TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İLKER ARSLAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/36858)

 

Karar Tarihi: 23/11/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Fatih ALKAN

Başvurucu

:

İlker ARSLAN

Vekili

:

Av. Burçin KAYA

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu, horlama şikâyetiyle müracaat ettiği İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinde (Hastane) 25/3/2009 tarihinde burun ameliyatı olmuştur. Başvurucu, ameliyat esnasında ve sonrasında gerçekleştirilen tıbbi uygulamaların kusurlu olması nedeniyle boş burun adlı sendroma yakalandığını belirterek zararlarının tazmin edilmesi talebiyle önce ilgili idareye başvurmuş, cevap alamaması üzerine 26/8/2013 tarihinde İstanbul 4. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır.

6. Dava dilekçesinde başvurucu; usta öğretici seviyesinde müzisyen olduğunu, birçok ulusal ve uluslararası organizasyonda görev aldığını, basit bir horlama şikâyetiyle muayene olduğu hekim tarafından üç ay süreyle takip edildiğini ve neticede kendisine burun eti uçlarının yakılması suretiyle yapılması planlanan bir ameliyat önerildiğini ifade etmiştir. Başvurucu; ameliyattan iki gün sonra taburcu edildiğini, kanamalarının durmadan devam ettiğini, sol burun deliğinden şiddetli ve yakıcı bir hava geçişinin olduğunu, sağ burun deliğinin kapalı olduğunu, bu nedenle sürekli enfeksiyon kaptığını, birçok kez gittiği Hastanede şikâyetlerinin dinlenmediğini ve yaşadığı sorunların psikolojik nedenlere dayandığı iddiasıyla psikiyatri servisine yönlendirildiğini belirtmiştir. Sol alt konkanın neredeyse tamamının alındığını ileri süren başvurucu, ameliyat öncesinde septoptasti yönteminin kullanılacağı konusunda onamının alınmadığını ve anılan Hastanede teşhis ve tedaviye yönelik adımlar atılmaması nedeniyle başka sağlık kurumlarına giderek boş burun sendromuna yakalandığını tespit ettirdiğini dile getirmiştir. Ameliyatın içeriği konusunda yanıltıldığını, epikrizde konka lateralizasyonu yapıldığı belirtilmesine rağmen konka rezeksiyonu yapıldığını ve doğru şekilde aydınlatılmadığını ifade eden başvurucu, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 1.000 TL maddi, 200.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

7. Davalı İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü (İdare) tarafından Mahkemeye sunulan savunma dilekçesinde; hangi yöntemin tercih edileceği konusunda hekimlerin uzman olduğu, başvurucunun ameliyatında tercih edilen konka rezeksiyonu yönteminin tıp kurallarına uygun olduğu, ameliyat sonrası dönemde başvurucunun takibinin yapıldığı ve şikâyetlerinin dinlendiği ifade edilmiştir. Dilekçede, burunda nefes alma güçlüğünün giderilmesi amacıyla yapılan ameliyatlarda istenen hava açıklığının sağlanamaması durumunda ameliyat esnasında ilgili cerrah tarafından hasta yararına uygun adımlar atılabileceği ve konka rezeksiyonu yapılan başvurucunun epikrizine sehven konka lateralizasyonu yazıldığı belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun iddia ettiği rahatsızlıkların ameliyatla ilgili olmadığı ve tutulan kayıtlara göre başvurucunun ameliyat öncesinde rıza formunu imzaladığının açık olduğu ifade edilmiştir.

8. Mahkeme, yargılama öncesi çeşitli nedenlerle alınan sağlık raporlarında çelişkiler olduğunu belirterek Adli Tıp Kurumu vasıtasıyla (ATK) başvurucunun tıbbi durumuna ilişkin bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Başvurucu, ilgili personel ve hekimler hakkında suç duyurusunda bulunması nedeniyle ATK tarafından tarafsız olarak rapor düzenlenemeyeceğini ileri sürmüştür. Mahkeme, söz konusu talebi yerinde görerek bilirkişi incelemesinin Ankara İdare Mahkemesi vasıtasıyla yaptırılmasına karar vermiştir. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı öğretim üyesi üç uzman hekim tarafından hazırlanan 7/9/2016 tarihli bilirkişi raporunda başvurucu hakkında 2009-2016 yılları arasında yapılan tıbbi işlemlere ve düzenlenen raporlara yer verildikten sonra sonuç kısmında şu değerlendirmelerde bulunulmuştur:

i. Konka hipertrofisi tanısının doğru olduğu, bu tanıya yönelik uygulanan sol parsiyel alt konka rezeksiyonuna uygun cerrahi tedavi yöntemiyle başarıya ulaşıldığı ve burundaki fiziksel tıkanıklığın giderildiği ancak başvurucunun şikâyetlerinin geçmediği, üstelik arttığı belirtilmiştir.

ii. Burundaki fiziksel sorunun çözülmesine rağmen hastanın burun şikâyetlerinin ortadan kalkmamasının sık gözlenen bir durum olduğu, bu durumun somut açıklamasının çoğu zaman bulunamadığı ve ameliyatın başarısız olduğunun söylenebilmesi için iddianın somut muayene, radyolojik tetkik, akustik rinometri ve rinomanometri tetkik sonuçları ile desteklenmesi gerektiği ifade edilmiştir.

iii. Başvurucunun muayenesinde, burun endoskopik incelemesinde ve paranazat bilgisayarlı tomografisinde sol alt konkanın normalden küçük gözlenmesinin parsiyel konka rezeksiyonu ameliyatı sonrası beklenen bir durum olduğu, tetkik sonuçlarının normal sınırlarda olması nedeniyle burun ameliyatının başarısız olduğunun söylenemeyeceği ve hekimin suçlanmasının uygun olmadığı, başvurucuda tespit edilen sağ östaki tüpü disfonksiyonunun kulağa ilişkin ayrı bir rahatsızlık olduğu ve geçirilen ameliyatla bir ilgisinin bulunmadığı vurgulanmıştır.

iv. Boş burun sendromunun tanısını koymanın zor olduğu, kesin tanı kriterlerinin olmadığı, başvurucuda boş burun sendromu olduğunu gösteren somut kanıtın bulunmadığı ve ilgili Hastanenin ameliyatın sonuçlarından dolayı ihmalinin, kusurunun ve sorumluluğunun olmadığı belirtilmiştir.

9. Mahkeme, anılan bilirkişi raporunda yer alan teknik tespitler ile ulaşılan sonucun uygun olduğunu belirterek 31/10/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, dosyada yer alan ve başvurucunun lehine olan önceki tarihli bazı raporların eksiklikler nedeniyle dikkate alınmadığı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerince hazırlanan rapor ile dosyada yer alan tıbbi mülahazalara ilişkin raporların birlikte değerlendirilmesiyle başvurucuya uygulanan tıbbi tetkik ve tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir. Kararda, İdareye atfedilebilecek bir kusurun olmadığının anlaşılması nedeniyle başvurucunun tazminat talebinin kabulüne imkân bulunmadığı yönünde değerlendirmelere yer verilmiştir.

10. Başvurucu, kararın kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesi talebiyle istinaf başvurusunda bulunmuştur. Dilekçesinde; karara esas alınan raporun eksik ve şüpheli olduğunu, raporun hazırlanması sürecinde kendisinin muayene edilmediğini, Kamu Denetçiliği Kurumunca lehine verilen tavsiye kararının dikkate alınmadığını ve aydınlatılmış onamın alınmadığına ilişkin şikâyetlerinin incelenmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, verilen ret kararının gerekçesiz olduğunu, muayene neticesinde hazırlanan ve itibar edilmesi gereken raporların dikkate alınmadığını ve kararın hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir.

11. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 8. İdare Dava Dairesi, istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile maddi tazminatın reddine ilişkin kısmın onanmasına ve başvurucunun yaşadığı üzüntünün karşılığı olarak takdir edilen 20.000 TL manevi tazminatın 29/4/2013 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle başvuruya ödenmesine 28/11/2017 tarihinde karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; cerrahi tedavi yönteminin uygulanmasında İdarenin kusurunun bulunmadığı kanaatine varıldığı ancak cerrahi tedavi öncesinde başvurucunun aydınlatılmış onamının alınmadığı vurgulanmıştır. Ameliyat öncesinde düzenlenen belgenin bütün cerrahi tedavilere uygulanan ve genel ifadeler içeren matbu bir belge olduğu, başvurucunun tedavi öncesi karşılaşabileceği riskleri, sıkıntıları, yan etkileri ve alternatif durumları ortaya koyan bir bilgilendirmenin yapılmadığı ve bu suretle başvurucunun bilgi alma hakkının kullandırılmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca sağlık hizmetinin sunulmasında büyük önem arz eden kayıtların eksiksiz ve doğru şekilde tutulması yönündeki yükümlülüğün de İdare tarafından yerine getirilmediği belirtilmiştir. Aydınlatılmış rızanın doğru şekilde alınmaması ve hastane kayıtlarının eksiksiz şekilde tutulmaması nedenleriyle hizmet kusurunun oluştuğu ve başvurucunun uğradığı manevi zararlarının tazmin edilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

12. Başvurucunun temyiz talebi, Bölge İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı gerekçesiyle Danıştay Onbeşinci Dairesinin 27/12/2018 tarihli kararıyla karar düzeltme yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Karar düzeltme talebi ise anılan Dairenin 24/5/2019 tarihli kararıyla incelenmeksizin reddedilmiştir.

13. Nihai karar 9/10/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

14. İlgili hukuk için bkz. Engin Aslan B. No: 2017/15517, 30/6/2021, §§ 16-22; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30; Sultan Bulut ve diğerleri, B. No: 2017/37430, 20/10/2021, §§ 21-32.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

15. Anayasa Mahkemesinin 23/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

16. Başvurucu; süreç içerisinde lehine düzenlenen raporlara rağmen muayene edilmeden verilen bir rapor esas alınarak karar verildiğini, somut delillerinin dikkate alınmadığını, soyut ve yetersiz gerekçelerle sonuca gidildiğini ileri sürmüştür. Hatalı ve geri dönüşü olmayan ameliyat nedeniyle boş burun sendromu ve patent östaki başta olmak üzere çok ciddi sağlık sorunları yaşadığını, aydınlatılmış rızası alınmadan yapılan ameliyat nedeniyle ömrü boyunca bu rahatsızlıkları yaşamak zorunda bırakıldığını iddia etmiştir. Açtığı davada hükmedilen tazminat tutarının yetersiz olduğunu, hiçbir zararını tazmin edemediğini ve risklerini bilmesi durumunda rıza göstermeyeceği bir ameliyat nedeniyle uğradığı zarar karşısında yüksek bir miktarda tazminata karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca başvurucu, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını ve 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28. maddesinin (2) numaralı fıkrasının kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkının, yaşam hakkının ve kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

17. Bakanlık görüşünde; süreçte verilen kararlara, konuyla alakalı içtihada yer verilmiş ve başvurucunun lehine 20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu tarafından sunulan cevap dilekçesinde, başvuru formunda yer alan iddialar yinelenmiştir.

2. Değerlendirme

18. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

19. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

21. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.

22. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017). Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun fiziksel bütünlüğün korunmasına ilişkin şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenecektir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

24. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

25. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

26. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).

27. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).

28. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak için adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartının yerine getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

29. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olaylara ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).

30. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

31. Ayrıca tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale, ilgili kişinin ancak bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

32. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay bir bütün hâlinde, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamıyla sınırlı olarak incelenmiştir.

33. Başvurucunun şikâyetlerinin özü, burun ameliyatını gerçekleştiren hekimlerin hatalı olmaları, gerekli mesleki özeni göstermemeleri ve cerrahi tedavinin yöntemi ile riskleri konusunda aydınlatılmış onamının alınmaması nedenleriyle sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalmasına ilişkindir.

34. Somut olaya konu tıbbi müdahaleyle ilgili olarak başvurucunun lehine ve aleyhine birçok raporun bulunması üzerine derece mahkemelerince Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı öğretim üyelerince bilirkişi raporu düzenlenmesine karar verilmiş ve bu doğrultuda üç uzman hekim tarafından rapor hazırlandığı görülmüştür. Söz konusu raporun tarafların iddialarının ve süreçte alınan birçok tıbbi belge ile raporun incelenmesi suretiyle düzenlendiği ve sonuç olarak başvurucuya uygulanan tıbbi tetkik ve tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu yönünde görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.

35. Derece mahkemeleri, söz konusu bilirkişi raporuna dayanarak cerrahi tedavi yönteminde hekim kusurunun bulunmadığı yönünde değerlendirmeler yapmışlardır. Hekim kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda hükme esas alınan raporda, tarafların iddialarının başvurucu hakkında düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgular ve genel tıp kuralları gözetilerek değerlendirildiği görülmektedir. Buna göre hekim kusurunun bulunduğuna ilişkin iddia yönünden yapılan yargılamada yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek başvurucunun iddialarının bu yönüyle ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı söylenebilir.

36. Bununla birlikte başvurucunun söz konusu tıbbi müdahalenin yöntemi ve riskleri konusunda aydınlatılmadığına ve müdahale için rızasının doğru şekilde alınmadığına ilişkin iddiasının ayrıca değerlendirilmesi gerekecektir.

37. Hukukumuzda, hasta hakları, tıbbi işlemlerden önce kişilerin bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü ile Sağlık Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi konusunda oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemeler mevcuttur (Ahmet Acartürk, § 66). Ancak bu düzenlemelerin teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa'nın 17. maddesindeki güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu, § 49; Sultan Bulut ve diğerleri, § 54).

38. Mevzuatta belirtildiği üzere tıbbi müdahalelerde hastanın müdahalenin yöntemine, kapsamına ve risklerine yönelik bilgilendirilmesi ve aydınlatılmış onamının alınması gerekir. Tıbbi müdahalede bulunulacak kişinin öncelikle neye rıza gösterdiğini bilmesi gerekir ki bu da ancak hastanın somut olaya uygun yeterli bilgilendirme ile diğer bir ifadeyle aydınlatılması ile mümkün olabilir. Buradan hareketle doktor ile hastası arasındaki ilişkinin güvene dayalı bir ilişki olduğu da gözetildiğinde doktorun hastaya bilgi sunma, bilgiyi anlaşılır kılma ve birlikte en doğru karara varacak şekilde süreci yönetme yükümlülüğü olduğu vurgulanmalıdır (Sultan Bulut ve diğerleri, § 55).

39. Bununla birlikte tıbbi müdahale öncesi yapılacak bilgilendirmenin hastanın kendi hakkında doğru karar verebilmesini sağlayacak yeterlilikte olması gerektiği ancak her somut olayda ve hastalıkta bilgilendirmenin içeriğinin farklı olmasının işin doğası gereği olduğu vurgulanmalıdır. Diğer yandan hastanın veya veli ya da vasinin yeterli bir şekilde aydınlatıldığından söz edilebilmesi için bilgilendirmenin en azından uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncalarını, alternatif tıbbi müdahale usullerini, tedavinin kabul edilmemesi hâlinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ile hastalığın seyri ve neticelerini içermesi gerektiği söylenebilir. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi uygulama arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, § 50; Sultan Bulut ve diğerleri, § 56).

40. Somut olayda, ameliyat öncesinde düzenlenen belgenin bütün cerrahi tedavilere uygulanan ve genel ifadeler içeren matbu bir belge olduğu, başvurucunun cerrahi yöntem konusunda yeterli şekilde bilgilendirilmediği ve karşılaşabileceği riskler ile yan etkiler konusunda aydınlatılmadığı derece mahkemelerince tespit edilmiştir. Ayrıca sağlık hizmetinin sunulmasında büyük önem arz eden kayıtların eksiksiz ve doğru şekilde tutulması yönündeki yükümlülüğün de İdare tarafından yerine getirilmediği belirtilerek başvurucuya toplamda 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

41. Buna göre aydınlatılmış rızanın doğru şekilde alınmaması ve hastane kayıtlarının eksiksiz şekilde tutulmaması nedenleriyle hizmet kusurunun bulunduğu derece mahkemelerinin kararlarıyla ortaya konulduğundan bu hususta herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme, hizmet kusurunun giderilmesi amacıyla başvurucuya ödenen manevi tazminat miktarı ile maddi tazminata ilişkin talebin reddedildiği hususları dikkate alınarak başvurucuya yeterli bir giderim sağlanıp sağlanmadığı ile sınırlı olacaktır.

42. Mahkemelerce 20.000 TL olarak belirlenen manevi tazminat miktarı ile davanın koşulları ve başvurucunun uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunduğu değerlendirilmektedir. Zira 25/3/2009 tarihinde gerçekleştirilen cerrahi müdahale akabinde başvurucunun birçok kez sağlık kuruluşlarından tıbbi destek aldığı, tedavi sürecinin uzun yıllar devam ettiği, sağlık durumunun günlük yaşantısına önemli derecede etki ettiği ve somut olayın koşulları dikkate alındığında hükmedilen manevi tazminat miktarının tazminat hakkının özünü zayıflatacak kadar düşük olduğu görülmektedir. Söz konusu miktar Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda belirlediği tazminat miktarına göre de oldukça düşüktür. Üstelik söz konusu tazminat kararının hastane kayıtlarının eksiksiz şekilde tutulmamasına ilişkin ek bir nedene dayandırıldığı da görülmektedir.

43. Öte yandan açıkça tespit edilen hizmet kusurlarına rağmen derece mahkemeleri tarafından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi ve ret kararının ikna edici gerekçelere dayandırılamaması başvurucunun zararlarının yeterli şekilde tazmin edilememesine neden olmuştur. Gerek takdir edilen manevi tazminat miktarının düşük olduğu gerekse maddi tazminat talebinin reddedildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun mağduriyetine ilişkin yeterli giderimin sağlanamadığı sonucuna varılmaktadır. Bu durumda başvuruya konu davada verilen kararın ihlalin giderilmesi bakımından yetersiz olduğu değerlendirildiğinden başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması hakkı bakımından devletin pozitif yükümlülüğünün yerine getirildiği söylenemeyecektir.

44. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

45. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

46. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

47. Başvurucunun yargılamanın uzun sürdüğüne ilişkin şikâyetinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

49. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

50. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

51. Somut başvuruya konu yargılamanın üç dereceli olduğu görülmektedir. Yargılama süresinin başladığı tarih, tam yargı davasının açıldığı 26/8/2013 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise başvurucunun karar düzeltme talebinin reddedildiği 24/5/2019 tarihidir.

52. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında başvuruya konu olaydaki 5 yıl 9 aya yakın yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

53. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

54. Başvurucu; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve 100.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

55. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

56. Başvuruda tespit edilen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı yönünden ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

57. Bununla birlikte somut başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varıldığından anılan hak yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya 6.750 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmayıp başvurucu da yeterli bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 4. İdare Mahkemesine (E.2013/1879, K.2016/1832) GÖNDERİLMESİNE,

D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının kaldırılması için başvurucuya net 6.750 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemelerde gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Sekizinci İdare Dava Dairesine (E.2017/957, K.2017/2134) ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.