6284 SAYILI KANUN NEDİR?

6284 sayılı Kanun, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun olarak bilinmektedir. Bu kanun, şiddet gören veya şiddet tehdidi altında olan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunmasını ve söz konusu kişilere yönelik şiddetin önlenmesini amaçlamaktadır. Ev içi şiddetin muhatabı, aynı evde yaşayan bir kişi olabileceği gibi; şiddet uygulayan kişi ile aynı evi paylaşmayan, ancak ailede veya evde ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen şiddetin mağduru olan bir kişi de olabilir. Tek Taraflı Israrlı Takip Mağduru, bir kişinin ayrıldığı veya hala birlikte olduğu sevgilisi veya eşi tarafından sürekli olarak takip edilmesi ve izlenmesi durumunu ifade eder. Takip eden bunların dışında biri de olabilir. Takip eden kişi, bu davranışıyla karşı tarafı korkutmayı, gözdağı vermeyi ve güvencesiz hissettirmeyi amaçlar. 6284 sayılı kanun ise takip eden tarafın eylemlerine yönelik mağdur/mağdurları korumayı amaçlar. 6284 sayılı Kanun, şiddetten etkilenen kişileri korumak ve şiddet uygulayan kişilere karşı önlemler almak için etkili ve önemli imkanlar sunar.

6284 SAYILI KANUN’UN KAPSAMI

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, 20/03/2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kanun, çocukların, ailenin korunması ve kadına karşı şiddetle etkili bir şekilde mücadele edilmesi amacıyla, uygulamaya yönelik somut mekanizmalar kurarak, iç hukuktaki en etkili ve kapsamlı metinlerden biridir. 6284 sayılı Kanun’un sağladığı en önemli hukuki araç, başvuru veya ihbar yoluyla veya re’sen işlem başlatılarak, belge veya delil şartı olmaksızın, şiddet mağduru lehine koruyucu tedbir kararı verilmesine olanak tanımasıdır. Bu çerçevede, 6284 sayılı Kanun’a istinaden talep edilebilecek koruyucu ve önleyici tedbirlerden bazıları şunlardır:

- Hayati tehlikenin varlığı halinde ilgilinin geçici koruma altına alınması,

- Hukuki, mesleki, psikolojik ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi,

- Barınma yeri temin edilmesi,

- İlgilinin iş yerinin değiştirilmesi,

- Başvuru sahibinin evli olması durumunda, ortak konuttan ayrı yerleşim yeri belirlenmesi,

- Geçici maddi yardımda bulunulması,

- Hayati tehlike halinde Tanık Koruma Kanunu çerçevesinde kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerin değiştirilmesi,

- Failin şiddet tehdidi, aşağılama, hakaret veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına karar verilmesi,

- Kreş olanağı temin edilmesi,

- Failin, korunan kişi/kişilere, söz konusu kişilerin bulundukları konuta, okula ve iş yerine yaklaşmaması,

- Çocuklarla ilgili geçmişte verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkin sınırlandırılması veya tamamen kaldırılması,

- 4721 sayılı yürürlükteki Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenen şartları varlığı halinde ve korunan kişinin istemi üzerine, tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması,

- Failin, koruma altına alınmış kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi,

- Failin, koruma altına alınmış kişiyi iletişim araçları veya benzer şekillerde rahatsız etmemesi,

- Şiddette bulunan/failin, ortak konuttan veya bulunduğu yerden ivedilikle uzaklaştırılması ve ortak konutun korunan kişiye tahsis edilmesi,

- Failin, şiddette bulunmamış olsa dahi mağdurun yakınlarına, tanıklarına ve çocuklarına yaklaşmaması,

- Failin, taşıması veya bulundurması hukuken izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi,

- Failin, koruma altına alınan kişilerin bulunduğu yerlerde uyuşturucu veya uyarıcı madde ve alkol kullanmaması veya bu maddelerin etkisindeyken, korunan kişilere ve bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlı ise hastaneye yatmak da dahil olmak üzere muayene ve tedavisinin sağlanması.

6284 sayılı Kanun’a istinaden hükmedilebilecek önleyici ve koruyucu tedbirlerin sınırlı sayıda (Numerus Clausus olmaması) olmadığının belirtilmemesi önemlidir. Bu nedenle, şiddetin engellenmesi ve şiddet mağdurlarının korunmasına yönelik umulan tedbirlere hükmedilebilmesi adına hakimlerin takdir yetkisi bulunmaktadır. Ayrıca, verilen kararlara uymamanın fail aleyhine zorlama hapsine sebep olabileceği de 6284 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Dolayısıyla hem koruyucu tedbirler düzenlenmiştir hem de tedbirlere uymayan şikayet olunanın başına nelerin geleceği kapsamlı olarak düzenlenmiştir.

6284 SAYILI KANUNA GÖRE ŞİDDET İÇERİKLİ EYLEMLER NELERDİR VE KANUNDAN HANGİ DURUMLARDA YARARLANILABİLİR?

6284 sayılı Kanun’a göre, şiddet; fiziksel, psikolojik, cinsel veya ekonomik bakımdan zarar görülmesi veya acı çekilmesi ile neticelenen ya da neticelenmesi muhtemel hareketler olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle, şiddeti sadece fiziksel saldırı olarak değerlendirmemek önemlidir. 6284 sayılı kanun kapsamında şiddet, oldukça geniş perspektiften ele alınmıştır.

6284 sayılı Kanun’a göre, şiddet kapsamında değerlendirilebilecek temel davranışlar şunlardır:

- Hakaret etmek,

- Birilerinin yanında küçük düşürmek,

- İstenmeyen zamanlarda ve biçimlerde cinsel ilişkiye zorlamak,

- İhtiyaçlar için yeterli maddi yardımda bulunmamak,

- Sürekli nereye kaç lira harcandığını sormak,

- Kimlerle arkadaş olunduğuna karışmak,

- Aşağılamak,

- Öldürmekle, yaralamakla, sakat bırakmakla tehdit etmek,

- Komşularla, arkadaşlarla, akrabalarla görüşülmesine izin vermemek,

- Kazanılan paraya el koymak,

- Israrla telefonla aramak,

- Takip etmek.

Sıralanan davranışlar 6284 sayılı Kanun’a göre şiddet kapsamında kabul edilir. Bu nedenle, bu tür davranışlara maruz kalınması halinde, Kanun tarafından düzenlenen tedbirlerden yararlanılabilecektir. Ayrıca, şiddet mağdurunun yanı sıra, çocuğu, annesi, kız kardeşi veya yakınındaki kişiler de şiddet sebebiyle zarar görebilir. Kanun, bu kişileri de hukuki koruma altına almıştır. 6284 sayılı Kanun’un hukuki korumalarından yararlanmak için direkt şiddete maruz kalmak şart değildir; şiddet tehlikesi veya tehdidi altında olmak da hukuki güvencelerden yararlanabilmek için yeterlidir. Dolayısıyla kanunun saydığı tedbirlerin önleyici tedbirler olduğuna da işaret eder. Ayrıca, şiddete maruz kalan veya şiddet görme tehlikesi altında bulunan her kadın, yasal statüleri ve geldikleri ülkeleri ne olursa olsun, Kanun’dan faydalanabilir.

TEDBİR KARARI UYGULANMASI VE TEDBİRE KARAR VERİLMESİ

Tedbir kararı ilgilinin talebi, Bakanlık veya kolluk görevlileri ya da Cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine verilir. Başvurular için yapılan işlemlerden yargılama giderleri, harç, posta gideri ve benzeri hiçbir masraf alınmaz. Kanuna göre, şiddet ihbarını herkes yapabilir. Tedbir uygulanmasını ev içi şiddete maruz kalan kişi isteyebileceği gibi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, kolluk görevlileri veya Cumhuriyet Savcısı da talep edebilir. Kolluk kendisine yapılan ihbar veya şikâyet üzerine genel hükümler doğrultusunda gerekli işlemleri yapar. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde 6284 sayılı Kanun kapsamında almış olduğu koruyucu ve önleyici tedbirleri onaylanmak üzere tedbirin niteliğine göre mülki amire veya hâkime sunar. Kendisine bildirilen olay hakkında gecikmeksizin en seri vasıtalarla 7/24 çalışan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi’ne (ŞÖNİM) bilgi verir. Hâkim talep edilmese de tedbir nafakasına hükmedebilir. Korunan kişiye geçici maddi yardım yapılabilir ve sağlık sigortasından yararlandırılır. Tedbir kararının infazı ve izlenmesi şiddeti önleme ve izleme merkezleri tarafından gerçekleştirilir.

TEDBİRİN UYGULANMASI İÇİN TEBLİĞ KOŞULU ARANMAZ

Tedbirin uygulanması, kararın şiddet uygulayan kişiye tebliğ edilmesine bağlı olmamalıdır. Nitekim Kanun’da tedbir kararının ilgililere tebliğ edilmemesinin kararın uygulanmasına engel teşkil etmeyeceği gösterilmiştir. Bu durumda tebliğ itiraz süresinin başlamasının ve tedbire uyulmadığında verilecek zorlama hapsinin uygulanmasının koşulu olmaktadır. İlgili kişiye karar tebliğ edilmemiş ise iki haftalık itiraz süresi başlamayacak ve tedbire aykırı davranılması durumunda zorlama hapsi kararı verilemeyecektir. Tebliğ edilme kararın uygulanması değil, karara itiraz edilmesi ve tedbir kararına uymama durumunda zorlama hapsine hükmedilmesi için gereklidir.

TEDBİR KARARLARINA İTİRAZ ETMEK MÜMKÜN MÜDÜR?

6284 sayılı Kanun uyarınca hükmedilen tedbir kararlarına karşı itiraz edilebilir. İtiraz, tedbir kararının ilgiliye tefhim veya tebliğini takiben 2 hafta süre ile yapılır. İtirazın yapılacağı merci ise aile mahkemesidir. İtiraz mercii sıfatıyla aile mahkemesi, itiraz başvurusu hakkında bir hafta içinde karar verir. İtiraz üzerine verilen kararlarsa kesindir. İtiraz kanun yolu dışında herhangi bir kanun yolu ilgili kanun kapsamında verilen kararlar için öngörülmemiştir bu da yasanın başka bir açığı olarak karşımıza çıkmaktadır. Örnek ile açıklayacak olursam ilgili kanun kapsamında; ''Can güvenliği tehdit altında olan kişi, kimlik bilgilerinin değiştirilmesi talebinde bulunabilir.'' Ancak bu talep, kişinin yaşamında önemli ve köklü bir değişiklik getireceği için dikkatlice düşünülmesi gereken bir karardır. Verildiğinde geri dönüşü zor sonuçlar ortaya çıkabilir. Şayet 6284 sayılı kanun kapsamında şikayet edilen tarafından yalnızca itiraz kanun yoluna başvurulabilmektedir ve ne yazık ki yargılama aşamasında ve devam eden süreçte ufak bir şüphe bile şikayet edilen aleyhine değerlendirilmektedir. Haliyle şüpheden sanık yararlanır ilkesi bertaraf edilmektedir.

UYGULAMADA KARŞILAŞILAN SORUNLAR VE ELEŞTİRİ DERLEMESİ

Toplumsal cinsiyete yönelik ayrımcı bakış açısının engellenmesi amacı ile Kanunların hayata geçirilmesi oldukça önem taşımaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sonucunda kadına karşı şiddet eylemleri baş göstermiş ve haliyle de kadına yönelik şiddet birbiri ile kesişen olgular haline gelmiştir. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, (6284 sayılı kanunda oldukça geniş perspektiften ele alınmıştır.) kadına karşı ayrımcılığın bir türü olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde kadını ev içindeki şiddete karşı etkili bir biçimde koruma amacına yönelik ilk Kanun 14 Ocak 1998 tarihli ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun olmuştur. 1998 yılında yürürlüğe giren bu Kanun kapsam bakımından yetersiz kaldığı, özellikle de aile kavramına dayalı olarak düzenlendiği ve için boşanmış eşler arasında bile uygulanamaz olduğundan boşanmış kadınları koruma kapsamı dışında bırakmıştır. 4320 sayılı Kanun’un şiddetle etkin mücadelede yetersiz kalması karşısında 8 Mart 2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve 18 Ocak 2013 tarihli Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Uygulama Yönetmeliği kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Fakat 6284 sayılı kanun nikahsız eşleri korumadığından tam anlamıyla koruma sağlamamakta ve yine eksik kalmaktadır. Ayrıca 6284 sayılı kanunun şiddetin tanımını oldukça geniş tutarak; fiziki, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik olabileceğinin gösterilmesi oldukça yerinde olmuştur. Önceki Kanun dönemindeki sadece fiziki şiddete karşı koruma sağlanacağı algısı yeni düzenlemelerle beraber ortadan kalkmıştır. Öte yandan şiddete maruz kalanın yanı sıra şiddete maruz kalma tehlikesi bulunanın da mağdur kavramına dâhil edilmesi olumlu bir gelişme olmuştur. Ancak her ne kadar şiddet eylemi kapsam olarak geniş tutulmuş olsa da, şiddet tehlikesinin varlığının saptanması oldukça zor olup, şiddetin varlığının veya yokluğunun tespit edilmesi de hayli zor ve uygulamada da zaman zaman sıkıntılar yaratabilmektedir. 6284 sayılı kanun aslında samimi olarak benimsendiğinde birçok yeniliği beraberinde getirmiştir. Yasayı samimi olarak benimsemeyenlerin ise yasanın verdiği imkanları kötüye kullanarak, olayları içselleştirip olmayan şeyleri varmış gibi ilgili mercilerin önüne getirip içindeki öfkeyi dindirmeye çalıştıkları görülmektedir. Haliyle yasa bu haliyle dayanaksız ve herhangi bir delil emare gösterilmeden koruma ve önleme tedbiri verdiğinden şikayet olunanlar nezdinde eleştirilmiş ve adeta ''yuva yıkan kanun, kötü kanun, can yakan kanun...'' gibi eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Bu tür durumlar ise iyi niyetli olanların ise elini zayıflatmaktadır. Ne var ki 6284 sayılı yasa, her şeye rağmen kadına şiddetin hemen o anda önlenmesi için en önemli ve etkili araçtır. Yasanın samimi olarak benimsenmesi halinde bu konuda sağladığı olanaklar bir hayli fazladır. Burada yine değinilmesi gereken diğer sorun, yasanın ve kamunun, kadına yönelik şiddeti salt bir asayiş sorunu olarak değerlendirmesi nedeniyle sorunun adliye ve polisiye tedbirlerle çözülmesi arzusundan kaynaklanmaktadır. Oysa kadına yönelik şiddet bir sonuçtur. İşin özünde şiddet olduğu için de kuşkusuz asayişle bağlantılıdır. Ancak bu şiddeti tetikleyen ana neden ise bir kere daha yineleyelim ki kadınla erkek arasındaki eşitsiz güç ilişkisidir. Öyleyse kadına yönelik bir şiddet olayı gerçekleştiğinde olayın suç boyutu ile polisin ilgilenmesiyle yetinilmemeli, mağdurun o an korunması ve gelecekte de şiddet görmesinin engellenmesi için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çalışanlarının, yani sosyal çalışmacıların en az polis ve adliye kadar sıcağı sıcağına mağdur kadına katkıda bulunması ve onu hakları ve nasıl korunacağına ilişkin olarak aydınlatması yani kadının güçlendirilmesi sağlanmalıdır. Bu bilgilendirmenin yapılmayışı, Bakanlık çalışanlarının deyim yerindeyse sahaya inmeyişi, 6284 sayılı Kanun’dan beklenen verimin alınmayışının en önemli sebebidir. Böyle bir desteğin yokluğu, personel yetersizliğiyle birleştiğinde iş yükünü artırmakta, aile mahkemesi hakiminin evrak üzerinden vereceği tedbirlerin isabetli olma oranını düşürmekte, emniyet güçlerinin şablon koruma tedbiri uygulamasına yol açmakta, dolayısıyla tedbirlerin yerinde, doğru ve etkili verilmesini, uygulanmasını engellemekte, her kurumun, “Aman kötü bir şey olmadan sorumluluk benden gitsin.” mantığıyla hareket etmesine neden olmaktadır. Aynı şekilde, emniyet güçleri ile adliye arasındaki iş birliğinin yeterli olmayışı da kaynak ve zaman israfına yol açmaktadır. Bir kadın veya çocuk, ortada herhangi bir delil olmasa bile herhangi bir şahıstan şikayetçi olduğunda ve şikayetçi olunan hakkında da 6284 Sayılı Kanun nezdinde uzaklaştırma ve koruma kararı verildiyse, şikayet edenin, şikayetçi olunan hakkında verilen uzaklaştırma ve koruma kararına aykırı davranması iddiasıyla şikayet edilen sırf bu dayanaksız iddialarla hapis yatabiliyor. 6284 sayılı kanunda yalnızca kadının beyanının esas alınmasıyla ilgili madde yoktur. Hatta düzenlenmiş herhangi bir kanununda da böyle bir düzenleme yoktur. Bu durum yargıtay içtihatları ile oluşmuştur. Kadının beyanının esas olması için bir çok şart vardır. Tek başına beyan yeterli değildir. 6284 sayılı kanun kapsamında şikayet edilen hakkında doğrudan hapis öngörmüyor, tedbir niteliğinde uzaklaştırma ve koruma kararı veriliyor. İlgili kanunun çıkarılmasındaki nedenler ise; İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Anayasasına göre pozitif ayrımcılık, kadın cinayetleri ve benzeri nedenler olarak gösterilse de 6284 Sayılı Kanun suistimale ve kötüye kullanıma oldukça müsait bir kanundur. Dayanaksız ve delilsiz olarak herhangi bir kadın namusunu ortaya koyarak tarafına karşı cinsel suçlar işlendiğini iddia ederse bu gerçek kabul ediliyor, hiçbir kadının namusunu ortaya koyarak bir iddiada bulunamayacağını şayet bulunursa gerçek kabul edileceği 6284 kapsamında kabul edilir. Şöyle ki uygulamadaki sorunlara dair birçok olumsuz örnek mevcut olsa da başlangıç kısmında bir örnek verecek olursam; ''18 yaşın altındaki bir çocuk babasına aile içi sorunlarından ötürü düşmanlık besliyor ve cinsel istismar iddialarıyla babası hakkında şikayetçi oluyor. Yapılan bilirkişi incelemelerinde ve raporlarda çocuğun cinsel istismara uğramasına yönelik herhangi bir bulguya rastlanmıyor. Tüm bunlara rağmen mahkeme babayı tutuklu yargılıyor, sürecin devamında çocuk babasına asılsız olarak atfettiği suçlamalardan ötürü pişman oluyor ve mahkemeye itirafta bulunup, şikayetinden de vazgeçiyor fakat mahkeme iddiaları ciddiye almayıp çocuğun babası tarafından tehdit edildiğini düşünüyor ve bu şekilde yargılama baba aleyhine sonuçlanıyor.'' Örnek olayda da bariz bir şekilde görüleceği üzere delilsiz dayanaksız, suçsuz günahsız insanlar kinin, nefretin belki de anlık kızgınlığın bedelin ödeyebiliyor. Şikâyetçi olan kadının mahkemeye gitmesine bile gerek yok, polisi araması dahi erkeğin uzaklaştırılması için yetiyor. Kadının ‘bana sesini yükseltti’ demesi dahi yeterli bir sebep sayılıyor. Burada darp raporu gibi herhangi bir belge de aranmıyor ve erkeğin görüşüne başvurulmadan karar veriliyor. Şöyle de bir gerçek var ki 6284 sayılı kanunun birileri tarafından kötüye kullanılması o kanunu veya koruduğu kesimi kötü yapmaz. Bu durumda eleştirilmesi gereken kötüye kullanan kişilerdir. Eleştirinin amacı kanunun kaldırılmasının gerekliliğine yönelik değil. Nitekim birçok kanun kötüye kullanılabiliyor. Kimse onları kaldıralım demiyor. 6284 ile kaç can kurtarıldı kim bilir. Kanun kötüye kullanıldığında, kanunu kötüye kullananı kötü yapar önemli olan da kanun koyucular tarafından bir kanunun kötüye kullanımını olabildiğince azaltacak tedbirler almaktır. Batı’dan alınan ancak kötü bir kopya olarak 2012 yılından bu yana Türkiye’de binlerce aile faciası yaşanmasına neden olan 6284 sayılı kanunla ilgili uygulamaya yönelik eleştirilen oldukça fazladır ve yine ülkemizin ekonomik kültürel ve eğitim koşullarının yine Avrupa ülkelerinden farklı olması hususu gözetilmeden, çeşitli düzenlemeler eklenmeden alınan 6284 sayılı kanuna ivedi olarak kanun koyucuların yasal düzenleme getirmesi su götürmez bir gerçektir. BM, 1999 yılında “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” mücadelesinin en önemli kazanımı olarak görülen CEDAW sözleşmesine ek bir protokolü kabul etmiş ve üye ülkelerin onayına sunmuştur. BM ve AB, üye ülkelerin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını uygulamasını önemsemekte, ülkelerin takibini yapmakta ve periyodik değerlendirme raporları yayınlamaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği AB uyum sürecinin de önemli makro göstergeleri arasında yer almaktadır. Türkiye, 8 Eylül 2000’de imzaladığı bu protokolü, 30 Temmuz 2002 tarihinde onaylamıştır. Ayrıca Türkiye, 2011 Mayıs ayında, kısa adı “İstanbul Sözleşmesi/Konvansiyonu” olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” adlı uluslararası sözleşmeyi, hiçbir maddesine çekince konulmaksızın, imzalayarak kabul etmiştir. Bu sözleşme, 8 Mart 2012 tarihinde kabul edilen “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”a esas teşkil etmiştir. Türkiye, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikasını (TCE) bakanlıklar üstü bir ana politika haline getirmiş, 9. Kalkınma planı Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine duyarlı olarak hazırlamıştır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 5 yıllık Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı (2008-2013)’ü hazırlamış, uygulamış ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikasına dayalı uluslararası belgeleri esas alan kanun ve yönetmelikler çıkarmıştır. AB uyum yasaları çerçevesinde hazırlanan yasalar, toplumsal yapı ve dinamiklerle uyuşmamaktadır. Batı Kültür ve medeniyetinin aileye ilişkin ürettiği kavram, teori ve modeller, yapılar ve bulduğu çözümler, kendi toplumsal yapımız, zihin dünyamız, kendi değerlerimiz ve kültür ve medeniyetimizle uyuşup uyuşmadığına bakılmadan alınmakta, test edilmeden, sonuçlarının ne olabileceği öngörülmeden hemen uygulamaya sokulmaktadır. Bu anlamda “Toplumsal Cinsiyet eşitliği” ve “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları” kavramları, aileyi ilgilendiren önemli, hayatı kavramlardır. Bunların felsefi boyutları, ana kabulleri ve getirip ne götürecekleri tam olarak tartışılmadan uygulamaya sokulması, Türkiye’nin ciddi bir zaafıdır. Bu gerçek, kanun yapıcılar tarafından göz önüne alınmamaktadır. Konunun bütünüyle incelenmesiyle görüldüğü üzere, eksikliklerine ve aksaklıklarına rağmen, Kanun ve Yönetmelikler ile getirilen ayrıntılı hükümler ne denli mükemmel olursa olsun, bunların amacına uygun ve layıkıyla uygulanması da önem taşımaktadır. Şiddet olgusunun önlenmesi amacı ve şiddete karşı korunmanın insan varlığı için anlamı, uygulayıcılar için ne kadar yeterli kavranırsa, uygulamada da o doğrultuda olumlu sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Elbette konu sadece uygulayıcıların insafıyla sınırlı şekilde değerlendirilmemelidir, bu noktada toplum bilincinin ve eğitiminin gelişmişlik düzeyi de etkendir. Bu sebeple şiddete karşı mücadele konusunda, toplumumuzun her kesimine yönelik eğitim sağlanması ve bunun takibi hayati önem taşımaktadır.

GERÇEK DIŞI İDDİALAR İLE KÖTÜNİYETLİ OLARAK TEDBİR TALEBİNDE BULUNULMASI ve ANAYASA MAHKEMESİ’NİN HAK İHLALİNE İLİŞKİN KARARLARI

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 20/6/2019 tarihinde, S.M. (B. No: 2016/6038) başvurusunda Anayasa'nın 36. ve 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Bir üniversitede araştırma görevlisi olan başvurucunun eski kız arkadaşı, başvurucunun sürekli olarak kendisini takip ederek rahatsız ettiği iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Aile Mahkemesi (Mahkeme), başvurucu hakkında kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında kolluk makamı tarafından alınan tedbir kararını hâkim onayına kadar geçen süre için onaylamıştır. Mahkeme ayrıca iki ay süreyle geçerli olmak üzere başvurucunun eski kız arkadaşına yaklaşmamasına ve onu rahatsız etmemesine karar vermiştir. Mahkeme bu kararında başvurucu için “şiddet uygulayan” ifadesini kullanmıştır. Bu arada Cumhuriyet Başsavcılığı olayla ilgili kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte ve yeterlilikte delil bulunmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun tedbir kararına itirazını reddetmiştir. Başvurucu bu süreçte eski kız arkadaşının kendisini takip ettiğini ve tanımadığı kişilerden tehditler aldığını belirterek tedbir talebinde bulunmuş ve Mahkeme karşı taraf aleyhine geçerli olmak üzere bir ay süreyle tedbir kararı vermiştir.

İddialar

Başvurucu, aile mahkemesi tarafından verilen tedbir kararında geçen ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini öne sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Başvurucu; tedbir kararlarında kullanılan “şiddet uygulayan” ibaresinin suç işlediği izlenimi doğurduğunu, hakkında gerçek olmayan iddialara dayalı olarak verilen tedbir kararında kullanılan ifadelerin masumiyetini zedelediğini iddia etmiştir. Masumiyet karinesi değerlendirilirken hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olmayan kişilerle ilgili olarak yapılan diğer yargılamalar sonucunda verilen mahkeme kararlarında geçen ifadelerin dikkatli ve özenli kullanılması, ifadelerin bağlam ve amacını aşacak şekilde kullanılıp kullanılmadığının somut olay koşullarında değerlendirilmesi gerektiği açıktır. “Şiddet uygulayan” tabirinin bu nitelikteki tedbir kararlarında şablon olarak kullanılması yerine her somut olay çerçevesinde mahkeme veya diğer adli makamlarca değerlendirilerek titiz bir yaklaşım sergilenmesi gerekmektedir. 6284 sayılı Kanun'da “şiddet uygulayan” kavramı kullanılmış ise de bu tabirin her olayda uygulayıcılar tarafından kullanılmasını zorunlu kılan bir hüküm bulunmamaktadır. Mahkeme ve ilgili makamlar tarafından verilen tedbir kararlarında “şiddet uygulayan” yerine başka uygun tabirlerin kullanıldığı da görülmektedir. Zira uygulama açısından genel anlamda “şiddet uygulayan” ibaresinin kişinin suç konusunu doğurabilecek eylemleri işlediği izlenimini oluşturan, sorunlu bir tabir olduğu anlaşılmaktadır. Somut olayın koşullarında başvurucu hakkında “şiddet uygulayan” ifadesinin kullanılmasının, başvurucunun takipsizlik kararına konu eylemi işlediği ya da farklı şiddete yönelik eylemleri fiilen gerçekleştirdiği izlenimini doğurduğu anlaşılmıştır. Bu açıdan kararda geçen ifadelerle başvurucunun tedbire konu eylemleri işlediği veya suçlu olduğu inancının yansıtıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Somut başvuruda, masumiyet karinesini ihlal ettiği tespit edilen ifadelerin mahkemelerin kararlarının sonucunu etkileyen bir yönünün bulunmadığı değerlendirildiğinden, tedbir kararıyla ilgili olarak yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı kanaatine varılmıştır. “Şiddet uygulayan” ve “şiddete uğrayan” ibaresinin mahkeme kararlarından çıkarılmasıyla, ihlalin giderilmiş olacağı anlaşıldığından mahkeme kararlarında geçen ve ihlal sonucunu doğuran ifadelerin ilgili Mahkemelerce -yeniden yapılmasına gerek kalmaksızın- düzeltilmesine hükmedilmesinin yeterli olacağı sonucuna ulaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesi tarafından verilen 06/01/2016 tarihli karara göre:

“…6284 sayılı Kanun'un 5. maddesinde örnekleyici olarak bir kısım önleyici koruma tedbirleri belirlenmiş, 8. maddenin (3) numaralı fıkrasında Kanun'un 4. maddesinde belirtilen ve hâkim tarafından verilebilen koruyucu tedbir kararları için, şiddetin varlığı hususunda delil veya belge aranmayacağı belirtilmiştir. Bunun yanında ağırlıklı olarak aleyhine tedbir kararı verilen kişinin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı niteliği olan ve Kanun'un 5. maddesinde düzenlenen önleyici tedbir kararları için böyle bir ayrıksı durum öngörülmemiştir… Buna ilişkin Kanun gerekçesinde, şiddete maruz kalan veya maruz kalma tehlikesi altında bulunan kişilerle ilgili koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için herhangi bir delil araştırması veya belge ibrazı aranmazken önleyici tedbir kararı verilebilmesi için kişinin şiddete maruz kaldığı veya maruz kalma tehlikesi altında bulunduğu hususunda olguların varlığının gerektiği, aksi yöndeki uygulamanın kişilere kanunla sağlanan hakkın kötüye kullanılmasına sebebiyet verebileceği hususu vurgulanmıştır…”

Dolayısıyla yer verilen Anayasa Mahkemesi kararından da anlaşılacağı üzere özellikle önleyici tedbir kararlarının söz konusu olduğu hallerde tarafların hak ve menfaat dengeleri mutlaka gözetilmelidir.

Karar verilirken ve itirazlar değerlendirilirken hakkın kötüye kullanılmasına sebebiyet verebilecek bir durumun önüne geçilebilmesi için başvuru ve itirazların olabildiğince net olgulara dayanılarak ve gerekçelendirilerek yapılması büyük önem arz etmektedir.

Anılan kararda varılan sonuçlar önem taşımaktadır:

Başvurucunun İddiaları

Başvurucu; eski eşi ile arasında görülen boşanma davası sırasında eşinin gerçek dışı beyan ve iddialarına dayalı olarak 6284 sayılı Kanun kapsamında aleyhinde önleyici tedbir kararı verildiğini; boşanma, nesebin reddi dava dosyaları ve çocuk teslimine ilişkin icra dosyası kapsamında herhangi bir şiddet veya benzeri davranışlarda bulunmadığını ve böyle bir yapıda olmadığı hususunun tespit edilebileceğini, lehine tedbir kararı verilenin iddialarının gerçekliğinin araştırılması için yaptığı itirazın hiçbir inceleme ve araştırma yapılmaksızın gerekçesiz olarak reddedildiğini, esasen iddiaların doğruluğu ihtimaline binaen araştırma yapılmaksızın tedbir kararı verilmesinin Kanun hükmüne dayandığını ve bu durumun doğru olduğunu ancak bu iddiaların gerçek dışı olduğu ve talebin de kötü niyetli yapıldığının ispatı için aleyhine tedbir kararı verilen kişiye itiraz imkânı getirildiğini, itiraz makamının yeterli inceleme yapmaksızın bir gün içinde, sadece kanunda yer alan prosedüre uygun olup olmama şeklindeki denetim yapmak suretiyle beyanı alınmadan karar verdiğini, bu nedenle savunma hakkına riayet edilmediğini, kararda taleplerine cevap verilmediğini, matbu bir ret kararı verildiğini, karar nedeniyle fiziksel ve ruhsal sağlığının olumsuz etkilendiğini, yargılama makamlarının tedbir talebini kabul ederken talepte bulunan şahsın kadın olmasını yeterli görmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığını belirterek Anayasa’nın 10., 17., 23. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; yeniden yargılama talebinde bulunmuştur.

Değerlendirme

Başvuru formunda, Derece Mahkemesinin verdiği karar nedeniyle eşitlik hakkı ve seyahat özgürlüğünün ihlal edildiği ileri sürülmüş ise de Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu yöndeki iddialarının özü, söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Bunun yanında başvuru dilekçesinde 6284 sayılı Kanun hükümlerinin, Mahkemeye delil ve belge aranmadan tedbir kararı verebilme imkânı sağlaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün ihlal edildiğine yönelik bir iddianın dile getirilmediği, itiraz makamının kararında başvurucunun ileri sürdüğü savların dikkate alınmadığı, tedbir kararına dayanak iddiaların gerçekliğinin deliller çerçevesinde tartışılmadığı ve bu şekilde karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün zedelendiğinin iddia edildiği anlaşılmıştır. Bu nedenle Anayasa’nın 17. Maddesi kapsamında ileri sürülen ihlal iddiaları da adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir. Yine başvurucu; Mahkemece itirazlarının dikkate alınmadığını, gerçeklerin araştırılmadığını, itiraz dilekçesinde bildirdiği tanıklar hakkında değerlendirme yapılmaması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını iddia etmişse de bu iddiaların da gerekçeli karar hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden başvuru, itiraz makamının kararıyla bağlantılı olarak gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası başlığı altında incelenmiştir.

Kabul Edilebilirlik Yönünden

Başvurucu, dilekçesinde ileri sürdüğü iddia ve delillerin, itiraz merciince karar gerekçesinde değerlendirmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. 6284 sayılı Kanun kapsamında düzenlenen tedbir kararlarının, boşanma ve diğer benzeri davalardan bağımsız olarak talep edilebilmesi ve Kanun’da belirlenen prosedür çerçevesinde kesinleşerek hüküm ve sonuçlarını doğurması nedeniyle İstanbul 15. Aile Mahkemesinin itiraz üzerine verdiği 3/4/2013 tarihli kararla birlikte başvuru yollarının tüketildiği anlaşılmıştır. Başvurucunun, adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin başvurusunun açıkça dayanaktan yoksun olmaması ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmaması nedeniyle başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Esas Yönünden

Başvurucu, tedbir kararına yaptığı itirazda Mahkemenin, dilekçesinde ileri sürdüğü iddia ve deliller hakkında değerlendirme yapmadığını belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucunun temel iddiasının, itiraz aşamasında ileri sürülen ve esasa etkili olduğu belirtilen hususların itiraz mercii kararında değerlendirilmemiş olmasına dayanması nedeniyle başvuru, gerekçeli karar hakkı yönünden incelenecektir.

Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

Anılan kurallar uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varırken kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık keyfilik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23). Gerekçeli karar olgusu adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup bu durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 013/1213, 4/12/2013, § 26).

Bununla birlikte adil yargılanma kavramı, ister alt mahkemenin gerekçelerine katılarak isterse farklı bir şekilde olsun, kararları için az sayıda gerekçe sunan bir ulusal mahkemenin kendisine sunulan temel konuları gerçekte ele almış olmasını ve yalnızca alt bir mahkemenin sonuçlarını onaylamakla yetinmemiş olmasını gerektirir. Bu koşul, davanın tarafının iç hukukta yürütülen yargılamalarda davasını sözlü olarak sunamadığı durumlarda daha da önemlidir (Helle/Finlandiya, B. No: 20772/92, 19/12/1997, § 60). Makul gerekçe ise davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24). Mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ve esasa dair iddia veya savunmaların cevapsız bırakılması adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlaline neden olabilir (Nurten Esen, B. No.2013/7970, 10/6/2015, § 43). Delillerin kabul edilebilirliği, öncelikle ulusal hukuk kurallarına göre millî mahkemelerce değerlendirilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yargılama sürecini bütün olarak dikkate alarak bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığını inceler (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66). Somut olayda başvurucunun eski eşinin, şiddete uğrama tehlikesi altında olduğunu iddia ederek 6284 sayılı Kanun hükümleri gereği tedbir talebinde bulunduğu, aynı Kanun’un 5. maddesi gereğince Mahkemenin başvurucu aleyhinde birtakım önleyici tedbirlere hükmettiği, başvurucunun karara yaptığı itirazın da reddedildiği anlaşılmıştır. Kanun koyucu tarafından ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesi için etkili ve süratli bir yöntem izlenmesi, şiddete maruz kalan veya uğrama tehlikesi altında olan kişinin gecikmeksizin korunması amacıyla Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle belirlenen standartlara uygun olarak 6284 sayılı Kanun hükümleri ihdas edilerek yürürlüğe konulmuştur. 6284 sayılı Kanun’un 5. maddesinde örnekleyici olarak bir kısım önleyici koruma tedbirleri belirlenmiş, 8. maddenin (3) numaralı fıkrasında Kanun’un 4. maddesinde belirtilen ve hâkim tarafından verilebilen koruyucu tedbir kararları için, şiddetin varlığı hususunda delil veya belge aranmayacağı belirtilmiştir. Bunun yanında ağırlıklı olarak aleyhine tedbir kararı verilen kişinin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı niteliği olan ve Kanun’un 5. maddesinde düzenlenen önleyici tedbir kararları için böyle bir ayrıksı durum öngörülmemiştir. Buna ilişkin Kanun gerekçesinde, şiddete maruz kalan veya maruz kalma tehlikesi altında bulunan kişilerle ilgili koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için herhangi bir delil araştırması veya belge ibrazı aranmazken önleyici tedbir kararı verilebilmesi için kişinin şiddete maruz kaldığı veya maruz kalma tehlikesi altında bulunduğu hususunda olguların varlığının gerektiği, aksi yöndeki uygulamanın kişilere kanunla sağlanan hakkın kötüye kullan­ılmasına sebebiyet verebileceği hususu vurgulanmıştır. Nitekim tedbir kararları ile bir tarafın vücut dokunulmazlığı veya yaşam hakkı gibi kişi için olmazsa olmaz hak ve menfaatlerin korunması amaçlanırken diğer taraftan özellikle mahkemece verilen veya onaylanan önleyici tedbirlerle kişi hak ve özgür­lüklerine önemli ölçüde sınırlamalar getirilmiş olacaktır. Dolayısıyla tedbir kararlarından olumlu ya da olumsuz etkilenen tarafların temel hak ve özgürlükleri arasındaki dengenin gözetilmesi gerekmektedir.

6284 sayılı Kanun’un 8. maddesinde tedbir kararlarına karşı, tefhim veya tebliğden itibaren iki hafta içerisinde itiraz edilebi­leceği, itiraz makamının en geç bir hafta içeri­sinde kararını kesin olarak vereceği hususunun düzenlendiği; yine aynı Kanun’un 10. maddesinin (5) numaralı fıkrasında tedbir kararının ilgililere tefhim veya tebliğ edilmemesinin kararın uygulanmasına engel teşkil etmeyeceği yani kararın verildiği anda uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu; aleyhine verilen tedbir kararına yaptığı itirazda tedbir kararının, karşı tarafın soyut iddialarına dayalı olarak verildiğini, iddiaların gerçekliğinin araştırılması için taraflar arasında görülen boşanma, nesebin reddi davalarında toplanan deliller, tanık beyanları ve raporların incelenmesini, çocuk teslimine ilişkin icra tutanaklarının incelenerek tutanakta imzaları bulunan Mahkemede görevli uzmanların beyanlarının alınmasını, lehine tedbir kararı verilenin boşanma davası sırasında şiddete ve korkuya yönelik davranışlarda bulunmaması yönünde Mahkemece verilen koruma kararının değerlendirilmesini, 6284 sayılı Kanun’un 15. maddesi gereğince sosyal araştırma raporunun düzenlenmesini, lehine tedbir kararı verilen eski eşin annesinin kendisine hakaret etmesi nedeniyle Kartal 2. Sulh Ceza Mahkemesine açılan E.2010/581 sayılı dava dosyasının değerlendirilmesini talep etmiştir.

6284 sayılı Kanun’da düzenlenen tedbir kararlarının, verildiği anda infaz kabiliyetini haiz olması nedeniyle Kanun’da amaçlanan “acil müdahale” olgusunun bu aşamada sağlanmış olacağı, bu amacın gerçekleşmesi adına tedbir kararında, şiddetin var olduğuna yönelik kanaate nasıl ulaşıldığının açıklanması yani gerekçe açısından daha esnek bir yaklaşım usulünün benimsenebileceği ancak bu yaklaşıma ait sınırın olayların özelliğine göre gerekçeli karar hakkının temel esaslarına zarar vermeyecek düzeyde belirlenmesinin de gerekli olduğu açıktır. Bu kapsamda söz konusu kararlarda yer verilen gerekçelerde, ileri sürülen zarar riski ve olgulara göre, talebin ilgili mevzuat çerçevesinde kabul görmesi için temel unsurları taşıyıp taşımadığının ortaya konulması yeterli olacaktır. Bunun yanında başvuru konusu olayda olduğu gibi aciliyet unsurunun ortadan kalktığı ve başvurucunun itirazlarını sözlü olarak sunamadığı itiraz aşamasında ise mahkemenin, tek taraflı iddiaya dayanılarak verilen tedbirlerin yerindeliğini, itiraz edenin ileri sürdüğü beyan ve deliller çerçevesinde her iki taraf için öngörülen hak ve menfaat dengesini de gözeterek değerlendirmesi gerekmektedir. Bu tespitler ışığında somut olayda itiraz merciinin kararında, başvurucunun dilekçesinde belirttiği dosyalar ve bu dosyaların içeriğindeki belge ve beyanlar ile dinlenilmesi istenilen tanıklarla ilgili hiçbir hususa değinilmediği, tedbire dayanak olgunun gerçekliğinin bu çerçevede tartışılmadığı, tedbir kararında esasa ilişkin hususlarda gerekçe bulunması hâlinde bu karara atıf yapılarak değerlendirme yapılmasının makul görülebileceği ancak ihlal iddiasına konu itiraz mercii kararında, dosyaya sunulan delillerle sonuç arasında ne şekilde bağ kurulduğunun, gerekçesiz olarak verilen tedbir kararına yapılan itirazın neden reddedildiğinin asgari düzeyde dahi açıklanmadığı anlaşılmıştır. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden Başvurucu, anayasal haklarının ihlal edildiğini belirterek ihlalin ortadan kaldırılmasını ve yeniden yargılama kararı verilmesini talep etmektedir.

30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, Anayasa Mahkemesince bir ihlalin tespit edilmesi hâlinde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan durumlarda talep edilmesi hâlinde başvurucu lehine tazminata hükmedilebileceği belirtilmiştir. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlalin, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan gerekçeli karar hakkının ihlal edilmesinden kaynaklandığı, başvuru konusu tedbir kararının süreli olması ve belirlenen sürenin sonunda hüküm ve sonuçlarının ortadan kalkması nedeniyle ihlalin giderilmesi amacıyla dosyanın tekrar Mahkemesince ele alınmasında hukuki yarar bulunmadığı ancak bilgi edinilmesi açısından ihlal kararının Mahkemesine gönderilmesinin yararlı olacağı sonucuna ulaşılmıştır. Başvuru formu ve eklerinde başvurucunun tazminat talebinde bulunmadığı anlaşıldığından başvurucu lehine tazminata hükmedilmesi mümkün değildir. Bu nedenle başvuruda ihlalin tespiti ile yetinilmiştir. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin

BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

Kararın bir örneğinin İstanbul 14. Aile Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

6/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Av. Tuğçe TEMELLİ