TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CEM ÇEMŞİT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/13188)

 

Karar Tarihi: 13/12/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Duygu KALUKÇU

Başvurucu

:

Cem ÇEMŞİT

Vekili

:

Av. Volkan AKSU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, çalıştığı iş yerine kayyım atandığı için iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun açtığı işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 17/4/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:

6. 1967 doğumlu olan başvurucu, 11/7/2016 tarihinde Akerler Tekstil Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketi (Şirket) nezdinde pazarlama ve satış müdürü olarak işe başlamıştır.

7. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) kapsamında yürütülmekte olan soruşturma çerçevesinde İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Hakimliğinin 27/7/2016 tarihli kararı ile işveren Şirkete kayyım atanmıştır. Şirket yönetimi daha sonra Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında 678 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hükümleri gereği 22/11/2016 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmiştir.

8. TMSF'nin bağlı olduğu Bakanlık tarafından oluşturulan kurul yönetim işlerini devralmış, bu kapsamda 12/6/2017 tarihli Yönetim Kurulu toplantısında başvurucunun iş akdinin sonlandırılmasına karar verilmiştir. Aynı tarihte başvurucuya elden tebliğ edilen fesih bildiriminde "12.06.2017 tarihli Yönetim Kurulu kararı gereği iş akdiniz bugün itibari ile feshedilmiştir." ibaresi geçmektedir.

9. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle Şirket aleyhine 7/7/2017 tarihinde dava açmıştır. İstanbul 17. İş Mahkemesine (Mahkeme) sunulan dava dilekçesinde başvurucu, feshin usul ve yasaya aykırı olduğunu, fesih sebebinin açık ve kesin bir şekilde belirtilmediğini, kendisine savunma hakkı verilmediğini ileri sürmüş, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.

10. İşveren Şirket ise cevap dilekçesinde, başvurucunun görev yaptığı süre boyunca genel müdür olarak çalıştığını, işveren vekili olarak birçok konuda belirleyici rol üstlendiğini, Şirketi yönettiğini, işletmenin bütününün sevk ve idaresinden sorumlu (mali işler, insan kaynakları, pazarlama, satış) olduğunu, bu sebeple iş güvencesinden faydalanmaması gerektiğini ve dava açma hakkının bulunmadığını ileri sürmüştür. Şirket ayrıca başvurucunun iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilme imkânı olsa dahi davanın reddi gerektiğini, zira FETÖ/PDY soruşturması kapsamında kayyım atanmasından sonra oluşturulan yönetimin çalışabilmesi için özellikle üst düzey çalışanların görevine son verilebileceğini, bu kapsamda başvurucunun iş sözleşmesinin de geçerli nedenle feshedildiğini belirtmiştir. Başvurucu ise cevaba cevap dilekçesinde Şirketin iddialarının gerçeği yansıtmadığını, işveren vekili sıfatının olmadığını, satış müdürü olarak görev yaptığını, iş yerinin tamamını sevk ve idare etme gibi bir görevinin olmadığını ifade etmiştir.

11. Mahkeme, çeşitli tarihlerde duruşma açarak davacı ve davalı tanıklarını dinlemiş ve dosyanın bilirkişiye gönderilmesine karar vermiştir. 26/3/2018 tarihli bilirkişi raporunda, başvurucunun iş güvencesine tabi olduğu, feshin ise usul ve yasaya uygun yapılmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun pazarlama ve satış müdürü olarak işe başladığı hususunda ihtilaf bulunmadığı belirtilen raporda iş ilişkisinin devamında -özellikle e-maillerde görüldüğü kadarıyla- bazı dönemler genel müdür unvanını kullandığı, ancak buna rağmen işletmenin bütününü sevk ve idare etme yetkisinin olmadığı belirtilmiştir. Raporda, davalı Şirket ile ilgili tüm işlemlerin kayyımlar ve TMSF yetkilileri tarafından yürütüldüğü, başvurucunun Şirketi temsil ve ilzam yetkisinin bulunmadığı, işçi alma veya çıkarma yetkisinin de olmadığı tespit edilmiş; ayrıca başvurucunun genel müdür olarak görevlendirildiğine dair İç Yönerge veya Yönetim Kurulu kararının da bulunmadığı belirtilmiştir. Raporda, nihai olarak başvurucunun idari işler müdürü pozisyonuna eşdeğer bir statüde çalıştığı kanaatine varılmıştır. İşveren Şirket ise cevap dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar etmek suretiyle bilirkişi raporuna itiraz etmiştir.

12. Mahkeme, 10/5/2018 tarihli kararı ile davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"Dosyada mevcut işe giriş bildirgesinden ve tüm dosya kapsamından davacının 11/07/2016 tarihinde çalışmaya başlamış olduğu anlaşıldığından, iş sözleşmesinin fesih tarihindeki kıdemi 6 aydan fazladır. Genel Müdür olarak çalışan davacının, İşK m.l8'de belirtilen iş güvencesi kapsamında olmayan işveren vekili olmadığı dosya içeriğinden varılan bir sonuç olduğundan, bu koşulun da gerçekleştiği kanaatine varılmıştır.

...Somut uyuşmazlıkta, iş sözleşmesinin YK kararı ile feshedildiği bildirilmekle yetinilmiş söz konusu YK kararı fesih bildirimine eklenilmemiş, ayrıca YK kararında herhangi bir fesih nedenine yer verilmemiştir. Bu yönden davalı işverenin fesih sebebini açık ve kesin olarak bildirdiği söylenemez. Buna göre davalı tarafından iş sözleşmesinin feshinde usul ve şekil kurallarına uygun davranılmadığı, fesih işleminin usul ve şekil yönünden geçerli olmadığı sonucuna varılmıştır.

Yargılama aşamasında işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebin ileri sürülerek somut ve denetime elverişli kayıtlarla ortaya konulamadığı, feshin geçerli sebebe dayanmadığı ve işe iade koşullarının gerçekleştiği sonucuna varılmakla; ilmi ve kazai içtihatlara uygun gerekçeli ve hüküm kurmaya yeterli bilirkişi raporu çerçevesinde işe iade talebinin kabülüne yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir."

13. İşveren Şirket, istinaf talebinde bulunmuş, başvurucunun iş güvencesine tabi olmadığı yönündeki iddialarını tekrarlamıştır. Esasa ilişkin olarak ise FETÖ/PDY soruşturması kapsamında kayyım atanmasından sonra özellikle üst düzey çalışanlarla ilgili alınan kararların, normal şirketlerdeki gibi değerlendirilmemesi gerektiğini belirten Şirket, aksi hâlde atanma suretiyle kamu görevi yürüten Yönetim Kurulu üyelerinin idari işleri yerine getirmesinin imkânsız hâle geleceğini ifade etmiştir. Bu kapsamda Şirketin içinde bulunduğu olağanüstü durum yok sayılarak davanın kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğunu belirterek gerekçeli kararın kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

14. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi 14/2/2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun kabulüne ve kesin olarak davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"Dosyaya sunulan belgelerden ve organizasyon şemasından davacının davalı işyerinde 11/07/2016-12/06/2017 tarihleri arasında son olarak şirket genel müdürü olarak çalıştığı ve üst düzey yönetici pozisyonunda olduğu anlaşılmaktadır.

Davalı Şirkete İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Hakimliğinin 27/07/2016 tarih ve 2016/3302 Değişik iş sayılı kararı ile davalı şirkete FETÖ/PDY bağlantısı nedeniyle kayyım atandığı ve akabinde davalı şirket yönetiminin bu kapsamda çıkarılan 22/11/2016 tarih 678 Sayılı KHK ile TMSF'ye geçtiği anlaşılmaktadır. Aynı sebeple iş sözleşmesi feshedilen bir çalışan tarafından açılan işe iade davası Yargıtay 9.Hukuk Dairesi'nin 04/07/2018 tarih ve 2018/5735 Esas-2018/14789 Karar sayılı kararı ile '...Kayyım atamasındaki gerekçe de gözetildiğinde atanan kayyımın, davalı şirket yöneticisi seviyesinde görev yapan kişileri işten uzaklaştırması kayyım atanmasının doğal sonucudur. Aksi takdirde şirkete kayyım atanmasının hiçbir anlam ve sonucu olmayacaktır. Davacı kayyıma devredilen davalı şirkette insan kaynakları bölümünde endüstriyel ilişkiler müdürü olarak çalışmakta olup şirketin yönetim kadrosu çalışanlarındandır. Açıklanan nedenle yönetime atanan kayyımın, şirketin kayyıma devredildiğini gerekçe göstererek yönetici olarak çalışan davacı işçiyi işten çıkartması geçerli nedene dayanmaktadır. Feshin şirketin kayyıma devri nedeniyle oluşan yeni duruma istinaden yapıldığının fesih yazısından anlaşılması karşısında yapılan feshin İş Kanun'un 19. maddesindeki şartları taşımadığı şeklindeki kabul yerinde değildir....' gerekçesiyle kesin olarak reddine karar verilmiştir.

Bu doğrultuda yukarıda belirtilen Yargıtay kararında belirtildiği şekilde; şirkete kayyım atanmasındaki gerekçeye göre, kayyım tarafından işyerinde genel müdür olarak çalışan davacının üst düzey yönetici sıfatının bulunduğu ve iş sözleşmesinin geçerli nedenle feshedildiği anlaşılmakla, davanın reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesi hatalıdır. Davalı vekilinin istinaf sebepleri yerindedir."

15. Nihai karar 19/3/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

16. 17/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

17. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "Feshin geçerli sebebe dayandırılması" başlıklı 18. maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır."

18. 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" başlıklı 19. maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır. Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez."

B. Yargıtay Kararları

19. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 29/11/2010 tarihli ve E.2009/35546, K.2010/34856 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Feshin işletme, işyeri ve işin gerekleri nedenleri ile yapıldığı ileri sürüldüğünde, öncelikle bu konuda işverenin işletmesel kararı aranmalı, bağlı işveren kararında işgörme ediminde ifayı engelleyen, bir başka anlatımla istihdamı engelleyen durum araştırılmalı, işletmesel karar ile istihdam fazlalığının meydana gelip gelmediği, işverenin bu kararı tutarlı şekilde uygulayıp uygulamadığı(tutarlılık denetimi), işverenin fesihte keyfi davranıp davranmadığı (keyfilik denetimi) ve işletmesel karar sonucu feshin kaçınılmaz olup olmadığı (ölçülülük denetimi-feshin son çare olması ilkesi) açıklığa kavuşturulmalıdır. Dairemizin kararlılık kazanan uygulaması bu yöndedir(06.10.2008 gün ve 30274-25209; 11.09.2008 gün ve 25324-23401 sayılı kararlar)

... İş sözleşmesinin feshiyle takip edilen amaca uygun daha hafif somut belirli tedbirlerin mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi, işverenin tekelinde değildir. Bir bakıma feshin kaçınılmaz olup olmadığı yönünde, işletmesel kararın gerekliliği de denetlenmelidir. Feshin kaçınılmazlığı ekonomik açıdan değil, teknik denetim kapsamında, bu kararın hukuka uygun olup olmadığı ve işçinin çalışma olanağını ortadan kaldırıp kaldırmadığı yönünde, kısaca feshin son çare olması ilkesi çerçevesinde yapılmalıdır. İş ilişkisinde işletmesel kararla iş sözleşmesini fesheden işveren, Medeni Kanun’un 2. maddesi uyarınca, yönetim yetkisi kapsamındaki bu hakkını kullanırken, keyfi davranmamalı, işletmesel kararı alırken dürüst olmalıdır. Keyfilik denetiminde işverenin keyfi davrandığını işçi iddia ettiğinden, genel ispat kuralı gereği, işçi bu durumu kanıtlamalıdır."

20. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 6/10/2008 tarihli ve E.2008/30274, K.2008/25209 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"İşletmesel kararın amacı ve içeriğini belirlemekte özgür olan işveren, işletmesel kararı uygulamak için aldığı tedbirin feshi gerekli kıldığını, feshin geçerli nedeni olduğunu kanıtlamalıdır. İşletmesel kararın amacı ve içeriğini serbestçe belirleyen işveren, uygulamak için aldığı, geçerli neden teşkil eden ve ayrıca istihdam fazlası doğuran tedbire ilişkin kararı, sürekli ve kalıcı şekilde uygulamalıdır. İşveren işletme, işyeri ve işin gerekleri nedeni ile aldığı fesih kararında, işyerinde istihdam fazlalığı meydana geldiğini ve feshin kaçınılmazlığını kanıtlamak zorundadır. İş sözleşmesinin feshiyle takip edilen amaca uygun daha hafif somut belirli tedbirlerin mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi, işverenin tekelinde değildir. Bir bakıma feshin kaçınılmaz olup olmadığı yönünde, işletmesel kararın gerekliliği de denetlenmelidir. Feshin kaçınılmazlığı ekonomik açıdan değil, teknik denetim kapsamında, bu kararın hukuka uygun olup olmadığı ve işçinin çalışma olanağını ortadan kaldırıp kaldırmadığı yönünde, kısaca feshin son çare olması ilkesi çerçevesinde yapılmalıdır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Anayasa Mahkemesinin 13/12/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

22. Başvurucu, feshin usul ve yasaya uygun olmadığını, savunmasının dahi alınmadığını, fesih sebebinin açık ve kesin bir şekilde bildirimde ortaya konulmadığını, nitekim bilirkişi raporunda da işveren Şirketin iddialarının gerçeği yansıtmadığının tespit edildiğini ileri sürmüştür. Buna mukabil Yargıtayın kendi durumuyla uyuşmayan bir kararı emsal alınmak suretiyle davanın reddedildiğini, FETÖ/PDY ile hiçbir irtibatının olmadığını belirten başvurucu iddia ve itirazlarının incelenmediğini, yeterli inceleme ve araştırmanın yapılmadığını, bu kapsamda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

23. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun iş akdinin 667 sayılı KHK kapsamında ve şüphe feshi gereği sonlandırıldığı, başvurucu hakkında her ne kadar soruşturma yahut kovuşturma bulunmasa da TMSF'nin yapmış olduğu savunmanın dikkate değer olduğu, FETÖ/PDY bağlantısı nedeniyle kayyım atanan bir şirketin geçmişten gelen üst düzey yöneticiler ile çalışmaya devam etmesinin uygun olmayabileceği belirtilmiş; hukuk kurallarını yorumlama yetkisinin derece mahkemelerine ait olduğu ve başvurucunun ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti mahiyetinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.

24. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında, hakkında yürütülen bir ceza soruşturması yahut kovuşturması olmadığı gibi kayyım heyeti tarafından yapılan inceleme neticesinde de güvenlik soruşturmasının olumlu sonuçlandığını, dolayısıyla şüphe feshinin uygulama alanının bulunmadığını; öte yandan işten çıkarılmasına ilişkin kodun ise istifa olarak kayıtlara girildiğini ancak bu durumun da gerçeği yansıtmadığını beyan etmiştir. Kayyım atanan şirketlerdeki tüm üst düzey çalışanların sebep gösterilmeksizin işten çıkarılabileceği yönündeki bir değerlendirmenin hukuka aykırı olduğunu ifade eden başvurucu, bu yöndeki yaklaşımın keyfî uygulamalara sebebiyet vereceğini belirterek işe iade davasına ilişkin yargılama sürecinde anılan hususların dikkate alınmaması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını da tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

25. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucu, hakkında yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan iddia ve itirazları incelenmeksizin açmış olduğu işe iade davasının haksız bir şekilde reddedildiğini ileri sürmektedir. Başvurunun bu yöndeki iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

28. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

29. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).

30. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varmada kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık bir keyfîlik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23).

31. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olan bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24).

32. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hâle getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

33. Somut olayda, başvurucu 11/7/2016 tarihinde pazarlama ve satış müdürü olarak işveren Şirket nezdinde çalışmaya başlamıştır. Başvurucu işe başladıktan hemen sonra 27/7/2016 tarihinde işveren Şirkete kayyım atanmış; 22/11/2016 tarihinde de Şirket yönetimi TMSF'ye devredilmiştir. Yeni yönetim 12/6/2017 tarihli kararı ile başvurucunun iş akdini feshetmiştir. Söz konusu işleme karşı başvurucu tarafından açılan işe iade davasında ise Şirket özellikle başvurucunun işveren vekili sıfatını haiz üst düzey yönetici olması münasebetiyle iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağını ve işe iade davası açamayacağını ileri sürmüş ancak bu iddiaları bilirkişi raporu, ilk derece mahkemesi ile istinaf mahkemesi tarafından yapılan incelemeler neticesinde kabul görmemiştir.

34. Öte yandan Şirket, işin esasına ilişkin olarak yargısal sürecin tamamında yapmış olduğu savunmada, FETÖ/PDY iltisakı nedeniyle Şirkete kayyım atandığını ve TMSF'ye devredildiğini, dolayısıyla yeni kurulan yönetimin geçmişten gelen üst düzey yöneticiler ile çalışmasının anlamlı olmayacağını, kayyım atama ve TMSF'ye devir işlemleri ile güdülen amaca hizmet etmeyeceğini ileri sürmüştür. Nitekim Bölge Adliye Mahkemesi de işverenin bu savunmasını haklı bularak iş akdinin geçerli nedenle feshedildiğini belirtmiş ve davayı reddetmiştir (bkz. §§ 6-14).

35. Öncelikle belirtmek gerekir ki ne işveren ne de derece mahkemeleri Bakanlığın görüşünde ileri sürdüğü şekilde iş akdinin 667 sayılı KHK çerçevesinde feshedildiğini belirtmişler ve davaya konu hukuki işlemi şüphe feshi olarak nitelendirmişlerdir. Nitekim işveren Şirket tarafından da başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisakı/irtibatı olduğu yönünde bir iddiada bulunulmamıştır. Dahası başvurucu, Şirkete kayyım atandıktan sonra dahi işletmenin bütününü sevk ve idareden sorumlu olmamakla beraber yer yer genel müdür sıfatını kullanarak yetkileri genişletilmek suretiyle yaklaşık bir yıl daha işveren Şirkette çalışmaya devam etmiştir (bkz. § 11).

36. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013). Bu noktada gerekçeli karar hakkı, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin tesisinde önemli bir araç olarak işlev görmektedir. Zira kişiler ancak gerekçeli karar vasıtasıyla somut olayın hukuk kuralları karşısında nasıl konumlandırıldığını öğrenebilmekte ve buna karşı etkili bir savunma geliştirme imkânı bulabilmektedir.

37. 4857 sayılı Kanun'un 18. maddesinde geçerli sebebe dayanarak iş akdinin işverence feshedilebileceği belirtilmiş ve devamı maddelerde de buna ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir. Maddede iş sözleşmesini fesheden işverenin, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Yargıtay içtihadına bakıldığında söz konusu madde yorumlanırken birtakım kriterlerden bahsedilmiştir. İşverenin, özellikle işletmesel kararın amacı ve içeriğini belirlemekte özgür olduğunu belirten Yargıtay öte yandan bu kapsamda alınan tedbirin fesih için gerekli olduğunun da yine işveren tarafından ispatlanması gerektiğini ifade etmektedir. Bu noktada "feshin son çare olması ilkesine" vurgu yapan Yargıtay, özellikle yargısal denetim sırasında, sadece ekonomik anlamda değil teknik açıdan da feshin kaçınılmaz olup olmadığının denetlenmesi gerektiğini belirtmiş, bu kararın hukuka uygun olup olmadığı ve işçinin çalışma olanağını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerektiğini ifade etmiştir.

38. Feshin işletme, işyeri ve işin gerekleri nedenleri ile yapıldığı ileri sürüldüğünde, öncelikle bu konuda işçinin istihdamını engelleyen durumun araştırılması gerektiğini belirten Yargıtay, işverenin bu kararı tutarlı şekilde uygulayıp uygulamadığı (tutarlılık denetimi), işverenin fesihte keyfi davranıp davranmadığı (keyfilik denetimi) ve işletmesel karar sonucu feshin kaçınılmaz olup olmadığı (ölçülülük denetimi-feshin son çare olması ilkesi) hususlarının açıklığa kavuşturulması gerektiğini ifade etmiştir (bkz. §§ 19-20).

39. Türkiye, 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik birtakım idari tedbirlere başvurulmuştur (ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 34, 35). Özel hukuk tüzel kişiliğini haiz işveren Şirket yönünden de bu kapsamda tedbirler alındığı aşikârdır.

40. Sadece olağanüstü durumlarda değil herhangi bir durumda dahi şirket ya da kurumlarda yönetimde değişiklik yaşandığında personel yönünden de birtakım görev değişikliklerine gidilmesi ve hatta iş akdinin sona erdirilmesi mümkün görünmektedir. Ancak hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri de gözetilerek yasal yahut içtihadî anlamda ortaya konulan düzenlemelerin gözönüne alınması ve bu şekilde işlem tesis edilmesi gerekmektedir. Nitekim Yargıtay içtihadında bu gibi durumlarda şayet iş akdi sonlandırılmış ise buna yönelik yargısal denetimde, işverenin hareketleri yönünden tutarlılık ve keyfilik denetimi yapılması, nihai olarak da feshin kaçınılmaz olup olmadığı yani feshin son çare olması ilkesi devreye sokularak ölçülülük denetimi yapılması gerektiği belirtilmiştir.

41. Bu açıklamalar ışığında somut olaya geri dönmek gerekirse işvereni iş akdini sonlandırmaya götüren olgunun kayyım atama işlemi ile TMSF'ye devir nedeniyle yaşanan yönetim değişikliği olduğu görülmektedir. İşveren her ne kadar yaşanan olağanüstü süreçleri gerekçe göstererek söz konusu işlemi tesis ettiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun kayyım atandıktan sonra yaklaşık bir yıl boyunca görevde yükselerek çalışmaya devam ettiği görülmekte; yönetim değişikliği dışında başvurucuya yönelik hiçbir sebebin ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır. Şirketin TMSF'ye devrine sebep olan 678 sayılı KHK incelendiğinde ise devri yapılan şirketlerin personeline yönelik doğrudan bir düzenlemenin yer almadığı görülmektedir. Bu kapsamda Bölge Adliye Mahkemesi kararının davaya konu işlem yönünden ilgili ve yeterli bir gerekçe içermediği görülmektedir.

42. Tüm bu hususlar gözetildiğinde, somut olay özelinde, derece mahkemelerince önüne gelen uyuşmazlığın esasına tesir edecek iddia ve itirazlar ilgili ve yeterli bir gerekçe ile değerlendirilmeden karar verildiği, bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

44. Başvurucu, yargılama sürecinin makul sürede neticelendirilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

45. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda da anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

46. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

47. Başvurucu; ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

48. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

49. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapılması için İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesine (E.2018/2628, K.2019/446) iletilmek üzere İstanbul 17. İş Mahkemesine (E.2017/650, K.2017/411) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.164,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/12/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.