Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin usule uygun kararı olmaksızın 2003 yılında işgale uğrayan Irak’ın bir bütün olarak ayağa kalkamadığı, işgal sonrası kabul edilen yeni Anayasanın hükümlerinin bile uygulanamadığı, din, mezhep ve ırk üzerinden yürüyen çatışma ve ayrışmaların arttığı, IŞİD/DAEŞ sebebiyle demografik yapının değiştiği, Amerika Birleşik Devletleri’nin sağladığı güvencelerle Kuzey Irak’ta 25.09.2017 tarihinde, Irak’ın tümünü kapsamayan ve sadece bir bölgeyle sınırlı bir referandumun yapılarak, bu özerk bölgede ayrı bir devlet kurulmasının hedeflendiği görülmektedir.

Irak Hükümeti’nin ve Meclisi’nin tüm karşı koymalarına ve referandumun tanınmayacağına dair açıklamalarına rağmen, bir oldubitti ile referandumun yapılmasının ve Irak’ın parçalanma sürecinin resmileştirilmesinin önü açılmaya çalışılmaktadır. Bu referandumun Uluslararası Hukuk nazarında geçerli olmadığını “Halkın Kendi Kaderini Tayin Hakkı” ve “Bir Ülkenin Bir Kısmında Yaşayanların Ayrılma Hakkı” başlıklı yazılarımızda ayrıntılı anlatsak da, Uluslararası Hukukun etkinliğinin azlığı ve gücün söz sahibi olduğu, bu şekilde de referandumdan “evet” çıkması halinde bu sonucun tanınması suretiyle Irak’tan ayrılmış ve tanınmış yeni bir devletle karşı karşıya kalınacağı, bunu Suriye’nin izleyeceği ve bölgede bulunan başka ülkeler için, hem toprak bütünlüğü ve ulusal güvenlik yönünden tehlike çanlarının çalacağı tartışmasızdır.

Esas olan, Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve yönetim tekliğinin korunmasıdır. Parçalanmış, etkinliğini veya gücünü kaybetmiş komşu ülkelerden dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nin olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. Başlarda ciddiye alınmayan, yapılamayacağı düşünülen 25 Eylül 2017 tarihli “bağımsızlık” konulu referandumun süre yaklaştıkça ciddileştiği, yapılabileceği ve referandumdan “evet” çıkması halinde de uluslararası alanda tanımaların gelebileceği, ister istemez bu durumda Türkiye Cumhuriyeti’nin uzun yıllardır yaşadığı ayrılıkçı terör nedeniyle de olumsuz etkileneceği, zamanla toprak bütünlüğü ve ulusal güvenlik sorunlarıyla daha ciddi düzeyde karşı karşıya kalabileceği ileri sürülebilir.

Konuya herkes kendi açısından, bu kapsamda Irak ve Suriye üzerinde hedefleri olan güçlü memleketler; yayılmacılık anlayışını izleyenler, istikrarsızlıktan yararlananlar, ayrı devlet kurmak isteyenler de kendi menfaatlerini dikkate alarak bakabilirler. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti de temel milli yararlarını esas alıp gözetmek suretiyle konuya yaklaşmalı ve önlemlerini bu çerçevede almalıdır. Başka memleketlerin yaraları sadece Irak’ın toprak bütünlüğünü ve yönetim tekliğini savundukları ölçüde Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatleri ile uyuşabilir. Burada mesele; petrol ticareti, inşaat sektörü, Irak’ın bu özerk bölgesi ile kurulan iyi ilişkiler derecesi ile sınırlı incelenemez. Çünkü ana mesele; sözkonusu referandumun Uluslararası Hukukun halkın kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili geçmiş örnekleri, yani teamülleri, ilkeleri ve yazılı kuralları çerçevesinde yapılıp yapılmadığı, Irak Hükümeti’nin ve Meclisi’nin referandum konusuna yaklaşımı, burada bir oldubittiyle karşılaşılmaması, tüm bunların ötesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal güvenlik geleceğidir.

1982 Anayasasına göre; Türk Milleti dışında temsili demokrasinin benimsediği usullere uygun olarak yazı konumuzun konuşulacağı, tartışılacağı ve konu hakkında karar alınacağı yer Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Bunun dışında bir de Anayasa m.118’de düzenlenen Milli Güvenlik Kurulu’nun ulusal güvenliği ilgilendiren konularda tavsiye kararı alıp Bakanlar Kurulu’na bildirme yetkisi vardır. İster konuyu Osmanlı İmparatorluğu’nun Musul vilayetine bağlı Musul, Kerkük ve Süleymaniye sancaklarından hareketle geçmiş bağlarımız ve bu bölgelerde yaşayan insanlarla olan ilişkilerimiz ve istenirse de Türkiye’nin uzun yıllardır başını ağrıtan ayrılıkçı terörün destek görmesi veya daha fazla etkinlik kazanması tehlikesine ve tehdidine karşı önlemlerin alınması olarak görelim, konu ile ilgili TBMM’nin ve bundan başka MGK’nın toplanması, Hükümetin de buna göre hareket edip daha fazla geç kalmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin ali menfaatlerine uygun kararlar alması gerektiği açıktır.

“Toplanma ve tatil” başlıklı Anayasa m.93’e göre; “Türkiye Büyük Millet Meclisi, her yıl Ekim ayının ilk günü kendiliğinden toplanır.
Meclis, bir yasama yılında en çok üç ay tatil yapabilir; ara verme veya tatil sırasında Cumhurbaşkanınca toplantıya çağrılır.
Meclis Başkanı da doğrudan doğruya veya üyelerin beşte birinin yazılı istemi üzerine, Meclisi toplantıya çağırır.
Ara verme veya tatil sırasında toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde, öncelikle bu toplantıyı gerektiren konu görüşülmeden ara verme veya tatile devam edilemez”.

Şu an Meclis tatildedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal güvenliğini çok yakından ilgilendiren ve komşu bir ülkede yapılması planlanan referandum konusunun, temsili demokraside halkın temsilcilerinden oluşan TBMM’de görüşülmesi, Anayasa m.87 ve 98 kapsamında gerekli kararların ivedilikle alınıp ilan edilmesi lüzumludur. Yine Anayasa m.118/3’e göre de; MGK’nın bir an önce toplanıp konu ile ilgili karar alarak, bu kararı Bakanlar Kurulu’na bildirmesi gerektiğini söylemek isteriz. “Milli Güvenlik Kurulu” başlıklı Anayasa m.118/3’e göre; “Milli Güvenlik Kurulu; Devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Cumhurbaşkanına bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Cumhurbaşkanınca değerlendirilir”.

Bu derece önemli bir dış meselede; deyim yerinde ise kimsenin duyarsız kalma, görmezden gelme ve demokratik hukuk toplumunun gereği olarak konuyu ilgili yerlerde tartışıp karara bağlama, Türkiye Cumhuriyeti’nin konu ile ilgili politikasına uygun sonuç alıcı uygulamalardan kaçınma lüksü yoktur. Hele Anayasa m.120’ye göre ilan edilen olağanüstü hal sırasında ciddi yetkilerle donatılmış Hükümetin; bir an önce gerekli çalışmaları tamamlama, MGK’yı toplama ve TBMM’yi toplantıya çağırma, bu sırada tüm Irak’ı kapsamayıp sadece bir bölgede yaşayanlarla sınırlı tutulan referandumun Uluslararası Hukuka aykırı olduğunu ve tanınamayacağını örnekleri ile anlatıp ortaya koyma yükümlülüğü vardır.

Memleketin ali menfaatleri konusunda ayrışma yaşanmamalı, referanduma giden bölgeyi irade edenlerle kurulan yakın ilişkiler ve ticari bağlar, Irak’ın parçalanma sürecinin meşrulaştırıldığı şeklinde de anlaşılmamalıdır. Elbette konu Irak’ın iç meselesi olarak gözükmektedir, ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin de bölgede yaşanabilecek güç boşluğuna, sınır güvenliği sorununa, ulusal güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik gerçek ve yakın tehlikeye karşı önemler alması, bu konuda gerekli kararları ve kanunları çıkarması gerektiği tartışmasızdır.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)