TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FATİH EMEKLİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/26269)

 

Karar Tarihi:17/11/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hasan SARAÇ

Başvurucu

:

Fatih EMEKLİ

Vekili

:

Av. Levent ÖZÇELİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, iddianamede yer verilen bilgiler nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu emekli Deniz Hâkim Albay olarak, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) başlatmış olduğu ve kamuoyunda İzmir askerî casusluk davası olarak adlandırılan davada mağdur olarak yer almaktadır. Başsavcılık tarafından düzenlenen iddianamede başvurucunun iş ve özel hayatına dair bazı ifadelere, açık ad ve soyadı bilgisine, ayrıca kimlik numarasına yer verilmiştir. Açılan bu davada verilen beraat kararı 21/10/2016 tarihinde kesinleşmiştir.

6. Başvurucu, Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesine dayalı olarak koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davasını 22/8/2017 tarihinde açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde özetle; söz konusu beraat kararından ve kesinleşmesinden bir başka arkadaşı vasıtasıyla haricen 4/7/2017 tarihinde haberdar olduğunu, üç aylık dava açma süresinin başlangıç tarihinin hükmün kesinleştiğinin tebliğ tarihi olduğunu, somut olayda kendilerine herhangi bir tebligat yapılmadığını ayrıca yine haricen öğrendiği duyumlarına göre de dosyanın sanıklarına herhangi bir tebligat yapılmadığını, iddianamede özel hayatına yönelik fişleme kayıtlarına yargılama açısından gerek olmadığı hâlde özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı olarak iddianamede açıkça yer verilmesi suretiyle alenileştirildiğini belirtmiş ve 50.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

7. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılama sonunda davayı kabul etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, davanın açma süresine ilişkin olarak beraat kararı tebliğe çıkarılmamışsa da tazminat davasının 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesi kapsamında her hâlükârda bir yıllık hak düşürücü süre dolmadan açıldığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi özetle; söz konusu iddianamede belirtilen ve davayla ilgisi bulunmayan başvurucunun özel hayatına dair iddialar, mesleki konumu, toplum içerisindeki itibarı, iddianame ile aleniyet kazanılması, başvurucunun gerek mesleki çevresindeki gerekse toplumda itibarsızlaştırılmasına neden olması nazara alınarak manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile 5.000 TL manevi tazminatın iddianamenin kabul tarihi olan 24/2/2014tarihindenitibaren yasal faizi ile birlikte davalı Hazine'den alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

8. Karar İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) tarafından kaldırılarak süre yönünden ret kararı verilmiştir. Ceza Dairesinin gerekçesinde; kararların hakkında usulü işlemler yapılan kişiler yönünden, hükümlerin ise sadece davada yargılanan sanıklar yönünden kesinleşebileceği, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrasına ilişkin değişikliğin 28/6/2014 tarihinde yürürlüğe girdiği, 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince tüm tazminat davalarının bir yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğu, iddianamenin kabul edildiği 24/2/2014 tarihi itibarı ile iddianamenin aleniyet kazandığı ve mağdur hakkındaki yargılama konusu ile ilgisi bulunmayan ve haksız fiil teşkil eden iddianame içeriğinin öğrenildiği, başvurucu ve vekilinin ilgili kişilerin de tazminat davası açmalarının mümkün hâle geldiği, 18/6/2014 tarihli ve6545 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 28/6/2014 tarihinden itibaren 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde davanın açılması gerektiği hâlde bu süre içinde davanın açılmadığı gerekçesine yer verilmiştir.

9. Başvurucu nihai hükmü 11/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 1/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

10. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi' kenar başlıklı 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

''Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.''

11. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemenin koşulları'' kenar başlıklı 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

'' (1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.''

12. İlgili diğer mevzuat ve Yargıtay içtihatları için ayrıca bkz. M.Y., B. No: 2014/7149, 22/11/2017, § § 25-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

13. Anayasa Mahkemesinin 17/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

14. Başvurucu, iddianame ve gerekçeli kararın kendisine tebliğ edilmemesine rağmen iddianamenin kabul tarihi olan 24/2/2014 tarihinde aleniyet kazandığından bahisle dava açma süresinin başlangıcına esas alınarak davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

15. Bakanlık görüşünde; özel hayata saygı hakkına ilişkin ihlal nedeniyle yapılacak inceleme kapsamında öncelikle korunan menfaatin hakkın kapsamına girip girmediğinin, ikinci olarak hakkın kapsamı içinde olduğu tespit edilen menfaate yönelik bir müdahale olup olmadığının, müdahalenin varlığı hâlinde bunun Anayasa’nın 20. ve 13. maddelerinde öngörülen şartlara uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bakanlık ayrıca mahkemeye erişim hakkına ilişkin olarak da başvurucu hakkındaki davada yerel mahkeme ve istinaf mahkemesi kararlarının mahkemeye erişimi aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar niteliğinde olup olmadığı, meşru bir amaç izleyip izlemediği, açık ve ölçülü olup olmadığı ile başvurucu üzerinde ağır bir yük teşkil edip etmediğinin değerlendirilmesinde yukarıda anılan tespit ve değerlendirmelerin dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.

16. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı bireysel başvuru formunda yer alan iddialarını tekrarlayarak özetle, adil yargılanma ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

B. Değerlendirme

17. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, Mahkemenin dava açma süresinin başlangıcını tespit etme noktasında hukuk kurallarını hatalı değerlendirmesi ve uygulaması neticesinde uyuşmazlığın esasının incelenememesidir. Bu nedenle belirtilen ihlal iddialarının tümü mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı

20. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

21. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

22. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

b. Müdahalenin Varlığı

23. Somut olayda, başvurucunun açmış olduğu davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi böylece ileri sürülen hususların esasının incelenememesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına bir müdahalede bulunulduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

24. Anayasa'nın ''Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması'' kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

25. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin somut başvuruya ilişkin olarak Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

26. Başvuru konusu olayda Ceza Dairesince, başvurucunun açmış olduğu davanın süre yönünden reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşılayıp karşılamadığının değerlendirilmesi gerekir.

i. Genel İlkeler

27. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

28. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıklarının ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

29. Somut olayda başvurucu dava dilekçesinde özetle; söz konusu beraat kararından ve kesinleşmesinden bir başka arkadaşı vasıtasıyla haricen 4/7/2017 tarihinde haberdar olduğunu, üç aylık dava açma süresinin başlangıç tarihinin hükmün kesinleştiğinin tebliğ tarihi olduğunu, somut olayda kendilerine herhangi bir tebligat yapılmadığını, duyumlarına göre de dosyanın sanıklarına herhangi bir tebligat yapılmadığını, iddianamede özel hayatına yönelik fişleme kayıtlarına yargılama açısından gerek olmadığı hâlde özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı olarak iddianamede açıkça yer verilmesi suretiyle alenileştirildiğini belirtmiştir. Bu iddialar karşısında Ağır Ceza Mahkemesi dava açma süresine ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapmamıştır. Bununla birlikte Ceza Dairesi, kararların hakkında usulü işlemler yapılan kişiler yönünden, hükümlerin ise sadece davada yargılanan sanıklar yönünden kesinleşebileceği şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştur. Ceza Dairesine göre, ceza davasında hakkında karar veya hüküm kurulmasa bile ilgili kişiler de 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine göre bir yıllık hak düşürücü süreye tabidirler. Ceza Dairesine göre somut olayda, iddianamenin kabul tarihi olan 24/2/2014 tarihinde başvurucunun ileri sürdüğü hususlar aleniyet kazanmıştır. Bu kabulden hareketle Ceza Dairesi 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine göre açılacak davaların da 6545 sayılı kanunun yürürlüğe girdiği 28/6/2014 tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılması gerektiğine hükmetmiştir. Bu tespitler sonrasında Ceza Dairesinin kabulüne göre somut olayda başvurucu 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine göre açılacak tazminat davasını ilgili yasal değişikliğin yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açmamıştır.

30. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin 3 numaralı fıkrasında ''Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.'' düzenlemesi ile 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ''Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir'' düzenlemesi bulunmaktadır.

31. Somut olayda, Ağır Ceza Mahkemesi ile Ceza Dairesinin kararlarından ve UYAP ortamındaki bilgi ve belgelerden iddianamenin başvurucuya tebliğ edildiğine veya başvurucunun duruşmada hazır bulunarak kendisinin özel hayatına ilişkin söz konusu kayıtlardan haberdar olduğuna dair herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Başvurucu da beraat kararı ile bunun 21/10/2016 tarihinde kesinleştiğinden 4/7/2017tarihinde haberdar olduğunu beyan ederek 22/8/2017 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu dava açarken ayrıca dava dilekçesi ekine Yargıtay Ceza Dairesi ile Ceza Genel Kurulundan verilen bazı kararları da eklemiştir.

32. Başvurucunun kendisi ile ilgili gerçek dışı iddiaların yargılamanın aleniliği ilkesi gereği tüm kamuoyunca bilinebilir hâle geldiği, özel hayatının gerçek dışı beyanlarla gözler önüne serildiği, gerek hâkimlik mesleği gerekse de Türk Silahlı Kuvvetlerin bir personeli olarak hem aile çevresinde hem de toplumdaki konumunun sarsıldığı iddialarının ileri sürüldüğü M.Y. kararında Anayasa Mahkemesi önemli tespitlerde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi; bu kararında konuya ilişkin mevzuat ve yargısal içtihatları değerlendirdikten sonra özet olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi çerçevesinde ileri sürülen taleplerin ağır ceza mahkemesi tarafından görüleceği ve mağdur olanların da bu davayı açabileceğinin kabul edildiğini belirtmiştir (M.Y., § 51). Aynı kararda Anayasa Mahkemesi, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun, telafi kabiliyetini haiz etkili bir hukuk yolu olduğunu (M.Y., § 53), aynı Kanun'un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin birinci fıkrasında karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceğini, yargısal uygulama örneklerine atıfla karar vermiştir. Söz konusu kararında Anayasa Mahkemesi, gerekçeli onama kararının tebliğ edilmemesi nedeniyle davacılar lehine yorum yapıldığını ve Yargıtay 16. Ceza Dairesinin onama kararı tarihine göre davaların süresinde açıldığı şeklindeki kabulüne de vurgu yapmıştır.

33. Tüm bu açıklamalar sonrasında, somut olayda 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında açıkça yer alan düzenlemeye göre, ilgili kararın başvurucuya da tebliğ edildiğine dair herhangi bir veriye veya kendisiyle ilgili olan söz konusu ifadelere yargısal süreç içerisinde herhangi bir şekilde temas ettiğine dair iddiaların aksini ispatlayabilecek bir kayda da ulaşılmaması nedeniyle Ceza Dairesinin dava açma süresinin başlangıcına dair yapmış olduğu değerlendirmelerin kanuni dayanağının bulunmadığı anlaşılmıştır.

34. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

35. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesini talep etmiştir.

36. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir ( 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Buna göre Bölge Adliye Mahkemesince, istinaf başvurusunun reddi yönündeki kararının kaldırılarak -usule ilişkin diğer meselelerde de bir eksiklik söz konusu değilse- davanın esastan incelenmesi gerekmektedir.

37. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir Bölge Adliyesi Mahkemesi 14. Ceza Dairesine gönderilmesi için Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/474, K.2018/86) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE17/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.