TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

M. A. D. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/20613)

 

Karar Tarihi: 19/10/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucu

:

M. A. D.

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, birinci sınıfa ayrılma nedeniyle oluşan maaş farkının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 6/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Ceza Yargılaması Süreci

5. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla yapılan incelemede, başvurucu hakkında FETÖ ve/veya PDY'ye üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediği gerekçesiyle soruşturma başlatıldığı anlaşılmıştır. Başvurucunun tutuklanması istemi Manisa 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 20/7/2016 tarihinde kabul edilmiş ve başvurucu tutuklanmıştır.

6. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan açılan dava sonucunda İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesi, suçunun sabit olduğu gerekçesiyle 16/7/2020 tarihinde başvurucunun 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Yapılan istinaf yasa yolu başvurusunun henüz incelenmediği ve kararın kesinleşmediği anlaşılmıştır.

7. Başvurucunun ceza yargılaması sürecine ilişkin ihlal iddiaları Anayasa Mahkemesi tarafından 2018/2730 sayılı bireysel başvuru dosyası ile incelenmiş ve kabul edilemez bulunmuştur.

B. Meslekten Çıkarma Kararı ve Bireysel Başvuru Süreci

8. Başvurucu, hâkim olarak görev yapmaktayken 30/4/2016 tarihinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından birinci sınıfa ayrılmıştır. Başvurucu, HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli ve 2016/426 sayılı kararı ile 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarılmıştır.

9. Başvurucu 30/4/2016 tarihinden itibaren terfi nedeniyle ödenmesi gerekli maaş farkını istemiş ve görev yaptığı mahkemeye başvurmuştur. Bu başvurusu 22/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Ret gerekçesinde 30/4/2016 tarihinden itibaren 1. derecenin 1. kademesi olan 1320+4800 göstergesine ve 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 103. maddesine göre kıstas aylığın %65 oranına yükseltildiği ancak meslekten çıkarılması nedeniyle Kamu Harcama ve Muhasebe Bilişim Sistemi'nin (KBS) maaş farkının yapılmasına izin vermediği, HSYK tarafından bir plaket gönderilmediği için plaketin teslim edilemediği ifade edilmiştir.

10. Başvurucu 22/12/2016 tarihli işlemin iptali ve terfi nedeniyle ödenmeyen maaş farkının yasal faiziyle ödenmesi istemiyle 29/12/2016 tarihinde Manisa 1. İdare Mahkemesi (1. İdare Mahkemesi) aleyhine Manisa 2. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. 5/1/2017 tarihinde davanın yetki yönünden reddine ve dava dosyasının yetkili İstanbul İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

11. Yetkisizlik kararı sonrası davayı inceleyen İstanbul 10. İdare Mahkemesince(Mahkeme) husumet, Bakanlık ve Hakimler ve Savcılar Kuruluna yöneltilmiş; dava 29/11/2017 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle;

i. 15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ/PDY tarafından Anayasa'nın öngördüğü hukuk devleti düzenini ortadan kaldırmaya, bu düzenin yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını engellemeye yönelik olarak darbe teşebbüsünde bulunulduğu, bu darbe girişimi sonrasında 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilerek birden fazla kanun hükmünde kararname yayımlandığı ifade edilmiştir. Bunlardan 667 sayılı KHK ile 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'de (670 sayılı KHK) yargı mensupları ile ilgili düzenlemelere yer verildiği, bu düzenlemelere bakıldığında düzenlemelerin sadece meslekten çıkarmayı kapsamadığı, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan hakları da kapsadığı ifade edilmiştir.

ii. Bu durumda başvurucunun talep ettiği maaş farkının 670 sayılı KHK'nın 4. maddesinde yer alan sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklar kapsamında yer aldığı, meslekten çıkarılan kişilerin bu kapsamdaki haklardan faydalanamayacağının açıkça belirtildiği vurgulanmıştır.

12. Başvurucunun istinaf başvurusu İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdare Dava Dairesince (Bölge idare Mahkemesi) 18/5/2018 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle:

i. Başvurucunun mesleki şartları taşımadığının sonradan anlaşılması nedeniyle hâkimlik görevine son verildiği, hâkimlik mesleği statü hukukunda mesleki şartları taşımayanın terfi şartlarını evleviyetle taşımayacağı, bu nedenle işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.

ii. Başvurucunun terfi tarihi itibarıyla yükselme koşullarını sağlamadığı anlaşıldığından hukuka aykırı olarak elde edilen haktan müktesep olmayacağı belirtilmiştir.

iii. Başvurucu, emsallerinin bazılarına bu ödemelerin yapılarak kendisine yapılmamasının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürülmekteyse de eşitlik ilkesinin hukuki himayeye mazhar haklar için bir dağıtıcı kavram olduğuna ve dava konusu olayda uygulama kabiliyeti bulunmadığına işaret edilmiştir.

13. Nihai karar 7/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

14. 2802 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

 “ Bu Kanunun amacı;

a) Adli ve idari yargı hakim ve savcılarının niteliklerini, atanmalarını, hak ve ödevlerini, aylık ve ödeneklerini, meslekte ilerlemelerini, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesini, haklarında disiplin kovuşturması açılmasını ve disiplin cezası verilmesini, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri veya kişisel suçlarından dolayı soruşturma yapılmasını ve yargılamalarına karar verilmesini, meslekten çıkarılmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik hallerini, meslek içi eğitimlerini ve diğer özlük işlerini,

b) (…), Yargıtay ve Danıştay Başkan ve üyelerinin aylık ve ödenekleri ile diğer mali, sosyal hak ve yardımlarını,

Düzenlemektir.''

15. 2802 sayılı Kanun'un "Aylık Tablosu" kenar başlıklı 103. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kıstas aylığı oluşturan her bir ödeme unsurunun;

...

d) Birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılara % 65'i,

...

oranında aylık ödeme yapılır. Bu madde kapsamındaki ödeme unsurları arasında yer alan ikramiyenin hesabında, kıstas aylık içindeki ikramiyenin bir malî yıldaki toplam tutarının onikide biri dikkate alınır..

...

Sınıfları ve dereceleri yükselen hâkim ve savcılar, yeni sınıf ve derecelerine ilişkin aylığa, söz konusu yükselmelerinin geçerlilik tarihlerini takip eden ayın onbeşinden itibaren hak kazanırlar.

...''

16. 667 sayılı KHK'nın "Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca; Yargıtay daire başkanı ve üyeleri hakkında Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca; Danıştay daire başkanı ve üyeleri hakkında Danıştay Başkanlık Kurulunca; hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ve Sayıştay meslek mensupları hakkında Sayıştay Başkanının başkanlığında, başkan yardımcıları ile Sayıştay Başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve bir üyeden oluşan komisyonca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir. Görevlerine son verilenlerin silah ruhsatları ve hususi damgalı pasaportları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir.”

17. 670 sayılı KHK'nın "Bazı unvanların kullanımı" kenar başlıklı" 4. maddesi şöyledir:

 “(1)667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamında kamu görevinden çıkarılanlar, uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan ve üyeliği, müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamazlar ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamazlar.''

B. Uluslararası Hukuk

18. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin kamu otoritelerince mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayanmasını zorunlu kıldığını ifade etmiştir. AİHM ayrıca demokratik toplumun temel ilkelerinden olan hukuk devletinin Sözleşme'de mündemiç bir kavram olduğunu vurgulamıştır (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, B. No: 71243/01, 25/10/2012, § 95).

20. Ancak AİHM, kanunilik ilkesinin sağlanması bakımından müdahalenin iç hukukta yasal bir temelinin varlığının tek başına yeterli olmadığını, kanunun belli bir kaliteye de sahip olması gerektiğini vurgulamış; bu bağlamda kanunun hukuk devleti ilkesine uygun olmanın yanında keyfîliğe karşı güvenceler içermesi gerektiğine de işaret etmiştir(Vistins ve Perepjolkins/Letonya, § 96). AİHM'e göre mülkiyetten yoksun bırakma yetkisi tanıyan bir kanun kuralının kanunilik kriterini taşıdığından söz edilebilmesi için yeterli düzeyde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olması gerekir. Öngörülebilirliğin derecesinin tespitinde söz konusu kanunun içeriği, düzenlediği alanın mahiyeti ve temas ettiği kişilerin sayısı ve statüsü büyük önem taşımaktadır. Öngörülebilirlik, özellikle kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı koruma önlemleri getirilmiş olmasını gerektirmektedir. Öte yandan kanunun öngörülebilirlik ilkesinin önemiyle orantılı asgari usule ilişkin güvenceler içermesi gerekir (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, § 97).

21. AİHM, her hukuk sisteminde kanun hükümlerinin yargısal yoruma tabi tutulmasının kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. AİHM'e göre müphem hususların açıklığa kavuşturulması ve değişen koşullara uyum sağlanması her zaman için bir ihtiyaçtır.Kesinlik, ziyadesiyle arzulanan bir husus olduğu hâlde bu, aşırı katı olma sonucunu doğurabilmekte; kanunun değişen koşullara uyumuna engel teşkil edebilmektedir. Birçok kanun kaçınılmaz olarak -az veya çok- belli bir derecede muğlaklık içerir. Muğlaklık barındıran bu kanunların yorumlanması ve uygulanması ise bir pratik sorunudur. Bu çerçevede kanunların müphem yönlerini açıklığa kavuşturmak ve yorumda ortaya çıkan şüpheleri dağıtmak mahkemelerin görevidir (OAO Neftyanaya Kompaniya Yukos/Rusya, B. No: 14902/04, 20/9/2011, § 568). Bu yüzden kanunilik şartı, hukuk kurallarının yargısal makamlarca yorumlanmasını dışladığı biçiminde anlaşılamaz (OAO NeftyanayaKompaniya Yukos/Rusya, § 569).

22. AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının öncelikli olarak ulusal otoritelerin yetkisinde olduğuna dikkat çekmektedir. Bununla birlikte AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının sonuçlarının Sözleşme ve kendi içtihatlarıyla uyumlu olup olmadığını denetlemenin görevi olduğunu ifade etmektedir (Shchokin/Ukrayna, B. No: 23759/03, 37943/06, 14/10/2010, § 52).

23. Anželika Šimaitienė/Litvanya kararına konu olayda, hâkim olan başvurucu, görevi kötüye kullanma ve belgede sahtecilik suçlarından yargılanmış ancak ceza davası zamanaşımı nedeniyle düşürülmüştür. Başvurucu, disiplin yönünden yapılan inceleme sonunda görevinde ihmal gösterdiği ve bunun da hâkimlik mesleğinin itibarını zedelediği gerekçesiyle meslekten çıkartılmıştır. Başvurucunun meslekten çıkarma, maaşlarının ödenmesi ve açığa alındığı dönemdeki maaş kaybı nedeniyle tazminat ödenmesi istemiyle açtığı davalar reddedilmiştir. Derece mahkemeleri bu kararlarda, maaş tazmininin Mahkemeler Hakkında Kanun’un başvurucunun ihracı tarihinde geçerli hâliyle 47. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca ancak ceza kovuşturmasının imkânsız hale gelmesi durumda yapılacağını ve bu maddenin, görevinin gayrimakul şekilde kısıtlandığı hâllerde bir hâkimin tazminata hak kazanacağı şeklinde anlaşılması gerektiğini ifade etmiştir(Anželika Šimaitienė/Litvanya, B. No: 36093/13, 21/4/2020). AİHM öncelikle anılan kanun hükmünün değişiklikten önceki hâlinin başvurucuda, suçlu bulunmadığı takdirde maaşına hak kazanacağı şeklinde meşru bir beklenti oluşturduğunu değerlendirmiştir (Anželika Šimaitienė/Litvanya, § 96).

24. AİHM, mahkemelerin başvurucunun ceza yargılamasında ve görevden alınmasına temel oluşturan sonraki yargılamada hiçbir zaman suçlu bulunmadığı gerçeğine odaklanmak yerine kanundaki ifadenin bir hâkimin ancak görevden alınmasının makul olmaması hâlinde tazminata karar verilmesi gerektiğini öngördüğü şeklinde bir yaklaşım benimsediğini, dolayısıyla anılan kanun hükmünün değiştirilmiş hâline atıfta bulunurken tazminat ödemesinin yargı görevinden uzaklaştırmanın makul olmaması şeklinde bir şarta bağlı olduğu yönünde ilave bir yasal unsur eklediklerini belirtmiş; bunun da daha önce iç hukukta bir değerlendirmenin parçası olmadığını ifade etmiştir. AİHM, başvurucunun 2006 yılında görevinden uzaklaştırılması ve 2011 yılında görevine son verilmesi sırasında dahi disiplin soruşturmaları sırasında bir hâkimin yetkilerini askıya almanın yasal bir dayanağı bulunmadığını, böyle bir önlemin ancak daha sonra mümkün olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak AİHM, başvurucu hakkında verilen bir mahkûmiyet kararı olmadığından cezai takibat sırasında görevden uzaklaştırıldığı süre için maaşının ödenmesinin reddedilmesini öngörülemez bulmuş ve müdahalenin yasal dayanağının bulunmadığını tespit etmiştir (Anželika Šimaitienė/Litvanya, §§ 112-116).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Anayasa Mahkemesinin 19/10/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

26. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

27. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

28. Başvurucu, maaş farkının meslekten çıkarma kararından önceki döneme yönelik olduğu hâlde değerlendirmede bariz takdir hatası ve açık keyfîlik yapıldığını ileri sürmüştür. Hangi bilgi ve belgelere göre işlem yapıldığı belirtilmediğinden kendisini yeterince savunamadığını ifade eden başvurucu, aynı durumda bulunan bazı kişilere zamlı maaşlarının ödendiğini ve zamlı maaşın kazanılmış hakkı olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu, HSYK'nın18/11/2016 tarihli yazısı ile 1. İdare Mahkemesinin 22/12/2016 tarihli ret cevabında maaş farkının inkâr edilmediğini belirtmiştir. Başvurucu bu gerekçelerle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi, bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı, ayrımcılık yasağı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

29. Bakanlık görüş yazısında;

i. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne (FETÖ/PDY) üye olma suçundan yapılan yargılama neticesinde İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/7/2020 tarihli ve E.2017/370, K.2020/156 sayılı kararı ile 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ve istinaf incelemesinin devam ettiği, ayrıca HSYK Genel Kurulunun başvurucunun meslekten çıkarılmasına ilişkin 24/8/2016 tarihli kararı ile bu karara karşı yapılan yeniden inceleme talebinin zımnen reddine ilişkin kararın iptali istemiyle Danıştay 5. İdare Mahkemesinde açılan davanın E.2016/58427 sayısı ile derdest olduğu ifade edilmiştir.

ii. HSYK'nın meslekten çıkarılanlara maaş ödemesi yapılıp yapılmayacağına ilişkin 14/10/2016 tarihli görüş yazısında; 667 sayılı KHK uyarınca özel olarak alınacak idari tedbir niteliğindeki işlemlerin sonuç doğurması için kesinleşmesinin bekleneceğine dair bir düzenlemeye de yer verilmediği, bu nedenle 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi uyarınca verilen hâkim ve savcıların meslekten çıkarılmalarına dair kararlar idari nitelikte olup 2802 sayılı Kanun'a göre verilmiş bir disiplin cezası yaptırımı olmadığından anılan Kanun'un 74. ve 78. maddelerinin ilgililer hakkında uygulanma imkânı bulunmadığının ifade edildiği belirtilmiştir.

iii. Ayrıca aynı yazıda 670 sayılı KHK’nın 4. maddesinde ise 667 sayılı KHK'nın 3. ve 4. maddeleri kapsamında kamu görevinden çıkarılanların uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları, yüksek mahkeme başkan ve üyeliği, müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacaklarının, bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacaklarının hüküm atına alındığı, bu düzenlemede sözü edilen hak kapsamına parasal hakların da (maaş vb.) girdiğinin açık olduğunun ifade edildiği vurgulanmıştır.

iv. 670 sayılı KHK'nın 4. maddesinde belirtilen unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı sağlanan hakların hangileri olduğu noktasında hükümde açıkça sınırlama yapılmadığından meslekten kaynaklanan her türlü sosyal, maddi ve kültürel hakların anlaşılması gerektiği ifade edilmiştir.

v. Ayrımcı bir muamelede bulunulmadığı, ilk derece ve istinaf kararlarında başvurucunun devam eden ceza soruşturması ve kovuşturmasına ilişkin herhangi bir bilgiye yer verilmediği, başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğuna ilişkin ithamda bulunulmadığı ve idare lehine vekâlet ücreti ödenmesine ilişkin koşulların bulunduğu, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına ciddi anlamda nasıl bir zarar verdiğine ilişkin bir açıklamasının ya da somut bir dayanağının olmadığı, mahkemenin tarafsızlığı ve yargılamayı yürüten hâkimlerin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir bulgu olmadığı vurgulanmıştır.

vi. Tesis edilen işlemin olağanüstü hâl döneminde kabul edilen kanun hükmünde kararnamelerle getirilen bir düzenlemeye bağlı olarak yapıldığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri kararında olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirttiğini, bu nedenle değerlendirmenin temelinde başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı ve mensubiyetinin tespit edilerek kamu görevinden çıkarılması ile 670 sayılı KHK'nın 4. maddesi olduğunu, bu nedenle incelemenin Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılması gerektiğini vurgulamıştır.

2. Değerlendirme

30. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucu, mülkiyet hakkı ile birlikte hakkaniyete uygun yargılanma, bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı ile silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkesi ve ayrımcılık yasağının da ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de şikâyetlerinin özünün mülkiyet hakkına ilişkin olduğu anlaşıldığından ihlal iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Uygulanabilirlik Yönünden

32. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir..."

33. Anayasa Mahkemesi Aydın Yavuz ve diğerleri kararında, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).

34. Başvurucunun şikâyet ettiği idari işlemlerin, esas incelemesinde belirtilen gerekçelerle olağanüstü durumla bağlantılı olmadığı dikkate alındığında Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

36. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

37. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma beklentisi -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti makul bir şekilde ortaya konmuş, icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).

38. Somut olayda, 30/4/2016 tarihinde birinci sınıfa ayrılanbaşvurucu, HSYK Genel Kurulu tarafından 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmıştır. 2802 sayılı Kanun'un 103. maddesinde sınıfları ve dereceleri yükselen hâkim ve savcıların yeni sınıf ve derecelerine ilişkin aylığa söz konusu yükselmelerinin geçerlilik tarihlerini takip eden ayın on beşinden itibaren hak kazanacakları ifade edilmiştir. Dolayısıyla 30/4/2016 tarihinde birinci sınıfa ayrılan başvurucu da yeni sınıf ve derecesine ilişkin aylığa, söz konusu yükselmesinin geçerlilik tarihini takip eden ayın on beşinden itibaren hak kazanmıştır. Bu tarihten itibaren maaşında meydana gelen artıştan kaynaklanan farkın başvurucunun mülkü olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

39. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

40. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

41. Somut olayda hâkim olarak görev yapan başvurucunun birinci sınıfa ayrılması sonrasında meslekten çıkarılmasına karar verilmiş ve birinci sınıf olmasından kaynaklanan maaş farkının bu nedenle ödenmediği anlaşılmıştır. Maaş farkının ödenmemesinin başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Dolayısıyla maaş farkının ödenmemesi nedeniyle mülke erişimin engellenmesi biçiminde gerçekleşen müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

42. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

43. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62). Bu bağlamda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

 (1)Genel İlkeler

44. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

45. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

46. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Mülkiyet hakkına müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

47. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği ölçüde hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Bu bağlamda müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

48. Hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; E.2014/183, K.2015/122, 30/12/2015, § 5). Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; E.2010/80, K.2011/178, 29/12/2011).

49. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Anayasa'nın olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga 121. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde, OHAL süresince Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun OHAL'in gerekli kıldığı konularda KHK'lar çıkarabileceği belirtilmiştir. Yine Anayasa'nın olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga 91. maddesinin birinci fıkrasında, Anayasa'nın "İkinci Kısım Birinci" ve "İkinci Bölümler"inde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile "Dördüncü Bölüm"ü'nde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin KHK'larla düzenlenmesi yasaklanmış ancak sıkıyönetim ve OHAL'ler saklı tutulmuştur. Buna göre olay tarihinde yürürlükte bulunan Anayasa hükümlerine göre OHAL döneminde Cumhurbaşkanlığı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun OHAL KHK'larıyla temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenleme yapabileceği ve bunlara yönelik sınırlandırmalar getirebileceği anlaşılmaktadır. Bu durumda OHAL KHK'larının hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabilmesi için Anayasa'nın 13. maddesiyle gerekli kılınan şeklî manada kanun şartının istisnası mahiyetinde olduğunun kabulü gerekir (Süleyman Çamur, B. No: 2017/36487, 8/9/2021, § 50).

51. Somut olayda ise derece mahkemelerince müdahalenin dayanağının OHAL döneminde çıkarılan 667 sayılı KHK'nın 3. maddesi ile 670 sayılı KHK'nın 4. maddesi olduğu belirtilmiş olup mahkemelerin bu yorumunun Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerinin gerektirdiği ölçüde belirli ve öngörülebilir olup olmadığı belirlenerek sonuca varılacaktır.

52. Başvurucu hâkim olarak görev yapmaktayken 30/4/2016 tarihinde HSYK Genel Kurulu tarafından birinci sınıfa ayrılmıştır. Başvurucu, HSYK tarafından 24/8/2016 tarihinde 667 sayılı KHK'nın 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca meslekten çıkarılmıştır. Aynı zamanda FETÖ/PDY suçlaması üzerine yapılan yargılama sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği gerekçesiyle 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

53. Başvurucunun 30/4/2016 tarihinden itibaren terfi nedeniyle oluşan maaş farkının ödenmesi istemi, KBS'nin maaş farkının yapılmasına izin vermediği ve HSYK tarafından bir plaket gönderilmediği için plaketin teslim edilemediği gerekçesiyle reddedilmiştir.

54. İşlemin iptali istemiyle başvurucu tarafından açılan dava, başvurucunun talep ettiği maaş farkının 670 sayılı KHK'nın 4. maddesinde yer alan sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklar kapsamında yer aldığı ve meslekten çıkarılan kişilerin bu kapsamda yer alan haklardan faydalanamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. İstinaf başvurusunu inceleyen Bölge İdare Mahkemesi ise başvurucunun mesleki şartları taşımadığının sonradan anlaşılması nedeniyle hâkimlik görevine son verildiği, hâkimlik mesleği statü hukukunda, mesleki şartları taşımayanın terfi şartlarını evleviyetle taşımayacağı, bu nedenle işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle istinaf istemini reddetmiştir.

55. Somut olayda başvurucu 30/4/2016 tarihinde birinci sınıfa ayrılmış, daha sonra 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmıştır. 2802 sayılı Kanun'un 103. maddesinde sınıfları ve dereceleri yükselen hâkim ve savcıların yeni sınıf ve derecelerine ilişkin aylığa söz konusu yükselmelerinin geçerlilik tarihlerini takip eden ayın on beşinden itibaren hak kazanacakları ifade edilmiştir. Dolayısıyla 30/4/2016 tarihinde birinci sınıfa ayrılan başvurucu da yeni sınıf ve derecesine ilişkin aylığa, söz konusu yükselmenin geçerlilik tarihini takip eden mayıs ayının on beşinden itibaren hak kazanmıştır. Başvurucuya bu farkın ödenmemesi gerektiğini ifade eden Bölge İdare Mahkemesi ise 667 sayılı KHK'nın 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca meslekten çıkarılan başvurucunun mesleki şartları taşımadığının sonradan anlaşıldığını ifade etmiştir. Anılan hüküm incelendiğinde terör örgütlerine veya MGK'ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenler hakkında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verileceğinin ifade edildiği görülmüştür. Bu hükümde meslekten çıkarma tarihinden evvel hak kazanılan aylık veya maaş farklarının geriye yönelik olarak ödenmeyeceğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığı anlaşılmıştır.

56. 670 sayılı KHK'nın 4. maddesinde ise kamu görevinden çıkarılan hâkim ve savcıların meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacakları ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları ifade edilmiş ise de bu hükümde geçen ifadelerin maaş alacaklarını kapsadığı yönünde bir anlam çıkarmak oldukça zorlama bir yorum olur. Zira anılan madde bir bütün olarak dikkate alındığında ihraç edilmiş hâkim ve savcıların hâkimlik ve savcılık unvan ve sıfatına bağlı haklardan yararlanmasının engellenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Oysa maaş, unvan veya sıfata değil kadroya bağlı olarak ödenen bir haktır. Unvan ve sıfata bağlı hakların kullanılmasının yasaklanmasından hareketle maaş farkının da ödenmeyeceği sonucunun çıkarılması genişletici ve öngörülemez bir yorumdur. Anılan hükümde ayrıca meslekten çıkarma tarihinden evvel hak kazanılan aylık veya maaş farklarının geriye yönelik olarak ödenmeyeceğine ilişkin bir ifadenin de bulunduğundan söz edilemeyecektir. Kaldı ki başvurucu görev yaptığı mahkemeye başvurarak maaş farkının ödenmesini talep ettiğinde, KBS'nin maaş farkının yapılmasına izin vermediği ve HSK tarafından bir plaket gönderilmediği için teslim edilemediği gerekçesine yer verilmiştir. Birinci sınıfa ayrıldığı anlaşılan başvurucu açısından ödeme engeli olarak gösterilen bu hususlar, maaş farklarının ödenmemesi yönünde ilgili ve yeterli bir gerekçe olarak kabul edilemez.

57. Dolayısıyla derece mahkemelerince 667 sayılı KHK'nın 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 670 sayılı KHK'nın 4. maddesine dayalı olarak yapılan yorumun belirlilik ve öngörülebilirlik ölçütlerini sağlamadığı gözetildiğinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Varılan bu sonuç nedeniyle ayrıca meşru amaç ve ölçülülük yönünden bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

58. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Diğer İhlal İddialarına İlişkin İddia

59. Başvurucu; maaş farkının meslekten çıkarma kararından önceki döneme yönelik olduğu hâlde ilgisiz ve yetersiz gerekçeyle karar verildiğini, adli yardım talebi kabul edildiği hâlde aleyhine vekâlet ücreti dâhil 1.347,60 TL yargılama giderine hükmedildiğini, buna ilişkin itirazının dikkate alınmadığını ve peşin olarak suçlu kabul edildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

60. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü bu şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

D. Giderim Yönünden

61. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 250.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

62. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

63. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talepleri kabul edilmemiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE GEREK BULUNMADIĞINA,

E. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 10. İdare Mahkemesine (E.2017/81, K.2017/2491) GÖNDERİLMESİNE,

F. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.