TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Ş.A. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/37809)

 

Karar Tarihi: 11/1/2023

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Duygu KALUKÇU

Başvurucu

:

Ş.A.

Vekili

:

Av. Özleyiş Yaşam YAZICI

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin ve suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/11/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:

6. 1980 doğumlu olan başvurucu, 4/5/2010 tarihinden itibaren Türk Hava Yolları A.O. (Kurum) bünyesinde doktor olarak görev yapmakta iken 29/6/2017 tarihinde Disiplin Kurulu kararıyla başvurucunun işten çıkarma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve 30/6/2017 tarihinde iş akdinin feshedildiği hususu başvurucuya tebliğ edilmiştir. Tebliğ evrakında, personel hakkında Millî Güvenlik Kurulunca millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, iltisakı yahut irtibatı bulunup bulunmadığı hususunda inceleme başlatıldığı, bu kapsamda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasının (PDY) vakıf ve dernekleri ile dergi ve mecmualarına üyelik, sosyal medya hesaplarında lehe paylaşım yapma, ByLock vb. örgütün kullandığı şifreli haberleşme programlarını indirme, örgütün bankalarında işlem yapma vb. kriterlerin kullanıldığı belirtilmiştir. Kuruma yapılan ihbar ve şikâyetler kapsamında örgüt ile bağlantılı fiillerden bir veya birkaçını işlediği değerlendirilen başvurucu hakkında makul şüphe oluştuğu ifade edilmiştir.

7. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle Kurum aleyhine 25/7/2017 tarihinde dava açmıştır. Bakırköy 29. İş Mahkemesine (Mahkeme) sunulan dava dilekçesinde başvurucu; somut bir sebep ileri sürülmeksizin iş akdinin sonlandırıldığını, feshin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

8. Davalı Kurum, cevap dilekçesinde başvurucu ile ilgili yapılan ihbar ve şikâyetlerle ilgili devlet kurum ve kuruluşlarından gelen bilgiler doğrultusunda başvurucunun FETÖ/PDY güdümünde hareketleri olduğu hususunun tespit edildiğini belirtmiş; gerek görülmesi hâlinde Bank Asyadaki hesap hareketlerinin incelenmesini talep etmiştir.

9. Mahkeme 20/10/2017 tarihli kararı ile başvurucunun iş akdinin yasal düzenleme kapsamında sona erdirildiğini ve yasal yetki nedeni ile fesihlerde geçersizlik koşullarının aranmayacağını belirterek davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, davanın esasına girilerek inceleme yapılması gerektiği gerekçesiyle istinaf talebinde bulunmuş; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 31. Hukuk Dairesi 8/11/2018 tarihli kararı ile hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı hususunun araştırılmadığı, Emniyet Genel Müdürlüğü (Emniyet), Jandarma Genel Komutanlığı (Jandarma), Bilgi Teknolojileri Kurumu ve Bank Asyadan varsa başvurucu ile ilgili bilgi ve belgelerin sorulmadığı gerekçesiyle istinaf talebinin kabulüne, gerekçeli kararın kaldırılmasına ve dosyanın Mahkemeye iadesine hükmetmiştir.

10. Dosya kendisine gelen Mahkeme, ilgili kurumlara müzekkere yazarak başvurucu hakkında bilgi/belge toplama yoluna gitmiştir. Bu kapsamda Mahkemeye gelen belgeler arasında başvurucunun Bank Asya hesap dokümanları gönderilmiştir. Gelen bilgiye göre başvurucu tarafından 28/1/2014 tarihinde 16.000 TL yatırılmak suretiyle katılım hesabı açıldığı, 29/6/2015 tarihinde ise paranın çekilerek hesabın kapandığı tespit edilmiştir.

11. Başvurucu 13/3/2019 tarihli dilekçesinde; Bank Asya hesap hareketlerine dair yapmış olduğu savunmasında, bahsi geçen 16.000 TL miktarındaki tutarın bir arkadaşından olan alacağını tahsil etmesi neticesinde eline geçtiğini, bu paranın katılım hesabına yatırılmasının terör örgütüne destek amacıyla değil sadece gelir elde etme amacıyla yapıldığını belirtmiştir. Bank Asyadan kredi kartı bile almadığını ifade eden başvurucu; uzun süredir Bankanın müşterisi olduğu açıklamasının dayanaksız olduğunu, özellikle yüksek gelir düzeyi gözönünde bulundurulduğunda yatırılan tutarın Bankayı kurtarma amacı taşımadığının ortada olduğunu beyan etmiştir. 29/6/2015 tarihinde hesapta bulunan parayı eşinin hesabına havale ettiğini ifade eden başvurucu, diğer bankalardaki parayı da eşine göndermek suretiyle gayrimenkul aldıklarını belirtmiştir.

12. Mahkeme 17/4/2019 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"İstanbul emniyet müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nce davacının herhangi bir gözaltı kararına rastlanmadığının bildirildiği, İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı'nca davacı ile ilgili herhangi bir istihbari bilgi ve belgeye rastlanılmadğıının bildirildiği görülmüştür.

Müflis Asya Katılım Bankasından davacının hesap bilgilerinin celbedildiği, incelenmesinde davacının 01/01/1996-22/07/2016 tarihleri arasında 1 adet kaydının bulunduğu, 2013 şubat ve aralık ayında hesapta para bulunmadığı, 2014 yılı ocak ayında 15.657,28 TL yatırıldığı 2015 yılı mayıs ayına kadar paranın hesapta bulunduğu anlaşılmıştır.

...

... dosya içeriğine göre, davacının FETÖ/PDY ile ilgi, iltisak ya da irtibatı bulunduğu konusunda davalı işveren açısından şüphe feshini gerektirir yeterli delil olduğu, terör örgütü ile irtibat veya iltisakı bulunduğuna dair şüphe bulunan bir işçiyi çalıştırmaya devam etmenin, yani iş sözleşmesinin devamını davalı işverenlerden beklemek mümkün olmadığı gibi iş sözleşmesinin devamının çekilmez hale geldiğini kabul etmek gerekeceği, davacı işçinin böyle bir şüphe altında iken davalı işverenden işçinin iş sözleşmesinin devamını beklemenin iyiniyet kurallarına aykırı olduğu gibi davalı işverene de bu nedenle iş akdini sonlandırma yetkisi vermesi gerektiği, feshin, şüphe feshinin şartlarını taşıdığı ve geçerli nedene dayandığı (İstanbul BAM 24. H.D., 2019/798 E-2019/1201K) anlaşıldığından davanın reddine karar verilmiştir."

13. Başvurucu, gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; beyan dilekçesindeki açıklamalarına ek olarak söz konusu tespitin örgütsel saikle yapıldığının ispat edilemediğini, ayrıca isnat edilen eylemin suç unsuru teşkil etmediğini ileri sürmüştür.

14. Bölge Adliye Mahkemesi 10/9/2019 tarihli karar ile istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Somut olayda, dosya içeriğinden davacının, davalı işyerinde çalışmakta iken 08.06.2017 tarihinde FETÖ/PDY terör örgütüne üyelik, mensubiyet iltisak yahut irtibat şeklinde bağlantısı olduğuna dair kriterler doğrultusunda alınan disiplin kararına dayanılarak, 29.06.2017 tarihinde işten çıkartıldığı anlaşılmaktadır. Mahkemece davacının anılan terör örgütü ile bağlantısı olup olmadığının tespiti için yazılan müzekkerelerden Bank Asya'ya yazılan müzekkere cevabına göre, davacının 28.01.2014 tarihinde yani terör örgütü elebaşısının 'Bank Asya'ya para yatırın' talimatının kamuoyunda paylaşılmaya başlandığı dönemin hemen akabinde anılan terör örgütünün finans kuruluşu durumundaki bankaya 16.000 TL para yatırdığı, bankanın TMSF'ye devrinden kısa süre sonra yani 29.06.2015 tarihi itibariyle ise hesabın kapatıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre, fesih tarihinden kısa süre öncesinde yaşanan ve söz konusu terör örgütü tarafından gerçekleştirilen kalkışma nedeniyle ülkenin içinde bulunduğu durum, davalı işveren şirketin, sermayesinin % 49,12'si kamu payı olan, devletin ve milyonlarca yolcunun can ve mal güvenliğinin emanet edildiği milli havayolu şirketi olması ve stratejik önemi dikkate alındığında söz konusu şaibeli hesap hareketlerinin, davalı işverenin, işçisine duyduğu güvenin zedelenmesine yol açabilecek mahiyette olduğu ve yukarıdaki açıklamalar dikkate alındığında şüphe feshinin şartlarını taşıdığı kanaatine varılmıştır."

15. Nihai karar 21/10/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 14/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

17. İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-25.

B. Yargıtay Kararları

18. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üysi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır."

19. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:

"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..."

20. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin 4. maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin 7. maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.

Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir."

21. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4. maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.

Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 06.09.2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun 18. ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.

Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir."

22. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/464, K.2018/6086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Somut olayda; davacının iş sözleşmesinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında Mahkemece öncelikle yapılacak iş; davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Anayasa Mahkemesinin 11/1/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

24. Başvurucu; iş akdinin usul ve yasaya aykırı bir şekilde feshedildiğini, keyfî bir şekilde işten çıkarıldığını, FETÖ/PDY ile bağlantısının olmadığını, derece mahkemelerince eksik inceleme neticesinde davanın reddedildiğini, iddia ve itirazlarının incelenmediğini belirtmiştir. Hak düşürücü süre bakımından fesih bildiriminin zamanında yapılmadığını ifade eden başvurucu iddia ve itirazları karşılanmaksızın verilen karar nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini; yasal zeminde faaliyet gösteren bir Bankaya para yatırdığı hususunun şüphe feshine gerekçe yapılması medeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

25. Bakanlık görüşünde, taraflar arasındaki iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, geçerli nedenle feshin söz konusu olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin davanın reddine karar verdiği ve anılan kararın kanun yollarından geçerek kesinleştiği hatırlatılmış; hukuk kurallarını yorumlama yetkisinin derece mahkemelerine ait olduğu, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durum olmadığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti mahiyetinde kalacağı hususlarında değerlendirmeler içeren Anayasa Mahkemesi kararlarına yer verilerek başvuru incelenirken bu hususların gözönünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir.

26. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında, başvuru formunda ileri sürdüğü hususları tekrar etmiştir.

b. Değerlendirme

27. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucu, hakkında yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan iddia ve itirazları incelenmeksizin, açtığı işe iade davasının adil yargılanma hakkına aykırı bir şekilde reddedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun bu yöndeki iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

29. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

30. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

31. Somut olayda, işveren nezdinde 2010 yılından itibaren çalışmakta olan başvurucunun iş sözleşmesi, terör örgütü ile irtibatı/iltisakı bulunduğu şüphesiyle feshedilmiştir. Başvurucu, iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek işveren aleyhine işe iade istemiyle dava açmıştır. Dava kapsamında işveren Kurumun iddiası ve derece mahkemelerince yapılan araştırma neticesinde örgüt lideri tarafından Bank Asyaya para yatırılması talimatının hemen akabinde 28/1/2014 tarihinde başvurucunun Bankada yaklaşık 16.000 TL tutarında hesap açtığı ve bu miktarı 2015 Haziran ayına kadar hesapta tutmaya devam ettiği belirtilerek davanın reddine hükmedilmiştir (bkz. §§ 6-14). Bu çerçevede davalı Kurumun iddiası ve Mahkemenin değerlendirmesine göre işvereni şüphe feshine götüren olgu, başvurucunun Bank Asyaya para yatırmasıdır.

32. Bank Asyanın FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin çağrıları üzerine örgüt üyelerinin yatırdığı paralar üzerinden gelir elde ettiği, bu suretle örgüt faaliyetlerine mali yönden kaynak sağladığı ve örgütün finans merkezi olduğu hususu yargı kararlarıyla tespit edilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 35; Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, § 59; Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 20/12/2017 tarihli ve E.2017/1862, K.2017/5796 sayılı kararı). Aynı zamanda mutat hesap hareketlerinin örgütsel faaliyette bulunma ya da örgüte yardım etme kapsamında değerlendirilemeyeceği de Yargıtay tarafından kabul edilmiştir (Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 25/6/2020 tarihli ve E.2020/1974, K.2020/3079 sayılı kararı). Her durumda Bank Asyaya para yatırılarak FETÖ/PDY ile irtibat veya iltisak içinde olunduğu, bu suretle işçi ve işveren arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak sözleşmenin feshedilebilmesi için yukarıda açıklanan ilkelere uygun şekilde hareket edilmesi gerektiği açıktır (Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, § 137).

33. Başvuruya konu olayda başvurucunun örgüt liderinin Bank Asyaya para yatırılması talimatının hemen sonrasında 28/1/2014 tarihinde hesap açtığı ve 16.000 TL para yatırdığı, bu parayı ise 2015 Haziran ayına kadar hesapta tuttuğu görülmüştür. Başvurucu yargılama sürecinde yaptığı savunmasında, söz konusu parayı arkadaşının kendine olan borcunu ödemesi neticesinde yatırım amacıyla Bank Asyaya yatırdığını, örgütsel saik taşımadığını, Kuveyt Türk vb. bankalarda da hesaplarının olduğunu, 2015 Haziran ayında farklı hesaplardaki paraları birleştirerek ev satın aldığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca mevcut kazancı karşısında söz konusu miktarın ciddi bir meblağ teşkil etmediğini, Bankayı kurtarma amacı bulunmadığı gibi buna hizmet edecek nitelikte de olmadığını ileri sürmüştür.

34. Başvurucunun, özellikle elde ettiği gelir karşısında yatırdığı meblağın düşük olduğu iddiası dikkate değer ise de başka bankalarda hesapları olduğu hâlde söz konusu talimatın hemen akabinde, Bank Asyada hesap açmasının ve uzun sayılabilecek bir süre parayı hesapta tutmasının şüphe feshi açısından makul olduğu yönündeki derece mahkemesi değerlendirmesinin keyfî olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Somut olayda başvurucu, hatalı değerlendirme yapıldığını belirterek mahkeme kararının doğru olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun ileri sürdüğü iddialar mahkemelerce delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararlarının gerekçesinde bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.

35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Makul Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları

36. Başvurucu, yargılamanın makul sürede neticelendirilmediğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

37. Anayasa'nın 36. ve 141. maddeleri bağlamında medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerektiğine dair temel ilkeler Anayasa Mahkemesince daha önce incelenmiş ve bu konuda kararlar verilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013; Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun, B. No: 2012/12, 17/9/2013; Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013). Başvuru konusu olayda bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır.

38. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde davanın iki dereceli yargılama sisteminde 2 yıl 1 ay 17 gün sürdüğü tespit edilmiştir. Yargılama süreci bir bütün olarak dikkate alındığında başvurucunun hakkını ihlal edecek bir gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Masumiyet Karinesi Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları

40. Başvurucu, hakkında hiçbir cezai takibat olmadığı hâlde suç unsuru teşkil etmeyen bir eylem/işlem nedeniyle terör örgütü ile irtibatlı/iltisaklı kabul edilerek iş akdine son verilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

41. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/4/2017, § 27).

42. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).

43. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39).

44. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).

45. Masumiyet karinesinin sağladığı ve yukarıda anılan güvencenin dışında kalan, ayrıca suç isnadına ve suç ithamına ilişkin olmayan durumlara yönelik ihlal iddiaları ise masumiyet karinesinin kapsamı içinde yer almamaktadır.

46. Somut olayda başvurucu hakkında bir ceza yargılaması bulunmadığı anlaşılmıştır. Bireysel başvuruya konu derece mahkemesi kararında ise başvurucunun terör örgütü ile irtibatı ve iltisakı olduğu belirtilmesine karşın terör örgütü ile ilişkili olmanın başlı başına bir suç ithamı anlamına gelmeyeceği, bireysel başvuruya konu edilen derece mahkemesindeki yargılamanın bir ceza yargılaması niteliği taşımadığı ve kararda kullanılan dilin başvurucunun masumiyetini sorgulamadığı değerlendirilmiştir.

47. Buna göre hakkında ceza yargılaması ve suç isnadı bulunmayan, herhangi bir suçla itham da edilmeyen başvurucunun ihlal iddialarının masumiyet karinesi kapsamına girmediği anlaşılmıştır.

48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

49. Başvurucu, devletin denetim ve gözetim organları tarafından yasal zeminde faaliyet gösteren bir bankaya para yatırdığı için suçlu muamelesi gördüğünü ve Disiplin Kurulu kararı ile işten çıkarılma cezası ile tecziyesine karar verildiğini belirterek suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

50. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bireysel başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşme'ye ek protokoller kapsamına da girmesi gerekir. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan hak ihlali iddiasını içeren başvurular bireysel başvurunun kapsamında değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

51. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru bağlamında Anayasa'nın 38. maddesine ilişkin inceleme yetkisi, anılan maddenin norm alanına dâhil olan her türlü yaptırımı kapsayacak şekilde geniş olmayıp Sözleşme çerçevesinde suç isnadı olarak nitelenebilen yaptırımlarla sınırlı tutulmuştur. Diğer bir ifadeyle Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruda Anayasa'nın 38. maddesi kapsamına giren her türlü yaptırımın değil sadece Anayasa ile Sözleşme'nin ortak koruma alanına giren suç isnadı sayılan yaptırımların anılan maddedeki güvenceleri ihlal edip etmediğini denetleme yetkisini haizdir (D.M.Ç., B. No: 2014/16941, 24/1/2018, § 33).

52. Sözleşme'nin 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."

53. Anayasa'nın 38. maddesinin birinci fıkrasında "Kimse, ... kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz" denilerek suçun kanuniliği, üçüncü fıkrasında da "Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur." ifadesine yer verilerek cezanın kanuniliği ilkesi getirilmiştir. Anayasa'nın 38. maddesinde yer alan "suçta ve cezada kanunilik" ilkesi uyarınca hangi eylemlerin yasaklandığının ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi buna ilişkin kanunun açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekir.

54. Uyuşmazlığın suç ve cezalara ilişkin olması, ihlal iddiasının Sözleşme'nin 7. ve Anayasa'nın 38. maddesinin ortak koruma alanı kapsamında değerlendirilebilmesinin ön şartıdır. Bu durumda bireysel başvuruya konu somut olayda iş akdinin feshi işleminin -suçlarda ve cezalarda kanunilik ilkesine yönelik ihlal iddiası açısından- Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer alıp almadığı belirlenmelidir.

55. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinden inceleme yapılabilmesi için bir suç isnadının varlığı gerekir. Suç isnadının özerk bir kavram olması nedeniyle bir isnadın Anayasa'nın 38. ve Sözleşme'nin 7. maddesi kapsamında olup olmadığının tespiti amacıyla üç ayrı kriter kullanılmaktadır. İlk olarak isnadın ulusal ceza mevzuatında suç olarak düzenlenip düzenlenmediğine bakılmalı ve isnat edilen eylem, ulusal ceza mevzuatında suç addedilmişse yapılan isnat diğer kriterlerin uygulanmasına gerek kalmadan suç isnadı olarak kabul edilmelidir (B.Y.Ç., B. No: 2013/4554, 15/12/2015, § 31).

56. İsnada konu eylemin ulusal mevzuatta suç addedilmediği durumlarda ise eylemin suç karakteri ve özelliği taşıyıp taşımadığı ile eylem için öngörülen cezanın ağırlığı ve amacı dikkate alınacaktır. Bu bağlamda idari yaptırımlara ilişkin bulunan isnadın cezai anlamda bir suç isnadı olup olmadığının belirlenmesinde yaptırımın belirli bir grubu mu yoksa herkesi mi bağladığı, caydırma ve cezalandırma amacı içerip içermediği, ilgili eylemin ceza hukukunda yer alan suçlarla benzerlik taşıyıp taşımadığı, uygulanan usullerin ceza hukuku alanındaki yargısal usullere benzeyip benzemediği gibi faktörler dikkate alınacaktır (B.Y.Ç., § 32).

57. Buna göre ceza hukuku anlamında suçun herkes tarafından işlenebilmesi mümkün iken genellikle bir kurumun iç işleyişiyle veya bir meslek grubunun faaliyetleriyle ilgili olan eylemler yalnızca belli sıfata, mesleki unvana sahip kişiler tarafından işlenebildiğinden yalnızca belirli bir grubu bağlamakta ve bu nedenle cezai anlamda suç niteliği taşımamaktadır. Diğer taraftan bir yaptırımın ciddi şekilde caydırıcı olması veya yaptırımın sonucunun belirli şartlar dâhilinde hürriyeti bağlayıcı ceza ile ilintilendirilmesi hâlinde cezai anlamda da bir suçun mevcut olduğu kabul edilebilir (B.Y.Ç., § 33).

58. Yukarıda belirtilen ilkeler ışığında somut başvuru değerlendirildiğinde iş akdinin feshinin suç isnadı niteliğinde olmadığı, darbe teşebbüsü sonrası yaşanan olağanüstü hâl koşulları kapsamında ve millî güvenliğin yeniden tesisi için alınması zaruri görülen bir tedbir mahiyetinde olduğu, söz konusu tedbirin hürriyeti bağlayıcı ceza sonucu doğurmadığı görülmüştür. Bu nedenle başvurunun bir suç isnadının karara bağlanmasına ilişkin bir uyuşmazlığı konu edinmediği açıktır.

59. Bu durumda başvurucunun ihlal iddiasının Anayasa'nın 38. maddesi ile Sözleşme'nin 7. maddesinin ortak koruma alanı kapsamında dikkate alınabilecek nitelikte olmadığının kabul edilmesi gerekmektedir.

60. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

B. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 11/1/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.