TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

INTERNATİONAL MİHR FOUNDATION BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/9302)

 

Karar Tarihi: 18/10/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 20/2/2024-32466

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Fatma Gülbin ÖZTÜRK

Başvurucu

:

International Mihr Foundation

Başvurucu Vekilleri

:

Av. Günvar ÇULHAOĞLU

 

 

Av. Mehmet Hakkı ÇEZİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, merkezi yurt dışında bulunan bir vakfa Türkiye'de şube açma izni verilmemesi nedeniyle din özgürlüğü çerçevesinde dernek kurma özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/5/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu MIHR Vakfı (Vakıf) merkezi Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) bulunan, uluslararası faaliyet gösteren bir vakıftır. Vakfın Başkanı İ.E.E., ABD'de mukim iken 19/11/2019 tarihinde vefat etmiştir.

A. Bireysel Başvurudan Önceki Gelişmeler

1. İ.E.E. Hakkında Laikliğe Aykırı Davranışlarda Bulunma Suçundan Yapılan Yargılama

10. 1987 yılında bir gazetede yayımlanan makalesi sebebiyle İ.E.E. hakkında 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 163. maddesi uyarınca laikliğe aykırı davranışlarda bulunma suçundan Devlet Güvenlik Mahkemesinde dava açılmıştır. İ.E.E. hakkında aldırılan iki adet akıl sağlığı raporunda İ.E.E.ye paranoya teşhisi konulması üzerine yargılamayı yürüten Mahkeme İ.E.E.nin Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kuruluna sevkine karar vermiş, Adli Tıp Kurumu tarafından tanzim edilen raporda İ.E.E.nin akıl sağlığının yerinde olduğu değerlendirilmiştir. Yargılama 21/1/1988 tarihinde beraat kararı ile sonuçlanmıştır.

2. MİHR Vakfı ve Dağılma Süreci

11. Başvurucu Vakıf "vakfın üyesi bulunan veya üye olmayan yardıma muhtaç kişilere vakıf üyelerinden ve dışardan sağlanan yardımları ulaştırmak" amacıyla ABD'de kurulmadan önce ilk kez Türkiye'de 25/10/1989 tarihinde kurulmuştur. Kendisine ait yayın organları da bulunan Vakıf, bu yayın organlarında "Türkiye'nin ve İslâm'ın geleceğe açılan bir köprüsü olduğu"nu vurgulamaktadır. 1/5/2002 tarihinde başvurucu Vakfın amaçlarını yerine getirmek için mali yetersizlik içinde olduğu ve faaliyetlerinin büyük ölçüde azaldığı belirtilerek Vakıf hakkında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Vakfın dağıldığının tespitine karar verilmesi ve mal varlığının geri kalanının benzer amaçlar için kurulmuş olan diğer bir vakfa devredilmesi talebiyle dava açılmıştır. Yargılama sonucunda Mahkeme, 25/10/2005 tarihinde Vakfın dağıldığı tespitine ve Vakfın mali varlıklarının geri kalanının benzer amaçları izleyen başka bir vakfa devredilmesine karar vermiştir. Karar 18/7/2006 tarihinde kanun yolu incelemelerinden geçerek kesinleşmiştir.

12. 26/2/2007 tarihinde başvurucu, mali yetersizlik sebebiyle verilen dağılma kararına karşı kararın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 9., 10., 11., 14. ve 17. maddelerine aykırılık teşkil ettiği iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuştur. AİHM söz konusu kararda, örgütlenme özgürlüğüne yönelik müdahalenin ihlal oluşturmadığı sonucuna ulaşmıştır. Ayrıca gerekçede, hukuk mahkemeleri tarafından verilen dağılma kararının Vakfın dernek kurma özgürlüğüne bir müdahale teşkil ettiğini ancak bu müdahalenin Vakfın kendi tüzüğünde belirlenen amaçlara uygun olarak işleyemediği tespitine dayandığını belirtmiştir. Başvurucunun dağılma kararının başka nedenlere dayandığına yönelik iddialarını yeterince ortaya koyamadığına değinen AİHM, gerekçeli kararda yerel mahkemece belirtilen dağılma nedeninin kamu düzeninin sağlanması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması meşru amaçları doğrultusunda gerçekleştiğini ifade etmiştir. AİHM, bu tedbirin demokratik toplumda gerekliliğine ilişkin olarak yaptığı değerlendirmelerine ise vakıfların dernek kurma özgürlüğü kapsamındaki önemine değinmiştir. Vakıfların Osmanlı Devleti'nden günümüze kadar Türk hukuku ve uygulamasındaki önemini, üstlendiği rolleri hatırlatan AİHM; vakfın amaçlarını gerçekleştirebilmesi için vakıftan asgari mali kriteri yerine getirmesinin istenmesinin Türkiye'de kamu yararına çalışan vakıf sisteminin etkinliğini ve güvenilirliğini koruma ihtiyacından doğduğunu, başvuran vakfın mali sıkıntılar nedeniyle dağıldığını tespit etmek için ulusal mahkemeler tarafından ileri sürülen gerekçelerin uygun ve yeterli olduğunu değerlendirmiş; gerçekleşen müdahalenin zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiği ve ulaşılması amaçlanan meşru amaçla orantılı olduğu sonucuna ulaşmıştır (MİHR Vakfı/Türkiye , B. No: 10814/07, 7/5/2019).

3. Vakfın Sorumluları Hakkında Başlatılan Ceza Yargılaması

13. Başvurucu Vakfın faaliyetleri sebebiyle 2000 ve 2002 yıllarında Vakıf faaliyetlerine katılan 21 kişi hakkında terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Bu kişilere yöneltilen suçlamalar, İ.E.E.nin talimatları doğrultusunda toplumda kabul gören dinî inançları, kanaatleri ve ibadetleri istismar etmek yoluyla devletin mevcut yapısını değiştirerek yerine İslam devleti kurmak istemesine dayanmaktadır. İlgililer hakkında iddianame tanzim edilmiş ve iddianamede Vakıf, kamu düzenini ciddi şekilde tehdit eden bir örgütün ayrılmaz parçası olarak tanımlanmıştır. Yapılan yargılama sonucunda Vakfın kendi tüzüğüne ve 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'na aykırı faaliyetlerde bulunup bulunmadığı hususunda bir değerlendirilmede bulunulmaksızın sanıklar hakkında silahlı ya da şiddet içeren bir faaliyet gerçekleştirmedikleri gerekçesiyle beraat kararı verilmiştir.

4. Vakfın Yeniden Kurulmasına Yönelik Talebin Reddedilmesi

14. 12/7/2013 tarihli ve 6495 sayılı Kanun ile 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nda değişiklikler yapılmıştır. Vakfın kurucuları, 6495 sayılı Kanun kapsamında yapılan değişikliklere dayanarak Vakfın yeniden tescil edilmesi talebiyle Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Yapılan inceleme neticesinde Vakfın dağıtılmasına değil hedeflerini gerçekleştirmek doğrultusunda mali imkânlarının yetersiz olduğu gerekçesiyle dağılmasına karar verildiği, bu durumun 6495 sayılı Kanun'da sayılan hâller arasında bulunmadığı kaydedilerek Vakfın yeniden tescil edilmesi talebi reddedilmiştir. Karar, Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

15. Başvurucu 7/1/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Yapılan inceleme neticesinde bireysel başvuruyla ilgili olarak 5/9/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonu tarafından konu bakımından yetkisizlik ve açıkça dayanaktan yoksun olma nedenleriyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir.

B. Bireysel Başvuruya Konu Olaylar

16. Başvurucu Vakıf 13/3/2007 tarihinde, merkezi Ankara olmak üzere Türkiye'de şube açmasına izin verilmesi talebiyle İçişleri Bakanlığına başvurmuştur. İçişleri Bakanlığı tarafından Dışişleri Bakanlığından görüş alınmış ve ilgili birimlerden bilgi temin edilmesinin ardından Vakfın dinî bir yapıda olduğu, Vakfın başkanı olan şahsın kamuda sahte peygamber olarak bilindiği, kendisine vahiy geldiğini, mehdi olduğunu, Allah tarafından kendisine kitap yazdırıldığını iddia ettiği verilerine ulaşılmıştır. Elde edilen bilgiler ışığında Vakfın ve Vakıf Başkanı İ.E.E.nin toplumun temel değerlerine aykırı faaliyetler içinde olduğu değerlendirilerek 29/12/2008 tarihinde Vakfın Ankara'da Türkiye şubesi açmasına izin verilmemiştir. Karar, başvurucuya Ankara Valiliği tarafından gerekçe bildirilmeden tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu Vakıf, ret kararına karşı Ankara 13. İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, talebinin üzerindenyaklaşık iki yıl geçmesinin ardından hiçbir gerekçe gösterilmeden talebinin reddedilmesinin mevzuata aykırı olduğunu belirterek 29/12/2009 tarihli İçişleri Bakanlığı kararının iptalini ve yürütmesinin durdurulmasını talep etmiştir.

18. Yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiştir. Yargılamayı yürüten Ankara 13. İdare Mahkemesi (Mahkeme); dosyada mübrez Dışişleri Bakanlığı, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün bilgi notları ışığında öncelikle başvurucu Vakıf ve Vakfın başkanı İ.E.E. hakkında birtakım saptamalarda bulunmuştur. Vakıf Başkanı İ.E.E.nin MIHR grubu olarak bilinen dinî grubun lideri olduğuna dikkati çeken Mahkeme, Vakfın da bu dinî grupla ilintili olduğunu belirtmiştir. Vakıf Başkanı İ.E.E.nin 1986 yılında güvenlik güçleri tarafından yapılan bir operasyonda gözaltına alındığını, İ.E.E. hakkında paranoid kişilik bozukluğu (paranoya) raporu olduğunu, İ.E.E.nin mehdilik ve peygamberlik iddiasında bulunduğunu belirten Mahkeme; İ.E.E.nin bu iddiaları sebebiyle toplumun hemen her kesiminden büyük tepki aldığına ve bu tepkilerden ötürü prestij kaybı yaşayarak ABD'ye yerleştiğine işaret etmiştir. Mahkeme, söz konusu grubun toplumun temel değerlerine aykırı faaliyetlerde bulunduğuna işaret ederek başvurucu Vakfın Ankara'da şube açmasına izin verilmemesine ilişkin işlemde mevzuata ve hukuka aykırılık olmadığını tespit etmiştir.

19. Başvurucu, kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde başvurucu; Dışişleri Bakanlığı, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün bilgi notlarının kendisine tebliğ edilmediğini ileri sürmüştür. Gerekçeli kararda İ.E.E. hakkında iki kez paranoya raporu tanzim edildiği yolundaki bilgiye yer verilmekle birlikte İ.E.E.nin Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kuruluna sevk edildiğine ve hakkında 28/9/1987 tarihinde "Akıl sağlığı yerinde" raporu verildiğine ilişkin bilginin gerekçeye işlenmediğini belirtmiştir. Başvurucu, gerekçede İ.E.E. hakkındaki ceza yargılamasının 21/1/1988 tarihinde beraat ile sonuçlandığına ilişkin bilgilere de kasıtlı olarak yer verilmediğini ileri sürmüştür. İ.E.E.nin peygamberlik iddiasında bulunmadığını, bu yakıştırmayı defaatle reddettiğini, yaptığı şeyin İslam dininde bugün de geçerli olan bazı uygulamaların Kur'an-ı Kerim'e uygun olmadığını ve yanlış uygulamalar sonucunda da İslam'ın yaşanmadığını ortaya koymak olduğunu ileri süren başvurucu; dinî bir yapı olması ve Vakıf Başkanı hakkında birtakım iddialar bulunması nedeniyle Türkiye'de şube açmalarına izin verilmemesinin Anayasa'nın 24., 25., 26. ve 33. maddelerinde yer alan haklara aykırılık teşkil ettiğini ve kararın bozulması gerektiğini iddia etmiştir.

20. Başvurucunun temyiz ve ardından yaptığı karar düzeltme talepleri; Danıştay Onuncu Dairesinin 19/2/2015 ve 26/2/2016 tarihli kararları, ilk derece mahkemesinden farklı bir gerekçe bildirilmeksizin kesin olarak reddedilmiştir.

21. Başvurucu, nihai kararı 3/5/2016 tarihinde öğrendikten sonra 17/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 4721 sayılı Kanun'un "Kuruluşu" üst başlıklı, "Tanımı" kenar başlıklı 101. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir

amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.

...

Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz"

23. 5737 sayılı Kanun'un "Yeni vakıfların kuruluşu, mal varlığı, şube ve temsilcilikleri" kenar başlıklı 5. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

"Yabancılar, Türkiye’de, hukukî ve fiilî mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler. "

24. 4/11/2004 tarihli ve 5353 sayılı Dernekler Kanunu'nun "Uluslararası faaliyet" kenar başlıklı 5. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

"Yabancı dernekler, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığının izniyle Türkiye'de faaliyette veya işbirliğinde bulunabilir, temsilcilik veya şube açabilir, dernek veya üst kuruluş kurabilir veya kurulmuş dernek veya üst kuruluşlara katılabilirler. "

25. Aynı Kanun'un "Uygulanacak hükümler" kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

"Bu Kanun hükümleri; derneklerin şubeleri, dernek ve vakıfların üst kuruluşları, merkezleri yurt dışında bulunan dernekler, vakıflar ve diğer kâr amacı gütmeyen kuruluşların Türkiye’deki şube veya temsilcilikleri ile Türkiye’de faaliyette veya iş birliğinde bulunma izinleri hakkında da ceza hükümleri ile birlikte uygulanır. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hâllerde Türk Medenî Kanunu hükümleri uygulanır."

26. 31/3/2005 tarihli ve 25772 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Dernekler Yönetmeliği'nin "Yabancı vakıfların izin alma yükümlülüğü" kenar başlıklı 22. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Yabancı vakıflar, uluslararası alanda işbirliği yapılmasında yarar görülen hallerde, karşılıklı olmak koşulu ile Dışişleri Bakanlığının ve gerektiğinde ilgili diğer kurumların da görüşü alınmak suretiyle, Bakanlığın izniyle Türkiye’de faaliyette veya işbirliğinde bulunabilir, temsilcilik veya şube açabilir, üst kuruluşlar kurabilir, kurulmuş üst kuruluşlara katılabilir veya kurulmuş vakıflarla işbirliği yapabilirler."

27. Aynı Yönetmelik'in "Yabancı vakıf başvurularının incelenmesi ve izin " kenar başlıklı 24. maddesinin birinci ve ikincifıkraları şöyledir:

"Yabancı vakıfların Türkiye’deki faaliyetleriyle ilgili başvuru formu ve ekleri Bakanlıkça incelenir ve varsa eksiklikleri tamamlatılır.

Dışişleri Bakanlığının (Ek ibare:RG-9/7/2020-31180) ve gerektiğinde ilgili diğer kurumların da konu ile ilgili görüşü alındıktan sonra, Bakanlıkça gerekli değerlendirme yapılır ve değerlendirmenin olumlu olması halinde, iznin türü, kapsamı ve süresi de kararda belirtilir. Temsilcilik ve şube açma, üst kuruluş kurma veya üst kuruluşlara katılma durumlarında izin süresiz verilir. Başvuru sonuçlandıktan sonra, başvuru sahibine ve form ve ekleri ile birlikte de ilgili valiliğe on gün içinde bildirilir."

B. Uluslararası Hukuk

28. AİHM, Zehra Foundation/Türkiye (B. No: 51595/07, 10/7/2018) kararında; vakfın 2005-2013 tarihleri arasında kapatılmasından dolayı faaliyette bulunamaması ve 2013 yılında açılmasının ardından ise kamu hizmetine tahsis edildiği anlaşılan taşınmazların vakfa iade edilmemesi nedeniyle yapılan şikâyetin başvurucunun dernek kurma hakkını kullanmasına yönelik olduğunu kabul etmiştir.

29. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (Komisyon) Kontakt-Information-Therapie ve Hagen/Avusturya (B. No: 11921/86, 12/10/1988) kararında yasal organizasyonların din ve düşünce özgürlüğünün süjesi olabileceğini ancak vicdan özgürlüğünden yaralanamayacağını karara bağlamıştır.

30. Moskova Scientology Kilisesi/Rusya (B. No: 18147/02, 24/9/2007) kararında ise AİHM, 1994 yılından itibaren yasal bir statüsü bulunan Moskova Scientology Kilisesi'nin 1997 yılında yürürlüğe giren kanun nedeniyle kanunda öngörülen belgeleri ibraz ederek yeniden tescil için yaptığı başvuruların 1998-2005 tarihleri arasında on bir kez reddedilmesinin din ve vicdan hürriyeti referansında örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır. AİHM kararında ilk olarak, tescil için yetkili mercinin hangi bilgi yahut evrakın eksik olduğunu belirtmediğine dikkati çekmektedir. Bu durumdan ötürü başvurucunun müracaatını düzeltme hakkının engellendiğine işaret eden AİHM, bu sebeple tescil talebinin reddine yönelik kararın gerekçelendirilmediği ve keyfî bir uygulamaya sebebiyet verdiği sonucuna ulaşmaktadır. Başvurucuya orijinal evrak ibraz etme yükümlülüğü yüklenmesinin kanunlarla öngörülen bir kural yahut teamül olmadığına dikkati çeken AİHM, dahası bu çeşit bir yükümlülüğün gerçekleştirilmesinin aşırı zor hatta imkânsız olduğunu vurgulamaktadır. Kararda son olarak başvurucu tarafından sunulan Scientology dinine ilişkin temel doktrini içerir kitabın yeterli öğretisel ve ibadete ilişkin bilgi içermediği gerekçesiyle idare tarafından yeterli bulunmadığının belirtildiğine vurgu yapan AİHM, bu eksikliğin içeriğine ve nasıl tamamlanacağına ilişkin olarak gerek idarenin ret kararında gerekse mahkeme kararında bir değerlendirme bulunmadığını ifade etmekte; başvurucunun din ve vicdan hürriyeti referansında örgütlenme özgürlüğüne yönelik gerçekleşen müdahalenin kanunilik kriterini karşılamadığını belirtmektedir.

31. Eski Baltık Dini Topluluğu “Romuva”/Litvanya (B. No:48329/19, 8/6/2021) kararında AİHM, Litvanya'da eski Baltık inancı çevresinde birden fazla topluluğun bir araya gelerek kurmak istedikleri sivil topluluğa devlet tarafından dinî statü tanınmaması konusundaki şikâyeti ele almıştır. Hükûmet, başvurucu topluluğun faaliyetlerinde dinî inancın hatta takip ettiğini iddia ettiği eski Baltık inancının varlığından şüphe duyduğunu ifade etmişse de AİHM; başvurucu topluluğun inancının belli bir bütünlük, inandırıcılık ve ciddiyet arz ettiğini, bu nedenle başvurucu topluluğun Pastafaryanizm, Jediizm ve Dudeizm gibi dinlerin parodisini yapan hareketlerle eş değer kabul edilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Topluluğun dinî statüsünün devlet tarafından tanınmamasına ilişkin ilgili ve yeterli gerekçenin ortaya konulamadığını vurgulayan AİHM, topluluğa eş değer diğer dinî topluluklardan farklı muamele edilmesinin din ve inanç özgürlüğü referansında ayrımcılık yasağını ihlal ettiğini açıklamıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Anayasa Mahkemesinin 18/10/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

33. Başvurucu, öncelikle derece mahkemesinin ret kararının dayanağı olan görüş ve bilgi notlarının gerçeği yansıtmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu; Vakfın kurucusunun 3. Dünya Savaşı'nda sadece kendisine bağlı olanların kurtulacağını söylemediğini, peygamberlik iddiasında bulunmadığını, gerekçeli kararda bahsi geçen paranoya teşhisine yönelik raporların Adli Tıp Kurumu raporu ile geçersiz kılındığını, Devlet Güvenlik Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda Vakıf Başkanı İ.E.E.nin beraat ettiğini ancak gerekçeli kararda bu bilgilere yer verilmediğini ifade etmiştir. Vakfın kurucusu İ.E.E.ye bağlılığı olan kişiler tarafından Türkiye'nin çeşitli noktalarında dernekler kurulduğunu, İ.E.E.nin bu dernekler üzerinden tasavvuf, sevgi ve mutluluk konulu konferanslar düzenlediğini, çeşitli görsel ve yazılı medya araçları vasıtasıyla düşüncelerini beyan ettiğini belirten başvurucu; İ.E.E.nin kurucusu olduğu ABD merkezli Vakfın toplumun temel değerlerine aykırı faaliyetlerinin bulunduğu gerekçesiyle Ankara'da şube açmasına izin verilmemesinin ifade, örgütlenme, din ve inanç özgürlüklerini ihlal ettiğini iddia etmiştir.

34. Bakanlık görüşünde; ilk olarak başvurucunun şikâyetlerinin din ve inanç özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği, dernek kurma özgürlüğü yönünden incelenmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Bireysel başvuru şikâyetlerinin esasına ilişkin olarak ise dosyada yer alan bilgi notlarında başvurucu Vakfın kurucusunun dinî inanç ve söylemlerinin toplumda uyandırdığı infial ve tepkiler nedeniyle ABD'ye yerleştiği, bu anlamda kamu düzeni ve kamu yararının sağlanması amacıyla ABD'de kurulmuş başvurucu Vakfa Türkiye'de şube açma izni verilmediği belirtilmiştir. Başvurucu Vakfın çeşitli görsel ve yazılı basın vasıtasıyla yayım faaliyetlerine devam ettiğine vurgu yapılmış; Vakfın kendilerine ait olduğunu belirttiği TV kanalları, diğer medya organları, internet, yayımlar aracılığıyla toplantılar düzenleyerek düşüncelerini topluma aktarma hususlarında bir kısıtlama ile karşılaşmadığı ifade edilmiştir.

35. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında 25/10/1989 tarihinde kurulan MIHR Vakfı ve Vakfın dağılma süreci (bkz. §§ 11, 12) hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Kurucuları İ.E.E.nin dile getirdiği birtakım ifadelere alıntı yapmak suretiyle karşı görüş beyanında yer veren başvurucu; misyonlarının özünde sevgi olduğunu, Vakıf kurucusu İ.E.E.nin tasavvuf kültürünün temsilcilerinden olduğunu belirtmiştir. Bakanlık tarafından Vakfın fikirlerini topluma ulaştırmak amacıyla Vakfa ait çeşitli görsel ve yazılı basın vasıtasıyla Vakfın yayım ve faaliyetlerine devam ettiği belirtilmişse de başvurucu Vakıf sahip olduğu imkânların hukuka aykırı yollarla ellerinden alındığını, gerçekleştirmek istediği konferanslara izin verilmediğini, Vakıf Başkanı İ.E.E.nin Kur'an-ı Kerim mealleri hakkında ise toplatma kararı verildiğini iddia etmiş; bireysel başvuru formunda zikrettiği ihlal iddialarını aynen yinelemiştir.

B. Değerlendirme

36. Anayasa’nın "Din ve vicdan hürriyeti" kenar başlıklı 24. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir."

37. Anayasa’nın "Dernek kurma hürriyeti" kenar başlıklı 33. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir.

...

Dernek kurma hürriyeti ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hürriyetlerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.

...

Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da uygulanır."

38. Başvurucunun şikâyetlerinin değerlendirilmesi bakımından öncelikle vakıfların Sözleşme'nin 11. maddesinde yer verilen örgütlenme özgürlüğünden ve Anayasa'nın 33. maddesinde yer verilen dernek kurma hürriyetinden yararlanıp yararlanmayacağı hususu incelenmelidir. Bu inceleme kapsamında vakıfların sivil toplum yönünden ne ifade ettiği ve ne amaçla oluşturulduğu önem taşımaktadır.

39. Vakıflar, kamu menfaatini ilgilendiren bir alanda bireylerin birlikte hareket ederek oluşturdukları ve vakfedilmiş veya vakfın hizmetine özgülenmiş bir mal varlığı ile donatılmış tüzel kişiler olarak tanımlanabilir. Taşıdığı tarihsel ve güncel önem dikkate alınarak Anayasa'nın 33. maddesinde dernek kurma özgürlüğü yönünden öngörülen serbestî ve sınırlamaların vakıflar yönünden de aynen geçerli olduğu açıkça hükme bağlanmıştır. Bu bağlamda vakıfların Anayasa'nın 33. maddesinde yer verilen dernek kurma hürriyetinden ve ilgili hakkın güvencelerinden yararlanacağı açıktır.

40. Vakıf kurma yoluyla sivil toplumun çekirdeği olan bireye kamu menfaatini ilgilendiren bir alanda kolektif hareket imkânı tanınmaktadır. Bireylerin gayretiyle böylesi bir yapı oluşturabilmesi örgütlenme özgürlüğü açısından büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda vakıfların gerek Anayasa bakımından dernek kurma özgürlüğü gerek Sözleşme bakımından örgütlenme özgürlüğü kapsamında kaldığı açıktır (AİHM'in benzer yöndeki bir değerlendirmesi için bkz. § 28).

41. Başvurucu Vakfın Türkiye Şubesi Tüzüğü'nde amacının; üç ana dünya dini olan Müslümanlık, Hristiyanlık ve Musevilik arasında iş birliğini teşvik etmek, insanlara bütün dinlerin her şeyi yaratan Allah'tan geldiğini öğretmek, dünya barışının tesisine katkı sağlamak, dünyaya İslam'ın terörist bir din olmadığını, dünyanın mutluluğu ve barışı için çalışan bir din olduğunu açıklamak olduğu belirtilmiştir. Mahkemenin ret gerekçesi ise Vakıf Başkanı'nın toplumun genel dinî değerleri ile çelişen beyan ve yayımlarının bulunduğu saptamasına dayanmaktadır.

42. Dernek ve vakıf gibi sivil toplum kuruluşları yasal yapılar olmaları sebebiyle vicdan özgürlüğü yönünden mağdur statüsü taşıyamaz. Bununla birlikte bu yapılar belirli bir dinin yahut inancın yayılması için faaliyette bulunabileceği gibi bizatihi bir dinin yahut inancın temsilcisi konumunda da olabilir (AİHM'in benzer yöndeki bir değerlendirmesi için bkz. § 29).

43. Somut olayda ilk derece mahkemesinin gerekçesinden, başvurucu Vakıf tarafından açılan davanın Vakıf Başkanı'nın benimsediği dinî öğretinin toplumun genelinde kabul görmüş İslam inancı ile bağdaşmaması nedeniyle reddedildiği anlaşılmıştır. Bu bağlamda Vakıf Tüzüğü de dikkate alınarak başvurucu Vakfın dinî bir amacı gerçekleştirmek için kurulduğu, Vakıf Başkanı'nın dinî yorum ve öğretileri sebebiyle tescil talebinin kabul edilmediği anlaşılmış; dernek kurma özgürlüğü açısından yapılacak incelemenin -derece mahkemesinin gerekçesi de gözetilerek- din özgürlüğü çerçevesinde yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Yurt dışında kurulmuş bir Vakıf olarak başvurucunun Türkiye'de şube açmak suretiyle faaliyette bulunmasına izin verilmemiştir. Başvurucu bu nedenle dernek kurma özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmekte olup başvurucunun bu iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

45. Anayasa'nın 33. maddesinde yer verilen "dernek kurma hakkı" tabiiyetine bakılmaksızın herkese tanınmış bir haktır. Bu bağlamda yurt dışında kurulmuş bir vakıf olan başvurucunun da bu hakkın süjesi olmasına bir engel bulunmamaktadır. Bununla birlikte yabancıların dernek kurma hakkına 5253 sayılı Kanun'un 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla izin şartı getirilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun faaliyetlerine izin verilmemesi nedeniyle Türkiye'de şube açamadığı, bu durumun başvurucu Vakfın din özgürlüğü çerçevesinde dernek kurma özgürlüğüne yönelik bir müdahale teşkil ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

46. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 33. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

47. Bu nedenle sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 33. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk şartlarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

48. Yabancı vakıfların Türkiye'de şube açmak suretiyle faaliyette bulunması 5253 sayılı Kanun'un 5. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca İçişleri Bakanlığının iznine tabi kılınmış ancak iznin hangi hâllerde verilip verilmeyeceğine ilişkin olarak aynı Kanun'da açık bir düzenleme yapılmamıştır. Bununla birlikte 4721 sayılı Kanun'un 101. maddesinin dördüncü fıkrasında Cumhuriyet'in Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasa'nın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı olacak şekilde veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamayacağı belirtilmekte olup yerine getirilmesi gereken izin şartının ilgili madde çerçevesinde yorumlanmasının icap ettiği anlaşılmıştır. Bu yorum ışığında müdahalenin kanunilik şartını karşıladığı değerlendirilmiştir.

ii. Meşru Amaç

49. Başvurucunun bir vakıf olarak Türkiye'de şube açıp faaliyette bulunmasına, Vakıf Başkanı'nın sözlü ve yazılı beyanlarının toplumun genel değerleri ile çeliştiği gerekçesiyle kamu düzeni ve kamu yararı gözetilerek izin verilmemiştir. Anayasa'nın 33. maddesinin üçüncü fıkrasında dernek kurma özgürlüğüne yönelik gerçekleştirilecek müdahaleler yönünden bir meşru amaç listesi öngörülmüş olup kamu yararı, meşru amaç listesinde yer almamaktadır. Bununla birlikte dernek kurma özgürlüğüne yönelik söz konusu müdahalenin amaçlarından bir diğeri kamu düzeninin sağlanması olarak belirtilmiştir. Kamu düzeninin sağlanması amacı, Anayasa'nın 33. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen meşru amaç listesinde yer aldığı için söz konusu müdahalenin meşru amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Genel İlkeler

50. Örgütlenme özgürlüğünün bir şekli veya özel bir yönü olan dernek hakkı; kişi açısından dernek kurma özgürlüğünün yanı sıra derneğe üye olma, derneğin etkinliklerine katılma ve mensuplarının menfaatlerini korumak üzere faaliyetlerde bulunma gibi hakları da içermektedir. Dernekler ise belirli bir amacın gerçekleştirilmesi ya da izlenmesi için kişilerin bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirdikleri örgütlenmiş ve tüzel kişilikle donatılmış kişi topluluklarıdır. Anayasa'nın 33. maddesi temel olarak dernek hakkının kullanılması sırasında kamu makamlarının keyfî müdahalelerine karşı korunmayı amaçlamaktadır (Hint Aseel Hayvanları Koruma ve Geliştirme Derneği ve Hikmet Neğuç, B. No: 2014/4711, 22/2/2017, § 43).

51. Bununla birlikte dernek kurma özgürlüğü elbette ki sınırsız bir hak değildir. Devletin egemenliği altındaki kişilerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alma konusundaki pozitif yükümlülüğü bulunmakta olup bu yükümlülük kapsamında bir derneğin amacı veya faaliyetleri, açıkça yahut zımnen Anayasa'nın 33. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen menfaatlere yönelik tehdit yaratmakta ise ilgili hakka yönelik sınırlamalar getirilebilir. Bu noktadan hareketle yurt dışı merkezli bir vakfın Türkiye'de faaliyette bulunmasının izin şartına bağlanması da devletin söz konusu yükümlülüğünden kaynaklanmakta olup bu sınırlamalar kapsamındadır.

52. Öte yandan dernek kurma özgürlüğüne yönelik herhangi bir müdahale, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmalıdır. Bu noktada gereklilik kavramının yararlılık olarak anlaşılmaması önem arz etmektedir. Müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunun kabul edilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması beklenmektedir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

53. Anayasa Mahkemesi bir kısıtlamanın dernek kurma özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna, dolayısıyla temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine karar vermede anayasal anlamda yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 37).

54. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değil, söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 33. maddesine uyumluluğunu denetlemektir. Dernek kurma özgürlüğüne yönelik gerekçesiz veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 33. maddesini ihlal edeceğinden söz konusu müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için kamu makamları tarafından ortaya konulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olması şarttır.

 (2) İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

55. Yabancıların Türkiye'de yeni vakıf kurmaları 5737 sayılı Kanun'un 5. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca hukuki ve fiilî mütekabiliyet esasına tabi kılınmış olup 5352 sayılı Kanun'un 5. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca yabancı derneklerin Türkiye'de faaliyette bulunmaları Dışişleri Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığının iznine bağlanmıştır. Başvurucu Vakıf; yurt dışı merkezli olması sebebiyle bu kapsamda izin talebinde bulunmuş, başvurucunun izin talebi Vakıf Başkanı'nın toplumun temel değerleriyle çelişen beyanlarının bulunduğu gerekçesiyle reddedilmiş, ret sebebi başvurucuya bildirilmemiştir.

56. Başvurucu, ret kararına karşı iptal davası açmıştır. Yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar veren derece mahkemesi, gerekçesinde Vakıf Başkanı İ.E.E.nin peygamberlik iddiasının bulunduğunu, kendisine vahiy geldiğini ileri sürdüğünü belirtmiş; başvurucu Vakfın Başkanı'na ait olduğu belirtilen birtakım ifadelere ve bilgilere yer vermiş, bu durumun toplumun temel değerleriyle çelişerek kamu düzeni ve kamu yararına aykırılık teşkil ettiğini ifade etmek suretiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, idarenin ret sebebini Mahkemenin gerekçesinden öğrenmiştir.

57. Karar neticesinde başvurucu Vakfın Türkiye'de şube açmasına izin verilmemesi kesinlik kazanmıştır. Başvurucu Vakfa Türkiye'de şube açma izni verilmemesinin gerekçesi başvurucu Vakfın Başkanı'nın dinî içerikli ifadelerinin toplumun temel değerleriyle çelişmesidir. Bireye ve bireyin iç dünyasına özgü bir hak olan din özgürlüğü aynı zamanda inancın paylaşıldığı bir topluluk oluşturmayı, topluluğa dâhil olmayı ve bu toplulukla birlikte dinin gereklerini yerine getirmeyi, dinin toplum tarafından anlaşılması ve yayılması için örgütlü çalışmayı da koruma altına alır. Zira örgütlü toplumun bir parçası olan vakıf ve dernekler aracılığıyla sivil toplumda faaliyette bulunmanın tüzel kişilik altına girmeden oluşturulan dinî topluluklara nazaran sağladığı büyük kolaylıklar (vergi muafiyetinden yararlanabilme, zorluklarla karşılaşılmadan bağış toplayabilme, denetlenebilir olma nedeniyle topluma yayılan güven duygusu vb.) vardır.

58. Bununla birlikte başvurucu Vakfın Türkiye faaliyetlerine, Vakıf Başkanı'nın savunduğu bazı dinî yorumlar nedeniyle izin verilmemiştir. Türkiye'de çok sayıda farklı din ve inanç mensubu bulunduğu gibi İslam dininin de çok sayıda yorumu çeşitli topluluklarca veya bireysel olarak benimsenmektedir. Din ve inanç alanındaki mevcut çeşitlilik din ve vicdan özgürlüğünü, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip kılmaktadır (Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 53). Anayasa Mahkemesi başörtüsüne ilişkin verdiği Tuğba Arslan kararında din ve vicdan özgürlüğünün ancak tanıma, çoğulculuk ve tarafsızlık anlayışı ile temellendirilen bir demokraside korunabileceğini şu şekilde ifade etmiştir:

"Din özgürlüğü bağlamında 'tanıma', devlet-birey ilişkilerinde devletin, tüm din veya inanç guruplarının varlıklarını eşit şekilde kabul etmesini gerektirir. Devletin çoğulcu bir tanıma siyaseti, bir yandan devleti toplumda herkese karşı eşit mesafede durmaya zorlarken öte yandan, devletin herhangi bir dini ya da ideolojiyi resmen benimsemesine izin vermez. Çoğulculuk ise herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak toplumsal ve siyasal yaşama katılmasıyla mümkündür. Farklılıkların ve farklı olanların tanınmadığı ve tehditler karşısında korunmadığı bir yerde çoğulculuktan bahsedilemez. Çoğulcu toplumda devlet, bireylerin kendi dünya görüşlerinin ve inançlarının gereğine uygun olarak yaşamalarını sağlamakla yükümlüdür. Devlet, toplumda var olan görüşlerden veya yaşam tarzlarından birini 'yanlış' kabul etme yetkisine sahip değildir. Bu bağlamda Anayasa’da yer alan sınırlama sebepleri bulunmadıkça, farklılıkların bir arada yaşatılması, çoğunluğun ya da azınlığın hoşuna gitmese de çoğulculuğun bir gereğidir. Din ve vicdan özgürlüğünü koruyan üçüncü anlayış ise bireylerin din ve vicdan özgürlüğünün eşit düzeyde korunmasının teminatı olan laiklikten doğan tarafsızlıktır."

59. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki gerek Anayasa'da gerekse kanunlarda bir din tanımı ve bir din tercihi yapılmamıştır. Tüm din ve inançlara karşı eşit bir mesafede durulması Anayasa koyucunun bilinçli tercihidir. Nitekim Anayasa Mahkemesi Tuğba Arslan kararında laikliği tam da bu şekilde, devletin din ve inançlar karşısında tarafsızlığını sağlayan, devletin din ve inançlar karşısındaki hukuki konumunu, görev ve yetkileri ile sınırlarını belirleyen anayasal bir ilke olarak tanımlamıştır. Laik devlet; resmî bir dine sahip olmayan, din ve inançlar karşısında eşit mesafede duran, bireylerin dinî inançlarını barış içinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir hukuki düzeni tesis eden, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan devlettir. Dolayısıyla farklı dinî inançlara sahip olanlar ya da herhangi bir inanca sahip olmayanlar laik devletin koruması altındadır. Bu anlamda laiklik, devlete negatif ve pozitif yükümlülükler yüklemektedir. Negatif yükümlülük, devletin bir dini ya da inancı resmî olarak benimsememesini ve bireylerin din ve vicdan hürriyetine zorunlu nedenler olmadıkça müdahale etmemesini gerektirmektedir. Pozitif yükümlülük ise devletin din ve vicdan hürriyetinin önündeki engelleri kaldırması, kişilerin inandıkları gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkânları sağlaması ödevini beraberinde getirmektedir ( benzer değerlendirmeler için bkz. Tuğba Arslan, §§ 136-138).

60. Anayasa koyucunun tüm din ve inançlara karşı eşit bir mesafede durma tercihinin doğal bir sonucu olarak Anayasa'nın 24. maddesinde öngörülen koruma; çeşitli dinî, felsefi inanış ve inançsızlıkları da kapsamaktadır. Bu kapsama bir dinin geleneksel olmayan ve toplumun genelinde kabul görmeyen yorumları da dâhildir. Bu bağlamda hangi ilke ve öğretilerin bir din için makbul olarak kabul edilebileceği mahkemelerin de takdir alanında değildir (benzer değerlendirmeler için bkz. Tuğba Arslan, § 50).

61. Şüphesiz ki kamu otoriteleri ve mahkemeler dinî amaçlarla kurulmuş bir derneğin yahut vakfın toplum için zararlı faaliyetler yürütüp yürütmediğini denetleme hakkına sahiptir. Bununla birlikte böyle bir denetim, dinî amaçla kurulan vakıf ve dernekleri kuranların veya üyelerinin inançlarının toplumun genelinde kabul görüp görmediğinin değerlendirilmesi olarak anlaşılamaz. Devletin görevi, varsayımlara dayanarak dinî örgütleri yasaklamak, başka bir deyişle hak ve özgürlükleri kısıtlamak değil bireylerin karşılıklı tanıma ve tahammül içinde yaşamasını sağlayacak tedbirleri almaktır (benzer değerlendirmeler için bkz. Tuğba Arslan, § 127).

62. Somut uyuşmazlıkta; yargılama merci ret kararını yalnızca Vakıf Başkanı'nın savunduğu bazı dinî yorumların toplumun temel değerleriyle çelişmesi ile gerekçelendirilmiştir. Diğer bir ifade ile gerekçede işaret edilen bu tespit, başvurucunun Türkiye'de şube açmasının engellenmesi bakımından yargılama mercii tarafından yeterli kabul edilmiştir. Başvurucunun dernek kurma özgürlüğüne yönelik bu müdahale ile gerçekleşmesi amaçlanan meşru amacın kamu düzeninin sağlanması olduğu açıktır. Bununla birlikte mevcut gerekçenin dinî bir grupla ilintili kabul edilse dahi başvurucu Vakfın Türkiye'de faaliyet göstermesi ile kamu düzenini ne şekilde bozacağına yahut hangi biçimde bozma tehlikesi oluşturacağına yönelik yeterli açıklama barındırdığı söylenemez. Bu değerlendirmeler ışığında, başvurucunun dernek kurma özgürlüğüne yönelik müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

63. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 24. maddesinde koruma altında bulunan din özgürlüğü çerçevesinde başvurucunun Anayasa’nın 33. maddesinde güvence altına alınan dernek kurma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

64. Başvurucunun yargılama sürecinde hükme esas alınan Dışişleri Bakanlığı ve diğer birimlerden gelen bilgi notlarının kendisine tebliğ edilmeden hükme esas alınmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine ilişkin şikâyeti hakkında ayrıca bir inceleme yapılmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

65. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması ile 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

66. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

67. Ayrıca eski hâle getirme kuralı çerçevesinde başvurucuya manevi zararları karşılığında net 18.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Din özgürlüğüyle bağlantılı olarak dernek kurma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE YER OLMADIĞINA,

B. Anayasa’nın 33. maddesinde güvence altına alınan dernek kurma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin dernek kurma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 13. İdare Mahkemesine (E.2009/310, K.2009/1268) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 18.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.039,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/10/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.