TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

A.U. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/12525)

 

Karar Tarihi: 11/7/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Duygu KALUKÇU

Başvurucu

:

Vekili

:

Av. Tolga Osman ÇİFTÇİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 12/4/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:

6. 1984 doğumlu olan başvurucu, 2012-2016 yılları arasında Borsa İstanbul Anonim Şirketi (Şirket) bünyesinde çalışmaya başlamış; en son uzman yardımcısı olarak görev yapmakta iken 18/7/2016 tarihinde "hizmetine ihtiyaç duyulmaması" gerekçesiyle başvurucunun iş akdi sona erdirilmiştir.

7. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Şirket aleyhine 3/8/2016 tarihinde dava açmıştır. İstanbul 18. İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; iş akdinin haklı ve geçerli bir sebep olmaksızın feshedildiğini, fesih işleminin usul ve yasaya uygun olmadığını, savunması dahi alınmadan işten çıkarıldığını ileri sürmüştür. Davalı Şirket ise cevap dilekçesinde 1/4/2016 tarihinden sonra güncellenen hedefler ve iş stratejileri doğrultusunda hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelle iş ilişkisinin sonlandırıldığını, bu kapsamda 15/7/2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünden sonraki olağanüstü durum ile başvurucunun verimsizliği birlikte değerlendirilerek iş akdinin feshedildiği belirtilmiştir. Şirket ayrıca 24/11/2016 tarihli ek beyan dilekçesi ile iş akdi sona erdirilen personel hakkında yapılan değerlendirmede resmî makamlardan gelen şifahi bilgilerin, borsa içi ve borsa dışı edinilen istihbari bilgilerin, sosyal çevre bilgisinin, personelin işe alındığı tarihteki referansların, zaman içinde oluşan kanaatin gözönünde bulundurulduğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun da aralarında bulunduğu 51 kişinin Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) ile iltisaklı olduğu kanaatine varıldığını ifade etmiştir.

8. Mahkeme 6/12/2016 tarihli kararı ile dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar vermiş, başvurucu 20/3/2017 tarihli dilekçesi ile gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur.

9. Öte yandan 8/8/2017 tarihinde davalı Şirket, işten çıkarılan personelin FETÖ/PDY ile irtibat yahut iltisaklı olabileceği gerekçesiyle personel hakkında suç duyurusunda bulunmuş; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) bu kapsamda soruşturma başlatmıştır.

10. Başvurucunun istinaf talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi 24/5/2018 tarihinde yaptığı değerlendirmede ceza soruşturmasının bekletici mesele yapılarak karar verilmesi gerektiğini belirterek kararın kaldırılmasına ve dosyanın mahkemesine gönderilmesine hükmetmiştir.

11. Başsavcılık, yürüttüğü soruşturma neticesinde başvurucu hakkında 5/6/2018 tarihinde yapılan değerlendirmede kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalarda; şüphelilerin KOM Daire Başkanlığı ve bağlı birimler tarafından yürütülen soruşturmalarda adı geçenleri gösterir tabloda kayıtlarına rastlanmadığı, Ankara CBS 2014/37666 sayılı Bank Asya'ya para yatırın talimatı ile ilgili 31 Aralık 2013 ile 24 Aralık 2014 tarihleri arasından para artışı olan/yeni hesap açan şahıslar listesini gösterir tabloda isimlerinin bulunmadığı, 15 Temmuz sonrası işlem yapılan personel listesini gösterir tabloda isimlerinin bulunmadığı, KOM Daire Başkanlığı ve bağlı birimler tarafından yürütülen soruşturmaya konu şirketlerdeki ortak ve yöneticilerin kaydını gösterir ortak tabloda kayıtlarına rastlanmadığı, FETÖ/PDY'ye kapsamında değerlendirilen dernek ve sendikalarda kaydı olanları gösterir tabloda kayıtlara rastlanmadığı, Ankara CBS 2016/180056 sayılı soruşturma kapsamında KOM Daire Başkanlığı tarafından gönderilen Bylock kullanan cihazlara ait abonelik bilgilerini içeren listede kayıtlarının bulunmadığı, Analiz şube müdürlüğüne gönderilen FETÖ/PDY kapsamında çeşitli birimlerden işlem yapılanlar listesinde isimlerine rastlanmadıklarına ilişkin 17/05/2018 tarihli tutanak tanzim edildiği,

Tüm dosya kapsamına göre şüpheliler hakkında yapılan soruşturma sonucunda FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle iltisak ve/veya organik bağları bulunduğuna ilişkin salt soyut ihbar dışında kamu davası açmaya yeterli başkaca delil elde edilemediği..."

12. Mahkeme 25/10/2018 tarihli kararı ile davanın kabulü ile başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"Mahkememizce İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazılan müzekkere cevabının incelenmesinden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2017/119100 sayılı dosyasında verilen tefrik kararı sonucu 2018/99766 soruşturma 2018/48456 karar nolu kararı ile davacı hakkında FETÖ/PDY örgütüne üye olmak suçundan yapılan soruşturma sonucunda davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, işbu kararın kesinleştiği anlaşılmıştır.

....davacının iş akdinin davalı işverence 15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ/PDY terör örgütü tarafından gerçekleştirilen darbe sonrası feshedildiği, davacı hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2018/99766 soruşturma 2018/48456 karar nolu kararı ile FETÖ/PDY örgütüne üye olmak suçundan yapılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, işbu kararın kesinleştiği, böylece davacının terör örgütü ile bağlantısı, irtibat ve iltisakı olmadığı kanaatiyle hakkında yapılan soruşturmanın takipsizlik kararı ile sonuçlandığı, davacının iş akdinin geçerli bir neden olmadan davalı işveren tarafından sona erdirildiği anlaşıldığından feshin geçersizliğine, davacının işe iadesine, işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücretinden işverenin sorumlu olduğunun tespitine, davacı işçinin kıdemi de dikkate alınarak işe başlatmama tazminatının takdiren 4 aylık brüt ücreti tutarında belirlenmesine karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

13. Davalı Şirket, karara karşı 14/12/2018 tarihinde istinaf talebinde bulunmuş; verilen hükmün Yargıtay içtihadına aykırı olduğunu, Başsavcılığın kararının hukuk mahkemeleri açısından bağlayıcı olmadığını, başvurucunun işe girişinde verdiği CV'de A.Ç.nin isminin not alındığını, söz konusu kişinin geçmişte Şirkette bilgi teknolojilerinden sorumlu genel müdür yardımcısı olduğunu, işe alımların başında yer aldığını, mevcut durum itibarıyla İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesinde 2018/209 Esas sayılı dosyasında örgüt üyeliğinden yargılandığını ifade etmiştir. Benzer şekilde CV'nin "Deneyim" kısmında ismi bulunan Ü.S. hakkında da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütüldüğünü, başvurucunun işe girişinde etkili olduğu düşünülen şahıslarla olan irtibatının güven ilişkisini zedelediğini, bu nedenlerle davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

14. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi 7/2/2019 tarihli kararla istinaf başvurusunun kabulüne ve davanın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"Her ne kadar davacı hakkında yapılan soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş ise de; bu durumun şüphe feshi yönünden sonuca etkisi bulunmamaktadır. Nitekim emsal İstanbul 2. İş Mahkemesinin 2017/150 Esas sayılı dosyasında davanın reddine ilişkin ilk derece mahkemesine yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Dairemizin 2017/2464-2018/785 E/K sayılı kararı Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 19/11/2018 tarih ve 2018/6846-2018/20749 E/K sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Bu nedenle davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi hatalıdır. Davalı vekilinin istinaf sebepleri yerindedir.

Açıklanan nedenlerle; davalı vekilinin istinaf talebinin kabulü ile; ilk derece mahkemesi kararının HMK'nun 353/1-b/2.bendi uyarınca kaldırılarak; davanın reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

15. Nihai karar 13/3/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 12/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

17. İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-25.

B. Yargıtay Kararları

18. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır."

19. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:

"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..."

20. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.

Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir."

21. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davacının iş akdi, hakkında .... C.Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir.

...

Davacının hakkında derdest bulunan ceza yargılamasında, 'mor beyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..."

22. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.

... 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır."

23. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.

Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Anayasa Mahkemesinin 11/7/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

25. Başvurucu; işe iade talebiyle başlattığı yargılama neticesinde varılan sonucun hakkaniyete aykırı olduğunu, iş akdinin yasalarda öngörülen usule riayet edilmeksizin ve savunması alınmadan feshedildiğini, ne işveren tarafından ne de mahkemeler tarafından örgüt ile iltisakını gösterir somut bir delil ortaya konulabildiğini, bu kapsamda yürütülen ceza soruşturmasının da neticesiz kaldığını ve takipsizlik kararı verildiğini belirtmiştir. Davalı Şirketin istinaf dilekçesinde iddia ve isnatlarını genişleterek idari ve yargısal süreçlerde ileri sürmediği hususları feshe dayanak gösterdiğini, buna mukabil ilgili mevzuata aykırı olarak istinaf incelemesinde bu hususlar dikkate alınmadan davanın reddedildiğini ifade eden başvurucu; kendisiyle benzer durumda olanlar yönünden farklı kararlar verildiğini, bu kapsamda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

26. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıf yapılarak ve davalı Şirket tarafından gönderilen bilgi ve belgeler de dikkate alınmak suretiyle başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti kapsamında kalıp kalmadığı hususunun değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

27. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel iddiası; iş akdinin somut bir gerekçe gösterilmeksizin asılsız iddialar ile feshedilmesi, Bölge Adliye Mahkemesince yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan, iddia ve itirazları karşılanmadan davanın reddine karar verilmesidir. Bu kapsamda başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki iddialarının gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

30. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

31. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde- diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).

32. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varmada kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık bir keyfîlik olmaması ve makul bir gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No:2013/1235, 13/6/2013, § 23).

33. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olan bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24).

34. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hâle getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

35. Somut olayda işveren nezdinde 2012 yılından itibaren çalışmakta olan başvurucunun iş sözleşmesi 18/7/2016 tarihinde hizmetine ihtiyaç duyulmadığı gerekçesiyle feshedilmiştir. Başvurucu, iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek işveren aleyhine işe iade talebiyle dava açmış; yargılama sürecinde işveren Şirket başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisakı nedeniyle hizmetine ihtiyaç duyulmadığını, iş akdinin şüphe feshi kapsamında sonlandırıldığını ifade etmiştir. Yargılama sürecinde davalı Şirket, başvurucu hakkında suç duyurusunda bulunmuş; bu kapsamda soruşturma başlatılmıştır (bkz. §§ 6-9).

36. Mahkeme, davanın reddine hükmederken Bölge Adliye Mahkemesi soruşturma sonucunun bekletici mesele yapılması gerektiği gerekçesiyle dosyayı Mahkemeye iade etmiştir. Bu kapsamda yeniden değerlendirme yapan Mahkeme, Başsavcılığın verdiği kovuşturmaya yer olmadığı kararını dikkate alarak davanın kabulüne karar vermişse de istinaf incelemesinde Bölge Adliye Mahkemesi soruşturmanın takipsizlik ile neticelenmesinin yargılamaya etkisi bulunmadığını belirterek davanın reddine hükmetmiştir (bkz. §§ 10-14).

37. Şüphe feshinin mahiyeti gereği ispatı beklenemese de -Yargıtay içtihadında da belirtildiği üzere- şüphenin işçinin kişiliğinde bulunan bir sebebe dayanması, bu sebebin de ciddi, önemli ve somut nitelikte objektif olay ve vakıalar ile desteklenmesi gerekmektedir (bkz. §§ 18-19). Aksi hâlde hukuk devletinin bir gereği olan hukuki güvenlik ilkesine aykırı şekilde keyfî uygulamaların gündeme gelmesi söz konusu olabilecektir.

38. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013). Bu noktada gerekçeli karar hakkı, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin tesisinde önemli bir araç olarak işlev görmektedir. Zira kişiler ancak gerekçeli karar vasıtasıyla somut olayın hukuk kuralları karşısında nasıl konumlandırıldığını öğrenebilmekte ve buna karşı etkili bir savunma geliştirme imkânı bulabilmektedir.

39. Derece mahkemelerince gerçekleştirilen araştırma ve incelemeler neticesinde tespit edilen hususların hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini temin edecek ve keyfî uygulamaların önüne geçecek şekilde somut olayın özelliği dikkate alınarak gerekçeli kararda ortaya konulması gerekmektedir. Bu kapsamda sadece şeklî anlamda bir gerekçenin varlığı yeterli değildir, aynı zamanda gerekçenin makul olması şartı aranmaktadır. Makul gerekçeden anlaşılması gereken, mahkemelerin dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varmada kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini ortaya koymasıdır (bkz. §§ 30-34).

40. Tüm bu açıklamalar karşısında şüphe feshi gerekçesiyle iş akdinin sonlandırıldığı davalarda, özellikle işvereni fesih sonucuna götüren hususların aydınlatılması önemlidir. Bunun yanı sıra şüphe feshini doğuran durum veya olayın/vakıanın -Yargıtay içtihadında da değinildiği gibi- doğrudan işçinin şahsından kaynaklanması; milli güvenliği tehdit eden yapı veya oluşum ile işçi arasında güncel ve kişisel bir bağlantıyı ortaya koyabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Yine bu noktada derece mahkemelerince söz konusu bağlantının nasıl kurulduğunun detaylı bir şekilde gerekçelendirilmesi, keyfîliğin önüne geçilebilmesi adına önem arz etmektedir.

41. Somut olayda başvurucu hakkında işvereni şüphe feshine götüren olgu fesih bildiriminde "hizmetine ihtiyaç duyulmama" olarak izah edilmiştir. İşveren; yargılama sürecinin devamında, yaşanan olağanüstü durumlar karşısında ve millî güvenlik kapsamında darbe teşebbüsünün yaşandığı gecenin akabinde personele yönelik inceleme yapma zorunluluğunun doğduğunu ifade etmiştir. Bu inceleme sırasında resmî makamlardan gelen şifahi bilgilerin, şirket içi ve dışı edinilen istihbari bilgiler ile sosyal çevre bilgisinin, işe alımların yapıldığı tarihteki referansların, zaman içinde oluşan kanaatin gözönünde bulundurulduğunu bildiren Şirket, başvurucunun iş akdine şüphe feshi kapsamında son verildiğini belirtmiştir.

42. Türkiye, 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları olgusal temellere dayanarak bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik birtakım idari tedbirlere başvurulmuştur (ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 34, 35).

43. Özel hukuk tüzel kişiliğini haiz işveren Şirketin bu kapsamda özellikle darbe gecesi yaşanan olaylar üzerine personeline yönelik inceleme başlatması ve inceleme kriterleri makul görülmekle birlikte ceza soruşturması sürecinde başvurucuya ilişkin somut bir tespit, bilgi yahut belge ortaya koyamadığı görülmüştür. Nitekim ceza soruşturması sonucunda da çeşitli kurumlar ile yapılan yazışmalar ve araştırmalar neticesinde Başsavcılık soyut iddialar içeren ihbar dışında bir delile ulaşılamadığı gerekçesiyle başvurucu yönünden kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir.

44. Öte yandan Şirket, istinaf başvuru dilekçesinde Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığı kararına rağmen bu durumun hukuk mahkemeleri açısından bağlayıcı olmadığını belirtmiş; başvurucunun işe giriş için verdiği CV'si üzerinde ismi not alınan A.Ç.nin geçmişte işe alımların başında yer aldığını, mevcut durum itibarıyla da örgüt üyeliğinden yargılandığını, benzer şekilde CV'nin "Deneyim" kısmında ismi bulunan Ü.S. hakkında da soruşturma yürütüldüğünü ve bu hususların güven ilişkisinin zedelenmesi yönünden yeterli olduğunu ileri sürmüştür.

45. Bölge Adliye Mahkemesi yaptığı nihai değerlendirmede -bir önceki kararında soruşturmanın sonucunun bekletici mesele yapılması gerektiğini belirttiği hâlde- takipsizlik kararının şüphe feshi yönünden sonuca etkisi bulunmadığını belirterek tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları bilgi ve belgelerle tüm dosya kapsamına göre davanın reddine hükmetmiştir.

46. İşveren Şirketin istinaf dilekçesinde belirttiği üzere aynı somut olaya ilişkin ceza mahkemeleri ile hukuk mahkemeleri tarafından yapılan yargılama sonucu verilen kararların birbirleri yönünden mutlak surette bağlayıcı olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira bu durumda derece mahkemeleri önlerine gelen uyuşmazlığı kendi açılarından ele almakta, ilgili mevzuat kapsamında farklı değerlendirme ve nitelendirmelere tabi tutmaktadır. Bu kapsamda Yargıtay kararlarında hem olağanüstü hâl dönemi için hem de olağanüstü hâl harici dönemler için işçi hakkında verilen bir beraat yahut takipsizlik kararının şüphe feshi noktasında nasıl değerlendirilmesi gerektiği ana hatlarıyla ortaya konulmuştur. Yargıtay, beraat kararını işçi lehine değerlendirme eğilimi göstermekle birlikte yine de kararın içeriğindeki olay ve olguların fesih için yeterli olup olmadığını ayrıca incelemiştir (bkz. §§ 21-23).

47. Bu açıklamalar ışığında somut olaya geri dönmek gerekirse şüphe feshine yönelik olarak istinaf mercii tarafından başvurucunun örgüt ile iltisakına ilişkin nasıl bir değerlendirme yaptığı hususu gerekçeli karardan tam olarak anlaşılamamıştır. Zira Bölge Adliye Mahkemesi ilk aşamada verdiği kararda, soruşturma sonucunun bekletici mesele yapılması gerektiğini belirtmiş ancak nihai incelemesinde takipsizlik kararında yapılan değerlendirmeyi hiçbir şekilde gerekçeli kararda ele almamış ve incelememiştir. Öte yandan takipsizlik kararında da başvurucuya yönelik hiçbir tespit yapılamamış ve bu kapsamda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir.

48. Davalı Şirketin istinaf başvurucu dilekçesinde ileri sürdüğü hususlara yönelik olarak ise Bölge Adliye Mahkemesinin yine herhangi bir inceleme/değerlendirme yapmadığı görülmüştür. Şayet Bölge Adliye Mahkemesi davalı Şirketin bu yöndeki iddiasına itibar ederek davanın reddi kararı vermişse söz konusu kişilerin başvurucu ile irtibatının tam olarak ne olduğu hususunun ortaya konulması gerekmektedir. Zira adı geçen kişilerin referans yahut hangi sıfatla CV'de isimlerinin geçtiği dahi tam olarak anlaşılamamakta; söz konusu kişiler yönünden yürütülen adli takibatın hangi aşamalarda olduğu, bu tespitin işçi ile işveren arasındaki güven ilişkisini nasıl zedelediği hususlarına ilişkin hiçbir açıklamaya gerekçeli kararda yer verilmediği görülmektedir.

49. Sonuca varmadan önce belirtmek gerekir ki derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde bunun davanın sonucuna etkili olması hâlinde mahkeme, bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).

50. Başvuruya konu olaya ilişkin yukarıda yapılan tüm incelemeler neticesinde -ilgili mevzuat, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi içtihadı da dikkate alındığında- başvurucunun iddia ve itirazlarının yargılamanın esasına temas eden ve davanın sonucu değiştirebilecek nitelikte olduğunu söylemek mümkündür. Bu kapsamda derece mahkemelerinden beklenen başvurucu ile FETÖ/PDY arasındaki bağlantıyı gösteren somut, kişisel ve güncel sebepleri gerekçeli kararda ayrıntılı bir şekilde ortaya koyması, mahkemeyi kendisini davanın reddi sonucuna götüren sebepleri net bir şekilde karara yansıtmasıdır.

51. Dolayısıyla gerekçeli kararda, işveren yönünden başvurucu ile aralarındaki güven ilişkisinin sarsılmasına neden olan olay ve olgulara dair yeterli inceleme ve araştırmanın yapılmadığı, başvurucunu yargılamanın esasına tesir eder nitelikteki iddia ve itirazlarının incelenmediği ve bu iddiaların karşılanmadığı görülmüştür. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

52. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

53. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

54. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

55. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

56. Dosyalardaki belgeden tespit edilen 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesine (E.2019/192, K.2019/328) iletilmek üzere İstanbul 18. İş Mahkemesine (E.2018/161, K.2018/460) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/7/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.