TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

L.K.BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/1276)

 

Karar Tarihi: 8/12/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Dr.Berrak YILMAZ

Başvurucu

:

L. K.

Vekili

:

Av. Mehmet Selam ENEZ

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucu, 15/12/2011 tarihinde bel ağrısı şikâyetiyle Özel İstanbul Cerrahi Hastanesine (Hastane) başvurmuştur. Yapılan muayene ve çekilen MR filmleri sonucunda bel omurları seviyesinde çok sayıda bel fıtığı bulunduğu tespit edilen başvurucu 16/12/2011 tarihinde aynı Hastanede bel fıtığı ameliyatı olmuştur. Hastanede iki gün kalan başvurucu yirmi günlük rapor verilerek taburcu edilmiştir. Başvurucunun şikayetlerinin devam etmesi üzerine birinci ameliyatı gerçekleştiren doktora gönderilen yeni MR ve bilgisayarlı tomografi üzerinde yapılan incelemede belde büyük tek bir fıtığın bulunduğu tespit edilmiş ve yeni bir ameliyat önerisinde bulunulmuştur. Başvurucu aynı doktor tarafından 5/2/2013 tarihinde Acıbadem Fulya Hastanesinde yeniden ameliyat edilmiştir.

3. Başvurucu 26/4/2013 tarihinde Sağlık Bakanlığına şikâyet dilekçesi yazmıştır. İstanbul İl Sağlık Müdürlüğünün 12/7/2013 tarihli yazısında yapılan inceleme neticesinde 27/3/2002 tarihli ve 24708 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Özel Hastaneler Yönetmeliğine aykırı bir unsura rastlanmadığı belirtilmiştir.

4. Başvurucu hatalı ameliyat nedeniyle sağ bacağında sinir yaralanması sonucu "düşük ayak sendromu" meydana geldiğini iddia ederek 24/4/2014 tarihinde Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinde 10.000 TL maddi, 120.000 TL manevi tazminat istemini içeren tazminat davası açmıştır. Mahkemece dosya Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde profesör olan üç kişilik bilirkişi heyetine tevdi edilmiştir. Bilirkişi heyetinin 1/6/2015 tarihli raporunda, her iki operasyon için başvurucunun bilgilendirilmiş onam belgelerinin imzalı olarak dosyada bulunduğu, başvurucuda ortaya çıkan düşük ayak sendromunun bu tür ameliyatlar sonucu ortaya çıkabilecek istenmeyen bir klinik durum ve ameliyatın komplikasyonu olduğu, komplikasyonların doktor kusuru olarak sayılamayacağı, bu nedenle davalı tarafın ve hastanenin tedavi hatası bulunmadığı belirtilmiştir.

5. Mahkeme başvurucunun rapora itiraz etmesi üzerine dosyayı Adli Tıp Kurumuna (ATK) göndermiştir. ATK 2. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 11/11/2015 tarihli raporda, başvurucunun söz konusu ameliyatlar sonrası takiplerinde sağ bacağında düşük ayak sendromu geliştiğinin tıbbi belgelerde kayıtlı bulunduğu, başvurucuya konulan tanı ve yapılan ameliyatların tıp bilimince genel kabul görmüş ilke ve kurallara uygun olduğu, kişide ameliyat sonrası ortaya çıkan tablonun her türlü özene rağmen oluşabilen herhangi bir tıbbi kusur ya da ihmal izafe edilemeyen komplikasyon olarak nitelendirilebileceği, kişinin tedavisinde görev alan sağlık çalışanlarına atfı kabil kusur tespit edilemediği bildirilmiştir.

6. Mahkeme 31/3/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda konuyla ilgili alınan bilirkişi ve ATK raporlarının birbirini doğruladığı, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna göre başvurucuya uygulanan ameliyat ve tedavinin genel kabul görmüş tıp kurallarına uygun olduğu, ortaya çıkan rahatsızlığın ameliyat komplikasyonu olarak değerlendirildiği, davalılara atfı kabil bir kusur ve ihmal bulunmadığı belirtilmiştir.

7. Başvurucu tarafından karar temyiz edilmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde söz konusu ameliyatlardan önce meslek etiği kuralları gereğince aydınlatılmadığını, aksine ameliyatı gerçekleştiren doktor tarafından ameliyatın risk taşımadığının ifade edildiğini, kendisine ameliyattan önce gözlüğünün yanında olmadığını söylemesine rağmen okumanıza gerek yok tedaviyi kabul ettiğinize dair bir belge denilerek tek sayfalık bir kağıt imzalatıldığını, bir suretinin verilmediğini, ameliyattan sonra eşinin ısrarı üzerine imzalı sayfaya üç sayfa daha eklenerek verildiğini, ancak bu sayfalarda imza ve beyanının bulunmadığını, bu belgenin aydınlatılmış onamın içermesi gereken hiçbir bilgiyi içermediğini, hile ile alındığını ifade etmiştir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 20/6/2018 tarihinde hükmü onamıştır. Kararda delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Dairenin 12/11/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

8. Başvurucu nihai kararı 3/12/2018 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 31/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

9. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

10. Başvurucu, kendisine uygulanan yanlış ameliyat sonucunda bacağında hasar kaldığını, sürekli iş gücünden kalacak şekilde sakatlanmasına rağmen yetersiz bilirkişi raporlarına dayanılarak tazminat talebinin reddedildiğini, yeniden rapor alınmasına yönelik taleplerin karşılanmadığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca ameliyattan önce meslek etiği kuralları gereğince aydınlatılmadığını, müdahale için rızasının hile ile alındığını, onamlardaki imzaların bazılarının kendisine ait olmadığını belirterek adil yargılanma, yaşam ile maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık görüşünde, somut olayın ve yargılamanın bir özeti yapıldıktan sonra mevzuat hükümleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi içtihatları ile somut olayın kendine özgü koşulları göz önüne alınarak değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı önceki beyanlarını tekrarlamıştır.

11. Başvuru, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmiştir.

12. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

13. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete, negatif yükümlülükler yanında egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması için bazı pozitif yükümlülükler de yükler. Anılan pozitif yükümlülükler sağlık alanında yürütülen faaliyetler için de geçerlidir. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde; herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak … amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini kamu kesimindeki ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır. Bu sebeple devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu ister özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır. Şüphesiz anılan düzenlemeler, sağlık personellerinin sahip olmaları gereken yüksek mesleki standartları da içermelidir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, B. No: 2019/24231, 23/2/2022, §§ 80-81).

14. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

15. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).

16. Somut olayda Mahkeme davanın reddine karar vermiş, Yargıtay kararı onamıştır. Başvurucunun olaya dair şikâyetlerinin özü, ameliyatı gerçekleştiren doktorun gerekli mesleki özeni göstermemesi sonucu başvurucunun sağ bacağında sinir yaralanması sonucu "düşük ayak sendromu" meydana gelmesine ilişkindir. Somut olayda tazminat davası sürecinde ATK'dan ve konusunda uzmanlardan oluşan bilirkişi heyetinden rapor alındığı görülmüştür.

17. Bilirkişi raporunda, her iki operasyon için başvurucunun bilgilendirilmiş onam belgelerinin imzalı olarak dosyada bulunduğu, başvurucuda gelişen şikâyetlerin yapılan ameliyatın komplikasyonu olduğu, hastanenin ve tedavi uygulayan sağlık personelinin tedavi hatasının bulunmadığı yönünde görüş bildirildiği anlaşılmaktadır. Tarafların iddiaları ile tıbbi belgelerin incelenmesi suretiyle düzenlenen ATK raporunda ise onam belgelerine ilişkin bir açıklama yapılmadığı, başvurucuda gelişen şikâyetlerin yapılan ameliyatın komplikasyonu olduğu, davalılara atfı kabil bir kusur ve ihmal bulunmadığı yönünde görüş bildirildiği görülmektedir.

18. Derece mahkemesi, olayda doktorların ve hastanenin kusurunun bulunmadığı yönünde görüş bildiren bilirkişi ve ATK raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucunun bilirkişi raporuna ve kararlara karşı kanuni yollara başvurabildiği, bu suretle meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar edildiği anlaşılmaktadır. Bu iddia yönünden derece mahkemelerinin gerekçelerinin yeterli olduğu ve takdir hatası bulunmadığı söylenebilir.

19. Öte yandan somut olayda başvurucu, söz konusu ameliyattan önce olası riskler hakkında aydınlatılmadığını, usulüne uygun şekilde rızasının alınmadığını ve onam belgesindeki üç sayfada imza ve beyanının bulunmadığını ileri sürmüştür.

20. Sultan Bulut ve diğerleri kararında belirtildiği gibi tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise bu kişilerin veli veya vasilerinin yapılacak tıbbi müdahaleye izin verme yetkileri bulunmaktadır. Rızanın geçerliliği bakımından kişinin öncelikle neye rıza gösterdiğini bilmesi gerekir ki bu da ancak hastanın somut olaya uygun yeterli bilgilendirme ile diğer bir ifadeyle aydınlatılması ile mümkün olabilir. Buradan hareketle doktor ile hastası arasındaki ilişkinin güvene dayalı bir ilişki olduğu da gözetildiğinde doktorun hastaya bilgi sunma, bilgiyi anlaşılır kılma ve birlikte en doğru karara varacak şekilde süreci yönetme yükümlülüğü olduğu vurgulanmalıdır. Bu bağlamda hasta veya temsilcisinin (veli-vasi) somut olaya uygun şekilde bilgilendirilerek rızalarının alındığını ispat yükümlülüğünün de hastane ve doktorda olduğu söylenebilir (Sultan Bulut ve diğerleri, B.No: 2017/37430, 20/10/2021, § 55).

21. Bununla birlikte tıbbi müdahale öncesi yapılacak bilgilendirmenin hastanın kendi hakkında doğru karar verebilmesini sağlayacak yeterlilikte olması gerektiği ancak her somut olayda ve hastalıkta bilgilendirmenin içeriğinin farklı olmasının işin doğası gereği olduğu vurgulanmalıdır. Diğer yandan hastanın veya veli ya da vasinin yeterli bir şekilde aydınlatıldığından söz edilebilmesi için bilgilendirmenin en azından uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncalarını, alternatif tıbbi müdahale usullerini, tedavinin kabul edilmemesi hâlinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ile hastalığın seyri ve neticelerini içermesi gerektiği söylenebilir. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi uygulama arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Sultan Bulut ve diğerleri, § 55; benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, § 50).

22. Başvurucunun söz konusu iddialarını temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü ancak temyiz merciinin kararında bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği gözetildiğinde anılan iddianın yargılama makamları tarafından karşılanmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda ameliyat sonucu oluşabilecek komplikasyon riski yönünden başvurucunun ameliyat yapılmadan bilgilendirilmesi ile onam belgelerinin usulüne uygun şekilde tanzim edilip başvurucuya imzalatılmasına ilişkin olarak yargılama sürecinde bir araştırma yapılmamış ve bu konu açıklığa kavuşturulamamıştır. Diğer bir deyişle derece mahkemelerinin kararlarında, başvurucunun ameliyat yapılmadan önce yeterli bir biçimde aydınlatılıp aydınlatılmadığı, rızasının usulüne uygun olarak alınıp alınmadığı ile onam belgesinin usulüne uygun şekilde tanzimi hususları tartışılmamıştır.

23. Sonuç olarak başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahale öncesinde tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası yönünden mahkeme kararlarında konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır. Üniversitenin düzenlediği raporda onam alındığı belirtilse de, bu onamın yeterli bir içeriğe sahip olup olmadığı usule uygun olup olmadığı yönünde belge incelenerek derece mahkemeleri tarafından bir denetim ve değerlendirme yapılmamıştır. Üstelik başvurucunun belirtilen iddia ve şikâyetleri, yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır.

24. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

25. Başvurucu, ihlalin tespiti ve öncelikle 361.202,60 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini, kabul edilmemesi halinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

26. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

27. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/253, K.2016/135) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (E.2016/24734, K.2018/6904) ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.