Anayasa Mahkememiz 22/03/2023 günlü 2022/105 esas 2023/54 karar sayılı hükmüyle; 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’nun; “Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır.” düzenlemesini içeren 407. maddesinin 1. Birinci fıkrasının ve buna  bağlı olarak da  2. İkinci fıkrasını ayrıca Özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkumiyet sebebiyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki vesayet, hapis halinin sona ermesiyle kendiliğinden ortadan kalkar” düzenlemesini içeren TMK 471. maddesinin iptaline karar vermiştir. Karar yayınlanmasından itibaren 9 ay sonra yürürlüğe girecektir.

 Anayasa mahkemesine başvuran Tarsus 1. sulh Hukuk mahkemesi  TMK 407 ve 471. maddelerinin Anayasanın 35., 48. ve 49. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesini istemiştir. Ancak Anayasa mahkemesi TMK 407 ve 471 maddelerini Anayasanın 35, 48 ve 49, maddelerini değil,“Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması”, “Özel yaşamın gizliliği”, “Çalışma ve sözleşme özgürlüğü” ve “ Çalışma hakkı ve ödevi” başlıklı maddelerine yani Anayasa’nın 13., 20. ve 35. maddelerine aykırı bularak iptal etmiş ve aykırılık iddiasını. Anayasa’nın 48. ve 49. maddeleri yönünden incelenmemiştir

Hükümlü kısıtlandığına göre bir yargı kararı ile özgürlüğü sınırlanmaktadır. Kısıtlamak önceden verilmiş olan hak ve hürriyetlerin sınırlarını daraltmak, tahdit etmek, birini yasal yoldan mallarını kullanmaktan yoksun bırakmak, kısıt altına almak, hacir altına almak demektir. Böylece hükümlünün kişisel gözetimi ve mal varlığının idaresi adına özel hayatın korunması ve mülkiyet haklarına büyük ölçüde sınırlama getirilmektedir.

Hükümlü ile ilgili bir davanın aşamalarında, mahkemelerin hükümlüye vasi atanması kararını beklemesi, C. Savcılığı ile yazışmaları, vasi atanma kararlarının gecikmesi adaletinde gecikmesine neden olmakta ve yargılama ekonomisi bakımından zararlı olmaktadır.

Öte yandan TMK 462. ve 463. maddeleri uyarınca taşınmazların alımı, satımı, rehin edilmesi ve bunlar üzerinde başka bir ayni hak kurulması, ödünç verme ve alma, mal rejimi sözleşmeleri, mirasın paylaştırılması ve miras payının devri sözleşmeleri yapılması gibi işlemlerde vesayet makamının izni; vesayet altındaki kişinin evlat edinmesi veya evlat edinilmesi, mirasın kabulü, reddi veya miras sözleşmesi yapılması gibi işlemlerde denetim makamının izni aranmakta olması davaların daha çok uzamasına neden olmaktadır.

Unutulmamalıdır ki zamanımızda araçların alım satımı gibi birçok işlemler noter aracılığı ile yapılmak da hatta taşınmaz satımı içinde bu kolaylık düzenlenmekte, duruşmalara ve açık artırımlara ekran üzerinden katılma sağlanırken hükümlülerinde bu ileri tekniklerden yararlanması, bu erişimler yoluyla işlerini yapmaları çok zor değildir.

Evlenmek, evlat edinme veya edinilme, boşanma davasının açılması gibi bazı kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları içeren işlemler için vasinin değil hükümlünün bizzat  bu hakları kullanmaları en doğal insan hakları kapsamındadır.

Hükümlüye TMK 407 maddesi uyarınca vasi atanırken yalnızca cezasının bir yıldan fazla özgürlüğü bağlayıcı olup olmadığı araştırılmak da  hükümlünün gerçekten korunmasını gerektiren durumunun bulunup bulunmadığı araştırılmamakta ve vesayet kararı verilmesi hususunda mahkemeye takdir hakkı da tanınmamaktadır.

Ayrıca bu kısıtlama kararı diğer kısıtlılar gibi mahkumun yerleşim yerinde ilan yoluyla duyurulmaktadır. Çünkü TMK’nın 410. maddesine göre, kısıtlama kararı kesinleşince, kısıtlının hem nüfusa kayıtlı olduğu yerde hem de yerleşim yerinde hemen ilan edilir. Kısıtlama iyiniyetli üçüncü kişileri ilandan önce etkilemez. 

Kişinin hükümlü olması gibi kişisel bir durumunun topluma açıklanmasını yani bir bakıma teşhir edilmesini doğru bulmamaktayız.

Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya hükümlü olan her ergin’in dışarıda vasiye veya kayyım atanmasını gerektiren hiçbir işi olmadığı halde veya işi olsa bile hükümlü olduğu topluma duyurulmakta, sergilenmektedir ki böyle bir durum kabul edilemez. Bu düzenlemeye göre duyuru genel olarak yerel gazetelerde yapılmakta ve kişi topluma mahkum sıfatı ile tanıtılmaktadır.

Kişinin mahkum olduğu ve kısıtlandığının topluma ilan edilmesi onun toplum içindeki saygınlığına ve onuruna zarar vereceği gibi bu uygulama iç hukuk bakımından da bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinde yer alan özel yaşamın korunması ilkesine de aykırıdır.

Türk Medeni Kanunundaki yasal düzenlemeye göre vesayeti gerektiren haller küçüklük ile akıl hastalığı veya akıl zayıflığı, savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim, özgürlüğü bağlayıcı ceza ve yaşlılığı, engelliliği, deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetememektir.

Oysa bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya hükümlü olan bir kişi, akıl hastası veya akıl zayıflığı içinde olan bir kişi olmadığı gibi yasanın aradığı diğer koşulları taşıyanlarla da bir tutulmalıdır.

Anayasa mahkemesinin hükümlünün kendi işlerini yapıp yapamayacağı hiç araştırılmadan ya da vasi yerine belirli bir iş için kayyım atanması yasal yolu varken hükümlünün kısıtlanmasını öngören yasal düzenlemeyi iptal etmesi hükümlünün haklarını kendisinin koruması, onuru ve saygınlığının korunması ve topluma teşhir olmaması bakımından doğru olmuştur kanısındayız.

İzzet DOĞAN. E. İstanbul Hakimi