TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YEŞİM BÜLBÜL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/39942)

 

Karar Tarihi: 1/2/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Yeşim BÜLBÜL

Vekili

:

Av. Erdem DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; istifa eden tabip öğretim üyesinin göreve dönme isteğinin reddine ilişkin işleme karşı açılan davada hukuk kurallarının hatalı yorumlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının, göreve başlatılmama sonucu parasal haklardan yoksun kalınması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 4/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu, 1970 doğumlu olup İzmir'de ikamet etmektedir.

6. Başvurucu, Manisa Celal Bayar Üniversitesi (Üniversite) Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalında profesör kadrosunda görev yapmaktayken 29/4/2017 tarihinde istifa etmiştir. Başvurucu 24/4/2018 tarihli dilekçeyle, 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 60. maddesinin (b) fıkrasına istinaden görevine dönme istemiyle Üniversiteye başvurmuştur.

7. Başvurucunun talebi, Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümü Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Bakanlığı bünyesindeki Akademik Kurul tarafından 25/5/2018 tarihinde oybirliğiyle uygun bulunmuştur. Akademik Kurulun görüşü Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümü Başkanlığı tarafından 28/5/2018 tarihli yazıyla herhangi bir görüş eklenmeksizin Tıp Fakültesi Dekanlığına (Dekanlık) iletilmiştir. Dekanlık tarafından Personel Daire Başkanlığına hitaben yazılan 29/5/2018 tarihli yazıda başvurucunun göreve dönme isteğinin Dekanlıkça da uygun bulunduğu belirtilmiştir.

8. Üniversite Yönetim Kurulu 13/9/2018 tarihli kararıyla, Dekanlık ile Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümü Başkanlığının görüşlerinin net bir biçimde alınmasından sonra meselenin değerlendirilmesine karar vermiştir.

9. Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümü Başkanlığının 20/9/2018 tarihli yazısında, başvurucunun görevine dönmesinin uygun olmayacağı belirtilmiştir. Yazıda özetle şunlar ifade edilmiştir:

i. Ana bilim dalının profesör düzeyinde değil uzman düzeyinde öğretim üyesine ihtiyacı bulunmaktadır.

ii. Başvurucu, perinatoloji yan dal uzmanı olup aynı ana bilim dalında fiilen çalışan iki perinatoloji uzmanı mevcuttur.

iii. Başvurucunun istifasından sonra ana bilim dalındaki operasyon sayısında düşüş meydana gelmemiştir. Bu nedenle başvurucunun eksikliğine bağlı olarak hizmette herhangi bir aksama yaşanmamıştır.

iv. Başvurucunun yokluğu sebebiyle eğitim faaliyetlerinde de herhangi bir aksama olmamıştır.

v. Başvurucunun hâlen muayenehanesi bulunmaktadır. Bu durum başvurucu yönünden kazanılmış hak oluştursa da başvurucunun bilimsel üretkenliğini olumsuz etkileyeceği açıktır.

10. Cerrahi Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığının görüşünü Personel Daire Başkanlığına 21/9/2018 tarihli yazıyla ileten Dekanlık bu sefer başvurucunun atanmasının uygun bulunmadığı görüşünü bildirmiştir.

11. Üniversite Yönetim Kurulu 4/10/2018 tarihinde Cerrahi Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığının ve Dekanlığın görüşlerine dayanarak başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir.

12. Başvurucu, anılan işlemin iptali ile talebinin reddi dolayısıyla yoksun kaldığı parasal haklarının ödenmesi istemiyle 23/11/2018 tarihinde Manisa 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmış, ayrıca yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dava dilekçesinde, 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasına yer verilerek talebin ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadan reddedildiği ileri sürülmüştür.

13. Üniversitenin savunma yazısında; Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Yürütme Kurulunun 15/4/2009 tarihli kararının 6. maddesinin (a) bendinde, iade isteğinin ilgili ana bilim veya bilim dalında ihtiyaç bulunması şartıyla kabul edileceğinin belirtildiği açıklanmıştır. Savunma yazısında, 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasında idareye takdir yetkisi tanındığı iddia edilmiş, idarenin takdir yetkisini yerinde kullandığı değerlendirilmiştir.

14. İdare Mahkemesi 16/1/2019 tarihinde yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne oyçokluğuyla karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasında ilgili ana bilim veya bilim dalında öğretim üyesine ihtiyaç bulunup bulunmaması yönünden bir koşul getirilmediği, mahkeme veya disiplin kararlarıyla kamu hizmetinden çıkarılanlar hariç olmak üzere herhangi bir nedenle kendi isteği ile görevinden ayrılan öğretim üyelerinin göreve iade başvurularının kabulü hususunda idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmadığı belirtilmiştir. Kararda; YÖK Yürütme Kurulunun 15/4/2009 tarihli kararının 6. maddesinin 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasının kapsamını aşması nedeniyle olayda uygulanma imkânının bulunmadığı, bu durumda başvurucunun göreve iadesi gerekirken aksi yönde tesis edilen işlemin hukuka açıkça aykırı olduğu ifade edilmiştir.

15. İdare Mahkemesi 30/4/2019 tarihinde ise işin esası hakkında karar vermiş ve davayı oyçokluğuyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasında yer alan "kadro koşulu aranmaksızın" ibaresinin üniversite yönetimlerinin ilgilileri eski görevlerine döndürme konusunda bağlı yetki içinde bulunduğu şeklinde yorumlanamayacağı, bu fıkranın ilgililerin atanmak istedikleri alanda hizmetlerine ihtiyaç bulunması hâlinde kadro koşulu aranmayacağı biçiminde anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Kararda; sözü edilen fıkrada -diğer fıkraların aksine- "dönebilirler" biçimindeki ifadenin kullanılmış olmasının idareye takdir yetkisi tanıdığının göstergesi olduğu, dolayısıyla geri dönme isteğinde bulunan öğretim üyesinin ancak hizmetine ihtiyaç bulunması durumunda bu talebinin kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanlığının görüşüne atıfta bulunulan kararda, idarenin takdir yetkisini kötüye kullanmadığı ve başvurucunun talebinin reddinin objektif gerekçelere dayanması nedeniyle hukuka uygun olduğu belirtilmiştir.

16. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasının idareye takdir yetkisi tanımadığını, fıkradaki "dönebilirler" ibaresiyle idareye takdir yetkisi değil ilgililere seçimlik hak tanındığını savunmuş; İdare Mahkemesinin kanun hükümlerini hatalı yorumladığını ileri sürmüştür. İstinaf dilekçesinde, ameliyat sayısının sürekli arttığını, personel yetersizliğinden dolayı profesörlerin dahi nöbet tutmaya başladığını vurgulamıştır. Başvurucu, akademik geçmişiyle ilgili bilgilere yer vermiş; asistan ve öğrencilere akademik yönden katkı sağlayacak yeterlilikte olduğunu ileri sürmüştür. İstinaf dilekçesinde başvurucu ayrıca Cerrahi Bilimler Bölümü Başkanlığının Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalında ihtiyaç bulunup bulunmadığını bilmesinin mümkün olmadığına işaret etmiş, söz konusu ana bilim dalında görev yapan akademik personelin ana bilim dalında ihtiyaç bulunduğu yolunda görüş bildirdiğine dikkat çekmiştir.

17. İzmir Bölge İdare Mahkemesi 5. İdari Dava Dairesi 17/10/2019 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 12/11/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasının ilk hâli şöyledir:

"Yükseköğretim kurumlarından, mahkeme veya disiplin kararları ile çıkarılanlar hariç olmak üzere, herhangi bir nedenle kendi isteği ile ayrılan öğretim elemanları başvuruları üzerine bu kanun hükümleri çerçevesinde Yükseköğretim Kurulunun kararı ile tekrar ayrıldıkları yükseköğretim kurumlarına dönebilirler."

19. 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasının 1/11/1990 tarihli ve 3676 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle değişik hâli şöyledir:

"Yükseköğretim kurumlarından, mahkeme veya disiplin kararları ile çıkarılanlar hariç olmak üzere herhangi bir nedenle kendi isteği ile ayrılan öğretim üyeleri başvuruları üzerine bu Kanun hükümleri çerçevesinde kadro koşulu aranmaksızın tekrar ayrıldıkları yükseköğretim kurumlarına dönebilirler."

20. 3676 sayılı Kanun ilkin 17/1/1990 tarihinde 3599 sayılı Kanun olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) kabul edilmiştir. Ancak Cumhurbaşkanı 3599 sayılı Kanun'u bir kez daha görüşülmek üzere TBMM'ye iade etmiştir. Sözü edilen kanun tasarısı 1/11/1990 tarihinde TBMM Genel Kurulunda 3676 sayılı Kanun olarak aynen kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanı'nın 3599 sayılı Kanun'un iade gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

2. Yukarıda da açıklandığı üzere, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 60 inci maddenin (a) ve (b) fıkralarında yapılan değişiklikle (kadro koşulu aranmaksızın) öğretim üyelerine yükseköğretim kurumlarına dönme hakkı tanınmıştır.

Buna karşılık :

a) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun (Kadroların tespiti) başlığını taşıyan 33 üncü maddesinde aşağıdaki hüküm yer almaktadır.

Kadroların Tespiti

'MADDE 33. —

Kadrosuz memur çalıştırılamaz.

...'

Görüldüğü üzere maddede, kadrosuz memur çalıştırılamayacağı, hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde kesin olarak düzenlenmiştir.

...

c) 60 inci maddenin (a) ve (b) fıkralarında 3599 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucu (kadro koşulu) kaldırılarak genel ilkeye istisna getirilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin emsal kararlarında eşitlik ilkesinden ayrılabilmek için ortada haklı bir neden ve kamu yararının bulunması gerekmektedir.

Kanun teklifinin gerekçe bölümünde bu değişikliğin haklı nedenleri ve düzenlemenin kamu yararına uygun olduğu hususunda herhangi bir görüş ileri sürülmemiştir.

d) Bugün için Ankara, İstanbul ve İzmir'de bulunan üniversitelerimizde esasen fazla öğretim elemanı mevcuttur. Kadro şartı aranmadan kendi istekleri ile görevden ayrılanların yeniden yükseköğretim kurumlarına dönmeleri bu üniversitelerde daha büyük birikimlere yol açacaktır.

Şayet Yüce Meclis kadrosuz dönüşü kabul edecekse, bu hakkın sadece kalkınmada öncelikli yörelerde bulunan üniversiteler için düzenlenmesi, burada bulunan üniversitelerin ihtiyacı bakımından, kamu yararına uygun olacağı düşünülmektedir.

... "

21. TBMM Genel Kurulunda 1/11/1990 tarihinde kabul edilen 3676 sayılı Kanun'a ilişkin Millî Eğitim Komisyonu raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"... Cumhurbaşkanlığının 1 Şubat 1990 tarihli iade yazılı 3599 sayılı Kanunla beraber müzakere edilmiş ve aşağıdaki sonuçlara varılmıştır.

1. Cumhurbaşkanlığı 2547 sayılı Kanunun 60 inci maddesinin (a) ve (b) fıkralarında kadro şartı aranmaması hususunu 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 33 üncü maddesindeki kadrosuz memur çalıştırılamaz hükmüne karşı olarak görmektedir. Her ne kadar 33 üncü madde de kadro şartı aranmayacak hizmetler belirlenmiş ise de üniversiteleri 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun kayıtları ile bağlı saymak doğru olamaz.

Üniversite öğretim üyeleri belirli aşamalarla yetişmekte ve bunların sayıları memleket ihtiyacının çok altında bulunmaktadır. Türkiye'nin yükseköğretimde okullaşma oranı komşularımızın oranının 1/3'üne dahi ulaşamamaktadır. Bu nedenle fazla öğretim üyesi dahi, esas ihtiyacın çok altında bir durumu yansıtmaktan öteye bir anlam taşımayacaktır.

Kaldı ki, halen yürürlükte olan 2547 sayılı YÖK Kanununun 60 inci maddesinin (c) fıkrası üniversitelerde boş kadro koşulu aranmaksızın atamaya imkân sağlamış bulunmaktadır.

3599 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde 2547 sayılı Kanunun 60 inci maddesinin (a) ve (b) fıkralarına getirilmiş olan değişiklik aynı maddenin (c) fıkrasında yürürlükte olan bir hükmün (a) ve (b) fıkralarına aktarılmasından ibarettir.

2. 3599 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle 2547 sayılı Kanunun 60 inci maddesinin (a) fıkrasına getirilen hüküm Bakanlar Kurulunda ve Yasama Organı üyeliğinde görevi sona erenlerin yükseköğretim kurumlarına dönmelerini sağlayan bir hükümdür.

Bu hüküm idarenin takdirine yer bırakmamaktadır. Aynı madde ile 60 inci maddenin (b) fıkrasına getirilen hüküm ise idareye ihtiyacı ve dönecek elemanın daha önceki çalışmalarını değerlendirmek suretiyle bir takdir hakkı bırakan hükümdür.

..."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Anayasa Mahkemesinin 1/2/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

23. Başvurucu, İdare Mahkemesinin hizmet ihtiyacı bulunup bulunmadığı yönünde bir araştırma yapmadan karar vermesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Şikâyetlerinin istinaf aşamasında tartışılmamasının gerekçeli karar hakkı ihlali olduğunu belirten başvurucu, göreve iadesi konusunda idareye takdir yetkisi tanınmadığını ve İdare Mahkemesinin kanun hükümlerini hatalı yorumladığını öne sürmüştür. Başvurucu, istifasından sonraki süreçte ameliyat sayısının arttığını, idarenin aksi yöndeki değerlendirmesinin maddi temelinin bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca hizmetine ihtiyaç bulunduğunun açık olduğunu ve göreve başlatılmamasının kamu yararı ve hizmet gerekleriyle bağdaşmadığını değerlendirmiştir. Başvurucu son olarak normlar hiyerarşisine göre kanunun altında bulunan düzenleyici işleme dayanılarak davanın reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini vurgulamıştır.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik Yönünden

24. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

25. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, suç isnadına bağlı yargılamaların yanında bir kimsenin medeni hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasıyla ilgili yargılamalarda da uygulanır. Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni meselelerde uygulanabilmesi için ortada hukuk düzeni tarafından kişiye tanınmış veya en azından savunulabilir temeli bulunan bir hakkın bulunması gerekir. Ayrıca bu hakka ilişkin olarak ilgili kişinin menfaatini etkileyen bir uyuşmazlık mevcut olmalıdır. Öte yandan bu uyuşmazlık ihtilaf konusu hakkın tespiti ve bu haktan yararlanılması bakımından belirleyici bir nitelik arz etmelidir (Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942, 28/5/2019, § 28).

26. 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasında yükseköğretim kurumlarından -mahkeme veya disiplin kararları ile çıkarılanlar hariç olmak üzere- herhangi bir nedenle kendi isteği ile ayrılan öğretim üyelerinin başvuruları üzerine bu Kanun hükümleri çerçevesinde kadro koşulu aranmaksızın tekrar ayrıldıkları yükseköğretim kurumlarına dönebilecekleri belirtilmiştir. Başvurucunun kendi isteğiyle yükseköğretim kurumundan ayrıldığı hususunda bir tereddüt bulunmadığına göre 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrası kapsamında göreve iade için başvuru hakkının olduğu açıktır. Öte yandan olayda bu hakla ilgili olarak bir uyuşmazlığın bulunduğu tereddütsüzdür. Son olarak bu hakkın medeni niteliği tartışma dışıdır. Bu durumda başvurucunun göreve iade edilmeyi talep etme hakkıyla ilgili uyuşmazlığın adil yargılanma hakkının kapsamında kaldığı sonucuna varılmıştır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

28. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

29. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme "kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi" olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

30. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).

31. Somut olayda Üniversite Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalında profesör kadrosunda görev yapmaktayken 29/4/2017 tarihinde istifa eden başvurucu, -bu tarihten yaklaşık bir yıl sonra verdiği- 24/4/2018 tarihli dilekçeyle, 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasına istinaden görevine dönme istemiyle Dekanlığa başvurmuştur. Başvurucunun talebi, Üniversite Yönetim Kurulunun 4/10/2018 tarihli kararıyla Cerrahi Tıp Ana Bilim Dalı Başkalığının ve Dekanlığın görüşlerine de atıfta bulunularak "ihtiyaç bulunmadığı" gerekçesiyle reddedilmiştir.

32. Başvurucunun açtığı davada İdare Mahkemesi dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin kararında 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasının başvurucunun göreve iadesi konusunda idareye takdir yetkisi tanımadığını kabul etmiştir. Buna karşılık İdare Mahkemesi davanın esasını incelerken bu görüşünden dönmüş ve anılan kuralın idareye takdir yetkisi tanıdığını, dolayısıyla geri dönme isteğinde bulunan öğretim üyesinin ancak hizmetine ihtiyaç bulunması durumunda bu talebinin kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

33. Olaydaki esas tartışmanın 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasının idareye takdir yetkisi tanıyıp tanımadığı noktasında toplandığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması konusunda Anayasa Mahkemesinin yetkisinin sınırlı olduğu hatırda tutulmalıdır. Anayasa Mahkemesinin hukuk kurallarının yorumuna ilişkin yetkisi, bunların idare hukuku yönünden isabetini sorgulamak değil açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatası içerip içermediğini denetlemektir. 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasında 3676 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle yapılan değişikliğin yasama sürecindeki gerekçelerine bakıldığında göreve iade hususunda idarenin takdir yetkisinin bulunduğu yorumunun temelsiz olmadığı anlaşılmaktadır. Millî Eğitim Komisyonu raporunda sözü edilen fıkranın ihtiyaç durumunun ve göreve dönme talebinde bulunan elemanın daha önceki çalışmalarının değerlendirilmesi hususunda idareye takdir yetkisi tanındığı vurgulanmaktadır (bkz. § 21). Bu durumda İdare Mahkemesinin 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasına ilişkin yorumunun bariz takdir hatası veya keyfîlik içermediği değerlendirilmiştir.

34. Öte yandan İdare Mahkemesinin idarenin takdir yetkisini mutlak ve sınırsız olarak kabul etmediği, idarenin bu yetkisini kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak kullanıp kullanmadığı yönünde de denetim yaptığı görülmektedir. Bu bağlamda İdare Mahkemesinin Cerrahi Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığının görüşüne atıf yaptığı görülmektedir. Cerrahi Tıp Ana Bilim Dalı Başkalığının; ana bilim dalının profesör düzeyinde öğretim üyesine ihtiyacı bulunmadığını, başvurucunun uzman olduğu yan dalda fiilen çalışan iki perinatoloji uzmanının mevcut olduğunu, başvurucunun görevde bulunmadığı dönemde tıbbi ve akademik hizmetlerin aksadığına dair bir işaretin mevcut olmadığını ve özel muayenehanesinin mevcudiyetinin bilimsel üretkenliğini olumsuz etkileyecek olmasını dikkate aldığı anlaşılmaktadır.

35. Görüldüğü üzere idarenin başvurucunun göreve dönme talebinin reddine ilişkin işlemi gerekçelendirmiş, İdare Mahkemesi de bu gerekçeleri yeterli bulmuştur. İdare Mahkemesinin gerekçeleri incelendiğinde ilgili ve yeterli olduğu değerlendirilmiştir. Bu durumda başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu kanaatine varılmıştır.

36. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamıştır.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu, göreve başlatılmaması sebebiyle parasal haklarından mahrum kaldığını ve bu durumun mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

38. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

39. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

40. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).

41. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).

42. Kadroya bağlı ödemeler, kadroyla ilişkilendirmenin yapılmasından sonra ödenmeye başlanmakta ve söz konusu kadro işgal edildiği sürece devam etmektedir. Dolayısıyla kamu görevlisi olmayan birisinin kamu görevlisine ödenen özlük haklarını talep etmesi mümkün değildir. Somut olayda başvurucu, kamu göreviyle henüz ilişkilendirilmediğinden profesör kadrosuna bağlanan parasal hakların başvurucu yönünden mülk teşkil etmesi mümkün değildir. Sonuç olarak başvurucunun somut başvuru açısından Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan bir mülkünün veya mülkü elde etme yönünde yeterli hukuki temele dayalı meşru bir beklentisinin bulunmadığı anlaşılmıştır.

43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Yusuf Şevki HAKYEMEZ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 1/2/2023 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. İstifa eden tabip öğretim üyesinin göreve dönme isteğinin reddine ilişkin işleme karşı açılan davada hukuk kurallarının hatalı yorumlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine dair yapılan bireysel başvuruda başvurunun açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği şeklindeki çoğunluk kararına başvurunun kabul edilebilir bulunması gerektiği ve Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle katılmamaktayım.

2. Çoğunluk kararında, 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasında 3676 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle yapılan değişikliğin yasama sürecindeki gerekçelerine bakıldığında göreve iade hususunda idarenin takdir yetkisinin bulunduğu yorumunun temelsiz olmadığı Millî Eğitim Komisyonu raporunda sözü edilen fıkranın ihtiyaç durumunun ve göreve dönme talebinde bulunan elemanın daha önceki çalışmalarının değerlendirilmesi hususunda idareye takdir yetkisi tanındığına vurgu yapılarak, İdare Mahkemesinin 2547 sayılı Kanun'un 60. maddesinin (b) fıkrasına ilişkin yorumunun bariz takdir hatası veya keyfîlik içermediği sonucuna ulaşılmıştır. Yine çoğunluk kararında İdare Mahkemesinin idarenin takdir yetkisini mutlak ve sınırsız olarak kabul etmediğine ve idarenin bu yetkisini kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak kullanıp kullanmadığı yönünde de denetim yaptığına değinilmiştir (Bkz.: §§ 33-34).

3. Oysa somut başvuruya konu olayda uygulanacak Kanun maddesine bakıldığında çoğunluk kararında ifade edildiği üzere idareye takdir yetkisi tanındığı sonucuna ulaşmak zordur. Nitekim bahse konu 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 60. maddesinin (b) fıkrasının 1/11/1990 tarihli ve 3676 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle değişik ve bireysel başvuruya konu olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:

"Yükseköğretim kurumlarından, mahkeme veya disiplin kararları ile çıkarılanlar hariç olmak üzere herhangi bir nedenle kendi isteği ile ayrılan öğretim üyeleri başvuruları üzerine bu Kanun hükümleri çerçevesinde kadro koşulu aranmaksızın tekrar ayrıldıkları yükseköğretim kurumlarına dönebilirler."

4. Fıkranın değiştirilmeden önceki halinde kendi isteği ile ayrılan “öğretim elemanları”nın “Yükseköğretim Kurulunun kararı” ile tekrar ayrıldıkları yükseköğretim kurumlarına dönebilmeleri mümkün iken 1990 yılında yapılan değişiklikle hem kapsam daraltılarak sadece kendi isteği ile ayrılan “öğretim üyeleri”nin yükseköğretim kurumlarına dönebilmesine imkan tanınmış hem de süreçteki “Yükseköğretim Kurulunun kararı” şartı kaldırılmış ve bunun yerine “kadro koşulu aranmaksızın” tekrar ayrıldıkları yükseköğretim kurumlarına dönebilme imkanı şeklinde yeni bir kural getirilmiştir.

5. Hal böyle iken yine de somut bireysel başvuruya konu olayda çoğunluk kararında ifade edildiği şekilde göreve iade hususunda idarenin takdir yetkisinin bulunduğu yorumunun yapılabilmesinin mümkün olamayacağı kanaatindeyim.

6. Zira “b” fıkrasının bütününe ve kuraldaki yüklemdeki “dönebilirler” ibaresine birlikte bakıldığında aslında göreve dönme konusundaki takdirin sadece herhangi bir nedenle kendi isteği ile ayrılan öğretim üyelerine tanınmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu kuraldan göreve dönme konusunda idareye takdir yetkisi tanındığı sonucu çıkarmak Kanun’un açık hükmü karşısında mümkün değildir. Bu bağlamda çoğunluk kararında da dayanak olarak gösterilen ve bu fıkranın kanunlaşma sürecinde Milli Eğitim Komisyonu raporunda idareye göreve iade konusunda bir takdir yetkisi tanındığına dair yapılan vurgunun fıkranın açık hükmü karşısında hukuken savunulabilir bir argüman olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Yine bu bağlamda “kanun altı” bazı düzenlemelerle Kanun’un göreve iade konusunda kendi isteği ile ayrılan öğretim üyelerine tanındığı takdiri idarenin takdirine bağlaması da hukuken mümkün değildir.

7. Dolayısıyla 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 60. maddesinin (b) fıkrasının 1/11/1990 tarihli ve 3676 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle değişik hâli yürürlükte iken başvurucunun kendi isteği ile yükseköğretim kurumundan ayrılması sorasında ayrıldığı kuruma dönmesi sürecinde idareye bir takdir tanındığı şeklindeki İdare Mahkemesinin değerlendirmesinin hukuk kurallarının yorumu ile ilgili olduğu ifade edilse de İdare Mahkemesinin bu yorumunun Kanun’un açık hükmü karşısında bariz bir takdir hatası içerdiği sonucuna ulaşmak gerekir.

8. Yukarıda sıralanan gerekçelerle başvurunun kabul edilebilir bulunması gerektiği ve başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle çoğunluk kararına katılmamaktayım.

Üye

 Yusuf Şevki HAKYEMEZ