AİHM'in ihlal kararı sonrasında yargılamanın yenilenmesi bakımından başvurucuların yaşam hakkı kapsamında ileri sürdüğü hususların etkili ve yeterli bir şekilde incelenip incelenmediği, AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği incelenmelidir. Yaşam hakkının ihlal edildiği şikâyetinin bulunduğu davalarda, derece mahkemelerince ihlalin tespit edilmesi ile bu ihlalin uygun ve yeterli bir biçimde giderilmesi hâlinde mağdurluk statüsü ortadan kalkabilmektedir. Bu çerçevede yaşam hakkının ihlal edildiği AİHM kararıyla sabit olan olaylar hakkında etkili ve yeterli bir inceleme yapılmadığına yönelik şikâyetler Anayasa Mahkemesi tarafından yaşam hakkının usul boyutu yönünden değerlendirilmektedir.

İlgili Kararlar:

♦ (Sıddıka Dülek ve diğerleri, B. No: 2013/2750, 17/2/2016)
♦ (Abdulaziz Bengi ve diğerleri, B. No: 2014/14048, 10/6/2020)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SIDDIKA DÜLEK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2750)

 

Karar Tarihi: 17/2/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 25/3/2016-29664

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör Yrd.

:

Halil İbrahim DURSUN

Basvurucular

:

1. Sıddıka DÜLEK

 

 

2. Kazim DÜLEK

 

 

3. Leyla PEKER

 

 

4. Hetem DÜLEK

 

 

5. Barış DÜLEK

 

 

6. Nazime DÜLEK

 

 

7. Necla POLAT

Vekili

:

Av. Birol YENCE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, askerde intihar olayı hakkında açılan tam yargı davasının reddedilmesi sonrasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi üzerine yapılan yargılamanın yenilenmesi isteminin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından etkili ve yeterli inceleme yapılmaksızın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/4/2013 tarihinde Karşıyaka 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 11/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 28/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi çin Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 6/4/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 13/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Bayram Dülek'in Askerliğe Alınması ve Ölümü

8. Başvuruculardan Sıddıka Dülek ve Kazım Dülek’in oğlu, diğer başvurucuların kardeşi Bayram Dülek distimik bozukluk tanısı olarak adlandırılan psikolojik bir rahatsızlıktan muzdarip iken 2/5/2006 tarihinde İzmir-Yenifoça 7. Jandarma Eğitim Alay Komutanlığı emrinde jandarma komando olarak askerlik hizmetini ifaya başlamıştır. Bayram Dülek, zorunlu askerlik hizmetine başlamadan önce psikolojik muayenenin de dâhil olduğu rutin tıbbi muayeneden geçmiştir. Bayram Dülek, bu sağlık muayenesi sırasında özel bir hastanece düzenlenen sağlık raporunu doktorlara sunarak psikolojik sorunları olduğunu beyan etmiştir. Doktorlar, Bayram Dülek’in askerlik hizmetini yapmaya elverişli olduğu kanısına varmışlardır.

9. Bayram Dülek, askerliğe başlarken doldurduğu bilgi formunda kronik bir psikiyatrik sorun nedeniyle sıkıntı yaşadığını belirtmiştir. Birlik doktoru tarafından 30/5/2006 ve 31/5/2006 tarihlerinde muayene edilen Bayram Dülek, distimik bozukluk teşhisiyle hastaneye sevk edilmiştir. Bayram Dülek 2/6/2006 tarihinde İzmir Asker Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde muayene edilmiştir. Hastaya askerlik hayatına adapte olma sürecine bağlı olarak oluşan anksiyete teşhisi koyan doktorlar, tıbbi tedavinin bir ay boyunca devamına ve Bayram Dülek’in beş gün istirahatına karar vermiştir.

10. Bayram Dülek, 16/6/2006 tarihinde birlik doktoru tarafından tekrar muayene edilmiştir. Doktor raporunda hastanın distimik bozukluk nedeniyle sıkıntı yaşamaya devam ettiği ve intihar eğilimi olduğu belirtilmiş, hastanın 19/6/2006 tarihinde İzmir Asker Hastanesine sevk edilmesine karar verilmiştir.

11. Bayram Dülek 19 Haziran 2006 tarihinde sabah saat 05.30'da askerlik yaptığı komutanlığın hizmet binasının alt katında koğuşlar mahallinde bulunan tuvaletler bölümünde asılı hâlde ölü olarak bulunmuştur.

2. Başvurucuların AYİM'de Açtığı Tam yargı Davası

12. Başvurucular söz konusu olay nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 9/1/2007 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına başvurmuştur. Bakanlığın 6/2/2007 tarihli cevap yazısında, müteveffanın Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde görev yapması nedeniyle bu konunun İçişleri Bakanlığınca değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bu yazı üzerine başvurucular 21/2/2007 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat etmiş fakat bu başvurudan olumlu bir netice alamamışlardır.

13. İdari müracaatları reddedilen başvurucular, AYİM'e sundukları 11/7/2007 tarihli dilekçelerinde özetle yakınlarının askerliğe hiç alınmaması ya da iyileştiği sabit oluncaya kadar alınmaması gerektiği hâlde sağlıklı bir tıbbi inceleme yapılmaksızın askerliğe alındığını, yakınlarının askerliğe alınması üzerine görevli komutanlara yakınları hakkında gerekli bilgiler verilmesine rağmen tedavi için herhangi bir işlem yapılmadığını belirterek tam yargı davası açmışlardır.

14. Başvurucuların açtığı tam yargı davası, AYİM İkinci Dairesinin 12/12/2007 tarihli ve E.2007/828, K.2007/1035 sayılı kararıyla olayda idarenin kusurlu ve kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

15. Başvurucular 30/1/2008 tarihli dilekçe ile özetle anılan kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, yakınları hakkında askerliğe elverişli olduğuna dair rapor düzenlenmesinin bile idareye sorumluluk yüklemek için yeterli olduğunu, bu yanlışın yakınlarının birliğe teslim olmasını takiben en geç sevk edildiği hastanede düzeltilmesi ve askerliğe elverişlilik açısından verilen ilk kurul kararının düzeltilerek yakınlarının iyileşme süreci tamamlanana kadar birliğine teslim edilmemesi gerektiğini belirterek karar düzeltme talebinde bulunmuştur. AYİM İkinci Dairesi 12/3/2008 tarihli ve Gensek No.2008/521, E.2008/293 sayılı karar ile "Davacıların, kararın düzeltilmesi istemini içeren dilekçesinde ileri sürdüğü sebepler yerinde görüldüğü..." gerekçesiyle karar düzeltme talebinin kabulüne ve verilen kararın kaldırılmasına karar vermiştir.

16. Karar düzeltme talebinin kabul edilmesi üzerine yargılamaya devam eden AYİM İkinci Dairesi, Bayram Dülek'in askere alınması aşamasında İzmir Asker Hastanesindeki tanı ve tedavisinde idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalında görevli üç profesörden oluşan bilirkişi heyetinden rapor almıştır. Alınan raporda özetle müntehirin önceden psikiyatrik rahatsızlığının (distimik bozukluk) olduğu, bu rahatsızlığın intihar düşüncelerine yol açabildiği, bunun bünyesel bir durum olduğu, askerliğin buna neden olmaması yanında stres sıkıntısını artırabileceği, teşhis ve tedavide herhangi bir ihmal ve gecikmenin olmadığı yönünde görüş bildirilmiştir.

17. Bilirkişi raporunu esas alan AYİM İkinci Dairesi 8/10/2008 tarihli ve E.2008/293, K.2008/967 sayılı kararı ile idarenin kusurlu ve kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

18. Başvurucular önceki dilekçelerinde ileri sürdüğü iddiaları yineleyerek ikinci defa karar düzeltme talebinde bulunmuştur.Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 28/1/2009 tarihli ve E.2009/112, K.2009/88 sayılı kararıyla "Davacı vekilinin, kararın düzeltilmesi istemini içeren dilekçesinde ileri sürdüğü sebepler yerinde görülmediği gibi düzeltilmesi istenen karar Kanuna ve Usule uygun bulunduğu..." gerekçesiylereddedilmiştir.

3. AİHM'in İhlal Kararı ve Sonrasında Yaşanan Süreç

19. Başvurucular davalarının reddedilmesi üzerine yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla AİHM'e başvuru yapmıştır. AİHM İkinci Dairesi özetle somut olayda askerî makamların Bayram Dülek’in intihar etmesine neden olabilecek gerçek ve yakın bir tehlikenin varlığını bilip bilmedikleri ya da bilmelerinin gerekip gerekmediği, bu tehlikeyi bilmeleri hâlinde ise bunu önlemek için kendilerinden makul olarak beklenen her şeyi yerine getirip getirmedikleri hususlarının araştırılması gerektiğini, dolayısıyla askerî makamlara düşen pozitif yükümlülükler ışığında somut olayın koşullarının inceleneceğini, Bayram Dülek’in ruhsal bir hastalıktan muzdarip olduğu ve psikolojik sorunlarından doktorlarınhaberdar edildiği hususunda tartışmanın bulunmadığını, Bayram Dülek’te bulunan distimik bozukluğun ayrıca tıbbi raporlarla da kanıtlandığını, Bayram Dülek’in ifadelerine ve kendisi hakkında düzenlenen tıbbi rapora rağmen doktorlarca askerlik hizmetine elverişli olduğu kanaatine varıldığını, asker adayı bir gencin sağlık durumunun askerlik hayatına uyumlu olup olmadığını veya fiziksel ve ruhsal bütünlüğü için bunun hangi ölçüde risk oluşturabileceğini tespit etmek amacıyla kişinin hastalıklarını ve bu hastalıkların önemini ve derecesini belirlemeye çalışmalarının doktorlardan beklenmesinin makul olacağını, olayların meydana geldiği sırada uygulanan iç hukuk kuralları gereğince askerliğe geçici olarak elverişli olmayanlar için askerliğin ertelenmesi gibi tedbirlerin öngörüldüğünü; askerliğin ertelenmesini gerektiren, askerliğe elverişsiz olduğunu gösteren hastalık ve arızalar listesinin ilgili yönetmeliğin ekinde bulunduğunu, distimi gibi bir ruhsal hastalığı bulunan ve ardından intihar eden kişinin yetkili makamlarca askerlik hizmetine elverişli olduğuna (üstelik komando olarak) karar verilmesi gerçeğinin bile uygulanan mevzuatta eksiklikler bulunduğu kanaatine ulaşılması için yeterli olduğunu, davanın koşulları çerçevesinde Hükûmetin, psikolojik sorunlarını paylaşan askerlerin uygun muayeneye tabi tutuldukları yönündeki iddiasına özellikle ağırlık verilemeyeceğini, Bayram Dülek'in askere alınmasının ve askerlik hizmetini sürdürmeye devam etmesinin ruhsal ve fiziksel bütünlüğü konusunda gerçek bir risk oluşturduğunu askerî makamların bilmeleri gerektiğini, askerliğe alınma sistemindeki aksaklıklar ve bu aksaklıkların neticeleri sonucunda meydana gelen olumsuz durumlar nedeniyle Sözleşmeci devletin sorumlu olması gerektiğini belirterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 2. maddesinde tanımlanan yaşam hakkının ihlal edildiğine, başvurucuların tazminat talebinde bulunmadıkları gerekçesiyle tazminat konusunda karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir (Dülek ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31149/09, 3/11/2011, §§ 47-56)

20. Başvurucular AİHM kararının 3/2/2012 tarihinde kesinleştiğini beyan edip 18/5/2012 tarihli dilekçeyle yeniden AYİM'e başvurarak yargılamanın yenilenmesi, kendilerine maddi ve manevi tazminat ödenmesi isteminde bulunmuştur.

21. Başvurucuların yargılamanın yenilenmesi istemi, AYİM İkinci Dairesinin 7/11/2012 tarihli ve E.2012/885, K.2012/1054 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"... AİHM'ce verilen kararların demokratik bir hukuk devletindeki adil yargılanma hakkı uygulamalarının doğru bir biçimde belirlenmesinde önemli bir yol gösterici olduğu anlaşılmakta ise de; AİHM kararında "dosya kapsamı karşısında İnsan Hakları Mahkemesi, Bayram'ın fiziksel ve psişik dokunulmazlığı için askere alınmasının gerçek risk oluşturduğunu askeri makamların bilmesi gerekirdi şeklinde yorum yapmak suretiyle askeri makamların haksızlığı kanısına varmıştır. Söz konusu ölümde ana nedenin mağdurun düşüncesizliği ve kabahati olarak değerlendirilmeksizin İnsan Hakları Mahkemesi, askeri hizmet için celp edilenlerin askere alınma sistemindeki zaafiyetten ve bunun sonuçlarından davalı Devleti sorumlu tutmuştur." şeklinde gerekçe belirtmiş ise de; davacılar vekillerinin 01.06.2007 tarihinde İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesinde açtıkları dava ile ilgili dilekçeleri incelendiğinde, tazminat taleplerine dayanak olarak hem askere alınmaması gerekirken alınması, hem de askerlik hizmeti sırasında gerekli özenin gösterilmemesinin gösterildiği, askere alınmaması gerekirdi şeklinde gerekçe gösterilerek yapılan talebin işlemden kaynaklanan tazminat davası olduğu, bu talebin de süresinde 1602 sayılı AYİM Kanununun 35'inci maddesi uyarınca 60+60 içerisinde açılmamasından dolayı (intihar olayı 19.06.2006 tarihinde meydana gelmiş, davalı idareye 09.01/2007 tarihinde müracaat edilmiştir) davanın süre aşımından dolayı incelenemeyeceği, reddinin gerektiği, bu sebeple Dairemizce dava konusu olayın sadece askerlik hizmeti sırasındaki özen yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği noktasından değerlendirildiği, Dairemizin 08.10.2008 tarih ve 2008/293 E., 2008/967 K. sayılı kararında, "davacının askerlik hizmetine kısa bir süre önce başlamış olduğu da göz önüne alınarak, intihar olayında askerlik görevinin neden ve etkisinin olmadığı, zararlı sonucu doğuran eylem ile hizmet arasında illiyet bağının bulunmadığı, davalı idareye yüklenebilecek bir nedensellik bağının mevcut olmadığı, davalı idarenin herhangi bir hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluk şartlarının mevcut olmadığı" gerekçesiyle davacıların maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddedildiği anlaşılmakla, davacılar vekillerinin beyan ettiği AİHM'nin 03.11.2011 tarih ve 31149/09 sayılı kararının gerekçesinin işbu davada uygulanamayacağı, yargılamanın iadesi isteminin reddinin gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır."

22. Başvurucular 26/12/2012 tarihli dilekçelerinde özetle AİHM kararının çok dar bir kapsamda değerlendirildiğini; AİHM'in sadece askerliğe alımdaki zaafiyetten dolayı ihlal bulduğu, askerliğe alındıktan sonraki eylemlerle ilgili olarak ihlal bulmadığı şeklindeki bir yaklaşımın doğru olmadığını, davanın Bayram Dülek'in ölümüne sebebiyet verilmesi nedeniyle açıldığını belirterek kararın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur.

23. Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 20/2/2013 tarihli ve E.2013/251, K.2013/208 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmışöyledir:

" (...)

...1602 sayılı Kanunun 66'ıncı maddesinin ... 1'inci fıkrasında, "Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere kararın düzeltilmesi istenebilir." denilmektedir.

Bu konuya ilişkin AYİM 07.02.1977 gün ve E:1976/2, K.1977/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da karar düzeltme yoluna bir defa gelinebileceğini vurgulamıştır.

Doğaldır ki; yargılamanın bir fasit daireye dönüştürülmemesi amacının ürünü olan bu uygulamalar; Özellikle;

A- Karar düzeltme yoluna bir defa gelinmesi,

B- Esasen olağanüstü kanun yolu olan yargılamanın reddine dair karara karşı karar düzeltme yolunun kapatılması ve yargılamanın ilanihaye devamına son verilmesi kabul değerlendirmesi şeklinde istikrar bulmuştur.

Diğer yandan, kararın düzeltilmesi yolu, yargılama sürecinin kesin hükümle sonuçlanmadan önce verilen nihai kararlara karşı kabul edilmiş olan "olağan kanun yolu" niteliğindedir. Yargılamanın yenilenmesi yolu ise yargılama sürecinin kesin hükümle sonuçlanmasından sonra söz konusu olan "olağan üstü" kanun yoludur. Dava konusu olayda da kesin bir şekilde sonuçlanmış yargısal bir süreç söz konusu olup 1602 sayılı Kanunun 64'üncü maddesi uyarınca başvurulacak kanun yolu "yargılamanın yenilenmesi" yoludur. Davacılar bu yola başvurup, talebi reddedildiğine göre artık yargılamanın kesin bir biçimde sonuçlanmasından önceki evreye ilişkin bir kanun yolu olan "kararın düzeltilmesi" yoluna başvurulmasına olanak kalmadığından, davacıların yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine dair karara karşı karar düzeltme isteminin inceleme kabiliyeti bulunmamaktadır.

(...)

Açıklanan nedenlerle; yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine dair kararın karar düzeltme isteminin inceleme kabiliyeti bulunmadığından REDDİNE (...) karar verildi."

24. Anılan karar 26/3/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucular 24/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

26. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Görevleri” başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz."

27. 1602 sayılı Kanun’un “İhtiyari müracaat ve idari makamların sükütu” başlıklı 35. maddesişöyledir:

"a) İhtiyari müracaat:

Kesinişlemyapmayayetkilimakamlarcatesisedilenidariişlemleringerialınması, kaldırılması,değiştirilmesiveyayenibirişlemyapılması;üstmakamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur.

Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır.

İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.

B) İdari makamların sükutu:

İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir eylem veya işlemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Bu halde yetkili makamlar en çok altmış gün içinde bir cevap verirler.

Bu süre içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bitiminden itibaren idari dava açma süresi içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler. Dava açılmayan haller ile davanın altmış günlük süre geçtikten sonra açılması sebebiyle dilekçenin reddi halinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra cevap verilirse,bunun tebliğinden itibaren dava açma süresi yeniden işlemeye başlar.

Müracaatçıya kayıt tarihi ve sayısını gösterir imzalı ve mühürlü pulsuz bir alındı kağıdı verilir."

28. 1602 sayılı Kanun’nun “Dava açma süresi” başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:

"Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür."

29. 1602 sayılı Kanun’nun “İptal ve tam yargı davaları” başlıklı 42. maddesi şöyledir:

"İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."

30. 1602 sayılı Kanun’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 43. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."

31. 1602 sayılı Kanun’nun “Kararın düzeltilmesi” başlıklı 66. maddesi şöyledir:

“Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, ilamın tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde aşağıda yazılı sebepler dolayısiyle kararın düzeltilmesi istenebilir.

a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması;

b) Bir ilamda birbirine aykırı hükümler bulunması;

c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması;

Kanunun 45 inci maddesine göre verilen kararların düzeltilmesi işlemi kabul edilerek davaya yeniden bakılması ve esas hakkında karar verilmesi halinde de karar düzeltilmesi isteminde bulunulabilir.

Daireler ile Daireler Kurulu, kararın düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle bağlıdır.”

32. 1602 sayılı Kanun’un “Yargılamanın iadesi” başlıklı 64. maddesi, başvuru konusu kararın verildiği tarihte şöyledir:

“Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyle yargılamanın iadesi istenebilir.

 a) Zorlayıcı sebepler dolayısiyle veya lehine karar verilen tarafın eyleminden doğan bir sebeple elde edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması;

 b) Karara esas olarak alınan belgenin sahteliğine hükmedilmiş veya sahte olduğu, mahkeme veya resmi bir makam huzurunda ikrar olunmuş veya sahtelik hakkındaki hüküm karardan evvel verilmiş olup da yargılamanın iadesini isteyen kimsenin, karar zamanında bundan haberi bulunmamış olması;

 c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün kesin hüküm halini alan bir kararla bozularak ortadan kalkması;

 d) Bilirkişinin kasıtla gerçeğe aykırı beyan ve ihbarda bulunduğunun, hükümle tahakkuk etmesi;

e) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanmış olması;

 f) Vekil veya kanuni temsilci olmayan kimseler huzuru ile davanın görülüp karara bağlanmış bulunması;

 g) Çekilmeye mecbur olan Başkan veya üyenin katılması ile karar verilmiş olması;

 h) Tarafları ve sebebi aynı olan bir dava hakkında verilen karara aykırı yeni bir karar verilmesine sebep olabilecek bir madde yokken, aynı Daire veya diğer Daireler yahut Daireler Kurulu tarafından evvelki ilamın hükmüne aykırı bir karar verilmiş bulunması.”

33. 30/4/2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun'un 2. maddesi uyarınca 1602 sayılı Kanun'un yargılamanın yenilenmesi kanun yolunu düzenleyen 64. maddesine aşağıdaki hükümler eklenmiştir:

"(Ek: 11/4/2013-6459/2 md.) Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.

(Ek fıkra: 11/4/2013-6459/2 md.) Birinci fıkranın (ı) bendi kapsamına giren kararlar hakkında yargılamanın iadesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir."

34. 1602 sayılı Kanun’un “Muhakemenin iadesinde süre” başlıklı 64. maddesi, başvuru konusu kararın verildiği tarihte şöyledir:

“Muhakemenin iadesinde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun süreye ait hükümleri benzetme yolu ile uygulanır.”

35. 1602 sayılı Kanun’un 56. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun hakimin davaya bakmaktan memnuiyetini gerektiren haller, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, bağlılığı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım ve duruşmanın inzibatına ilişkin hükümleri uygulanır.”

36. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Yargılamanın iadesi sebepleri" başlıklı 375. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Aşağıdaki sebeplere dayanılarak yargılamanın iadesi talep edilebilir:

(...)

Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.

(...) "

37. 6100 sayılı Kanun'un "Süre" başlıklı 377. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Yargılamanın iadesi süresi;

(...)

375 inci maddenin birinci fıkrasının(i) bendinde yazılı sebepten dolayı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararının tebliğ edildiği,

tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır.

(...)"

38. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Yargılamanın yenilenmesi" başlıklı 53. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinden verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyla yargılamanın yenilenmesi istenebilir.

(...)

(Ek: 15/7/2003-4928/6 md.) Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.

(...)

Yargılamanın yenilenmesi süresi, (1) numaralı fıkranın (h) bendinde yazılı sebep için on yıl, (1) numaralı fıkranın (ı) bendinde yazılı sebep için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl ve diğer sebepler için altmış gündür. Bu süreler, dayanılan sebebin istemde bulunan yönünden gerçekleştiği tarihi izleyen günden başlatılarak hesaplanır."

39. Ölüm olayının meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan 86/11092 sayılı mülga Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Yönetmeliğe bağlı ekler aşağıda gösterilmiştir:

 1) Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli general, amiral, üstsubay, subay,yedek subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş, askeri öğrenci, yedek subay aday ları, yükümlüler ve erlerin sağlık yeteneklerine göre gruplandırmalarını gösteren Hastalık ve Arızalar listesi."

40. Anılan Yönetmelik'in "Gruplandırma" başlıklı 6. maddesi şöyledir.

"Askerlik çağına giren yükümlüler, askerlik yoklamasında veya askeri hastanelerin sağlık kurullarında, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır.

1) Askerliğe elverişli olanlar: Sağlık yetenekleri bakımından hiç bir hastalık ve arızası bulunmayanlar ile hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin A dilimine girenlerdir.

2) Askerliğe elverişli olmayanlar: Hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin B ve D dilimlerine girenlerdir."

41. Anılan Yönetmelik'in 15. maddesi şöyledir.

"Askere alındıktan sonra askeri hastanelerin sağlık kurullarından "Askerliğe elverişli değildir" kararı alan erler, raporlarının onaylanmasını beklemek üzere bu hastaneler tarafından yerli kayıtlı bulunduğu askerlik şubesi emrine gönderilir. Ayrıca durum ilgililerin birliğine duyurulur. Terhis işlemleri, raporları ilgili makamlarca onaylanıp askerlik şubesine geldikten sonra yapılır. "Askerliğe elverişli değildir" kararı alanlar gerektiğinde ilgili makamlarca yeniden askeri hastanelerin sağlık kurullarına muayeneye gönderilerek alacakları son rapor kararına göre, (160-1) T.S.K. Personelinin Sağlık Muayeneleri Yönergesi gereğince işlem görürler. "Askerliğe elverişli değildir" kararı alanlar emsalinin çağ dışı kalma tarihine kadar Milli Savunma Bakanlığı`nca gerektiğinde tekrar muayene ettirilerek alacakları son rapor kararına göre işlem görürler."

42. Anılan Yönetmelik'in 16. maddesi şöyledir:

"Geçici hastalık veya arızaları olan yükümlülerle er ve erbaşlara aşağıdaki işlemlerden biri yapılır.

 1) Ertesi yıla bırakma,

 2) Sevki geciktirme,

 3) Hava değişimi.

 Bu işlemleri gerektiren hastalık ve arızalar bu yönetmeliğin arızalar listesinin C dilimlerinde gösterilmiştir."

43. Anılan Yönetmelik'e ekli Hastalık ve Arızalar Listesi'nin "Ruh Sağlığı ve Hastalıkları" üst başlıklı 15. ila 18. maddelerinderuh sağlığı bozukluklarının farklı çeşitleri A, B, C ve D şeklinde kısımlara ayrılarak ayrıntılı şekilde belirtilmiştir.

44. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Genel Kurulu’nun 7/2/1977 tarihli ve E.1976/2, K.1977/2 sayılı içtihadı birleştirme kararı şöyledir:

“(…)

1602 sayılı As.Yük.İd.Mah. K 66/7 maddesinde öngörülen bütün şartlara uygun biçimde yapılacak karar düzeltme istemi ve bu isteme bağlı inceleme her iki tarafın iddia, defi ve itirazların muhassalası olarak sonuçlanacağından 2 nci kez aynı mercice inceleme sonunda tesisi edilen karar: hakadalet-nasafet-uygulama-açılarından yargısal yolla bir kere daha değerlendirilmekte dolayısiyle kanun yoluna müracaattan umulan fayda bu aşamada kesinlikle tahakkuk ettirilmektedir

Karşı tarafın savunma yapmaması (cevap vermemesi) karar düzeltmeye ait incelemede cevap hakkında feragatı tazammum eylediğinden bu husus karar düzeltme müessesesinin usuli veçhesine ayrı bir yorum getirebilecek muhtevada gözükememektedir ayrıca karar düzeltmeye ilişkin olmak üzere yasaca alınması öngörülen savunmadan beklenen fayda ile savunmanın sağlayacağı hukuki yardımın nitelik ve içeriği karşısında diğer tarafın savunma yapmaması fakat aleyhine karar tesis edildiği anda karar düzeltme yoluna başvurması bir ölçüde hakkın kötüye kullanılması yorumunda vücut verebilecek bir mahiyet arzetmektedir.

Karar düzeltme yoluyla düzeltilen kararın yeni bir karar, yeni bir ilam olarak kabulü kanun yolunda fasit bir dairenin doğumuna neden olabileceğinden ''...Daire ve Daireler kurulundan verilen kararlar: ibaresine geniş bir yorum getirmek kanun koyucunun maksadını aşmaktadır. Özellikle kararı tesis edenle karar düzeltme istemini 'tetkik eden merci aynı olduğundan ve düzeltme istemi konusunu aynı mahiyetteki daire veya daireler kurulu kararı teşkil ettiğinden, düzeltme isteminin kabulü halinde tesis edilen kararı yeni bir karar olarak değil düzeltilen kararın yerini alan bir karar şeklinde 'yorumlayıp değerlendirmek gerekmektedir.

1602 sayılı AS. Yük. İd. Mah. K. 66/2. maddesinde yer alan ''. ...kanunun 45 nci maddesine göre kararların düzeltilmesi işlemi kabul edilerek davaya yeniden bakılması ve esas hakkında karar verilmesi halinde de karar düzeltilmesi isteminde bulunulabilir.'' biçimindeki istisnai hükümde karar düzeltme yoluna bir defa gelinebileceği ilkesini doğrulamaktadır .

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle, 1602 sayılı Askeri Yüksek idare Mahkemesi K. 66 nci madde hükmünün öngördüğü biçimde karar düzeltmeye bir defaya mahsus olmak üzere gelinebileceğine, (…) oy çokluğuyla karar verildi.”

45. AYİM Üçüncü Daire Başkanlığının 9/3/2004 tarihli veE.2003/775, K.2004/263 sayılı kararı şöyledir:

“(…)

Dosyanın incelenmesinden, davacının 04.02.2002 tarihinde kayda giren dilekçesinde; Askerlik hizmet süresinin borçlanılması istemi kabul edilerek malulen emekli aylığı bağlanılması işlemi yapılması gerekirken toptan ödeme yapılması işleminin iptali istemiyle dava açtığı, Ayim 1. D.nin 24.12.2002 tarih E. 2002/790, K. 2002/1738 sayılı kararıyla davanın reddine karar verildiği, davacının kararın düzeltilmesi isteminde bulunduğu, 26.12.2002 tarih ve 104 sayılı AYİM Başkanlar Kurulu kararıyla emeklilik konusunda açılan davaların 2 nci Daire tarafından bakılmasına karar verildiği, bu nedenle karar düzeltme talebinin 2 nci Daire tarafından incelendiği, Ayim 2 nci Dairesinin 11.06.2003 tarih E. 2003/601, K.2003/513 sayılı kararıyla kararın düzeltilmesi istemi kabul edilerek, işlemin iptaline karar verildiği, bu kez davalı idare kararın düzeltilmesi isteminde bulunduğu, AYİM Başkanlar Kurulunun 20.06.2003 tarih ve 107 sayılı kararıyla Daireler arasında yeniden işbölümü yapılarak Emeklilik konusunda açılan davaların 3. Dairede bakılacağının hükme bağlanması üzerine dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşılmaktadır.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Genel Kurulunun 07.02.1977 tarih ve E. 1976/2, K.1977/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında (RG. 15.5.1977, Sayı:15938), 1602 Sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 66 ncı maddesi uyarınca karar düzeltmeye bir defaya mahsus olmak üzere gelinebileceği hüküm altına alınmıştır.

(...)

Açıklanan nedenlerle; İNCELEME KABİLİYETİ BULUNMAYAN KARARIN DÜZELTİLMESİ İSTEMİNİN REDDİNE ..."

46. AYİM Birinci Daire Başkanlığının 19/4/2004 tarihli veE.2004/489, K.2004/554 sayılı kararı şöyledir:

“(…)

Söz konusu kanun maddesinde karar düzeltme isteminin ancak bir defaya mahsus istenebileceği açıkça belirtilmiş olup bunun tek istisnası 1602 Sayılı Kanunun 45nci maddesinde düzenlenen ve ilk inceleme üzerine verilecek kararlara ilişkin olarak yapılan karar düzeltme isteminin kabulü ile esastan ayrı bir karar verilmesi durumudur. Davacı vekilinin talebinin bu istisnai kapsam içinde kalmadığı açıktır.

Yargılamanın yenilenmesi yolu olağanüstü bir kanun yoludur. Bu olağanüstü kanun yolu ile ulaşılmak istenen amaç, 1602 Sayılı Kanunun 64ncü maddesinde belirtilen şartlar kapsamında hukuka aykırı kararların düzeltilmesine yöneliktir. Bu olağanüstü karar yolunun (yargılamanın yenilenmesi) kullanılması üzerine yargı yeri tarafından verilen karara karşı “Karar Düzeltme” talebiyle tekrar inceleme istenmesi hukuken mümkün gözükmemektedir. Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 14 Mart 1952 gün ve E:1952/3, K:1952/86 sayılı Kararı ve AYİM 1. D.nin 12 Eylül 2000 gün ve E:2000/762, K:2000/799 sayılı, 13 Nisan 2004 gün ve E: 2004/473, K:2004/536 sayılı Kararları da bu yöndedir.

Davacı, AYİM Birinci Dairesinin 05 Mart 2002 gün ve E.2001/727, K.2002/340 sayılı Kararının kanuna aykırılığını ileri sürerek, 13 Haziran 2002 günü kayda geçen dilekçesi ile düzeltilmesini istemiş, istemi Dairemizin 24 Eylül 2002 gün ve E.2002/1369, K.2002/1228 sayılı Kararı ile reddedilmiş, 27 Ekim 2003 günü kayda geçen dilekçesi ile de yargılamanın yenilenmesi talebiyle başvuruda bulunmuş, koşulları bulunmadığı gerekçesi ile bu istemi Dairemizin 20 Ocak 2004 gün ve E.2004/113, K.2004/108 sayılı Kararı ile reddedilmiştir. Bu durumda, olağanüstü kanun yolu bir kez kullanıldığından davacı vekilinin yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine ilişkin kararın düzeltilmesi yönündeki 19 Şubat 2004 tarihinde AYİM’de kayda giren isteminin inceleme kabiliyeti bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Davacının yargılamanın yenilenmesi isteminin reddi hakkındaki kararın düzeltilmesine ilişkin talebinin inceleme kabiliyeti bulunmadığından REDDİNE (…)”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

47. Mahkemenin 17/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

48. Başvurucular yakınları Bayram Dülek'in kendi hayatına son verecek derecede akıl hastası olmasına ve bu durumun yetkililer tarafından bilinmesine rağmen askere alındığını ve askerde de gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle kişinin intihar ederek canına kıydığını, bunun üzerine AYİM nezdinde açtıkları tam yargı davasının olayda idarenin kusurlu ya da kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle reddedildiğini, davalarının reddedilmesi üzerine AİHM'e yaptıkları başvuru neticesinde AİHM tarafından yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verildiğini, AİHM kararı sonrasında AYİM'e yaptıkları yargılamanın yenilenmesi isteminin AYİM tarafından incelenmekle birlikte taleplerinin yine reddedildiğini; yargılamanın yenilenmesi istemlerinin reddine ilişkin kararda Bayram Dülek'in askerliğe alınmaması gerektiği yönündeki iddialarının idari işlemden kaynaklanan tazminat davası olarak değerlendirilerek bu şikâyetin süresi içinde yapılmadığının, askerlik hizmeti sırasındaki özen yükümlülüğün yerine getirilmediği yönündeki iddialarının ise AİHM'in askerliğe alım sistemindeki zaafiyet nedeniyle ihlal kararı verdiği için AİHM kararının bu şikâyete uygulanamayacağının kabul edildiğini, AYİM'in AİHM gerekçesinden sadece bir bölüme atıf yaparak ve bu atfı da keyfî biçimde yorumlayarak ret kararı verdiğini; AİHM kararında devletin sadece askerliğe alım sistemindeki zaafiyetten değil, bununsonuçlarından da sorumlu tutulduğunu, askerliğe alınma bir idari işlem olarak kabul edilse bile askerliğin başlamasından itibaren yaşam hakkına ilişkin riskin ve olası sonuçlarının üstlenilmeye devam edilmesinin aynı zamanda haksız bir eylem olduğunu, öte yandan askerlik hizmeti döneminde de kişi için gerekli özenin gösterilmediğini belirterek Anayasa'nın 12., 17., 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat ile yargılama giderlerinin tazmini taleplerinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak incelendiğinde başvurucuların temel olarak yaşam hakkının ihlal edildiği AİHM kararıyla sabit olan olay nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararın AYİM tarafından yeterli ve etkili bir inceleme yapılmaması nedeniyle tazmin edilememesinden şikâyet ettikleri anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucuların tüm iddialarının AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği meselesi yönünden Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

50. Bireysel başvuruların, Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler yahut yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir (Yasin Yaman, B. No: 2012/1075, 12/2/2013, §§ 18, 19).

51. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen dikkate alınması gereken bir başvuru koşuludur (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).

52. Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ile başvuru süresine ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin; başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekir (Taner Kurban, § 20). Başka bir deyişle söz konusu şikâyet için etkili bir giderim sağlama yetkisi ve görevi bulunmayan organlara veya mercilere, uygun olmayan başvurularda bulunmak suretiyle kısıtlı olan başvuru süresi genişletilemez. Bu nedenle olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun tüketilmesi şartı aranmaksızın her bir başvuru yolunun somut başvurular açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi gerekmektedir (Hasip Kaplan, B. No: 2013/4681, 30/6/2014, § 23)

53. Başvuru konusu olayda yargılamanın yenilenmesi istemi AYİM İkinci Dairesinin 7/11/2012 tarihli kararı ile reddedilen başvurucuların bu karara karşı yaptığı karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 20/2/2013 tarihli kararı ile öz olarak karar düzeltme isteminin bir defaya mahsus olmak üzere istenebileceği ve yargılamanın yenilenmesi isteminin reddi kararından sonra karar düzeltme talebinde bulunulamayacağı gerekçesiyle (bkz. § 23) incelenmeksizin reddedilmiştir. Başvurucular, karar düzeltme taleplerinin reddine ilişkin kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların karar düzeltme talebinin incelenmeksizin reddedildiği dikkate alındığında öncelikle otuz günlük bireysel başvuru süresinin hangi karardan itibaren başlayacağının belirlenmesi gerekmektedir.

54. 1602 sayılı Kanun’nun “Kararın düzeltilmesi” başlıklı 66. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı "Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, (...) kararın düzeltilmesi istenebilir." şeklindedir. AYİM Genel Kurulunun karar düzeltme ile ilgili 7/2/1977 tarihli içtihadı birleştirme kararında özetle karar düzeltme yoluyla düzeltilen kararın yeni bir karar olarak kabul edilmesi hâlinde kanun yolunda fasit bir dairenin doğumuna neden olunacağı, ''...Daireler ve Daireler kurulundan verilen kararlar" ibaresine geniş bir yorum getirmenin kanun koyucunun maksadını aşacağı, kararı tesis edenle karar düzeltme istemini tetkik eden merci aynı olduğundan ve düzeltme istemi konusunu aynı mahiyetteki Daire veya Daireler Kurulu kararları teşkil ettiğinden karar düzeltme isteminin kabulü hâlinde tesis edilen kararı yeni bir karar olarak değil; düzeltilen kararın yerini alan bir karar şeklinde değerlendirmenin gerektiği, dolayısıyla karar düzeltme yoluna ancak bir defa gelinebileceğinin kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir (bkz. § 44).

55. AYİM, anılan içtihadı birleştirme kararından sonra istikrarlı bir şekilde karar düzeltme yoluna ancak bir defa gelinebileceğini belirtmiş ve ikinci defa yapılan karar düzeltme taleplerini incelemeksizin reddetmiştir. AYİM, ikinci kez yapılan karar düzeltme talebinin incelenememesinin tek istisnası olarak 1602 Sayılı Kanun'un 45. maddesi uyarınca ilk inceleme üzerine verilecek kararlara karşı yapılan karar düzeltme talebinin kabulü ile esastan ayrı bir karar verilmesi durumunu kabul etmektedir. AYİM, söz konusu istisna bulunmadığı takdirde aynı yargılamada ikinci defa yapılan karar düzeltme talebini incelemeksizin reddetmektedir (bkz. § 45, 46)

56. Anayasa Mahkemesi; AYİM Daire ve Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere kararın düzeltilmesinin istenebileceğini öngören 1602 sayılı Kanun'un 66. maddesini, AYİM Genel Kurulunun 7/2/1977 tarihli içtihadı birleştirme kararını ve bu karar doğrultusunda başlayan istikrarlı uygulamayı dikkate aldığında birinci karar düzeltme talebinin kabul edilmesinden sonra AYİM tarafından verilen sonraki karar ile başvuru yollarının tüketildiğini ve otuz günlük bireysel başvuru süresinin bu kararın tebliğinden itibaren başlaması gerektiğini değerlendirmektedir. Çünkü AYİM, ikinci kez karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde karar düzeltme isteminin esası hakkında herhangi bir değerlendirme yapmamakta; kararın düzeltilmesine ilişkin talebin inceleme kabiliyeti bulunmadığı gerekçesiyle reddine karar vermektedir.

57. 1602 sayılı Kanun'un konuyla ilgili maddeleri ile AYİM uygulaması yukarıda belirtilen şekilde olmakla birlikte her birbaşvurunun somut koşullarının, başvuru yollarının tüketilmesi kuralı ile otuz gün kuralı yönünden ayrıca dikkate alınması gerekir.

58. Somut olayda başvurucuların açtığı tam yargı davası, AYİM İkinci Dairesinin 12/12/2007 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucuların yaptığı ilk karar düzeltme talebi, AYİM İkinci Daire Başkanlığının 12/3/2008 tarihli kararı ile kabul edilmiş ancak başvurucuların davası aynı Dairenin 8/10/2008 tarihli ilamı ile yine esastan reddedilmiştir. Başvurucular anılankarara karşı ikinci defa karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Başvurucular tarafından aynı davada ikinci defa karar düzeltme yoluna başvurulmuş olmasına rağmen AYİM 28/1/2009 tarihli ve E.2009/112, K.2009/88 sayılı kararında "Davacı vekilinin, kararın düzeltilmesi istemini içeren dilekçesinde ileri sürdüğü sebepler yerinde görülmediği gibi düzeltilmesi istenen karar Kanuna ve Usule uygun bulunduğu..." gerekçesiyle başvurucuların karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir. Yani AYİM, başvurucuların aynı yargılamada yaptığı ikinci karar düzeltme talebi hakkında incelemeksizin ret kararı vermemiş, aksine başvurucuların karar düzeltme talebini incelemiş ancak kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle ret kararı vermiştir.

59. Başvurucular AİHM'in ihlal kararından sonra yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunmuş, yargılamanınn yenilenmesi istemlerinin reddi üzerine bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Ancak AYİM, öz olarak ikinci defa karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı ve yargılamanın yenilenmesi isteminin reddi kararından sonra karar düzeltme talebinde bulunulamayacağı gerekçesiyle başvurucuların karar düzeltme talebinin incelenmeksizin reddine karar vermiştir.

60. Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere AYİM, AİHM'in ihlal kararından önceki süreçte başvurucuların ikinci defa yaptığı karar düzeltme talebini incelemiş iken AİHM'in ihlal kararından sonraki süreçte yargılamanın yenilenmesi isteminin reddi üzerine yapılan karar düzeltme talebini, ikinci defa karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı ve yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine karşı karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı gerekçesiyle incelemeksizin reddetmiştir. Başvurucuların AİHM'in ihlal kararından önceki ikinci karar düzeltme talebi hakkında incelenmeksizin ret karar verilmediği ve bu talebin reddedilmiş olsa bile esastan incelendiği dikkate alındığında başvurucuların yargılamanın yenilenmesi isteminin reddi kararından sonra tekrardan inceleneceği kanaatiyle karar düzeltme yoluna başvurmasının somut olayın koşulları bağlamında makul olduğu değerlendirilmiştir. Aksi bir yorum, aşırı şekilci davranılması nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlaline neden olabilecektir. Açıklanan nedenlerle yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine ilişkin karara karşı yapılan karar düzeltme talebi hakkında verilen kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde yapılan bireysel başvurunun süresi içinde yapıldığı kabul edilmelidir.

61. 6216 Sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 65). Başvuru konusu olayda müteveffa Bayram Dülek, başvuruculardan Kazım Dülek ile Sıddıka Dülek'in oğlu ve diğer başvurucuların kardeşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından da bir eksiklik bulunmamaktadır.

62. Açıklanan nedenlerle açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

63. Başvurucular psikolojik rahatsızlığı bulunan yakınları Bayram Dülek'in yetkililerin ihmali neticesinde askerde intihar ettiğini, AYİM nezdinde açtıkları tam yargı davasının reddedilmesi üzerine AİHM'e yaptıkları başvuru neticesinde AİHM tarafından yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verildiğini, AİHM'in ihlal kararı sonrasında AYİM'e yaptıkları yargılamanın yenilenmesi isteminin etkili ve yeterli bir şekilde incelenmemesi nedeniyle mağduriyetlerinin giderilmediğini belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

64. Bakanlığın görüş yazısında; başvurucular tarafından yaşam hakkının ihlal edildiğiyönünde bir şikâyetin dile getirilmemesi nedeniyle yaşam hakkı kapsamında bir görüş sunulmayacağı, sadece mahkemeye erişim hakkı kapsamında görüş sunulacağı, hukuki konularda mahkemelerde dava açma hakkı anlamına gelen mahkemeye erişim hakkının mahkemeye gitme hakkını da içine aldığı ancak mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olmayıp zımni birtakım sınırlamalara tabi olduğu, devletlerin bu konuda belirli bir takdir payına sahip olduğu, mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olduğu takdirde Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrası ile bağdaşabileceği, mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak aşırı gevşeklikten kaçınmaları gerektiği, temyize başvurma ve dava açma gibi yollar için birtakım sürelerin öngörülmesinin hukuki güvenlik ilkesine hizmet ettiği belirtilmiştir.

65. Bakanlık görüşünde somut olayla ilgili olarak başvurucuların AİHM'in ihlal kararı üzerine AYİM nezdinde yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunduğu 18 Mayıs 2012 tarihinde, kararın Sözleşme'nin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verilmesinin ve hükmün bu aykırılığa dayanmasının AİHM'in kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olmasının, 1602 sayılı Kanun'da yargılamanın yenilenmesi sebepleri arasında sayılmadığı; bununla birlikte başvurucuların taleplerinin AYİM tarafından değerlendirildiği ancak başvurucuların taleplerinin AYİM tarafından idari işlemden kaynaklanan tazminat davası olarak değerlendirildiği ve askerliğe alınma işlemine karşı süresi içinde dava açılmadığı gerekçesiyle AİHM kararının uygulanmasının mümkün olmadığına karar verildiği, yapılacak değerlendirmede de açıklanan hususların dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

66. Başvurucular 13/4/2015 tarihli cevap dilekçelerinde özetle Bakanlık görüşünde her ne kadar yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmedikleri belirtilmiş ise de başvuru formunda Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının açıkça ihlal edildiğini ileri sürdüklerini, Bayram Dülek'in artık hayatta olmaması nedeniyle ihlalinin sonuçlarının ancak Bayram Dülek'in desteğinden yoksun kalan ve ölümü nedeniyle dayanılmaz acı çeken yakınlarının zararlarının giderilmesi ile ortadan kaldırılacağını, AYİM'in davalarını idari işlemden kaynaklanan tazminat davası olarak nitelendirmesinin anayasal haklarını ihlal ettiğini bildirmiştir.

67. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

68. Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla 4/11/1950 tarihinde imzalanan Sözleşme 10/3/1954 tarihli ve 6366 sayılı Kanun'la Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış ve onay belgesinin 18/5/1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tevdi edilmesiyle Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulunun 22/1/1987 tarihli ve 87/11439 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkı, 25/9/1989 tarihli ve 89/14563 sayılı kararı ile de AİHM'in zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır. Böylece Türkiye, Sözleşme'de bulunan temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğünü kabul etmiş ve yargı yetkisi içinde bulunan tüm bireylere, hukuken bağlayıcı nitelikte ihlal kararı verebilecek bir uluslararası mahkemeye başvuru yapabilme hakkını tanımıştır.

69. Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması, AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi ile mümkündür. AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmemesi, Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı anlamına gelir.

70. Sözleşme tarafından güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı yönündeki şikâyetlerin incelenmesi ise Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasını bireysel başvuru yoluyla incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa'nın amacı ile bağdaşmaz. Bu sebeple AİHM tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesince yapılacak bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil; AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme olacaktır.

71. AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı, temel hak ve özgürlüklerin teoride olduğu gibi pratikte de etkili bir şekilde korunabilmesi amacıyla gerek 5271 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun'da gerekse 2577 sayılı Kanun'da yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmiştir. Bu kapsamda ayrıca 6459 sayılı Kanun ile 1602 sayılı Kanun'un 64. maddesine yeni bir fıkra eklenmiş ve AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı, 1602 sayılı Kanun’da da yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmiştir.

72. Derece mahkemeleri, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla açılmış olan davalarda makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmelidir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği derinlik ve özende bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet; yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 33). Derece mahkemelerinin yaşam hakkı ile ilgili davalarda göstermek zorunda olduğu makul derecede ivedilik ve özen şartı, AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi isteminin incelenmesinde de kuşkusuz geçerlidir.

73. Somut olayda, Bayram Dülek'in ölümünde idarenin kusuru bulunduğu gerekçesiyle açılan tam yargı davasının reddedilmesi ve anılan kararın kesinleşmesi üzerine başvurucular tarafından yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla AİHM'e başvuru yapılmış ve AİHM tarafından yaşam hakkının ihlal edildiğine oybirliğiyle karar verilmiştir. Başvurucular, AİHM'in ihlal kararından sonra yargılamanın yenilenmesi ve kendilerine tazminat ödenmesi talebiyle AYİM'e başvuruda bulunmuş ancak başvurucuların talepleri reddedilmiştir.

74. Başvuru konusu olayda tartışılması gereken esas mesele, AİHM'in ihlal kararı sonrasında yargılamanın yenilenmesi istemiyle AYİM'e başvuran başvurucuların yaşam hakkı kapsamında ileri sürdüğü hususların etkili ve yeterli bir şekilde incelenip incelenmediği, AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğidir. Yaşam hakkının ihlal edildiği şikâyetinin bulunduğu davalarda, derece mahkemeleri tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği derinlik ve özende bir inceleme yapılması gerektiğinden ve derece mahkemelerince ihlalin tespit edilmesi ile bu ihlalin uygun ve yeterli bir biçimde giderilmesi hâlinde mağdurluk statüsü ortadan kalkabileceğinden, yaşam hakkının ihlal edildiği AİHM kararıyla sabit olan olay hakkında AYİM'in etkili ve yeterli bir inceleme yapmaması nedeniyle yaşam hakkı bağlamında adil bir tazminin sağlanamadığı yönündeki iddia, yaşam hakkının usuli boyutu yönünden incelenecektir.

75. Görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek ve hukuk kurallarını yorumlamak, kural olarak derece mahkemelerinin işi olmakla birlikte yaşam hakkının ihlal edildiği şikâyetinin bulunduğu davalarda derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu husus dikkate alındığında AYİM'in yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine ilişkin kararının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme içerip içermediğinin ve AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğinin Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekmektedir. Böyle bir inceleme, Anayasa ile Anayasa Mahkemesine verilen temel haklardan birinin ihlal edilip edilmediğini inceleme görevinin yerine getirilmesi bakımından gereklidir.

76. 6459 sayılı Kanun'un 2. maddesi ile 1602 sayılı Kanun'un yargılamanın yenilenmesi kanun yolunu düzenleyen 64. maddesine "Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması" eklenmiş ve AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı, 1602 sayılı Kanun uyarınca yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmiştir. Ancak başvurucuların yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunduğu 18/5/2012 tarihinde, AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı 1602 sayılı Kanun'da yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak açıkça gösterilmemektedir. Bununla birlikte başvurucuların yargılamanın yenilenmesi istemi, 1602 sayılı Kanun'da AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararının yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak gösterilmediği gerekçesiyle değil; AİHM kararında yer verilen gerekçelerin başvuru konusu davaya uygulanamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Yani AYİM, zımni de olsa AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararının yargılamanın yenilenmesi sebebini oluşturacağını kabul etmiş ancak AİHM kararında yer verilen gerekçelerin önündeki davaya uygulanamayacağı gerekçesiyle yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine karar vermiştir.

77. AYİM İkinci Dairesinin 7/11/2012 tarihli yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine dair kararının gerekçesinde, başvurucuların ilk dava dilekçelerinde hem Bayram Dülek'in askerliğe alınmasından hem de askerlik hizmeti sırasında gerekli özenin gösterilmemiş olmasından şikâyet ettiği, Bayram Dülek'in askerliğe alınmaması gerektiği yönündeki şikâyetin işlemden kaynaklanan tazminat davası niteliğinde olduğu ve davanın 1602 sayılı Kanun'un 35. maddesinde öngörülen 60+60 günlük yasal süresi içinde açılmaması nedeniyle incelenemeyeceği, bu nedenle sadece askerlik hizmeti sırasında gerekli özenin gösterilip gösterilmediği yönünden incelemenin yapılacağı, AİHM kararında askerliğe alım sistemindeki zafiyetten ihlal bulunması nedeniyle AİHM gerekçesinin bu davaya uygulanamayacağı belirtilmiştir (bkz. § 21). AYİM'in gerekçesi dikkate alındığında AİHM tarafından sadece askerliğe alım sistemindeki zafiyetten ihlal bulunduğu ancak askerlik sırasındaki özen yükümlülüğü yönünden herhangi bir ihlal bulunmadığı kabulünden hareketle değerlendirmeler yapıldığı anlaşılmaktadır. Böyle bir kabul üzerine yapılan değerlendirme neticesinde de AİHM'in ihlal kararının başvurucuların askerlik hizmeti sırasındaki özen yükümlülüğünün yerine getirilmediği yönündeki şikâyetine uygulanamayacağı sonucuna varılmıştır. Başvurucuların, Bayram Dülek'in askerliğe alınmaması gerektiği yönündeki şikâyetinin ise işlemden kaynaklanan tazminat davası niteliğinde olduğu fakat 1602 sayılı Kanun'un 35. maddesi gereğince bu şikâyetin süresi içinde yapılmadığı gerekçesiyle incelenemeyeceğine karar verildiği anlaşılmaktadır.

78. Öncelikle belirtmek gerekir ki AİHM'in sadece askerliğe alım sistemindeki aksaklıklardan ihlal bulduğu ancak askerlik sırasında gösterilmesi gereken özen yükümlülüğü yönünden herhangi bir ihlalin bulmadığı kabulüyle yapılacak değerlendirmeler, AİHM kararıyla örtüşmeyen sonuçlara yol açabilecektir.

79. Bu durumda AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğinin ve Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği derinlikte bir inceleme yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi bakımından AYİM'in, sadece askerliğe alım sistemindeki zafiyetten ihlal bulunduğu ancak askerlik sırasındaki özen yükümlülüğü yönünden herhangi bir ihlal bulunmadığı yönündeki kabulünün ve Bayram Dülek'in askerliğe alınmaması gerektiği yönündeki şikâyetin süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin incelenmesi gerekmektedir.

80. AİHM kararında, olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan Yönetmelik'e ve bu Yönetmelik'in ekinde yer alan Hastalık ve Arızalar Listesi'ne vurgu yapıldığı, Hastalık ve Arızalar Listesi'nin 15. ile 18. maddeleri arasında yer alan Ruh Sağlığı ve Hastalıkları bölümünün B ve D kısımlarında yer alan hastalıkların bulunması hâlinde "Askerliğe elverişli değildir." kararının verilebileceğine, C kısmında yer alan hastalıkların bulunması hâlinde ise "ertesi yıla bırakma""sevki geciktirme" ve "hava değişimi" kararlarının verilebileceğine işaret edildiği, distimi gibi bir ruhsal hastalığı bulunan ve ardından intihar eden kişinin yetkili makamlarca askerlik hizmetine elverişli olduğuna (üstelik komando olarak) karar verilmesi gerçeğinin bile uygulanan Yönetmelik'te eksiklikler bulunduğu kanaatine ulaşılması için yeterli olduğu, davanın koşulları çerçevesinde Hükûmetin, psikolojik sorunlarını paylaşan askerlerin uygun muayeneye tabi tutuldukları yönündeki iddiasına özellikle ağırlık verilemeyeceği, Bayram Dülek'in askerliğe alınmasının ve askerlik hizmetini sürdürmeye devam etmesinin, ruhsal ve fiziksel bütünlüğü konusunda gerçek bir risk olusturduğunu askerî makamların bilmeleri gerektiği, askerliğe alım sistemindeki aksaklıklar ve bu aksaklıkların sonucunda meydana gelen olumsuz durumlar nedeniyle sorumlu olması gerekenin Sözleşmeci devlet olduğu değerlendirmelerinin yapıldığı görülmektedir (Dülek ve diğerleri/Türkiye, §§ 52-55).

81. AİHM'in ihlal kararı dikkate alındığında ihlalin sadece askerliğe alım sistemindeki aksaklıklardan kaynaklandığına dair bir tespit bulunmadığı, "distimi gibi bir hastalığı olan kişinin askerliğe alınması gerçeğinin bile uygulanan hukuki düzenlemelerde eksiklik bulunduğu kanaatine ulaşılması için yeterli olduğu" şeklindeki gerekçenin sadece askerliğe alım sistemindeki aksaklıklara dayanılarak ihlal kararı verildiği şeklinde yorumlanamayacağı, bu gerekçenin mevzuattaki güvencelere aykırı şekilde askerliğe alınan ve sonrasında intihar eden kişi bakımından askerlik sırasındaki özen yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediğini incelemenin bir manasının bulunmadığını vurgulamak için kullanıldığı, nitekim AİHM kararında distimi gibi bir rahatsızlığı bulunan ve bu hastalığı yetkililerce bilinen bir kişinin askere alınmasının ve askerlik hizmetini sürdürmeye devam etmesinin ihlal sebebi olarak gösterildiği; karardasadece askerliğe alınmaya değil, askerliğin devam ettirilmesine de vurgu yapıldığı, tüm bu hususlar dikkate alındığında hastalığından dolayı askerliğe alınmaması gereken bir kişinin askerliğe alınmasında ihlal bulunmasına rağmen askerliği sürdürmesinde, üstelik bu kişinin askerlik hizmeti sırasında da doktor muayenesinden ve İzmir Asker Hastanesinin kontrolünden geçirilmesine (bkz. §§ 9, 10) ve ilgili Yönetmelik gereği hastalık durumuna ve derecesine göre hava değişimi gibi tedbirlerden yararlanma imkânının bulunmasına rağmen böyle bir imkândan yararlandırılmamasında ihlal bulunmadığının kabul edilmesinin AİHM kararıyla örtüşmediği, dolayısıyla ihlalin sadece askerliğe alım sistemindeki aksaklıklar nedeniyle bulunduğu kabulüne dayanılarak verilen yargılamanın yenilenmesi isteminin reddi kararının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özende bir inceleme içermediği, AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.

82. AYİM, ayrıca Bayram Dülek'in askerliğe alınmaması gerektiği yönündeki şikâyetin süre aşımı nedeniyle incelenmeksizin reddine karar vermiştir. AYİM, yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine ilişkin karardan önce başvurucuların bu iddiasını iki defa esastan incelemiş ve her iki incelemenin sonucunda da idarenin kusurlu ya da kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Ancak AYİM; AİHM'in ihlal kararı sonrasında anılan şikâyeti, işlemden kaynaklanan tazminat davası olarak nitelendirmiş ve bu şikâyetin süresi içinde yapılmadığı gerekçesiyle incelenmeksizin reddine karar vermiştir. AYİM'in bu yorumu, öngörülemez ve oldukça katı bir yorum olup ihlalin uygun ve yeterli bir biçimde giderilmesini oldukça zorlaştırmakta ve AİHM tarafından verilen ihlal kararının sonuçlarını etkisiz bırakmaktadır.

83. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usuli boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

84. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

85. Başvurucular, Sıddıka Dülek için 10.000 TL maddi ve 40.000 TL manevi tazminat, Kazım Dülek için 15.000 TL maddi ve 40.000 TL manevi tazminat ve diğer başvurucuların her biri için 30.000 TL manevi tazminat ile şimdiye kadar yaptıkları vekâlet ücretinin tazmini için 25.000 TL ve yargılama giderlerinin tazmini için 7.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

86. Başvurucuların yargılamanın yenilenmesi istemi hakkında etkili ve yeterli bir inceleme yapılmadığından yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

87. Yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM İkinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

88. Başvurucular tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla birlikte yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucuların ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

89. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM İkinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesinin başvurucuların ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAK ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

17/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABDULAZİZ BENGİ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/14048)

 

Karar Tarihi: 10/6/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucular

:

1. Abdulaziz BENGİ

 

 

2. Kasım KİRAÇ

 

 

3. Durmaz KALKAN

 

 

4. Basri KALKAN

 

 

5. Asker KALKAN

 

 

6. Hamit KAÇAR

 

 

7. Abdurrahman BENGİ

 

 

8. Haci KAÇAR

 

 

9. Hasan BEDİR

 

 

10. Mahmut BAYI

 

 

11. İbrahim KİRAÇ

 

 

12. Zeynep KALKAN

 

 

13. Şahin ALTAN

 

 

14. Salih OYGUR

 

 

15. Ahmet BENZER

 

 

16. Sabahattin BORAK

 

 

17. Abdulhadi OYGUR

 

 

18. İsmail ERDİN

 

 

19. Hatice BENZER

 

 

20. Ahmet BENGİ

 

 

21. Sadık KAÇAR

 

 

22. Ahmet YILDIRIM

 

 

23. Mehmet BENZER

 

 

24. Mehmet KALKAN

 

 

25. Abdullah BORAK

 

 

26. Abdullah OYGUR

 

 

27. Ayşe ERDİN

 

 

28. Reşit BENGİ

 

 

29. Zeynep BENGİ

 

 

30. Sitti TURGUN

 

 

31. Mustafa BENGİ

 

 

32. Adil BENGİ

 

 

33. Halime BAŞKURT

 

 

34. Halil KAÇAR

 

 

35. Felek BAŞKURT

 

 

36. Abdullah YILDIRIM

 

 

37. Bilal YILDIRIM

 

 

38. Mehmet YILDIRIM

 

 

39. Emin ERDİN

 

 

40. İsmail BENGİ

 

 

41. Emine SALGIN

 

 

42. Abdullah BORAK

 

 

43. Mehmet BENGİ

 

 

44. Nufel BENGİ

 

 

45. Ali BEDİR

 

 

46. Selim YILDIRIM

 

 

47. Osman KAÇAR

 

 

48. Ata KAÇAR

 

 

49. Mehmet AYKAÇ

 

 

50. Lezgin YILDIRIM

 

 

51. Süleyman BAYI

 

 

52. Cafer KAÇAR

 

 

53. Zeynep ERDİN

 

 

54. Hatice ERDİN

 

 

55. Sariye METİN

 

 

56. Lali ERDİN

 

 

57. Fatma BENGİ

 

 

58. Emine BENGİ

 

 

59. Taybet OYGUR

Başvurucular Vekili

:

Av. Muhammed Neşet GİRASUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; Türk Silahlı Kuvvetlerine ait uçakların bir hava operasyonu sırasında gerçekleştirdiği iddia edilen bombalama neticesinde birden fazla kişinin yaşamını yitirmesi ile yaralanması ve olayla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruda yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesine rağmen olayla ilgili etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının; olayda yakınlarının yaşamını yitirmesine şahit olunması, olay sonrasında maruz kalınan şartlar ve kamu makamlarının ilgisizliği nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/8/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Olayın oluş şekli ve olaya dair yürütülen ceza soruşturması sürecinde 23/7/2012 tarihine kadar gerçekleştirilen soruşturma işlemlerine ilişkin tüm bilgiler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Benzer ve diğerleri/Türkiye (B. No: 23502/06, 12/11/2013, §§ 5-87) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. Bu kararda yer alan olay ve olgular dışında önem arz ettiği değerlendirilen, ayrıca AİHM tarafından 12/11/2013 tarihinde olay hakkında verilen ihlal kararı sonrasında gelişen olaylar, başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcılığından (Genelkurmay Askerî Savcılığı) temin edilen soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelere göre özetle şöyledir:

A. Olay Tarihinden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Başvuruda Bulunulmasına Kadarki Olay ve Olgular

9. Başvurucular ve yakınlarının 1994 yılına kadar yaşadıkları Şırnak ili Uludere ilçesinin Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde 26/3/1994 tarihinde gerçekleşen patlamalar sonucunda Koçağılı köyünde on üç, Kuşkonar köyünde ise yirmi beş kişi hayatını kaybetmiş; birçok kişi ise çeşitli derecelerde yaralanmıştır. Başvurucuların iddialarına göre köylerdeki tüm yerleşim birimleri yıkılmış, köy halkları ölülerini kendileri taşıyıp defnetmek, yaralılarını ise hastaneye götürmek, neticede de köylerini de terk etmek zorunda kalmıştır.

10. Olay hakkında Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından yürütülen soruşturmada saldırının terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği belirtilmiş ve 7/4/1994 tarihinde görevsizlik kararıyla dosya Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Soruşturma dosyası kapsamında eylemin terör örgütü mensuplarınca yapıldığına dair delil bulunmadığı gerekçesiyle 13/3/1996 tarihinde, eylemin terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği gerekçesiyle de 7/8/1996 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı ile Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca karşılıklı olarak görevsizlik kararları verilmiştir. Sonrasında 22/4/1996 tarihinde üç mağdurun beyanı alınmıştır. Mağdurlardan Hatice Bayı köye bomba düşmesi sonucu çok sayıda insanın öldüğünü ya da yaralandığını, kendisinin de kafasından yaralandığını, kimseden şikâyetçi olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu Lali Erden ise ne olduğunu anlamadığı bir gürültü sonrası evlerin hasar gördüğünü, birçok kişinin öldüğünü ve yaralandığını, kendisinin de ayaklarından yaralandığını beyan etmiş; kimseden şikâyetçi olmamıştır.

11. 1997 ile 2004 yılları arasında işlemsiz kalan dosyanın başvurucularınca tayin edilen avukat tarafından 4-5/10/2004 tarihlerinde şikâyet dilekçeleri verilerek olayın sorumluları hakkında soruşturma başlatılması talep edilmiştir. Sonrasında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19/10/2004 tarihli görevsizlik kararıyla olayın terör örgütünce gerçekleştirildiğine dair delil bulunmadığı, uçaklar tarafından bombalanma iddiasının araştırılması gerektiği belirtilerek soruşturma dosyası yeniden Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından temin edilen tanık ve mağdur beyanları dikkate alınarak isnat edilen suçun askerî savcılığın görev alanında olduğu gerekçesiyle dosya 15/6/2005 tarihinde Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Savcılığına (Diyarbakır Askerî Savcılığı) gönderilmiştir.

12. Diyarbakır Askerî Savcılığının olay tarihinde gerçekleştirilen uçuş olup olmadığına dair bilgi talep etmesi üzerine Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığının ilettiği 17/2/2006 tarihli yazıyla 26/3/1994 günü 10.00 ile 12.00 saatleri arasında ve bu saatler haricinde Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı üslerden Şırnak bölgesinde uçak ve helikopterlerle herhangi bir uçuş faaliyeti yapılmadığının bildirilmesi üzerine Diyarbakır Askeri Savcılığı 28/2/2006 tarihinde yeniden görevsizlik kararı vererek dosyayı Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ayrıca başvurucular vekilinin Askerî Savcılık tarafından soruşturma dosyasının bir örneğinin verilmesi talebi reddedilerek vekile yalnızca soruşturmanın tehlikeye girmesine yol açmayacak olduğu değerlendirilen görevsizlik kararının bir örneği verilmiştir.

13. Soruşturma dosyasının iletildiği Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınan müşteki ifadesinde Mahmut Bayı olay tarihinde Koçağılı köyünde ikamet ettiğini, öğle saatlerinde bahçedeyken köyün üzerinde uçakların dolaşmaya başladığını, sonrasında bombalar atıldığını, ardından köyün mermilerle tarandığını, bu sırada birçok ölen ve yaralanan olduğunu, annesi Hatice Bayı'nın da yaralandığını, evinin zarar gördüğünü, ölenlerin bir başka köydeki mezarlığa defnedildiğini, olay sonrası köylerini terk ettiklerini belirterek sorumlulardan şikâyetçi olmuştur.

14. Başvurucu Salih Oygur kolluk nezdinde verdiği 31/1/2005 tarihli müşteki beyanında olay tarihinde Siirt'te bulunduğunu/oturduğunu, olayı görmediğini, anlatılanlar kadarıyla olayı bildiğini söylemiş; ölen kişilerin isimlerini saydıktan sonra olayda birkaç akrabasının yanı sıra ağabeyi Mahmut Oygur'un da hayatını kaybettiğini, kimseden şikâyetçi olmadığını belirtmiştir.

15. Başvuruculardan Zeynep Kalkan kolluk nezdinde verdiği 31/1/2005 tarihli müşteki beyanında olay tarihinde eşinin yanı sıra birçok kişinin öldüğünü ve yaralandığını bildirerek isimlerini saymıştır. Asiye Yıldırım ve başvurucu Abdullah Yıldırım'ın müşterek çocukları olan, nüfusa kayıtlı olmayan Kerem Yıldırım'ın da hayatını kaybettiğini hatta Asiye Yıldırım'ın olay anında hamile olduğunu ve çocuğunun düşmesi sonucu çocuğunun da hayatını kaybettiğini bildirmiştir.

16. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bilgi talep edilmesi üzerine Şırnak İl Jandarma Komutanlığınca olay tarihi ve saatindeki uçuş planlarının kayıtlarında olmadığı bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 24/10/2007 tarihli fezlekeyle ister uçakla bombalama iddiası olsun ister terör örgütü yahut yabancı ülkeler tarafından gerçekleştirilen bir saldırı iddiası olsun olayın sıradan bir olay olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı belirtilerek dosya Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK mülga 250. madde ile görevli) iletilmiştir.

17. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK mülga 250. madde ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığından olay yerinde keşif işlemi dâhil bazı soruşturma işlemleri yapılmasını talep etmiş ve bu işlemlerin kolluğa bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu süreçte kolluk görevlileri tarafından yeniden tanık beyanları alınmış; tanıklar olaydan yıllar sonra bir avukatın köy sakinlerine ulaşarak köylerinin uçaklar tarafından bombalandığını söylemeleri hâlinde tazminata hak kazanabilecekleri şeklinde onları yönlendirdiğine dair duyumlarını ifade etmiştir.

18. Başvuruculardan Mehmet Bengi 24/4/2008 tarihli tanık beyanında, olay günü köydeki evinin bahçesinde oturmaktayken iki uçağın köyün üzerinde uçtuğunu gördüğünü, birkaç dakika sonra uçakların köyün üzerine bomba bıraktığını, evlerin yıkıldığını, insanların ve hayvanların öldüğünü, yaralandığını, kendisinin yakınlarının da öldüğünü ifade etmiş; kendisinin olay sırasında yaralandığına dair bir beyanda bulunmamıştır.

19. Soruşturma kapsamında 17/4/2008 tarihinde kolluk güçleri tarafından olay yerlerinde yapılan inceleme sonucu tutulan tutanakta olay tarihinden bu yana geçen uzun süre nedeniyle olay hakkında bir delil elde edilmesinin mümkün olmadığı bilgisine yer verilmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca sorulması üzerine güvenlik güçleri tarafından keşif işlemi için ilgili köylerde güvenliğin sağlanamayacağı bildirilmiştir.

20. Mağdurlar vekili tarafından Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK mülga 250. madde ile görevli) olay tarihinde çeşitli askerî birliklerden uçuş planlarının talep edilmesine dair dilekçe sunulmuştur. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK mülga 250. madde ile görevli) tarafından Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı ve Malatya Erhaç 7. Ana Jet Üs Komutanlığından 26/3/1994 tarihinde üslerinden kalkan uçaklar, kalkış saatleri, rotaları, yüklü oldukları mühimmatlar, uçaktaki personellerin kimlik bilgileri talep edilmiştir. Her iki Komutanlık tarafından 5-11/11/2008 tarihli yazılarla, anılan tarihte üslerinden herhangi bir uçuş gerçekleştirildiğine dair bir kaydın bulunmadığı bildirilmiştir.

21. Mağdur vekilinin talebi üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK mülga 250. madde ile görevli) tarafından 20/12/2011 tarihinde Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünden (Genel Müdürlük) 26/3/1994 günü Şırnak üzerinde uçuş yapılıp yapılmadığı sorulmuştur. Genel Müdürlük tarafından 13/2/2012 tarihinde gizli içerikli yazıda Şırnak üzerinde sivil/askeri hava aracı tarafından bir uçuş gerçekleştirildiğine dair kayıt olmadığı fakat Şırnak'ın batısı ile kuzeybatısında 18.55 km mesafede Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından iki uçuş gerçekleştirildiğinin tespit edildiği bildirilmiştir. Yazı ekinde iletilen şemada, iki F-4 uçağın iki adet MK83 yüklü olarak saat 10.24'te kalktığı, saat 11.00'de (A) hedefine varıp 11.54'te iniş yaptığı, yine iki F-16 uçağın dört adet MK82 yüklü olarak 11.00'de kalktığı, saat 11.20'de (B) hedefine varıp 12.00'de iniş yaptığı bilgisi mevcuttur.

22. Mağdurlar vekili; Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK mülga 250. madde ile görevli) sunduğu 23/7/2012 tarihli dilekçeyle, Genel Müdürlük tarafından iletilen bu belgenin mağdurların beyanlarını doğruladığı, bu nedenle bu uçuşları icra eden personelin ve görev emrini veren amirlerin tespit edilerek beyanlarının alınmasını talep etmiştir.

23. Bu aşamadan sonraki soruşturma işlemleri AİHM tarafından olaya dair verilen Benzer ve diğerleri/Türkiye kararına dair inceleme kapsamında bulunmadığından sonraki sürece dair soruşturma işlemlerine (C) başlığı altında yer verilmiştir.

B. Olaya İlişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

24. Diyarbakır Askerî Savcılığı tarafından 28/2/2006 tarihinde yeniden görevsizlik kararı verilmesi ve soruşturma dosyasının örneğinin verilmesi taleplerinin reddi üzerine (bkz. § 12) kendi beyanlarına göre soruşturmanın etkisiz yürütüldüğünü değerlendiren başvurucuların da aralarında bulunduğu 41 kişi; Şırnak/Uludere ilçesinin bahse konu iki köyünün Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) ait uçaklarca bombalandığı, yaşam hakkının ihlal edildiği ve olay sonrasında köy halkının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye maruz kaldığı iddialarına ilişkin olarak 26/5/2006 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 2., 3. ve 13. maddelerinin ihlal edildiği iddiasıyla AİHM'e başvurmuştur. AİHM yaptığı inceleme neticesinde 12/11/2013 tarihinde yaşam hakkının maddi ve usul yönleri ile insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 185, 197, 213).

25. AİHM'e yapılan söz konusu başvuruda da bireysel başvurudaki iddialarını aynen ileri süren mağdurlar 26/3/1994 tarihinde yaşamakta oldukları Şırnak/Uludere ilçesine bağlı Koçağılı ve Kuşkonar köylerine TSK'ya ait uçaklarla bomba atıldığını, bombardıman sırasında birçok kişinin öldüğünü ve yaralandığını, köylerin yerle bir olduğunu iddia etmişlerdir. İddialara göre olay sonrası köylülere kamu makamlarınca yardım ulaştırılmamış, ölenlerin kimlik tespiti ya da otopsi işlemlerini gerçekleştirmek üzere köye kimse gelmemiştir. Köy halkı, akrabalarının cesetlerini plastik torbalara koyarak toplu mezarlara veya komşu köye sırtlarında taşıyarak oralardaki mezarlıklara gömmüş; sonrasında da eşyalarını ve yıkılan evlerini bırakarak göç etmek zorunda kalmışlardır (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 9-15). Başvurucular olayla ilgili yürütülmekte olan soruşturmanın etkili olmadığını, 2004 yılında vekil tayin edilen avukatın soruşturma makamlarına defalarca dilekçe vermesine rağmen soruşturmada kayda değer bir ilerleme sağlanamadığını dile getirmişlerdir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 19).

26. AİHM söz konusu kararda öncelikle bazı başvurucuların yanı sıra, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda da başvurucular olarak bulunan Mahmut Bayı'nın annesi Hatice Bayı'nın yaralanması, Adil Bengi'nin annesi Zülfe Bengi'nin yaralanması, Lali Erdin'in yaralanması nedeniyle onun adına eşinin başvuruda bulunması hususlarını başvurucuların mağdur sıfatı bulunup bulunmadığı yönünden incelemiştir. AİHM, Zülfe Bengi'nin sonradan doğal sebeplerle yaşamını yitirdiği bildirilmesine rağmen ölüm tarihinin iletilmediğine değinmiş; Lali Erdin ve Hatice Bayı hayatta olduğu hâlde yakınlarının başvuruda bulunmasının mümkün olmadığını belirtmiş ve bu şahısların başvurularının kabul edilemezliğine karar vermiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 95-103).

27. AİHM, olayla ilgili yürütülen soruşturmanın etkisiz olduğunu iddia eden başvurucuların olaydan yirmi yıl sonra AİHM'e başvuruda bulunmaları nedeniyle başvurunun kabul edilemez bulunması gerektiğine dair Hükûmetin itirazını da incelemiştir. AİHM'e göre TSK'ya ait uçaklarla bombalama yapıldığı iddia edilen ve "devletin kudretinin" dâhil olduğu böylesine bir olayda travma yaşayan ve yerleşimlerini terk etmek zorunda kalan başvurucularda olay hakkında şikâyetçi olma düşüncesinin hemen oluşmaması doğal karşılanmalıdır (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 113). Nitekim başvurucular, bölgedeki olağanüstü hâlin 2002 yılı sonlarında kalkması ve normalleşme sürecinin başlamasıyla kendilerine bir avukat tayin etmiş ve 2004 yılında adli makamlarla irtibata geçerek olay hakkında somut adımlar atılmasını talep etmişlerdir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 115, 116). Her ne kadar olay hakkında 1994 yılında başlatılan soruşturma kısa sürede etkinliğini kaybetmiş ve 1997 ile 2004 yılları arasında bir soruşturma işlemi yapılmamış olsa da olağanüstü hâlin kalkması sonrasında adli makamlarla irtibata geçme imkânı bulabildiklerini bildiren başvurucuların 2004 yılındaki şikâyetleri sonrasında adli makamlarca daha kapsamlı ve anlamlı soruşturma işlemleri gerçekleştirilmiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §123).

28. AİHM, olay tarihinden 1997 yılına kadar birçok soruşturma işlemi gerçekleştirildiğini, 2004 yılında başvurucuların şikâyetçi olmaları sonrasında da soruşturmaya devam edildiğini gözeterek başvurucuların 2004 yılına kadar -10 yıl boyunca- herhangi bir adım atmamış olmalarının adli makamların olayın şartlarını tespit etmelerine engel olmadığının altını çizmiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 127). Sonuç olarak AİHM başvuruya konu olayın kendine özgü koşullarında başvurucuların adli makamlara 2004 yılında başvurmuş olması nedeniyle özen göstermediklerinin kabul edilemeyeceğini, başvurucuların olağanüstü hâlin kalkması sonrasında olayın faillerinin cezalandırılma ihtimali ve imkânının ortaya çıktığı kanaatine varır varmaz avukat tuttuklarını ve şikâyetçi olduklarını, bunun üzerine adli makamlarca birtakım esaslı soruşturma işlemlerinin gerçekleştirildiğini zaten sonrasında askerî savcının söz konusu iki köyün askerî uçaklar tarafından bombalandığına dair delil bulunmadığı gerekçesiyle soruşturma dosyasını sivil savcılığa iade etmesi üzerine başvurucuların soruşturmanın etkisizleştiği düşüncesiyle altı aylık süre içinde AİHM'e başvuruda bulunduklarını ifade ederek Hükûmetin başvuruya ilişkin kabul edilemezlik itirazını reddetmiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 134).

29. Öte yandan AİHM, olayda yaralandıklarını iddia eden bir başka başvurucu ile bireysel başvuruda da başvurucu olarak bulunan Süleyman Bayı'nın olay sırasında yaralandığı iddiası bakımından yaptığı değerlendirmede şahısların olayda nasıl yaralandıklarını ayrıntılı biçimde anlatmadıklarını, yaralandıkları iddiasını destekleyecek delilleri sunmadıklarını ya da yaralanmaları hakkında adli veya idari hiçbir makama başvurularının olmadığını belirterek bu başvurucuların iddialarının temelsiz olması nedeniyle başvurularını kabul edilemez bulmuştur (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 136-138).

30. AİHM, yaşam hakkının maddi yönü bakımından incelemeye geçmeden önce Genel Müdürlük tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına iletilen 13/2/2012 tarihli bir yazının olduğunu (bkz. § 21), söz konusu yazının Hükûmet tarafından AİHM'e başvuru hakkındaki görüşlerini iletmesi sırasında bildirilmediğini, bu yazının mağdurlar vekili tarafından AİHM'e ulaştırıldığını, Hükûmetin uçuş kayıt defterinin doğruluğuna itiraz etmediği gibi bu defterden habersiz olduğunu da ileri sürmediğini, buna rağmen Hükûmet tarafından tüm soruşturma dosyasının örneğinin AİHM'e sunulması istendiği hâlde uçuş kayıt defterinin sunulmadığını ifade ederek Hükûmetin Sözleşme'nin 38. maddesinde yer alan taraf devletlerin AİHM'in etkin inceleme yapabilmesi için gerekli tüm kolaylıkları sağlama yükümlülüğünü yerine getirmediğini belirtmiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 161).

31. Yaşam hakkının maddi yönü bakımından yaptığı incelemede ise AİHM, soruşturma kapsamında alınan tanık beyanlarını irdelemiş; iddia edilen saldırının terör örgütü tarafından gerçekleştirildiğine dair Hükûmet iddiasını destekleyecek birkaç tanık beyanı ve bazı görevsizlik kararları dışında delil bulunmadığını ifade etmiştir. AİHM; tanık beyanlarının bazılarının duyuma dayalı olup olaya bizzat tanık olmayan kişilerce verilen beyanlar olduğunu, beyanların çoğunun kolluk görevlilerince alınmış olduğunu, tanıkların bazıları bakımından tarafsızlığından duyduğu şüpheyi dile getirdikten sonra askeri makamlarca olay tarihinde herhangi bir uçuş gerçekleştirilmediği yönünde verilen hatalı bilgiye dayalı olarak 2006 yılında askerî savcı tarafından soruşturmanın sivil savcılığa devredilerek askerî savcılık soruşturmasının sonlandırıldığı tespitinde bulunmuştur (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§166-170, 174).

32. Maddi yönden yaptığı incelemede AİHM ayrıca sivil savcılıklar tarafından 2004 ve 2005 yıllarında köylerin terör örgütü tarafından değil askerî uçaklar tarafından bombalandığının tespit edildiğini belirttikten sonra başvurucular vekili tarafından 2012 yılında AİHM'e sunulan, Genel Müdürlükçe iletilen uçuş kayıt defterlerinin olaya dair önemli bir delil olduğu ifade etmiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 176, 179). AİHM bu defter ile birlikte iletilen yazıda Hava Kuvvetleri tarafından "Şırnak'ın batısı ve kuzey batısına on deniz mili uzaklıktaki yerlerde uçuş faaliyetlerinin gerçekleştirildiğinin" yazdığını, olayın geçtiği her iki köyün de Şırnak'ın batısından 10 deniz mili uzakta olduğunu, uçuş kayıt defterinde ise olay günü bomba yüklü dört savaş uçağının bombalama olayının gerçekleştiği saatlerle örtüşen saatlerde kalkış yaptığının ve görevlerini tamamladıktan sonra üslerine iniş yaptığının yazılı olduğunu ifade etmiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 180-183). Tüm bu bilgilerin başvurucuların iddialarını desteklediğini, uçuş kayıt defterlerinde uçaklara yüklü olduğu yazılı olan bomba tiplerinin başvurucuların "masa kadar büyük" bombalar atıldığına dair iddialarıyla örtüştüğünü gözeten AİHM, Hükûmetin görüşlerinin bombalama eylemini inkâr etmekle sınırlı kaldığını ve Sözleşme'nin yaşam hakkına ilişkin 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen haklı gerekçelere de dayanmadığını belirterek askerî makamlar tarafından kullanılan güç nedeniyle yaşam hakkının maddi yönünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 182-185).

33. AİHM yaşam hakkının usul yönünden yaptığı incelemede, derdest olan soruşturma nedeniyle kabul edilebilirlik ve esas incelemesini birlikte yapmıştır. AİHM, olay sonrasında derhâl soruşturma başlatılmaması, hava bombardımanı iddialarının araştırılması için olay yeri olan köylere gidilerek inceleme yapılmaması, bir ceset haricindeki cesetler üzerinde otopsi gerçekleştirilmemesi, hiçbir askerî personelin ifadesinin alınmaması, iki yıl boyunca hareketsiz kalındıktan sonra adli makamlarca olayın terör örgütünce gerçekleştirildiğine karar verilmesi, askerî savcılık tarafından yürütülen soruşturmanın ise köyler üzerinde uçuş gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin askerî makamlara sorulmasıyla yetinilmesi ile sınırlı olması gibi nedenlerle soruşturmada birçok eksiklik bulunduğunu tespit etmiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 186-192).

34. AİHM'e göre soruşturma dosyasının bir örneğinin başvuruculara verilmemesi etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal edecek kadar ciddidir ve eğer mağdur vekili o tarihte soruşturma dosyasında mevcut uçuş kayıt defterine ulaşabilseydi faillere ulaşma ihtimali artabilecektir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 193). AİHM on dört yıl boyunca olay yerine gidilmemesi, olay yerine askerlerce gidildiğinde ise delillerin kaybolması nedeniyle sonuç alınamaması, uçuş kayıt defterlerinin temini yönünde adli makamlarca bir çaba sarf edilmemesi gibi nedenlerden bombalama olayına dair bir çok delil bulunmasına rağmen adli makamların olayın aydınlatılması ve sorumluların cezalandırılması bakımından isteksiz davrandığı kanaatine ulaştığını belirtmiştir. AİHM bu sebeplerle Hükûmetin kabul edilemezlik itirazını reddettikten sonra olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§194-198).

35. Son olarak AİHM insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiaları bakımından, olay sırasında meydana gelen terör ve panik ortamı, başvurucuların yakınlarının kötü bir şekilde ölmelerine tanık olmaları, sonrasında cesetlerini bizzat komşu köylere taşıyıp gömmek zorunda kalmaları, yetkililerden herhangi bir yardım alamamaları ve evlerinin nedensiz olarak tahrip edilmesi, yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalmaları ve olaya dair soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle yaşadıkları üzüntü ve stresin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele sayılacak asgari eşiğe ulaştığını tespit ederek söz konusu yasağın ihlal edildiğine karar vermiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 199-213).

36. AİHM kararda, ihlal tespitine ilişkin bir karar verildiğinde taraf devletin hükmedilen tazminat miktarlarını ödemesinin yanı sıra ihlalin doğurduğu sonuçları mümkün olduğunca ihlalden önceki duruma geri getirecek şekilde telafi etme amacıyla Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin (Bakanlar Komitesi) denetimine tabi olan genel ve/veya gerektiğinde bireysel önlemleri seçme yükümlülüğü bulunduğunu, Sözleşme’nin 46. maddesindeki bu yükümlülüğünü yerine getirme yöntemini seçmekte ilgili taraf devletin Bakanlar Komitesinin denetimine tabi olmak kaydıyla özgür olduğunu fakat istisnai hâllerde AİHM'in ilgili taraf devlete yükümlülüklerini yerine getirmesi konusunda yardımcı olmak amacıyla tespit ettiği durumun sonlandırılmasına yönelik alınabilecek tedbirlerin türünü açıkça belirtebileceğinin altını çizmiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 214-217). AİHM somut başvuruda olaya dair yürütülen ve derdest olan soruşturma kapsamında adli makamlarca gerçekleştirilecek yeni işlemlerin Bakanlar Komitesince denetleneceğini ve özellikle olayın sorumlularının cezasız kalmasının önlenmesi için alınacak önlemin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını sağlamak amacıyla uçuş kayıt defterine dayalı olarak etkili bir soruşturma yürütülmesi olduğunu belirtmiştir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, § 219).

37. AİHM ayrıca aralarında başvurucuların da bulunduğu olayın mağdurları ve yakınlarına manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Bireysel başvuruda bulunup kendisine AİHM tarafından manevi tazminat ödenmesine karar verilenler ile hükmedilen tazminat miktarları şöyledir (Benzer ve diğerleri/Türkiye, §§ 223-247):

- Başvurucu Hatice Benzer'e altı yakınının ölümü nedeniyle 135.000 avro

- Başvurucu İbrahim Borak'a babası İbrahim Borak'ın ölümü nedeniyle diğer bir başvurucu olan kardeşi Abdullah Borak ile müştereken 80.000 avro

- Başvurucu Ahmet Bengi'ye altı yakınının ölümü nedeniyle 15.000 avro

- Başvurucu Sadık Kaçar'a üç yakınının ölümü nedeniyle 80.000 avro

- Başvurucu Hamit Kaçar'a iki yakınının ölümü nedeniyle 100.000 avro

- Başvurucu Abdurrahman Bengi'ye annesinin ölümü nedeniyle 25.000 avro

- Başvurucu Hacı Kaçar'a üç yakınının ölümü nedeniyle 90.000 avro

- Başvurucu Hasan Bedir'e kızının ölümü nedeniyle 80.000 avro

- Başvurucu İbrahim Kıraç'a iki yakınının ölümü nedeniyle 40.000 avro

- Başvurucu Zeynep Kalkan'a eşinin ölümü nedeniyle 30.000 avro

- Başvurucu Abdullah Borak'a babası İbrahim Borak'ın ölümü nedeniyle diğer bir başvurucu olan kardeşi İbrahim Borak ile müştereken 80.000 avro

- Başvurucu Kasım Kıraç'a iki yakınının ölümü nedeniyle 120.000 avro

- Başvurucular Durmaz Kalkan, Basri Kalkan, Asker Kalkan ve Mehmet Kalkan'a babalarının ölümü nedeniyle müştereken 60.000 avro

- Başvurucular Abdulhadi Oygur, Abdullah Oygur, Taybet Oygur, Halime Başkurt Oygur ve bir başka akrabalarına üç yakınının ölümü nedeniyle müştereken 250.000 avro

- Başvurucu Ahmet Yıldırım'a eşinin ölümü nedeniyle 80.000 avro

- Başvurucu Şahin Altan'a eşi ve çocuklarının ölümü nedeniyle 240.000 avro

- Başvurucu Ahmet Benzer'e iki kardeşinin ölümü nedeniyle 60.000 avro

- Başvurucu Mehmet Benzer'e kardeşinin ölümü nedeniyle 30.000 avro

- Başvurucu Ata Kaçar'a iki akrabasının ölümü nedeniyle 55.000 avro

- Başvurucu Halil Kaçar'a babasının ölümü nedeniyle başvurucu Osman Kaçar ile müştereken 60.000 avro

- Başvurucu Osman Kaçar'a babasının ölümü nedeniyle başvurucu Halil Kaçar ile müştereken 60.000 avro

- Başvurucu Felek Yıldırım'a beş akrabasının ölümü nedeniyle 130.000 avro

- Başvurucu Selim Yıldırım'a beş akrabasının ölümü nedeniyle 250.000 avro

- Başvurucu Mehmet Aykaç'a yaralanması nedeniyle 25.000 avro

- Başvurucu Cafer Kaçar'a yaralanması nedeniyle 25.000 avro

- Başvurucu Raşit Bengi'ye annesinin ölümü nedeniyle 30.000 avro

- Başvurucu İsmail Bengi'ye annesinin ölümü nedeniyle 30.000 avro

- Başvurucu Mustafa Bengi'ye iki akrabasının ölümü nedeniyle 95.000 avro

- Başvurucular Emin Metin, Zeynep Metin, Ayşe Metin, Hatice Metin, İsmail Metin, Lali Erdin ve Sariye Metin'in murisi olan Mahmut Erdin'e kızının ölümü nedeniyle 80.000 avro

- Başvurucular Zeynep Bengi, Abdulaziz Bengi, Fatma Bengi, Emine Bengi, Mehmet Bengi, Emine Salgın, Sitti Turgun'un murisi olan Yusuf Bengi'ye eşinin ölümü nedeniyle 25.000 avro

C. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılan Başvurudan Sonraki Olay ve Olgular

38. Genel Müdürlük tarafından 13/2/2012 tarihinde iletilen yazı ve ekindeki uçuş defterinde bulunan bilgiler (bkz. § 21) Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK mülga 250. madde ile görevli) tarafından 2012 yılı Temmuz ayı içinde çeşitli askerî makamlara iletilerek uçuş bilgileri verilen uçakların hangi komutanlığa bağlı olduğunun, kuyruk bilgilerinin, yüklü oldukları mühimmat bilgilerinin, olay tarihine ait radar görüntülerinin, uçakları sevk eden personelin kimlik ve görev bilgilerinin iletilmesi istenmiştir.

39. Genelkurmay Başkanlığı Hava Kuvvetleri Komutanlığınca Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK mülga 250. madde ile görevli) 24/8/2012 tarihli gizli içerikli yazı ile Genel Müdürlük tarafından 13/2/2012 tarihinde iletilen uçuş defterindeki olguları teyit eden bazı bilgiler iletilmiş, görevli personele ilişkin bilgi bulunamadığı bildirilmiştir. Öte yandan Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 1/8/2012 tarihinde gizli içerikli bir yazı ile ekli belgeler Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK mülga 10. madde ile görevli) iletilmiştir.

40. Başvurucular vekili tarafından 26/6/2012 ve 14/11/2013 tarihli dilekçelerle soruşturma dosyasının fotokopisi talep edilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (TMK mülga 10. madde ile görevli) talep edilmesi üzerine Diyarbakır 2 No.lu Hâkimliği (TMK mülga 10. madde ile görevli) tarafından 18/11/2013 tarihli karar ile mağdur vekillerinin soruşturma dosyasını inceleme ve dosyadan örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Başvurucular vekilince yapılan itiraz Diyarbakır 2 No.lu Hâkimliği (TMK mülga 10. madde ile görevli) tarafından 22/1/2014 tarihinde reddedilmiştir.

41. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK mülga 10. madde ile görevli) tarafından olay tarihinde Diyarbakır jandarma asayiş kolordu komutanı olarak görev yapan emekli Korgeneral H.K.nın olaya dair ifadesinin alınması için ayrıntılı sorular içeren 13/12/2013 tarihli talimat Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. H.K.nın alınan ifadesi 9/1/2014 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK mülga 10. madde ile görevli) iletilmiştir.

42. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK mülga 10. madde ile görevli) Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 1/8/2012 tarihinde iletilen belgeler (bkz. § 39) içindeki faks mesaj formu üzerinde imzası bulunan A.K., İ.E. ve M.H. isimli üç askerin çeşitli Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından 2013 ve 2014 yıllarında şüpheli olarak ifadeleri alınmıştır. Şahıslar olay hakkında bilgilerinin olmadığını beyan etmiştir.

43. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK mülga 10. madde ile görevli) tarafından 30/12/2013 tarihinde soruşturmaya konu iki köyün bombalanması olayına dair tüm belgelerin iletilmesi Diyarbakır Valiliğinden talep edilmiştir. Talebin iletildiği Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığınca bu olaya dair bir arşiv kaydına rastlanmadığı 20/1/2014 tarihli yazı ile bildirilmiştir.

44. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK mülga 10. madde ile görevli) 26/3/1994 günü uçuş gerçekleştirdiği tespit edilen dört uçağın bağlı bulunduğu Komutanlıklara 3/1/2014 tarihli müzekkereler yazarak uçakları sevk ve idare eden personelin açık kimliklerinin iletilmesini talep etmiştir. Komutanlıklarca verilen 22-29/1/2014 tarihli yazılarda talep edilen uçuşlara dair kayıtlara rastlanmadığı bildirilmiştir.

45. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK mülga 10. madde ile görevli) tarafından 10/1/2014 tarihli yazı ile Cumhuriyet Başsavcılığından bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından mağdur vekilinin de katılımıyla olay yeri incelemesi yapılması, olay yerinin fotoğraf ve kamera çekimlerinin yapılması, fethi kabir yapılarak ölüm sebebi ve soyağacı tespiti için DNA incelemesi yapılmak üzere kemiklerin Adli Tıp Kurumuna iletilmesi talep edilmiştir. Şırnak İl Jandarma Komutanlığı tarafından 20/3/2014 tarihli yazı ile iki köyün hâlen boş olduğu, uzun yıllar terör örgütünün barınma ve geçiş güzergâhı olarak kullanıldığı, bölgede terör örgütü üyelerince döşenmiş mayınların mevcut olabileceği, bu nedenle ancak Valilik tarafından verilecek onay sonrasında operasyonel faaliyet planlanarak bölgede inceleme yapılabileceği bildirilmiştir.

46. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK mülga 10. madde ile görevli) tarafından zamanaşımı süresinin yakın olduğu da belirtilerek ilgili askerî birliklerden, olay tarihinde görevli olan askerî personele ve personelin uçuş yaptığı hava araçlarına ait bilgilerin ayrıca olay gününe dair uçuş defterlerinin örneklerinin iletilmesi Şubat 2014 tarihli yazılarla istenmiştir. Olay tarihinde bölgede görev yapan personelin listesi 21/2/2014 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK mülga 10. madde ile görevli) iletilmiştir.

47. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK mülga 10. madde ile görevli) tarafından eylemin askerî bir operasyon sırasında asker kişilerce işlenmiş olduğu gerekçesi ile görevsizlik kararı verilerek dosya 20/2/2014 tarihinde Diyarbakır Askerî Savcılığına gönderilmiştir.

48. Diyarbakır Askerî Savcılığı 24/2/2014 tarihli yetkisizlik kararı ile dosyayı Genelkurmay Askerî Savcılığına göndermiştir.

49. Genelkurmay Askerî Savcılığı tarafından çeşitli askerî makamlara müzekkereler yazılarak olay tarihinde bölgede görev yapan askerî personele dair bilgi talep edilmiştir.

50. Başvurucular vekili tarafından 26/3/2014 tarihli dilekçeyle soruşturma dosyasının fotokopisi talep edilmiştir. Dilekçe üzerindeki nottan vekile terörle mücadelede görev alan personelin kimlik bilgilerinin gizli tutulması gerekliliğine dikkat edilmesi bilgilendirilmesi yapılarak dosya örneğinin verildiği anlaşılmaktadır.

51. Genelkurmay Askerî Savcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda 9/4/2014 tarihli karar ile zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:

"...

Dosyadaki deliller itibarıyla zamanında olayın gerektiği şekilde soruşturulup delillerin yeterince toplanmadığı/toplanamadığı, maddi olayın ve ceza sorumluluğu bulunan kişilerin açık bir şekilde tespitinin yapılmadığı/yapılamadığı, maddi delillerin tam olarak ortaya konmadığı/konamadığı, olay yeri keşfinin ve olay yerindeki tespitlerin yapılmadığı/yapılamadığı, bu anlamda tıbbi ve kriminal inceleme sonuçlarının bulunmadığı, mernis ölüm tutanaklarında müteveffaların ölüm nedenlerinin; ecel, hastalık, cinayet, nedeni bilinmeyen sebeple ve enkaz altında kalma gibi nedenler olarak gözüktüğü (hatta müteveffa, mağdur ve muşteki olarak dosyada yer alan isimlere ilişkin nüfus kayıtları incelendiğinde, müteveffa olarak gözükenlerin bazılarının sağ olduğu, bazılarının mernis sisteminde kaydının bulunamadığı), muhtelif tarihlerde adı geçen köylerde oturan kişilerin olayın gelişimine ilişkin farklı ve birbirleriyle çelişen beyanlarda bulundukları (bu kapsamda bir kısmının kendilerinin devletin yanında yer almaları sebebiyle ve nevruz kutlamalarına katılmadıkları için ... terör örgütü tarafından cezalandırma maksadıyla yapılan saldırı sonucu, diğer bir kısmının ise uçak bombalaması sonucu olayın gerçekleştiğini beyan ettikleri), söz konusu bölgenin yıllardır bölücü terör örgütü mensuplarınca barınma ve geçiş güzergahı olarak kullanılmış olması ve bölgede çok sayıda çatışma ve mayın/EYP olaylarının meydana gelmiş olması ve halen bu tehlikelerin geçerli olması nedenleriyle müşteki vekili Av. [T.E.nin] hazır edileceği müştekilerin de katıltımlarıyla bizzat Cumhuriyet Savcısı tarafından olay yerinde inceleme yapılarak bomba atılmasıyla ilgili tespitlerin yapılması, varsa patlayıcı madde parçalarının muhafaza altına alınarak gönderilmesi, fethi kabir yapılarak kemiklerin çıkartılıp Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmesi, kemiklerin incelenerek ölüm sebeplerinin ve DNA profillerinin tespit edilerek gerekli incelemelerin yaptırılarak rapor alınması hususunda yazılan müzekkere cevabının yerine getirilemediği, konuya ilişkin bilgi ve belge taleplerine ilgili yönerge uyarınca arşiv saklama sürelerinin dolmuş olması nedeniyle imha edildiği gerekçesiyle ulaşılamadığına dair yanıtlar verildiği anlaşılmıştır.

19 yıl 11 ay geçtikten sonra Askeri Savcılığımıza intikal eden soruşturma dosyasında mevcut bilgi ve belgeler ile Askeri Savcılığımızca kısa bir süre içerisinde dosyaya dâhil edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde maddi olayın ve muhtemel sorumluların tüm gerçekliğiyle ortaya konulamadığı, mevcut deliller ile kamu davası açılmasının mümkün olmadığı, kaldı ki muhtemel oluşacak suçlar yönünden dava zamanaşımı değerlendirmesi yapılması gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Bu doğrultuda olay tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 102. maddesinde zamanaşımı süresinin müebbet ağır hapis cezasını gerektiren suçlar yönünden 20 yıl, diğer suçlar yönünden ise 15 yıl, 10 yıl, 5 yıl, 2 yıl ve 6 ay olarak düzenlendiği, söz konusu olayın Hava Kuvvetlerı Komutanlığına ait uçakların sivillerin bulunduğu yerleşim yerlerini kasten bombalaması sonucunda gerçekleştiğini gösteren hiçbir delil bulunmadığı, bu anlamda kasten adam öldürme suçundan bahsedilmesinin mümkün olmadığı, kastın aşılması suretiyle ölüme neden olma ile taksir veya ihmale dayalı suçlar yönünden dosyanın Askeri Savcılığımıza intikalinden önce ve 26 Mart 2014 tarihi itibarıyla da kasten adam öldürme suçu yönünden dava zaman aşımı süresinin dolduğu, 20 yıllık süre zarfında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 104. maddesinde sayılan zamanaşımını kesen herhangi bir usul işleminin de gerçekleşmediği, bu doğrultuda olay yönünden oluşabilecek muhtemel suçlar açısından dava zamanaşımı sürelerinin dolmuş olması nedeniyle kovuşturma olanağının bulunmadığı anlaşılmıştır.

..."

52. Başvurucular vekili tarafından olaya dair AİHM tarafından verilen Benzer ve diğerleri/Türkiye kararı sunularak anılan karara yapılan itiraz üzerine Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi 11/7/2014 tarihli kararı ile itirazın reddine karar vermiştir.

53. Karar 21/7/2014 tarihinde başvurucular vekili T.E.ye tebliğ edilmiş olup başvurucular vekili 20/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

54. Başvurucular vekili T.E. bireysel başvuru sonrasında 28/11/2015 tarihinde ölmüştür. Başvurucular vekili olarak Av. Muhammed Neşet Girasun 29/3/2019 tarihindeki ek dilekçeyle vekâletnameleri ibraz etmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

55. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. İsabet Yurtsever ve diğerleri, B. No: 2015/8315, 6/3/2019, §§ 51, 54, 61.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

56. Mahkemenin 10/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucular Hatice Benzer ve Sabahattin Borak Yönünden

57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır."

58. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 84. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvuruların incelenmesinde, kararların infazında Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır."

59. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava sırasında taraflardan birinin ölümü" kenar başlıklı 55. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Taraflardan birinin ölümü hâlinde, mirasçılar mirası kabul veya reddetmemişse, bu hususta kanunla belirlenen süreler geçinceye kadar dava ertelenir. Bununla beraber hâkim, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, talep üzerine davayı takip için kayyım atanmasına karar verebilir."

60. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 606. maddesi şöyledir:

"Miras, üç ay içinde reddolunabilir.

Bu süre, yasal mirasçılar için mirasçı olduklarını daha sonra öğrendikleri ispat edilmedikçe mirasbırakanın ölümünü öğrendikleri; vasiyetname ile atanmış mirasçılar için mirasbırakanın tasarrufunun kendilerine resmen bildirildiği tarihten işlemeye başlar."

61. Başvurunun incelemesi devam ederken başvurucu Hatice Benzer'in 12/1/2015 tarihinde, başvurucu Sabahattin Borak'ın ise 23/4/2019 tarihinde öldüğü nüfus kayıtlarından anlaşılmıştır.

62. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve diğerleri (B. No: 2014/3549, 22/3/2017, §§ 18-21) kararında başvurucunun bireysel başvurunun yapıldığı tarihten sonra ölmesi durumunda başvurunun incelenmesine devam edilip edilemeyeceğine ilişkin ilkelerini belirlemiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:

"18. Uygulamada hukuk yargılamalarında, taraflardan birinin ölümü halinde dava sonunda verilecek hükmün olumlu veya olumsuz bir şekilde mirasçıların haklarını etkilemesi nedeniyle davaya mirasçılar tarafından devam edilebileceğinin kabul edildiği hallerde, mahkemelerce mirasçılara usulüne uygun olarak tebligat yapılarak mirası reddetmeyen mirasçıların mecburi dava arkadaşı olarak davada yer almalarının sağlandığı görülmektedir (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi E. 2015/20127, K. 2015/21189, 26/11/2015).

19. Asli görevi Anayasa'yı yorumlamak, böylece Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam ve sınırlarını belirlemek olan Anayasa Mahkemesinin (Mahkeme) bireysel başvuru yolunda başvurucuların başvuru tarihinden sonra vefat etmeleri hâlinde yukarıda yer verilen usulü benimseyerek 4721 sayılı Kanun'un anılan hükümlerindeki tarihleri tespit etme ve buna göre mirası reddetmeyen mirasçıların başvuruya devam etmelerini sağlama yükümlülüğünü üstlenmesinin, Mahkemenin asli görevini yerine getirmesi önünde engel teşkil edecek ve böylelikle Mahkemeyi temel işlevinden uzaklaştırabilecek olması nedeniyle bireysel başvurunun niteliğine uygun düşmediği görülmektedir.

20. İçtüzük'ün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verilebilir. Bununla birlikte İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği Anayasa'nın uygulanması, yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.

21. Yukarıda yer verilen açıklamalar doğrultusunda Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâller gibi başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varıldığı durumlarda, başvurucuların vefat etmesi hâlinde başvuruya devam edilmesinin sağlanması yönünden öncelikli yükümlülüğün başvuruya devam etme hakları olan şahıslarda bulunduğu kabul edilmelidir."

63. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve diğerleri içtihadından sonraki dönemde, bireysel başvuru devam ederken başvurucunun ölmesi durumunda ölüm tarihinden sonra makul bir süre içinde kendiliğinden Anayasa Mahkemesine başvurarak başvuruya devam etmek istediğini bildiren mirasçıların -menfaatlerinin bulunup bulunmadığını da gözeterek- başvurularını incelemiştir (diğerleri arasından bkz. Ayten Yeğenoğlu, B. No: 2015/1685, 23/5/2018, ölümden yaklaşık üç ay sonra); Fatma Ülker Akkaya, B. No: 2014/18979, 22/2/2018, ölümden iki ay sonra). Mirasçıların başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesine bildirmediği hâllerde ise düşme kararı verilmektedir (Ali Sedat Yücelik ve diğerleri, B. No: 2015/2574, 9/5/2018, §§ 22-25; Abbas Çelik ve diğerleri, B. No: 2014/749, 7/3/2018, §§ 26-29; Haşim Özpolat, B. No: 2014/3140, 21/9/2017, § 19; Şükran Çopuraslan, B. No: 2014/4695, 14/9/2017, § 22).

64. Anayasa Mahkemesi T.G. (B. No: 2017/21163, 9/1/2019, §§ 17-20) kararında bireysel başvuru yapıldıktan sonra ölen başvurucuların mirasçılarının başvuruyu devam ettirme yönündeki taleplerini Anayasa Mahkemesine iletebilecekleri makul süreyi -haklı mazeretler saklı kalmak kaydıyla- ölüm tarihinden itibaren dört ay olarak tespit etmiştir.

65. Somut olayda başvuru devam ederken ölen başvurucuların mirasçıları ölüm tarihinden itibaren dört ay içinde başvuruya devam etmek istediklerine ilişkin taleplerini Anayasa Mahkemesine iletmemişlerdir. Öte yandan başvurunun adı geçen başvurucular açısından incelenmesine devam etmeyi gerekli kılan ve İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen nedenlerden biri de bulunmamaktadır.

66. Açıklanan gerekçelerle başvurucular Hatice Benzer ve Sabahattin Borak tarafından yapılan bireysel başvurunun kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin düşmesine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer 57 Başvurucu Yönünden

1. Yaşam Hakkı ve İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

a. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

67. Başvurucular,

i. 26/3/1994 tarihinde, yaşadıkları Şırnak merkeze bağlı Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin askerî yetkililer tarafından helikopter ve savaş uçakları ile bombalandığını, bu olay sonucunda yakınlarının hayatını kaybettiğini ya da yaralandığını, bombalama eyleminden sonra hayatını kaybeden yakınlarının defnedilmesi ve yaralıların tedavi edilmesi için cesetleri ve yaralıları taşıdıklarını, kamu makamlarının yardım etmediğini, sonrasında köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını,

ii. Meydana gelen bombalama olayı hakkında yetkili makamlara suç duyurusunda bulunduklarını, bu suçun sorumlularının kamu görevlileri olmasına rağmen gerekli soruşturmaların yapılmadığını, soruşturma süreci sonucunda dava zamanaşımının dolduğu gerekçe gösterilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu suçlar için dava zamanaşımı süresinin söz konusu olamayacağını,

iii. AİHM tarafından 12/11/2013 tarihinde haklarında verilen Benzer ve diğerleri/Türkiye kararında haklarının ihlal edildiğinin tespit edildiğini, ayrıca ihlalin sonuçlarının ancak sorumluların kimliklerinin tespiti ve cezalandırılmaları ile giderilebileceğinin vurgulandığını, buna rağmen AİHM kararının kesinleşmesinden sonra Genelkurmay Askerî Savcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, anılan karara yaptıkları itirazın da Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi tarafından reddedildiğini belirterek Sözleşme'nin 2., 3. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

68. Bakanlık başvurunun kabul edilebilirliğine dair görüşünde 59 başvurucudan bir kısmının daha önce aynı iddialarla AİHM'e başvuruda bulunarak tazminata hak kazandığını, başvuruculardan Abdullah Yıldırım, LezginYıldırım, Bilal Yıldırım ve Mehmet Yıldırım'ın ise AİHM'e bir başka başvuru yaptığını, bu başvuru hakkında Hükûmetin savunma yaptığını ancak AİHM tarafından henüz karar verilmediğini, başvuruculardan ilk kez Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunanlardan bir kişi hariç diğerlerinin Genelkurmay Askerî Savcılığı tarafından yürütülen soruşturmaya müdahil olmadıklarını, dolayısıyla mağduriyetlerini ortaya koyan bilgi/belge sunmadıklarını belirtmiştir. Bakanlık, olay tarihinin Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlamasından önce olduğuna değindikten sonra başvuruculardan 37'sinin aynı iddialarla AİHM'e yaptığı başvuru neticesinde yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi sonucunda manevi tazminata hak kazandıklarına işaret etmiş ve bu başvurucular açısından mağduriyetin giderilip giderilmediğinin değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

69. Bakanlık başvurunun kabul edilebilirliğine dair görüşünde ayrıca başvuruda bulunma süresi bakımından Genelkurmay Askerî Savcılığı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı yapılan itirazın 9/4/2014 tarihinde reddedildiğini, başvurunun ise 20/8/2014 tarihinde yapıldığını bildirmesinin ardından AİHM'in Benzer ve diğerleri/Türkiye kararında Süleyman Bayı ve bir başka şahsın olayda yaralandığına dair iddialarını temellendirmemeleri nedeniyle başvurularını kabul edilemez bulduğunu, bireysel başvuruda da başvurucuların olayda kimlerin yaralandığına yahut hayatlarını kaybettiğine dair bir açıklama getirmediğini, dolayısıyla başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olma kriteri bakımından incelenmesi gerektiğini belirtmiştir.

70. Bakanlık başvurunun esasına ilişkin görüşünde, başvurucuların yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları bakımından yaşam hakkının maddi ve usul yönünün ihlal edildiğine AİHM tarafından karar verildiğini işaret ederek takdirin Anayasa Mahkemesinde olduğunu bildirmiş ve Anayasa Mahkemesince ihlal tespiti yapılması hâlinde AİHM tarafından hükmedilen tazminat miktarları da gözetilerek münasip bir tazminata hükmedilmesinin uygun olacağını ifade etmiştir.

b. Değerlendirme

71. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.

Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”

72. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

i. İddiaların Nitelendirilmesi, Uygulanabilirlik ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

73. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özügüvenlik güçleri tarafından ölümcül güç kullanımına maruz bırakıldıklarına, olayın etkili soruşturulmadığına, AİHM kararının adli makamlarca dikkate alınmadığına, olay sonrası şartlar ve yaşananlar nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleyle karşılaştıklarına ilişkindir. Bu nedenle ihlal edildiği ileri sürülen etkili başvuru hakkının yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

74. Öte yandan başvuru formunda, somut olayda hayatını kaybedenlerin yanı sıra bir kısım başvurucunun da olayda ağır ya da hafif şekilde yaralandığı iddia edilmiştir. Yaralandıkları iddia edilen başvurucular bakımından öncelikle Anayasa’nın yaşam hakkını güvence altına alan 17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilirliğinin değerlendirmesi gerekmektedir.

75. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı gerçekleştirilen eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliği olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır (Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran, B. No: 2014/7227, 12/1/2017, § 69; Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).

76. Somut olayda bir kısım başvurucunun yaralanmalarına sebep olduğunu iddia ettikleri olay, uçakların yaşadıkları köyleri bombalamasıdır. Dolayısıyla iddia edilen eylemin potansiyel olarak öldürücü bir niteliği olduğu açıktır. Eylemin bu niteliği ve başvurucuların gerçekleştiğini iddia ettikleri bombalama sonucu yaşamalarının tesadüfe bağlı olma olasılığı birlikte değerlendirildiğinde başvurunun yaralandıklarını beyan eden başvurucular açısından da yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

77. Somut olayda başvurucuların yahut başvurucuların murislerinin bir kısmının, yaşam hakkı ile insan haysiyetiyle bağdaşmayan yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları AİHM tarafından değerlendirilmiş, yaşam hakkının maddi ve usul yönleri ile insan haysiyetiyle bağdaşmayan yasağının ihlal edildiğinin tespit edilmesi sonucu kendilerine manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir (bkz. § 37). Bu sebeple "Diğer Başvurucular" başlığı altında isimleri belirtilmiş olan bu başvurucular (bkz. § 130) bakımından aynı ihlal iddialarının Anayasa Mahkemesince tekrar ele alınmasının gerekmediği değerlendirilmiştir. Somut olayda "Diğer Başvurucular"ın iddiaları bakımından incelenmesi gereken meselenin AİHM'in ihlal kararının adli makamlarca dikkate alınmadığı iddiaları olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu sebeple başvurucuların iddialarının AİHM'in ihlal kararından sonraki süreç esas alınarak yaşam hakkının usul yönü açısından değerlendirilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

78. Öte yandan AİHM'e aynı iddialarla başvuruda bulunmayıp ilk defa Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunan başvurucular açısından yaşam hakkının maddi ve usul yönleriyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı bakımından inceleme yapılacaktır.

ii. Kabul Edilebilirlik Yönünden

79. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).

 (1) Başvurucular Mehmet Bengi, Süleyman Bayı, Adil Bengi, Abdullah Borak, Nufel Bengi, Ali Bedir'in Yaşam Hakkı ve İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddiaları Yönünden

80. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3), 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca bireysel başvuruda, kamu gücünün neden olduğu iddia edilen ihlale dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hakların ne şekilde ihlal edildiği, buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).

81. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda başvurucuların başvurularını takip etme yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülüğün bir gereği olarak başvuru formu titizlikle doldurulmalı, ihlal iddiasının dayanağı olan tüm olaylar gösterilmeli, başvuruyu aydınlatacak ve hükmün esasını etkileyecek argümanları destekleyici tüm belgeler başvuru dilekçesine eklenmelidir. Şayet bir belge elde edilememişse bunun da nedenleri açıklanmalıdır (Veli Özdemir, § 26).

82. Başvurucu Mehmet Bengi, AİHM tarafından lehine tazminata hükmedilen Yusuf Bengi'nin mirasçısı olup başvuru formunda olayda hem annesinin ölümü hem de kendisinin yaralanması nedeniyle bireysel başvuruda bulunduğunu bildirmiştir. Mehmet Bengi'nin kendi yaralanmasına dair iddiası kapsamında dosyanın incelenmesi neticesinde Mehmet Bengi'nin olay sırasında yaralandığına dair bir bilgi/belge sunmadığı, ayrıca soruşturma kapsamında verdiği 24/4/2008 tarihli tanık beyanında annesinin ölümünden bahsettiği hâlde kendisinin yaralandığından bahsetmediği anlaşılmıştır (bkz. § 18).

83. Başvurucu Süleyman Bayı'nın olay sırasında yaralandığı iddiasıyla AİHM'e yaptığı başvuru; yaralandığı iddiasını destekleyecek delilleri sunmaması, yaralanması hakkında adli veya idari hiçbir makama başvurmaması nedeniyle AİHM tarafından kabul edilemez bulunmuştur (bkz. § 26). Bireysel başvuru sırasında da başvurucu olay sırasında yaralandığına dair bir bilgi/belge sunmamış olup dosyanın incelenmesi sonucunda da yaralanmasına dair bir belgeye rastlanmamıştır.

84. Başvurucu Adil Bengi başvuru formunda, annesi Zülfe Bengi'nin olay sırasında yaralandığını iddia etmiş; annesinin asıl adının Meryem Ayık olduğunu bildirmiştir. Başvurucunun aynı iddiayla AİHM'e yaptığı başvuru, Zülfe Bengi'nin sonradan doğal sebeplerle yaşamını yitirdiğinin bildirilmesine rağmen ölüm tarihinin iletilmediği belirtilerek kişinin hayatta olduğu durumda yakınının başvuruda bulunmasının mümkün olmaması nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur (bkz. § 26). Bireysel başvuru sırasında da başvurucu tarafından annesinin yaralanmasına, ölüm tarihine ve kimlik bilgilerine dair herhangi bir belge sunulmamış olup başvuru dosyasının ve nüfus kayıtlarının incelenmesinde de Zülfe Bengi ya da Meryem Ayık isimli kişilerin kimlik bilgisi dolayısıyla başvurucuyla yakınlıkları tespit edilememiştir.

85. Başvurucu Abdullah Borak'ın (1965 doğumlu) olaydan ne şekilde mağdur olduğu başvuru formunda açıklanmadığı gibi başvuru dosyasının incelenmesinden de tespit edilememiştir. Aynı şekilde başvurucular Nufel Bengi ve Adil Bedir olay sırasında yaralandıkları iddiasıyla ilgili bir bilgi/belge sunmadıkları gibi dosyanın incelenmesi neticesinde de yaralanmalarını gösterir bir belgeye rastlanmamıştır. Başvurucuların olay hakkında yürütülen soruşturmalarda taraf oldukları da tespit edilememiştir.

86. Yukarıda ayrıntıları belirtildiği üzere anılan başvurucular başvuruyu aydınlatacak ve başvurunun esasını etkileyecek belgeleri Anayasa Mahkemesine sunmamış; yükümlülüklerini yerine getirmemiştir. Dolayısıyla başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların temellendirilmediği sonucuna ulaşılmıştır.

87. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 (2) Başvurucu Salih Oygur'un İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddiası Yönünden

88. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir..."

89. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

90. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."

91. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun güncel bir hakkının ihlal edilmesi, bu ihlalden dolayı kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması ve bunların sonucunda kendisinin mağdur olduğunu ileri sürmesidir (Fetih Ahmet Özer, B. No: 2013/6179, 20/3/2014, § 24).

92. Öte yandan bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla doğrudan mağdur sıfatını taşıyan kişiler olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan ve dolayısıyla da Anayasa ve Sözleşme'nin ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabileceklerdir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 47.)

93. Anayasa Mahkemesi kötü muamele yasağına ilişkin dolaylı mağduriyete dair şikâyetleri incelediği başvurularda; hakları ihlal edilen kişinin aile üyelerinin olaydan dolayı ruhsal çöküntü ve üzüntü yaşamalarının kendileri için kaçınılmaz bir sonuç olduğunu, bu nedenle Anayasa'nın 17. maddesinin bu kişiler bakımından ihlal edilebilmesi için söz konusu durumun yeterli olmadığını ve aile bireylerinden birinin mağdur olup olmamasının yaşadıkları üzüntüden farklı bir boyut kazandıracak özel faktörlerin başvuruda var olup olmadığına bağlı olduğunu ifade etmiştir (Engin Gök ve diğerleri, §§ 49-54).

94. Somut başvuruda, başvurucunun insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine dair iddiası yakınının ölümü nedeniyle yaşadığı üzüntüden ziyade yaşanan olay ve sonrasında katlanmak zorunda kaldığı şartlara dairdir (bkz. § 67).

95. Bu bağlamda Başvurucu Salih Oygur'un 31/1/2005 tarihli müşteki beyanında olay tarihinde Siirt merkezde oturduğunu, olayı görmediğini bildirdiği (bkz. § 14) görülmekle başvurucunun olay nedeniyle üzüntü yaşadığına bir şüphe bulunmamaktadır. Ancak somut başvuruda yakınının başına gelen olaya tanık olmayan başvurucunun olay anında köyde bulunmadığı da dikkate alındığında insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı bakımından doğrudan ya da dolaylı mağduriyetinin söz konusu olmadığı sonucuna varılmıştır.

96. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 (3) Başvurucular Lali Erdin, Mahmut Bayı, Abdullah Yıldırım, Lezgin Yıldırım, Bilal Yıldırım, Mehmet Yıldırım ve Diğer Başvurucuların Yaşam Hakkı ve İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddiaları ile Başvurucu Salih Oygur'un Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddiası Yönünden

97. Başvurucu Lali Erdin, AİHM tarafından lehine tazminata hükmedilen Mahmut Erdin'in mirasçısı olup başvuru formunda olayda hem kızının ölümü hem de kendisinin yaralanması nedeniyle bireysel başvuruda bulunduğunu bildirmiştir. Lali Erdin'in kızının ölümü ve kendisinin yaralanmasına dair AİHM'e bir başvurusu bulunmamaktadır. Lali Erdin'in yaralanması nedeniyle bir yakınının AİHM'e yaptığı başvuru, Lali Erdin'in olay sırasında yaralandığına dair adli rapor bulunduğu ve kendisi hayatta olduğu hâlde yaralanmasıyla ilgili olarak bir yakınının başvuruda bulunmasının mümkün olmaması nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur (bkz. § 26). Bu durumda başvuru dosyasının incelenmesi neticesinde olay sırasında yaralandığı (bkz. § 10) ve olay hakkında yürütülen soruşturmalarda da taraf olduğu anlaşılan başvurucu Lali Erdin'in bireysel başvuru ehliyeti açısından bir eksikliğinin bulunmadığı anlaşılmıştır.

98. Başvurucu Salih Oygur'un 26/3/1994 tarihinde gerçekleşen olay hakkında AİHM nezdinde bir başvurusu bulunmamaktadır. Başvuru dosyasının incelenmesi neticesinde Salih Oygur'un 31/1/2005 tarihli müşteki beyanında olayda hayatını kaybeden Mahmut Oygur'un kardeşi olduğunu bildirdiği (bkz. § 14) görülmekle olay hakkında yürütülen soruşturmalarda da taraf olduğu anlaşılan başvurucu Salih Oygur'un yaşam hakkının ihlali iddiaları bakımından başvuru ehliyeti açısından bir eksikliği bulunmadığı tespit edilmiştir.

99. Başvurucu Mahmut Bayı'nın annesi Hatice Bayı'nın olay sırasında yaralanması nedeniyle onun adına AİHM'e yaptığı başvuru Hatice Bayı hayatta olduğu hâlde yakınının başvuruda bulunmasının mümkün olmadığı belirtilerek kabul edilemez bulunmuştur (bkz. § 26). Mahmut Bayı, 2005 yılındaki müşteki ifadesinde olay tarihinde Koçağılı köyünde oturduğunu ve annesinin olay sırasında yaralandığını belirterek şikâyetçi olmuştur (bkz. § 14). Başvurunun incelenmesi sırasında Hatice Bayı'nın bireysel başvuru tarihinde hayatta olduğu fakat 12/2/2019 tarihinde vefat ettiği tespit edilmekle hâlihazırda başvurucu olan Mahmut Bayı'nın annesinin yaralanmasına dair başvurusunda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmadığı değerlendirilmiştir.

100. Başvurunun incelenmesi sonucunda başvurucular Abdullah Yıldırım, Lezgin Yıldırım, Bilal Yıldırım, Mehmet Yıldırım'ın yakınları olan Asiye Yıldırım'ın 26/3/1994 tarihinde öldüğünün Şırnak Valiliğinin 7/2/2018 tarihli tespitine istinaden Abdullah Yıldırım'ın beyanı üzerine nüfus kaydına işlendiği, Kerem Yıldırım'ın ise olay tarihinde iki yaşında olduğu ve nüfusa kaydedilmeden olay sırasında hayatını kaybettiğinin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (TMK mülga 10. madde ile görevli) yürütülen soruşturmada belirlendiği, Zeynep Kalkan'ın kolluk nezdinde verdiği 31/1/2005 tarihli beyanında Asiye Yıldırım ve oğlu Kerem Yıldırım'ın olayda hayatlarını kaybettiğini belirttiği (bkz. § 15) tespit edilmiştir. Başvurucuların aynı iddialarla AİHM'e yaptığı başvuru hakkında (B. No: 72957/12) henüz karar verilmediği de gözetildiğinde başvurucuların başvuru ehliyeti açısından bir eksikliğinin bulunmadığı değerlendirilmiştir.

101. "Diğer başvurucular" arasında olan Emin Erdin, Zeynep Erdin, Ayşe Erdin, Hatice Erdin, İsmail Erdin ile Sariye Metin'in AİHM tarafından lehine tazminata hükmedilen Mahmut Erdin'in mirasçıları olarak bireysel başvuruda bulundukları, aynı şekilde Zeynep Bengi, Abdulaziz Bengi, Fatma Bengi, Emine Bengi, Mehmet Bengi, Sitti Turgun ve Emine Salgın'ın da AİHM tarafından lehine tazminata hükmedilen Yusuf Bengi'nin mirasçıları olarak bireysel başvuruda bulundukları görülmekle başvurucuların başvuru ehliyeti açısından bir eksikliklerinin bulunmadığı değerlendirilmiştir.

102. Bu durumda başvurucular Lali Erdin, Mahmut Bayı, Abdullah Yıldırım, Lezgin Yıldırım, Bilal Yıldırım, Mehmet Yıldırım'ın yaşam hakkının maddi ve usul yönleriyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarıyla, Salih Oygur'un yaşam hakkının maddi ve usul yönlerinin ihlal edildiği iddiası, ayrıca AİHM'in ihlal kararı sonrasında devam eden soruşturmaya taraf oldukları görülen "diğer başvurucular"ın yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiği iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşmış olup söz konusu iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Esas Yönünden

 (1) Başvurucular Lali Erdin, Mahmut Bayı, Abdullah Yıldırım, Lezgin Yıldırım, Bilal Yıldırım, Mehmet Yıldırım'ın Yaşam Hakkı ve İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddiaları ile Salih Oygur'un Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddiası Yönünden

 (a) Genel İlkeler

 (i) Yaşam Hakkı Bakımından

103. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen ölümlerin veya ölümcül yaralanmaların devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).

104. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.

105. Anayasa’da yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı zorunlu durumlarda ve -güç kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten- orantılı bir biçimde güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman, § 50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2013/5785, 29/9/2016, § 113).

106. Öldürücü güç, Anayasa'da belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle yaşam hakkının dokunulmaz niteliği de dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun zorunluluğu ve orantılılığı Anayasa Mahkemesi tarafından çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir (Nesrin Demir ve diğerleri, § 107).

107. Kolluk görevlilerinin doğrudan silah kullanımı sonucu meydana gelen olaylarda güç kullanımının Anayasa’nın 17. maddesine göre başka bir çarenin kalmadığı zorunlu bir durumda ve ölçülü bir şekilde gerçekleştiğinin soruşturma makamlarınca resen ortaya konması gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73). AİHM de ölümün güvenlik güçlerinin silah kullanımı sonucu gerçekleştiğinin tartışmasız olduğu olaylarda, bu konudaki ispat yükünün taraf devlete (hükûmete) ait olduğunu kabul etmekte ve mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı gerçekleştiğinin kanıtlanamaması hâlinde yaşam hakkının usul ve esas yönünün ihlal edildiğine karar vermektedir (Bektaş ve Özalp/Türkiye, § 57, Ataykaya/Türkiye, B. No: 50275/08, 22/7/2014, §§ 45-59).

108. Esasen olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68). Anayasa Mahkemesinin doğrudan ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine geçecek şekilde delillerin değerlendirmesini kendisinin yapmasının veya yürütülmesi gerekli olan soruşturma işlemlerini belirlemesinin söz konusu olamayacağı belirtilmelidir. Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 185). Bu konuda asıl sorumlu ve yetkili olanlar ilk elden olayları inceleyen yetkili adli ve idari mercilerdir. Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).

109. Bu noktada belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi, yetkili mercilerin bu konuya ilişkin değerlendirmelerine tamamen bağlı kalmak zorunda olmayıp somut olaya ilişkin elinde bulunan kesin, ikna edici bilgi veya bulgulara dayanarak farklı bir değerlendirmede de bulunabilir (Cemil Danışman, § 58; Nesrin Demir ve diğerleri, § 117). Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin değerlendirmesi yapılırken olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57). Bunun yanı sıra bu konuda yapılacak değerlendirmede bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir seyir izlediğinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57; Nesrin Demir ve diğerleri, § 108).

110. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir Canan, § 25).

111. Bu noktada ifade etmek gerekir ki usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

112. Bu kapsamda -özellikle de olayın gerçekleştiği zamanda ve yerde- ilk anda yürütülecek soruşturma işlemleri çok büyük önem arz etmektedir. Geçen zamanla birlikte kaçınılmaz bir şekilde delillerin kaybolması, tanıkların yer değiştirmesi ve yaşananları hatırlamanın güçleşmesi gibi nedenlerle delil toplama ve olayın gerçekleşme şeklini belirlemenin giderek zorlaşacağı açıktır (Yavuz Durmuş ve diğerleri, B. No: 2013/6574, 16/12/2015, § 62).

113. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan haklar kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarına ilişkin yükümlülük sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler, hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü kişileri bir suç isnadı dolayısıyla her durumda yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

114. Yürütülecek soruşturmalarda soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin süratli hareket etmeleri yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

115. Ayrıca belirtilmelidir ki yaşam hakkına ilişkin iddialarla ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman, ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Sözleşme ve Türkiye’nintaraf olduğu buna ekprotokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Başvuru konusu olaylar açısından yer verilen somut tespitler, hiçbir şekilde Anayasa Mahkemesince kişilerin masumiyetine veya suçlululuğuna ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemelidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, § 143).

 (ii) İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağı Bakımından

116. Diğer yandan Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 17. maddesinin ihlali anlamında bir kötü muamele olup olmadığını değerlendirirken kendisine sunulan bütün delilleri inceler. Bu deliller başvurucu tarafından ortaya konulmuş, Bakanlık tarafından bildirilmiş veya diğer kaynaklardan elde edilmiş olabilir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kanıtlar yeterince güçlü, açık ve uyumlu çıkarımlardan ya da aksi ispat edilmemiş karinelerden elde edilebilir. Kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

117. Bir muamelenin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme yapılırken muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

118. Kişiyi küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanabilir. Uygulanan bu muamele eziyetten farklı olarak kişide bedensel ya da ruhsal bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

119. Yukarıda belirtildiği üzere AİHM, Benzer ve diğerleri/Türkiye kararında, soruşturma sırasında Genel Müdürlükçe iletilen uçuş kayıt defterlerinde yazılı bilgilerin başvurucuların iddialarını desteklediğini, kamu makamlarının savunmasının iddiaları inkârla sınırlı kaldığını belirterek askerî makamlar tarafından kullanılan güç nedeniyle yaşam hakkının maddi yönünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (bkz. § 32).

120. AİHM olayda yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiği kararında ihlalin giderilmesi için özel önlem belirterek olayın sorumlularının cezasız kalmasının önlenmesi için sorumlularının tespit edilmesi ve cezalandırılmasının sağlanması amacıyla uçuş kayıt defterine dayalı olarak olaya dair etkili bir soruşturma yürütülmesi gerektiğinin altını çizmiştir (bkz. § 36).

121. AİHM'in bahse konu ihlal kararı sonrasında olay hakkında devam eden soruşturmada olay tarihinde görev yapan askerî personelin açık kimliğinin tespit edilemediği ve neticeten dava zamanaşımının dolması nedeniyle dosyanın kovuşturmasızlık kararıyla sonuçlandığı, dolayısıyla olayın sorumlularının tespit edilemediği ve haklarında yargılama yapılamadığı görülmektedir (bkz. § 51).

122. Bu itibarla başvuru dosyasının incelenmesinde soruşturma dosyasında mevcut olan, Genel Kurmay Başkanlığı Hava Kuvvetleri Komutanlığınca Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK mülga 250. madde ile görevli) iletilen 24/8/2012 tarihli yazı (bkz. § 39) ile Genel Müdürlük tarafından 13/2/2012 tarihinde iletilen yazı (bkz. § 21) ve Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 1/8/2012 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK mülga 10. madde ile görevli) iletilen yazı (bkz. § 39) ve eklerindeki belgeler dikkate alındığında -soruşturmanın da olayın sorumluları tespit edilmeden zamanaşımının dolması üzerine kovuşturmasızlık kararıyla sonuçlandığı gözetildiğinde- başvurucular Lali Erdin, Mahmut Bayı, Abdullah Yıldırım, Lezgin Yıldırım, Bilal Yıldırım, Mehmet Yıldırım, Salih Oygur'un yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları bakımından AİHM'in Benzer ve diğerleri/Türkiye kararındaki değerlendirmelerinden ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmadığı kanaatine varılmıştır.

123. Öte yandan AİHM Benzer ve diğerleri/Türkiye kararında olay sırasında meydana gelen terör ve panik ortamı, başvurucuların yakınlarının kötü bir şekilde ölmelerine tanık olmaları, sonrasında cesetleri komşu köylere taşıyıp gömmek zorunda kalmaları, yetkililerden herhangi bir yardım alamamaları, evlerinin nedensiz olarak tahrip edilmesi, yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalmaları ve olaya dair soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle yaşadıkları üzüntü ve stresin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele sayılacak asgari eşiğe ulaştığını tespit ederek mağdurlar açısından söz konusu yasağın ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. § 35).

124. Olay tarihinde bahsi geçen köylerde yaşadıkları ve olay sırasında yaralandıkları yahut yakınlarının öldüğü hususlarında dosya kapsamında bilgi ve belgeler mevcut olan başvurucular Lali Erdin, Mahmut Bayı, Abdullah Yıldırım, Lezgin Yıldırım, Bilal Yıldırım, Mehmet Yıldırım'ın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiaları bakımından AİHM'in Benzer ve diğerleri/Türkiye kararındaki değerlendirmelerinden ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmadığı kanaatine varılmıştır.

125. Açıklanan gerekçelerle adı geçen başvurucular açısından yaşam hakkının ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 (2) Diğer Başvurucuların Yaşam Hakkının Usul Yönünün İhlal Edildiği İddiaları Yönünden

 (a) Genel İlkeler

126. Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla 4/11/1950 tarihinde imzalanan Sözleşme, 10/3/1954 tarihli ve 6366 sayılı Kanun'la Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış ve onay belgesinin 18/5/1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tevdi edilerek Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulunun 22/1/1987 tarihli ve 87/11439 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkı, 25/9/1989 tarihli ve 89/14563 sayılı kararı ile de AİHM'in zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır. Böylece Türkiye, Sözleşme'de bulunan temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğünü kabul etmiş ve yargı yetkisi içinde bulunan tüm bireylere, hukuken bağlayıcı nitelikte ihlal kararı verebilecek bir uluslararası mahkemeye başvuru yapabilme hakkını tanımıştır (Sıddıka Dülek ve diğerleri, B. No: 2013/2750, 17/2/2016, § 68).

127. Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi ile mümkün olabilir. AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmemesi Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı anlamına gelir (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 69).

128. Sözleşme tarafından güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı yönündeki şikâyetlerin incelenmesi ise Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasını bireysel başvuru yoluyla incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa'nın amacı ile bağdaşmaz. Bu sebeple AİHM tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 70).

129. Somut olayda yaşam hakkının usul boyutuna ilişkin AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı olmasına rağmen Anayasa Mahkemesinin aynı konuda yeni bir inceleme yapabilmesi için başvurucunun mağduriyetinin AİHM kararıyla giderilmemiş olması gerekir (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 116). Olaya ilişkin soruşturma dosyasının baştan itibaren açık olduğu, sorumluların tespitine yönelik incelemenin AİHM kararı sonrasında da devam ettiği görülmektedir. Bu durumda AİHM’in ihlal kararı ve buna istinaden ödenen tazminat ile başvurucuların mağdur sıfatının sona erdiği söylenemez. Anayasa Mahkemesinin özellikle AİHM’in kararı üzerine adli makamlar tarafından kararda bildirilen özel önlemi de yerine getirecek şekilde olaydan sorumlu olan kişileri belirleme ve bu eylemleri yaptırım altına alma amacıyla etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini incelemesi gerekir.

130. Bu nedenle yukarıda da belirtildiği üzere (bkz. § 77) başvurucular Ahmet Bengi, Sadık Kaçar, Hamit Kaçar, Abdurrahman Bengi, Hacı Kaçar, Hasan Bedir, İbrahim Kıraç, Zeynep Kalkan, Abdullah Borak, Kasım Kıraç, Durmaz Kalkan, Basri Kalkan, Asker Kalkan, Mehmet Kalkan, Abdulhadi Oygur, Abdullah Oygur, Taybet Oygur, Halime Başkurt (Oygur), Ahmet Yıldırım, Şahin Altan, Ahmet Benzer, Mehmet Benzer, Ata Kaçar, Halil Kaçar, Osman Kaçar, Felek Başkurt (Yıldırım), Selim Yıldırım, Mehmet Aykaç, Cafer Kaçar, Reşit Bengi, İsmail Bengi, Mustafa Bengi, Emin Erdin, Zeynep Erdin, Ayşe Erdin, Hatice Erdin, İsmail Erdin, Sariye Metin, Zeynep Bengi, Abdulaziz Bengi, Fatma Bengi, Emine Bengi, Mehmet Bengi, Sitti Turgun ve Emine Salgın'ın iddiaları hakkında Anayasa Mahkemesince yapılacak inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı olarak ve AİHM'in ihlal kararından sonraki süreç esas alınarak yaşam hakkının usul yönü açısından yapılacaktır.

131. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkının usul yönü konusunda benimsediği genel ilkelere göre kasten meydana getirildiği iddia edilen bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkililiği için;

i. Soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),

ii. Kamu görevlilerinin karıştığı iddia edilen ölümlere ilişkin soruşturmaları yürüten soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması, soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığının yeterli olmayıp aynı zamanda soruşturmanın fiilen de bağımsız olarak yürütülmesi (Cemil Danışman, § 96),

iii. Ceza soruşturmasının fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması, ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),

iv. Hukuk devletine bağlılığın sağlanması ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi amacıyla ceza soruşturması makul bir özen ve süratle yürütülmesi gerekir (Salih Akkuş, § 30).

132. Bu noktada yeniden ifade etmek gerekir ki Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan haklar kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler, hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü kişileri bir suç isnadı dolayısıyla her durumda yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

133. Diğer taraftan soruşturmanın ilerlemesine engel güçlükler olsa da soruşturmaların makul bir sürat ve özenle yürütülmesi gerektiğinin, yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından kritik bir öneme sahip olduğunun da yeniden altını çizmek gerekmektedir. (Deniz Yazıcı, § 96).

134. Her olayın kendine özgü şartlarında değerlendirme yapılması koşuluyla yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan eylemler ile maddi ve manevi varlığa yönelik ağır saldırıların cezasız kalmaması gerekmektedir (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 32).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

135. Somut başvuruya konu olayda AİHM, yaşam hakkının maddi ve usul yönlerinin ihlal edildiğine karar verip tazminata hükmetmenin yanı sıra ihlalin giderilmesine yönelik özel bir önlem belirlemiş; ayrıca ihlal kararından sonra, derdest olan soruşturma kapsamında adli makamlarca gerçekleştirilecek yeni işlemlerin Bakanlar Komitesince denetleneceğini ifade etmiştir. AİHM özellikle olayın sorumlularının cezasız kalmasının önlenmesi için alınacak önlemin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını sağlamak amacıyla uçuş kayıt defterine dayalı olarak etkili bir soruşturma yürütülmesi olduğunu belirtmiştir (bkz. § 36).

136. AİHM yukarıda yer verilen kararında başvurucuların yakınlarının ölümünde ve yaralanmasında sorumluluğu olabilecek kişilerin tespitine yönelik etkili bir soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu kararın gereğini yerine getirmek Sözleşme'ye göre taraf devletin ödevidir. Sözleşme'nin “Kararların bağlayıcılığı ve infazı” kenar başlıklı 46. maddesi uyarınca taraf devletlerin AİHM’in kesinleşmiş kararlarına uyma yükümlülüğü bulunduğu, AİHM'in kesinleşen kararlarının infazı denetleyecek olan Bakanlar Komitesine gönderildiği, Bakanlar Komitesinin taraf devletin verilen kesin karara uygun davranmayı reddettiği görüşünde olması hâlinde ilgili devlete ihtarda bulunduktan sonra bu devletin aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen yükümlülüğünü yerine getirmediği meselesini AİHM'e intikal ettirme yetkisine sahip olduğu ve AİHM'in birinci fıkranın ihlal edildiğini tespit etmesi durumunda alınacak önlemleri değerlendirmesi için davayı Bakanlar Komitesine gönderebileceği düzenlenmiştir.

137. Bu durumda AİHM tarafından verilen ve özel bir tedbir içeren olaya dair ihlal kararının yerine getirilebilmesi için belirtilen önlemin adli makamlarca yerine getirilmesinin gerekli olduğu açıktır.

138. Anayasa Mahkemesince yapılan değerlendirmelerin kişilerin masumiyetine ya da suçluluğuna ilişkin bir değerlendirme niteliği taşımadığı, olaylardaki delillerin değerlendirmesi konusunda asıl sorumlu ve yetkili olanların ilk elden olayları inceleyen yetkili adli makamların olduğu benimsenerek AİHM tarafından verilen ve özel bir tedbir içeren ihlal kararının yerine getirilebilmesi için adli makamlarca etkili bir soruşturma yapılıp yapılmadığına dair yapılan incelemede, AİHM'in ihlal kararında önlem olarak belirttiği uçuş kayıt defterleri ve bu kapsamdaki tüm uçuş bilgilerinin 2012 yılından itibaren soruşturma dosyasında olduğu görülmektedir. Bu kapsamda da adli makamlara Genel Müdürlükçe Şubat 2012 tarihinde iletilen uçuş bilgilerine dair yazının adli makamlarca Temmuz 2012 tarihinde askerî makamlara iletilerek uçuş bilgileri verilen uçaklara ve görevli personelin kimliklerine dair bilgi talep edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 38).

139. Öte yandan soruşturma dosyasının incelenmesinden 2013 ve 2014 yıllarında dört askerî personelin şüpheli olarak ifadesi alındığı, ayrıca Diyarbakır Valiliği ve çeşitli askerî makamlara yazılan müzekkerelerle olay tarihinde görev alan askerî personelin (olayda sorumluluğu bulunabilecek kamu görevlilerinin) kimliklerinin tespitine çalışıldığı fakat aradan geçen uzun zaman nedeniyle istenen bilginin temin edilmesinin mümkün olmadığı görülmüştür. Nitekim bu husus Genelkurmay Askerî Savcılığının 9/4/2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararında da "...Dosyadaki deliller itibarıyla zamanında olayın gerektiği şekilde soruşturulup delillerin yeterince toplanmadığı/toplanamadığı, maddi olayın ve ceza sorumluluğu bulunan kişilerin açık bir şekilde tespitinin yapılmadığı/yapılamadığı, maddi delillerin tam olarak ortaya konmadığı/konamadığı, ... 19 yıl 11 ay geçtikten sonra Askeri Savcılığımıza intikal eden soruşturma dosyasında mevcut bilgi ve belgeler ile Askeri Savcılığımızca kısa bir süre içerisinde dosyaya dâhil edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde maddi olayın ve muhtemel sorumluların tüm gerçekliğiyle ortaya konulamadığı..." şeklinde yer almıştır.

140. Olay tarihinden bu yana geçen zamanla birlikte delillerin kaybolması, yaşananları hatırlamanın güçleşmesi, askerî makamlarca arşiv kayıtlarının belli bir süre sonra imha edilmesi gibi nedenlerle delil toplama ve olayın gerçekleşme şeklini belirlemenin giderek zorlaştığından adli makamlarca bu aşamadan sonra olayda sorumluluğu olabilecek kişilerin tespiti mümkün olmamıştır.

141. Dolayısıyla soruşturma kapsamında ölüm olayının nedeninin ortaya çıkarılması için gerekli adımların zamanında ve yeterli bir şekilde atılmaması nedeniyle 12/11/2013 tarihinde AİHM tarafından verilen ihlal kararından zamanaşımı süresinin dolmasına kadarki süreçte de yürütülen soruşturma kapsamında olayda sorumluluğu olabilecek kişiler tespit edilememiştir.

142. Sonuç itibarıyla adli makamlarca soruşturmanın başından itibaren sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından gerekli sürat ve özenin gösterilmediği, yürürlükteki yargı sisteminde daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul özen ve hızda hareket edilmediği, olayın zamanaşımına uğraması sonucunda sorumluların cezalandırılmamasına sebebiyet verildiği, dolayısıyla AİHM'in ihlal kararının gereklerinin yerine getirilemediği sonucuna varılmıştır.

143. Açıklanan gerekçelerle adı geçen başvurucular açısından yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

2. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

144. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

145. Başvurucular, ihlalin tespiti ve her bir başvurucunun hayatını kaybeden yakını için 250.000 TL, her bir yaralı için ise 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

146. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

147. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

148. İncelenen başvuruda bir kısım başvurucu yönünden yaşam hakkının ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kamu makamlarının eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte bir kısım başvurucu yönünden de yaşam hakkının gerektirdiği etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu açıdan ihlalin aynı zamanda soruşturma makamlarının işlem ve eylemlerinden de kaynaklandığı söylenebilir.

149. Bu durumda yaşam hakkının ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucular Lali Erdin, Mahmut Bayı'ya talepleriyle bağlı olarak ayrı ayrı net 100.000 TL, yaşam hakkının ihlal edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucu Salih Oygur'a ise net 100.000 TL; yaşam hakkının ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucular Abdullah Yıldırım, Lezgin Yıldırım, Bilal Yıldırım ve Mehmet Yıldırım'a müştereken net 130.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

150. Diğer yandan yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün (usul yönünün) ihlal edildiğine karar verildiğinden kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesi uyarınca ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Genelkurmay Askerî Savcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.  Bununla birlikte başvuruya konu olaya ilişkin olarak zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle Genelkurmay Askerî Savcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Bu durumda zamanaşımına uğradığı anlaşılan başvuru konusu olay hakkında yeniden soruşturma açılması için kararın bir örneğinin ilgili Genelkurmay Askerî Savcılığına gönderilmesi imkânı bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır.

151. Somut olayda yeniden soruşturma açılması imkânı olmadığı da dikkate alınarak eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi içinyaşam hakkının usul yönünün ihlali nedeniyle bir kısım başvurucunun yalnızca yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğinin tespitiyle telafi edilemeyecek olan manevi zararları karşılığında "Diğer Başvurucular" başlığı altında isimleri sayılmış olan ve akraba oldukları tespit edilen başvuruculardan Felek Başkurt (Yıldırım) ve Selim Yıldırım'a müştereken net 40.000 TL; başvuruculardan Emin Erdin, Zeynep Erdin, Ayşe Erdin, Hatice Erdin, İsmail Erdin ve Sariye Metin'e müştereken net 40.000 TL; başvuruculardan Zeynep Kalkan, Durmaz Kalkan, Basri Kalkan, Asker Kalkan ve Mehmet Kalkan'a müştereken net 40.000 TL; başvuruculardan İbrahim Kıraç ve Kasım Kıraç'a müştereken net 40.000 TL; başvuruculardan Abdulhadi Oygur, Abdullah Oygur, Taybet Oygur ve Halime Başkurt (Oygur)'a müştereken net 40.000 TL; başvuruculardan Ahmet Benzer ve Mehmet Benzer'e müştereken net 40.000 TL; başvuruculardan Sadık Kaçar, Hacı Kaçar, Ata Kaçar, Hamit Kaçar, Halil Kaçar ve Osman Kaçar'a müştereken net 40.000 TL; başvuruculardan Ahmet Bengi, Abdurrahman Bengi, Reşit Bengi, İsmail Bengi, Mustafa Bengi, Emine Bengi, Mehmet Bengi, Fatma Bengi, Zeynep Bengi, Emine Salgın, Abdülaziz Bengi ve Sitti Turgun'a müştereken net 40.000 TL; başvurucular Hasan Bedir, Ahmet Yıldırım, Şahin Altan, Mehmet Aykaç, Abdullah Borak ve Cafer Kaçar'a ayrı ayrı net 40.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

152. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradığını iddia ettikleri maddi zararlar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olmaları nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

153. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.206,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucular Hatice Benzer ve Sabahattin Borak yönünden başvurunun DÜŞMESİNE,

B. 1. Başvurucular Mehmet Bengi, Süleyman Bayı, Adil Bengi, Abdullah Borak, Nufel Bengi, Ali Bedir'in yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucu Salih Oygur'un insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Başvurucular Lali Erdin, Mahmut Bayı, Abdullah Yıldırım, Lezgin Yıldırım, Bilal Yıldırım, Mehmet Yıldırım'ın yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının; başvurucu Salih Oygur'un yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının ve "diğer başvurucular"ın yaşam hakkı usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. 1. Başvurucular Lali Erdin, Mahmut Bayı, Abdullah Yıldırım, Lezgin Yıldırım, Bilal Yıldırım, Mehmet Yıldırım'ın Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Salih Oygur'un Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. "Diğer başvurucular"ın Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. 1. Yaşam hakkının ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edilmesi nedeniyle başvurucular Lali Erdin, Mahmut Bayı'ya talepleriyle bağlı olarak AYRI AYRI net 100.000 TL; yaşam hakkının ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edilmesi nedeniyle başvurucular Abdullah Yıldırım, Lezgin Yıldırım, Bilal Yıldırım ve Mehmet Yıldırım'a MÜŞTEREKEN net 130.000 TL; yaşam hakkının ihlal edilmesi nedeniyle başvurucu Salih Oygur'a net 100.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

2. Yaşam hakkının usul yönünün ihlal edilmesi nedeniyle başvuruculardan Felek Başkurt (Yıldırım) ve Selim Yıldırım'a MÜŞTEREKEN net 40.000 TL; başvuruculardan Emin Erdin, Zeynep Erdin, Ayşe Erdin, Hatice Erdin, İsmail Erdin ve Sariye Metin'e MÜŞTEREKEN net 40.000 TL; başvuruculardan Zeynep Kalkan, Durmaz Kalkan, Basri Kalkan, Asker Kalkan ve Mehmet Kalkan'a MÜŞTEREKEN net 40.000 TL; başvuruculardan İbrahim Kıraç ve Kasım Kıraç'a MÜŞTEREKEN net 40.000 TL; başvuruculardan Abdulhadi Oygur, Abdullah Oygur, Taybet Oygur ve Halime Başkurt (Oygur)'a MÜŞTEREKEN net 40.000 TL; başvuruculardan Ahmet Benzer ve Mehmet Benzer'e MÜŞTEREKEN net 40.000 TL; başvuruculardan Sadık Kaçar, Hacı Kaçar, Ata Kaçar, Hamit Kaçar, Halil Kaçar ve Osman Kaçar'a MÜŞTEREKEN net 40.000 TL; başvuruculardan Ahmet Bengi, Abdurrahman Bengi, Reşit Bengi, İsmail Bengi, Mustafa Bengi, Emine Bengi, Mehmet Bengi, Fatma Bengi, Zeynep Bengi, Emine Salgın, Abdülaziz Bengi ve Sitti Turgun'a MÜŞTEREKEN net 40.000 TL; başvurucular Hasan Bedir, Ahmet Yıldırım, Şahin Altan, Mehmet Aykaç, Abdullah Borak ve Cafer Kaçar'a AYRI AYRI net 40.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.206,10 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.