TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

N. B. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/37395)

 

Karar Tarihi: 8/12/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

N. B.

Vekili

:

Av. Burak KULDEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir kısım işçilik alacağının tahsiline karar verilmesi istemiyle açılan davanın aynı maddi olguya ilişkin davada verilen kararın aksi sonucuna ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/12/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvuru formuna göre başvurucu, 10/4/2008 tarihinden itibaren piyasada J.G. adıyla anılan JMG Turizm ve Ticaret A.Ş.nin (JMG A.Ş.) Antalya ofisinde pbx operatörü ve finans personeli olarak çalışmıştır. Yine başvuruya göre JMG A.Ş. ve F.C.nin işlettiği tüm otel ve merkez ofis personeli ile işletme malzemeleri TTOHL Otel Hizmetleri Turizm ve Ticaret A.Ş.ye (Şirket) 2010 yılında devredilmiş, başvurucu aynı işyerinde benzer koşullarda çalışmıştır. Başvurucunun 5/6/2011 tarihinde iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu 28/6/2011 tarihinde iş sözleşmesinin haksız olarak sona erdirildiğini iddia ederek çeşitli kalemlerden oluşan alacaklarının yasal faizi ile birlikte tahsili talebiyle Şirket aleyhine alacak davası açmıştır.

9. Antalya 2. İş Mahkemesi (Mahkeme) 6/10/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Gerekçeli kararda; davacının iş akdinin başka bir şirket tarafından JMG A.Ş.nin sözleşmesinin feshedilmesiyle son bulduğu, JMG A.Ş.nin davacının o döneme kadar olan kıdem, ihbar ve yıllık izin ücreti alacaklarından sorumlu olduğu, davanın bu döneminin JMG A.Ş.ye yöneltilebileceği, 8/3/2010 tarihinde davalı Şirket ile kurulan iş ilişkisinin yeni bir iş sözleşmesi olduğu, başvurucuya davalı emrinde geçen çalışma süresine tekabül eden kıdem, ihbar tazminatı ve yıllık izin alacaklarının ödenmiş olduğu, bakiye alacak bulunmadığının 7/6/2011 tarihli ibranameden anlaşıldığı, bu hususların Antalya 3. İş Mahkemesinin E.2014/891-899, 579 sayılı dosyalarındaki bozma ilamı kapsamında alınan bilirkişi raporları ve tanık anlatımları doğrultusunda sabit olduğu belirtilmiştir.

10. Başvurucu 9/10/2015 tarihinde mahkeme kararına karşı temyiz yoluna başvurmuştur.

11. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi (Daire) 25/10/2018 tarihinde temyiz istemini, mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek esastan reddetmiştir.

12. Nihai karar başvurucuya 19/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

13. Başvurucu, kendisi ile aynı durumda olan kişinin açmış olduğu davada maddi olgunun farklı değerlendirildiğini iddia ettiği Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 2/10/2013 tarihli ve E.2013/22603, K.2013/15978 sayılı kararı ile onanan Antalya 4. İş Mahkemesinin 15/7/2013 tarihli ve E.2012/113, K.2013/371 sayılı kararının ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Davacının iş sözleşmesi 15.02.2012 tarihinde sona erdirilmiş dava 13.03.2012 tarihinde açılmış olmakla süresindedir.

İş yerinde çalışan sayısı 30 kişiden fazla olup davacı 2002 yılından bu yana davalı işyerinde belirsiz süreli sözleşme ile çalışmakla iş yerindeki pozisyonu da gözetildiğinde iş güvencesi kapsamındadır.

Geçerli feshin varlığını işveren ispatlamalıdır.

Davacının iş sözleşmesi şirket bünyesindeki yeni yapılanmadan dolayı alınan karar gereğince muhasebe müdürü pozisyonunun kaldırılması başkaca istihdam edilecek iş yerinin bulunmaması gerekçesi ile 4857 Sayılı İş kanunun 17.maddesi gereğince feshedilmiştir.

İşveren işletmesel karar alabilir. Karar yerindelik denetimine tabi değilse de tutarlılık ve keyfilik denetimine tabidir. Ayrıca feshe son çare olarak başvurulması ilkesine uyulması gerekmektedir.

Eski ve yeni organizasyon şemalarının incelenmesinde muhasebe bölümü mevcuttur, Ancak şeflik pozisyonu ile yeni yapıda yer almıştır.

Benzer şekilde iş akdi sona erdirilen işçilerin açtıkları İstanbul, Manavgat, Alanya mahkemelerinde görülen davalarda feshin geçersizliğine karar verilmiştir.

Bunlardan 9. İş Mahkemesinin karar gerekçesinde davalı şirketin değişik işyerlerinde muhasebe bölümüne 46 kişi alındığı bunlardan birinin davacı ile aynı pozisyon olan muhasebe müdürlüğüne alındığı böylece davacının yaptığı işe olan ihtiyacın ortadan kalktığı ispatlanmadığı hususuna yer verilmiştir.

Manavgat mahkemesinde benzer gerekçeler ile feshin geçersizliğine karar verilmiştir.

İşverenler arasında işyeri devri bulunduğundan davacının tüm çalışma döneminden davalı şirketin sorumluluğu bulunmaktadır.

Sonuç olarak gerek mahkememizce yapılan yargılama, toplanan deliller, bilirkişi raporu gerekçe emsal mahkeme kararları ve bu kararlara esas alınan raporlara göre davalı taraf feshin geçerli nedene dayandığını davacının istihdam fazlası duruma düştüğünü, işletmesel kararın tutarlılıkla uygulandığını ve feshe son çare olarak başvurulduğu hususunu kanıtlayamadığından davanın kabulüne..."

IV. İLGİLİ HUKUK

14. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun ''İşyerinin veya bir bölümünün devri'' kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

"İşyeri veya işyerinin bir bölümü hukukî bir işleme dayalı olarak başka birine devredildiğinde, devir tarihinde işyerinde veya bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer.

Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür.

Yukarıdaki hükümlere göre devir halinde, devirden önce doğmuş olan ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devreden ve devralan işveren birlikte sorumludurlar. Ancak bu yükümlülüklerden devreden işverenin sorumluluğu devir tarihinden itibaren iki yıl ile sınırlıdır.

Tüzel kişiliğin birleşme veya katılma ya da türünün değişmesiyle sona erme halinde birlikte sorumluluk hükümleri uygulanmaz.

Devreden veya devralan işveren iş sözleşmesini sırf işyerinin veya işyerinin bir bölümünün devrinden dolayı feshedemez ve devir işçi yönünden fesih için haklı sebep oluşturmaz. Devreden veya devralan işverenin ekonomik ve teknolojik sebeplerin yahut iş organizasyonu değişikliğinin gerekli kıldığı fesih hakları veya işçi ve işverenlerin haklı sebeplerden derhal fesih hakları saklıdır.

Yukarıdaki hükümler, iflas dolayısıyla malvarlığının tasfiyesi sonucu işyerinin veya bir bölümünün başkasına devri halinde uygulanmaz."

15. 4857 sayılı Kanun'un "Feshin geçerli sebeplere dayandırılması" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. (Ek cümle: 10/9/2014-6552/2 md.) Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz..."

16. 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı 20. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:

"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir.

...

Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Anayasa Mahkemesinin 8/12/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu, kendisi ile aynı durumda olan çalışanlar tarafından açılan davanın ilk derece mahkemelerince kabul edilmesine karşın temyiz incelemesinde Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ile 7. Hukuk Dairesinin birbirinden farklı kararlar verdiğini ifade etmiştir. Başvurucu, Manavgat İş Mahkemesince konuları ve tarafları aynı olan E.2013/753 ve 2013/754 sayılı dosyalarına sunulan bilirkişi raporlarında şirketler arasında arasında organik bağ bulunduğuna işaret etmiştir. Başvurucu ayrıca bu raporlara göre işyeri devri olduğu ve işçilik alacaklarından söz konusu şirketlerin müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu kanaatinin belirtildiğini vurgulamıştır. Sonuç olarak başvurucu adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

19. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

a. Genel İlkeler

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetleri adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden incelenmiştir.

21. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

22. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

23. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi, çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuyla ilgili olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 83).

24. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

25. Öte yandan mahkemelerin münferit bazı olaylarda farklı kararlar vermesi kuralın öngörülebilir olma niteliğini yitirdiğinin söylenebilmesi için yeterli olmayıp içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle gelmiş olması gerekir. Ayrıca spesifik bazı olaylarda verilmiş farklı kararların bulunduğundan hareketle içtihat farklılığının derinleştiği ve süregelen bir boyut kazandığı da kabul edilemez. Anayasa Mahkemesinin bir konuyla ilgili olarak verilmiş tüm mahkeme kararlarını yeknesak hâle getirme gibi bir işlevi bulunmadığı gibi mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılıkları giderme ödevi de mevcut değildir (Selahattin Bayri, B. No: 2018/32374, 15/9/2021, § 42).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

26. Somut olayda ortada işyeri devrinin var olup olmadığı ve buna bağlı olarak başvurucunun şirkette çalıştığı önceki döneme ilişkin alacak kalemlerinden son şirketin de sorumlu tutulup tutulmayacağı hususunu incelemek ve yorumlamak öncelikle derece mahkemesinin görevidir.

27. Anayasa Mahkemesinin görevi bir yandan derece mahkemesinin yorumlarının açıkça keyfî olup olmadığını veya bariz takdir hatası içerip içermediğini incelemek, bir yandan da aynı maddi olguya ilişkin olduğu iddia edilen farklı kararların hukuki öngörülebilirlik ve belirlilik ilkeleri ışığında yargılamanın hakkaniyetine etkisini incelemektir. Anayasa Mahkemesinin görevi derece mahkemesinin yorumlarının açıkça keyfî olup olmadığını veya bariz takdir hatası içerip içermediğini incelemekten ibarettir.

28. Somut olayda derece mahkemesi başvurucunun işçilik alacaklarından kaynaklanan tazminat davasında alacağa esas teşkil eden dönemle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede şirketin devredilmesiyle birlikte başvurucunun iş akdinin F.C. Limited şirketi tarafından J.M.G. Turizm A.Ş.nin sözleşmesinin feshedilmesiyle son bulduğunu, J.M.G. Turizm A.Ş.nin başvurucunun o döneme kadar doğan kıdem ihbar ve yıllık izin ücreti alacaklarından sorumlu olduğunu, bu döneme ilişkin talepleri J.M.G. Turizm A.Ş.ye yöneltebileceğini, başvurucunun Şirket ile arasındaki mevcut hukuki ilişkinin ise 8/3/2010 tarihinden itibaren yeni bir iş sözleşmesi niteliği kazandığını belirterek söz konusu dönem için davalı işverenin işçilik alacakları ile ilgili herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Başka bir ifadeyle başvurucunun tazminat talep ettiği dönemdeki işveren ile davalı işveren arasında bir işyeri devrinin söz konusu olmaması nedeniyle davalının bu alacaklardan sorumluluğunun bulunmadığı kanaatine ulaşarak davanın reddine karar verdiği anlaşılmıştır.

29. Başvurucunun formda somut dava ile aynı nitelikte olduğunu iddia ettiği Manavgat İş Mahkemesinin E.2013/753-754 sayılı dosyalarında bilirkişi raporlarıyla önceki işverenler ile davalı işveren arasında işyeri devri olduğunu, dolayısıyla işçilik alacaklarından davalı işverenlerin müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarına ilişkin tespit yapılması nedeniyle söz konusu dosyada bunun dikkate alınmasının mahkemelerce farklı uygulama sonucunu doğurduğunu, bunun temel haklarını etkilediğini iddia etmiştir.

30. Söz konusu iddia ile ilgili olarak bahsedilen davalarda feragat nedeniyle davaların reddine karar verildiğinin belirtildiği, dolayısıyla salt bilirkişi raporlarında ulaşılan kanaate göre mahkemelerin benzer davalarda farklı kararlar verdiğinden söz edilemeyeceği açıktır. Dolayısıyla başvurucunun mahkemelerin benzer davalarda farklı karar verdiği, bu nedenle anayasal haklarının ihlal edildiği iddiası yerinde değildir (bkz. § 13). Buna göre özetle eldeki başvuru konusu yargılamada mahkemenin yorumunun açıkça keyfîlik veya bariz takdir hatası içerdiği söylenemez. Bu nedenle başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir.

31. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

32. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Güher Ergun ve diğerleri (B. No: 2012/13, 2/7/2013) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede yargılama süresinin makul olmadığı gerekçesiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılamanın 7 yıl 3 ay 27 gün sürdüğü anlaşıldığından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

34. Başvurucu, ihlalin tespitiyle 5.000 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

35. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

36. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya talebiyle bağlı kalınarak net 5.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.

37. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 5.000 TL tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Antalya 2. İş Mahkemesi (E.2011/407, K.2015/415) ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesi (E.2017/9894, K.2018/19366) ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.