TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞENGÜL AÇIKGÖZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/37889)

 

Karar Tarihi: 10/1/2024

R.G. Tarih ve Sayı: 31/5/2024-32562

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Mehmet Sadık YAMLI

Başvurucu

:

Şengül AÇIKGÖZ

Vekili

:

Av. Sevil ARACI BEK

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, kaçak elektrik kullanımı iddiasıyla ilgili olarak tahakkuk ettirilen borca ilişkin menfi tespit davasında aboneliğin sonlandırılması yönünden aboneye ölçüsüz külfet yüklenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle başvurucu 2/1/2003-24/5/2004 tarihleri arasında emlakçılık yaptığı adreste kiracı olarak bulunmuş ve 15/1/2003 tarihinde işyeri elektrik aboneliğini gerçekleştirmiştir. Başvurucu, söz konusu işi bırakarak işyerinden 24/5/2004 tarihinde ayrılmıştır. Başvurucu, işyerinden ayrılırken elektrik aboneliğini iptal ettirmeyi unuttuğunu belirterek daha sonra vekili (aynı zamanda damadı) olan Ö.E.nin 6/7/2005 tarihinde, üstünde "Abone Fesih Kâğıdı" yazan ve "Toroslar Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi Adana Müssesesi ... Şefliğine" hitaben hazırlanan matbu dilekçe şeklindeki belgeyi imzalamıştır. Sayacın numarasının ve son endeksinin yazılı olduğu belgede şirket çalışanı T.S.nin de imzası bulunmakta ve imza tarihi olarak 8/7/2005 yazmaktadır. Söz konusu işyerinde ilki 14/12/2005 tarihli olmak üzere kaçak kullanıma ilişkin tutanaklar tutulmuştur. Yaklaşık iki yıl sonra Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş. (Şirket) tarafından kaçak elektrik kullanımına ilişkin borcu bulunduğu gerekçesiyle başvurucu adına icra takibi başlatılmıştır. Bunun üzerine başvurucu, böyle bir borcu olmadığının tespitine ve haksız takipte bulunan davalının alacağın en az %40'ı oranında icra inkâr tazminatı ödemesine karar verilmesi talebiyle Adana 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde 13/3/2008 tarihinde dava açmıştır. Dava değeri 22.663,46 TL olup daha sonra ıslah edilmiştir.

3. Başvurucu; davada kendisinden sonra aynı yerde faaliyette bulunan diğer kişilerin zaman zaman kaçak elektrik kullandıklarını ve bundan dolayı kendisinin takibe alındığını, takip yapılmaması için menfi tespit davası açtığını ifade etmiştir. Davalı Şirket ise abonenin usulüne uygun olarak kesilmiş enerjiyi yükümlülüklerini yerine getirmeden kullandığını tespit ettiğini, yedi adet Kaçak Elektrik Kullanma Tespit Tutanağı düzenlediği, kaçak elektrik kullanımından doğan borçtan kullanan ile birlikte abonenin de müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu, başvurucunun kendileriyle yaptığı sözleşmeyi ihmali neticesinde feshetmediğini, sonuçlarına katlanması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

4. Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) kaçak elektrik kullanımından veya normal tüketimden elektrik abonesinin kullananlarla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacağına dair Yargıtay kararlarına atıfla başvurucunun devam eden aboneliği üzerinden yapılan kaçak kullanımın ve tüketimin bedelinden elektriği kullanan kişiler ile müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu gerekçesiyle 25/9/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, başvurucu vekilinin temyiz dilekçesi ekinde müvekkilinin aboneliğe konu işyerinde elektriği kestirdiğine dair abone fesih belgesini ibraz ettiğini belirterek öncelikle belgenin geçerli olup olmadığının tespitine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle 18/11/2009 tarihinde hükmü bozmuştur.

5. Mahkeme; bozma kararına uyarak davalıdan söz konusu aboneliğin sona erdirildiğine dair tutanağın aslının gönderilmesini istemiş ve davalı, aboneliğin sona erdiğine dair bir belgenin mevcut olmadığını Mahkemeye bildirmiştir. Bunun ardından Mahkeme, bozma ilamına göre başvurucunun abone fesih belgesinin geçerli olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle 9/11/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 1/6/2011 tarihinde kararı ikinci defa bozmuştur. Gerekçede; ilk bozma gereklerinin tam olarak yerine getirilmediğini zira davalı tarafından gönderilen cevapta çelişki bulunduğunu, başvurucunun sorumlu olup olmadığının saptanabilmesi için 6/7/2005 tarihli abone fesih kâğıdının davalı idarenin kayıtlarına işlenip işlenmediği hususunda araştırma ve inceleme yapılıp anılan belgeyi imzalayan görevli T.S.nin tanık olarak ifadesine de gerektiğinde başvurulmak suretiyle davalı idarenin cevap yazısındaki çelişki giderildikten sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir karar verilmesinin lüzumlu olduğunu belirtmiştir.

6. Mahkeme, bozma kararına uyarak abone fesih kâğıdında imzası bulunan T.S.yi 11/6/2013 tarihinde tanık sıfatıyla dinlemiştir. T.S. "...belgedeki imza bana aittir, abone Tedaş'a taşınacağına dair beyanda bulunuyor, bunun üzerine Tedaş tarafından abonelik elektriğinin kesilmesi için o gün ben görevlendirilmişim, ben gidip elektriği kesip son endeksi abone fesih kağıdına yazdım ve imzaladım, imza benimdir, benim yaptığım bu işlem doğrudur, ben son endeksi aldım, bu kağıda yazdım, ondan sonra abonenin elektriği kestim..." şeklinde beyanda bulunmuştur. Mahkeme; T.S.nin ifadesiyle de teyit ettiği 8/7/2005 tarihli abone fesih kâğıdına bizzat kendisinin son endeksi yazdığının anlaşıldığı, icra takip tarihleri itibarıyla son endeks ve tahakkuk dönemlerinin elektriğin kesildiği ve abone fesih tarihinden sonraki dönemi ihtiva ettiği, diğer tanık ifadelerinden de başvurucunun 2005 yılında işyerini kapattığının ve dükkânı boşalttığının anlaşıldığı, icra dosyalarında kaçak elektrik kullanıldığı belirtilen dönemlerde başvurucunun taşınmazla fiilen ilgisini kesmiş olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, başvurucunun borçlu olmadığının tespitine karar vermiştir. Kararın temyiz incelemesi, bu kez Yargıtay 3. Hukuk Dairesi tarafından yapılmış ve 9/4/2014 tarihinde karar bozulmuştur. Bozma kararında; abone fesih kâğıdını imzalayan ve davalı Şirketin görevlisi olan tanık T.S. başvurucunun aboneliğini feshettirmek için Şirkete başvurduğunu, kendisinin davaya konu işyerinde elektriği keserek bu belgeyi düzenlediğini ifade etmiş olsa da davalının cevabi yazısıyla, anılan abone fesih belgesinin Şirket arşivlerinde olmadığı ve başvurucunun aboneliğinin devam ettiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Uyuşmazlığın fiilî kullanıcının eyleminden doğan kaçak kullanım bedelinden aboneliğini iptal ettirmeyen abonenin de fiilen kullananla birlikte müteselsilen sorumlu olup olmayacağı noktasında toplandığına dikkati çeken Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27/4/2011 tarihli ve E.2011/19-104 K.2011/239 sayılı ilamına atıfla kaçak kullanımdan abone ile fiilî kullanıcının müteselsilen sorumlu olduğunu ifade etmiştir. Daire sonuç olarak aboneliğini iptal ettirmeyen abonenin fiilî kullanıcının eyleminden doğan kaçak elektrik bedelinden müteselsilen sorumlu olacağı gözetilmeden karar verildiğini belirtmiştir.

7. Mahkeme, yeniden bozma kararına uymuş ve 9/2/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde aboneliğini iptal ettirilmedikçe fiilî kullanıcının eyleminden doğan kaçak elektrik bedelinden başvurucunun da kullananla birlikte müteselsil sorumlu olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Karar, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27/9/2017 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme talebinin 20/9/2018 tarihinde reddiyle de kesinleşmiştir.

8. Başvurucu, nihai hükmü 28/11/2018 tarihinde öğrendikten sonra 28/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

II. DEĞERLENDİRME

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

9. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

10. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK], B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

11. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

12. Başvurucu, T.S.nin ilgili dönemde Şirket bünyesinde çalıştığını ve Mahkeme huzurunda alınan beyanında abonelik feshi kâğıdındaki imzanın kendisine ait olup içeriğinin de doğru olduğunu kabul ettiği hâlde davalı Şirketin bu belgeye göre işlem yapmayıp sorumluluğu aboneye atmasının hukuken kabul edilemez olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu söz konusu abonelik fesih kâğıdının sahte olduğu ileri sürülmediğine göre davalıda aslının bulunmamasının tüm külfetinin kendisi üzerinde bırakılması nedeniyle hem adil yargılanma hakkının hem de mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca söz konusu kaçak kullanım nedeniyle çıkarılan borcun cezalandırma amacı taşıdığını, kaçak kullanımın söz konusu işyerini tahliye ettikten sonrasına ait olduğu açıkça görüldüğü hâlde kendi adına borç çıkarılmasının başkasının fiilinden dolayı cezalandırılma sonucunu doğurduğunu belirterek bu durumun Anayasa'nın 38. maddesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

13. Başvurucunun şikâyetlerinin esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından bütün şikâyetlerin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

14. Somut olayda davalı Şirket tarafından başvurucu adına borç çıkarılması suretiyle mülkiyet hakkına müdahale edilmiş olup kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut değildir. Her ne kadar başvuruya konu menfi tespit davasındaki davalı Şirket söz konusu dönemde kamuya ait ise de dava özel hukuk davasıdır. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılmıştır.

15. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

16. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturmak, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

17. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda olayda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir (Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 53).

18. İkinci olarak başvuruculara mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme imkânının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme imkânının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

19. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konuyla ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 52).

20. Son olarak ise başvurucuların mülkiyet haklarını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın şartları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün şartları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).

21. Somut başvuruda başvurucu, aboneliğini sonlandırdıktan sonraki kaçak kullanımdan kaçak kullananlarla birlikte mütselsilen sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu özellikle abonelik fesih kâğıdının sıhhatine dair bir şüphe olmamasına ve davalı adına kâğıdı imzalayan çalışanın beyanına rağmen Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin son bozma kararında, salt davalı kayıtlarında hâlâ abone olarak görünüyor olmasına dayanılarak kaçak elektrik kullanımından sorumlu tutulmasından şikâyet etmektedir.

22. Somut olayda ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcudiyetiyle ilgili bir tartışma bulunmadığından diğer ölçütler incelenecektir. Bu bağlamda öncelikle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme imkânının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu edilen yargılama sürecinin bütününe bakıldığında başvurucunun kendisini vekil ile temsil ettirdiği, başvurucuya itiraz ve savunmalarını ortaya koyabilme ve delillerini sunabilme imkânının tanındığı anlaşılmıştır. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına yönelik şikâyetler bakımından görevi, bireysel başvurunun ikincil doğası gereği sınırlıdır. Derece mahkemeleri önünde hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların derece mahkemelerince reddedildiği durumlarda açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin takdirine müdahale etmesi mümkün değildir.

23. Diğer taraftan somut olayda derece mahkemelerinin kararlarında konuyla ilgili ve yeterli gerekçe bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Olayda ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararın Yargıtay Dairesince üç defa bozulduğu görülmüştür. İlk iki bozma kararında Yargıtay Dairesinin söz konusu abonelik fesih kâğıdına önem atfettiği ve bozmanın özellikle bu delilden kaynaklandığı görülmektedir. Özellikle ikinci bozma kararında abone fesih kâğıdının davalı idarenin kayıtlarına işlenip işlenmediği hususunda araştırma ve inceleme yapılıp anılan belgeyi imzalayan görevli T.S.nin de tanık olarak ifadesine icap ettiğinde başvurulmak suretiyle tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Nitekim Mahkeme, bozma kararına uyarak T.S.yi tanık sıfatıyla dinlemiş ve T.S. Mahkeme huzurunda alınan yeminli beyanında belgedeki imzanın kendisine ait olduğunu, Şirket tarafından abonelik elektriğinin kesilmesi için görevlendirildiğini, elektriği kesip son endeksi abone fesih kâğıdına yazdığını ifade etmiştir. Mahkeme diğer tanıkları da dinledikten sonra başvurucunun kaçak elektrik kullanıldığı belirtilen dönemlerde taşınmazla fiilen ilgisini kesmiş olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir. Bu karardan sonra Yargıtay Dairesi, abone fesih belgesinin Şirket arşivlerinde olmadığına ve başvurucunun aboneliğinin devam ettiğine dikkati çekerek başvurucunun aboneliğini iptal ettirmediği sonucuna varmıştır. Bu durumda derece mahkemelerinin kararlarında konuyla ilgili ve yeterli gerekçe bulunmadığı söylenemez.

24. Son olarak olayda başvurucu ile davalı arasındaki menfaatler dengesinin adil şekilde kurulup kurulmadığına bakılmalıdır. Zira menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Somut olayda Yargıtay Dairesinin son bozma kararında davalının tanık delili ve anılan abone fesih kâğıdı delili yerine davalının söz konusu kâğıdın Şirket kayıtlarında bulunmadığına ve dolayısıyla başvurucunun aboneliğinin devam ettiğine dair itirazına itibar ettiği anlaşılmıştır. Bu durumda olayda açıklığa kavuşturulması gereken meselenin özü, aboneliğin iptal edilmesi için başvurucunun kendisine düşen yükümlülüğü yerine getirip getirmediğidir. Bir başka deyişle olaydaki öncelikli mesele, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun anılan içtihadına konu kaçak elektrik kullanımından abone ile fiilî kullanıcının müteselsilen sorumlu olup olmaması değildir. Bu mesele daha sonra gelmektedir. Somut olaydaki öncelikli mesele, aboneliğin iptali hususunda başvurucunun gecikmeyle de olsa yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğine ilişkindir. Yargıtay Dairesi, söz konusu belgenin gerçekliğine dair eleştiri getirmemiş fakat söz konusu kâğıdın davalı kayıtlarında bulunmamasına, dolayısıyla aboneliğin devam etmesi olgusuna üstünlük tanımıştır.

25. Somut olayda Dairenin yorumu, kişilere anılan abonelik fesih belgesi Şirket yetkilisi tarafından doldurulup imzalandıktan sonra belgenin Şirket kayıtlarına girip girmediğini takip etme yükümlülüğü yüklemektedir. Şirkete ait kayıtların doğru ve düzgün tutulması Şirkete ait bir yükümlülük olup bu kayıtların tutulmasında herhangi bir etkisi bulunmayan başvurucuya bu yönde bir sorumluluk yüklenmesi aşırı bir külfet oluşturmaktadır. Kaldı ki Yargıtay 3. Hukuk Dairesi bu sonucu doğuran yorumuyla ilgili kararda dayanak gösteremediği gibi başvurucu tarafından ibraz edilen belgenin sahteliğine, doğruyu yansıtıp yansıtmadığına, belgede imzası bulunan ve ilgili dönemde davalı şirkette çalışan kişinin duruşmada tanık olarak alınan beyanlarına neden itibar edilmediğine dair bir açıklama getirmemiştir. Sonuç olarak abonelere ölçüsüz bir külfet getirdiği değerlendirilen bu yorum, her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açmaması ilkesine aykırı düşmüştür.

26. Açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

27. Başvurucu; ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılmasına, maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

28. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019,§§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

29. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/745, K.2015/78) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.094,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/1/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.