TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NURCAN KAYA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/39847)

 

Karar Tarihi: 25/1/2024

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Kamber Ozan TUTAL

Başvurucu

:

Nurcan KAYA

Vekilleri

:

Av. Mustafa MURTEZAOĞLU

 

 

Av. Veysel OK

 

 

Av. Zelal Pelin DOĞAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir sosyal medya paylaşımından dolayı halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçunun işlendiği iddiasıyla başlatılan ceza soruşturmasında adli kontrol kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Bireysel Başvuru Öncesi Süreç

5. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Millî Ordusu 9/10/2019 tarihinde Suriye'nin kuzeyinde tek taraflı özerklik ilan eden Suriye Demokratik Güçlerine karşı "Barış Pınarı Harekâtı" adıyla sınır ötesi askerî harekât başlatmıştır.

6. Avukat olup çalışmaları insan hakları alanında yoğunlaşan başvurucu, artigercek.com internet haber sitesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Başvurucu, Twitter isimli sosyal medya platformundaki hesabından 9/10/2019 tarihinde Diken internet haber sitesinin "Çavuşoğlu: Harekatımız uluslararası hukuk BM Şartının 51'nci maddesine ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin terörle mücadeleye ilişkin kararları gereğince icra edilmektedir." haberini alıntılayarak "Hadi ordan! Ayrıca barış harekatı dediğiniz her şeyin nasıl katliam harekatı olduğunu deneyimlerle biliyoruz. Irkçılığınız, kendinize bile fayda sağlamayan ideolojiniz batsın!" şeklinde paylaşımda bulunmuştur.

7. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 10/10/2019 tarihinde başvurucuya ait sosyal medya paylaşımı nedeniyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi uyarınca halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 16/10/2019 tarihinde soruşturma kapsamında arama, elkoyma, inceleme ve kısıtlama kararı verilmesini talep etmiştir. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği 17/10/2019 tarihinde başvurucunun adresinde, üzerinde ve ikametinde üç gün içerisinde gündüzleyin (gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde geceleyin) bir defaya mahsus olmak üzere arama yapılmasına, arama neticesinde ele geçirilecek suç unsuru malzemeler ile dijital materyallere el konulmasına, dijital materyallerin kopyasının çıkartılmasına ve incelenmesine, ele geçirilen belgelerin incelenmesine karar vermiş; kısıtlama talebini ise reddetmiştir.

8. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 21/10/2019 tarihinde başvurucunun çağrı üzerine Cumhuriyet Başsavcılığına gelmediğini, başvurucuya çağrı yapılamadığını ve tüm aramalara rağmen başvurucuya ulaşılamadığını belirterek başvurucu hakkında yakalama emri düzenlenmesini talep etmiştir. İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği aynı gün talebi kabul ederek çağrı yapılamadığı ve tüm aramalara rağmen kendisine ulaşılamadığından başvurucu hakkında yakalama emri düzenlenmesine, başvurucunun ifadesinin alınmasına ve ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmayarak tutuklamaya sevk edilip edilmeyeceği hususunun soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısının takdirine bırakılmasına karar vermiştir.

9. Başvurucu, Birleşmiş Milletlerin düzenlediği bir toplantıya katılmak üzere 27/10/2019 tarihinde yurt dışına çıkacağı sırada hakkındaki yakalama kararına istinaden pasaportuna el konulmuş, ceza soruşturması ile ilgili olarak ifadesi alınmak üzere İstanbul Çağlayan Adliyesine götürülmüştür. Savcılık tarafından alınan ve müdafiilerin de hazır bulunduğu ifadesinde başvurucu; paylaşımının ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, şiddet karşıtı bir dünya görüşünün açıklamasına ilişkin olduğunu, savaş karşıtı olduğunu, halkı kin ve düşmanlığa teşvik etme amacı olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, ifadesinin alınmasının ardından aynı gün serbest bırakılmıştır.

10. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 28/10/2019 tarihinde başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109. maddesi uyarınca adli kontrol altına alınmasını talep etmiştir. İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 28/10/2019 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçlamayla ilgili suç şüphesi altında bulunması ve yargılamada hazır bulunmasının sağlanması gerekçesiyle talebi kabul etmiştir. Hâkimlik, başvurucunun adli kontrol altına alınmasına, mahkemede ifade verinceye kadar yurt dışına çıkışının yasaklanmasına, adli kontrol hükmünün ihlali hâlinde yakalama emri çıkartılacağının ihtarına ve kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilmesi hâlinde bu kararın kesinleşmesiyle adli kontrol tedbirine son verilmesine karar vermiştir.

11. Başvurucu adli kontrol kararına itiraz etmiştir. İstanbul 12. Sulh Ceza Hâkimliği 6/11/2019 tarihinde suçun niteliği, delillerin toplanmasının devam etmesi, başvurucunun muhakeme aşamasında hazır bulunmasının sağlanması ve adli kontrol kararının kaldırılmasına yönelik somut delilin ileri sürülmemiş olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.

12. Nihai karar başvurucuya 7/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç

13. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 20/12/2019 tarihinde başvurucunun Diyarbakır'da ikamet ettiği ve üzerine atılı suçu burada işlemiş olduğu gerekçesiyle yetkisizlik ile dosyanın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir.

14. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 13/1/2020 tarihinde başvurucu hakkındaki adli kontrol kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Savcılık kararında; başvurucunun eylemi nedeniyle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkmadığı ve atılı suçun 5237 Sayılı Kanun'un 301. maddesi kapsamına girdiğinden soruşturmanın Bakanlık iznine tabi olduğu belirtilmiştir. Savcılık, adli kontrol tedbirinin soruşturma işlemi olduğundan başvurucunun durumunun Bakanlık izninden sonra belirleneceği ve adli kontrole gelinen aşamada gerek duyulmadığını açıklamıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı yine 13/1/2020 tarihinde başvurucu hakkında 5237 sayılı Kanun'un 301. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince soruşturma izni verilmesini Bakanlıktan talep etmiştir.

15. Bakanlık 5/3/2020 tarihinde soruşturmaya konu paylaşımın 5237 sayılı Kanun’un 301. maddesindeki suç kapsamında değerlendirilemeyeceğinden başvurucu hakkında soruşturma izni verilmesine yer olmadığını açıklamıştır. Bakanlık, paylaşımın başka bir suçu oluşturup oluşturmadığının mahallince değerlendirilip genel hükümler uyarınca işlem yapılabileceğini belirtmiştir.

16. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 8/6/2020 tarihinde başvurucunun yapmış olduğu paylaşımın ağır eleştiri boyutunda kalan söylemler olduğunu ve suç unsuruna rastlanmadığını belirterek kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.

17. Başvurucu, hakkında uygulanan koruma tedbiri nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi 26/2/2021 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucunun yakalandığı güne göre takdir edilen 250 TL manevi tazminatın takipsizlik kararından itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine, yakalandığı güne ilişkin maddi zarar tam olarak ispat edilemediğinden maddi tazminat talebinin ise reddine karar vermiştir. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat yönünden karara karşı istinafa başvurmuştur.

18. Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesi 22/12/2021 tarihinde başvurucunun istinaf talebini kısmen kabul etmiş ve 65,19 TL maddi tazminata takipsizlik kararından itibaren işleyecek yasal faizle birlikte hükmedilmesine karar vermiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 5237 sayılı Kanun'un "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama " kenar başlıklı 216. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

20. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı 109. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1)Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada,100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, üst sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.

(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:

a) Yurt dışına çıkamamak.

..."

B. Uluslararası Hukuk

21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre bir ihlalin mağduru olma iddiasının ileri sürülebilmesi için kişinin aleyhte olduğunu belirttiği önlemden doğrudan etkilenmiş olması gerekir (Altuğ Taner Akçam/Türkiye, B. No: 27520/07, 25/10/2011, § 66). AİHM bazı durumlarda, ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etkiye sahip bazı koşulların -ilgili kişiler kesinleşmiş bir karar ile mahkûm olmamış olsalar bile- mağdurluk sıfatı sağlayabildiği görüşündedir. Örneğin AİHM, Financial Times Ltd. ve diğerleri/Birleşik Krallık (B. No: 821/03, 15/12/2009, § 56) kararında emir uygulanmamış olmasına rağmen bir yayıncıya anonim bir bilgi kaynağının kimliğinin açıklanması emri verilmesini ifade özgürlüğüne müdahale olarak kabul etmiştir. Bir başka kararda ise AİHM, çok ciddi bazı suçlar dolayısıyla yapılan ceza yargılaması çerçevesinde araştırmacı gazetecilerin yaklaşık bir yıl süreyle tutuklu kalmasını gazetecilerin ifade özgürlüğüne müdahale olarak değerlendirmiştir (Nedim Şener/Türkiye, B. No: 38270/11, 8/7/2014, §§ 94-96). AİHM bir diğer kararında, hâkim olan başvurucunun anayasal bir konuya ilişkin olarak devlet başkanının görüşüne aykırı bir açıklama yapmış olması nedeniyle devlet başkanının başvurucuyu başka bir kamu görevine atamayacağı yönündeki niyetini açıklamış olmasını da ifade özgürlüğüne müdahale saymıştır (Wille/Lihtenştayn [BD], B. No: 28396/95, 28/10/1999, § 50).

22. Başvurucunun mağdur statüsüne sahip olduğu kabul edilen Altuğ Taner Akçam/Türkiye (aynı kararda bkz. §§ 65-84) kararına konu olayda AİHM, başvurucunun çalışma alanı Ermeni nüfusuna ilişkin 1915 yılında gerçekleşen tarihî olayları da kapsayan bir tarih profesörü olduğuna ve anılan olaylara dair pek çok kitap ve makale yayımladığına dikkat çekmiştir. AİHM başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında 5237 sayılı Kanun'un 301. maddesi çerçevesinde soruşturma yapılmaması ve mahkûmiyet kararı verilmemiş olmasına rağmen Ermenilere ilişkin görüşleri nedeniyle aşırı milliyetçi kişiler tarafından yapılan suç duyurularının taciz kampanyalarına dönüştüğü ve başvurucunun anılan hüküm çerçevesinde yapılan suçlamalara cevap vermek zorunda kaldığı tespitini yapmıştır. AİHM; kendisini kamuoyuna vatan haini veya casus olarak gösteren karalama kampanyasına başvurucunun hedef olduğunu ve kampanyayı müteakip birçok kişiden kendisini aşağılayan ve ölümle tehdit içeren nefret mektupları aldığını belirtmiştir. AİHM ayrıca konuyla ilgili yaşanan sürecin akademisyen olan başvurucunun soruşturulma riskinden korunmak için akademik çalışmalarında kendini sınırlayarak davranışlarını yeniden düzenlemek zorunda bıraktığını belirtmiştir. AİHM bu nedenlerle başvurucunun mağdur statüsünde olduğunu ve ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulduğunu kabul etmiştir.

23. Dilipak/Türkiye (B. No: 29680/05, 15/9/2015, §§ 4-20) kararına konu olayda gazeteci olan başvurucu, üst düzey askerî yetkililere yönelik eleştiriler içeren bir makale yazmıştır. Başvurucu bu yazılardan dolayı silahlı kuvvetleri aşağılama ve askerî hiyerarşiye zarar verme suçlarını işlediği gerekçesiyle bir kısmı askerî mahkemeler önünde olmak üzere toplamda altı yıldan fazla süren bir ceza yargılamasına tabi olmuştur. Yargılama sonunda suçun kovuşturulmasının zamanaşımına uğradığına karar verilmiştir.

24. AİHM bu davada başvurucunun altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılma riski altında bulunduğunu, askerî mahkemeler önünde iki buçuk yıl süren ceza yargılamasının toplamda altı buçuk yıl sürdüğünü ve zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle sona erdiğini tespit etmiştir. AİHM, ciddi şekilde cezalandırılan suçlar nedeniyle başvurucu hakkında yürütülen, kısmen askerî mahkemeler önünde olmak üzere altı buçuk yıl süren kamu davalarının -bu davaların neden olabilecekleri caydırıcı etki de dikkate alındığında- başvurucu açısından sadece salt varsayımsal riskler içeriyor gibi değerlendirilemeyeceği ancak bunların kendiliğinden gerçek ve etkili baskı niteliğinde olduğu kanaatine ulaşmıştır. AİHM'e göre kamu davasının zamanaşımına uğradığının tespit edilmesi yalnızca yukarıda anılan risklerin mevcudiyetine son vermiş ancak hiçbir unsur, söz konusu risklerin başvurucu üzerinde belli bir süre boyunca baskı oluşturmaya devam ettiği gerçeğini ortadan kaldırmamıştır. AİHM bu gerekçelerle mevcut davanın özel koşulları altında başvurucunun ifade özgürlüğü hakkını kullanmasına bir müdahalede bulunulduğu sonucuna varmıştır (Dilipak/Türkiye, §§ 40-51).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Anayasa Mahkemesinin 25/1/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

26. Başvurucu; gazeteci kimliğinin yanı sıra avukat olarak da görev yaptığından ifade özgürlüğünün korunmasının önem taşıdığını, ceza soruşturmasına dayanak 5237 sayılı Kanun'un 216. maddesinin öngörülebilir olmadığını ve söz konusu maddedeki kavramların yargı makamlarınca çok geniş ve belirsiz bir şekilde yorumlandığını belirtmiştir. Başvurucu ifadelerinin kamu düzenini ve kamu güvenliğini tehlikeye sokacak bir nitelikte olmadığını, kamusal tartışmalara katkı sağladığını açıklamıştır. Başvurucu; gazetecilik faaliyetleri nedeniyle hedef alındığını, kin ve düşmanlık amacıyla hareket etmediğini, hayatının her döneminde barışçıl bir tutum sergilediğini vurgulamıştır. Hakkında soruşturma açılmasında ve koruma tedbirlerine karar verilmesinde zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç bulunmadığını belirten başvurucu, soruşturmada makul şüphenin ortaya konulmadığını ifade etmiştir. Gazeteci ve avukat kimliğine dikkat çeken başvurucu, insan hakları alanında çalıştığını, askeri operasyonlar hakkında yorumda bulunmasının kişiliğinin ve mesleğinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, barış ve adaletin tecelli etmesi için yetkililere yönelik eleştirilerini çekinmeden ifade edebilmesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu; yorumuyla toplumsal bir tartışmaya katkı sunduğunu, ifadeleri nedeniyle soruşturulması, yakalanması ve yurt dışına çıkışının yasaklanmasının ifade özgürlüğü hakkının kullanımında caydırıcı etki yaratacağını bu nedenlerle ifade özgürlüğünün, yakalanması ve adli kontrol kararı uygulanması nedeniyle de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

27. Bakanlık görüşünde; başvurucunun ifade özgürlüğünü sınırlayacak şekilde bir tedbire maruz kalmadığı ve dışarıyla ilişki geliştirebildiği açıklanmıştır. Bakanlık, başvurucu hakkında uygulanan adli kontrol tedbirinin kanuni dayanağı bulunduğunu, soruşturma makamlarının atılı suçun işlendiğine yönelik kuvvetli belirti olduğu şeklindeki tespitlerinin temelsiz olmadığını ve kısa süre içerisinde de başvurucu hakkında uygulanan adli kontrol tedbirinin gerekli olmadığı kanaatine varıldığı anda kaldırıldığını belirtmiştir. Bakanlık, koruma tedbirinin ulusal güvenliğin sağlanması, toprak bütünlüğünün korunması ve suçun önlemesi gibi meşru amaçlara yönelik olduğunu açıklamıştır. Bakanlık; "katliam" gibi ifadelerin ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini, başvurucunun gündemde yer alan bir olay nedeniyle haber yapmak istediği için bir soruşturmaya maruz kalmadığını belirtmiştir. Bakanlık; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Suriye'de gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekâtı sırasında ve terör örgütleri ile mücadele edildiği bir dönemde yapılan paylaşımın toplumda infial uyandırabilecek nitelikte olduğunu, kamusal bir tartışmaya katkı sağlamadığını ve başvurucunun kullandığı ifadelerin olgusal temele dayanmayan bir değer yargısı niteliğinde olduğunu açıklamıştır. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüğüne yapıldığı iddia edilen müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklandığını ve demokratik bir toplumda gerekli olduğunu belirten Bakanlık, daha az sınırlayıcı adli kontrol tedbirine karar verildiğini ve bu tedbirin de kısa bir süre içerisinde kaldırıldığını ifade etmiştir.

B. Değerlendirme

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucu ifade özgürlüğü ile birlikte kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, hakkında uygulanan yakalama işlemi nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca maddi ve manevi tazminat davası açmış ve ilk derece mahkemesi ve istinaf denetiminden geçen dava kesinleşmiştir. Eldeki başvuruda başvurucunun 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca açılan davaya ilişkin bir şikâyet bulunmamaktadır. Somut başvuruda başvurucunun şikâyetinin özünü sosyal medya paylaşımı nedeniyle başlatılan ceza soruşturması kapsamında verilen adli kontrol kararı ile ifade özgürlüğünün kullanımının engellendiği iddiası oluşturduğundan başvurucunun iddialarının bir bütün olarak ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

29. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesiolmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması, ...suçluların cezalandırılması, ...amaçlarıyla sınırlanabilir."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

31. Koruma tedbirleri, soruşturma ve kovuşturma sürecinde bir temel hakkı hükmün kesinleşmesinden önce kısıtlayan, geçici, gecikemez ve kural olarak hâkim kararını gerektiren tedbirlerdir. Başlıca iki amacı sağlamak üzere koruma tedbirlerine karar verilmektedir. Bu amaçlardan ilki daha sonra tesis edilecek hükmün kâğıt üstünde kalmasına engel olmak yani hükmün infaz edilebilirliğini sağlamak; ikincisi ise maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmektir. Koruma tedbiri kararlarının kişilerin bireysel başvuru kapsamındaki haklarından bir veya daha fazlasının ihlal edilmesi sonucunu doğurması mümkündür (Hülya Kar [GK], B. No: 2015/20360, 27/2/2019, § 17).

32. Bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında başlatılan ceza soruşturması kapsamında yakalama kararı çıkartılmıştır. Birleşmiş Milletler toplantısına katılmak üzere yurt dışına çıkacağı sırada yakalanan başvurucu, ifadesi alınmak üzere adliyeye götürülmüş ve savcılık tarafından ifadesinin alınmasının ardından serbest bırakılmıştır. Sulh Ceza Hâkimliği 28/10/2019 tarihinde adli kontrol kararı vererek başvurucunun yurt dışına çıkışını yasaklamış, bununla birlikte söz konusu tedbir kararı 13/1/2020 tarihinde kaldırılmış ve soruşturma neticesinde paylaşımın ağır eleştiri boyutunda kaldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

33. İnsan hakları alanında çalışan bir avukat olan başvurucu bir internet haber sitesinde düzenli köşe yazarlığı yapmaktadır ve toplumda belirli bir tanınırlığa sahiptir. Yurt dışında birçok uluslararası etkinliğe katıldığını söyleyen başvurucu hakkında sosyal medya hesabı üzerinden açıkladığı bir düşüncesi nedeniyle yakalama kararı çıkartılmış, yurt dışına çıkacağı sırada gözaltına alınmış ve bilahare ifadesi alındıktan sonra yurt dışına çıkış yasağı konularak serbest bırakılmıştır. Sosyal medya paylaşımı nedeniyle başvurucu hakkında başlatılan ceza soruşturması kapsamında yurt dışına çıkış yasağı uygulanmasının ve netice olarak Birleşmiş Milletlerde yapılacak bir programa katılamamış olmasının olayların bütünü ışığında ele alındığında başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde koruma altına alınan ifade özgürlüğüne müdahale teşkil ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

34. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

35. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

36. Başvurucu hakkında 5271 sayılı Kanun'un 109. maddesi uyarınca adli kontrol kararı verilmiştir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

37. İfade özgürlüğüne yönelik müdahalenin suçluların cezalandırılması amacıyla gerçekleştirildiği değerlendirilmiştir.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Genel İlkeler

38. Temel hak ve özgürlüklere koruma tedbirleri ile yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve orantılı bir tedbir olması gerekir (Hülya Kar, § 21).

39. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması ve ulaşılmak istenen amaç bakımından zorunlu, yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılması mümkün olmayan gerekli bir müdahale olması gerekmektedir. Bir müdahalenin zorunlu bir sosyal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını belirlemek için müdahalenin koşulları, nedeni, yöntemi ve müdahaleye karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamının değerlendirilmesi gerekir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 48. Ayrıca bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 73; ifade özgürlüğü bağlamında bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

40. Bundan başka koruma tedbiri ile yapılan müdahalenin orantılı bir müdahale olup olmadığı değerlendirilmelidir. Orantılılık, sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir (Ferhat Üstündağ, § 48. Ayrıca bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan § 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; ifade özgürlüğü bağlamında Bekir Coşkun, §§ 44, 47; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50). Bu kapsamda söz konusu tedbirin gerek kapsamı gerek süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekir (Hülya Kar, § 23).

 (2) Koruma Tedbirlerinde Müdahalenin Ağırlığı ve Güvenceler

41. Koruma tedbirlerinin uygulanması suretiyle kişilerin anayasal haklarına yapılan müdahaleler nedeniyle meydana gelen zararların ağırlığının tespit edilmesi gerekir. Bunun için koruma tedbiri yoluyla yapılan müdahalelerin sonuçlarına eğilmek gerekir. Anayasa Mahkemesi olayın somut koşullarında koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara yol açıp açmadığını, ağır sonuçlara yol açmış ise böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanıp sağlanmadığını denetleyecektir (Hülya Kar, § 25).

42. Bu bağlamda ilk olarak başvuruya konu adli kontrol koruma tedbirinde olduğu gibi tüm koruma tedbirlerinin geçici olduğu unutulmamalıdır. Herhangi bir tedbirin ilanihaye veya herhangi bir kriterden bağımsız olarak süreklilik arz eder biçimde uygulanması mümkün değildir. Tedbirin geçici olması, tedbirden beklenen amacın hasıl olmasını müteakip sonlanacağı anlamına gelir (Hülya Kar, § 26).

43. Bununla bağlantılı olarak geçen sürenin uzaması nedeniyle koruma tedbirinin anayasal haklar üzerinde giderek ağırlaşan bir baskıya neden olacağı açıktır. Koruma tedbiri süresinin uzaması oluşan mağduriyeti artırıyor, müdahaleden önceki hâle dönülmesini güçleştiriyor veya imkânsız hâle getiriyorsa koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu sonucuna varılabilir (Hülya Kar, § 27).

44. Koruma tedbirinin süresi müdahalenin ağırlığının tartılmasında dikkate alınması gereken bir faktördür. Bu sebeple bir koruma tedbirinin anayasal bir hakka anlık olarak mı müdahalede bulunduğu yoksa süregelen bir müdahalenin mi söz konusu olduğu gözönünde bulundurulacaktır. Bilhassa süregelen bir koruma tedbirinin durumun gerektirdiğinden daha uzun sürdüğünün anlaşıldığı durumlarda tedbir nedeniyle müdahale edilen anayasal hakların ihlali söz konusu olabilir (Hülya Kar, § 28).

45. Koruma tedbirleri ile anayasal haklara yapılan müdahalelerin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı güvenceler sağlanmalıdır (Hülya Kar, § 31). Müdahale teşkil eden tedbirlerin özellikle kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının kişilere tanınmış olması gerekir. Söz konusu usul güvencelerinin mevzuatta yer almaması, yer aldığı hâlde uygulanmaması veya etkisizleşmesi koruma tedbirlerinin müdahale ettiği anayasal hakları ihlal eder (Hülya Kar, § 32).

46. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında koruma tedbirlerini inceleme bakımından temel görevi başvurucuya kimi usule ilişkin olmak üzere yukarıda değinilen güvencelerin sağlanıp sağlanmadığını belirlemekten ibarettir. Diğer bir deyişle koruma tedbirlerinin anayasal haklara müdahale ettiği yönündeki şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin denetiminin oldukça sınırlı bir alanda gerçekleşeceğini kabul etmek gerekir (Hülya Kar, § 39).

 (3) İlkelerin Olaya Uygulanması

47. Başvuruya konu olayda bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle başvurucu hakkında ceza soruşturması başlatılmış, ifadesi alınması amacıyla yakalama kararı çıkarılmıştır. Yakalama kararı nedeniyle yurt dışına çıkışı engellenen başvurucu, ifadesinin alınmasının ardından serbest bırakılmış bununla birlikte yurt dışına çıkışının yasaklanmasına dair adli kontrol kararı verilmiştir. Başvurucunun adli kontrol kararına yaptığı itiraz reddedilmiştir. Başvurucu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken sosyal medya paylaşımından dolayı adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bireysel başvuru tarihinden sonra ise başvurucu hakkındaki adli kontrol kararı kaldırılmış ve ceza soruşturması da takipsizlikle sonuçlanmıştır.

48. Somut olayda başvurucunun ifade özgürlüğüne müdahale oluşturan tedbirin takip edilen meşru amacı gerçekleştirmeye elverişli olduğu açıktır. Müdahalenin meşru amaca ulaşmaya elverişli olduğunun tespitinin ardından adli kontrol kararının ulaşılmak istenen amaç bakımından zorunlu, yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılması mümkün olmayan gerekli bir müdahale olup olmadığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda ilk olarak adli kontrol tedbiri kararı verilmesine neden olan sosyal medya açıklamasının ele alınması gerekmektedir.

49. Öncelikle bir sosyal medya paylaşımı da Anayasa'nın 26. maddesi anlamında bir düşünce açıklamasıdır ve ifade özgürlüğünün koruması altındadır. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

50. Dikkate alınması gereken bir diğer husus ise ifadenin kim tarafından dile getirildiğidir (Nihat Zeybekci, B. No: 2015/5633, 8/5/2019, § 29; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 59). Başvurucu insan hakları alanında çalışan, avukatlık mesleğini icra eden ve bir internet haber sitesinde düzenli köşe yazarlığı yapan bir kişidir. Dolayısıyla başvurucunun toplumu ilgilendiren meseleleri yakından takip ettiği, güncel konular hakkında fikirlerini paylaştığı ve gündeme ilişkin yorumlarda bulunan biri olduğu görülmektedir.

51. İfade özgürlüğü alanında değerlendirme yaparlarken mahkemeler, Anayasa'nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğünün siyasi, kamu yararını ve ülke sorunlarını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının ise çok daha dar kapsamda olduğunu gözetmelidirler (Tansel Çölaşan, § 72; Ergün Poyraz (2), § 74). Yapılan açıklamanın kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı göz önüne alınmalıdır (Seray Şahiner Özkan, B. No: 2016/6439, 9/6/2021, § 44; İbrahim Okur (2), B. No: 2018/12363, 26/5/2021, § 28). Soruşturmaya konu sosyal medya paylaşımının Barış Pınarı Harekâtının gerçekleştirildiği gün yapıldığı ve dolayısıyla güncel bir konu hakkında olduğu görülmektedir. Ayrıca Suriye'nin kuzeyine yönelik gerçekleştirilen askerî harekâtın toplumu ilgilendirdiği açıktır. Bu bağlamda başvurucunun askerî harekâtı ve söz konusu harekâtın siyasi sorumlusu olarak gördüğü hükûmeti hedef alan bir yorumda bulunduğu anlaşılmaktadır.

52. Başvurucu hakkında adli kontrol kararı verilmesine neden olan ifadesinin ardından başvurucu hakkındaki tedbir kararı ele alınmalıdır. Koruma tedbirlerine, daha sonra tesis edilecek hükmün infaz edilebilirliğini sağlamak veya maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacı ya da amaçlarıyla başvurulduğunda şüphe bulunmamaktadır. Bir tedbirin hedeflenen amaca ulaşmak bakımından elverişli olup olmadığı ile olayın koşullarında zorunlu ve en uygun tedbir olup olmadığına karar vermek bakımından ilk derece mahkemelerinin geniş bir takdir payı bulunmakla birlikte yürütülen bir soruşturma veya kovuşturma kapsamında alınan koruma tedbiri ile hedeflenen amaca ulaşmak için hakların daha az sınırlanmasını sağlayacak alternatif yollar bulunup bulunmadığı da dikkate alınmalıdır (Hülya Kar, § 44).

53. Başvuruya konu olayda sosyal medya paylaşımı nedeniyle başlatılan ceza soruşturması kapsamında başvurucu hakkında ifadesi alınmak üzere yakalama kararı çıkartılmıştır. Yakalama kararı başvurucunun yurt dışına çıkacağı sırada infaz edilmiş ve savcılık huzurunda başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucunun ceza soruşturması kapsamında ifadesi alınmış olmasına karşın Hâkimlik başvurucunun isnat edilen suçlamayla ilgili suç şüphesi altında bulunması ve yargılamada hazır bulunmasının sağlanması gerekçesiyle başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağına karar vermiştir. Karara yapılan itiraz ise soyut gerekçelerle reddedilmiştir. Adli kontrol kararı verildiği an itibarıyla başvurucunun ifadesi alınmıştır. Ayrıca ceza soruşturmasında maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik bir delile ulaşılmaya çalışıldığına dair bir olgunun varlığına işaret edilmemiştir. Yine başvurucunun yurt dışına sürekli gidiş geliş yaptığı göz önüne alındığında sulh ceza hâkimlikleri kararlarında başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı tedbirine alternatif diğer adli kontrol tedbirlerinin uygulanıp uygulanamayacağına dair hiçbir tartışma yapılmadığı görülmektedir.

54. Somut olayda adli kontrol kararı veren Hâkimlik ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilmesi hâlinde bu kararın kesinleşmesiyle adli kontrol tedbirine son verileceğini belirtmiştir. Bu husus Hâkimliğin henüz adli kontrol kararını verirken tedbirin mutlaka gerekli olduğu konusunda tereddüdünün bulunduğunu göstermektedir. Kaldı ki Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı kısa bir süre sonra başvurucu hakkındaki adli kontrol kararını kaldırmış, sonrasında ise soruşturmaya konu paylaşımın ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını belirterek kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Dolayısıyla başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin gerekli olduğu geniş takdir yetkisinin mevcudiyetine rağmen sulh ceza hâkimliklerince ortaya konamamıştır.

55. Adli kontrol kararının yaklaşık bir buçuk ay sürmekle birlikte başvurucunun yurt dışında özellikle insan hakları alanındaki çalışmalara katılan bir kişi olduğu ve bu süreçte yurt dışına çıkamadığı göz önüne alındığında yurt dışına çıkış yasağının başvurucu üzerindeki yaptırım ağırlığını arttırdığı kabul edilmelidir. Bu hâliyle bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle başvurucu hakkında adli kontrol kararı verilmesi, başvurucunun kamusal bir tartışmada görüşlerini ifade etme iradesi üzerinde caydırıcı bir etki doğurmuştur (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ergün Poyraz (2), § 79; Kemal Kılıçdaroğlu ve Cumhuriyet Halk Partisi, B. No: 2014/12482, 8/5/2019, § 46). Öte yandan benzer tedbirlerin uygulanmasının başvurucu üzerinde olduğu gibi kamusal tartışmalar hakkında eleştirilerde bulunacak diğer gazeteci veya köşe yazarlarının kendi kendini sansürlemesine neden olabileceğine dikkat çekmek gerekir.

56. Başvurucu, hakkında uygulanan koruma tedbiri nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Bununla birlikte başvurucuya yakalandığı gün esas alınarak bir tazminata hükmedilmiş, bunun ötesinde yurt dışına çıkış yasağı ile ilgili bir giderim imkânı tanınmamıştır. Bu hâliyle başvurucu koruma tedbiri nedeniyle ortaya çıkan zararın giderilmesi imkânından mahrum bırakılmıştır.

57. Tüm hususlar ışığında tekrardan vurgulanmalıdır ki; ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmesi gereklidir (diğerleri arasından bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120). Öncelikle izin verilen eleştirinin sınırlarının hükûmet açısından özel bir vatandaş ya da bir politikacıya oranla daha geniş olduğu vurgulanmalıdır. Bu kapsamdaki ifadelere en üst düzeyde koruma tanınacak ve kamu makamlarının takdir yetkisi daralacaktır. Zira kendisini savunabileceği ve gerçek iradesini ortaya koyabileceği devletin elinde birçok imkân bulunmaktadır (Cumhurbaşkanı'nın eleştiriye katlanma yükümlülüğüne ilişkin olarak bkz. Ergün Poyraz (2), § 58; kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilere ilişkin olarak benimsenen ilkeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, §§ 104-109; kamu gücünü kullanan organların eleştirilere katlanma yükümlülüğü bağlamında bkz. Mehmet Ali Aydın, § 69; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 53). Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucu hakkındaki verilen koruma tedbirinin zorlayıcı bir sosyal ihtiyacı karşılamadığı ve demokratik bir toplumda gerekli olmadığı sonucuna varılmıştır.

58. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

VI. GİDERİM

59. Başvurucu ihlalin tespiti, 100.000 TL maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

60. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için başvurucu hakkında başlatılan ceza soruşturması neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş olması nedeniyle yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

61. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya 13.500 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı ortaya konulmadığından maddi tazminat talebi reddedilmiştir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.164,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/1/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.