TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HAKKI GÖK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/33469)

 

Karar Tarihi: 3/11/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Ali KOZAN

Başvurucu

:

Hakkı GÖK

Vekili

:

Av. Türkan DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; yurt dışına çıkış yasağı öngören adli kontrol tedbiri nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/9/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, Almanya vatandaşı olup anılan ülkede yaşamaktadır. Kocaeli Emniyet Müdürlüğüne 12/12/2016 tarihinde yapılan bir ihbarda sosyal medyada hakaret içerikli paylaşımlar yapıldığı belirtilmiş, Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünün açık kaynak araştırmasında paylaşımları yapan kişinin başvurucu olabileceği tespit edilmiştir. Başvurucu hakkında başlatılan ceza soruşturması kapsamında Büyükçekmece 3. Sulh Ceza Hâkimliği Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan 17/5/2017 tarihinde yakalama kararı vermiştir.

8. Başvurucu 9/7/2017 tarihinde tatil amacıyla Türkiye'ye gelmiştir. Tatilini tamamlayarak Almanya'ya dönmek isteyen başvurucuya, Kapıkule sınır kapısında, hakkında yakalama kararı olduğu gerekçesiyle geçiş izni verilmemiştir. Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun, sosyal medyada 2016 yılında yaptığı iddia edilen paylaşım nedeniyle 10/8/2017 tarihinde ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde; paylaşım yapılan sosyal medya hesabında künyede yer alan bazı bilgilerin kendisine ait olmadığını dolayısıyla bu hesabın başkasına ait de olabileceğini vurgulamıştır. Ayrıca aktif olarak kullanmadığı Facebook hesabının olduğunu ancak bu hesaptan şimdiye kadar hakaret içerikli bir paylaşım yapmadığını, hesabının açık olması nedeniyle işçileri veya başkası tarafından da paylaşım yapılmış olabileceğini belirterek suçlamayı kabul etmemiştir.

9. İfadesi alınan başvurucu, adli kontrol talebi ile sorguya sevk edilmiştir. Büyükçekmece 3. Sulh Ceza Hâkimliği 10/8/2017 tarihinde, başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendine göre yurt dışına çıkmamak suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Kararda, atılı suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe uyandıracak somut delillerin bulunduğu vurgulanarak, suçun vasıf ve mahiyeti ile soruşturmanın devam etmesi nedeniyle delillerin tam olarak toplanmaması, başvurucunun kaçma ve gizlenme ihtimalinin var olması hususları tedbirin gerekçeleri olarak belirtilmiştir.

10. Başvurucu anılan karar itiraz etmiştir. Başvurucu; Almanya'da yaşadığını ve anılan ülke vatandaşı olduğunu, ailesinin Almanya'da yaşadığını ve yaklaşık 100 işçi çalıştıran bir şirketin sahibi olduğunu vurgulayarak yurt dışına çıkma yasağının ticari hayatında ve aile hayatında zarara neden olacağını belirterek kefalet karşılığı yasağın kaldırılmasını veya tedbirin değiştirilmesini talep etmiştir. Büyükçekmece 1. Sulh Ceza Hâkimliği 15/8/2017 tarihli kararıyla yukarıda belirtilen gerekçeleri yineleyerek itirazı reddetmiştir.

11. Anılan karar, başvurucu vekiline 21/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

12. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, başvurucunun tedbirin kaldırılması veya değiştirilmesi yönündeki 13/9/2017 tarihli talebi de Büyükçekmece 2. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde mevcut delil durumu, yurt dışında yaşayan başvurucunun kaçacağına dair somut hâl ve davranışlarının bulunması ve suç karşılığı yaptırım miktarının gözetildiği vurgulanmıştır. Anılan karara itiraz da Büyükçekmece 3. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından, itiraza konu kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek 26/9/2017 tarihinde reddedilmiştir.

13. Ayrıca Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının 28/2/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucunun Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan cezalandırılmasının talep edildiği ve 5/3/2018 tarihinde Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesinde görülmeye başlanan yargılamanın hâlen derdest olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu vekilinin dava açılması nedeniyle adli kontrol kararının tensiben kaldırılmasına yönelik 7/5/2018 tarihli talebi hakkında anılan Mahkeme tarafından bir karar verilmediği görülmüştür. Ayrıca başvurucu vekili, yurt dışı adresini bildirerek başvurucunun savunmasını yurt dışında vereceğini beyan etmesi üzerine, istinabe yoluyla başvurucunun savunmasının alınmasına 7/2/2019 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucu vekilinin talebi üzerine 19/1/2021 tarihinde adli kontrol kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Almanya'ya yazılan istinabe evrakının atılı suçun siyasi nitelikli olduğu değerlendirilerek Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesi'ne aykırılık teşkil edeceğinden bilaikmal iade edilmesi, başvurucunun duruşmada hazır olmaması nedenleriyle savunmanın alınması için 23/3/2021 tarihinde yakalama kararı çıkarılmıştır.

14. Diğer yandan başvurucu vekili, itirazlara rağmen adli kontrol kararının devam ettirilmesi üzerine şirketinin ekonomik kayıplara uğraması ve ailevi ilişkileri nedeniyle müvekkilinin yasa dışı yollardan 21/12/2017 tarihinde yurt dışına çıktığını, 17/7/2019 tarihli ek dilekçe ile Anayasa Mahkemesine bildirmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

15. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı 109. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

 (2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.

 (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:

a) Yurt dışına çıkamamak..."

16. 5271 sayılı Kanun'un 110. maddesinin "Adlî kontrol kararı ve hükmedecek merciler" kenar başlıklı (1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir.

(2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir."

B. Uluslararası Hukuk

17. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

 (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."

18. Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün "Serbest dolaşım özgürlüğü" kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:

"1. Bir devletin ülkesi içinde usulüne uygun olarak bulunan herkes, orada serbestçe dolaşma ve ikametgahını seçebilme hakkına sahiptir.

2. Herkes, kendi ülkesi de dahil, herhangi bir ülkeyi terk etmekte serbesttir.

3. Bu haklar, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, kamu düzeninin korunması, suç islenmesinin önlenmesi, sağlık ve ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler olarak ve yasayla öngörülmüş sınırlamalara tabi tutulabilir.

4. Bu maddenin 1. fıkrasında sayılan haklar, belli yerlerde, yasayla konmuş ve demokratik bir toplumda kamu yararının gerektirdiği sınırlamalara tabi tutulabilir."

19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), alınan bir tedbir sonucu bir kimsenin pasaport gibi bir seyahat belgesinden yoksun bırakılmasını Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün 2. maddesinde güvence altına alınan serbest dolaşım özgürlüğünün kullanılmasına yönelik bir müdahale olarak değerlendirmektedir (Baumann/Fransa, B. No: 33592/96, 22/5/2001, § 62; Sissanis/Romanya, B. No: 23468/02, 23/1/2007, § 63). Ancak AİHM, anılan Protokol hükümlerinin Protokol'e taraf olmayan ülkeler ile ilgili davalarda uygulanamayacağına dikkat çekerek bu durumda serbest dolaşıma ilişkin şikâyetlerin konu bakımından Sözleşme'yle bağdaşmayacağına karar vermiştir (Riener/Bulgaristan B. No: 28411/95, 11/4/1997, § 2; Paşaoğlu/Türkiye, B. No: 8932/03, 8/7/2008, § 41).

20. Öte yandan AİHM, Sözleşme'nin 8. madde hükümlerinin 4 No.lu ek Protokol'ün 2. maddesi ile değiştirilemeyeceğine dikkat çekerek Protokol maddesi hükmüyle 8. madde arasında sıkı bir bağ olduğunu kabul etmiştir. Bu bağlamda AİHM; serbest dolaşımın ve özellikle sınır ötesi serbest dolaşımın özel hayatın geliştirilmesi açısından esas olarak değerlendirildiği bir çağda, başka ülkede ailevi, mesleki ve ekonomik bağlara sahip olan kişiler söz konusu olduğunda herhangi bir gerekçe göstermeksizin bu özgürlüğü reddetmesinin Sözleşme'ye taraf devlet açısından yükümlülüklerin ciddi ihlalini teşkil edeceğini ifade etmiştir (İletmiş/Türkiye, B. No: 29871/96, 6/12/2005, § 50; Paşaoğlu/Türkiye, § 42).

21. Bu bağlamda AİHM, Türkiye'nin ek Protokol'ü imzalamasına rağmen onay sürecinin tamamlanmadığını tespit ettiği iki kararında serbest dolaşım/seyahat özgürlüğüne ilişkin şikâyetleri giriş yapılmak istenen ülkede kişisel, ailevi ve ekonomik bağların olması ölçütünü uygulayarak özel hayata saygı hakkı kapsamında incelemiştir. İletmiş/Türkiye (aynı kararda bkz. §§ 8-15) kararında eşi ve iki çocuğu ile Almanya'da ikamet eden ve bu ülkede çalışan başvurucu, Türkiye'ye ziyarete geldiği sırada 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun 140. maddesinde düzenlenen yabancı ülkede millî menfaatlere zarar verici faaliyette bulunmak suçundan yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmış, ifadesi alınarak serbest bırakılmasına rağmen pasaportuna el konulmuş, pasaportu ise on beş yıl süren yargılama sonunda verilen beraat kararı sonrası iade edilmiştir.

22. Anılan kararda; başvurucunun uzun süredir Almanya'da yaşadığı, tüm ailesinin ve işinin bu ülkede olduğu, dolayısıyla gitmek istediği ülke ile sıkı kişisel bağlarının mevcut olduğu kabul edilerek pasaporta el konulması ve uzun süre iade edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkına müdahale edildiği sonucuna varılmıştır. AİHM'e göre hiçbir gelişme göstermeden yargılama uzadıkça ve başvuran aleyhine kanıt yokluğu devam ettikçe önleyici tedbirin meşru amacına bağlı yarar, zamanla ağırlığını yitirecektir. Bu bağlamda AİHM, başvurucu hakkında yurt dışı çıkış yasağını öngören bir mahkeme kararının mevcut olmadığını, idari makamların yasağı gerekçelendiremediğini belirttikten sonra alınan tedbirin belirsiz bir şekilde uzun süre devam ettirilmesinin kaçınılmaz sosyal bir ihtiyaç olmadığı ve izlenen müdahalenin Sözleşme'nin 8. maddesinde verilen amaçlarla orantılı olmadığı sonucuna ulaşmıştır (İletmiş/Türkiye, §§ 42-50).

23. Son olarak AİHM'in Parmak ve Bakır/Türkiye (B. No: 22429/07 ve 25195/07, 3/12/2019) kararında ikinci başvuran, hakkında uygulanan yurt dışına çıkış yasağı tedbirinin haksız olduğundan ve bunun sonucunda özel hayatına yapılan müdahalenin orantısız olduğundan şikâyet etmiştir. İkinci başvuran ayrıca, yakalanmadan önce tüm hayatı boyunca Almanya’da kaldığını ve Türkiye’de kendini idame ettirecek bir geliri, ikameti veya sağlık güvencesi olmadığını belirtmiştir. Somut davada AİHM; seyahat yasağının ikinci başvurana, tutukluluk yerine önleyici tedbir olarak 21/1/2003 tarihinde tahliye edilmesinin ardından konulduğunu ve cezasını çektikten sonra talebi üzerine 24/6/2009 tarihinde kaldırıldığını tespit etmiştir. AİHM; ikinci başvuranın yargılama süresince, her defasında söz konusu tedbirin yerleşik bulunduğu Almanya’yla olan kişisel ve mesleki bağlarını sürdürmesine engel olduğunu belirterek ve kefalet gibi daha uygun bir tedbir uygulamasını isteyerek yasağın kaldırılması talebiyle yerel mahkemelere yedi kez başvuruda bulunduğunu ancak mahkemelerin her defasında, devam eden kısıtlamanın belirli bir zamanın geçmesinden sonra davanın kendine özgü koşullarında hâlen orantılı olup olmadığını değerlendirmeksizin sadece yargılamanın bulunduğu aşamaya işaret etmek suretiyle bu başvuruları incelememiş ya da onlara bir yanıt vermemiş olduğunu ifade etmiştir (Parmak ve Bakır/Türkiye, § 93).

24. Anılan kararda AİHM; bir bireyin seyahat özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaya başlangıçta izin verilse dahi bunun uzunca bir süre otomatik şekilde devam ettirilmesinin bireyin haklarını ihlal ederek orantısız bir tedbir hâline gelebileceğini belirterek somut davada yerel mahkemelerin ikinci başvuranın mükerrer başvurularına karşın söz konusu seyahat yasağının haklılığını yeniden değerlendirmemeleri ve söz konusu tedbiri otomatik bir şekilde onayladıklarını ifade etmiş ve Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Parmak ve Bakır/Türkiye, § 94).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Anayasa Mahkemesinin 3/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

26. Başvurucu; Türk kökenli Alman vatandaşı olduğunu, eşi ve çocuklarının anılan ülkede yaşadığını, yurt dışı çıkış yasağı nedeniyle ailesiyle görüşemediğini ve aile hayatının olumsuz etkilendiğini belirtmiştir. Ayrıca Almanya'da faaliyet gösteren bir şirketin yöneticisi olduğunu, işlemediği bir suç nedeniyle verilen tedbirin hem iş hem de aile hayatı bakımından ağır sonuçlar doğurduğunu vurgulayarak özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

27. Bakanlık görüşünde; başvurucu hakkında Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan kovuşturmanın devam ettiğini, başvurucunun savunma vermekten kaçtığını belirtikten sonra, yargı makamlarının üzerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin bulunması, delillerin tam olarak toplanmamış olması, soruşturmanın devam ediyor oluşu ve adli kontrol tedbirinin usul ve yasaya uygun olduğu hususlarına yer verdikleri vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucunun, hakkındaki adli kontrol kararına uymayarak yurt dışına çıkmasının başvuru değerlendirilirken dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Bu durumla birlikte özel ve aile hayatına bir müdahalenin bulunup bulunmadığı, bulunduğu düşünüldüğü takdirde müdahalenin kanuni dayanağı ile meşru amacının yargılama sürecinde davanın taraflarının tutumu ve başvurucunun davanın hızlı sonuçlandırılmasındaki menfaati gözetilerek dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

28. Başvurucu vekili, başvuru formundaki iddialarını tekrarlamakla birlikte başvurucunun Almanya vatandaşı olduğunu, yabacı olması nedeniyle istisnai haller dışında Türkiye ceza kanunları ve diğer mevzuat bağlamında sorumluluğu bulunmadığını belirtmiştir. Tüm itirazlara rağmen adli kontrol kararının kaldırılmadığını, soruşturmanın tamamlanmasının uzun sürdüğünü, tensiben kaldırılması talebinin de Mahkeme tarafından reddedildiğini, başvurucunun son çare olarak yasal olmayan yollardan Almanya'ya döndüğünü vurgulamıştır. Anılan tedbir nedeniyle başvurucunun Almanya'ya dönememe tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı gibi tedbirin devam etmesi nedeniyle de 6 yıl boyunca Türkiye'ye gelemediğinden akrabaları ve yakınlarıyla görüşemediğini belirtmiştir. Uzun süre uygulanan tedbirin Almanya'daki bağları da gözetildiğinde demokratik toplum gereklerine uygun ve ölçülü olduğunun söylenemeyeceğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

29. Anayasa'nın "Yerleşme ve seyahat hürriyeti" kenar başlıklı 23. maddesi şöyledir:

"Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.

Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak;

Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek;

Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.

Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.

Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun bırakılamaz."

30. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesine dayanak alınacak "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:

"Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.

Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz."

31. Yurt dışına çıkış yasağı öngören adli kontrol tedbirinin esas olarak yerleşme ve seyahat hürriyeti kapsamında kaldığı açıktır. Anayasa’nın 23. maddesinde yer alan yerleşme ve seyahat hürriyeti, Sözleşme'nin ek 4 numaralı Protokol’ün 2. maddesinde "Serbest dolaşım özgürlüğü" kenar başlığı altında düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarında anılan Protokol'e ülkemizin taraf olmadığı hatırlatarak, bu özgürlüğün Anayasa ve Sözleşme ile Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin ortak koruma alanına girmediği ve Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dışında kaldığı ifade edilmiştir (Mehmet Takımsu, B. No: 2016/63712, 7/11/2013, §§ 78-80; Sebahat Tuncel, B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 53; Fevzi Doğaner, B. No: 2014/6453, 20/12/2017, § 14).

32. Bu durumla birlikte Anayasa Mahkemesi, seyahat özgürlüğü bağlamında yurt dışına çıkışı ve yurda girişi engelleyen tedbirlere ilişkin yapılan bireysel başvuruların, özellikle kişinin gitmek istediği ülke ile güçlü kişisel, ailevî, ekonomik ve mesleki bağlarının olduğu durumlarda özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı kapsamında değerlendirilebileceğine karar vermiştir. Ancak bu şekilde inceleme yapılabilmesi için bireysel başvuru formunda başvurucuların şikâyet edilen tedbirin özel ve aile hayatları üzerindeki olumsuz sonuçlarını somut verilere dayalı olarak uygun şekilde ortaya koymaları gerekmektedir (Latife Akyüz, B. No: 2016/50822, 7/9/2021, §§ 34-38; Onur Can Taştan [GK], B. No: 2018/32475, 27/10/2021, §§ 47-50; Yağmur Erşan [GK], B. No: 2018/36451, 27/10/2021, §§ 47-50).

33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yurt dışında kişisel ve mesleki bağlarının olmasına rağmen yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri uygulandığı gözetildiğinde başvurunun özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Uygulanabilirlik Yönünden

34. Somut olayda Alman vatandaşı olan başvurucunun ve ailesinin anılan ülkede yaşadığı ve Almanya'da faaliyet gösteren bir şirketin sahibi ve yöneticisi olduğu anlaşıldığından gitmek istediği ülke ile güçlü ailevi ve ekonomik bağlarının bulunduğu sonucuna varılmıştır. Bu nedenle başvurunun özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

36. Almanya'da yaşayan başvurucunun sulh ceza hâkimliğinin adli kontrol kararıyla yurt dışına çıkışının yasaklanması nedeniyle ailevi ilişkileri ile mesleki faaliyetlerinin olumsuz şekilde etkilendiği dikkate alındığında özel hayata ve aile hayatına saygı hakkına müdahalede bulunulduğu sonucuna varılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

37. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

38. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 20. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk ve ölçülülük koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

39. 5271 sayılı Kanun'un 109. ve 110. maddelerinin (bkz. §§ 15-16) kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (Latife Akyüz, § 43).

ii. Meşru Amaç

40. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayata saygı hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmakta, Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Buna göre Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2013/130, K.2014/18, 29/1/2014; E.2014/87, K.2015/112, 8/12/2015; E.2016/37, K.2016/135, 14/7/2016, § 9; Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33; Ahmet Çilgin, B. No: 2014/18849, 11/1/2017, § 39).

41. Uygulanan koruma tedbiri ile başvurucunun duruşmalara katılımının sağlanması ve bu yolla maddi gerçeğin süratle ortaya çıkarılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla müdahalenin suçluların cezalandırılması, yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi ve bu suretle kamu düzeninin sağlanması meşru amaçları ile yapıldığı sonucuna varılmıştır (Latife Akyüz, §§ 44, 45).

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

42. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72; Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 45; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Bu kapsamda söz konusu tedbirin gerek kapsamı gerek süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekir (Hülya Kar [GK], B. No: 2015/20360, 27/2/2019, § 23).

43. Buna göre özel hayata ve aile hayatına saygı hakkına yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (2) Koruma Tedbirlerinde Müdahalenin Ağırlığı ve Güvenceler

44. Koruma tedbirlerinin uygulanması suretiyle kişilerin anayasal haklarına yapılan müdahaleler nedeniyle meydana gelen zararların ağırlığının tespit edilmesi gerekir. Bunun için koruma tedbiri yoluyla yapılan müdahalelerin sonuçlarına eğilmek gerekir. Anayasa Mahkemesi olayın somut koşullarında koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara yol açıp açmadığını, ağır sonuçlara yol açmış ise böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanıp sağlanmadığını denetleyecektir (Hülya Kar, § 25).

45. Bu bağlamda ilk olarak başvuruya konu adli kontrol koruma tedbirinde olduğu gibi tüm koruma tedbirlerinin geçici olduğu unutulmamalıdır. Herhangi bir tedbirin ilanihaye veya herhangi bir kriterden bağımsız olarak süreklilik arz eder biçimde uygulanması mümkün değildir. Tedbirin geçici olması, tedbirden beklenen amacın hasıl olmasını müteakip sonlanacağı anlamına gelir (Hülya Kar, § 26).

46. Bununla bağlantılı olarak geçen sürenin uzaması nedeniyle koruma tedbirinin anayasal haklar üzerinde giderek ağırlaşan bir baskıya neden olacağı açıktır. Koruma tedbiri süresinin uzaması oluşan mağduriyeti artırıyor, müdahaleden önceki hâle dönülmesini güçleştiriyor veya imkânsız hâle getiriyorsa koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu sonucuna varılabilir (Hülya Kar, § 27).

47. Koruma tedbirinin süresi müdahalenin ağırlığının tartılmasında dikkate alınması gereken bir faktördür. Bu sebeple bir koruma tedbirinin anayasal bir hakka anlık olarak mı müdahalede bulunduğu yoksa süregelen bir müdahalenin mi söz konusu olduğu gözönünde bulundurulacaktır. Bilhassa süregelen bir koruma tedbirinin durumun gerektirdiğinden daha uzun sürdüğünün anlaşıldığı durumlarda tedbir nedeniyle müdahale edilen anayasal hakların ihlali söz konusu olabilir (Hülya Kar, § 28).

48. Koruma tedbirleri ile anayasal haklara yapılan müdahalelerin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı güvenceler sağlanmalıdır (Hülya Kar, § 31). Müdahale teşkil eden tedbirlerin özellikle kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının kişilere tanınmış olması gerekir. Söz konusu usul güvencelerinin mevzuatta yer almaması, yer aldığı hâlde uygulanmaması veya etkisizleşmesi koruma tedbirlerinin müdahale ettiği anayasal hakları ihlal eder (Hülya Kar, § 32).

49. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında koruma tedbirlerini inceleme bakımından temel görevi başvurucuya kimi usule ilişkin olmak üzere yukarıda değinilen güvencelerin sağlanıp sağlanmadığını belirlemekten ibarettir. Diğer bir deyişle koruma tedbirlerinin anayasal haklara müdahale ettiği yönündeki şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin denetiminin oldukça sınırlı bir alanda gerçekleşeceğini kabul etmek gerekir (Hülya Kar, § 39).

 (3) İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Genel olarak tutuklama, sanığın yargılamada hazır bulunmasını, maddi gerçeğin araştırılmasını temin etmek veya yargılama neticesinde verilecek cezanın infazını sağlamak amacıyla başvurulan bir koruma tedbiridir. Adli kontrol tedbirlerinde amaç, tutuklama koruma tedbirinden beklenen sonuçlara daha hafif tedbirler yoluyla ulaşmak ve kişinin belirlenen yükümlere uymak kaydıyla toplumsal ve bireysel yaşamını olağan şekilde sürdürmesine imkân sağlanmaktır. Öte yandan öngörülen adli kontrol tedbirinin Anayasa'da öngörülen temel hak ve hürriyetleri ihlal edecek şekilde uygulanması ya da kişinin toplumsal veya bireysel hayatını olağan bir şekilde sürdürmesini engelleyecek tedbirler öngörülmesi durumunda tedbirin ölçülü olduğundan söz edilemez.

51. Bu bağlamda özellikle yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbirine ve devamına karar verilirken kişinin yurt dışındaki ailevi, kişisel ve mesleki bağları ile kişiye isnat edilen suçun niteliği, delil durumu ve mahkûmiyet hâlinde alacağı cezanın ağırlığı birlikte değerlendirilerek, adli kontrol tedbirinden beklenen kamusal menfaat ile başvurucunun menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulması ve bu durumun yeterli gerekçeyle açıklanması gerektiği söylenebilir. Ayrıca yurt dışına çıkış yasağının belirsiz bir süre uzaması ve uzun süre uygulanması hâlinde öngörülen sınırlandırmanın özel hayata ve aile hayatına etkilerinin zamanla ağırlaşacağı ve her hâlde gözetilmesi gereken kamusal yarar ile bireyin kişisel yararı arasındaki dengenin bozulacağı da unutulmamalıdır.

52. Öncelikle belirtmek gerekir ki mahkemeler koruma tedbiri kararlarında lehte ve aleyhte ileri sürülen bütün delilleri incelemek ve temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahaleye katlanmayı gerektirecek nitelikte kamu yararını haklı kılan gerçek bir ihtiyacın varlığını göstermek zorunda oldukları gibi süregelen koruma tedbirlerinin devamına ilişkin kararlarında da tedbirin devamını haklı kılan gerekçeleri göstermek mecburiyetindedir (Hülya Kar, § 35).

53. Somut olayda başvurucuya isnat edilen suçun sosyal medyada yapılan bir paylaşımdan kaynaklı olduğu ve başvurucunun ifadesinin alındığı gözetildiğinde, Büyükçekmece 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin adli kontrole ilişkin kararından başka hangi delillerin toplanması gerektiği, yurt dışına çıkışın engellenmesinin bu delillerin toplanmasına ne gibi etkisi olacağı anlaşılmamaktadır. Bunun yanında sulh ceza hâkimlikleri, tedbirin devamına ilişkin başvurucunun ileri sürdüğü yurt dışındaki ailevi ve kişisel bağlarına dayanan itiraz gerekçelerini kararlarında herhangi bir şekilde tartışmamış; başvurucunun ifadesi alınmış olmasına ve aradan geçen süreye rağmen tekrar içeren, genel ve soyut gerekçelerle başvurucunun taleplerini reddetmiştir.

54. Diğer yandan koruma tedbirlerine daha sonra tesis edilecek hükmün infaz edilebilirliğini sağlamak veya maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacı ya da amaçlarıyla başvurulduğundan şüphe bulunmamaktadır. Bir tedbirin hedeflenen amaca ulaşmak bakımından elverişli olup olmadığı ile olayın koşullarında zorunlu ve en uygun tedbir olup olmadığına karar vermek bakımından ilk derece mahkemelerinin geniş bir takdir payı bulunmakla birlikte yürütülen bir soruşturma veya kovuşturma kapsamında alınan koruma tedbiri ile hedeflenen amaca ulaşmak için hakların daha az sınırlanmasını sağlayacak alternatif yollar bulunup bulunmadığı da dikkate alınmalıdır (Hülya Kar, § 44). Ancak başvurucunun yurt dışında olan kişisel ve ailevi bağları nedeniyle tedbirin değiştirilmesi yönündeki talepleri de, tedbirden beklenen yararın başvurucunun aile ve özel hayatına daha az etki doğuracak alternatif adli kontrol tedbirleriyle elde edilip edilemeyeceği değerlendirilmeden reddedilmiştir.

55. Öte yandan somut olayda yurt dışına çıkacak olması nedeniyle başvurucunun savunmasının alınmasının zorlaşacağı ve bunun da eldeki ceza yargılamasını uzatacağı düşünülerek koruma tedbiri alındığı söylenebilir. Ancak 2016 yılında işlendiği iddia edilen bir suçla ilgili, ceza soruşturmasının 5/3/2018 tarihinde tamamlandığı ve ilk duruşmanın 18/9/2018 tarihinde yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda adli kontrole karar verildiği tarihte (10/8/2017) başvurucunun ifadesinin alınmış olması ve suçun niteliği ile toplanacak deliller gözetildiğinde, yargı makamlarının yurt dışında yaşadığı bilinen başvurucunun savunma hakkını kullanmasını sağlayacak şekilde hızlı hareket ettikleri de söylenemez.

56. Başvuru konusu olayda 10/8/2017 tarihinde yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbirine karar verildiği, bu kararın 19/1/2021 tarihinde kaldırıldığı görülmüştür. Yurt dışındaki kişisel, mesleki ve ailevi ilişkilerin zarar göreceğini belirterek adli kontrol tedbirinin kaldırılması veya değiştirilmesi taleplerinin reddedilmesi üzerine başvurucunun 21/12/2017 tarihinde yasa dışı yollardan yurt dışına çıktığı anlaşılmaktadır. Somut olayda anılan yetersiz ve çelişkili gerekçelerle tedbirin öngörülemez bir süre uzatıldığı, yargı makamlarının başvurucunun özel ve aile hayatına dayanan itirazlarına kayıtsız kaldığı, bu durumunun mağduriyeti artırdığı, başvurucunun uğradığı zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu sonucuna varmak gerekmektedir.

57. Bu bağlamda başvurucu hakkında tatbik edilen yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki koruma tedbiri ile başvurucunun özel hayata ve aile hayatına saygı hakkına müdahale edilmiş, başvurucu şikâyet ve itirazlarını soruşturma makamlarına taşımış, buna karşın soruşturma ve yargılama makamları ilgili ve yeterli bir değerlendirme yapmaksızın başvurucunun taleplerini reddetmiştir. Tüm süreç birlikte değerlendirildiğinde yargı makamları tarafından, başvurucunun yaşadığı ülkedeki ailevi ve kişisel bağları ile isnat edilen suçun vasfı, delil durumu ve muhtemel sonuç cezası gözetilerek başvurucunun yargılamaya katılarak savunma hakkını kullanması amacıyla uygulanan tedbirden beklenen kamusal menfaat ile başvurucunun menfaatleri arasında adil bir denge kurulduğu söylenemez.

58. Ayrıca başvurucunun savunma hakkını kullanmasını sağlayacak alternatif tedbirlerin tartışılmadığı, başvurucunun özel hayatına ve aile hayatına müdahalenin olumsuz etkilerini azaltacak şekilde hızlı ve özenli bir ceza soruşturması ile yargılaması yapılmadığı vurgulanmalıdır. Sonuç olarak başvurucunun, koruma tedbiri hakkında yukarıda belirtilen usule ilişkin güvencelerden makul olmayan bir süre ve öngörülemez bir şekilde yararlandırılmadığı, böylelikle yurt dışı çıkış yasağı tedbirinin sonuçları bakımından orantılı olarak uygulanmadığı kanaatine varılmıştır.

59. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

C. Giderim Yönünden

60. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve adli kontrol tedbirinin kaldırılması talebinde bulunmuştur.

61. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

62. Somut olayda bireysel başvuru yapıldıktan sonra yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun bireysel başvuruya konu ettiği adli kontrol tedbiri sona ermiştir. Bu durumda başvurucunun tazminat talebinin mevcut olmadığı da gözetildiğinde ihlalin tespiti dışında yapılması gereken bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.157,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 257,50 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.157,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

E. Kararın bir örneğinin bilgi için Büyükçekmece 3. Sulh Ceza Hâkimliği (2017/583 sorgu) ve Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi (E.2018/139) ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.