madde kapsamına dahil edilen suçlarda genel ortak noktanın; cebir, şiddet veya tehdit veya bu yöntemlere uygun vasıtaların bulundurulması veya kullanılması olarak gösterilebileceği, bu nedenle cebir, şiddet veya tehdit yöntemlerinin kullanılmayıp, hile, çalma, ihanet, gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi suretiyle işlenen Devlet sırlarına karşı suçlar ile casusluk suçlarına 3713 sayılı Kanunun 4. maddesinde sayılan bentler arasında yer verilmediği ileri sürülebilir. Bu düşünce doğru ve 4. maddede sayılan suçların ortak noktasıyla uyumlu gözükse de, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu gibi ayrı bir yasal düzenlemenin olduğu ve Devletin güvenliğine karşı işlenen suçların mutlak terör suçlarından sayıldığı durumda, Devletin güvenliği ile çok yakından ilgili sırların hukuka aykırı ele geçirilmesi, aktarılması veya açıklanması, bu yolla Devletin ve Milletin mağdur edildiği eylemlerin neden 3713 sayılı Kanun kapsamına dahil edilmediği sorgulanmalı ve bu yönde yasal düzenleme yapılmalıdır. Türk Hukuku’nda henüz Devlet Sırrı Kanunu başlıklı bir düzenlemenin olmadığı, Devlet sırrının ne olduğu konusunda, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Devlet sırrı niteliğinde bilgilerle ilgili tanıklık” başlıklı 47. maddesinin 1. fıkrasına müracaat edildiği durumda, esas itibariyle Devletin, memleketin ve Milletin güvenliği ile yakından ilgili sırlar ve bunların korunması konusunda yeterli yasal düzenlemeye sahip olmadığımız da tartışmasızdır.
 
2- 5 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında; 31.12.2011 tarihine kadar basın ve yayın yoluyla veya sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup, temel şekli itibariyle adli para cezasını veya üst sınırı 5 yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren suçtan dolayı soruşturma aşamasında olanların kamu davalarının açılmasının, kovuşturma aşamasında olanların kovuşturmalarının ve kesinleşen mahkumiyetlerin de infazlarının ertelenmesine karar verileceği öngörülmüştür. Bu “örtülü af” olarak nitelendirilen Kanun hükmünün kapsamı, yani ifade hürriyeti vasıtasıyla işlenen suçlardan hangilerine bu Kanunun uygulanacağı konusunda tartışmalar yapılmakla birlikte, bir diğer nokta da kendisini “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı TCK m.220/6 açısından göstermiştir. TCK m.220/6’ya göre; “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir. Bu fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır”. Failin 6352 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin 1. fıkrası kapsamına giren bir suç işlediği ve bu nedenle hakkında yürütülen kovuşturmanın ertelendiği dikkate alındığında, acaba bu faile TCK m.220/6’da öngörülen silahlı örgüt veya “Silahlı örgüt” başlıklı 314. maddenin 3. fıkrasının atfıyla terör örgütü üyeliğinden ceza verilebilir mi?
 
İlk bakışta TCK m.220, 314 ve m.314’ü bir terör suçu sayan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 3. maddesinin ayrı suç tanımlarını içerdiği, bu nedenle silahlı örgüte veya terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişinin bu suçun yanında, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılacağı, çünkü TCK m.220/6’nın farklı bir suçu düzenlediği ve ayrı tanıma yer verip ceza öngördüğü ileri sürülebilir. Bu düşünceye katılmadığımızı, çünkü TCK m.220’nin 1, 2, 8 ve belki 7. fıkralarında bağımsız suç tiplerinin tanımlandığı, maddenin 3. fıkrasında cezanın artırılmasına, 4. fıkrasında örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan ayrıca cezalandırılmaya ve 5. fıkrasında da örgüt yöneticilerinin sevk ve idaresinde olan diğer suçlardan da cezalandırılacağına dair hükümlere yer verildiği, bu hükümlerden 6. fıkranın bağımsız bir suç tipini tanımlamayıp, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına işlenen suçlardan dolayı ayrı ceza sorumluluğunu öngördüğünü, failin örgüt adına işlenen suçtan cezalandırılmayıp kovuşturmasının ertelendiği ve sonuçta da erteleme süresince 6352 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin 1. fıkrası kapsamına giren yeni bir suç işlemediği durumda, duran soruşturma ile ilgili kovuşturmaya yer olmadığına ve duran kovuşturmanın da düşmesine karar verileceğinden, hatta ertelenen infaz da hak yoksunluğuna yol açmayacağından, tüm bu durumlar bakımından faile TCK m.220/6’dan ayrı ceza vermenin mümkün olamayacağını, erteleme süresince bu hüküm yönünden yargılamanın ve infazın da beklenmesi gerektiği, çünkü TCK m.220/6’nın tatbikinin örgüt adına işlenen suçla bağlı olduğu, örgüt adına işlenen suçla ilgili yargılamanın veya infazın ertelendiği halde, buna bağlı olarak TCK m.220/6 ile ilgili yargılamanın ve infazının da ertelenmesinin gerekeceği tartışmasızdır. TCK m.220/6’nın tatbikine yol açan suça konu eylemin yargılamasının veya infazının ertelendiği, erteleme süresinin de iyi halle geçirilip yargılamanın ve infazın sonlandığı durumda, bundan bağımsız olarak TCK m.220/6’dan ceza tatbiki yoluna gitmek, hem hukuka ve hem de kanun koyucunun iradesine aykırıdır.
 
3- Türk Hukuku’nda birbirine karıştırılan iki suç tipi vardır ki, bu konuyu daha önce yazmış ve aynı eylemden dolayı her ikisinden ceza tatbiki yoluna gidilemeyeceğini, bu durumda TCK m.44’de öngörülen fikri içtima halinin uygulanması gerektiğini ve suçun sabit olduğu durumda cezası ağır olanın tercih edileceğini ifade etmiştik. Bu suçlardan birisi 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’un 4. maddesinde tanımlanan terörizmin finansmanı suçu ve diğeri de TCK m.220/7’de öngörülen, TCK m.314/3’ün atfı ile silahlı örgütler hakkında da uygulanan örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçudur. Ayrı kanunlarda düzenlenen her iki suç tipinin ortak özelliği, bir örgüte veya örgüt adına hareket eden faile bilerek ve isteyerek yardım etmekten ibarettir. Bu durumda, iki suç tipini ayıran ve birisini diğerinden farklı kılan özelliğin ne olduğuna bakılmalıdır. Esas itibariyle, TCK m.314’de düzenlenen silahlı örgüt kurma, yönetme veya örgüte üye olma suçu ile bu suç tiplerini mutlak terör suçu sayan 3713 sayılı Kanunun 3. maddesi ile bu suçtan cezanın artırılmasını öngören 5. madde ceza miktarları açısından benzerlik arz etmektedir.
 
6415 sayılı Kanunda düzenlenen terörizmin finansmanı suçunu dikkate aldığımızda; “finansman” kavramının, terör suçları yönünden terör örgütlerine terör örgütlerinin faaliyetlerini icra edebilmeleri ve etkinliklerini çoğaltabilmeleri için gereken fon desteğinin sağlanması anlamına geldiği, 6415 sayılı Kanunun amacının 1. maddesinde terörün ve terörizmin finansmanının önlenmesi, bu konuda suç ve faillerinin ortaya çıkarılması olduğu, Kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde “fon” kavramının tanımlandığı, buna göre her türlü maddi değerin kapsama alındığı, Kanunun 3. maddesinde fon sağlanması veya toplanması ile ilgili yasak fiillere yer verildiği, bu sayılan hallerde terörizmin finansmanının küçük ölçekli maddi yardımlar olmayıp büyük ölçekli maddi destekler olduğunun anlaşıldığı, bu yönüyle terörizmin finansmanı ile örgüte bilerek ve isteyerek yardım eylemlerinin ayrılabileceği, Kanunun 4. maddesinde tanımlanan terörizmin finansmanı suçunun tanımında “3. madde kapsamında suç olarak düzenlenen fiillerin gerçekleştirilmesinde tümüyle veya kısmen kullanılması amacıyla veya kullanılacağını bilerek ve isteyerek belli bir fiille ilişkilendirilmeden dahi bir teröriste veya terör örgütlerine fon sağlayan veya toplayan kişi” ifadesine yer verildiği, buna göre sıradan bir yardımın veya küçük ölçekli maddi desteğin terörizmin finansmanının sağlanması olarak kabul edilemeyeceği, bu noktada terör örgütünün amaç ve eylemlerini gerçekleştirebilmesi, kendisini tanıtabilmesi ve hukuka aykırı hedeflerine ulaşabilmesi için gereken para ve her türlü fon desteğinin sağlanmasının yasaklanmasının amaçlandığı, ancak 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinde bu suç için öngörülen ceza miktarının düşük olduğu, 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezasının artırılarak, terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçunun cezasından daha ağır bir cezanın düzenlenmesinin daha isabetli olacağı, ancak Kanunda tanımlanan “malvarlığının dondurulması” usulünün etkinlik içerdiği, bu yönüyle TCK m.220/7’den ayrıldığı görülmektedir.
 
6415 sayılı Kanunda düzenlenen finansman suçu ile TCK m.220/7’de düzenlenen yardım suçunun ayrıldığı bir önemli nokta daha vardır; buna göre, 6415 sayılı Kanunda yasaklanan tümü ile büyük miktarlı (miktarın hangi aşamada fon ve finansman sağlama ve hangi derece örgüte yardım olarak kabul edileceği somut olayın özelliklerine ve maddi yardımın etkisine göre değerlendirilecektir) maddi yardımlar olduğu halde, TCK m.220/7’de tanımlanan örgüte bilerek ve isteyerek yardım eylemi her zaman maddi bir değerin örgüte aktarılması veya verilmesi olmaz. Bu yardım; bir eylem konusunda örgüte veya örgüt mensubuna yol gösterme, yani “Yardım etme” başlıklı TCK m.39/2’de sayılan hallerden birisi suretiyle de yerine getirilebilir. Bir başka ifadeyle fail; örgütü veya mensubunu suç işlemeye teşvik edebilir, suç işleme kararını kuvvetlendirebilir veya suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunma vaadini verebilir veya suçun nasıl işleneceği hususunda yol gösterebilir veya suçun işlenmesinde kullanılan araçları sağlayabilir veya suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunmak suretiyle suçun icrasını kolaylaştırabilir. Tüm bu durumlar, yalnızca failin örgüt varlığına veya mensubuna maddi destek sağlaması suretiyle gerçekleşmez. Bir örgüt mensubunun bir başka yere naklinin sağlanması veya örgüt mensubunun yakalanmaktan kurtulması amacıyla gizlenmesine yardımcı olmak veya örgüt mensuplarının bulunduğu yerlere müdahale edecek kolluk görevlilerinin gelişinin örgüte haber verilmesi gibi örneklerde failin, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmadığı, örgüt adına suç işlemediği veya suç işlemeye hazır olmadığı durumda örgüte üyeliğinden bahsedilemeyecek, fakat bu halde TCK m.220/7’de öngörülen suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan cezalandırılması gündeme gelecektir.
 
Yeri gelmişken; suç örgütüne yardım edenin bu eyleminden dolayı bir defa cezalandırılabileceğinden fail hakkında, ya TCK m.220/7’nin (TCK m.314/3 atfı ile) veya 3713 sayılı Kanun m.3 ve 5’ün ya da 6415 sayılı Kanun m.4’ün uygulanabileceğini ifade etmek isteriz. Ancak örgüte yardım maddi bir değerin verilmesi şeklinde olmayıp da TCK m.39/2’de gösterilen yardım etme yöntemlerinden birisi ile gerçekleşmiş ve bundan dolayı da örgüt mensubu örgütün faaliyeti çerçevesinde bir suç işlemişse, bundan dolayı, yani işlenen amaç suçtan dolayı örgüt mensubuna bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin ceza sorumluluğu gündeme gelecek midir? Yoksa burada, TCK m.44’de düzenlenen işlediği bir fiille birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişinin bunlardan ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılmasını öngören fikri içtimaın tatbiki yoluna mı gidilebilecektir? Kanaatimizce; TCK m.39/2’de sayılan bazı haller kapsamında örgüt mensubuna yardım eden ve bu sayede örgüt faaliyeti kapsamında bir suçun işlenmesine katkı sağlayan kişi, hem hiyerarşik yapısında dahil olmadığı örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme eyleminden ve hem de bu yardımın da katkısıyla işlenen amaç suçtan sorumlu tutulacaktır. Çünkü her iki suça konu eylemler birbirinden farklı olup, aynı eylemle iki suç işlenmemiş, yardım eden kişinin katkısı ile bir başka suçun işlenmesi gündeme gelmiştir. Bu katkı yardım seviyesini aşıp da fonksiyonel hakimiyet teorisi kapsamında TCK m.37/1’e girmekte ise, müşterek faillik gündeme gelecek ve failin yardım etmeyi aşan bir eyleminin olduğu kabul edilecektir.
 
Bizce bir örgüte yardımda fikri içtima, örgüte finans desteğinin sağlanması suçunu düzenleyen 6415 sayılı Kanunun 4. maddesi ile bir örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunu düzenleyen TCK m.220/7 arasında olabilir. Bunun dışında, TCK m.220/7 kapsamında sayılabilecek yol veya hedef gösterme şeklinde cereyan eden yardımlarla örgüte ve mensubuna suç işleme konusunda yardım edilmişse, bu suçun işlenmesine kastı olan, anlaşma ve işbirliği ile bu suça katılan, TCK m.39/2 veya 37/1 kapsamında iştiraki bulunan kişi, amaç suça verdiği katkıdan dolayı ayrıca cezalandırılacaktır. Kişinin bu katkısında amaç suça kastının olduğu, yani anlaşma ve işbirliği ile katıldığı tespit edilememekte ise elbette ceza sorumluluğu yalnızca TCK m.220/7 ile sınırlı tutulacaktır.
 
Belirtmeliyiz ki, örgüte finansman sağlanması suçu yalnızca terör eylemleri ve terör örgütleri ile sınırlı tutulmuş olup, çıkar amaçlı suç örgütleri için ayrı bir düzenleme öngörülmemiş, bu tür yapılanmalar açısından TCK m.282’de düzenlenen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu ile yetinilmesi mümkün kılınmıştır. Ancak TCK m.282’de düzenlenen ve kara para aklama suçu olarak bilinen eylemin en olumsuz tarafı, öncül suç olmadıkça suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan da bahsedilemeyeceğidir. Bir hukuka aykırı yapılanmanın ve suç örgütünün bertaraf edilmesinin en önemli yolu; örgütün mali, personel ve lojistik gücünü zayıflatmaktan ve bunun kapsamda örgüte finans desteğini önlemekten geçer.
 
4- Bilindiği üzere örgüt propagandası suçu; 30.04.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun 8. maddesi ile 3713 sayılı Kanunun 7. maddesinin 2. fıkrasında ve 6459 sayılı Kanunun 11. maddesi ile de TCK m.220/8’de yapılan değişiklerle zorlaştırılmış, örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek veya bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandanın yapılmadığı durumda oluşmayacaktır. Şu an için ilgili kanunlarda bir değişiklik olmazsa, hükümlerde gösterilen bağlı hareketler dışında sırf bir suç veya terör örgütünün övülmesi, amaçlarından veya siyasi hedeflerinden bahsedilmesi, ancak bu sırada cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerinin eleştirilmesi halinde, propaganda suçunun oluşmayacağı görülmektedir. Belki ifade ve basın hürriyeti açısından doğru olan bu yaklaşım, özellikle terör örgütlerinin övülüp yüceltildiği durumlarda korunan hukuki yararlar bakımından sorunlara yol açabilmektedir. Kimisinin ifade ve basın hürriyetinin korunması ve sırf düşüncelerin açıklanıp yorumların yapıldığı, ancak cebir, şiddet veya tehdit yöntemlerinin meşru gösterilip övülmediği açıklama ve yazıların suç sayılamamasının doğru olduğunu belirttiği durumda, somut olayın özellikleri ve içinde bulunulan durumun ağırlığı nedeniyle sırf terör örgütünü ve amaçlarını yücelten övgünün, propagandanın yapılmasının suç sayılması gerektiği de ileri sürülebilecektir.
 
Burada tartışma konumuz bu husus, yani propaganda suçunun unsurlarının birey aleyhine değiştirilmesi değildir. Sorun, 2013 yılı değişikliği ile propaganda suçu yönünden kabul edilen “bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde” ibaresinden kaynaklanmaktadır. Bu ibareye giren eylem icra edildiğinde; propaganda suçu mu, yoksa “Yardım etme” başlıklı TCK m.39/2 kapsamında üyesi olmadığı örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçu mu gündeme gelecektir? Çünkü terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardımın cezası, propaganda suçundan daha fazladır. Bu noktada fark neye göre tespit edilecektir? Çünkü terör örgütünün propagandası suçunda kanun koyucu yalnızca; terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermeyi veya övmeyi değil, örgütün bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasının yapılmasını da suç saymıştır. Fail; örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlere başvurmasını teşvik edecek şekilde propagandasını yaptığında, TCK m.44’de düzenlenen fikri içtima hali uygulanacak mıdır, yani fail propaganda suçundan değil de, terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan mı cezalandırılmalıdır? Kanaatimizce; terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlere başvurmasını genel mahiyette teşvik edecek şekilde yapılan propaganda, örgütün propagandası suçu sayılmalıdır. Belirtmeliyiz ki esas itibariyle “propaganda” kavramı yazımız kapsamında; örgütün, eylem ve amaçlarının başkalarına tanıtılması, benimsetilmesi veya yayılması, örgüte takdir ve beğeni kazandırılması amacıyla yazılan yazılar ve söylenen sözlerdir. Bu açıdan bakıldığında; örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasının yapılması, esasında bir propaganda değil, örgütün suç işlemeye ve gayrimeşru amacına ulaşmaya teşvik edilmesi, yani yönlendirilmesidir. Ancak “suçta ve cezada kanunilik” prensibi kapsamında; bu yönde genel teşvik içeren yazı ve sözlerin, örgüte bilerek ve isteyerek yardım sayılmayacağını, bununla birlikte örgüt ve mensupları tarafından somut bir suçun örgütün faaliyetleri kapsamında işlenmesi amacıyla TCK m.39/2’de sayılan hallerden birisine giren yardımın TCK m.220/7, 314/3, 3713 sayılı Kanun m.3 ve 5 kapsamında kabul edilebileceğini ifade etmek isteriz.
 
Özetle; örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek veya bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek mahiyette genellik içeren söz ve yazılar, yani örgütün faaliyetleri kapsamında işlenen suçlarla somutlaşmamış, bir suça yönelik manevi yardımlar örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunun konusu sayılmayacaktır. Zaten örgüte veya mensubuna yardım maddi içerikli ise, bunun örgütün veya örgüt mensubunun bir suçun işlenmesi amacıyla teşvik edilmesi veya örgüte veya örgüt mensubuna yol gösterilmesi ile bir ilgisi olmayacaktır. Burada bahsedilen, örgütün faaliyetleri kapsamında işlenen suçlara yapılan yol gösterme veya destek mahiyetinde yardımlardır.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)