Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan tarafın/tarafların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.

Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.

Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir.

İlgili Kararlar:

♦ (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013)
♦ (Seyla Suvari ve Leyla Kalyoncu, B. No: 2013/6313, 5/11/2015)
♦ (Kazım Orhan, B. No: 2013/7875, 20/5/2015)
♦ (Muhbet Adanır ve diğerleri, B. No: 2014/10261, 8/12/2016)
♦ (Bilal Özer, B. No: 2014/16078, 9/1/2018)
♦ (Abdullah Karataş, B. No: 2019/4150, 3/2/2022)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÖZKAN ŞEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2012/791)

 

Karar Tarihi: 7/11/2013

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Recep ÜNAL

Başvurucu

:

Özkan ŞEN

Vekili

:

Av. Adem DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, askerlik görevi sırasında meydana gelen mayın patlaması sonucunda yaralanması nedeniyle, ilgili idare hakkında açtığı tam yargı davası sonucunda, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarı üzerinden vekâlet ücreti belirlendiğini, buna ilişkin düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia ederek iptalini ve hükmedilen tazminat miktarının yeniden değerlendirilmesini talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 26/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 8/3/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. İkinci Bölümün 20/5/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 22/5/2013 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 22/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 29/7/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 6/8/2013 tarihinde sunmuştur.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Osmaniye İli Hasanbeyli İlçe Jandarma Komutanlığında Jandarma Er olarak askerlik görevini ifa etmekte iken, bölücü terör örgütü mensuplarınca yola yerleştirilen uzaktan kumandalı patlayıcının 27/7/2010 tarihinde şoförlüğünü yaptığı askeri aracın geçişi esnasında patlatılması sonucu yaralanmıştır.

9. Başvurucu, maruz kaldığı yaralanma neticesinde yapılan ilk müdahalenin ardından Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Eğitim Hastanesinde her iki kolundaki yumuşak doku kaybı nedeniyle “debridman-greftleme” ameliyatı geçirmiş ve kendisine değişik sürelerle toplam 4,5 ay “hava değişimi” izni verilmiştir.

10. Son hava değişimi izni sonunda başvurucunun sağ ön kol dorsal yüzde orta 1/3’lük bölümünde 10x6 cm boyutunda düzensiz sınırlı hiperpigmente greft dokusu ve son ön kol volar yüzde proksimal 1/2’lik bölümünde 20x10 cm boyutunda düzensiz sınırlı hiperpigmente vital greft dokusu tespit edilerek anılan hastane tarafından “askerliğe elverişlidir” şeklinde ön rapor tanzim edilmiş ve 135 gün iş ve iş gücü kaybının olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu bu rapora itiraz etmiş ve İstanbul Gümüşsuyu Asker Hastanesinde muayenesi yapılarak askerliğe elverişli olduğu yönünde rapor düzenlenmiştir.

11. Jandarma Genel Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunun 18/4/2011 tarih ve 2011/82 sayılı kararı ile 3/11/1980 tarih ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’un 3. maddesi uyarınca başvurucuya 135 günlük iş gücü kaybı nedeniyle 11.771,20 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

12. Başvurucu, meydana gelen olay nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini için İçişleri Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) 29/7/2011 tarihinde tam yargı davası açmış, davalı idareden 200.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi tazminat ve adli yardım taleplerinde bulunmuştur.

13. AYİM Nöbetçi Dairesinin 10/8/2011 tarih ve E.2011/140 sayılı kararı ile 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 56. ve 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 465. maddeleri gereğince başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

14. Davaya bakan AYİM İkinci Dairesi, başvurucunun maddi zararının tespit edilebilmesi için bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermiştir. Bilirkişinin 12/4/2012 tarihli raporunda, başvurucunun maddi zararının 5.311,00 TL olduğu bildirilmiştir.

15. Başvurucu, AYİM İkinci Dairesine sunduğu 20/4/2012 tarihli dilekçesi ile 200.000,00 TL tutarındaki maddi tazminat talebinin 180.000,00 TL’lik kısmından feragat ettiğini bildirmiştir. Dilekçenin ilgili kısmı şöyledir:

“…

Konu düzeltme talebimizin, davada haksız oluşumuzdan değil; dava açıldığı tarihte ıslah kuralları da dikkate alınarak müvekkilin herhangi bir zarara uğramaması amacıyla … feragat edilen miktar da dahil olmak üzere talepte bulunmak zorunda kaldığımızı, bu nedenle … feragat edilen tazminat miktarı doğrultusunda davalı idare lehine avukatlık ücretine hükmedilmemesini;

…”

16. AYİM İkinci Dairesi, 16/5/2012 tarih ve E.2011/1166, K.2012/539 sayılı kararı ile tıbbi rapor ve bilirkişi raporu doğrultusunda 5.311,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminatın, 27/7/2010 tarihinden ödeme tarihine kadar hesaplanacak % 9 oranındaki yasal faizi ile birlikte, başvurucuya ödenmesine ve fazlaya ilişkin tazminat taleplerinin reddine; ayrıca, başvurucunun feragat isteminin etkili olmadığı gerekçesiyle dikkate alınmayarak 2/11/2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (659 sayılı KHK) 6. ve 14. maddeleri gereğince reddedilen tazminat talepleri üzerinden hesaplanan 18.531,34 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye ödenmesine karar vermiştir.

17. Başvurucu bu karar aleyhine karar düzeltme yoluna başvurmuş ve AYİM İkinci Dairesinin 17/10/2012 tarih ve E.2012/576, K.2012/924 sayılı kararı ile başvurucunun talebi reddedilmiştir. Bu şekilde başvuru yolları tüketilmiş, anılan ret kararı başvurucuya 5/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 26/11/2012 tarihinde, Anayasa Mahkemesine süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

19. 659 sayılı KHK’nin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:

“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.

(2) İdareler lehine karara bağlanan ve tahsil olunan vekalet ücretleri, hukuk biriminin bağlı olduğu idarenin merkez teşkilatında bir emanet hesabında toplanarak idare hukuk biriminde fiilen görev yapan personele aşağıdaki usul ve sınırlar dahilinde ödenir.

a) Vekalet ücretinin; dava ve icra dosyasını takip eden hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü veya avukata %55’i, dağıtımın yapıldığı yıl içerisinde altı aydan fazla süreyle hukuk biriminde fiilen görev yapmış olmak şartıyla, hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara %40’ı (…) eşit olarak ödenir.

b) Ödenecek vekalet ücretinin yıllık tutarı; hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü, avukatlar için (10.000) gösterge (…) rakamının, memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarının oniki katını geçemez.

c) Yapılacak dağıtım sonunda arta kalan tutar, hukuk biriminde görev yapan ve (b) bendindeki tutarları dolduramayan hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara ödenir. Bu dağıtım sonunda arta kalan tutar üçüncü bütçe yılı sonunda ilgili idarenin bütçesine gelir kaydedilir.

(3) Hizmet satın alınan avukatlara yapılacak ödemeler bu madde kapsamı dışındadır.”

20. 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:

“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 7/11/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/11/2012 tarih ve 2012/931 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu, terör eylemi sonucunda maruz kaldığı maddi ve manevi zararların tazmini için açtığı dava sonucunda, yetersiz miktarda bir tazminata hükmedildiğini, hükmedilen tazminatın hesaplanmasında belgelendirilemeyen tedavi masraflarının, vücut bütünlüğüne ilişkin zararının, 135 günlük iş gücü kaybının, ameliyat sonrasında oluşan güç kaybının, tedavi sırasında kendisinin ve yakınlarının çektiği acı ve sıkıntıların ve diğer manevi zararlarının dikkate alınmadığını ve AYİM kararının bu nedenle hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek yeniden değerlendirilmesini talep etmiştir.

23. Başvurucu öte yandan, hukuk muhakemesi sisteminde yer alan ıslah müessesesinin, askeri idari yargılama usulü için öngörülmediğini belirterek davanın açıldığı tarihte zarar miktarını tespit etmenin olanaksız olması karşısında her hangi bir hak kaybına uğramamak için tazminat taleplerini zorunlu olarak yüksek tuttuğunu, maddi durumunun iyi olmaması nedeniyle yargılama sürecinde adli yardım talebinde bulunduğunu ve bu talebinin kabul edildiğini, ancak dava açıldığı zaman yürürlükte olmayan bir düzenlemeye dayanılarak, reddedilen miktar üzerinden nispi olarak hesaplanan 18.531,34 TL vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edildiğini, böylece lehine hükmedilen maddi ve manevi tazminatın neredeyse tamamının vekâlet ücreti olarak idareye geri verildiğini, bunun dayanağı olan 659 sayılı KHK’nin 14. maddesinin (1) numaralı fıkrasının Anayasa’nın 36. ve 125. maddelerine aykırı olduğunu, Anayasa’da tanımlanan “hak arama hürriyeti”nin kullanılmasını engellediğini ileri sürmüş ve anılan kuralın iptalini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Hak Arama Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası

24. Başvurucu, haksız çıkan tarafa nispi vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik bir düzenlemenin olmadığı bir dönemde dava açtığını ve o dönemde idari yargıda ıslah imkânı bulunmadığını belirterek dava açarken o dönemin koşullarına göre dava konusu tazminat miktarını belirlediğini, dava devam ederken yürürlüğe giren 659 sayılı KHK’daki düzenleme nedeniyle öngörmediği bir şekilde vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edildiğini, bu durumun hak arama özgürlüğünü kısıtladığını iddia etmiştir. Başvurucunun bu iddiası, adil yargılanma hakkının bir unsuru olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenecektir.

25. Bakanlık görüş yazısında, başvurunun bu yönünün kabul edilebilirliği konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.

26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

27. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

28. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

29. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“1. Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”

30. Asker kişilerin, askeri idarenin eylem ve işlemlerinden doğan kişisel zararlarının tazmini, Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükler” kavramı içerisinde yer almakta olup bu tür uyuşmazlıkların Anayasa ve Sözleşme’de düzenlenen adil yargılanma hakkının koruma alanı kapsamında yer aldığı konusunda tereddüt yoktur.

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden görülmeyen başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Tazminat Miktarının Adil Olmadığı İddiası

32. Başvurucu, lehine hükmedilen tazminat miktarının belirlenmesinde, belgelendirilemeyen ulaşım, iaşe, ibate vb. masraflarının; vücut bütünlüğüne ilişkin zararlarının, kalıcı sakatlık nedeniyle maruz kaldığı güç kaybının ve olay nedeniyle maruz kaldığı elem ve ıstıraplarının dikkate alınmaması nedeniyle AYİM kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek yeniden değerlendirilmesini talep etmiştir.

33. Bakanlığın görüş yazısında yerel mahkemelerce olguların veya hukukun değerlendirilmesindeki farklılıkların, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından güvence altına alınan haklar ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece bireysel başvuru konusu yapılamayacağı, Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceğinin belirtildiği, tazminat miktarlarının usulüne uygun, adil olup olmadığı tartışılabilirse de, bu konunun ilk derece mahkemelerinin yetkisinde olduğu, bu nedenle bu yöndeki şikâyetin bireysel başvuruya konu olamayacağı bildirilmiştir.

34. Başvurucu, cevap dilekçesinde başvurunun bu yönüne ilişkin olan ve yukarıda nakledilen Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamış, Bakanlık görüşünün genelindeki aleyhe olan hususları kabul etmediğini bildirmiştir.

35. Başvurucu başvuru dilekçesinde AYİM’in hükmettiği tazminat miktarlarının maddi ve manevi zararlarını gidermediğini ve bu nedenle hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek Anayasa Mahkemesince yeniden değerlendirilmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu şikayeti Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan vücut bütünlüğünün korunması hakkı çerçevesinde incelenecektir.

36. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

37. Somut başvuruya ilişkin ortak koruma alanının, Anayasa’nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde tespit edilmesi gerekmektedir.

38. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”

39. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”

40. Anılan Anayasa ve Sözleşme hükümleri ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü, gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır. Bu çerçevede devletin, egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü altında bulunan kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen müdahaleleri önleme, önlenememiş olan müdahalelere yönelik olarak da gerekli soruşturma, kovuşturma, failleri tespit edip cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan zararları etkili bir şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü bulunmaktadır. Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden doğan zararlara yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin, Anayasa’nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda, kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez.

41. Bu çerçevede, askerlik görevi sırasında terör eylemi sonucunda yaralanan başvurucunun, bu olay nedeniyle kendisine yeterli ve adil bir tazmin sağlanmadığı iddiası, Anayasa’nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 8. maddesinin ortak koruma alanı kapsamında yer almaktadır.

42. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, açıkça dayanaktan yoksun bireysel başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.

43. Somut olayda, bölücü terör örgütü militanları tarafından döşenen mayının patlaması sonucu yaralanan ve bu nedenle 135 gün iş gücü kaybına maruz kalan başvurucuya idare tarafından 2330 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca 11.771,20 TL tazminat ödenmiştir.

44. Kendisine ödenen tazminatı yeterli görmeyen başvurucu, idare aleyhine AYİM’de tam yargı davası açarak karşılanmamış olan maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesini talep etmiştir. Başvurucunun davasını inceleyen AYİM İkinci Dairesi başvurucunun tazminat talebinin kısmen kabulüne karar vererek 5.311,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“ … bölücü terör örgütü mensuplarında yerleştirilen uzaktan kumandalı mayının patlaması sonucu aralarında davacının da bulunduğu (4) kişinin yaralandığı, olay neticesinde Osmaniye Devlet Hastanesine sevk edilen davacının, buradan GATA’ya sevkedildiği, yapılan tedavisini müteakip 17.08.2010 tarihinden geçeli olmak üzere 45 gün hava değişimi verilerek taburcu edildiği, tedaviler sonucunda GATA tarafından verilen 22.12.2010 gün ve … numaralı rapor ile davacı hakkında ‘A/25 F.10 Askerliğe Elverişlidir’ kararlı rapor verildiği, J.Gn.K.lığı Nakdi Tazminat Komisyonu tarafından verilen 18.04.2011 gün ve 2011/82 sayılı karar ile, ‘meydana gelen olayın, 2330 sayılı … Kanun kapsamında olduğu ve aynı Kanunun 3’üncü maddesi uyarınca davacıya (135) gün iş gücü kaybı karşılığı 11.771,20 TL nakdi tazminat ödenmesine’ karar verildiği, tarihli dilekçe ile davalı idareye müracaat ederek tazminat talep ettiği, ancak bu talebe 60 gün içinde cevap verilmeyerek zımnen reddedilmesi üzerine süresi içinde 29.07.2011 tarihinde AYİM’de iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.

İdare hukuku ilkelerine ve T.C. Anayasasının 125’inci maddesine göre; idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür. Bu suretle idarenin sorumluluğu Anayasa prensibi olarak kabul edilmiştir. İdarenin sorumluluğunun hangi esaslara göre belirleneceği Anayasada belirtilmemiş olup bu meselenin halli doktrin ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Bugün idarenin sorumluluğu, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru ister kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılsın, idarenin tazminle sorumlu tutulabilmesi için bir zararın varlığı, zararı doğuran işlem veya eylemin idareye yüklenebilir nitelikte olması, zararlı sonuçla işlem veya eylem arasında doğrudan doğruya bir illiyet bağının bulunması, zarara yol açan eylemin bir hizmet kusuru teşkil etmesi veya kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanmasına elverir nitelikte olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi zorunludur. Maddi olguda bu koşullardan birinin yokluğu, idarenin tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırır. Bu nedenle ortada bir zarar yoksa veya meydana gelen zarar idari eylem ya da işlemden doğmamış ise yahut zararla idari eylem veya işlem arasında nedensellik bağı kurulamıyorsa idarenin tazmin sorumluluğundan söz edilemez.

Dava konusu olayda; davacının mayın patlaması sonucunda yaralandığı, olayın meydana gelmesinde davalı idareye yüklenebilecek bir hizmet kusurundan bahsetme mümkün olmasa da, olayın görev sırasında meydana gelmesi ve yürütülen hizmet ile ortaya çıkan zararlı sonuç arasında doğrudan bir illiyet bağının bulunması nedeniyle, ortaya çıkan zararın zarar gören üzerinde bırakılmayarak topluma yayılmasının, adalet, eşitlik ve hakkaniyet kurallarına uygun düşeceğinden davacının zararının, kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince karşılanması gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.

Davacının olay sebebiyle maruz kaldığı sakatlık oranının belirlenmesi için Kurulumuzca sevk edildiği GATA Komutanlığının 24.01.2012 gün ve … sayılı tıbbi rapor ile; davacının %4 oranında meslekte kazanma gücünden kaybettiği bildirilmiştir.

Davacının maddi zararının hesaplanması için resen seçilen bilirkişi tarafından tanzim olunup Mahkememize ibraz edilen 12 Nisan 2011 tarihli bilirkişi raporunda, nakdi tazminatın mahsubundan sonra davacı Özkan ŞEN’in 5.311,00 TL maddi tazminat hak edişinin bulunduğu bildirilmiştir.

Ayrıca davacı Özkan ŞEN’e olay nedeniyle duyduğu ve ömür boyu duyacağı acı ve ıstırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla, olayın meydana geliş şekli, davacının askerlik statüsü, paranın alım gücü ve işleyecek yasal faiz dikkate alınarak uygun miktarda manevi tazminat verilmesine hükmedilmiştir.

…”

45. Görüldüğü üzere, başvurucu hakkında düzenlenen tıbbi raporlar, iş gücü kaybı, sakatlık oranı, ilgili Kanun’a dayalı olarak yapılan nakdi tazminat ödemesi, asgari ücret miktarı ve diğer faktörler dikkate alınarak bilirkişi marifetiyle başvurucunun maddi zararı hesaplanmış ve manevi zararı tespit edilerek buna ilişkin tazminat da Mahkemece takdir edilmiş olup belirlenen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve başvurucunun uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in kararında herhangi bir keyfilik tespit edilmediğinden Anayasa Mahkemesinin tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda Mahkemenin takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz.

46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan anayasal hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşıldığından, tazminat miktarının adil olmadığına dair başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

47. Başvurucu, ıslah imkânının ve haksız çıkan tarafa nispi vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik bir düzenlemenin olmadığı dönemde dava açtığını ve dava açarken o dönemin şartlarına göre dava konusu miktarı belirlediğini, dava devam ederken yürürlüğe giren 659 sayılı KHK’deki düzenleme ile öngörmediği bir şekilde vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edildiğini, bu durumun hak arama özgürlüğünü kısıtladığını iddia etmiştir.

48. Bakanlık görüş yazısında ilk olarak, mahkemeye erişim hakkının belli şartlar altında bir takım sınırlamalara tabi tutulabileceği, bu sınırlamaların orantılı olup olmadığının, yargılama giderlerinin makullüğü, başvurucunun ödeme gücü, davanın özel ayrıntıları ve sorumluluğun yüklendiği dava safhasına göre değerlendirilmesinin gerektiği ifade edilmiştir. İkinci olarak, yargılama giderlerinin karşılanmasında sorumluluğun büsbütün başvurucuya yüklenmesinin devletin adil yargılanma kapsamındaki hakları güvenceye alma noktasındaki pozitif yükümlülüğünün ihlali anlamına geldiği, ancak “kaybeden öder” kuralı muhtemel davacıları mahkeme önüne abartılı talepler getirmekten vazgeçirdiği için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), bu durumun mahkemeye erişim hakkını engelleyici bir kısıtlama olabileceğini fakat bu tür bir düzenlemenin tek başına Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile çelişmeyeceğini belirttiği ifade edilmiştir. Son olarak AİHM’e göre başvuranın basit usuli kabahatine yüklenen usuli yaptırımın, kendisine yapılan kötü muameleden ötürü aldığı tazminat miktarını haksız yere düşürdüğü, bu durumun, başvuranın mahkemeye erişim hakkının özüne zarar veren bir kısıtlama olarak görüldüğü, başvuru konusu olayın çözümlenmesinde 659 sayılı KHK’nin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale oluşturup oluşturmadığı, oluşturmakta ise bunun ölçülü olup olmadığı ve kişiye aşırı yük yükleyip yüklemediği ve şikâyet konusu işlemin hak arama hürriyetini ihlal ettiği yönündeki başvurucu iddialarının değerlendirilmesinde yukarıda belirtilen hususların da Anayasa Mahkemesince göz önünde bulundurulması gerektiğinin düşünüldüğü belirtilmiştir.

49. Başvurucu, 5/8/2013 tarihli cevap dilekçesinde, başvuru dilekçesindeki görüşlerini tekrarlayarak Bakanlık görüşünün, aleyhte olan yönlerini kabul etmediğini bildirmiştir.

50. Başvurucu lehine hükmedilen tazminat tutarının neredeyse tamamının nispi vekâlet ücreti olarak başvurucudan tahsiline karar verilmesi ve bu şekilde başvurucunun mahkemeye başvurmasının ve dava sonucunda lehine tazminata hükmedilmesinin önemli ölçüde anlamını yitirmiş olması, ihlal iddiasının özünü oluşturmaktadır.

51. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde, mahkemeye erişim hakkına açıkça yer verilmemişse de maddenin (1) numaralı fıkrasındaki “herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından davasının … görülmesini istemek hakkı...” ifadeleri çerçevesinde ve hakkın doğası gereği mahkemeye erişim hakkını da kapsadığının kabulü gerekir.

52. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.

53. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. Başvuru konusu olayda dava açıldıktan sonra 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu davaların, idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından takibi öngörülmüş olup, davanın reddi halinde idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 - 39).

54. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.

55. Başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını açtığı 29/7/2011 tarihi itibarıyla 1602 sayılı Kanun’da, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesine veya dava sonucunda haksız çıkan davacının, her halükarda davalı idare lehine reddedilen miktar üzerinden nispi vekâlet ücreti ödenmesini öngören bir düzenleme bulunmamaktadır.

56. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması da 1602 sayılı Kanun gereği 2/11/2011 tarihi öncesinde mümkün olmadığından, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek bulunmamaktadır.

57. Başvurucu da bu şartlar altında düzenlediği 29/7/2011 tarihli dilekçe ile idare aleyhine tam yargı davası açarak 200.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. AYİM önündeki davalarda haksız çıkan davacı aleyhine ve davalı idare lehine vekalet ücreti ödenmesine ilişkin 659 sayılı KHK’nin 14. maddesindeki düzenleme, 2/11/2011 tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu düzenlemeyi dikkate alan AYİM de başvurucu lehine toplam 25.311,00 TL tazminata hükmettikten sonra başvurucunun, reddedilen fazlaya ilişkin tazminat talepleri üzerinden davalı idareye 18.531,34 TL vekalet ücreti ödemesine karar vermiştir. Görüldüğü üzere başvurucu, hak kazandığı 25.311,00 TL tazminatın ancak 6.779,66 TL’lık kısmına kavuşabilmiştir. Bu nedenle AYİM’in tazminata ilişkin bu kararının etkili bir sonuç doğurmadığı, başvurucunun tazminat alacağının önemli bir kısmından mahrum kaldığı ve bu durumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğunda kuşku yoktur.

58. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012). AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkın sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen, bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda devletin bir takım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu kabul etmektedir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir (bkz. Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57).

59. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

60. 659 sayılı KHK’nin 14. maddesi ile tahkim usulüne tabi olanlar dâhil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde, ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekâlet ücretinin takdir edileceği düzenlenmiştir. Bu süreçte, düzenleme öncesi hukuki duruma göre dava açan kişiler, reddedilen dava konusu miktar üzerinden nispi vekâlet ücreti ödeme zorunluluğu ile karşı karşıya kalmışlardır. Söz konusu düzenleme öncesinde AYİM’de açılan tam yargı davalarında belli koşullarda reddedilen kısım üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesi mümkün ise de sözü edilen düzenleme ile kaybedilen her dava açısından idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesi kural haline getirilmiştir.

61. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.

62. Ancak, yukarıda da ifade edildiği üzere, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gereklidir.

63. 659 sayılı KHK’nin genel gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

“…

İdarelerin taraf oldukları uyuşmazlıkların; tarafların hak ve menfaatlerinin eşit ve dengeli olarak değerlendirilerek, adil ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesi, idarelerin taraf oldukları davaların; usul ekonomisine uygun olarak, imkanlar ölçüsünde idarelerin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından takibi, davaların takibinde, mahkeme kararlarının hukuka uygun olarak, adil, süratli ve en az masrafla verilebilmesine yardımcı olunması ilkeleri getirilmektedir.

Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin taraf olduğu adli davaların başka bir idarenin bünyesinde takibinden kaynaklanan zaman ve kırtasiye israfının önüne geçilmesi, davaların kural olarak her idarenin bünyesindeki görevliler tarafından takibi sayesinde gerekli koordinasyon ve işbirliğinin daha iyi sağlanması, davaların takibinde konusuna göre uzmanlaşma sağlanarak verimin artırılması öngörülmektedir.

… Bu kapsamda; genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerin tamamına kendi dava ve icra işlerini, kendi bünyelerinde istihdam edecekleri hukuk müşavirleri ve avukatları aracılığıyla takip etme imkanı getirilmektedir. Belli idarelerin birbirlerinden avukatlık hizmeti alabilmelerine imkan sağlanmakta ayrıca idarelere, dava ve icra işlemlerinde serbest avukatlardan ve avukatlık ortaklıklarından, hizmet satın alma imkanı getirilmektedir.

..

64. 659 sayılı KHK’nin 14. maddesinin gerekçesi şu şekildedir:

“Madde ile, idarelerin taraf olduğu her türlü dava ve icra takibi sonrasında takibin idare lehine sonuçlanması halinde idare lehine vekalet ücreti takdir edilmesi yönünde düzenleme yapılmaktadır. Yapılan düzenlemeyle; artık idarelerin davaları ve icra işlemlerini avukatla takip edip etmediğine bakılmaksızın, davaların idarelerin lehine sonuçlanması halinde vekalet ücretine hükmedilmesi öngörülmekte böylece bu konuda davalarını avukatla takip etmeyen idareler aleyhine oluşan aleyhe ve tarafların eşitliğine uygun düşmeyen durum ortadan kaldırılmaktadır. Ayrıca madde ile, tahsil edilen vekalet ücretlerinin dağıtımına dair usul de yeniden düzenlenerek netleştirilmektedir.”

65. Belirtilen düzenlemenin, yukarıda nakledilen gerekçelerde de ifade edilen hukuk hizmetlerinde etkililik ve uzmanlaşma ile kamu yararının sağlanmasına yönelen amacı dikkate alındığında müdahalenin meşru bir amacının olmadığı söylenemez. Bu çerçevede, talep konusunun reddedilen kısmının belirli bir oranının karşı tarafa vekâlet ücreti olarak ödenmesi yükümlülüğü öngörülmesi tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal eden bir müdahale olarak nitelendirilemez.

66. Ancak somut olayın koşulları bir bütün halinde değerlendirildiğinde, başvurucunun maddi durumunun elverişsiz olması nedeniyle lehine adli yardım kararı verildiği, ayrıca dava açıldığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla talebini yüksek tuttuğu, bilirkişi raporlarının tamamlanmasından sonra fazlaya ilişkin taleplerinden feragat etmesine rağmen bunun mahkemece kabul edilmediği ve hak kazandığı tazminatın yaklaşık 3/4’ünü vekâlet ücreti adı altında davalı idareye geri ödemek zorunda bırakıldığı ve açılan tazminat davasının bu şekilde başvurucu açısından anlamsız hale geldiği dikkate alındığında yapılan müdahalenin ölçülü olduğu söylenemez

67. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

68. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

69. Başvuru konusu olayda, tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren 8.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine, karar verilmesi gerekir.

70. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Tazminat miktarının adil olmadığı yönündeki başvurunun, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine dair başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale nedeniyle başvurucuya 8.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

E. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

7/11/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SEYLA SUVARİ VE LEYLA KALYONCU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6313)

 

Karar Tarihi: 5/11/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 15/1/2016-29594

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

Raportör

:

Selami ER

Başvurucular

:

Seyla SUVARİ

 

 

Leyla KALYONCU

Vekili

:

Av. Coşkun DOĞRU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında kamulaştırma bedelinin ödenmediğinin ispatının davacıdan istenmesi ve değişen kanuna rağmen aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/8/2013 tarihinde İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 26/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 27/4/2015 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın 30/6/2015 tarihli görüş yazısı 14/7/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş; başvurucu vekili, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde 28/7/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

6. Leyla Kalyoncu tarafından yapılan aynı taşınmaza ilişkin benzer iddiaları içeren 2013/6316 numaralı bireysel başvuru dosyası, konu bakımından aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle birleştirilmiş; incelemeye 2013/6313 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile dava dosyasında yer aldığı şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucuların murislerinin paydaş oldukları Gaziemir ilçesi Atıfbey Mahallesi 212 ada 74 numaralı parselde tapuya kayıtlı taşınmaz, 1974 yılında İzmir Cumaovası Havaalanı pistinin genişletilmesi amacıyla 4/11/1960 tarihli 6830 sayılı Kanun’a dayanılarak Millî Savunma Bakanlığı (İdare) tarafından kamulaştırılmış, 6830 sayılı Kanun’un 17. maddesi gereği davalıya noterlikçe tebligat yapılmış; istimlak bedeli olan 32.507 TL taşınmaz sahipleri adına Ziraat Bankası İzmir Şubesine bloke edilmiştir.

9. İdarenin talebiyle açılan dava sonucunda İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15/10/1974 tarihli ve E. 1974/490, K.1974/529 sayılı kararıyla tarla niteliğindeki taşınmazın 6830 sayılı Kanun'un 16. maddesi uyarınca Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline karar verilmiştir.

10. Başvuruculardan Seyla Suvari, 15/8/2011 tarihinde İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde, Leyla Kalyoncu ise İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma evrakının mirasçılara tebliğ edilmediği ve kamulaştırma bedelinin de ödenmediği iddiasıyla 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 6. maddesine dayanarak hisselerine düşen miktarların ödenmesi için dava açmıştır.

11. Davalı İdare, dava konusu taşınmazın 1974 yılında kamulaştırıldığını ve bedelinin ödendiğini, Mahkemenin 15/10/1974 tarihli kararıyla taşınmazın Hazine adına tapuya tescil edildiğini, bu nedenle 2942 sayılı Kanun’a 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kanun’la eklenen geçici 6. maddeye dayanılarak dava açılamayacağını beyan ederek davaların reddini talep etmiştir.

12. Mahkemece yaptırılan inceleme sonucunda dava konusu taşınmazın Mahkeme kararına istinaden 22/4/1982 tarihinde, Hazine adına tescil edildiği ve taşınmazın havaalanı sınırları içinde bulunduğu tespit edilmiştir.

13. İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesince 1/3/2012 tarihli ve E.2011/463, K.2012/80 sayılı ilamla dava dosyasının İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesindeki dava dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir.

14. Başvurucular 1/6/2012 tarihli ıslah dilekçesi ile dava değerini artırarak 206.221,55 TL'nin tahsilini talep etmişlerdir.

15. Mahkemece Ziraat Bankası İzmir Şubesinden kamulaştırma bedelinin başvurucunun murisleri adına yatırılıp yatırılmadığı ve yatırıldıysa ödeme yapılıp yapılmadığına dair bilgi istenmiş, ilgili Banka 1/8/2012 tarihli cevap yazısında bahse konu belgelerin saklama süresinin dolması nedeniyle ödemeye ilişkin belgelerin arşive kayıtlarında bulunmadığını ifade etmiştir.

16. Mahkeme, 1/3/2012 tarihli ve E.2011/58, K.2012/489 sayılı kararı ile dava konusu taşınmazın 1974 yılında kamulaştırıldığı, kamulaştırma bedelinin ilgili şahıslar adına bankaya yatırıldığı, kamulaştırma davasının karara bağlandığı, başvuruya konu dava açılıncaya kadar kamulaştırma bedelinin mirasçılar tarafından alınmadığına dair bir iddiada bulunulmadığı, kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığının anlaşıldığı ancak murislerin ölümünden sonra uzun süre geçmesi ve belgeleri saklama süresinin dolmuş olması nedeniyle ödemenin ilgilisine yapılamaması hâlinin davayı ispatlamadığı, bu hususun davanın kabulü için tek başına yeterli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine; davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden asıl davada 6.207 TL, birleşen davada 16.823 TL vekâlet ücretinin davacılardan alınıp davalıya verilmesine karar verilmiştir.

17. Bu karar, Yargıtay 18. Hukuk dairesinin 25/3/2013 tarihli ve E.2013/2349, K.2013/4758 sayılı ilamı ile onanmıştır.

18. 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesinin yedinci fıkrası değiştirilerek nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücreti uygulanacağı, onuncu fıkrasıyla değişen hükümlerin kesinleşmeyen davalara da uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Bahsedilen düzenleme 11/6/2013 tarihli ve 28674 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir.

19. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 17/6/2013 tarihli ve E.2013/8629, K.2013/10428 sayılı ilamı ile reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.

20. Bu ilam başvuruculara 16/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 15/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B. İlgili Hukuk

21. 2942 sayılı Kanun'un, 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile yapılan değişiklikten önceki geçici 6. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.

İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır."

22. 2942 sayılı Kanun'un, 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile yapılan değişiklikten sonraki geçici 6. maddesinin birinci, altıncı ve yedinci fıkraları ile onuncu fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

"Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.

..

İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği tarihten itibaren üç ay içinde malik veya idare tarafından bedel tespiti davası açılabilir. Dava açılması hâlinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir. Tespit edilen bedel, bu maddenin sekizinci fıkrasına göre idarece ödenir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen bedele ilişkin temyiz hakkı saklıdır.

Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir.

…Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır.”

23. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33. maddesi şöyledir:

"Hâkim, Türk hukukunu resen uygular."

24. 6100 sayılı Kanun’un 189. maddesi şöyledir:

“ (1) Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir.

 (2) Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.

 (3) Kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar, başka delillerle ispat olunamaz.

 (4) Bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir.”

25. 6100 sayılı Kanun’un 190. maddesi şöyledir:

“(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.

 (2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.”

26. 6100 sayılı Kanun’un 191. maddesi şöyledir:

“(1) Diğer taraf, ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir. Karşı ispat faaliyeti için delil sunan taraf, ispat yükünü üzerine almış sayılmaz.”

27. 6100 sayılı Kanun'un 323. maddesi şöyledir:

"Yargılama giderleri şunlardır:

.

ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.

. "

28. 6100 sayılı Kanun’un 448. maddesi şöyledir:

“Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 5/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 15/8/2013 tarihli ve 2013/6313 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

30. Başvurucular, murisleri adına tapuya tescilli taşınmazın 1974 yılında kamulaştırıldığını, kamulaştırma kararının tebliğ edilmediğini ve kamulaştırma bedelinin ödenmediğini, 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesi gereği taşınmazın bedelinin ödenmesi talebiyle dava açtığını, Mahkemece kamulaştırma tarihinden itibaren uzun süre geçtiği için kamulaştırma bedelinin ödenmediğinin ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verildiğini, hükmün Yargıtay tarafından onandığını, kamulaştırma bedelinin ödendiğini idarenin ispatlaması gerektiği hâlde ispat yükünün Mahkemece kendilerine yüklendiğini, 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesi gereği dava sonunda maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği hâlde nispi vekâlet ücretinin tahsiline karar verildiğini, bedel ödenmeksizin taşınmaza el konulduğunu belirterek Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

32. Başvurucuların adil yargılanma hakkına yönelik şikâyetlerinin özü, ispat külfetiyle bağlı olarak yargılama sürecinde delillerin değerlendirilmesi ve yorumlanmasında hata yapılarak hakkaniyete uygun yargılanma haklarının Kanun’un açık hükmüne rağmen nispi vekâlet ücretine hükmedilerek mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine ilişkin olup her iki şikâyet bu başlıklar altında değerlendirilmiştir.

33. Başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası, temel olarak başvuruya konu Mahkeme kararının sonucuna bağlı olup delillerin değerlendirilmesi ve ispat külfetiyle ilgili olarak Mahkeme kararının hakkaniyete uygun olmaması veya bu konuyla ilişkili olarak yargılama sürecinde ve kararda başvurucuların anayasal haklarının ihlal edildiğinin anlaşılması hâlinde incelenebilecek bir konu olduğundan bu aşamada mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Delillerin Değerlendirilmesi ve İspat Külfetine Yönelik İddia

34. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz."

35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, . açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

36. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

37. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması; bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi, bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesine ilişkin şikâyetleri, adil yargılanma hakkının kapsamında “hakkaniyete uygun yargılanma (fair hearing) hakkı” çerçevesinde incelenmektedir. AİHM’e göre “delillerin kabul edilebilirliği”, öncelikle iç hukukun düzenleme alanına girer ve “delillerin değerlendirmesi” kural olarak ulusal mahkemelerin görevidir. Bireysel başvuru kapsamında Mahkemenin görevi -delillerin elde edilme yöntemi de dâhil- yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını saptamaktır (Ceza yargılaması yönünden bkz. Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008), § 52; hukuk yargılaması yönünden bkz. Elsholz/Almanya [BD], B. No: 25735/94, 13/7/2000, § 66).

39. Delillerin kabul edilebilirliği veya değerlendirilmesi gibi konular öncelikle derece mahkemelerinin görevi olup bu konuya ilişkin takdir yetkisi ilgili mahkemelere aittir. Derece mahkemelerinin olguların veya hukukun değerlendirilmesindeki yorum farklılıkları, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme/AİHS) tarafından güvence altına alınan haklar ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece bireysel başvuru kapsamında inceleme konusu yapılamaz.

40. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B.No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

41. Başvuru konusu olayda başvurucuların murisleri adına tapuya tescilli taşınmazın 1974 yılında kamulaştırıldığı hâlde kamulaştırma kararının tebliğ edilmediği ve kamulaştırma bedelinin ödenmediği iddiasıyla 2011 yılında açtığı davada Mahkeme söz konusu taşınmazın 6830 sayılı Kanun’a dayanılarak kamulaştırıldığını, 15/10/1974 tarihli Mahkeme kararıyla Hazine adına tescil edildiğini, kamulaştırma bedelinin Ziraat Bankası İzmir Şubesinde davalılar adına bloke edildiğini tespit ederek söz konusu Bankadan taşınmaz sahiplerine yapılan ödemeleri istemiş, Bankanın belge saklama süresinin dolması nedeniyle ödeme evraklarını sunamaması üzerine kamulaştırma bedelinin 22/02/1974 tarihinde başvurucuların murisi adına Bankaya yatırıldığı, 15/10/1974 tarihli tescil kararı doğrultusunda taşınmazın 22/04/1982 tarihinde Hazine adına tescil edildiği, bedelin yatırılma tarihi ve tescil tarihinden itibaren muris tarafından bedelin alınmadığına ilişkin herhangi bir iddianın olmadığı, murisin ölümünden uzun zaman geçtikten sonra başvurucuların talepte bulunduğu, Bankanın belgeleri saklama süresinin dolmuş olması nedeniyle ödemenin ilgilisine yapılıp yapılmadığının tespit edilememesi hâlinin davayı ispatlamadığı, bu hususun davanın kabulü için tek başına yeterli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

42. Mahkemenin gerekçesinde ifade edildiği gibi başvurucuların murislerine ait taşınmazın 1974 yılında kamulaştırıldığı ve kamulaştırma bedelinin Bankaya taşınmaz malikleri adına yatırıldığı konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlığın konusu Bankaya bloke edilen bedelin başvurucuların murisleri tarafından tahsil edilmediği iddiasında somutlaşmaktadır. Başvurucular ve murisleri kamulaştırma işlemi üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen bedelin ödenmediğine dair bir iddia ile İdareden veya yetkili Mahkemelerden talepte bulunduklarına ait bir bilgi veya belge sunmamışladır. Başvurucular kamulaştırma işleminden 37 yıl sonra ödeme yapılmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların murislerinin kamulaştırma bedelini tahsil edip etmediklerini tespit edecek tek delil Bankanın sunacağı belgeler olup bu belgelerin ise kanuni saklama süreleri fazlası ile aşıldığından ilgili Bankadan temin edilememiştir.

43. Bu durumda dava konusu taşınmazın 1974 yılında kamulaştırıldığı, bedelinin taşımaz malikleri adına Bankaya bloke edildiği, taşınmazın 1974 yılında Mahkeme kararıyla Hazine adına tescil edildiği ve başvurucular veya murislerinin aradan uzun yıllar geçmesine rağmen bu konuda talepte bulunmamaları gerçeği ile birlikte değerlendirildiğinde başvurucuların davasını ispat edecek tek delilin, belgelerin kanuni saklama süreleri fazlası ile aşıldığından temin edilememesi nedeniyle davalı İdareyi bu konuda ispat külfeti altına sokmayan Mahkeme kararının hakkaniyete uygun olmadığının söylenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.

44. Başvurucular, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadıklarına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadıklarına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadıklarına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadıkları gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

45. Açıklanan nedenlerle başvurucuların ispat külfeti ve delillerin değerlendirilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası

46. Somut olayda başvurucular, 6487 sayılı Kanun’la değiştirilen 2942 sayılı Kanun’un açık hükmüne rağmen nispi vekâlet ücreti ödemesine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup başvurucuların bu yöndeki şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı anlaşıldığından ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

 2. Esas Yönünden

47. Başvurucular, 6487 sayılı Kanun’la değiştirilen 2942 sayılı Kanun’un açık hükmüne rağmen nispi vekâlet ücreti ödemesine hükmedilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

48. Bakanlık görüş yazısında -AİHM’in yerleşik içtihatlarına göre- yerel mahkemeler tarafından yapılan maddi ve hukuki hataların, AİHS tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin ihlaline sebep olduğu kadarıyla başvuruya konu edilebilir olduğu, Anayasa Mahkemesi kararlarında da kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurularda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça bireysel başvuru yolunda inceleme yapılamayacağının belirtildiği, anılan olayda başvurucunun ek dilekçe vererek Kanun değişikliğinin davasında uygulanmasını talep etmediği ifade edilmiştir.

49. Başvurucular, bir usul hükmü olan yargılama giderlerine ilişkin olarak talepten sonra başka bir dilekçe ile talepte bulunma imkânı bulunmadığını, ayrıca Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin benzer davalarda talep olmamasına rağmen 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesini resen uyguladığını belirtmişlerdir.

50. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

51. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.

52. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü -Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle- gerek Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

53. Vekâlet ücreti, davayı vekille takip eden ve davası kabul edilen lehine hükmedilen bir ücrettir. Dava aşamasında kimin lehine ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret yükümlülüğü bir usul kuralı olup mahkemeye erişim hakkı ile ilişkilidir. (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).

54. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların kanuni olması, meşru bir amaç izlemesi ve ölçülü olması yani başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, § 38).

55. Vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup kural olarak bu tür giderler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara kanuna uygun olarak belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez (Serkan Acar, § 39).

56. Somut olayda 5999 sayılı Kanun’la değişik 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesine dayanarak kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açan başvurucuların davası reddedilmiş ve Mahkeme 1/3/2012 tarihli kararıyla 6.207 TL vekâlet ücretinin Leyla KALYONCU’dan ve 16.823 TL vekâlet ücretinin ise Seyla Suvari ve diğer davacıdan müştereken ve müteselsilen alınıp davalı İdareye verilmesine karar vermiştir. Anılan karar Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 25/3/2013 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme aşamasında 24/5/2013 tarihinde kabul edilen 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesinin yedinci fıkrası değiştirilerek nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücreti uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Bahsedilen düzenleme 28674 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Ancak Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 17/6/2013 tarihli kararında karar düzeltme talebini reddetmiş ve vekâlet ücretine ilişkin bir düzeltme yapmamıştır.

57. 6100 sayılı Kanun'un 323. maddesine göre (§ 26) vekâlet ücreti de yargılama giderleri kapsamında bulunmaktadır. Aynı Kanun’un 448. maddesine göre Kanun’un hükümleri tamamlanmamış işleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanması gerekir. Bu hüküm, usul kurallarının yargılamanın her aşamasında hâkim tarafından resen dikkate alınması ve derhâl uygulanması gerektiği yönündeki ilkenin iz düşümüdür. 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesinin yedinci fıkrası ile getirilen düzenleme de bir yargılama gideri olduğu açık olan vekâlet ücretine ilişkin olup bir usul hükmü olduğu ve derhâl niteliğini haiz olduğu ayrıca bahsedilen geçici 6. maddenin 10. Fıkrasında, yapılan değişikliklerin henüz kesinleşmeyen davalara da uygulanacağı hükmünün yer aldığı ve bu nedenle mahkemelerce derhâl ve resen uygulanması gerektiği açıktır.

58. 6100 sayılı Kanun’un 33. maddesinde ifade edildiği gibi hukuku uygulamak hâkimin görevi olduğundan usul hükümlerinin taleple bağlı olmaksızın hâkim tarafından resen dikkate alınması gerektiği açıktır. Nitekim Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 6/4/2010 tarihli ve E.2010/12803, K.2010/9690 sayılı kararında bu durumu şu şekilde açıklamıştır; “Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 423. maddesinin 6. bendinde açıkça belirtildiği gibi, vekâlet ücreti bir yargılama gideridir. Bu nedenle 29.05.1997 gün ve 4/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında yazılı olduğu şekilde, yargılama giderlerinden olan avukatlık parası, diğer yargılama giderlerinde olduğu gibi mahkemece kendiliğinden hükme bağlanır…

59. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihin hemen akabinde farklı kararlar verse de kısa süre sonra içtihadında değişiklik yaparak sonraki kararlarında ilk derece mahkemelerinin nispi vekâlet ücretine ilişkin kararlarını maktuya dönüştürerek önündeki davaları düzelterek onamış veya esasla birlikte yargılama giderlerine ait hükümleri de bozarak karar vermeye başlamıştır. Örneğin Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 26/9/2013 tarihli ve E.2013/10227, K.2013/15845 sayılı kararında İlk Derece Mahkemesinin esasa ilişkin hükmünü onarken yargılama giderlerine ilişkin nispi olarak hükmedilen vekâlet ücretini 1.200 TL olarak düzelterek kararı onamıştır.

60. Bakanlığın cevap yazısında başvurucuların vekâlet ücretinin maktuya çevrilmesi için ek dilekçe vermediği ifade edilse de gerek 6487 sayılı Kanun'un 11/6/2013 tarihinde yürürlüğe girdiği, 18. Hukuk Dairesinin 17/6/2013 tarihinde karar düzeltme talebini reddettiği ve arada geçen kısa sürede yeni bir dilekçenin verilip kayda alınarak bu talebin görüşülmesi için Yargıtaya iletilmesi için gerekli zaman olmayışı ve gerekse usul kuralı olan yargılama giderlerine ilişkin hükmün yargılamanın her safhasında resen dikkate alınarak derhâl uygulanması gerekliliği ve 2942 sayılı Kanun’un değişen geçici 6. maddesinin onuncu fıkrasında yapılan değişikliklerin henüz kesinleşmeyen davalara da uygulanacağı yönündeki açık hüküm dikkate alındığında başvuruculara yüklenecek bir sorumluluğun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

61. Yukarıda yer verilen tespitler neticesinde başvurucuların davalı İdareye nispi vekâlet ücreti ödemesine ilişkin Mahkeme hükmünün, ilgili kararın karar düzeltme talebi aşamasında yürürlüğe giren açık usul hükmü ve bu hükmün kesinleşmeyen davalara da uygulanacağına dair açık hüküm ile bu konudaki açık içtihatlara rağmen maktuya çevrilmediği, bu durumda vekâlet ücretine ilişkin Mahkeme hükmünün kanuni dayanağının bulunmadığı ve Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

62. Açıklanan nedenlerle başvurucuların adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

63. Başvurucular, dava konusu taşınmaz bedelinin kendilerine ödenmesini ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kendilerinden alınan nispi vekâlet ücretinin iadesini talep etmişlerdir.

64. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

65. Başvuru konusu olayda, tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan zararları karşılığında başvuruculardan Leyla Kalyoncu’ya takdiren net 5.800 TL, Seyla Suvari’ye takdiren net 8.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

66. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber başvurunun vekâlet ücretine ilişkin mahkemeye erişim hakkı dışındaki şikâyetleri kabul edilemez bulunduğundan ve tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

67. Başvurucular tarafından ayrı ayrı yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı, 1.500,00 TL vekâlet ücretinin ise başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucuların,

1. Delillerin değerlendirilmesi ve ispat külfetine yönelik şikâyetiyle bağlantılı Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Nispi vekâlet ücretine hükmedilmesiyle bağlantılı Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculardan Leyla KALYONCU’ya takdiren net 5.800 TL, Seyla SUVARİ’ye takdiren net 8.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

D. 198,35 TL harcın AYRI AYRI, 1.500,00 TL vekâlet ücretinin ise MÜŞTEREKEN BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

5/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KAZIM ORHAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7875)

 

Karar Tarihi: 20/5/2015

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Bahadır YALÇINÖZ

Başvurucu

:

Kazım ORHAN

Vekili

:

Av. Cavit ÇALIŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, askeri öğrencilik statüsüne son verilmesi üzerine maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebiyle açtığı davada Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 4/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 2/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Adalet Bakanlığı görüşünü 28/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı görüşü, başvurucuya 9/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu, karşı görüşlerini 9/6/2014 tarihinde sunmuştur.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Kara Harp Okulunda askeri öğrenci olarak öğrenim görmekte iken kalp rahatsızlığı nedeniyle sağlık kurulu raporuna dayanılarak okul ile ilişiği kesilmiştir.

9. Başvurucu, askeri öğrenciliğe engel rahatsızlığı nedeniyle okula alınmaması gerektiği halde okula alındığını, bu nedenle emsallerine göre hayatta geri kaldığını, sağlık hizmetindeki kusur nedeniyle bu durumun meydana geldiğini iddia ederek, uğradığını ileri sürdüğü 80.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi zararının tazmini istemiyle 25/5/2011 tarihinde AYİM İkinci Dairesinde adli yardım talepli dava açmıştır.

10. Başvurucunun adli yardım talebinin kabul edilmesinden sonra yapılan yargılama ve başvurucunun uğradığı zararın tespiti için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda, AYİM İkinci Dairesinin 13/2/2013 tarihli ve E.2011/836, K.2013/179 sayılı kararı ile; bilirkişi raporu uyarınca başvurucuya 31.985 TL maddi, 3.000 TL manevi tazminat verilmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine, hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi olarak hesap edilen 4.208,35 TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine, 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) 14. maddesi gereğince reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden hesap edilen 5.971,65 TL avukatlık ücretinin de başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine, davalı idare tarafından savunmaya ek olarak gönderilen belgelerin aynı gizlilik derecesi ile iadesine hükmolunmuştur.

11. Başvurucu, AYİM kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek kararın düzeltilmesini talep etmiş, AYİM İkinci Dairesinin 11/9/2013 tarihli ve E.2013/898, K.2013/938 sayılı kararıyla talebin reddine karar verilmiş ve karar, 8/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

12. Başvurucu, 4/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

13. 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile 1602 sayılı Askeri Yüksek İdari Mahkemesi Kanunu’nun 46. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:

“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”

14. 1602 sayılı Kanun’un 52. maddesi şöyledir:

“Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.

Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde bunun verilecek karar üzerindeki etkisi, görevli daire veya kurulca önceden takdir edilir, ara kararında bu husus ayrıca belirtilir.

Ancak, istenen bilgi ve belgeler Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğine ve yüksek menfaatlerine veya Türkiye Cumhuriyetinin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir.

(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez.

(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir.

(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir.

(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.”

15. 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı KHK’nın 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 20/5/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/11/2013 tarihli ve 2013/7875 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

17. Başvurucu, mahkeme kararının hüküm kısmında iadesine karar verilen ve davalı idare tarafından savunma ekinde sunulan belgelerin hükme esas alındığı halde bu belgelerin tarafına tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın ilgili maddelerde belirtilen nedenlere bağlı olarak ancak kanunla sınırlanabileceğini, bu sınırlamanın ölçülü olması gerektiğini, Anayasa'nın 36. maddesinin de 13. madde kapsamında kaldığını, 36. maddede ise sınırlamaya ilişkin bir hüküm bulunmadığını ve bu çerçevede bu özgürlüğün kanunla dahi sınırlandırılamayacağını, ayrıca Anayasa'nın kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini düzenleyen 91. maddesinin birinci fıkrasında Anayasa'nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel hakların kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceğinin hüküm altına alındığını, aksi düşünülse bile kanun hükmünde kararname düzenlemesinin ölçülü olmadığını, bu şekilde hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, 6.289,65 TL maddi ve 5.000 TL manevi zararının tazminine karar verilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun, davalı idare tarafından savunma dilekçesinin ekinde sunulan belgelerin incelettirilmediği yönündeki iddiasının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddiası başlığında, aleyhe hükmedilen avukatlık ücretine yönelik iddiasının ise mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiası başlığı altında incelenmesi değerlendirilmiştir.

a. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlal Edildiği İddiası

19. Başvurucu, mahkeme kararının hüküm kısmında iadesine karar verilen ve davalı idare tarafından savunma ekinde sunulan belgelerin hükme esas alındığı halde bu belgelerin tarafına tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

20. Bakanlık görüş yazısında, AYİM’in, davayı karara bağlarken iadesine karar verdiği belgeleri değerlendirerek hüküm kurmadığını, dolayısıyla anılan belgelerin hükme esas alınmadığını, diğer taraftan başvurucunun yargılama safhasında bu yönde bir itirazının da bulunmadığını belirtmiş ve bu durumun değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

21. Başvurucu cevap dilekçesinde, iadesine karar verilen belgelerin dava dosyasına sunulduğundan dahi haberinin olmadığını, ancak gerekçeli karar ile belgelerin sunulduğunu öğrendiğini belirtmiştir.

22. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

23. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

24. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma hakkı gibi, adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,§ 38).

25. AİHM, hükme esas olan ve gizli olduğu belirtilen belgelere tarafların erişiminin kısıtlanmasını ihlal sebebi saydığı birçok kararından biri olan Miran/Türkiye kararında, Askeri Yüksek İdari Mahkemesinde görülen davada "gizli" ibareli belgelere başvuranın erişiminin imkânsız olmasına ilişkin şikayet yönünden Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir (Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009). AİHM, benzer bir kararında da “gizli” ibareli belgelere erişimin sağlanmamasının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiğini hükme bağlamıştır (Güner Çorum/Türkiye, B. No: 59739/00, 31/10/2006, §§, 21-30).

26. 6000 sayılı Kanun’un 20. maddesiyle 1602 sayılı Kanun’un 52. maddesinin dördüncü fıkrası değiştirilmiş ve maddeye beşinci ve altıncı fıkralar eklenmiştir. Yapılan bu yeni düzenlemede, dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin taraf ve vekillerine açık olduğu, ancak mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekilerin taraf ve vekillerine incelettirilemeyeceği, taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler, bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, incelettirilecek suretlerinin, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderileceği, davacı taraf veya vekilinin, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebileceği, bu itirazın, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin karşı tarafa incelettirilebileceği kural altına alınmıştır (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014,§ 75).

27. Başvuru konusu olayda, başvurucu tarafından, sağlık sorunlarının bulunması nedeniyle askeri okula girmesinin mümkün olmamasına rağmen idarenin kusuru neticesinde okula kaydının yapıldığı ve daha sonra okul ile ilişiğinin kesilmesi sonucunda emsallerine göre hayatta geri kaldığı gerekçesiyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle AYİM İkinci Dairesinde dava açılmış, Daire idarenin hizmet kusurunun olduğu sonucuna ulaşarak başvurucunun uğradığı maddi zararın tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırmış ve bilirkişi incelemesi neticesinde tespit edilen maddi zarar ile takdir ettiği manevi zararın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

28. Görüldüğü üzere, başvuruya konu uyuşmazlıkta davalı idarenin hizmet kusurunun varlığı tespit edilmiş, maddi zararın miktarına yönelik kısmı için bilirkişi incelemesi yaptırılarak ve bu rapor hükme esas alınarak uyuşmazlık hakkında karar verilmiştir. Davanın hiçbir aşamasında dava dosyasına sunulan belgelerin değerlendirildiğine yönelik bir bilgi bulunmadığı gibi başvurucu tarafından eğer ilk derece yargılaması sırasında söz konusu belgeler tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da bir açıklamada bulunulmamıştır.

29. Sonuç olarak somut olayda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.

30. Açıklanan nedenlerle, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesine yönelik açık bir ihlal olmadığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiği İddiası

31. Başvurucunun, aleyhine hükmedilen avukatlık ücretinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönündeki şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmayıp, başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından, bu şikâyet yönünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

32. Başvurucu, ıslah imkânının ve haksız çıkan taraf lehine nispi avukatlık ücretine hükmedilmesine yönelik bir düzenlemenin olmadığı dönemde dava açtıklarını ve dava açarken o dönemin şartlarına göre dava konusu miktarı belirlediklerini, dava devam ederken yürürlüğe giren 659 sayılı KHK’deki düzenleme ile öngörmedikleri bir şekilde avukatlık ücreti ödemeye mahkûm edildiklerini, bu durumun hak arama özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmiştir.

33. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin daha önce bu konu hakkında karar verdiğini belirterek, başvurucunun bu şikayeti hakkında görüş sunmayacağını bildirmiştir.

34. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesi şöyledir:

Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

35. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

36. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 61-62).

37. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara avukatlık ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. Başvuru konusu olayda dava açılmadan önce 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu davaların, idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından takibi öngörülmüş olup, davanın reddi halinde idare lehine avukatlık ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan avukatlık ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 - 39).

38. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 54).

39. Başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını açtığı 25/5/2011 tarihi itibarıyla yürürlükteki usul hükümlerinde, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesini öngören bir düzenleme bulunmamakla birlikte dava sonucunda haksız çıkan davacının, her halükarda davalı idare lehine, reddedilen miktar üzerinden nispi avukatlık ücreti ödemesini gerektiren düzenlemenin bulunduğu anlaşılmaktadır.

40. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, talep edilen miktarın sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması da 1602 sayılı Kanun gereği davanın açıldığı 25/5/2011 tarihi öncesinde mümkün olmadığından, hak kaybına uğramak istemeyen davacıların, tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçeneklerinin olmadığı görülmektedir.

41. Başvurucunun da bu nedenle, AYİM’e açtığı davada uğrağı zarar için 80.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır. AYİM, başvurucu lehine toplam 34.985 TL maddi ve manevi tazminata ve 4.208,35 TL avukatlık ücretine hükmettikten sonra, başvurucunun reddedilen fazlaya ilişkin tazminat talepleri üzerinden de davalı idare lehine 5.971,65 TL avukatlık ücreti ödemesine karar vermiştir.

42. Buna göre, başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla talebini yüksek tuttuğu, hak kazandığı toplam 39.193,35 TL tazminat ve avukatlık ücreti karşısında 5.971,65 TL avukatlık ücreti ödeme yükümlülüğü altına girdiği anlaşılmaktadır.

43. Başvurucu aleyhine avukatlık ücreti ödenmesini öngören düzenlemenin tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği söylenemez. Bu düzenleme sonucu gerçekleşen müdahalenin ölçülü olup olmadığının da incelenmesi gerekir.

44. Somut olayın koşulları bir bütün halinde değerlendirildiğinde, başvurucunun, dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak için talebini yüksek tuttuğu ve yargılama sonucunda hak kazandığı tazminat ve avukatlık ücretinin yaklaşık % 15’ine denk gelen kısmını avukatlık ücreti olarak davalı idareye geri ödemek zorunda kaldığı görülmüştür. Böylece başvurucunun, tazminat alacağının kabul edilmeyecek bir kısmından mahrum bırakıldığı ve bu miktarın ölçülü olmadığı saptandığından, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

45. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

46. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

47. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

48. Başvuru konusu olayda, tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren net 3.000 TL manevi tazminat ödenmesine, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin ise reddine karar verilmesi gerekir.

49. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL avukatlık ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Aleyhe avukatlık ücretine hükmedilmiş olmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale nedeniyle başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL avukatlık ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

20/5/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUHBET ADANIR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/10261)

 

Karar Tarihi: 8/12/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucular

:

1. Muhbet ADANIR

 

 

2. Edip BEĞDE

 

 

3. Eşref BEĞDE

 

 

4. Seyithan BEĞDE

 

 

5. Maşallah BEĞDE

 

 

6. Mizgin BEĞDE

Vekili

:

Av. Serdal BAYTAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; idarenin hizmet kusuru neticesinde askerde intihar olayının meydana gelmesi, bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde açılan tam yargı davasında hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması ve bu davada idare lehine yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle yaşam hakkının, adil yargılanma hakkının ve iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. 2014/10261 numaralı bireysel başvuru, 18/6/2014 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi; 2015/19524 numaralı bireysel başvuru ise 11/12/2015 tarihinde İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 15/9/2014 tarihinde, 2014/10261 numaralı bireysel başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 3/5/2016 tarihinde, 2015/19524 numaralı bireysel başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, 2014/10261 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Yine Bölüm Başkanı tarafından 16/8/2016 tarihinde, 2015/19524 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvurular hakkında görüş sunmamıştır.

7. Anayasa Mahkemesi tarafından 2015/19524 numaralı başvuru dosyasının konu ve kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/10261 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/10261 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve 2015/19524 numaralı başvuru dosyasınn kapatılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru dilekçesi, başvuruya konu dava ve soruşturma dosyası ile Millî Savunma Bakanlığının 6/5/2016 tarihli yazısının içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. İlk başvurucunun oğlu ve diğer başvurucuların kardeşi Veysi Adanır, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Aksaz Deniz Üs Komutanlığı Kayacan Muhabere Merkezî Komutanlığı (Marmaris/Muğla) emrinde asker iken 28/8/2011 tarihinde ası sonucu vefat etmiştir.

1. Veysi Adanır'ın Askere Alınması ve Ölümü

10. Başvurucuların yakını Veysi Adanır, askerlik öncesi yapılan sağlık muayenesinde askerliğe elverişli olduğu değerlendirilerek 13/1/2011 tarihinde askere sevk edilmiş ve 15/1/2011 tarihinde Deniz Er Eğitim Alayı 2'nci Deniz Er Eğitim Tabur Komutanlığına (İskenderun/Hatay) teslim olmuştur. Veysi Adanır, eğitim birliğine katılmasından sonra yapılan Psikososyal Risk Faktörü Tarama Anketi'nde "Daha önce psikolojik bir rahatsızlık geçirdiniz mi? Şimdiye kadar kendinize zarar vermeye/öldürmeye yönelik herhangi bir teşebbüsünüz oldu mu? Son zamanlarda kendinizi öldürmeyi düşündünüz mü? Vücudunuzda sigara söndürme, jilet atma gibi tekrarlayan kendinize zarar verici davranışlarınız var mı? Sürekli alkol ve uyuşturucu madde kullanma alışkanlığınız var mı?" sorularına "Evet" cevabını vermiştir.

11. Veysi Adanır, eğitim birliğine katılmasından sonra Psikolojik Danışman E.E. vePsikolojik Danışman K.Ö. ile çeşitli görüşmeler gerçekleştirmiştir. Veysi Adanır, söz konusu görüşmelerde psikolojik rahatsızlığının bulunduğunu, uyuşturucu ve uyutucu maddeler (esrar, hap, eroin, tiner) kullandığını, askerlik yapmak istemediğini, hava değişimi verilmezse kendisine ya da başkalarına zarar vereceğini belirtmiştir.

12. Veysi Adanır ile yapılan görüşmeler neticesinde Veysi Adanır'ın refakatli şekilde psikiyatri kliniğine yatırılmasının uygun olacağı değerlendirilmiştir. Bu görüşmelerde ayrıca Veysi Adanır'ın Rehberlik ve Danışma Merkezi (RDM) tarafından takip edilmesinin uygun olacağı kanaatine varılmıştır.

13. Psikolojik danışmanların görüşleri doğrultusunda İskenderun Asker Hastanesi Psikiyatri Kliniğine sevk edilen ve 18/1/2011 tarihinde adı geçen Hastaneye yatırılarak tedavi gören Veysi Adanır'a antisosyal kişilikte uyum bozukluğu teşhisi konulmuştur. Üç gün boyunca bu Hastanede yatarak tedavi gören Veysi Adanır, iki hafta sonra tekrar kontrol edilmesinin uygun olacağı değerlendirilerek 21/1/2011 tarihinde taburcu edilmiştir. Veysi Adanır, anılan Hastanedeki tedavisine eğitim birliğinde geçirdiği süre boyunca devam etmiş, bu süre zarfında ayrıca psikolojik danışmanlar ile çeşitli görüşmeler gerçekleştirmiştir.

14. İskenderun'daki askerlik eğitimini 19/3/2011 tarihinde tamamlayan Veysi Adanır, yedi gün izin kullanmış ve akabinde usta birliği olan Aksaz Deniz Üs Komutanlığı Kayacan Muhabere Merkezî Komutanlığına teslim olmuştur.

15. Veysi Adanır, Aksaz Deniz Üs Komutanlığı Kayacan Muhabere Merkezî Komutanlığına katılmasından sonra Psikolojik Danışman T.Y. ile 20/4/2011 tarihinde bir görüşme gerçekleştirmiştir. Yapılan görüşme neticesinde Veysi Adanır'ın eğitim birliğinde ilaç tedavisi görmesi nedeniyle psikiyatri kliniğine sevk edilmesinin uygun olacağı, uyum sorunları olan ere destekleyici yaklaşımlarda bulunulması gerektiği değerlendirilmiştir. Bu görüşmeden sonra Aksaz Asker Hastanesi Psikiyatri Kliniğine sevk edilerek burada muayene edilen Veysi Adanır, ilerleyen tarihlerde madde kötüye kullanımı-uyum bozukluğu tanısıyla bu Hastanede birçok defa muayene edilmiş ve ilaç tedavisi görmüştür.

16. Başvuru formuna eklenen Hastane kayıtlarında, Veysi Adanır'ın askerliğe elverişli olmadığı yönünde tanzim edilmiş herhangi bir rapor bulunmamaktadır. Aksine, ölüm olayı sonrasında hazırlanan idari tahkikat raporunda, 17/5/2011 tarihinde Aksaz Asker Hastanesi Psikiyatri Kliniğinde muayene edilen Veysi Adanır hakkında "Askerliğe elverişlidir." kararının verildiği belirtilmiştir.

17. Veysi Adanır, 28/8/2011 tarihinde saat 02.00 sularında er ve erbaş banyosunda asılı vaziyette ölü olarak bulunmuştur.

2. Ceza Soruşturması Süreci

a. Soruşturma Kapsamında Yapılan İlk İşlemler, Alınan Raporlar ve Yapılan Diğer Araştırmalar

18. Olay hakkında kendisine bilgi verilen Marmaris Nöbetçi Cumhuriyet savcısı, olay yeri inceleme ekibinin olay yerine yönlendirilmesini istemiş; ardından kendisi de zabıt katibi ile birlikte saat 04.00 sularında olay yerine intikal etmiştir.

19. Olay yeri inceleme ekibi, saat 02.45'te olay yerine varmış ve Cumhuriyet savcısının ölümün gerçekleştiği yere gelmesini müteakip olay yeri incelemesine başlamıştır. Olay yeri incelemesi sonucunda hazırlanan 28/8/2011 tarihli Olay Yeri İnceleme Raporu'nun ilgili bölümü şöyledir:

"(...) Olay hakkında olayı ilk gören birlik personelinden alınan bilgide; ölen Er Veysi Adanır'ın gece banyo yapmak üzere banyoya girdiğini, banyo kapısını iç kısımdan kilitleyip kendisini asarak intihar ettiğini beyan ettikleri tespit edildi.

Er Veysi Adanır’a olay yerinde askerî personel tarafından ilk müdahale yapılarak Kışla içerisinde bulunan Aksaz Askeri Hastanesi'ne kaldırıldığı, tüm müdahalelere rağmen Veysi Adanır'ın kurtarılamadığı beyan edilmiştir.

Olay yerinin Karargah Destek Kıtaları Koğuşunun bitişiğindeki er ve erbaş tuvaletinin 5 metre solundaki er ve erbaş banyosu olduğu, banyonun giriş kapısının dış cephesi üst kısmında koridora yönü dönük bir adet kameranın olduğu görüldü. Banyonun 7.10 metre uzunluğunda 2.5 metre genişliğinde olduğu, banyonun kabinlerinin üst kısmı ile beton örme tavan arasında 1 metre boşluk olduğu, bu boşluğun aynı zamanda sağ taraftaki erbaş ve er tuvaletlerine bağlantılı olduğu görüldü. Banyo içerisinde 6 adet beton örme ve duvarları fayans kaplı kabin olduğu, kabin giriş kısımları kabin üst kısmına sabitlenmiş, yuvarlak demir üzerine asılı perde takılı olduğu görüldü. Banyoya girişte sağ tarafta ikinci banyo kabini önünde 1 adet metal kasalı verzalit sandalye olduğu, sandalyenin alt zemin kısmında bir çift G. marka mavi siyah renk karışımı terlik olduğu, ikinci banyo kabini giriş orta kısmında sarı renk metal kemer tokası olduğu, banyoya girişte birinci kabinin giriş kısmında, zeminde bir adet sarı renk metal kemer tokası pimi olduğu görüldü. İkinci banyo kabini üst kısmı perdelik demirinin orta kısmına bağlı bir adet sarı renkli 4 cm genişliğinde 98 cm uzunluğunda, kemer tokası tahrip olmuş bir adet kemer olduğu görüldü. Perdelik demirin yerden 2.10 cm yüksekte, sandalyenin üst kısmı ile perde demiri arasında 1.76 metre mesafe olduğu görüldü. Olay yerinde bulunan sandalye, banyo demiri üzerinde tozlama yöntemi ile yapılan araştırmada mukayeseye elverişli herhangi bir iz tespit edilemedi.

(...)"

20. Olay yeri incelemesinden sonra ceset üzerinde ölü muayenesi işlemi gerçekleştirilmiştir. Ölü harici muayenesinde eskiden oluşmuş falçata izleri ile asının sebep olduğu izler dışında vücutta herhangi bir darp ve cebir izi tespit edilememiştir. Ölü muayenesi işlemine katılan doktor bilirkişi, kesin ölüm sebebinin klasik otopsi işlemi yapılarak tespit edilmesinin yerinde olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine, kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla 28/8/2011 tarihinde klasik otopsi yapılmıştır.

21. Kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla yapılan klasik otopsi işlemi sonucunda hazırlanan 6/10/2011 tarihli otopsi raporunda, kişinin ölümünün ası sonucu meydana gelmiş olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca iç organlarda yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda aranan toksik maddelerden hiçbirinin bulunmadığı, kanda ve idrarda uyutucu-uyuşturucu madde tespit edilmediği belirtilmiştir.

22. Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığı, olayın asker kişi hakkında ve askerî mahalde gerçekleşmiş olması nedeniyle 4/10/2011 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve dosyayı görevli askerî savcılığa göndermiştir. Bu karar üzerine soruşturmaya Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Güney Deniz Saha Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından devam edilmiştir.

23. Askerî Savcılık, Türkiye'de faaliyet gösteren GSM şirketleri ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı ile yazışmalar yapmış ancak müteveffanın üzerine kayıtlı telefon numarasından yapılan görüşmelerin incelenmesi neticesinde delil değeri taşıyabilecek bir bilgiye ulaşamamıştır.

24. Askerî Savcılık, ilgili komutanlıklara müzekkere yazarak Veysi Adanır'ın şahsi dosyası ile nöbet listelerini soruşturma dosyasına eklemiştir.

25. Ceza soruşturması kapsamında ayrıca er ve erbaş banyo kapısını gören kamera kayıtları bilirkişi marifetiyle incelenmiştir. Kamera kayıtlarının çözümlenmesi neticesinde hazırlanan 23/9/2011 tarihli bilirkişi raporuna göre Veysi Adanır, saat 00.14'te nöbetçi masasının bulunduğu yere gelmiş; akabinde ise nöbetçi masasına ait sandalyeyi alarak banyoya giriş yapmıştır. Raporda Veysi Adanır'ın banyoya girmesinden sonra diğer askerlerin birkaç defa banyoya giriş çıkış yaptığı, akabinde ise A.O. isimli erin saat 01.05.40'ta banyo kapısını açmaya çalıştığı ancak açamadığı belirtilmiştir. İlerleyen dakikalarda banyonun kapısı tekrar açılmaya çalışılmış ancak başarılı olunamaması üzerine Onbaşı M.K. ile Er T.B. saat 01.10.59'da tuvalet bölümüne giriş yapmıştır. Rapora göre saat 01.11.57'de Er T.B. koşarak tuvalet bölümünden çıkmış, saat01.11.58'de banyonun kapısı iç kısımdan dış tarafa doğru açılmış, kapının açılmasından altı saniye sonra A.Ö. banyo kapısından içeri girmiş ve saat01.12.23'te A.Ö. baş ve omuz kısmından, Er M.K. ise ayak kısmından tutarak Veysi Adanır'ı banyo kapısından dışarı çıkarmıştır. Rapora göre ilerleyen dakikalarda Veysi Adanır'a kalp masajı ve suni solunum yapılmış, sonrasında ise Veysi Adanır olay yerine getirilen bir battaniye üzerine konularak dışarı götürülmüştür.

b. Başvurucular ile Tanık Olarak Dinlenen Kişilerin Beyanları

26. Başvurucular, Savcılık tarafından alınan ifadelerinde ve çeşitli tarihlerde Savcılığa verdikleri dilekçelerde özetle yakınlarının ölümünün intihar olduğunu düşünmediklerini, yakınlarının daha önceden bazı arkadaşları tarafından rahatsız edildiğini, bu kişilerin ölüm olayında etkisinin olabileceğini, ayrıca yakınlarının askerlik öncesinde ve askerlik sırasında tedavi görüp bazı ilaçlar kullandığını, olay intihar olarak kabul edilse dahi madde bağımlısı olan ve ciddi rahatsızlıkları bulunan yakınlarının ölümünde yetkili kişilerin sorumluluğunun bulunduğunu, olayın araştırılması gerektiğini belirtmişlerdir.

27. Cumhuriyet savcısı, Veysi Adanır'ı asılmış vaziyette ilk gören Onbaşı M.K. ile Er A.Ö., Er T.H.G. ve Er A.O.nın ifadelerini almıştır. Olay günü ifadesi alınan Onbaşı M.K. özetle Aksaz Deniz Üs Komutanlığında motorcu onbaşı olarak görev yaptığını, olay günü 00.00-04.00 saatleri arasında koğuş nöbetçisi olduğunu, Veysi Adanır'ın saat 00.00 sularında yanında olduğunu, Veysi'nin kendisine çarşıya çıkıp çıkmayacağını sorduğunu, kendisinin de yarın çıkmayacağını pazartesi çıkacağını söylediğini, Veysi'nin sigara istediğini, kendisinin de ona sigara verdiğini, daha sonra Veysi'nin ayrıldığını, saat 01.00 sularında Er A.O.nun yanına geldiğini ve kendisinden Veysi'yi bulup onda olan banyo anahtarını almasını istediğini, koğuş görevlisi olduğu için banyo anahtarlarının Veysi'de bulunduğunu, Veysi'yi aradığını fakat koğuşların hiçbirinde bulamadığını, banyo kapalı olmasına rağmen banyodan su sesi geldiğini fark ettiğini, bunun üzerine banyonun yanında bulunan tuvaletten duvara tırmandığını ve banyonun olduğu bölüme atladığını, banyo kabinlerini kontrol ettiğinde girişten ikinci sıradaki kabinde Veysi'yi asılı vaziyette gördüğünü, bunun üzerine hiçbir yere dokunmadan banyonun kapısına yöneldiğini, kapının üzerinde anahtar olduğunu gördüğünü, anahtarı çevirerek kapıyı açtığını, dışarıda arkadaşı Er A.Ö.nün olduğunu,belinden tutarak Veysi'yi yukarı kaldırdığını, arkadaşı Er A.Ö.nün de Veysi'nin boynundaki kemeri çözdüğünü, daha sonra Veysi'yi koridora yatırdıklarını, hemen ambulans çağırdıklarını fakat çabuk olsun diye kendi araçlarıyla Veysi'yi battaniyeye sararak hastaneye götürdüklerini belirtmiştir. Olay günü ifadeleri alınan Er A.Ö., Er T.H.G. ve Er A.O. da olay günü yaşananlarla ilgili olarak Onbaşı M.K. ile benzer şekilde beyanda bulunmuştur. Er A.Ö.ayrıca Veysi'nin düzenli olarak psikolojik ilaçlar kullandığını, Veysi'nin ilaç içtiği zamansessiz ve sakin olduğunu ancak ilaç içmediği zaman etrafa sataştığını belirtmiştir.

28. Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınan Er B.T., olay günü saat 00.20 sıralarında er ve erbaş banyosunda duş aldığını, banyodayken Veysi'nin içeri girdiğini ve içeride olanlara banyonun temizliğini yapacağını, bu sebeple dışarı çıkmaları gerektiğini söylediğini, bunun üzerine kendisinin dışarı çıktığını belirtmiştir.

29. Askerî savcı, Veysi Adanır'ın askerlikteki durumunun nasıl olduğunu tespit edebilmek amacıyla Kayacan Muhabere Merkezî Komutanı Dz.Bnb. M.A.nın ifadesini almıştır. Binbaşı M.A. ifadesinde özetle mütevaffanın olay tarihinden yaklaşık 5-6 ay önce birliğe katıldığını, müteveffanın rutin olarak tüm askerlere uygulanan rehberlik ve danışmanlık hizmetinden faydalandığını ve burada görevli psikoloğun tavsiyesi ile Psikiyatri Kliniğine sevk edildiğini, Psikyatri Kliniğindeki görevliler tarafından Veysi'nin tedavisine başlandığını ve Veysi'nin 5-6 defa Psikiyatri Kliniğine sevk edildiğini, Psikiyatri Kliniği görevlilerince verilen raporlarda koruyucu bir emniyet tedbirinden bahsedilmemesine rağmen emniyet tedbiri olarak Veysi'nin silahlı nöbet tutmamasını sağladığını ve bu emniyet tedbiri kapsamında Veysi'ye silah verilmediğini, yine Veysi'ye birlik dâhilinde en basit görev olan koğuş nöbetçiliği görevini verdiğini, Veysi'ye bu görevi vermesinin diğer bir nedeninin de Veysi'nin bölük astsubayı ile aynı mahalde çalışmasını ve böylece Veysi'nin sürekli olarak bölük astsubayının gözetimi ve denetimi altında kalmasını sağlamak olduğunu, Veysi'nin içine kapanık bir asker olduğunu ancak gözlemlediği kadarıyla suç işlemeye meyilli bir yapısının bulunmadığını, kendisinin Veysi ile birebir olarak da görüştüğünü ancak Veysi'nin bu görüşmede herhangi bir sıkıntısından bahsetmediğini belirtmiştir.

30. Askerî savcı, Dz.Astsb.Kd.Bçş. K.N.nin de ifadesini almıştır. Astsubay K.N. ifadesinde özetle 1 Ağustos 2011 tarihinden itibaren bölük astsubaylığı görevini icra ettiğini, görevi devralmadan önce sorunlu askerler hakkında bilgi aldığını, bu kapsamda müteveffanın da psikolojik sorunları olduğundan ve düzenli olarak RDM'ye gittiğinden bahsedildiğini, kendisinin bir önceki bölük astsubayının yapmış olduğu rutin işlemleri devam ettirdiğini, müteveffanın Psikiyatri Kliniği tarafından verilen ilaçları kendilerinin gözetiminde aldığını, müteveffayı sadece gündüzleri koğuşta görevlendirdiklerini, müteveffaya silahla nöbet tutturulmadığını, müteveffanın basit bir görev olan ve kendisine zarar verebilecek bir ortama imkan tanımayan koğuş nöbetçiliği görevini icra ettiğini belirtmiştir.

31. Askerî Savcılık ayrıca, Veysi Adanır'ın diğer askerlerle ilişkisinin nasıl olduğunu tespit edebilmek amacıyla birçok tanık dinlemiş ve yaptığı bu araştırmalar neticesinde Veysi Adanır ile diğer askerler arasında ölüm olayına etki edecek derecede bir sorunun bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Soruşturma kapsamında ifadesi alınan diğer kişiler de genel olarak Veysi Adanır'ın psikolojik sorunlarının bulunduğunu ve bu kapsamda tedavi gördüğünü belirtmişlerdir.

c. Soruşturma Sonucunda Verilen Karar

32. Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği tüm verileri değerlendirerek Veysi Adanır'ın ölümünde herhangi bir kişiye atf-ı kabil bir kusur ve ihmal bulunmadığı, ölümün intihar sonucu meydana geldiği kanaatine varmış; 2/9/2015 tarihli ve E.2013/89, K.2015/121 sayılı karar ile olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Söz konusu kararda ayrıca psikolojik rahatsızlığı ve madde bağımlısı olduğu tespit edilen müteveffanın İskenderun Asker Hastanesi ile Aksaz Asker Hastanesi Psikiyatri Kliniklerinde takibinin yapıldığı, anılan Hastanelerde tedavi gören müteveffa hakkında "Silahlı nöbet tutamaz." şeklinde tanzim edilmiş bir rapor bulunmamasına rağmen askerî yetkililer tarafından her ihtimale binaen tedbir alınarak müteveffaya silahlı nöbet tutturulmadığı, müteveffaya silahsız tutulan koğuş nöbetçiliği görevinin verildiği, dolayısıyla askerî yetkililer tarafından gerekli tedbirlerin alındığı belirtilmiştir.

33. Başvurucular 28/9/2015 tarihli dilekçelerinde özetle madde bağımlısı olan ve psikolojik rahatsızlığı bulunan yakınlarının ölüm olayında askerî yetkililerin gerekli önlemleri almadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılması talebinde bulunmuşlardır.

34. Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesinin (Askerî Mahkeme) 16/10/2015 tarihli ve 2015/297 Müt. sayılı kararı ile reddedilmiştir.

35. Bu kararın 16/11/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmesiyle 11/12/2015 tarihli ve 2015/19524 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.

3. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası Süreci

36. Başvurucular, yakınlarının ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle Millî Savunma Bakanlığına müracaat etmiştir. Millî Savunma Bakanlığı dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvuruyu zımnen reddetmiştir.

37. Başvurucular, zımni ret üzerine 31/5/2012 tarihinde AYİM nezdinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine 90.000 TL maddi, 350.000 TL manevi olmak üzere toplam 440.000 TL talepli tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçelerinde özetle intihar olayının meydana gelmesinde askerî yetkililerin kusur ve sorumluluklarının bulunduğunu, askerî yetkililerin koruyucu ve önleyici hiçbir tedbir almadığını, dolayısıyla yakınlarının ölüm olayında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürmüştür.

38. AYİM İkinci Dairesi 16/4/2014 tarihli ve E.2013/490, K.2014/551 sayılı karar ile başvurucuların dilekçesini, ölüm olayı hakkında hazırlanan idari tahkikat raporunu dikkate alarak davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve başvuruculardan anne Muhbet Adanır lehine 15.000 TL maddi, 8.000 TL manevi tazminata yasal faizi ile birlikte hükmetmiştir. AYİM İkinci Dairesi, müteveffanın kardeşleri lehine ise ayrı ayrı 2.000 TL (toplam 10.000) manevi tazminata hükmetmiştir. AYİM İkinci Dairesi, müteveffanın kardeşlerinden Maşallah Adanır ile Mizgin Adanır'ın maddi tazminat taleplerinin ise reddine karar vermiştir. Kararda ayrıca başvurucuların talep ettiği maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden reddedilen kısım için davalı idare lehine toplam 11.560 TL vekâlet ücretine (maddi tazminat için 9.400 TL, manevi tazminat için 2.160 TL) hükmolunmuştur. Başvurucular lehine hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden hesap edilen toplam 3.960 TL vekâlet ücretinin (maddi tazminat için 1.800 TL, manevi tazminat için 2.160 TL) ise idareden alınarak başvuruculara önenmesine karar verilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:

"(...)

...Birlik imkanları çerçevesinde, müteveffanın görev yaptığı birlikte gerekli takip ve kontroller yapılmaya çalışılmış ise de, yaşam hakkı ve müteveffanın zorunlu askerlik hizmetinde bulunduğu dikkate alınarak, müteveffanın safahatı, beyanları da değerlendirilerek daha etkin bir tıbbi tedavi ve takip, müteveffanın birliğinde daha etkin bir kontrol ve takip konusunda hizmetin kurulması ve işletilmesindeki eksiklik hizmet kusuru olarak kabul edilmiş, bu suretle davacıların zararlarının davalı idarece karşılanması gerektiği, ancak ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu gerçekleşmesi nedeniyle müteveffanın da müterafik kusuru bulunduğundan zarar miktarından Türk Borçlar Kanunu'nun 51’inci maddesi uyarınca uygun miktarda tenkis uygulanması sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.

Maddi tazminat isteminde bulunan davacı annenin maddi zararlarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş, resen seçilen bilirkişi tarafından düzenlenerek mahkememize ibraz edilen 14.3.2014 tarihli bilirkişi raporunda davacı anne Muhbet Adanır’ın 38.499,00 TL maddi tazminat hak edişinin mevcut olduğu bildirilmiştir.

Taraflara tebliğ edilen ve itiraz edilmeyen bilirkişi raporu, mahkememizce kabul edilen kıstaslara, ilmi verilere ve yerleşmiş içtihatlara uygun bulunduğundan bilirkişi raporu doğrultusunda uygulama yapılmıştır.

Dava dilekçesinde, davacı kız kardeş 1980 doğumlu Maşallah Adanır ve davacı kız kardeş 1994 doğumlu Mizgin Adanır için maddi tazminat talebinde bulunulmuş ise de; Türk Medeni Kanunu'nun 364'üncü maddesi uyarınca kardeşlerin nafaka yükümlülüğünün oluşabilmesi için nafaka verecek tarafın refah içinde bulunması, nafaka alacak tarafın yardım görmemesi halinde maddi yönden zor duruma düşecek durumda bulunması gerektiği, kardeşlerin nafaka yükümlülüğüne ilişkin bu şartların, kardeşlere destekten yoksun kalmaları karşılığında verilecek maddi tazminat yönünden de kabul edilmesi gerektiği, bu durum karşısında müteveffanın ekonomik refah içinde bulunduğuna dair bir kanıt bulunmadığı, kaldı ki AYİM İkinci Dairesinin 04.12.2013 tarihli ara kararı ile müteveffanın askere gelmeden önce çalıştığı iş ve ücreti ile ilgili bilgi ve belgelerin davacılar vekilinden istendiği, cevap verilmediği takdirde asgari ücret üzerinden gelir elde ettiğinin kabul edileceğinin belirtildiği, davacı vekili tarafından ara karar uyarıncaherhangi bir bilgi ve belge ibraz edilmediği anlaşıldığından davacı kız kardeşlerin maddi tazminat talebi reddedilmiştir.

Davacı anne ve kardeşlere, çocuğunu ve kardeşlerini kaybetmeleri nedeniyle duydukları ve ömür boyu duyacakları acı ve ıstırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla, olayın meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü ve işletilecek yasal faizi ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte uygun miktarda manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir."

39. Bu kararın 21/5/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesiyle 18/6/2014 tarihli ve 2014/10261 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.

40. Davalı idare, AYİM'in ret kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Davalı idarenin karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 5/10/2014 tarihli ve E.2014/1605, K.2014/1483 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

41. Başvurucular aleyhine hükmedilen vekâlet ücreti, asıl alacaktan mahsup edilerek 30/6/2015 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı hesabına aktarılmıştır.

B. İlgili Hukuk

42. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı 43. maddesi şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.

Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.”

43. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi şöyledir:

“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”

44. 6098 sayılı Kanunu’un tazminat miktarının belirlenmesine ilişkin 51. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler."

45. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Nafaka yükümlüleri” kenar başlıklı 364. maddesi şöyledir:

“Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.

Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır.

Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.”

46. 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:

“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”

47. 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”

48. 24/11/1986 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 86/11092 sayılı mülga Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) Veysi Adanır'ın askerliğe alındığı tarihte yürürlükte bulunan 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Yönetmeliğe bağlı ekler aşağıda gösterilmiştir:

 1) Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli general, amiral, üstsubay, subay, yedek subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş, Askerî öğrenci, yedek subay adayları, yükümlüler ve erlerin sağlık yeteneklerine göre gruplandırmalarını gösteren Hastalık ve Arızalar listesi."

49. Anılan Yönetmelik'in Veysi Adanır'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Yükümlülerin ilk sağlık muayeneleri Askerlik Kanunu gereğince son yoklama sırasında askerlik şubelerinde toplanan askerlik meclisindeki iki tabip (birisi sivil olabilir) tarafından aşağıdaki şekilde yapılır.

 1) Ruh ve beden durumları ile iç organları dikkatle gözden geçirilir, nabız sayılır, kan basıncı ölçülür, çıplak olarak belirlenen boy ve kilolar tespit edilir. Soluk alma ve vermedeki göğüs genişlikleri ve muayene sonunda bulunan hastalık ve arızalar kaydedilir. Yükümlünün bildiği herhangi bir hastalık veya arızası olup olmadığına ilişkin ve muayene sırasında herhangi bir sağlık yakınması bulunup bulunmadığına ilişkin ekte yer alan Yükümlülere Yoklamalarda Uygulanacak Sağlık Durumu Hakkında Bilgi Formuna uygun yazılı beyanı alınır. Yükümlünün beyan ettiği hastalık veya arızasına ilişkin elinde mevcut bulunan tıbbi belgelerin birer örnekleri de alınarak yükümlünün beyanı ile birlikte askerlik şubesinde muhafaza edilir.

 2) Yükümlünün beyan ettiği hastalık veya arızası ya da fizik muayene ile saptanan bozuklukları nedeniyle muayene sonucunda karar verilemeyenlerle gözlem altında bulunmaları, uzman tabip tarafından değerlendirilmeleri veya laboratuar ya da görüntüleme tetkikleri gibi ileri tetkiklerle değerlendirilmeleri gerekenler en yakın asker hastanesine gönderilir.

3) Yükümlü tarafından beyan edilmeyen ya da fizik muayene sırasında belirti ve bulgusuna rastlanamayan çeşitli hastalık ve arızaların ortaya konması veya taranması için laboratuar veya görüntüleme tetkiki gibi ileri tetkikler yapılması gerekmez. Yükümlülerin bu şekilde gerçekleştirilen sağlık muayenelerinde askerliğe elverişli bulunmaları, kendilerinin muayene tarihinde tam sağlıklı olduklarını göstermez ve silâh altına alındıktan sonra saptanan hastalık ve arızalarının askerlik sırasında ortaya çıktığının kanıtı veya karinesini tek başına oluşturmaz."

50. Anılan Yönetmelik'in Veysi Adanır'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan 6. maddesi şöyledir:

"Askerlik çağına giren yükümlüler, son yoklamaları sırasında askerlik meclislerinde veya asker hastanelerinin sağlık kurullarında, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır.

 1) Askerliğe elverişli olanlar: Sağlık yetenekleri bakımından hiçbir hastalık ve arızası bulunmayanlar ile hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin A dilimlerine girenlerdir.

 2) Askerliğe elverişli olmayanlar: Hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin B ve D dilimlerine girenlerdir."

51. Anılan Yönetmelik'in Veysi Adanır'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan 10. maddesi şöyledir:

"Son yoklamaları yapılan yükümlüler, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır.

 Son yoklamaları sırasında askerlik meclislerince; askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen yükümlüler, askere alınmazlar. Bunlardan arızaları gözle görülebilecek kadar belirgin olanların raporlarına, arızayı gösteren ön ve her iki yan cepheden çekilmiş üçer adet boy fotoğrafı eklenerek üç nüsha, yabancı askerlik şubesince işlem yapılıyor ise dört nüsha rapor düzenlenerek onay makamlarına gönderilir ve onaylanan raporlar kesinleşir. Kesinleşen raporlardan biri ilgiliye verilir, biri onay makamınca, diğeri ise yerli ve yabancı askerlik şubesi başkanlığınca muhafaza edilir.

 Sağlık durumları geçici olarak bozuk olan son yoklamaya tabi yükümlülere ertesi yıla bırakma, sevke tabi olanlara sevk tehiri kararı verilir ve üç nüsha rapor düzenlenerek onay makamlarına gönderilir. Raporları onaylanan bu yükümlülere ertesi yıla bırakma veya sevk tehiri işlemi yapılır. Onay makamlarınca tekrar muayenesine lüzum görülen yükümlüler, yeniden muayeneye gönderilir ve bunlara muayene sonucu alacakları rapor kararlarına göre işlem yapılır. Ertesi yıla bırakılanlar veya herhangi bir sebeple bir defadan fazla sağlık muayenesine tabi tutulanlar hakkında, her bir işlem öncesinde Yükümlülere Yoklamalarda Uygulanacak Sağlık Durumu Hakkında Bilgi Formu doldurtulur.

 Tabipler tarafından kesin karar verilemeyenler, en yakın asker hastanelerine gönderilir. Bunların kesin kararları, bu hastanelerin sağlık kurullarınca verilir."

52. Anılan Yönetmelik'in olay tarihinde yürürlükte bulunan 15. maddesi şöyledir:

"Askere alındıktan sonra asker hastanelerinin sağlık kurullarından "Askerliğe Elverişli Değildir" kararı alan erler, raporlarının onaylanmasını beklemek üzere bu hastaneler tarafından yerli kayıtlı bulunduğu askerlik şubesi emrine gönderilir. Ayrıca durum silah altında bulunanların birliklerine duyurulur. Terhis işlemleri, raporları ilgili makamlarca onaylanıp askerlik şubesine geldikten sonra ilgili yönergeye göre yapılır. "Askerliğe Elverişli Değildir" kararı alanlar gerektiğinde ilgili makamlarca yeniden asker hastanelerinin sağlık kurullarına muayeneye gönderilerek alacakları son rapor kararına göre, ilgili yönerge gereğince işlem görür. "Askerliğe Elverişli Değildir" kararı alanlar emsalinin kanunda yazılı yaş sınırı dışına çıkma tarihine kadar Milli Savunma Bakanlığınca gerektiğinde tekrar muayene ettirilerek alacakları son rapor kararına göre işlem görür."

53. Anılan Yönetmelik'in 16. maddesi şöyledir:

"Geçici hastalık veya arızaları olan yükümlülerle er ve erbaşlara aşağıdaki işlemlerden biri yapılır.

 1) Ertesi yıla bırakma,

 2) Sevki geciktirme,

 3) Hava değişimi.

 Bu işlemleri gerektiren hastalık ve arızalar bu yönetmeliğin arızalar listesinin C dilimlerinde gösterilmiştir."

54. Anılan Yönetmelik'in Veysi Adanır'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan 17. maddesi şöyledir:

"Son yoklamada veya son yoklamadan sonra gönderildikleri sağlık kurullarında yapılan muayeneleri sonucu geçici bir hastalık veya arızaları tesbit edilenlere ertesi yıla bırakma işlemi yapılır."

55. Anılan Yönetmelik'in Veysi Adanır'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan 18. maddesi şöyledir:

"Askerliklerine karar verilen yükümlülere, sevkleri tarihine kadar geçecek süre içerisinde, hastalanır veya arızalanırlarsa, askerlik şubelerince gönderilecekleri sağlık kurullarında muayene sonucu alacakları raporlara göre sevki geciktirme işlemi yapılır."

56. Anılan Yönetmelik'in olay tarihinde yürürlükte bulunan 19. maddesi şöyledir:

"Askerlik şubelerince birliklerine sevklerinden sonra geçici bir hastalığı tesbit edilen er ve erbaşlara hava değişimi işlemi yapılır."

57. Anılan Yönetmelik'e ekli Hastalık ve Arızalar Listesi'nin "Ruh Sağlığı ve Hastalıkları" üst başlıklı 15 ila 18. maddelerinde ruh sağlığı bozukluklarının farklı çeşitleri A, B, C ve D şeklinde kısımlara ayrılarak ayrıntılı şekilde belirtilmiştir.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

58. Mahkemenin 8/12/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

59. Başvurucular;

i. Madde bağımlısı olan ve ciddi psikolojik rahatsızlıkları bulunan yakınlarının askerliğe elverişli görülerek askere alındığını, psikolojik sorunları askerlik hizmeti sırasında da devam eden yakınlarının intihar ederek hayatını kaybettiğini, intihar olayının meydana gelmesinde askerî yetkililerin ağır hizmet kusurunun bulunduğunu, yakınlarının ciddi psikolojik sorunlar yaşadığı ve intihar eğiliminin bulunduğu askerî makamlar ile sağlık çalışanları tarafından bilinmesine rağmen yaşam hakkının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığını, AYİM nezdinde açtıkları tam yargı davasında idarenin ağır kusuruyla orantılı, tatmin edici bir tazminata hükmedilmediğini, tazminat miktarının gerçek zararlarını tazmin etmekten uzak olduğunu, müteveffaya oranı ve kaynağı belli olmayan bir kusur izafe edildiğini, maddi tazminat taleplerinin haksız biçimde reddedildiğini (müteveffanın maddi tazminat talebinde bulunan kardeşleri yönünden),

ii. Olay hakkında yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayının intihar neticesinde gerçekleştiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, görevi ihmal suçunu işledikleri açık olan askerî yetkililerin sorumluluğunun bulunmadığı kanaatine varılmasının adil olmadığını, soruşturmanın hızlı ve etkili bir şekilde yürütülmediğini, soruşturmanın makul sürede ve adil bir neticeyle sonlandırılmadığını, olayda kusuru bulunan hiçbir üst rütbeli askerin sorgulanmadığını,

iii. İlgili usul kanununun yanlış uygulanması sonucu aleyhlerine yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedildiğini, bu durumun mahkemeye erişim hakkını açıkça ihlal ettiğini,

iv. AYİM kararlarına karşı başvurulabilecek etkili bir temyiz olanağının bulunmadığını, karar düzeltme yolunun temyiz kurumuna göre daha kısıtlı bir hukuki güvence sağladığını, bu durumun adil yargılanma hakkı ile bağdaşmadığını belirterek yaşam hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; taraflarına maddi ve manevi tazminat ödenmesi taleplerinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

60. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucuların temel olarak Veysi Adanır'ın yaşamının yetkili makamlarca korunamamasından, ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesinden, AYİM nezdinde açtıkları tam yargı davası sonucunda hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olmasından, aleyhlerine yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesinden ve AYİM kararlarına karşı başvurulabilecek bir temyiz olanağının bulunmamasından şikâyet ettiği anlaşılmıştır.

61. Başvurucuların, Veysi Adanır'ın yaşamının yetkili makamlarca korunamadığı, olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği ve hükmedilen tazminat miktarının zararlarını tazmin etmekten uzak olduğu yönündeki iddialarının bir bütün hâlinde yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Sadece soruşturmanın makul sürede tamamlanmadığı yönündeki şikâyet, yaşam hakkının usul boyutu yönünden ayrı bir başlık altında incelenmiştir.

62. Başvurucuların dava sonucunda aleyhlerine yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedildiği yönündeki iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. AYİM kararlarına karşı başvurulabilecek bir temyiz olanağının bulunmadığını yönündeki şikâyet ise iki dereceli yargılanma hakkı kapsamında ayrıca incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

63. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. § 59-i,ii) yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

64. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru, ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucular, ölen kişinin annesi ile kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

66. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi açısından idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 83).

67. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların devam edip etmediğine bağlıdır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği gözönünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 84).

68. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı bağlamında mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının tespiti açısından kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olayları ile ihmal sonucu meydana gelen ölüm olayları arasında bir ayrım yapmak gerekir (Mehmet Aydoğan ve Nufer Aydoğan, B. No: 2013/3775, 14/4/2016, § 55).

69. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

70. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük, her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

71. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması Anayasa'nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).

72. Bu çerçevede başvuru konusu olayda yürütülen ceza soruşturmasındaki işlemlere (bkz. §§ 18-35) bakıldığında başvurucuların yakını Veysi Adanır'ın 28/8/2011 tarihinde er ve erbaş banyosunda asılı vaziyette bulunması olayı ile ilgili olarak Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen bir soruşturmanın başlatıldığı, olaydan haberdar edilen nöbetçi Cumhuriyet savcısının olay yerine intikal etmesi üzerine Cumhuriyet savcısı eşliğinde olay yeri incelemesinin yapıldığı, olay yerinin fotoğraflarının çekildiği ve krokisinin çizildiği, bu işlemler sonucunda ayrıntılı bir olay yeri inceleme raporunun hazırlandığı, ölüm olayının gerçekleştiği gün ölü muayenesi ve akabinde otopsi işleminin gerçekleştirildiği, gerçekleştirilen otopsi işlemi neticesinde hazırlanan raporda Veysi Adanır'ın ölümünün ası sonucu meydana gelmiş olduğunun tespit edildiği görülmektedir. Soruşturma kapsamında ayrıca, Veysi Adanır'ı asılı vaziyette gören erler ile ilgili diğer bazı kişilerin Cumhuriyet savcısı tarafından ifadelerinin alındığı, Veysi Adanır'ın kişilik yapısının nasıl olduğunun ve diğer arkadaşlarıyla herhangi bir sorun yaşayıp yaşamadığının tespit edilebilmesi maksadıyla birçok tanığın dinlendiği anlaşılmaktadır. Başvurucuların da gerek müşteki sıfatıyla verdikleri ifadelerle gerekse savcılığa sundukları dilekçelerle soruşturmaya etkin bir şekilde katılabildiği görülmektedir. Soruşturma makamlarının ise tüm bu araştırmaları yeterli görerek Veysi Adanır'ın kendi iradesiyle intihar ettiği kanaatine vardığı ve ölümünde üçüncü bir kişiye atfedilebilir cezai sorumluluk bulunmadığına karar verdiği görülmektedir.

73. Başvurucular ceza soruşturması aşamasında hiçbir üst rütbeli askerin sorgulanmadığını ileri sürmüş ise de soruşturma dosyasının incelenmesi neticesinde Kayacan Muhabere Merkezî Komutanı Dz.Bnb. M.A.nın ifadesinin Askerî Savcılık tarafından alındığı anlaşılmaktadır. Askerî Savcılık tarafından ifadesi alınan Dz.Bnb. M.A.nın ise görevli psikoloğun tavsiyesi üzerine Veysi Adanır'ın Aksaz Asker Hastanesi Psikiyatri Kliniğine sevk edildiğini ve burada tedavi gördüğünü, psikiyatri kliniği tarafından verilen raporlarda koruyucu bir emniyet tedbirinden bahsedilmemesine rağmen kendilerinin aldığı emniyet tedbirleri kapsamında Veysi Adanır'a silah verilmediğini, Veysi Adanır'a birlik dâhilinde en basit görev olan koğuş nöbetçiliği görevinin verildiğini belirttiği görülmektedir.

74. Tüm bu hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvuru konusu olayda soruşturma makamının olayların seyrini aydınlatmaya yönelik işlemlerinden kuşku duyulmasını gerektirecek bir durumun veya yürütülen soruşturmanın kapsamı ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ölüm olayına ilişkin başvurucuların ortaya koyduğu deliller ile yürütülen ceza soruşturması kapsamında elde edilen bulgulardan müteveffanın ölümünün intihar sonucu gerçekleştiği, aksine bir durumdan “şüphelenilmesini” gerektiren bir olgunun başvuru dosyasında bulunmadığı anlaşılmaktadır. Veysi Adanır'ın gerek İskenderun Asker Hastanesi gerekse Aksaz Asker Hastanesi Psikiyatri Kliniklerinde birçok kez tedavi gördüğü dikkate alındığında ve Psikiyatri Kliniği tarafından verilen raporlarda koruyucu bir emniyet tedbirinden bahsedilmemesine rağmen askerî yetkililer tarafından çeşitli emniyet tedbirleri alınarak Veysi Adanır'a silah verilmediği gözetildiğinde Veysi Adanır'ın ölümünde yetkili makamların değerlendirme hatasını aşan kasti bir tutumunun varlığından da söz edilemeyeceği değerlendirilmektedir.

75. Bu durumda AYİM’in yaşanan intihar eyleminden idarenin sorumlu olduğunu tespit etmesi ve davanın koşulları çerçevesinde başvurucular lehine tazminata hükmetmesi başvurucuların mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir.

76. AYİM somut başvuru hakkındaki değerlendirmesinde, müteveffanın görev yaptığı birlikte gerekli takip ve kontroller yapılmaya çalışılmış ise de müteveffanın yaşamının korunması için daha etkin bir tıbbi tedavi ve takibin yapılmadığı kanaatine varmış vebaşvurucuların zararlarının hizmet kusuru ilkesine göre müterafik kusur da dikkate alınarak karşılanması gerektiği sonucuna ulaşmıştır (bkz. § 38). Dolayısıyla AYİM’in bu tespiti ile Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiği ve yaşam hakkının devlete yüklediği yaşamı koruma pozitif yükümlülüğünün idare tarafından yerine getirilmediği açıkça kabul edilmiştir.

77. AYİM kararında açık bir şekilde ihlal tespiti yapılarak başvuruculardan anne Muhbet Adanır lehine 15.000 TL maddi ve 8.000 TL manevi olmak üzere toplam 23.000 TL tazminata hükmedildiği görülmektedir. Aynı kararda müteveffanın kardeşlerine toplam 10.000 TL manevi tazminat ödenmesi kararlaştırılmış, müteveffanın kardeşlerinden Maşallah Adanır ile Mizgin Adanır'ın maddi tazminat talepleri ise ilgili hukuk kuralları yorumlanmak suretiyle reddedilmiştir. Hükmedilen maddi tazminat miktarlarına müteveffanın yeniden gelir elde edeceği varsayılan 13/6/2012 tarihinden ödeme tarihine kadar, hükmedilen manevi tazminat miktarlarına ise olay tarihi olan 28/8/2011 tarihinden ödeme tarihine kadar yıllık %9yasal faiz yürütülmesine karar verilmiştir.

78. AYİM tarafından olayın meydana geliş şekli ve tarihi, ölenin askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü, işletilecek yasal faiz, ölenin müterafik kusuru ve yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporu dikkate alınarak müteveffanın annesi Muhbet Adanır lehine maddi ve manevi tazminata, müteveffanın kardeşleri lehine ise manevi tazminata karar verildiği, anılan kararın karar düzeltme aşamasından geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır.

79. Davanın koşullarına göre belirlenen tazminat miktarları ile başvurucuların uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik tespit edilmediğinden Anayasa Mahkemesinin tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda AYİM’in takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz.

80. Bu durumda AYİM'in somut olayda etkili bir ceza soruşturmasını müteakip yaşanan intihar eyleminden idarenin sorumlu olduğunu tespit etmesi ve kendi takdir ettiği ölçüler çerçevesinde müteveffanın annesi Muhbet Adanır lehine maddi ve manevi tazminata, müteveffanın kardeşleri lehine ise manevi tazminata hükmetmesinin, başvurucuların yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırdığı sonucuna ulaşılmıştır.

81. Açıklanan nedenlerle başvurucuların yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının mağdur sıfatının bulunmamasına bağlı olarak kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. İki Dereceli Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

82. Başvurucular; AYİM kararlarına karşı başvurulabilecek etkili bir temyiz olanağının bulunmadığını, karar düzeltme yolunun temyiz kurumuna göre daha kısıtlı bir hukuki güvence sağladığını, bu durumun adil yargılanma hakkı ile bağdaşmadığını ileri sürmüşlerdir.

83. Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

84. Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’ün 2. maddesinde cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı tanınmış ise de başvuru konusu edilen sürecin ceza yargılamasına ilişkin olmadığı açıktır.

85. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu ihlal iddialarının Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Soruşturmanın Makul Bir Hızda Gerçekleştirilmemesi Nedeniyle Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

86. Başvurucuların soruşturmanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmayıp başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

87. Başvurucuların aleyhine hükmedilen avukatlık ücretinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmayıp başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Soruşturmanın Makul Bir Hızda Gerçekleştirilmemesi Nedeniyle Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

88. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu;doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konmasına, sorumlu kişilerin belirlenmesine ve gerekiyorsa cezalandırılmasına imkân tanıyan etkili bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, kişilerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler ile bireylerin maddi ve manevi varlığına verilen zararlar için hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

89. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57, Sadık Koçak ve diğerleri, § 94).

90. Yukarıda sayılanlara ilave olarak yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızda gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96, benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maiorano ve diğerleri/İtalya, 28634/06, 15/12/2009,§ 124).

91. Başvurucular, dört yılı aşkın süre devam eden soruşturmanın hızlı bir şekilde yürütülmediğini, soruşturmanın makul sürede tamamlanmadığını ileri sürmüşlerdir.

92. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin diğer iddialar yukarıda incelendiğinden (bkz. §§ 72-74) bu başlık altında yalnızca soruşturmanın makul bir hızda gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği incelenecektir.

93. Soruşturma kapsamında yapılan araştırmalar bu kapsamda incelendiğinde Veysi Adanır'ın 28/8/2011 tarihinde asılı vaziyette ölü olarak bulunması üzerine olay hakkında aynı gün soruşturma başlatılarak olay yeri incelemesi ile ölü muayenesi işlemlerinin gerçekleştirildiği, er ve erbaş banyo kapısını gören kamera kayıtlarının bilirkişi marifetiyle çözümlenmesi neticesinde 23/9/2011 tarihli raporun hazırlandığı, kesin ölüm sebebinin tespit edilebilmesi maksadıyla yapılan klasik otopsi sonucunda 6/10/2011 tarihli otopsi raporunun hazırlandığı, 5/4/2012 tarihinde Telekomünikasyon İletişim Dairesi Başkanlığından talep edilen Veysi Adanır'ın üzerine kayıtlı telefon numarasına ait HTS kayıtlarının 12/4/2012 tarihinde Askerî Savcılığa gönderildiği, yine 4/11/2013 tarihinde Telekomünikasyon İletişim Dairesi Başkanlığından talep edilen Veysi Adanır'ın üzerine kayıtlı telefon numarasına ait iletişimin tespiti kayıtlarının 14/11/2013 tarihinde çıkarılarak Askerî Savcılığa gönderildiği, soruşturma sürecinde birçoğu terhis olmuş olan askerin tanıklığına başvurulduğu, tüm bu araştırmalar neticesinde elde edilen verilerin değerlendirilip 2/9/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, başvurucuların bu karara yaptığı itirazın 16/10/2015 tarihinde Askerî Mahkemece reddedilmesi üzerine ceza soruşturmasının kesinleştiği görülmektedir.

94. Yukarıdaki açıklamalar dikkate alındığında 28/8/2011 tarihinde başlayan soruşturmanın 16/10/2015 tarihinde kesinleşerek 4 yıl 1 ay 18 günde tamamlandığı, bu sürenin önemli bir kısmının tanık ifadelerinin alınması aşamasında geçtiği, tanık ifadelerinin alınması aşamasında geçirilen sürenin uzamasında tanıklığına başvurulan askerlerin terhis olmasının etkili olduğu, terhis olan askerlerin adreslerinin tespit edilmesinde ve ifadelerinin alınabilmesi için ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarına yazılan talimatların gereğinin yapılmasında oldukça uzun bir süre geçtiği anlaşılmaktadır. Oysa ölüm olayının gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra ilgili askerlerin ifadelerinin alınması hâlinde böyle bir gecikmenin önüne geçilebilmesinin mümkün olduğu değerlendirilmektedir.

95. Somut olayda, özellikle tanıkların dinlenmesi aşamasında yaşanan gecikmeler nedeniyle dört yıldan uzun süren soruşturmanın -alınan kararın sonucunun ne olduğunun önemi olmaksızın- yakınlarını kaybeden başvurucuların soruşturmanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği dikkate alındığında başlı başına özelde başvurucuların ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özende yürütülmediği sonucuna ulaşılmıştır. Gerek başvurucuların tutumunun gerekse olayın karmaşıklığının dört yılı aşkın süreyi açıklamak için yeterli olmadığı değerlendirilmiştir.

96. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının gerektirdiği etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün soruşturmanın makul bir hızda gerçekleştirilmemesi nedeniyle ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

97. Başvurucular, ilgili usul kanununun yanlış uygulanması sonucu aleyhlerine yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedildiğini, bu durumun yargıya ulaşma hakkını açıkça ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

98. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

“Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”

99. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

100. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir. Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Özkan Şen, §§ 61, 62).

101. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara avukatlık ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. Başvuru konusu olayda 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu davaların, idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından takibi öngörülmüş olup davanın reddi hâlinde idare lehine avukatlık ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi hâlinde başvurucuya yüklenecek olan avukatlık ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§ 38, 39).

102. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan Şen, § 54).

103. Başvurucuların tam yargı (tazminat) davasını açtığı 31/5/2012 tarihi itibarıyla yürürlükteki usul hükümlerinde, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesini öngören bir düzenleme bulunmamaktadır.

104. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin talep edilen miktarın sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması da 1602 sayılı Kanun gereği davanın açıldığı 31/5/2012 tarihi öncesinde mümkün olmadığından hak kaybına uğramak istemeyen davacıların tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçeneklerinin olmadığı görülmektedir.

105. Başvurucuların da bu nedenle AYİM’e açılan davada uğradıkları zarar için 90.000 TL maddi ve 350.000 TL manevi tazminat talebinde bulundukları anlaşılmaktadır. AYİM, başvurucular lehine toplam 33.000 TL maddi ve manevi tazminat ile 3.960 TL avukatlık ücretine hükmettikten sonra başvurucuların reddedilen tazminat talepleri üzerinden davalı idare lehine 11.560 TL avukatlık ücreti ödemelerine karar vermiştir.

106. Başvurucular aleyhine avukatlık ücreti ödenmesini öngören düzenlemenin tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği söylenemez. Bu düzenleme sonucu gerçekleşen müdahalenin ölçülü olup olmadığının da incelenmesi gerekir.

107. Somut olayın koşulları bir bütün hâlinde değerlendirildiğindebaşvurucuların, dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak için taleplerini yüksek tuttuğu ve yargılama sonucunda hak kazandıkları tazminat ve avukatlık ücretinin yaklaşık %31'ine denk gelen kısmını avukatlık ücreti olarak davalı idareye geri ödemek zorunda kaldıkları görülmüştür. Böylece başvurucuların tazminat alacağının önemli bir kısmından mahrum bırakıldığı ve bu miktarın ölçülü olmadığı saptandığından mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

108. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

109. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

110. Başvurucular, Anayasa'nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlali nedeniyle toplam 70.000 TL maddi ve 500.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

111. Başvurucuların yakını Veysi Adanır'ın ölüm olayı hakkında yürütülen soruşturmanın makul bir hızda gerçekleştirilmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutununihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Mevcut başvuruda ayrıca başvurucuların adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

112. Başvuru hakkında yapılan inceleme sonucunda yaşam hakkının esasının ihlal edildiği yönünde bir karar verilmemiş, bununla birlikte ölüm olayı hakkında makul bir hızda ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Başvurucuların yakınının ölüm olayı hakkında makul bir hızda ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında somut olayın özellikleri de dikkate alınarak başvuruculara müşterek olarak net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Yine başvuru konusu olayda mahkemeye erişim hakkı kapsamında tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan zararları karşılığında başvuruculara müşterek olarak net 7.600 TL manevi tazminat ödenmesine, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin ise reddine karar verilmesi gerekir.

113. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 433 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.233 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın (soruşturmanın makul bir hızda gerçekleştirilmediği yönündeki iddia hariç) kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Soruşturmanın makul bir hızda gerçekleştirilmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Soruşturmanın makul bir hızda gerçekleştirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle 20.000 TL, mahkemeye erişim hakkının ihlali nedeniyle 7.600 TL olmak üzere toplam 27.600 TL manevi tazminatın müşterek olarak ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 433 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.233 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAK ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/12/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BİLAL ÖZER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/16078)

 

Karar Tarihi: 9/1/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Recai AKYEL

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Başvurucu

:

Bilal ÖZER

Vekili

:

Av. Aysena Aysel ÇEKİNMEZ ÇAKAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, emekli tazminatı ödenmesine karar verilmesi talebi ile açılan davada davalı tarafın beyanına göre karar verilmesi ve aleyhe yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; tespit edilen bedelin güncel değerinde olmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/9/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu süresi içinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

8. Başvurucu 30/8/1970 ve 30/4/1987 tarihleri arasında T.C. Emekli Sandığına tabi olarak çalışmış, sonrasında istifa ederek başka bir sosyal güvenlik kurumu olan Sosyal Sigortalar Kurumuna(SSK) tabi olarak çalışmaya başlamış ve 1996 yılında 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun uyarınca Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı hizmet süresi ile SSK'ya tabi olarak çalıştığı hizmet süresi birleştirilmek suretiyle SSK'dan emekliye ayrılmıştır.

9. Başvurucunun emekli olduğu tarihte yürürlükte olan 2829 sayılı Kanun'un 12. maddesinin "Son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve kendilerine bu Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara, T.C. Emekli Sandığına tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen sürelerinin toplamı üzerinden, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenir." hükmü uyarınca en son SSK'ya tabi olarak çalışan başvurucuya, daha önce Emekli Sandığına tabi olarak geçirdiği çalışma süresi için emekli ikramiyesi ödenmemiştir.

10. Anayasa Mahkemesi, norm denetimi sonucu verdiği 5/2/2009 tarihli ve E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararı ile 2829 sayılı Kanun'un 12. maddesinde yer alan "Son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve..." ibaresini Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğundan bahisle iptal etmiştir.

11. Başvurucu, norm denetimi sonucu verilen iptal kararının ardından 11/5/2009 tarihli dilekçesi ile Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı dönemler için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesini talep etmiş; SGK 18/5/2009 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir.

B. Başvuruya Konu Dava Süreci

12. Başvurucu, talebinin reddi üzerine Ankara 14. İdare Mahkemesinde SGK aleyhine dava açarak davalı idarenin 18/5/2009 tarihli işleminin iptal edilmesine ve kendisine 30.000 TL'nin emekli ikramiyesi tutarı olarak ödenmesine karar verilmesini istemiştir.

13. Davalı idare başvurucunun dava talebine karşı cevabında, iptali istenen işlemde hukuka ve mevzuata aykırı bir yön bulunmadığını zira Anayasa hükümleri gereğince konuya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının geriye yürümeyeceğini ileri sürmüş; davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

14. Yargılama sürecinde ilk derece mahkemesi 17/12/2009 tarihli ara kararı ile davalı idareden, iptali istenen işleme dayanak teşkil eden tüm bilgi ve belgelerin bulunduğu işlem dosyasının örneğinin gönderilmesini; 8/6/2010 tarihli ara kararı ile de başvurucunun Emekli Sandığına tabi olarak geçen hizmetlerine karşılık başvurucuya emekli ikramiyesi ödenmesi gerekseydi bu ödemenin ne kadar tutacağının hesaplanmasını, ayrıca hesaplamaya ilişkin bilgi ve belgeler ile hesaplama tablosunun gönderilmesini talep etmiştir.

15. Yargılama sonunda Ankara 14. İdare Mahkemesi 31/12/2012 tarihli kararı ile dava konusu işlemin iptaline, emekli ikramiyesi miktarının hesaplanmasına ilişkin gönderilen bilgi ve belgelerin tetkik edilerek SGK tarafından hesaplanan 382,20 TL'nin başvurucuya -yasal faiz talebi bulunmadığından- faizsiz olarak ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca reddedilen tutar üzerinden başvurucu aleyhine 3.507,89 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Kararın başvurucu lehine hükmedilen tazminatın tespitine yönelik kısmı şöyledir:

 "...

 Mahkememizin 08.06.2010 günlü ara kararı ile davacıya ödenmesi gereken emekli ikramiyesi miktarının ne olduğunun sorularak, hesaplamaya ilişkin bilgi ve belgelerin istenilmesine karar verildiği, davalı idare tarafından gönderilen cevap ve eki belgelerden davacıya 4. derece 1. kademe intibakı ve 1600 ek gösterge rakamı esas alınarak 15 kıdem yılı üzerinden emekli aylığı bağlandığı 01.03.1996 tarihi itibariyle yürürlükte bulunan memur maaş katsayısı ile taban aylığı esas alınarak 5434 sayılı Kanuna tabi geçen (20) tam hizmet yılına karşılık ödenebilecek ikramiye tutarının 382,80-TL olduğu bildirilmiştir.

 ..."

16. Kararın gerekçesinde ayrıca Anayasa Mahkemesinin iptal kararına atıfta bulunulmuştur. Mahkeme, Anayasa Mahkemesinin 5/2/2009 tarihli iptal kararından sonra kanun koyucu tarafından 19/9/2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanun'un 14. maddesi ile getirilen düzenlemenin de Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli ve E.2010/81, K.2011/78 sayılı kararı ile iptal edildiğini belirtmiştir. Kararda konuya ilişkin yasal düzenlemeler tartışılmış, bu çerçevede farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmetleri birleştirilmek suretiyle aylık bağlanan ancak Emekli Sandığına tabi bir görevde iken emekliye ayrılmadığı için kendisine emekli aylığı bağlanmayan başvurucunun hukuksal durumunun Anayasa Mahkemesinin iptal kararları da gözetilerek yorumladığı belirtilmiştir. Sonuç olarak ilk derece mahkemesi, belirtilen hizmet süreleri ve emekli aylıklarının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar dikkate alınarak başvurucuya emekli ikramiyesi ödenmesi gerektiği kanaatine varmıştır.

17. İlk derece mahkemesi kararına karşı taraflarca temyiz yoluna başvurulmuş; başvurucu 28/5/2013 tarihli temyiz dilekçesinde, lehine hükmedilen emekli ikramiyesi tutarının 1996 yılı değerleri esas alınarak hesaplandığını, bu durumun denkleştirici adalet ilkesine ve hakkaniyete aykırı olduğunu, hükmedilen tazminat tutarının çok daha fazlası vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldığını ifade etmiştir.

18. İlk derece mahkemesi kararı Danıştay Onbirinci Dairesince yapılan inceleme sonucu 17/12/2013 tarihli ilam ile onanmıştır.

19. Başvurucu, onama ilamı üzerine karar düzeltme talebinde bulunmuş; 31/1/2014 tarihli dilekçesinde, temyiz dilekçesinde itirazda bulunduğu hususlara ek olarak ilk derece mahkemesinin resen yapacağı araştırma ve inceleme sonucu karar vermesi gerekirken davalı Kurum tarafından yapılan hesaplamayı dikkate alarak karar vermesine de itirazda bulunmuştur.

20. Karar düzeltme talebi de Danıştay Onbirinci Dairesince incelenmiş ve 30/5/2014 tarihli ilam ile reddedilmiştir.

21. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam başvurucuya 26/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 24/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

 IV. İLGİLİ HUKUK

22. İlgili hukuk için bkz. Nevriye Sağır ve Salim Sağır, B. No: 2014/6129, 20/5/2015, §§13, 14; Ferda Yeşiltepe, [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 17-31.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 9/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiası

24. Başvurucu, hakkını aramak için açtığı davada lehine hükmedilen tazminatın çok daha fazlası vekâlet ücretine katlanmak durumunda bırakıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

26. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

27. İdari ve askerî idari yargıda görülen davalarda talep edilen tazminat miktarlarının reddedilen kısmı üzerinden nispi vekâlet ücretine hükmedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceği Anayasa Mahkemesinin benzer olaylara ilişkin birçok kararında ortaya konmuştur (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014; Mehmet Tekin, B. No: 2013/7611, 20/5/2015; Nevriye Sağır ve Salim Sağır).

28. Bu kararlarda idari ve askerî idari yargıda 15/11/2012 tarihinden önce ıslah imkânının bulunmadığı gözetilerek tarafların ileride hak kaybına uğramamak için dava talep miktarlarını yüksek tutmalarından kaynaklı olarak reddedilen kısım üzerinden aleyhlerine yüksek tutarlarda vekâlet ücretine hükmedilmesinin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır (İbrahim Can Kişi, § 44; Mehmet Tekin, § 62; Nevriye Sağır ve Salim Sağır, § 29).

29. Somut olayın koşulları bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak için talebini yüksek tuttuğu ve yargılama sonucunda hak kazandığı tazminat olan 382,20 TL'nin neredeyse 10 katı fazlasına denk gelen 3.507,89 TL tutarı avukatlık ücreti olarak davalı idareye ödemek zorunda kaldığı görülmüştür (bkz. § 15).

30. Böylece ıslah imkânı olmaması nedeniyle yüksek tazminat talebinde bulunularak açılan davaya ilişkin yargılama sonucunda başvurucu aleyhine hükmedilen avukatlık ücretinin Anayasa Mahkemesinin emsal kararlarında belirlediği kriterlere göre ölçülü olmadığı saptandığından mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (Murat Kara ve diğerleri; Galip Kocuk, B. No: 2014/5639, 24/6/2015). Somut olayda da Anayasa Mahkemesinin içtihadından ayrılmayı gerektirecek bir yön bulunmadığı görülmektedir.

31. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiası

32. Başvurucu, emekli ikramiyesinin ödeme tarihindeki katsayılar esas alınarak ödenmemesinin paranın alım gücündeki düşme nedeniyle mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucuya göre, ikramiye ödemesinde ödeme tarihlerinin değil de emekli aylığının bağlandığı tarihin esas alınması alacağın değer kaybetmesine yol açmaktadır.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

34. Başvuru konusu ile ilgili ilkeler daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından Ferda Yeşiltepe kararında ortaya konmuştur. Buna göre öncelikle belirtilmelidir ki varlığı derece mahkemelerince de kabul edilen "emekli ikramiyesi alacağı"nın Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkı kapsamında "mülk" teşkil ettiği kuşkusuzdur. Bu kapsamda emekli ikramiyesinin ödenmemesi suretiyle mülkiyet hakkına müdahalede bulunulduğu, müdahalenin kamu yararı amacıyla ve kanunla yapıldığı açık olmakla birlikte kişilere emekli ikramiyesi ödenmesi sürecinde enflasyon nedeniyle ikramiye miktarında meydana gelen değer kaybının giderilmemiş olması hâlinde mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılabilecektir (Ferda Yeşiltepe, §§ 45-76).

35. Somut olayda Merkez Bankası verilerine göre emekli ikramiyesinin hesaplanmasında esas alınan katsayıların tarihi olan (bkz. § 15) 1996 yılı Mart ayındaki 100 TL'nin, yargılamanın sonuçlandığı (bkz. § 21) 2014 yılı Mayıs ayı itibarıyla enflasyon karşısında değer kaybı giderilmiş karşılığı 7.151 TL'dir. Bu durumda başvurucuya ödenmesi gereken 382,80 TL tutarındaki emekli ikramiyesi alacağının 2014 yılı Mayıs ayı itibarıyla Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı 27.389 TL’dir.

36. Dolayısıyla bu veriler uyarınca başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen 382,80 TL tutarındaki alacağının değer kaybını telafi edecek fark 27.006,20 TL'dir. Bu durumda başvurucunun emekli ikramiyesinin hesaplanmasında esas alınan katsayıların tarihinden yargılama sürecinin sona ermesine kadar olan dönemde enflasyonda meydana gelen artış %7051,13 oranında görünmektedir. Öyleyse 1996 yılı esas alınarak yapılan hesaplama sonucu emekli ikramiyesi bedeli olarak hükmedilen tazminatın paranın satın alma gücündeki değişim karşısında değer kaybı yaşadığı ortadadır.

37. Sonuç olarak başvurucunun emekli ikramiyesine hak kazandığı tarihten emekli ikramiyesi ödenmesi talebine ilişkin yargılamanın sona erdiği tarihe kadar geçen on sekiz yılı aşan süredeki enflasyon oranları dikkate alındığında mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen söz konusu alacağın değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşılmaktadır. Belirtilen değer kaybının miktarı gözetildiğinde müdahaleyle başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu sebeple söz konusu müdahalenin kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu sonucuna varılmış; somut olayda Ferda Yeşiltepe kararında belirtilen ilkelerden ayrılmayı gerektirecek bir durumun olmadığı anlaşılmıştır.

38. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

39. Öte yandan başvurucu, açtığı davada lehine hükmedilen tazminat miktarının davalı idarenin yaptığı hesaplama esas alınarak belirlenmiş olmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüşse de mülkiyet hakkı yönünden yapılan incelemede ihlal sonucuna ulaşıldığından başvurucunun bu iddiasına yönelik ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1)Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

41. Başvurucu, hak etmiş olduğu emekli ikramiyesinin güncellenmiş hâli ile SGK'dan tahsiline ve yaptığı yargılama masraflarının ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

42. Başvuruda, mahkemeye erişim hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

43. Başvuru konusu olayda mahkemeye erişim hakkı yönünden tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren 3.000 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

44. Başvuru konusu olayda mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle başvurucunun uğradığı zarar miktarı, mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen alacağının uğradığı değer kaybı bedelidir. Bu değer kaybı bedelinin ise 27.006,20 TL olduğu yukarıda belirtilmiştir (bkz. § 34). Bu durumda maddi zararları karşılığında başvurucuya net 27.006,20 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

44. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mahkemeye erişim hakkının ihlali nedeniyle 3.000 TL, mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle 27.006,20 TL olmak üzere toplam net 30.006,20 TL tazminatın BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Ankara 14. İdare Mahkemesine (E.2009/602, K.2012/2663) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABDULLAH KARATAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/4150)

 

Karar Tarihi: 3/2/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Abdullah KARATAŞ

Vekili

:

Av. Süreyya YILDIZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kanuna aykırı olarak nispi karar ve ilam harcına hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/2/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1960 doğumlu olup Bor'da ikamet etmektedir.

9. S.K. ve H.K. başvurucu aleyhine 360.000 TL alacak ile işlemiş faizleri için kambiyo senetlerine mahsus takip yoluyla icra takibi başlatmıştır. Başvurucu 10/1/2013 tarihinde Bor Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) S.K. ve H.K. aleyhine menfi tespit (borçsuzluğun tespiti) davası açmıştır. Başvurucu, kambiyo senedinin hileyle alındığını iddia etmiştir.

10. Mahkeme peşin yatırılması gereken nispi karar ve ilam harcının eksik yatırılan 4.811 TL'sinin ikmali için başvurucuya iki hafta süre vermesine rağmen başvurucu eksik harcı tamamlamamıştır. Bunun üzerine Mahkeme harcın ikmal edilmemesi nedeniyle davayı dava şartı yokluğu nedeniyle usulden 18/7/2013 tarihinde reddetmiştir. Karar, Yargıtay 19. Hukuk Dairesince (Daire) 20/1/2014 tarihinde bozulmuştur. Daire davanın usulden reddi yerine dosyanın işlemden kaldırılması gerektiğini vurgulamıştır.

11. Bozma kararına uyan Mahkeme yeniden yapılan yargılamada eksik harcı ikmal ettirdikten sonra 1/6/2016 tarihli kararla davayı esastan reddetmiştir. Mahkeme, senedin hileyle alındığının başvurucu tarafından ispatlanamadığını belirtmiştir. Mahkeme ayrıca 24.591,60 TL nispi karar harcına hükmetmiş, bunun peşin alınan 5.345,60 TL'sinin mahsubuyla kalan 19.246 TL'nin başvurucudan alınarak Hazineye ödenmesine karar vermiştir.

12. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde diğer iddiaların yanında nispi karar ve ilam harcına hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, maktu harca hükmedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Daire 1/3/2017 tarihinde kararı onamıştır. Onama kararında başvurucunun karar harcına ilişkin iddiasına yönelik herhangi bir açıklama yapılmamıştır.

13. Başvurucu bu karara karşı karar düzeltme yoluna müracaat etmiştir. Başvurucu aynı iddiayı karar düzeltme dilekçesinde de tekrar etmiştir. Daire 12/12/2018 tarihinde karar düzeltme istemini de -başvurucunun belirtilen iddiasına değinmeden- reddetmiştir. Başvurucu nihai kararın tebliğ edilmediğini belirtmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi üzerinden yapılan araştırmada karar düzeltme kararının başvurucuya tebliğ edildiğine ilişkin tebliğ alındısına rastlanmamıştır.

14. Başvurucu 1/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

15. 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 2. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Yargı işlemlerinden bu kanuna bağlı (1) sayılı tarifede yazılı olanları, yargı harçlarına tabidir."

16. 492 sayılı Kanun'un 15. maddesi şöyledir:

"Yargı harçları (1) sayılı tarifede yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden, işlemin nev'i ve mahiyetine göre maktü esas üzerinden alınır. "

17. 492 sayılı Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı değerler esastır."

18. 492 sayılı Kanun'un 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) sayılı tarifede yazılı nispi harçlar aşağıdaki zamanlarda ödenir.:

a) Karar ve ilam harcı,

Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenir. ...

..."

19. 492 sayılı Kanun'un 31. maddesi şöyledir:

"Peşin alınan Karar ve İlam Harcı işin hitamında ödenmesi gerekenden fazla olduğu anlaşılırsa fazlalık istek üzerine geri verilir. "

20. 492 sayılı Kanun'a ekli (1) sayılı Tarife'nin ilgili kısmı şöyledir:

"Yargı harçları :

 (A) Mahkeme Harçları :

Hukuk, ceza ve ticaret davalarıyla, idari davalarda ihtilafsız yargı konularında, Anayasa Mahkemesine bireysel başvurularda ve icra tetkik mercilerinde

...

III – Karar ve ilam harcı :

1. Nispi harç :

a) Konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi halinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden (Binde 68,31)

...

2. Maktu harç :

a) 1 inci fıkra dışında kalan davalarla, taraf teşkiline imkan bulunmayan davalarda verilen esas hakkındaki kararlarla, davanın reddi kararı ve icra tetkik mercilerinin 1 inci fıkra dışında kalan kararlarında (29,20 TL.)"

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Anayasa Mahkemesinin 3/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

22. Başvurucu, 492 sayılı Kanun'a ek (1) sayılı Tarife'ye göre davanın reddi hâlinde maktu karar ve ilam harcına hükmedileceği düzenlendiği hâlde Mahkemenin nispi karar ve ilam harcına hükmettiğinden yakınmıştır. Başvurucu bu kararın yerleşik Yargıtay içtihadına aykırı olduğunu belirtmiş, temyiz ve karar düzeltme aşamalarında bu hususu açıkça öne sürdüğü hâlde bir sonuç elde edemediğini ifade etmiştir. Başvurucu hukuka aykırı harca hükmedilmek suretiyle mülkiyet hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

23. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, hukuka aykırı olarak nispi karar ve ilam harcına hükmedildiği şikâyetinin adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür (benzer yönde bkz. Mustafa Karaca, B. No: 2014/11657, 22/6/2017, § 76).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

26. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşmesi) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

27. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

28. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

29. Kişilerin davanın veya dava sürecindeki bir yargısal işlemin başında veya sonunda harç veya diğer yargılama giderlerini ödemekle yükümlü kılınmasının mahkemeye erişim hakkının kullanımı yönünden belli ölçüde caydırıcı bir etkiye sahip olacağı açıktır. Bu sebeple kişilerin yargılama harç ve giderleri ödemekle mükelleflendirilmesi mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder.

30. Somut olayda başvurucu aleyhine 24.591,60 TL nispi karar ve ilam harcına hükmedilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına müdahale gerçekleşmiştir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

31. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

32. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

33. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

34. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

35. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıklarının ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).

36. 492 sayılı Kanun'un 15. maddesinde; yargı harçlarının (1) sayılı Tarife'de yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden, işlemin nevi ve mahiyetine göre maktu esas üzerinden alınacağı belirtilmiştir. Aynı Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrasında değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı Tarife'de yazılı değerlerin esas olduğu düzenlenmiştir. Yine 492 sayılı Kanun'un 28. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde karar ve ilam harcının dörtte birinin peşin, geri kalanının kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde ödeneceği, 31. maddesinde ise peşin alınan karar ve ilam harcının işin hitamında ödenmesi gerekenden fazla olduğu anlaşılırsa fazlalığın istek üzerine geri verileceği ifade edilmiştir.

37. 492 sayılı Kanun'a ekli (1) sayılı Tarife'nin mahkeme harçlarından nispi karar ve ilam harcını düzenleyen (1) numaralı fıkrasında konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi hâlinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden -güncel hâliyle- binde 68,31 oranında karar ve ilam harcına hükmedileceği kurala bağlanmıştır. Öte yandan aynı Tarife'nin maktu karar ve ilam harcını düzenleyen (2) numaralı fıkrasında (1) numaralı fıkra dışında kalan davalarda ve davanın reddi kararında maktu karar ve ilam harcına hükmedileceği düzenlenmiştir.

38. Bu hükümlerin değerlendirilmesinden konusu belli bir değerle ilgili bulunan davaların nispi karar ve ilam harcına tabi olduğu ancak bu davaların reddi hâlinde maktu karar ve ilam harcına hükmedileceği, harcın dörtte bir oranında peşin olarak alınan kısmının maktu harcı aşan tutarının iade edileceği anlaşılmaktadır.

39. Somut olayda başvurucunun açtığı borçsuzluğun tespiti davasının konusunun belli bir değerle ilgili olduğu açıktır. Nitekim Mahkeme dava konusu borç miktarı üzerinden kanuni oranı uygulayarak hesapladığı nispi karar ve ilam harcının dörtte birini (5.345,60 TL) peşin olarak başvurucuya yatırtmıştır. Ancak dava nihai olarak reddedildiği hâlde mahkeme maktu harca değil 24.591,6 TL nispi harca hükmetmiştir. Mahkemenin bireysel başvuruya konu davanın 492 sayılı Kanun'a ekli (1) sayılı Tarife'nin maktu karar ve ilam harcını düzenleyen (2) numaralı fıkrasında düzenlenen ve davanın reddi kararında maktu karar harcına hükmedileceğini ifade eden hükmün kapsamı dışında olduğuna dair bir değerlendirmesi de bulunmamaktadır. Esasen mahkeme kararında neden nispi harca hükmedildiğiyle ilgili olarak herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir. Bu durumda Mahkemenin söz konusu hükmü nasıl yorumladığı anlaşılamamaktadır. Başvurucu temyiz ve karar düzeltme dilekçelerinde davanın reddedilmiş olması hâlinde maktu karar harcına hükmedilmesi gerektiği iddiasını açıkça ileri sürdüğü hâlde Daire de bu konuda bir değerlendirme yapmamıştır.

40. Bu hâliyle Mahkemenin reddettiği davada nispi karar ve ilam harcına hükmetmesinin, kanunun açık hükmüne aykırılık taşıması nedeniyle bariz hata içerdiği kanaatine varılmaktadır. Bu nedenle başvurucu aleyhine nispi karar ve ilam harcına hükmedilmesinin kanuni dayanağının Mahkeme tarafından gösterilemediği sonucuna ulaşılmaktadır.

41. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

43. Başvurucu, ihlal tespiti ve yeniden yargılamaya hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

44. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

45. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

46. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

47. İncelenen başvuruda, başvurucu aleyhine nispi karar ve ilam harcına hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

48. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak amacıyla Bor Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

49. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Bor Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/333, K.2016/376) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/2/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.