TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

M. Ö. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/17966)

 

Karar Tarihi: 3/5/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Volkan ÇAKMAK

Başvurucular

:

1. M. Ö.

 

 

Vekilleri

:

Av. Mürsel ÜNDER

 

 

18. Gölgen Gülsüm ERBİL

 

 

19. Gülşen ERBİL

 

 

20. Saliha ERBİL

Vekilleri

:

Av. Mustafa YELBEY

 

 

21. Mürüvvet GÜVENÇ

 

 

22. Remzi GÜVENÇ

Vekilleri

:

Av. Şerif Aras DOĞRUEL

 

 

23. Batuhan BİLGİN

 

 

24. Dilek KAPLAN

 

 

25. Ekrem TUNA

 

 

26. Erdem TUNA

 

 

27. Nükhet KARASU

 

 

28. Saim BİLGİN

 

 

29. Zeliha BİLGİN

 

 

30. Cemalettin KURT

 

 

31. Elif ALAYBEYİ

 

 

32. Süheda BULBA

Vekilleri

:

Av. Hayrettin ÇİL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tren kazası sonucu meydana gelen ölümler nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/5/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. 2019/19209, 2019/20738, 2019/20742, 2019/20957, 2019/21282, 2019/21949 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/17966 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2019/17966 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiş ve başvurucular da Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından tespit edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Bireysel Başvuru Öncesi Dönem

8. Başvurucuların yakınlarının içinde bulunduğu Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treni 8/7/2018 tarihinde Tekirdağ'a bağlı Çorlu ilçesi yakınlarında raydan çıkmış ve meydana gelen kaza sonucu aralarında çocukların da bulunduğu 25 kişi hayatını kaybetmiş, 328 kişi yaralanmıştır. Başvurucular, hayatını kaybeden kişilerin yakınlarıdır.

9. Kazanın akabinde Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmış, başvurucular olayı takiben farklı tarihlerde Başsavcılığa sundukları dilekçelerle sorumluluğu bulunduğunu ileri sürdükleri başta Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı yetkilileri (Bakan, Bakan Yardımcısı, Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı) olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) görevlileri (Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcıları ve hiyerarşik olarak daha alt düzeyde bulunan görevliler) ile demiryollarına ilişkin faaliyette bulunan şirketler ve resen tespit edilecek kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

10. Başsavcılık, trende görevli makinistler H.A., S.Ş. ve Tren Şefi H.K. ile TCDD 1. Bölge Halkalı 14 Bakım Müdürü T.K., Bakım Şefi Ö.P., hat bakım ve onarım memuru C.Ç.nin ifadesinin alınması ve trendeki görevlilere alkol, uyuşturucu madde testi yapılması için gerekli talimatları vermiştir. Trende bulunan ve ifade verebilecek durumda olan yolcuların da beyanlarının alınması talimatını veren Başsavcılık, Olay Yeri İnceleme ekipleri tarafından gerekli irdeleme yapılarak rapor hazırlanması, video kaydı alınması, olay gününe ilişkin meteoroloji bilgisinin temin edilmesi; rayların üzerinden geçtiği su tahliye menfezlerin durumuna ilişkin bilgilerin, lokomotif işletme kayıtlarının ilgili birimlerden edinilmesi için gerekli yazışmaları gerçekleştirmiştir. Başsavcılığın söz konusu taleplerinin ilgili makamlar tarafından takip eden süreçte (aynı ay içinde) yerine getirildiği, ilgili evrakın Başsavcılığa sunulduğu anlaşılmıştır.

11. TCDD 1. Bölge Müdürlüğü tarafından mevzuat bağlamında, ilgili müdürlüklerin/personelin görev ve sorumluluklarını belirten bilginin 26/7/2018 tarihinde Başsavcılığa sunulduğu anlaşılmaktadır. Kazanın gerçekleştiği alanda bulunan menfezin inşa tarihini ve ihale bilgilerini talep eden Başsavcılık, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği İnşaat Mühendisleri Odası tarafından kazaya ilişkin hazırlanan raporu da 18/9/2018 tarihinde soruşturma dosyasına dâhil etmiştir. Sunulan yazılarda, menfezin 1912 yılında yapıldığı, 1965 yılında sıva tamiratı gördüğü ve rutin kontrollerde bakıma ihtiyaç duymadığının tespit edildiği belirtilmiştir.

12. Başsavcılık talimatıyla, İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Ana Bilim Dalı ile İnşaat Mühendisliği Ana Bilim Dalında görevli profesör unvanlı iki öğretim üyesi, Namık Kemal Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde öğretim görevlisi yüksek mühendis ile serbest çalışan inşaat ve makina mühendisleri tarafından kazaya ilişkin olarak hazırlanan bilirkişi raporu 8/10/2018 tarihinde soruşturma dosyasına sunulmuştur. Raporda, trenin dolgulu kesim üzerinde seyir hâlindeyken raydan çıktığı, kazanın meydana gelmesinde en önemli faktörün menfez üzerindeki balast (demir yolu platformu üzerine serilen, demir yolu bağlantılarının yükünü taşıyan ve suyun boşaltılmasını sağlayan kırılmış keskin köşeli taş) ve dolgu tabakasının yağmur birikmesi ile erozyona uğraması sonucu ray ve travers (rayı destekleyen dikdörtgen şeklinde ahşap ya da beton parça) çerçevesinin altının boşalması olduğu vurgulanmıştır. Bu boşalmanın Yol Bakım Onarım Müdürlüğü/Şefliği tarafından fark edilmediği, Yol Bakım Onarım ekibinin aşırı yağış konusunda farkındalık oluşturmadığı ve aşırı yağışlara rağmen kontrol yapılmadığının belirtildiği raporda Uzunköprü-Halkalı hattı bakım/yenileme ve üstyapı çalışmalarında bölgedeki iklim dikkate alınarak toprak dolgu yerine çimento enjeksiyonu gibi yeni teknolojilerin kullanılması gerektiği değerlendirilmiştir. TCDD bünyesinde hava koşullarını anlık değerlendiren bir birim bulunmadığına, meteoroloji ile koordinasyon sağlanmadığına, yeni teknolojilerin eski hatlarda etkin şekilde kullanılmadığına dikkat çekilen raporda ayrıca 2018 yılını Mayıs ayında düzenlenen senelik umumi muayene raporunda kaza mahallindeki menfez için balast tutucu duvar yapılması gerektiği ifade edilmesine karşın bu konuda bir çalışma yapılmadığı, iptal edilen ve yeni çıkılan ihalede kaza mahallindeki menfez için bir çalışma öngörülmediğinin altı çizilmiştir. Raporda ayrıca kaza anında -video kayıtlarından anlaşıldığı üzere- makinistin seri fren yapmasının sürüklenmeyi azaltarak daha fazla kayıp yaşanmasının önüne geçtiği değerlendirmesi yapılmıştır. Taşkın suların izlediği yolların değerlendirilmemesinin, rutin kontrollerin sadece gözlemle yaptırılmasının, menfez temizliğinin ve ıslahının yapılmamasının, menfez değişimi ile ilgili proje yapılmamasının mevzuattan kaynaklanan eksiklikler olduğu ve yapısal organizasyon ile yönetim bloğunun kazanın meydana gelmesinde kusurunun bulunmadığının belirtildiği raporda sonuç olarak TCDD 1. Bölge Halkalı 14 Bakım Müdürü T.K., Bakım Onarım Şefi Ö.P., hat bakım ve onarım memuru C.Ç. ile senelik umumi muayene raporunda imzası bulunan Köprüler Şefi Ç.Y.nin asli kusurlu oldukları yönünde kanaat bildirilmiştir.

13. Başsavcılık soruşturmayı 20/2/2019 tarihinde tefrik ederek TCDD 1. Bölge Müdürlüğü nezdinde görevli diğer kişiler hakkında (2019/2966 soruşturma numarası ile) soruşturmayı sürdürürken diğer soruşturma dosyasında (2018/9579) bilirkişi raporunda kusurlu bulunan dört kişi için (bkz. § 12) taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçu isnadıyla 26/2/2019 tarihli iddianameyi düzenlemiştir. Anılan dört kişi hakkında Çorlu 1.Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde 5/3/2019 tarihi itibarıyla ceza yargılamasının (2019/60 sayılı dosya üzerinde) başladığı anlaşılmıştır.

14. Soruşturma dosyasını tefrik eden Başsavcılık 2018/9579 sayılı dosya üzerinde siyasetçiler, bürokratlar, TCDD üst yönetiminde bulunan kişiler ile trende görevli makinistler H.A., S.Ş ve Tren Şefi H.K. hakkında 19/2/2019 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, ceza hukukunda eylemin meydana gelmesinde doğrudan kusuru bulunan kişilerin sorumluluk taşıdığını, somut olayda bilirkişi raporunda belirtilen dört kişi dışında kusur atfedilebilecek bir kişinin söz konusu olmadığını belirtmiştir. Söz konusu karara yönelik itirazlar Çorlu 1.Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 25/4/2019-26/4/2019 tarihlerinde reddedilmiştir.

15. Başvurucular Çorlu 1. Sulh Ceza Hakimliğinin itirazın reddine dair söz konusu kararını takiben 27/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Bireysel Başvuru Sonrası Dönem

16. Başsavcılık 2019/2966 sayılı dosya üzerinde yürüttüğü soruşturmada senelik umumi rapor üzerine hangi işlemlerin yapıldığı, bu süreçten görev alanı itibarıyla hangi birimlerin/personelin sorumlu olduğu, senelik rapora ilişkin işlem yapılmadı ise gerekçesinin ne olduğu gibi hususlarda TCDD Genel Müdürlüğünden bilgi talep etmiştir. İlgili birimler tarafından Başsavcılığa bilgi sunulduğu anlaşılmaktadır. Başsavcılık ayrıca balast koruyucu duvar yapılmış olsaydı kazanın vuku bulup bulmayacağı hususunun tespiti ve balast tutucu duvarların yapılmamasında ihmali bulunan görevlilerle varsa kusurlarının belirlenmesi için yeni bir bilirkişi raporuna ihtiyaç duyulduğunu belirterek İstanbul, Ege ve Boğaziçi Üniversitelerinden daha önce TCDD ile hukuki, fiilî ilişki kurmamış geoteknik, ulaştırma ve altyapı alanında uzman profesörlerin bildirilmesini talep etmiştir. Başsavcılık ayrıca Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinden iddianame kabulü sonrası dosyaya giren evrakın gönderilmesini talep etmiştir.

17. Başsavcılığa sunulan 11/2/2021 tarihli bilirkişi raporunda da özetle kazanın dolgunun göçmesi ile ray altının boşalmasına bağlı olarak gerçekleştiği, rayın altının boşalmasının demir yolu işletmeciliğinin kırmızı çizgisi olduğu, buna yol açacak her türlü riskin bertaraf edilmesine yönelik bir tasarımın gerektiği, eskiden inşa edilmiş demir yolu hatlarında dolgu, yarma ve sanat yapılarının durumunun hat boyunca metodolojik olarak kontrolünün kritik önemi haiz olduğu ifade edilmiştir. Başsavcılık Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesine de bilirkişi raporu talep etmiştir. 22/6/2022 tarihli raporda özet olarak tren kazasına menfezin bakım ve temizliğinin yeterince yapılmamasının neden olduğu, menfezin kontrolünü yapmakla görevli kişilerin kazada sorumluluklarının bulunduğu belirtilmiştir.

18. Diğer taraftan Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi de kazanın oluş şekli, nedenleri ve kusur durumuna ilişkin olarak yeni bir bilirkişi raporu düzenletmiştir. 23/10/2020 tarihli raporda özetle yağışın öngörülebilir olduğu, menfez kapasitesinin yetersiz bulunduğu, risk analizlerinin ve tedbirlerin alınmasında eksiklik olduğu, hat sinyalizasyonunda bir eksiklik bulunmadığı, meteoroloji ile koordinasyon eksikliğinin kazada kritik rol oynadığı, denetleme ve kontrol için personelin yetersiz olduğu, trenler modernize edilirken yol üstyapısında gereken yenilemenin yapılmadığı belirtilerek TCDD AR-GE biriminin, Merkez ve 1. Bölge Emniyet Risk Yönetimi Müdürlüklerinin, altyapı ve sanat yapılarını yenilemeden sorumlu başkanlığın, yol ve geçit kontrol memuru istihdam etmekle sorumlu başkanlığın kusurlu olduğu ifade edilmiştir. Başvuruculardan bir kısmının itirazı üzerine ek bilirkişi raporu düzenlenmiş ve 26/2/2021 tarihli raporda, önceki rapora ek olarak sonuç kısmında sanıklar C.Ç., Ö.P., Ç.Y. ve T.K.nın kusur oranlarının tespitinin Kurulun uzmanlık alanı dışında kaldığı, bu kişilerin görev ve sorumlulukları, raporda kusurlu bulunan birimler açısından durumlarının iş güvenliği uzmanı hukukçu bilirkişilerce daha sağlıklı tespit edilebileceği belirtilmiş; raporun sonuna İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Geoteknik Laboratuvarı tarafından zemine ilişkin olarak düzenlenen teknik analiz raporu eklenmiştir.

19. Başsavcılık 8/9/2022 tarihinde TCDD 1. Bölge Müdürü Nh.A., TCDD 1. Bölge Müdür Yardımcısı emlak, bakım ve modernizasyon servis alanlarından sorumlu L.M.M., TCDD 1. bölge üstyapıdan sorumlu Bakım Servis Müdür Yardımcısı L.K., TCDD 1. bölge altyapıdan sorumlu Bakım Servis Müdür Yardımcısı Nz.A., TCDD 1. Bölge Müdürlüğünde yol kontrolörü B.O., TCDD 1. Bölge Müdürlüğünde inşaat mühendisi T.B.Ö., TCDD 1. Bölge Müdürlüğünde mühendis olarak görev yapan D.P. ve K.B. hakkında taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçu; TCDD 1. Bölge Bakım Servis Müdürü M.K. hakkında ise bilinçli taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçu isnadıyla iddianame düzenlemiş ve iddianameye esas dosyanın diğer dört şüpheli hakkında yürütülen ceza yargılamasına ilişkin dosya (bkz. § 13) ile birleştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Başsavcılık ayrıca aynı gün verdiği kararla gerek 11/2/2021 gerekse 23/10/2020 tarihli bilirkişi raporlarını dikkate alarak TCDD Taşımacılık A.Ş. çalışanları, TCDD Genel Müdürlüğü Merkez Teşkilatı görevlileri ve Genel Müdürlüğün Taşra Teşkilatı olan TCDD 1. Bölge Müdürlüğü çalışanları, Yönetim Kurulu üyeleri S.K., T.A., Ş.K., Ü.U.C., V.K., İ.A.,TCDD Genel Müdürlüğü ve AR-GE Dairesi Başkanlığı, Merkez ve 1. Bölge Demiryolu Emniyet ve Risk Yönetimi Müdürlükleri (diğer sıfat ve görevlerinden doğan sorumluluklarına dair ihmalleri varsa bunlar saklı kalmak kaydıyla), trafik kapasite ve satın almadan sorumlu 1. Bölge Müdür Yardımcısı H.K., insan kaynakları, destek hizmetleri ve muhasebattan sorumlu 1. Bölge Müdür Yardımcısı A.E., sinyalizasyon ve haberleşmeden sorumlu 1. Bölge Servis Müdür Yardımcısı A.B. ile elektrifikasyondan sorumlu 1. Bölge Servis Müdür Yardımcısı M.Ö., yol sürveyanı G.Y., Tarım Şefi N.Ç. hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

20. Mevcut durum itibarıyla on iki sanık hakkında ceza yargılamasının devam ettiği, duruşma zabıtlarından anlaşıldığı kadarıyla da TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğünden organizasyon şemasının, hat yenileme çalışmaları öncesinde jeolojik, hidrolojik ve meteorolojik değerlendirme raporlarının, üstyapının dışında altyapı yenilemesi/tadilatının gerekliliği konusunda ön raporun talep edildiği, meteoroloji dâhil ilgili birimlerle yazışmalar yapıldığı, sanıklar hakkında yurt dışı çıkış yasağı konulduğu görülmektedir.

21. Ayrıca başvuruculardan bazılarının idari ve adli yargı kolunda yaşanan ölümler nedeniyle tazminat davaları açtığı ancak bu davaların esasına yönelik olarak kesinleşmiş bir karar bulunmadığı anlaşılmaktadır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Anayasa Mahkemesinin 3/5/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucular özetle tren kazasının öngörülebilir olduğunu, kazanın gerçekleşmesinde üst düzey yöneticiler dâhil kamu görevlilerinin ağır ve ciddi ihmallerinin bulunduğunu, soruşturma sürecinde verilen19/2/2019 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına yönelik karara atıfla tren kazasında sorumluluğu bulunan kişi ve kurumlara yönelik etkili bir soruşturma yapılmadığını, delillerin toplanmadığını, soruşturma sürecinde önemli eksikliklerin bulunduğunu, ihmali olan tüm kamu görevlilerinin tespit edilmediğini, 8/10/2018 tarihli bilirkişi raporuna atıfla bilirkişilerin TCDD ile irtibatlıları nedeniyle tarafsız olmadığını ileri sürmüşlerdir.

24. Bakanlık görüşünde, öncelikle süreç detaylandırılarak aktarılmış ve konuya ilişkin insan hakları yargısına ilişkin içtihat sunulmuştur. Ayrıca ceza davasının derdest olması ve tazminat davalarının da kesinleşmemiş olması dikkate alınarak başvuru yollarının tüketilmesi kuralının yerine getirilip getirilmediği hususunda yapılacak değerlendirmenin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu hatırlatılmıştır. Nihai olarak soruşturma sürecinde olayı aydınlatmak adına gereken adımların atıldığı, aktarılan hususların yapılacak değerlendirmede gözönünde tutulması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık beyanına karşı süreçte başvuru yollarını tükettiklerini belirterek formda yer alan iddialarını yinelemişlerdir.

B. Değerlendirme

25. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

26. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

27. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:

 “Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Tren kazası sonucu meydana gelen ölümleri ve akabinde gerçekleşen yargısal süreci temel alan başvuruların bir bütün olarak yaşam hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

1. Genel İlkeler

30. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (T.A. [GK], B. No: 2017/32972, 29/9/2021, §§ 132-134; AYM, E.2005/151, K.2008/37, 3/1/2008; E.2010/58, K.2011/8, 6/1/2011). Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını, bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı ve bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (T.A., §§ 134, 135). Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin sahip olduğu koruma yükümlülüğü, hem hukuki hem de fiilî tedbirler alınmasını gerektirmektedir. Bu tedbirler kişilerin etkili bir şekilde korunmalarını sağlamalı, yetkililerin bilgi sahibi oldukları veya olmaları gerektiği durumlarda makul adımlar atmalarını içermelidir (R.K., B. No: 2013/6950, 20/4/2016, § 75).

31. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gereken durumlarda makul ölçüler çerçevesinde kamu makamlarının bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir ancak özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (T.A., § 136). Öte yandan yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbir ile yerine getirilebilir (Bilal Turan ve diğerleri, B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59).

32. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır. Yaşam hakkına ilişkin usule yönelik bu yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespiti ile cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari yaptırım veya tazminata hükmedilmesi; ihlali gidermek, dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası, dikkatsizliği aşan bir kusuru olduğu veya olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar dahi- kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında mutlaka bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir (T.A., §§ 109,129,138)

33. Soruşturmanın etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir. Soruşturmanın fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması, ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması gerekir (T.A., § 110). Hukuk devletine bağlılığın sağlanması ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi amacıyla soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi şarttır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30). Doğal olmayan her ölüm olayında olası cezai sorumluluğun tespiti için soruşturma sonrasında kovuşturma aşamasına geçildiği durumlarda, ilk derece mahkemesi önündeki yargılama aşaması dâhil bütün sürecin Anayasa'nın 17. maddesinin gereklerine cevap verebilecek nitelikte olması gerekmektedir. Böylece derece mahkemeleri mağdur olan kişilerin yaşam hakkına ve maddi ve manevi varlığına karşı yapılan saldırıların hiçbir durumda cezasız bırakılmamasını teminat altına alabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 77).

34. Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma zorunluluğu yüklemez. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (T.A., § 113). Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 66). Diğer taraftan olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68). Anayasa Mahkemesinin ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine doğrudan geçecek şekilde delilleri değerlendirmesinin veya yürütülmesi gerekli olan soruşturma işlemlerini belirlemesinin söz konusu olamayacağı belirtilmelidir. Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 185). Anayasa Mahkemesinin bu husustaki görev ve yetkisi, ilgili yargısal sürecin Anayasa'nın 17. maddesinde teminat altına alınan yaşam hakkının güvencelerinde aranan hususları sağlayıp sağlamadığını incelemekten ibarettir.

35. Diğer taraftan Anayasa'nın yaşama hakkını güvence altına alan 17. maddesi ile devletin temel amaç ve görevlerini belirten 5. maddesinin sağladığı güvenceler doğrultusunda yapılacak bu soruşturma belirli bir kişinin sorumlu olup olmadığıyla sınırlı olmamalı, olayın tüm yönlerini ortaya koyacak kapsamda ve nitelikte olmalıdır. Nitekim soruşturmanın etkili olup olmadığına ilişkin değerlendirme, yürütülen soruşturma bir bütün olarak incelendikten sonra yapılabilecektir (Gülcan Keleş ve diğerleri, B. No: 2014/797, 22/03/2017, § 30). Bu belirleme çerçevesinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ikincil nitelikte bir hak arama yolu olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 17). Bu kapsamda temel hak ve hürriyetlerle ilgili hukuk sisteminin koruma mekanizmalarının öncelikle işletilmesi gerekmektedir. Bu nedenle ihlal iddialarına ilişkin olarak öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekmektedir. Ancak somut olayın koşulları itibarıyla başvuru yollarının tüketilmesinin yarar sağlamayacağı veya etkili olmadığının anlaşılması hâlinde anılan yollar tüketilmeden yapılan bir başvuru incelenebilir (Şehap Korkmaz, B. No: 2013/8975, 23/7/2014, § 33). Başvuru yollarının tüketilmesi meselesine ilişkin anılan içtihadın ortaya çıkışında, soruşturmanın etkililiği araştırılırken olayın tüm boyutlarıyla ele alınarak bir bütün olarak irdelenmesi gerekliliğinin gözönünde bulundurulduğu anlaşılmaktadır (Dilek Genç ve diğerleri [GK], B. No: 2014/3944, 1/2/2018, § 55).

2. Kabul Edilebilirlik İncelemesi

36. Bireysel başvuruya temel olan olgu, tren kazası sonucu meydana gelen ölümlerdir. Yukarıda alıntısı yapılan ilkelerden de anlaşılacağı üzere güç kullanımının veya -kolluk kuvvetinin fiziksel müdahalesi gibi- doğrudan kasıtlı bir eylemin söz konusu olmadığı durumlardan kaynaklı yaşam hakkı ihlali iddialarında etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğü her zaman ceza soruşturmasını gerektirmeyebilir. Bununla beraber ihmalden kaynaklı ölüme bağlı yaşam hakkı ihlali iddiasının söz konusu olduğu hâllerde eğer ihmal basit bir dikkatsizliği, muhakeme hatasını aşan bir kusur şeklinde tezahür etmişse ilgililer tazminat davası gibi diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar dahi kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında mutlaka bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir. Somut süreç bu perspektifte ele alındığında tren kazasının meydana gelmesinde kamu makamlarının gösterdiği ihmalin basit bir özensizliği aştığı değerlendirmesini yapmak, bir başka ifadeyle ihmalin/kusurun derecesini saptamak ancak esas incelemesinin gerçekleştirilmesi ile mümkündür. Olayı ilk elden incelemekle görevli ve yetkili olan, kazaya ilişkin verileri (bilirkişi raporları, tespitler, olay tutanağı, ifadeler, analizler vb.) değerlendirmekle yükümlü bulunan yargı mercilerinin (gerek hukuk gerekse ceza mahkemelerinin) kazanın gerçekleşmesine sebep olan ihmale/kusura ilişkin kesin bir belirleme yapmadığı somut süreçte Anayasa Mahkemesinin bu konuda yargısal mercilerden önce ihmalin/kusurun derecesine, niteliğine ilişkin somut olayın koşulları çerçevesinde bir değerlendirmede bulunması ikincillik prensibi gereği imkân dâhilinde değildir. Bu nedenle somut vakada hem ceza yargılaması hem de tazminat davası süreçlerinin işletildiği dikkate alındığında mevcut durum itibarıyla tüketilmesi gereken etkili yargısal yolun hangisi olduğu yönünde bir saptamada bulunulmadan kabul edilebilirlik kriterleri yönünden başvurunun incelenmesine devam edilmesi gerekmektedir.

37. Somut vakada, yukarıda ayrıntılarıyla aktarıldığı üzere (bkz. §§ 8-21) tren kazasının ardından Başsavcılığın resen soruşturma açtığı, delilleri toplamaya başladığı, ayrıca başvurucuların da üst düzey yöneticiler dâhil sorumluluğu olan tüm kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduğu görülmektedir. Başsavcılık, süreçte olayın aydınlatılması adına ilgili birimlerle yazışma gerçekleştirmiş; keşif, bilirkişi incelemesi yaptırmış ve şüphelilerin hukuki durumu itibarıyla soruşturmayı tefrik ederek bazı şüpheliler hakkında iddianame düzenlemiştir. Soruşturmayı tefrik eden Başsavcılık; bireysel başvuru tarihinden sonra da olaya ilişkin incelemesine devam etmiş, yeni bilirkişi raporları düzenlettirmiş, ilgili kurumlardan bilgi almayı sürdürmüş, sorumlu olduğuna kanaat getirdiği kamu görevlileri hakkında da ayrıca iddianame düzenlemiştir. İddianamelerde yer alan şüphelilerin yargılanmasının aynı dosya üzerinden Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yapıldığı anlaşılmıştır.

38. Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin ceza yargılaması sürecinde yeni bilirkişi raporu düzenlettirdiği hatta itiraz üzerine ek rapor aldırdığı, TCDD ve ilgili kurumlar ile kazanın aydınlatılması adına yazışmalar yaparak veri topladığı, dava açılmasından sonra düzenlenen iddianamede yer alan sanıkları yargılamaya dâhil ettiği ve tüm sanıklar hakkında yurt dışı çıkış yasağı koyduğu gözlemlenmektedir. Mevcut durum itibarıyla Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yürütülen yargılama derdesttir.

39. Diğer taraftan başvurucuların gerek idari gerekse adli yargı mercilerinde tazminat davaları açtığı ve bu davalara ilişkin olarak mevcut durum itibarıyla esastan verilmiş ve kesinleşmiş bir hükmün bulunmadığı anlaşılmıştır.

40. Yaşam hakkının sağladığı güvenceler gereği yürütülen soruşturmanın (ceza ya da hukuk) etkili olup olmadığının ve yaşam hakkının maddi boyutu kapsamında kamu makamlarının koruma yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğinin, gerekli önlemlerin alınıp alınmadığının değerlendirilebilmesi için ölüme sebep olan vakaya ilişkin soruşturmanın bir bütün olarak sonuçlanması şarttır. Vakayı ilk elden incelemekle görevli ve yetkili olan yargı makamlarının tespit ve değerlendirmesinden önce bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesinin bir değerlendirmede bulunması mümkün değildir. Zira Anayasa Mahkemesinin yapacağı değerlendirme; olayı çevreleyen tüm koşulların etkili soruşturma yükümlülüğüne dair ilkeler doğrultusunda aydınlatılmış olup olmadığı, sorumluluğu bulunan kişilerin ortaya çıkarılıp çıkarılmadığı ve sorumluluk varsa uygun bir giderimin (ceza ve/veya tazminat) sağlanıp sağlanmadığı yönünde geniş kapsamlı ve çok boyutlu bir niteliktedir. Bu değerlendirmeye esas olacak verileri de yargı makamlarının yürüttüğü ve kesin olarak sonuca bağladığı yargılama süreçleri sağlayacaktır.

41. Başvurucular soruşturma sürecinde bazı kamu görevlileri yönünden verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararını (bkz. § 14) esas alarak bireysel başvuruda bulunmuşlar ise de Anayasa'nın, yaşam hakkını güvence altına alan 17. maddesinin sağladığı güvenceler doğrultusunda yapılması gereken ve uygun araçların kullanılması yükümlülüğünü ihtiva eden etkili soruşturma yükümlülüğü belirli bir kişinin/kişilerin sorumlu olup olmadığının tespiti ile sınırlı olmayıp olayın tüm yönlerini ortaya koyacak kapsam ve niteliğe sahip olmalıdır. Ezcümle etkili soruşturma yükümlülüğü belirli kişinin/kişilerin cezalandırılmasını değil sürecin aydınlatılmasını esas alır.

42. Bu noktada, devam eden yargısal sürecin seyrine göre elde edilen/edilecek yeni veriler/deliller çerçevesinde yeni şüphelilerin tespit edilerek sürece dâhil edilmesinin hatta suç isnadının/nitelemesinin değişmesinin imkân dâhilinde olduğunu hatırlatmak ve ayrıca başvurucuların da yargılama sürecinin bir bütün olarak kesinleşmesinin ardından olayın aydınlatılmadığı, sorumluların ortaya çıkarılmadığı, gerekli giderimin sağlanmadığı yönündeki iddialarını olası bir bireysel başvuru ile yeniden dile getirmelerinin mümkün olduğunu vurgulamak gerekir.

43. Diğer taraftan somut olayın koşulları itibarıyla başvuru yollarının tüketilmesinin (soruşturmanın/kovuşturmanın sonuçlanmasının beklenmesinin) yarar sağlamayacağı veya etkili olmadığının anlaşılması hâllerinde anılan yollar tüketilmeden de yapılan bir başvuru incelenebilecektir. Somut olay bu istisna bağlamında ele alındığında henüz sonuçlanmamış bulunan mevcut yargısal süreçte gerçekleşen yargısal edimlerin (alınan birden fazla bilirkişi raporu, başvurucuların itirazı üzerine TCDD ile ilintisi bulunmayan bilirkişilerin seçilmesi yönünde gösterilen çaba, olayın çözümlenmesi adına yapılan yazışmalar, yurt dışı çıkış yasakları, alınan analiz raporları, teşkilat şemasının tespiti vb.) yargı mercilerinin hareketsiz kaldığı ve süreçten sonuç alınamayacağı yorumunu getirmeyi mümkün kılmadığı görülmektedir.

44. Bu tespit ve belirlemeler ışığında çok sayıda kişinin ölümü ve yaralanması ile sonuçlanan elim tren kazasına ilişkin yaşam hakkı ihlali iddiasının, vakanın aydınlatılması hususunda makul başarı şansı sunan yargısal süreç sonuçlanmadan incelenmesinin mümkün olmadığı açıktır. Sonuç itibarıyla yaşam hakkına ilişkin ihlal iddiaları için başvuru yolunun tüketilmediği kanaatine ulaşılmıştır.

45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 3/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.