Öncelikle avukatlar, hakim-savcılarla diyalog kurmaya çalıştığında çoğunlukla üstenci ve kibar olmayan bir üslupla karşı karşıya kalmaktadır. Avukatlar, hakim ve savcılık mesleğine saygısından kibarca talepte bulunsa da çoğu zaman aynı üslupla karşılık bulamamaktadırlar. Hatta bazen avukatın hakim veya savcıyla görüşme talebi gerekçesiz şekilde reddedilirken bazen de gerekçe olarak hiçbir kanunda yazılı olmayan ‘’avukatlarla görüşmüyorum’’ şeklinde bir gerekçeyle reddedilmektedir.

Duruşmalarda sıklıkla hakim, avukatın duruşmadan önce saatlerce çalışarak hazırlamış olduğu savunmasını yapmaya çalıştığı esnada ‘’avukat bey / avukat hanım toparlayın’’ şeklinde diyerek savunmanın akışını ve avukatın motivasyonunu kırıcı bir üslup takınmaktadır. Savcının duruşma düzenine müdahalelerine ve hakimin otorite alanına giren eylem ve söylemlerine karşı tepkisiz kalan hakim, avukatın savunmasını yarıda kesmekten geri durmamaktadır. Yine özellikle ceza mahkemelerinde avukatın savunmasını yani özünde vekil edenin savunma hakkını kısıtlayan yığınla hukuka aykırı karara imza atılmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay'ın savunma hakkının kısıtlanmasına yönelik içtihat arşivinin epey geniş olması bu hususu destekler niteliktedir.

Bazen keyfiyetten bazen duruşmaların yoğunluğundan duruşmayı saatinde almayan hakimlerimiz avukatın duruşmaya birkaç dakika gecikmesini kabul etmeyebilmekte, gerekçelendirilmiş mazeretleri dahi gerekçesiz şekilde reddetmekte veyahut birkaç dakikalık toleransı dahi göstermeden davayı düşürebilmektedir. Her seferinde iş yoğunluğuna sığınan hakimlerimiz genellikle avukatın işini o gün o duruşmaya girmekten veyahut geciken duruşmanın alınmasını beklemekten ibaret sanmaktadırlar.

Avukatların sayfalarca yazmış oldukları dilekçeler, beyanlar ve diğer bilumum irade açıklamalarını genellikle okumadıkları gibi hukuki değerlendirmeyi yaparken de genellikle avukatın değerlendirmesini dikkate almamaktadırlar. Avukatı ‘’sanık kürsüsü’’ gibi duruşma salonunda bulunması gereken bir obje olarak gördükleri gibi çoğu zaman avukatın talep ve fikirlerine önem atfetmemektedirler. Avukatın işini kolaylaştırmak yerine çoğu zaman kanuni dahi olmayan bazı nedenlerle avukatın işini zorlaştırdıkları gibi kanunda yazılı olmayan ama kendi işlerini kolaylaştırıcı kendilerince oluşturdukları hukuka aykırı teamülleri avukatlara dikte etmeye çalışmaktadırlar.

Bu listeyi çok daha fazla uzatabiliriz, eminim her avukat meslektaşımın şu listeye bir yada birkaç eklemesi olacaktır. Veyahut bu değerlendirmelerimizdeki tutumları sergilemeyen, avukatlara olması gereken tavır ve davranışları gösteren ‘’istisna hakim-savcıları’’ düşünerek itiraz edenlerde olacaktır ancak çoğunluğun anlattığımız tutumlara sahip olduğunu ne yazık ki kabul etmek zorundayız.

Yazının başında belirttiğim aynı eğitim sürecinden geçmiş aynı havayı soluyan insanların arasındaki bu ‘’şiddetli geçimsizlik’’ halinin nedenine gelecek olursak kanaatimce hakim-savcıların avukatlara olan bakış açısından kaynaklanmaktadır. Maalesef hakimlerimiz ve savcılarımız dosyalara iş yükü olarak bakmakta çoğu zaman alelacele dosyadaki sorumluluğunun bitmesini istemekte avukatı da bu alelacele bitirilmesi gereken yolda bir çakıl taşı olarak görmektedir. Avukatlarsa genel hatlarıyla hakim-savcıların kendilerine ilke edinmesi gereken bir ilkeyle müvekkilin menfaati ekseninde adalete ve hakkaniyete uygun karar tesis etmek için mücadele etmektedir. Elbette beş parmağın beşi bir değil elbette avukatların da hatalı, eksik ve yanlış oldukları noktalar vardır. Ancak hakim ve savcılar nitelik itibariyle adalet sarayının ‘’ADALET’’ teminatları olduğu göz önüne alındığında sorumlulukları itibariyle kritik bir roldedirler. Avukatlar bu sorumluluğu hakim-savcılarla paylaşmaya can atarken hakim ve savcılarımız çoğunlukla avukatları duruşma salonda bulunması gereken bir ‘’obje’’ olarak görmekte ve adaletin sağlanması sürecinden soyutlamak için uğraşmaktadır.

Doç. Dr. Emir KAYA’nın Hukuk Zihniyeti kitabında paylaştığı anket çalışmasında hakim-savcılara sorulan ‘’Sizce yargının yükü daha çok kimin üstünde ?’’ sorusuna ankete katılım gösteren 127 hakim-savcıdan 116’sı yani %91,3’lük kısmı hakim savcıların üstünde olduğu şeklinde cevap vermiştir.(1) Yine aynı kitapta 127 hakim-savcıya sorulan ‘’avukatlar hangisini önemsiyor?’’ sorusuna 102 hakim savcı yani ankete katılan %80,3’lük kısım ‘’para kazanmayı önemsedikleri’’ şeklinde cevap vermişlerdir. Ankette 127 hakim-savcıdan yalnızca 1’i avukatların adaletin tesisini önemsediğini ifade etmiştir.  Bu anket aslında avukatlar ve hakim-savcılar arasındaki uçurumun adeta resmidir. Ayrıca hakim ve savcıların tek yönlü düşündüğünün ispatıdır. Hakim-savcılar avukatların tek amaçlarının para kazanmak olduğunu düşünmektedirler. Avukatlara adaletin tesisinde rol oynama gibi misyon yüklemedikleri gibi avukatları yargılama süreçlerinin dışında tutmak için uğraş vermektedirler. Hakim-savcıların düşündüğü gibi avukatların tek amacı para kazanmak olmadığı gibi bu iletişim eksikliğinden kaynaklı yanlış bir kanıdır. Hakim ve savcıların büyük oranda kendi üzerlerinde gördükleri iş yükü aslında avukatın da iş yüküdür. Dosyanın tekemmül etmesi ve karara bağlanması avukatın da lehinedir. Ancak avukatlar bir şekilde bu süreçten dışlandıklarından ve hakim-savcıların avukatla diyalog kurma yolundan kaynaklı iş yükü daha fazla artmaktadır.

Sonuç olarak; Hakim-savcılardan beklentimiz avukatları paydaşları, meslektaşları ve hatta arkadaşları görerek diyalog ve etkili iletişim kurma yoluna gitmeleri, yargılama süreçlerinden soyutlamaya çalışmamaları, üstenci bakış açısından vazgeçmeleri ve adaletin tesisi adına avukatların etkin rol oynayabilmeleri için alan açmalarıdır. Aksi takdirde bu kutuplaşmanın ve ayrışmanın artacağını, yargıya olan güvenin azaldığı bugünlerde yargıya olan güvenin sıfıra ineceğini ve adaletin tesisinin mümkün olmayacağını önemle belirtmek isteriz.

Av. Yusuf YILDIRIM

KAYNAKÇA :

1- Hukuk Zihniyeti/Emir Kaya/Siyasal Kitapevi syf. 475