Son zamanlarda “açılım”, “barış süreci” ve “çözüm süreci” gibi ibareler, ne olduğu anlaşılmayan, ilk bakışta çok önemli imiş ve soruna cevap veriyormuş gibi gözükse de, içi doldurulamayan bazı moda kavramları gündeme taşımıştır.

Ezilen insanların ve ayırımcılık temelli halkların korunması amaçlarına hizmet ettiği söylenen, fakat fayda yerine zarar getirmeye elverişli bu kavramları kullanmak çok kolaylaştı. Coğrafi temelli vatandaşlık ölçütünü ortaya koyup, bu yolla ırkçılıktan kurtulmayı hedefleyen “Türkiyelilik” kavramı da bunlardan birisidir.

Demokratik toplumlarda fikri tartışmalar yapılmalı, çoğunluk beğensin veya beğenmesin düşünce açıklamaları ile eleştirilere de tahammül edilmelidir. Ancak bu fikirleri uygulamaya koymak için Anayasa ve kanunları değiştirirken, insan hak ve hürriyetlerini, kamu düzeni ve barışı ile Ülke sistemini dikkate almak gerekir.

Anayasa m.66 Türk vatandaşlığını, “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” hükmü ile tanımlamıştır. Bu tanım bir ırkı veya ayrıştırmayı ifade etmemektedir. Hükümde; Türklüğün bir ırk değil, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan insanların Vatanına, Milletine ve Devletine bağlılığını ifade eden hukuki kavram olarak ele alındığı tartışmasızdır. Kökeni ve etnik kimliği “Türk” olanların “Türk vatandaşı” sayılacaklarına dair bir ölçüt de kabul edilmemiştir. Birey, Anayasa m.66’da öngörülen koşulları taşıdığı için Türk vatandaşı kabul edilmektedir.

Esasında bu tanımlama, eşitliği, birliği ve bütünlüğü sağlamayı hedeflemektedir. Anayasa m.66’yı; Ülke üzerinde yaşayan insanların aynı ırkın mensubu olmalarını hedeflediğinden bahisle, Türk ırkından gelmeyenlerin ikinci sınıf vatandaş veya insan muamelesi görüp ırkçılığa hizmet etmekle itham etmek en basit ifadeyle insafsızlıktır.

Coğrafi tanımlardan vatandaşlık bağının kurulamayacağı tartışmasızdır. Bu tür tanımlamalar, etnik kimliğe dayalı ayırımcılığa yol açar. “Türkiyeli” kavramının kullanılması suretiyle ırkçılığın gündem dışı kalacağını savunmak, esasında ırkçılığa ve bu kavram üzerinden yapılacak ayrışma ile çatışmaya hizmet eder. “Ya Türkiye’yi seversin ya da terk edersin” sözü ne derece yanlış anlaşılmaya müsaitse, coğrafi kavram üzerinden yapılacak vatandaşlık tanımlaması da aynı derecede hatalı ve ayrışmaya dayalı fikriyatı destekler.

Bu sebeple, hangi ırktan veya coğrafyadan gelirse gelsin Fransa’da vatandaş olan insana nasıl “Fransalı” yerine “Fransız” denilmekte ise, “eşitlik” ilkesinin korunması ve vatandaşlar arasında ayrışmanın ve ayrıştırmanın önüne geçilmesi amacıyla “Türkiyeli” yerine “Türk” kavramı vatandaşlık bağı için kullanılmalıdır. Bu kavram, Ülke üzerinde yaşayan vatandaşlara bir ırkın dayatılması veya kabul ettirilmesi olmayıp, demokrasinin karşıtı ve ayrışmanın destekçisi olan görüşlere “dur” demek için kullanılmalıdır.

Vatandaşlık bağı için Türklerin yaşadığı yer anlamına gelen “Türkiyeli” kavramı kullanıldığında, “ben Türklerin yaşadığı yerde yaşayan bir yabancıyım” tanımlaması yapılabilecek ve bu kavram ırkçılık ile ayrışmayı körükleyecektir.

“Türkiye Cumhuriyeti üzerinde yaşayan her Türkiyeli” veya “sözleşen her Türkiyeli” veya “aynı vatan üzerinde ortak yaşama duygusu ile hareket eden her Türkiyeli” ibarelerinde geçen “Türkiyeli” adlı vatandaşlık bağı, içerik itibariyle “Türk vatandaşlığı” kavramı ile aynı anlamı ve etkiyi taşımayacaktır. “Türkiyeli vatandaşıyım” ibaresi, Dil Bilimi kurallarına da uygun değildir.

Bir insan, “Türkiyeliyim” diyebilir. Ancak bu coğrafi temelli kavram, bir hukuki tanımlamayı ifade eden vatandaşlık bağını anlatmaya elverişli değildir. Coğrafi açıdan insanın nereden geldiğini söylemesi, vatandaşlık bağının ortaya koyulması için de yeterli görülemez.

Bu nedenle, aynı ülke üzerinde yaşayan farklı etnik kimliklere sahip bireylerin farklı insan veya vatandaş muamelesi görmemesi, bu tür bir hissiyata kapılmaması, “Türk”, “sonradan Türk”, “Türk olmayan Türkiyeli” gibi kavramlara muhatap edilmemeleri amacıyla coğrafi tanımlardan kaçınılmalı, mevcut Anayasa m.66 veya benzeri bir hükümle vatandaşlık bağı kurulmalı ve bu hüküm ırkçılık tartışmalarına kurban edilmemelidir.

Unutulmamalıdır ki, yürüyen düzeni ve sistemi iyileştirme gerekçesi ile ortaya koyulan her yeni müessese fayda getirmeyip, ilk başta elde ettikleri popülerliği zamanla telafisi mümkün olamayacak zararlara dönüştürebilirler. Kanaatimizce, coğrafi temelli vatandaşlık bağı tanımlaması da bunlardan biridir. Bu tür vatandaşlık tanımı; birlik, bütünlük ve ortak yaşama duygusu yerine, ayrışmanın, etnik çatışmanın ve eşitsizliğin dayanağı haline kolaylıkla dönüşebilir.

Yeni Anayasa tartışmalarının gündemden düşmediği dikkate alındığında, ayrışmaya değil güçlü ve her vatandaşın ortak kullanabileceği “Türk vatandaşlığı” kavramının tercih edilmesi isabetli olacaktır. Ayrışmak istemediğini, aynı vatan üzerinde birlik, beraberlik, eşit hak ve hürriyetlere sahip olarak yaşamak istediğini söyleyen herkes, ırkçılığın ve ayrışmanın gündem dışı bırakılması için coğrafi tanımlamaya dayalı vatandaşlık bağının fayda getirmeyeceğini öngörmelidir. Ayrıca vatandaşlığı, bu tür şekli anlayış ve kavramlarla açıklamanın kişi hak ve hürriyetlerinin geliştirilmesine olumlu katkısı da olmayacaktır.



(Bu köşe yazısı, sayın Prof. dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)