Aşağıda, tanıklıktan çekinme hakkı olanların telefon konuşmalarının denetlenmesi ile ilgili Yargıtay’ın üç farklı kararının özetine yer vereceğiz. İlk kararda, tanıklıktan çekinme hakkı olanların iletişimlerinin denetlenmesinde katı uygulamayı, yani her iki taraf şüpheli veya sanık olsa da yine iletişimlerinin denetlenemeyeceği kabul edilirken; diğer iki karar, tanıklıktan çekinme hakkı olanların birlikte suça karışıp şüpheli veya sanık sıfatını almaları halinde dinlenebilecekleri görüşü benimsemiştir.

A- 1. Ceza Dairesi 2009/1721 E., 2009/5855 K. Sayılı Karar Özeti
Yerel Mahkemece sanıkların kasten öldürme ve izinsiz silah taşıma suçlarından yapılan yargılamalarının sonucunda; iki sanığın hükümlülüğüne, bir sanığın da beraatına karar verilmiştir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.135/8-a’ya göre, Türk Ceza Kanunu m.81, 82 ve 83’de düzenlenen öldürme suçları, iletişimin tespiti yapılabilecek suçlar arasında sayılmış; CMK m.135/2’de ise, "Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması halinde, alınan kayıtlar derhal yok edilir." hükmüne yer verilmiştir.

Yargıtay, sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulurken, delil olarak kabul edilen telefon dinleme kayıtlarının, dosya içindeki nüfus kayıtlarından da anlaşılacağı üzere, sanık İ ile 5271 sayılı CMK'nın 45. maddesi uyarınca tanıklıktan çekinme hakkı bulunan kardeşleri sanık M, tanık E ve babası sanık K arasında yapılan görüşmelere ilişkin kayıtlar olduğunun tespitini yapmış ve bu delillerin kanun dışı elde edilmiş delil niteliğinde olduğunu vurgulamıştır. Yargıtay, tanıklıktan çekinme hakkı olan iki kişi arasında yapılan telefon görüşmesinin kayda alınamayacağını, bu konuda her iki tarafın şüpheli veya sanık olmasının da bir önemi olmayacağını ifade etmiştir.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, hukuka aykırı elde edilen delillerle mahkumiyete karar verilmesini bozma nedeni saymıştır.
 
 
B- Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/10-642 E., 2014/302 K. Sayılı Karar Özeti
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulu tarafından çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan hakkında iletişimin tespiti kararı bulunan ve ağabeyi olan diğer sanıkla yaptığı telefon görüşmelerinin hükme esas alınıp alınmayacağının belirlenmesine ilişkindir.

Yargıtay’a göre, uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından öncelikle ceza muhakemesi hukukunun en önemli ilkelerinden biri olan "delillerin serbestliği" ve "hukuka aykırı yöntemle elde edilen delillerin kullanılması" konuları üzerinde durulması gerekmektedir.

Yargıtay, ceza muhakemesinin amacının, usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak belirlenmesi olduğunu ifade etmiş, CMK'nın "delilleri takdir yetkisi" başlıklı 217. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir." şeklindeki hükmü referans göstermiş, bu düzenlemenin ayrıca “delillerin serbestliği” ilkesine de vurgu yaptığını, ceza muhakemesinde hangi hususun hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmadığını, yargılamaya konu olan olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her aracın delil olarak kabul edilebileceğini söylemiştir.

Mahkeme daha sonra delillerin elde edilme şekline ilişkin yasaklara "delil elde etme yasakları," hukuka uygun elde edilmiş olsa bile, delilin yargılamada ortaya koyulup değerlendirilmesine ilişkin yasaklara ise "delil değerlendirme yasakları" denildiğini söylemiş; iletişimin denetlenmesi sırasında elde edilen delillerin CMK'nın 135/6. maddesinde sayılanlar dışındaki bir suçun soruşturma ve kovuşturulmasında kullanılamamasını da delil değerlendirilmesi yasaklarına örnek olarak göstermiştir. CMK’nın 217. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir." şeklindeki hükümle, ceza muhakemesinde kullanılacak delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi gerektiği, buna göre bütün delillerın kanunda gösterilen yönteme uygun olarak elde edilmesi gerektiği, delil elde etmeye ilişkin her hukuka aykırılığın, o delilin yargılamada kullanılmasına engel oluşturup oluşturmayacağı hususu üzerinde durulması gerektiği vurgulanmıştır.

Yargıtay’a göre, delil elde edilmesine ilişkin olarak ihlal edilen kural, hak ihlaline neden olmuyor ve adil yargılanma ilkesi de zedelenmiyorsa, yargılamada değerlendirilemeyeceği veya hükme esas alınmayacağından söz edilemez. Örneğin; usulüne uygun olarak alınmış arama kararına istinaden herhangi bir hak ihlaline neden olunmadan yapılan arama neticesi ele geçen delillerin, sadece arama sırasında hazır bulunması gereken kişilerin orada bulundurulmaması suretiyle şekle aykırı hareket edildiğinden bahisle mahkûmiyet hükmüne esas alınamayacağı söylenemeyecektir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26.06.2007 gün ve 147-159 ile 13.03.2012 gün ve 278-96 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır. CMK m.217/2’nin gerekçesinde bir delilin hükme esas alınmasına engel oluşturan hukuka aykırılığın "sanığın temel haklarını" ihlal eden aykırılıklar olduğu belirtilerek, delilin doğruluğunu, haklılığını hakkaniyete uygunluğunu sağlamak amacını gütme ilkesinin esas olduğu söylenmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu; “Muhakemenin sonunda, yapılan işlemler bütün olarak değerlendirilmeli, muhakeme neticesinde, hukuka uygun veya aykırı yöntemle elde edilen deliller kullanılarak verilen hüküm, Anayasanın 36'ıncı maddesinde gösterildiği biçimde 'adil' ise, bir delil hukuka aykırı yöntemle elde edilse dahi kullanılabilmelidir.” şeklinde görüşlerin de mevcut olduğunu, aynı şekilde İHAM’ın PG-JH/Birleşik Krallık ve Khan/Birleşik Krallık davalarında, somut olay dikkate alındığında, hukuka aykırı da olsa delilin kullanılmasının sözkonusu olabileceğini, asıl önemle üzerinde durulması gereken hususun, yargılamanın bütün olarak adil olup olmadığı konusu olduğunu söylediğini ifade etmiştir.

Dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi koruma tedbirlerine sadece 135. maddede sınırlı olarak sayılan suçlar yönüyle başvurulabilir iken, iletişimin tespiti tedbiri yönüyle ise bir suç sınırlaması bulunmayıp, şartların varlığı halinde bütün suçlar yönüyle bu tedbire başvurulması mümkündür. Aynı Kanunun "Tesadüfen elde edilen deliller" başlıklı 138. maddesinin ikinci fıkrası; "Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135'inci maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet savcılığına derhâl bildirilir." şeklinde hüküm altına alınmıştır.

CMK'nın 135. maddesinin altıncı fıkrasında sayılan suçlara ilişkin yapılan soruşturma sırasında şüpheli veya sanıklardan birisi bakımından uygulanan iletişimin denetlenmesi tedbiri sonucunda elde edilen delillerin, aynı soruşturma veya kovuşturma kapsamında bulunan diğer şüpheli ya da sanık açısından kullanılmasını yasaklayan bir hükme telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi tedbirinin düzenlendiği maddede yer verilmemiştir.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 12.06.2007 gün ve 154-145 sayılı kararında; "Rüşvet, CMK'nın 135/6. maddesinde yer aldığından, bu suç yönünden iletişimin tespiti suretiyle elde edilen deliller, aynı kanunun 138/2. maddesi uyarınca hakkında iletişimin tespiti kararı bulunmayan kişi için de delil olarak değerlendirilebilir." denilmiştir.

Yargıtay, her ikisi de aynı suçun sanığı olup, aynı zamanda kardeş olan ve biri hakkında iletişimin denetlenmesi kararı bulunan sanıkların aralarındaki telefon konuşmalarının kanuni delil olarak kabul edilip edilemeyeceğinin değerlendirilmesinde ise, CMK'nın 135. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan düzenlemeden ne anlaşılması gerektiği ve tanıklıktan çekinme hakkına sahip olmalarına karşın, bu hükmün şüphelilerle birlikte aynı suçu işleme şüphesi altında bulunan kişiler arasındaki görüşmeleri de kapsayıp kapsamadığının belirlenmesi gerektiğini, 135. maddenin birinci fıkrasına göre; şüpheli ya da sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimin tespit edilebileceği, dinlenebileceği, kayda alınabileceği ve sinyal bilgilerinin değerlendirilebileceğinin hüküm altına alındığını, aynı maddenin üçüncü fıkrasında getirilen sınırlamanın, sadece şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimin kayda alınması işlemine ilişkin olup, iletişimin tespiti, dinlenmesi ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi işlemlerinin bu kapsamda olmadığını söylemiştir.

Yargıtay’a göre, şüpheli veya sanıkların, birlikte suç işleme şüphesi olmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları görüşmelerin kayda alınması neticesinde elde edilen delillerin hukuka uygun yöntemlerle elde edilen delil olmadığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı kolaylıktan yararlanarak şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme şüphesi altında olan kişilerle yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında doğmaktadır. Öğretide aksine görüşler bulunmakla birlikte, CMK'nın 135/3. maddesi hükmünün birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri kapsamayacağı, tanıklıktan çekinme hakkına sahip olan kişinin suça katıldığı daha önceden başka delillerle belirlenmişse, artık bu noktada CMK'nın 135/3. maddesi kapsamına giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz edilemeyeceği, çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği kabul edilmektedir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19.02.2013 gün ve 2011/5-137 E., 2013/58 K. sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Sonuç olarak Yargıtay; Sanıklar hakkında daha önceden aynı suçtan soruşturmaya başlanılması ve soruşturmaya konu olan uyuşturucu madde ticareti suçunun da CMK'nın 135/6. maddesi kapsamında bulunması, iletişimin denetlenmesi kararının usul ve kanuna uygun olarak alınıp yerine getirilmesi şartlarının varolması hususları birlikte değerlendirildiğinde, iletişimin denetlenmesi tedbiri sonucu elde edilen telefon görüşme kayıtlarının sanık C.'in kardeşi ve aynı suçun sanığı olan Ç. yönüyle de hukuka uygun yöntemlerle elde edilmiş delil olduğunun ve hükme esas alınması gerektiğin söylemiştir. Yargıtay’a göre aksi durum, aynı soruşturma ve kovuşturma kapsamında bulunan bir kişi bakımından kanuni olarak kullanılabilecek bir delilin, diğer sanık açısından hukuka aykırı görülmesi hak ve adalet ilkelerine aykırılık oluşturacağı gibi, tanıklıktan çekinme hakkına sahip olan kişilerin, aynı suçu birlikte işlemelerinin kanun koyucu tarafından himaye edildiği sonucunu doğurur ki, bunun kabulü de mümkün değildir. Bu itibarla Mahkeme, itirazın kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve dosyanın hükmün esasının incelenebilmesi amacıyla Özel Daireye gönderilmesine karar vermiştir.
 
C- Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/5.MD-137 E., 2013/58 K. Sayılı Karar Özeti
Ceza Genel Kurulu, sanık ile yeğeni ve kardeşi olan sanıklar arasında yapılan ve mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verilen telefon konuşmalarının yasal delil olup olamayacağını değerlendirilmiştir.

Genel Kurul değerlendirmesinde; CMK'nın "İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması" başlıklı  m.135’e ve "Tanıklıktan çekinme" başlıklı m.45’e atıf yapılmış, CMK m.135/2’de yer alan düzenlemeden ne anlaşılması gerektiği ve tanıklıktan çekinme hakkına sahip olmalarına karşın, bu hükmün şüphelilerle birlikte aynı suçu işleme kuşkusu altında bulunan kişiler arasındaki görüşmeleri de kapsayıp kapsamadığının öncelikle belirlenmesi gerektiğini söylemiştir.

CMK m.135/1’e göre; “Şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir”. Aynı maddenin 2. fıkrasında getirilen sınırlama sadece iletişimin kayda alınması işlemine ilişkin olup, iletişimin tespiti, dinlenmesi ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi bu kapsamda bulunmamaktadır.

Yargıtay’a göre şüpheli ya da sanıkların, birlikte suç işleme şüphesi bulunmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları görüşmelerin kanuni delil olmadığı konusunda herhangi bir tereddüt yoktur.Bu konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme kuşkusu altında bulunan kişilerle yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında doğmaktadır.

Genel Kurul; her ne kadar öğretide farklı görüşlerin mevcut olduğunu belirtmiş ise de, CMK m.135/2’nin, birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri kapsamayacağı, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişinin suça katıldığı daha önceden başka delillerle belirlenmiş ise artık bu noktada CMK m. 135/2 kapsamına giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz edilemeyeceği, çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği görüşünü oyçokluğu ile benimsemiştir.

Dolayısıyla Yargıtay, Sanık ile yeğeni ve kardeşi olan sanıklar arasında yapılan ve mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verilen telefon konuşmalarının, bu kişilerin suça katıldıklarının daha önceden başka delillerle belirlenmesi ve bunlar hakkında da  mahkeme kararıyla iletişimin tespiti ve kayda alınmasına karar verilmiş olması nedeniyle kanuni delil olarak kullanılabileceğini, aksi takdirde tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişilerin, aynı suçu birlikte işlemelerinin kanun koyucu tarafından  himaye edildiği sonucuna ulaşılabileceğini belirterek, her üç sanık arasında yapılan ve mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verilen iletişime ait tutanakların Özel Daire tarafından yasal delil olarak değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığına karar vermiştir.
 
D- Değerlendirme
Tanıklıktan çekinme hakkı olanların iletişimlerinin denetlenmesi konusunda farklı fikirlere sahip olduğumuz görülmektedir. Kanaatimizce, her iki tarafın şüpheli veya sanık olup akrabalıkları nedeniyle tanıklıktan çekinme hakları olduğu durumda, “dolaylı dinleme” yöntemine başvurulmayıp, her ikisi için de usule uygun dinleme kararı alınması kaydıyla teknik takip yapılabilmelidir. Bu düşünceye karşı çıkanlar bulunmaktadır. Kabul etmek gerekirse, birkaç çalışmamda ben de tanıklıktan çekinme hakkı olanlar arasında iletişimin kayda alınamayacağı fikrini savundum. Bu konuyu düzenleyen CMK m.135/3’ün net bir düzenleme öngörmediği ileri sürülebilir. Ancak hükümde; “Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz.” cümlesine yer verildiği, her iki tarafın şüpheli veya sanık olmasından değil, bir tarafın şüpheli veya sanık olup, bu suça karışmayan diğer tarafla arasında tanıklıktan çekinme halinin olmasından bahsedildiği, bu durumun da taraflardan birisinin teknik takibe konu suça iştirak etmemesi olarak kabul edildiği, aksi halde tanıklıktan çekinme hakkı olan kişilerin iştiraki ile işlenen suçlarda dinleme yapılamayacağı ileri sürülmektedir.

Karşı görüş ise, CMK m.135/3’ün bu derece dar anlaşılıp uygulanamayacağını, bu tür bir dar uygulamanın hükmü gereksiz kılacağını ve etkisizleştireceğini, her ne kadar hükümde her iki tarafın teknik takibe konu suça iştirak etmesi halinin de yasağa dahil edildiğine dair bir ibare olmasa da, haberleşme hürriyeti aleyhine değerlendirilebilecek aksi yönde düzenlemeye de yer verilmediğini, suça iştirak edenlerin yakın akraba ve dolayısıyla tanıklıktan çekinme hakkına sahip olmaları halinde, bu kişilerin iletişimlerinin takip edilemeyeceğini savunmuştur. Kaldı ki Anayasa m.38/5’e göre, “Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz”.

E- Avukatın İletişiminin Denetlenmesi
Avukatların sıfatlarından, yüklendikleri yargı görevleri ile Türkiye Barolar Birliği veya baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya bu görevler sırasında iletişimlerinin denetlenip denetlenemeyeceğine, yukarıda yer alan Yargıtay karar özetlerinin tanıklıktan çekinmeleri gereken avukatları kapsayıp kapsamayacağına da kısaca değinmek isteriz.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Sır saklama” başlıklı 36. maddesine göre, “Avukatların, kendilerine tevdi edilen veya gerek avukatlık görevi, gerekse, Türkiye Barolar Birliği ve barolar organlarındaki görevleri dolayısıyla öğrendikleri hususları açığa vurmaları yasaktır.

Avukatların birinci fıkrada yazılı hususlar hakkında tanıklık edebilmeleri, iş sahibinin muvafakatini almış olmalarına bağlıdır. Ancak, bu halde dahi avukat tanıklık etmekten çekinebilir. Çekinme hakkının kullanılması hukuki ve cezai sorumluluk doğurmaz.

Yukarıki hükümler, Türkiye Barolar Birliği ve baroların memurları hakkında da uygulanır”.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Meslek ve sürekli uğraşıları sebebiyle tanıklıktan çekinme” başlıklı 46. maddesine göre, “(1) Meslekleri ve sürekli uğraşıları sebebiyle tanıklıktan çekinebilecekler ile çekinme konu ve koşulları şunlardır:

a) Avukatlar veya stajyerleri veya yardımcılarının, bu sıfatları dolayısıyla veya yüklendikleri yargı görevi sebebiyle öğrendikleri bilgiler.

b) Hekimler, diş hekimleri, eczacılar, ebeler ve bunların yardımcıları ve diğer bütün tıp meslek veya sanatları mensuplarının, bu sıfatları dolayısıyla hastaları ve bunların yakınları hakkında öğrendikleri bilgiler.

c) Mali işlerde görevlendirilmiş müşavirler ve noterlerin bu sıfatları dolayısıyla hizmet verdikleri kişiler hakkında öğrendikleri bilgiler.

(2) Yukarıdaki fıkranın (a) bendinde belirtilenler dışında kalan kişiler, ilgilinin rızasının varlığı halinde, tanıklıktan çekinemez”.
“İletişimin tespiti, denetlenmesi ve kayda alınması” başlıklı CMK m.135/3’e göre, “Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması halinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir”.

“Müdafiin bürosu ve yerleşim yeri” başlıklı CMK m.136’ya göre, “Şüpheli veya sanığa yüklenen suç dolayısıyla müdafiin bürosu, konutu ve yerleşim yerindeki telekomünikasyon araçları hakkında, 135 inci madde hükmü uygulanamaz”. Yasak kapsamına, müdafiin cep telefonu dahil tüm iletişim vasıtaları dahildir. Bu yasağı sadece müdafiin bürosu, konutu ve yerleşim yerinde bulunan telekominikasyon araçları ile sınırlamak, hem kanun koyucunun amacına ve hem de CMK m.136’nın ruhuna ve fonksiyonuna aykırıdır. Madde, şüpheli veya sanığa yüklenen suçtan dolayı müdafii olan avukatın iletişiminin denetlenememesini öngörmüştür.

“Müdafii ile görüşme” başlıklı CMK m.154’e göre, “Şüpheli veya sanık, vekaletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz”.

Kanunların ilgili hükümleri, net bir şekilde yargı görevini yerine getirirken veya temsil ettiği şüpheli veya sanıkla görüşürken avukatın hiçbir iletişiminin denetlenemeyeceğini tartışmasız ortaya koymaktadır. Gerek Yargıtay kararlarını ve gerekse tanıklıktan çekinme ile ilgili hükümleri bu çerçevede incelemek gerekir. CMK m.46/2’ye göre, temsil ettiği kişinin rızası olsa dahi avukatın tanıklıktan çekinmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu hüküm dahi, avukatlık mesleğinin herhangi bir baskı ve takip endişesi altında olmaksızın yapılması gerektiğine, savunma hakkını önemine ve “silahların eşitliği” ilkesinin mümkün olduğu kadar savunma makamı yönünden de sağlanmasına işaret etmektedir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)