TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İRFAN ŞEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/39177)

 

Karar Tarihi: 11/1/2023

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Duygu KALUKÇU

Başvurucu

:

İrfan ŞEN

Vekili

:

Av. İlhami AKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mahkeme kararı ile iptaline hükmedilen idari işleme istinaden iş sözleşmesinin feshedilmesi ve istinaf mercii kararına karşı temyiz imkânı tanınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 29/11/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:

6. 1989 doğumlu olan başvurucu, 2016 yılından itibaren S.T.K. Güvenlik Sistemleri Özel Güvenlik Ticaret Limitet Şirketi (Şirket) bünyesinde Eskişehir Anadolu Üniversitesinde (Kurum) özel güvenlik görevlisi olarak işçi statüsünde çalışmakta iken Eskişehir Valiliği İl Özel Güvenlik Komisyonunun (Komisyon) 31/1/2018 tarihli ve 2018/802 sayılı kararıyla başvurucunun özel güvenlik kimlik kartı ve çalışma izni iptal edilmiş; buna istinaden 6/2/2018 tarihinde de iş sözleşmesi feshedilmiştir.

A. İdari Yargı Süreci

7. Başvurucu, Komisyonun işlemine karşı 16/2/2018 tarihli dilekçe ile Eskişehir 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Komisyon kararının hukuka aykırı olduğunu, hiçbir gerekçe gösterilmeden söz konusu işlemin tesis edildiğini, yapılan araştırmalar neticesinde şifahen ağabeyi hakkında ceza davası bulunması nedeniyle kimlik kartının ve çalışma izninin iptal edildiği bilgisinin verildiğini, bu şekliyle tesis edilen işlemin hukuki güvenlik, hukuki belirlilik, suç ve cezada şahsilik ilkelerine aykırı olduğunu, kaldı ki ağabeyinin suçunun sabit olmadığını, söz konusu isnada ilişkin olarak savunma hakkı dahi tanınmadığını, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile irtibatının olmadığını ileri sürmüştür.

8. Davalı Eskişehir Valiliği (Valilik) tarafından gönderilen cevabi yazıda, Emniyet Genel Müdürlüğünün 22/7/2016 ve 4/1/2017 tarihli yazıları uyarınca başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması neticesinde başvurucunun ağabeyinin ByLock kullanıcısı olduğunun ve FETÖ/PDY kapsamında kamu görevinden ihraç edildiğinin tespit edildiği, bu nedenle başvurucunun da özel güvenlik görevlisi olma şartlarını kaybettiği, kimlik belgesi ve çalışma izninin iptal edildiği, dava konusu işlemin mevzuata ve hukuka uygun olarak tesis edildiği ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmuştur.

9. İdare Mahkemesi, 22/2/2018 tarihli ara kararıyla Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığından (Başsavcılık) başvurucu hakkında bir soruşturma bulunup bulunmadığını sormuş; Valilikten de dava konusu işleme dayanak tüm bilgi ve belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. Başsavcılık, ara karara verdiği cevapta FETÖ/PDY şüphelisi olarak başvurucunun kaydının bulunmadığını, Valilik ise başvurucunun ağabeyine ilişkin iddialar dışında başkaca bir bilgi ve belgenin olmadığını belirtmiştir.

10. İdare Mahkemesi 5/4/2018 tarihinde davaya konu idari işleme yönelik olarak yürütmenin durdurulması kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde, özel güvenlik hizmetinin niteliğine değinmiş, bu hizmetin millî güvenlik veya kamu güvenliğine yönelik hizmetler kapsamında olmadığını, sadece belirlenen alanlarda ve sınırlı yetkiye dayalı olarak yerine getirildiğini, özel güvenlik hizmeti veren kişilerin hizmet sözleşmesi uyarınca istihdam edilen personel statüsünde olduğunu, dolayısıyla bu kişiler hakkında yapılacak güvenlik soruşturmasında kamu görevlileri için kullanılan kriterlerin uygulanmasının ölçülü ve hakkaniyetli olmayacağını ifade etmiştir. Somut olayda başvurucunun kendisi ile ilgili herhangi bir tespitin bulunmadığına dikkat çeken İdare Mahkemesi, başvurucunun ağabeyi ile ilgili yapılan tespitin ise tek başına kimlik kartının ve çalışma izninin iptaline gerekçe yapılamayacağını belirtmiştir. Bu karara karşı Valilik itiraz etmişse de kararda bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle itiraz reddedilmiştir.

11. Devam eden yargısal süreçte, 17/10/2018 tarihinde, davacı ve davalı vekillerinin de katılımı sağlanarak duruşma açılmış; başvurucu vekili yürütmenin durdurulması kararına rağmen başvurucunun işe geri alınmadığını belirterek dava konusu işlemin iptalini talep etmiş; Valilik ise güvenlik araştırması ve soruşturmasının kişinin yakınları ve akrabalarını da kapsayacak şekilde yapılması gerektiğini, buna ilişkin Danıştay kararı bulunduğunu ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir.

12. İdare Mahkemesi 24/10/2018 tarihli kararı ile dava konusu işlemin iptaline hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu durumda; hakkında olumlu kanaat edinilememesine sebep olarak gösterilen davacının abisi hakkında FETÖ/PDY terör örgütü üyeliği kapsamında yapılan adli va idari tespitlerin suçların şahsiliği ilkesi uyarınca, davacının güvenlik görevlisi olarak görev yapmasına engel ve hukuken geçerli kabul edilecek bir nitelik taşımadığı, bunun dışında da davacı hakkında başka bir iddia ve belgenin olmadığının anlaşılması karşısında, davacının silahlı özel güvenlik görevlisi kimlik kartının ve çalışma izin belgesinin iptal edilmesine ilişkin tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

Öte yandan, davacının terör örgütüne finansal destek sağladığı, doğrudan ya da dolaylı yardım ettiği yahut herhangi bir terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunduğu gerekçesiyle hakkında adli soruşturma veya kovuşturma başlatılması yahut bu yönde hukuken kabul edilebilir bir delil elde edilmesi halinde özel güvenlik görevlisi kimlik kartının her zaman iptal edilebileceği de açıktır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline..."

13. Gerekçeli karar, istinaf ve temyiz incelemelerinden geçerek 30/12/2020 tarihinde kesinleşmiştir.

B. Adli Yargı Süreci

14. Başvurucu, idari yargı süreci devam ederken 20/3/2018 tarihli dava dilekçesi ile işveren aleyhine ayrıca tespit ve işe iade davası açmıştır. Eskişehir 1. İş Mahkemesine (Mahkeme / Hukuk Mahkemesi) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu, Komisyonun kararına karşı iptal davası açtığını ve yürütmenin durdurulması talebinde bulunduğunu, feshin usul ve yasaya aykırı olduğunu, savunması dahi alınmaksızın iş akdinin feshedildiğini, herhangi bir yasa dışı kişi, kurum yahut örgütle ilişkisinin olmadığını, ağabeyi hakkında yapılan tespit nedeniyle işten çıkarılmasının suç ve cezada şahsilik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüş; idari yargı sürecinin bekletici mesele yapılarak yargılamanın sonucunda feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.

15. Davalı Şirket, sunduğu cevap dilekçesinde, başvurucunun iş akdinin ilgili mevzuat çerçevesinde ve haklı nedenle feshedildiğini belirterek davanın reddini talep etmiş; davalı Kurum ise sunduğu cevap dilekçesinde usule ilişkin olarak davanın husumet yönünden reddedilmesi gerektiğini, esasa ilişkin olarak ise başvurucunun kimlik kartının ve çalışma izninin iptal edilmesi nedeniyle iş akdinin devamının mümkün olmadığını ileri sürmüştür.

16. Mahkeme, yargılama boyunca Başsavcılık, Emniyet Müdürlüğü, Eskişehir 1. İdare Mahkemesi ve Komisyona müzekkere yazarak başvurucu hakkındaki bilgi ve belgeleri toplamış, işçilik alacaklarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmış, çeşitli tarihlerde olmak üzere altı kez duruşma açmış, davacı ve davalılara savunmalarını, iddia ve itirazlarını ileri sürme imkânı tanımıştır.

17. Mahkeme 31/10/2018 tarihli ve E.2018/240, K.2018/1158 sayılı gerekçeli kararında davanın kabulü ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Eskişehir Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü'ne ve Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı'na müzekkere yazılmış ve mahkememize verilen cevaptan davacı hakkında herhangi bir terör örgünüte üye olmak veya terör eylemine katılmak suçu ile ilgili herhangi bir soruşturmanın bulunmadığının bildirildiği görülmüştür.

Yine davacının özel güvenlik kimlik kartının ve çalışma izninin iptali işlemine ilişkin Eskişehir 1.İdare Mahkemesi'nin 05/04/2018 tarih ve 2018/96 Esas sayılı dosyasında yürütmenin durdurulması yönünde karar verildiği, bu kararın Ankara Bölge İdare Mahkemesi 9.İdari Dava Dairesi'nin 02/05/2018 tarih ve 2018/284 Y.D.İtiraz No'lu kararı ile onandığı görülmüştür.

...

Davacının iş akdi Eskişehir Valiliği tarafından özel güvenlik kartının iptali üzerine fesih edilmiş olup, tebliğ tebellüğ belgesinden 06/02/2018 tarihinden 17:30 itibariyle görevine son verildiği belirtilmiştir. Kod 29 olarak aynı tarihte işten ayrılış bildirgesi verilmiştir.

Mahkememiz davacı işçinin iş akdinin feshine ilişkin evrakları valilikten istemiş, Eskişehir Valiliği Özel Güvenlik Komisyonunun 25/04/2018 tarih 2018/2780 sayılı yazısına göre; davacının iptal edilen silahlı kimlik kartının idari yargının vermiş olduğu karar doğrultusunda iade edildiği ve şahıs hakkındaki red kararının kaldırıldığı anlaşılmaktadır.

Gelen belgelerin incelenmesinde; Eskişehir Valiliği Özel Güvenlik Komisyon kararıyla 25/10/2017 tarih 2017/802 sayılı kararında, davacının abisi İ.Ş.'nin FETÖ/PDY şifreli haberleşme programı BYLOCK kullanıcısı olması nedeniyle polis memuru iken meslekten ihraç edildiği nedenle davacının özel güvenlik görevlisi kimlik kartının iptal edildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar davalı taraf feshin geçerli olduğunu beyan etmişse de; İdari Yargının vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararı, davacı hakkında yapılan araştırmada herhangi bir terör örgütüyle bağlantısına ilişkin bilgi edinilememiş olması, Yürütmenin Durdurulması kararı üzerine Özel Güvenlik Kartının iade edildiği anlaşılmakla davacının davalı şirketteki işine iadesine karar verilmiş..."

18. Davalı Kurum, gerekçeli karara karşı 11/12/2018 tarihli dilekçe ile istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde öncelikli olarak husumet iddiasını tekrar eden Kurum, esasa ilişkin olarak ise ilgili mevzuata atıf yaparak davanın reddini talep etmiş; özel güvenlik görevlisi olabilmek için gerekli şartların sonradan kaybedildiğini, davalı Şirket tarafından da bu nedenle kimlik kartı ve çalışma izninin iptal edildiğini, dolayısıyla başvurucunun özel güvenlik görevlisi olarak çalıştırılmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Başvurucu ise 16/1/2019 tarihli cevap dilekçesinde genel olarak dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar etmiş ve istinaf başvurusunun reddi talebinde bulunmuştur.

19. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi 15/10/2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun kabulüne ve gerekçeli kararın ortadan kaldırılarak davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Somut olayda, davacının abisinin polis olarak görev yaparken FETÖ terör örgütünün haberleşme programı olan Bylock programını kullandığından memuriyetten çıkartıldığının tespiti üzerine Eskişehir İl Özel Güvenlik Komisyonu'nun 31/01/2018 tarihli kararıyla davacının özel güvenlik görevlisi kimlik kartının iptal edildiği ve bunun üzerine davalı şirket tarafından iş sözleşmesinin 06.02.2018 tarihinde işten ayrılış bildirgesinde 29 nolu kod seçilerek feshedildiği anlaşılmaktadır.

Yukarıdaki hükümlerden de anlaşıldığı üzere, öncelikle özel güvenlik görevlisinin çalışma izninin iptal edilmesi ve/veya kimlik kartının iptal edilerek el konulması halinde işçinin özel güvenlik görevlisi olarak çalıştırılması mümkün olmadığından ve bu durum bir yeterlilik ile elverişlilik sorunu ortaya çıkardığından işveren açısından yapılan feshin geçerli olduğunun kabulü gerekir. Nitekim Yargıtay' da benzer olaylarda feshin geçerli olduğunu kabul etmiştir (Yarg. 9. Hukuk Daresinin 2007/15086 Esas 2007/36534 Karar yine 2007/13444 Esas 2007/29833 Karar sayılı karar).

...

Davacı tarafından özel güvenlik belgesinin iptaline ilişkin idari işleme karşı yürütmeyi durdurma istemli olarak Eskişehir 1. İdare Mahkemesinde dava açılmış ve 05.04.2018 tarihinde mahkemenin kararından önce yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir. Bu karara yapılan itiraz da Ankara BİM 9. İdari dava Dairesi tarafından reddedilmiştir. Eskişehir Valiliği'nin idari işleminin yürütmesi durmuş ise de işverence fesih işleminin yapıldığı 06.02.2018 tarihi itibariyle davacının silahlı - silahsız özel güvenlik belgesi iptal edildiğinden davalı şirketin davacıyı güvenlikçi olarak istihdam etmesi beklenemez.

Davacının da bu kapsamda özel güvenlik görevlisi olarak çalıştırılmasında yasal engel bulunmaktadır. Bu nedenle de işverence yapılan fesih geçerlidir."

20. Başvurucu, nihai kararı 4/11/2019 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir.

21. Başvurucu 29/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevuzat

22. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Yürütmenin durdurulması" kenar başlıklı 27. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Danıştayda veya idari mahkemelerde dava açılması dava edilen idari işlemin yürütülmesini durdurmaz.

2. (Değişik: 2/7/2012-6352/57 md.) Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir. (Ek cümle: 21/2/2014-6526/17 md.) Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler, uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz. Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur. Sadece ilgili kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmünün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulduğu gerekçesiyle yürütmenin durdurulması kararı verilemez."

23. 10/6/2004 tarihli ve 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun'un "Özel güvenlik görevlilerinde aranacak şartlar" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:

"Özel güvenlik görevlilerinde aşağıdaki şartlar aranır:

a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak.

b) (Değişik: 21/4/2005 – 5335/23 md.) Silahsız olarak görev yapacaklar için en az sekiz yıllık ilköğretim veya ortaokul; silahlı olarak görev yapacaklar için en az lise veya dengi okul mezunu olmak.

c) 18 yaşını doldurmuş olmak.

d) (Değişik: 2/1/2017 - KHK-680/69 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/67 md.) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa bile;

1) Kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına mahkûm olmamak.

2) Affa uğramış olsa bile Devletin güvenliğine, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, özel hayata ve hayatın gizli alanına ve cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ile uyuşturucu veya uyarıcı madde suçları, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, kaçakçılık ve fuhuş suçlarından mahkûm olmamak.

3) Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, özel hayata ve hayatın gizli alanına, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ile uyuşturucu veya uyarıcı madde suçlarından dolayı hakkında devam etmekte olan bir soruşturma veya kovuşturma bulunmamak.

e) (Mülga: 23/1/2008 – 5728/578 md.)

f) Görevin yapılmasına engel olabilecek vücut ve akıl hastalığı ile engelli bulunmamak.

g) 14 üncü maddede belirtilen özel güvenlik temel eğitimini başarıyla tamamlamış olmak.

h) (Ek: 2/1/2017 - KHK-680/69 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/67 md.) Güvenlik

soruşturması olumlu olmak"

24. 5188 sayılı Kanun'un "Çalışma izni" kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

"(Değişik birinci fıkra: 2/1/2017 - KHK-680/70 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/68 md.) Özel güvenlik görevlisi olarak istihdam edilecekler ile özel güvenlik şirketlerinde, alarm izleme merkezlerinde ve özel güvenlik eğitimi verecek kurumlarda kurucu ve/veya yönetici olarak çalışacaklar hakkında valilikçe güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılır. Soruşturma sonucu olumlu olanlara, bu Kanunun 14 üncü maddesinde belirtilen özel güvenlik temel eğitimini başarıyla bitirmiş olmak şartıyla, valilikçe çalışma izni verilir. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması bir ay içinde tamamlanır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması her kimlik verilmesi veya ihtiyaç duyulması halinde yenilenir. Şirketlerde eğitici ve temsilci olacaklar ile şirket ortağı tüzel kişi ortaklarında da kurucularda aranan şartlar aranır ve güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılır.

Göreve başlayan özel güvenlik görevlileri işveren tarafından onbeş gün içinde valiliğe bildirilir.

(Mülga üçüncü fıkra: 29/3/2011-6215/2 md.)

(Değişik dördüncü fıkra : 2/1/2017 - KHK-680/70 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/68 md.) Yönetici veya özel güvenlik görevlisi olabilme şartlarını taşımadığı veya bu şartlardan herhangi birini sonradan kaybettiği tespit edilenlerin kimliği iptal edilir.

(Mülga beşinci fıkra: 29/3/2011-6215/2 md.)

(Ek fıkra : 2/1/2017 - KHK-680/70 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/68 md.) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya irtibatı olduğu tespit edilen kişiler, özel güvenlik alanında faaliyet yürüten şirket veya birimlerde çalışamazlar."

25. 5188 sayılı Kanunu'nun "Kimlik" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:

"Özel güvenlik görevlilerine valilikçe kimlik kartı verilir. Kimlik kartında görevlinin adı ve soyadı ile silahlı ya da silahsız olduğu belirtilir.

Kimlik kartı görev alanı ve süresi içerisinde herkes tarafından görülebilecek şekilde yakaya takılır. Üzerinde kimlik kartı olmayan özel güvenlik görevlileri Kanunun 7 nci maddesinde sayılan yetkileri kullanamazlar.

Herhangi bir sebeple görevinden ayrılan özel güvenlik görevlileri işveren tarafından onbeş gün içinde valiliğe bildirilir."

2. Danıştay ve Yargıtay Kararları

26. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 30/9/1994 tarihli ve E.1993/247, K.1994/559 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

 “...İdare hukuku ilkelerine göre, iptal davaları incelenirken iptali istenilen işlemin tesis edildiği andaki durum yargılanır ve iptal kararı, idari işlemi tesis edildiği tarihten itibaren ortadan kaldırır. Çünkü sakat bir idari işlemin hukuk düzenine girmesi ile hukuka aykırı bir durum doğar. Bu durumun giderilebilmesi için iptal kararı hukuken sakat idari işlemi geriye yürür bir biçimde ortadan kaldırır ve hukuka aykırı işlem yapılmasından önceki duruma dönülür...”

27. Danıştay 5. Dairesinin 9/2/2000 tarihli ve E. 1997/2609, K. 2000/437 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“...iptal kararlarının geriye yürümesi (Makable şamil olması), yani iptal edilen idari işlemin tesis edildiği tarihe kadar etkide bulunması İdare Hukukunun bilinen bir kuralıdır. Dolayısıyla dava konusu edilen işleme dayanan veya onunla doğrudan doğruya ilişkisi bulunan diğer idari tasarrufların da bu karardan etkilenmesi kaçınılmazdır...”

28. Danıştay 2. Dairesinin 27/8/2007 tarihli ve E. 2007/2076 sayılı yürütmenin durdurulması kararının ilgili kısmı şöyledir:

 “Hukuka aykırı bulunan idari işlemler hakkında verilen iptal kararları; varlıklarını hukuka uygunluk karinesinden yararlanmak suretiyle sürdüren idari işlemleri tesis edildikleri tarihe kadar geriye yürür şekilde ortadan kaldırır. Dolayısıyla, dava konusu edilen idari işleme bağlı olan diğer işlemler de ortadan kalkar. İptal kararlarının bu özelliği, dava konusu yönetsel tasarruftan önceki hukuki durumun sağlanması gereğinden kaynaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle, iptal kararları; iptal edilmiş olan idari işlemi hukuk aleminde hiç doğmamış hale getirmektedir. Bununla birlikte iptal kararları herkes bakımından geçerlidir. Aynı idari işlemin iptali amacıyla başkalarının da iptal davası açmasına gerek bulunmamaktadır. iptal kararı, davacının yanı sıra iptal olunan idari işlemin etkide bulunduğu diğer kimseler hakkında da hüküm ifade etmektedir.

Konuya yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlar açısından yaklaşıldığında, bu tür kararlar ile iptal kararları arasında temelde bir fark bulunmamaktadır. Yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlar ile iptal kararların her ikisi de, dava konusu işlemde önceki hukuki durumu geri getirmekle birlikte, yürütmenin durdurulması kararları; idari işlemin yürürlüğünü askıya alan ve geçici nitelikte olan (davanın esası hakkında karar verilmesiyle kendiliğinden son bulan) kararlardır. Ancak, şu hususun hemen belirtilmesi gerekir ki; idari işlemin yürürlüğünü askıya alma durumu, idari işlemin tesisinden ve icrasından önceki hukuki durumun yürürlüğünü sağlamak suretiyle olmaktadır...”

29. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 9/9/2013 tarihli ve E. 2012/11904, K. 2013/21546 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"İş ve sosyal güvenlik hukuku kurallarının uygulanmasında, kamu müdahalesinin somutlaştığı temel iki kurum; iş denetimi ve iş yargısıdır. İş hukuku ilkeleri temelinde iş hukuku kuralları çerçevesinde, içtihat ve öğretinin katkısı ile aleni yargılama sonucu hakkın yerine getirilmesi, sosyal devlet ilkesinin gere­ğidir. Bu nedenle iş hukukunun kamu düzenini ilgilendiren yönü unutulmamalıdır.

İş yargısında tazminat ve alacaklara esas süre ve ücret tartışmalı olduğunda, iş hukukunun belirtilen kamusal yanı nedeni ile resen araştırma ilkesinin devreye girmesi kaçınılmazdır. Re’sen araştırma ilkesi daha çok basitlik ve çabukluk ilkelerini sağlamaya yönelik olup, tarafların dayanmasına gerek duyulmadan hakimin dava ile ilgili delilleri re’sen toplayabilmesini, özel veya resmi kuruluşlardan belge ve bilgilerin bir yazı ile getirtilebilmesini ifade eder. Uygulamada re’sen inceleme yöntemleri olarak bazı bilgi ve belgelerin taraflardan veya ilgili diğer yerlerden istenmesi ve uyuşmazlığa ilişkin, işlem ve sicil dosyaları ile diğer mahkemelerce verilen kararların getirilmesi önemli bir yer tutmaktadır. Öte yandan keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılması da en çok başvurulan re’sen inceleme yöntemlerinden birisidir."

3. Anayasa Mahkemesi Kararı

30. Anayasa Mahkemesinin 10/7/2013 tarihli ve E.2012/107, K.2013/90 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"2577 sayılı Kanun’un 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerinde, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” kuralına yer verildiği, dolayısıyla idari işlemlere ilişkin mahkeme kararlarının gecikmeksizin uygulanması prensibinin yasal düzeyde de benimsendiği görülmektedir. Ancak, itiraz konusu kuralda, bu prensibe bir istisna getirilmiş, ihtiyati haciz ve haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında ancak kararın kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edileceği belirtilmiştir. Buna göre bir kamu borçlusunun malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin hukuka aykırı bir haciz veya ihtiyati haciz işlemiyle sınırlandırılması nedeniyle mahkemelerce işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması kararı verildiğinde, bu karar uygulanmayacak ve kararın kesinleşmesine kadar idarenin tek taraflı iradesiyle tesis ettiği hukuka aykırı işlem varlığını sürdürecektir.

Bu yönüyle itiraz konusu kural, idarenin tüm işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık olması yolundaki anayasal hükmü etkisiz hâle getirerek bireyin hukuk güvenliğini açık şekilde zedelemekte ve yargısal denetim aracılığıyla hukukun üstünlüğünün sağlanması amacına zarar vermektedir.

Hukuk devletinde kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin sağlanması ve korunması esas olduğundan, kişilere etkili hak arama imkânı sağlayan güvencelerin de tanınması gerekmektedir. Bu çerçevede Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek, herkese, adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı giderme imkânı sağlanmış, böylece kişilerin hukuki güvenlikleri etkin bir koruma mekanizmasına kavuşturulmuştur.

Anayasa’nın 125. maddesinin beşinci fıkrasında ise idari işlemin uygulanmasıyla telafisi güç veya imkânsız zararların doğacağı durumlarda, mahkemelere yürütmenin durdurulması kararı verme yetkisi tanınarak kişilere hak arama özgürlüklerini daha etkili biçimde kullanabilme olanağı sağlanmıştır.

İtiraz konusu kuralla, haciz ve ihtiyati hacze ilişkin idari işlemlerin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının derhal uygulama zorunluluğunun ortadan kaldırılması, kişilerin telafisi imkânsız veya zor zararlarla karşılaşmalarına yol açacak niteliktedir. İdari yargıda yürütmenin durdurulması kararıyla güdülen amacın kişilerin hak arama özgürlüklerini daha etkili biçimde kullanabilmelerini sağlamak olduğu gözetildiğinde, böyle bir durumun yürütmenin durdurulması kararlarıyla gerçekleştirilmek istenen hukuksal yararı olumsuz yönde etkileyeceği ve hak arama özgürlüğünü zedeleyeceği açıktır."

B. Uluslararası Hukuk

31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM'e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı, hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35).

33. AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu ifade etmektedir. Bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da adaleti hiçe sayacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğine işaret etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Anayasa Mahkemesinin 11/1/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

35. Başvurucu; Bölge Adliye Mahkemesinin idari yargı sürecini dikkate almadan hatalı bir şekilde hüküm kurduğunu, böylece aynı somut olaya ilişkin olarak farklı yargı kollarında yer alan mahkemelerin kararları arasında çelişki meydana geldiğini, eksik ve hatalı yargılama yapıldığını, hukuk devleti ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

36. Bakanlık görüşünde; başvurucunun kimlik kartının ve çalışma izninin iptal edildiğini, bu kapsamda özel güvenlik görevlisi olarak çalıştırılması mümkün olmadığı için işe iade davasının reddedildiğini, fesih tarihi itibarıyla mevcut durumun işveren açısından geçerli bir fesih nedeni oluşturduğunu, nitekim istinaf incelemesinde de bu hususun gözetilerek ilgili mevzuat ve Yargıtay kararları çerçevesinde davanın reddedildiğini belirtmiştir. Mahkeme kararında bariz takdir hatası yahut açık bir keyfîlik bulunmadığını ifade eden Bakanlık, başvurucunun, yargılama sürecinde iddia ve itirazlarını ileri sürebilme ve inceletme imkânı bulduğunu, hakkındaki iddialardan haberdar edildiğini, adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığını ileri sürmüştür.

37. Başvurucu; Bakanlığın görüşüne karşı beyanında, idari yargı sürecinin lehine sona erdiğini, dolayısıyla iptal edilen bir işlem nedeniyle ve haksız bir şekilde işten çıkarıldığını, iş akdinin feshinin hukuki dayanaktan yoksun kaldığını, bu kapsamda işe iadesine karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüş; ayrıca kimlik kartının iptalinin şahsından değil ağabeyinden kaynaklandığını, bu durumun ise suç ve cezada şahsilik ilkesine aykırı olduğunu, istinaf incelemesinde tüm bu hususlar gözetilmeksizin keyfî ve hukuka aykırı bir şekilde karar verildiğini, iddia ve itirazlarının makul ve yeterli bir gerekçe ile karşılanmadığını belirtmiştir.

B. Değerlendirme

38. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu; yukarıda da belirtildiği gibi (bkz. § 42) hukuka aykırılığı mahkeme kararı ile tespit edilen bir idari işleme istinaden iş akdinin feshedildiğini, bu kapsamda adil yargılanma hakkının ve hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Şikâyetlerin özü itibarıyla hakkaniyete uygun yargılanmadığı iddiasına ilişkin olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının bu kapsamda incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

41. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

42. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

43. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci, Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

44. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).

45. Adil yargılanma hakkı, hukuk kuralının davanın başvurucu lehine sonuçlanmasını temin eden yorumunun esas alınmasını güvence altına almamaktadır. Uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması -yukarıda belirtildiği gibi- derece mahkemelerinin takdirindedir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlarken Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen ve Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesini gözönünde bulundurmaları gerekir. Esasen hukuk devleti ilkesi Anayasa'nın tüm maddelerinin yorumlanmasında dikkate alınması zorunlu olan bir ilkedir. Bu bağlamda Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğinin yorumlanmasında da hukuk devletinin gerekleri gözetilmelidir (M.B., § 84).

46. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

47. Başvurucuların medeni haklarıyla ilgili uyuşmazlıklarda uygulanan hukuk kurallarının açıkça keyfî veya hakkın tesliminden kaçınacak (adaleti hiçe sayacak) biçimde yorumlanması usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getireceğinden adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilebilir. Zira bu hâlde derece mahkemesinin yorumunun başvurucu tarafından öngörülmesi mümkün olmayıp hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması hukuk devleti ilkesini örseler. Özellikle hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı hükümlerin geniş yoruma tabi tutulması keyfîliğe ve bireylerin kendilerini hukuk karşısında güvensiz hissetmelerine yol açar (M.B., § 86).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Başvuru, hukuka aykırılığı mahkeme kararı ile saptanan bir idari işleme istinaden iş akdinin feshedildiği iddiasına ilişkindir.

49. Başvuruya konu olayda 2016 yılından itibaren Eskişehir Anadolu Üniversitesinde özel güvenlik görevlisi olarak çalışan başvurucunun iş sözleşmesi, kimlik kartının ve çalışma izninin iptal edildiği gerekçesiyle 6/2/2018 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu, öncelikle kimlik kartının ve çalışma izninin iptali işlemine karşı İdare Mahkemesi nezdinde iptal davası açmış; bunun akabinde ayrıca iş akdinin feshine ilişkin olarak da Hukuk Mahkemesi nezdinde tespit ve işe iade davası açmıştır. Hukuk Mahkemesindeki yargılama devam ederken İdare Mahkemesi tarafından önce yürütmenin durdurulması kararı ve sonrasında da iptal kararı verilmiş; buna istinaden Hukuk Mahkemesi tarafından da yürütmenin durdurulması kararı gerekçe gösterilerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine hükmedilmiştir. Hukuk Mahkemesinin kararına yönelik Bölge Adliye Mahkemesince yapılan istinaf incelemesi devam ederken İdare Mahkemesinin verdiği iptal kararına yapılan istinaf başvurusunun reddedildiği ve dosyanın temyiz incelemesinde olduğu görülmüştür. Buna mukabil Bölge Adliye Mahkemesi yapmış olduğu değerlendirmede, idari yargı sürecini gözardı ederek feshin yapıldığı tarihi esas almış; fesih tarihi itibarıyla başvurucunun çalışma izni ve kimlik kartının iptal edilmesi sebebiyle feshin geçerli olduğuna hükmetmiştir.

50. Kişilerin devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için ise devletin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” denilmek suretiyle bu husus anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Bir işlemin hukuka aykırı olduğu yapılan yargısal denetim neticesinde tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki yargısal kararın uygulanmaması, devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2012/107, K.2013/90, 10/7/2013).

51. Uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanmasında öncelikli yetkinin derece mahkemelerine ait olduğunun altı bir kez daha çizilmelidir. Anayasa Mahkemesinin kendi yorumunu derece mahkemelerininkinin yerine kaim etmesi söz konusu olamaz. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumlarının etkilerinin adil yargılanma hakkıyla çelişip çelişmediğini incelemek Anayasa Mahkemesinin görevindedir (Sebiha Kaya [GK], B. No: 2018/34124, 20/5/2021, § 48). Bu bakımdan bireysel başvuru kapsamında yapılacak değerlendirmede Bölge Adliye Mahkemesinin feshin geçerliliği noktasında -diğer tüm etkenlerden bağımsız olarak- işlemin tesis edildiği tarihi esas alması veri olarak kabul edilecektir.

52. Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği gibi (bkz. §§ 26-30) idari bir işlemin iptali yönünde verilen mahkeme kararı, söz konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu tespit etmekte ve işlemi ortadan kaldırmaktadır. Karara konu idari işlem ve bu işlemin doğurduğu hukuksal sonuçlar iptal kararı üzerine geriye etkili olarak ortadan kalkmakta ve idari işlem hiç alınmamış sayılmaktadır. İdare Mahkemesi tarafından verilen iptal kararı sadece söz konusu işlemin değil bu işleme bağlı olarak gerçekleştirilen diğer tasarrufların da ortadan kaldırılması sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca iptale ilişkin karar ister genel ister bireysel nitelikte olsun her şeyden evvel davanın taraflarını (davalı idareyi ve ilgili kişileri) bağlayıcı niteliktedir. Tüm bu hususlar idare hukukunun genel ilkeleri arasında yer almakta olup Anayasa'nın 36. ve 125. maddelerinin etkin bir şekilde uygulanmasına hizmet etmektedir.

53. Öte yandan farklı yargı kollarında yer alan mahkemelerin verdiği kararların birbirleri yönünden mutlak surette bağlayıcı olduğunu söylemek de mümkün değildir. Zira her bir yargı kolunda derece mahkemeleri önlerine gelen uyuşmazlığı kendi açılarından ele almakta; ilgili mevzuat kapsamında farklı hukuki değerlendirme ve nitelendirmelere tabi tutmaktadır. Buna mukabil bazı durumlarda aynı somut olaya ilişkin hususlar yönünden farklı yargı kollarından farklı kararlar çıkması hukuki uyuşmazlığın çözümü noktasında tereddütlere sebep olabilmekte, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesini zedeleyebilmektedir. Bu gibi durumlarda mahkemeler, diğer yargı kolunda görülen uyuşmazlığı bekletici mesele yapabilmekte ve buradan çıkan sonucu referans alarak çelişkili kararların ortaya çıkmasına engel olabilmektedir.

54. Başvuruya konu olaya dönmek gerekirse başvurucunun iş sözleşmesinin feshine gerekçe yapılan hususun kimlik kartının ve çalışma izninin iptalinden ibaret olduğu görülmüştür. Nitekim Bölge Adliye Mahkemesi de sadece bu hususa dikkat çekerek feshin geçerli olduğuna hükmetmiştir. Ancak Bölge Adliye Mahkemesi tam da bu noktada feshe dayanak yapılan işleme dair idari yargı mercileri tarafından yapılan değerlendirmeyi dikkate almamış ve kendini feshin yapıldığı tarih ile sınırlandırmıştır. Söz konusu değerlendirmenin hem işe iade davalarının hem de iptal davalarının niteliği ile bağdaşmadığını söylemek mümkündür. Zira idari yargıda verilen iptal kararları yukarıda da izah edildiği gibi işlemin yapıldığı tarihten itibaren geriye etkili olarak sonuç doğurmakta ve iptal edilen işlem ile bu işleme bağlı tasarrufları tamamen ortadan kaldırmaktadır. Öte yandan işe iade davalarında da derece mahkemeleri resen araştırma ilkesi gereği işverenin ileri sürdüğü fesih sebebinin gerçekliğini/hukuka uygunluğunu araştırmakla yükümlüdür. Buna mukabil mevcut durumda Bölge Adliye Mahkemesi, hukuka aykırı olduğu idari yargı mercileri tarafından tespit edilen idari bir işleme istinaden yapılan feshin geçerli ve hukuka uygun olduğu sonucuna varmıştır.

55. Tüm bu hususlar gözetildiğinde somut olay özelinde, iptal davası ile işe iade davası arasında doğal ve rasyonel bir bağlantının bulunduğunu, söz konusu yargılamalardan çıkacak kararların uyumlu olmasının icrai noktada önem arz ettiğini söylemek mümkündür. Ancak somut olayda İdare Mahkemesi, verdiği iptal kararı ile iş akdinin feshine gerekçe yapılan idari işlemi hukuka aykırı bulduğu ve geriye etkili olarak ortadan kaldırdığı hâlde Bölge Adliye Mahkemesi söz konusu idari işlemi feshin yapıldığı tarih itibarıyla geçerli kabul etmekte; buna bağlı yapılan feshi de hukuka ve kanuna uygun bulmaktadır. Sonuç olarak bu yorum ve uygulamalar başvurucunun medeni hakkıyla ilgili olarak açılan davanın reddedilmesinde belirleyici olmuştur. Dolayısıyla hukuk sisteminde farklı kararlar verilmesi sonucunu doğuran somut davadaki uygulama nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği kanaatine varılmıştır.

56. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

57. Başvurucu; iş akdinin hukuka aykırı bir şekilde feshedilmesi nedeniyle masumiyet karinesi ile suç ve cezada şahsilik ilkesinin, istinaf kararına karşı temyiz yolunun kapalı olması nedeniyle de hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden diğer ihlal iddialarına ilişkin olarak ayrıca bir inceleme yapılmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

58. Başvurucu, ihlalin tespiti ile tazminat talebinde bulunmuştur.

59. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

60. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

61. Dosyalardaki belgeden tespit edilen 364,60 TL başvuru harcı ile 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE YER OLMADIĞINA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesine (E. 2019/214, K. 2019/2323) gönderilmesi için Eskişehir 1. İş Mahkemesine (E.2018/240, K. 2018/1158) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/1/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.