TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BİLAL GÜVENDİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/8817)

 

Karar Tarihi: 20/12/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Hasan SARAÇ

Başvurucu

:

Bilal GÜVENDİ

Temsilcileri

:

1. Sevgi GÜVENDİ

 

 

2. Şevket GÜVENDİ

Vekili

:

Av. Mesut METE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle açılan davanın kesin hükmün varlığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/3/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvurucu Bilal Güvendi'nin Doğumundaki ve Sonrasındaki Tıbbi Tedavi Uygulaması ile Buna Dair Yargısal Süreç

9. Başvurucu Bilal Güvendi 8/8/2012 tarihinde Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde doğmuştur.

10. Doğum sonrasında doktorlar, başvurucuya özefagus atrezi (yemek borusunun mide ile bağlanamaması sonucu doğuştan gelen bir bozukluk) tanısı koymuştur. Bu nedenle başvurucunun Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Araştırma Hastanesi) sevk edilmesi gerekmiştir.

11. Başvurucu, söz konusu rahatsızlığı nedeniyle 9/8/2012 tarihinde Araştırma Hastanesinde ameliyat edilmiştir. Ameliyat sonrası ağızdan besleme yapılamaması nedeniyle başvurucuya damar yoluyla beslenme sıvısı verilmiştir. Beslenme sıvısı verilirken sağ elinde ciddi derecede şişlikler meydana gelmesi üzerine başvurucu aynı hastanede bir kez daha ameliyat edilmiştir.

12. Başvurucunun annesi Sevgi Güvendi ile babası Şevket Güvendi başvurucu adına velayeten, kendi adlarına ise asaleten, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte toplam 250 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebiyle Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna karşı 17/2/2014 tarihinde Ankara 15. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılmıştır.

13. Anılan davada Adli Tıp Kurumu (ATK) 2. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen raporda "... küçüğe TPN başlanmasının tıbben doğru olduğu, verilen beslenme sıvısının damar dışına kaçması neticesinde meydana gelen cilt nekrozunun her türlü özene rağmen oluşabilen, herhangi bir tıbbi ihmal ve kusura izafe edilemeyen komplikasyon olarak değerlendirildiği, komplikasyon yönetiminin tıp kurallarına uygun yapıldığı, yapılan cerrahi müdahalenin tıbben doğru olduğu, küçükte elde meydana gelen kontraktürün küçüğe fizik tedavi uygulansa bile büyüyen organ neticesinde beklenen bir durum olduğu cihetle, ilgili sağlık personellerine atfı kabil bir kusur tespit edilmediği..." belirtilmiştir.

14. Ankara 15. İdare Mahkemesi 27/4/2017 tarihli kararıyla ATK tarafından hazırlanan bilirkişi raporu ile sağlık personeline atfı kabil bir kusur tespit edilemediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

15. Anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi (İstinaf Dairesi) 25/10/2017 tarihli kararla istinaf başvurusunu kısmen kabul etmiş, kararın manevi tazminat talebinin reddine ilişkin kısmını kısmen kaldırarak takdiren 50.000 TL manevi tazminatın davacılara ödenmesine hükmetmiş, kararın maddi tazminat ve manevi tazminatın kalan kısmına yönelik istinaf başvurusunu reddederek bu kısmı onamıştır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Uyuşmazlıkta, Adli Tıp raporunda özefagus atrezisi nedeniyle ağızdan beslenmesinin yapılamayacağından küçüğe TPN başlanmasının doğru olduğu, verilen beslenme sıvısının damar dışına kaçması neticesinde meydana gelen cilt nekrozunun her türlü özene rağmen oluşabilen, herhangi bir tıbbi ihmal ve kusura izafe edilemeyen komplikasyon olarak değerlendirildiği belirtilmekte ise de; beslenme sıvısının damardan verilmesi sırasında davalı idarece gerekli tedbirlerin alınarak meydana gelebilecek zararların önlenmesi gerekmektedir.

Olayda, davalı idarece beslenme sıvısının damardan verilmesi sırasında gerekli tedbirler alınmadığından davacının olay nedeniyle oluşan zararının karşılanması gerektiği tabiidir.

Bu durumda davacıların çocuğu Bilal Güvendi'nin elinde doku kaybı başladığı ve tedavi sürecinin sürmesi edeniyle duyduğu acı, üzüntü ve ruhsal sıkıntılarının kısmen de olsa dindirilmesi için takdiren 50.000,00 TL manevi tazminatın davacılara ödenmesi gerekmektedir."

16. Başvurucular bu karar üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 4/7/2022 tarihli ve B. No 2018/1571 sayılı kararıyla başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

''47. Somut olayda gerekli tedbirlerin alınmadığı ve meydana gelebilecek zararların önlenmesi gerektiği derece mahkemesi tarafından tespit edilmiştir. Bu duruma göre sağlık hizmetinin yürütülmesinde bir yetersizlik olmadığı söylenemez.

48. Maddi tazminata hükmetmek ve tazminatın nasıl hesaplanacağı konusu hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin bir mesele olarak derece mahkemelerinin takdirindedir. Bariz takdir hatası veya keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesinin derece mahkemesinin bu takdirine müdahale etmesi mümkün değildir. Bununla birlikte hâlihazırda sağ elini etkin şekilde kullanamayan ve tam olarak bir daha ne zaman kullanacağı da anlaşılamayan birinci başvurucunun maddi nitelikte birtakım zararları olabileceği gibi hizmet kusurunun açıkça tespit edilmiş olması ve dava dosyasına sunulan birtakım belgeler karşısında birinci başvurucunun babası olan diğer başvurucunun da maddi tazminata ilişkin taleplerinin neden reddedildiği anlaşılamamıştır.

49. Bu zararın idarenin gerekli tedbiri almaması sonucunda ortaya çıktığı konusunda derece mahkemesinin kabulü ve tespitleri dikkate alındığında sadece manevi tazminat talebinin kabul edilmesinin ihlalin sonuçlarının giderilmesi bakımından yeterli olmadığı açıktır. Nitekim derece mahkemesince bir kusur tespitine yer verilmesine rağmen maddi tazminat talebinin reddi yönünden somut değerlendirme yapılmamış ve maddi zararın tazmin edilmesi konusundaki anayasal gereklilikleri gözeten bir yaklaşım gösterilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun maddi zararlarının tazmin edilmesi yönündeki taleplerinin derece mahkemesince reddedilmesi nedeniyle ihlalin sonuçlarının giderildiğini söylemek güçtür. Bu nedenle somut olayın koşullarında kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı bakımından devletin pozitif yükümlülüğünün gereğinin yerine getirildiğinin kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.''

17. İhlal kararı üzerine dava Ankara 15. İdare Mahkemesinin E.2022/1947 esas sayısına kaydedilerek yeniden görülmeye başlanmış olup yargılama devam etmektedir.

B. Bireysel Başvuruya Konu Edilen Yargısal Süreç

18. Başvurucunun kişisel müracaatı üzerine Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi (Çocuk Hastanesi) başvurucu hakkında heyet raporu düzenlemiştir. 8/3/2018 tarihli heyet raporunda başvurucuya eklem kontraktürü teşhisi konularak başvurucunun %51 oranında engelli olduğu tespit edilmiş ve söz konusu raporun üç yıl süreyle geçerli olduğu belirtilmiştir.

19. Söz konusu rapor üzerine fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla başvurucu adına 7.500 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminata 9/8/2012 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte hükmedilmesi talebiyle 16/8/2018 tarihinde Sağlık Bakanlığına karşı tam yargı davası açılmıştır. Dava dilekçesinde önceki tıbbi tedavi süreçleri ayrıntılı olarak anlatıldıktan sonra başvurucunun idarenin kusuru nedeniyle beş ağır ameliyat geçirdiği, tıbbi tedavi sürecinde psikolojisinin bozulduğu, arkadaşları ve çevresi ile sağlıklı iletişime geçemediği, uyum problemleri yaşadığı, öz bakım becerilerini yerine getirmekte sorunlar yaşadığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu dava dilekçesinde daha önce oluşan zararlardan farklı olarak yeni ve güncel zararların doğduğuna dair herhangi bir iddiada bulunmadığı tespit edilmiştir.

20. Ankara 9. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) görülen dava 14/9/2018 tarihli kararla kesin hüküm nedeniyle incelenmeksizin reddedilmiştir. Söz konusu kararın gerekçesinde başvurucunun hizmet kusuru nedeniyle oluştuğu belirtilen rahatsızlığından dolayı daha önce açılan ve Ankara 15. İdare Mahkemesinin 27/4/2017 tarihli kararına konu olan tazminat davası süreci anlatıldıktan sonra İstinaf Dairesi tarafından verilen 25/10/2017 tarihli kararla söz konusu davanın kesin hükümle neticelendiği tespitinde ve değerlendirmesinde bulunulmuştur. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...[k]arar verilerek kesinleştiği anlaşıldığından, dava dilekçesinde de 'Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesinden alınan 08.03.2018 tarih ve 533 nolu raporda da durumunun tescillendiği'ni belirttikleri üzere Adli Tıp Kurumunda tespiti yapılmış olan eldeki rahatsızlığın yeni tarihli alınan raporla tescilinden ibaret olan yeni bir hizmet kusuru ya da yeni ortaya çıkan bir zarar ileri sürmeden aynı hizmet kusuru sonucu daha önceden oluşan ve tespiti yapılan zarara dayanılarak açılan davanın kesin hüküm nedeniyle incelenmesine olanak bulunmamaktadır."

21. Başvurucu anılan karara yönelik istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde, önceki tıbbi tedavi sürecinden sonra etkilenen bölgelerin olduğunu ve zararın arttığını, yeni bir tedavi sürecine girildiğini, buna rağmen davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini iddia etmiştir. Başvurucu bu nedenle, önceki süreçte değerlendirilmeyen bu yeni zararlara dayalı olarak açılan davada, süreçte tedavileri yapan tüm hastanelerden ilgili dokümanların temin edilmesinden sonra karşılaştırma ve değerlendirmeler yapılması gerekirken İdare Mahkemesince bu hususta herhangi bir inceleme yapılmaksızın davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini öne sürmüştür. İstinaf başvurusu İstinaf Dairesi tarafından 16/1/2019 tarihinde reddedilmiştir.

22. Başvurucu, nihai kararın 19/2/2019 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 21/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

23. İlgili hukuk için bkz. Şenol Özdemir, B. No: 2018/14133, 11/5/2023, §§ 22-24.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Anayasa Mahkemesinin 20/12/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

25. Başvurucu; tıbbi hatalar nedeniyle açılan davalar sırasında ve sonrasında ilk raporda belirtilen zararlardan farklı olarak yeni zararların meydana geldiğini ve yeni tedavi süreçlerinin başladığını, bu sebeple Çocuk Hastanesinde yeni tetkik ve tedavilerinin ardından ameliyatlar yapıldığını, önceki yargılama sürecinde alınan ATK raporu ile sonradan alınan engelli sağlık raporlarının birbirinden farklı olduğunu, Çocuk Hastanesi raporunda %51'lik engellilik durumunun sonradan oluşan zararlardan kaynaklandığını, böylelikle süreçte ortaya çıkan zararın ciddi şekilde arttığını belirtmiştir. Açtığı yeni davada daha önceki davada değerlendirilmeyen hususların da değerlendirilmesi yapılmak üzere eski ve yeni tüm tıbbi kayıtlar ile raporların temin edilmesinden sonra ATK'dan yeni rapor aldırılması gerekirken bu yola gidilmeksizin davanın kesin hükümle reddedildiğini ifade eden başvurucu; eşitlik ve hukuk devleti ilkelerinin, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi, yaşam, kişi özgürlüğü ve güvenliği, özel hayata saygı gösterilmesini isteme ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

26. Bakanlık görüşünde, mevzuata ve ilgili içtihatlara yer verildikten sonra mevcut başvuruda başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak incelemede somut olayın kendine özgü şartlarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

27. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, dava ve istinaf dilekçeleri ile bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü hususları tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

28. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

''Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda tazminat davasının esası, kesin hüküm bulunmasına bağlı olarak incelenmediğinden başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

32. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

33. Somut olayda davanın esası incelenmeden kesin hüküm nedeniyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

34. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin gözönüne alınması gerekmektedir.

35. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

36. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

37. Başvuru konusu olayda tazminat davasının 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesindeki düzenlemeye istinaden 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendi ve 115. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 303. maddesi gereğince reddedildiği anlaşılmıştır. Buna göre Mahkemece verilen ret kararı ile yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

38. Adil yargılanma hakkı, niteliği gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu hakkın Anayasa'da belirtilmesi kendi başına bir anlam ifade etmemekte, bireylerin bu haktan yararlanabilmesi için devletin en azından yargı teşkilatını kurması ve yargılama usullerini belirlemesi gerekmektedir. Devletin düzenleme yetkisi olduğu alanlarda belirli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğu kabul edilmelidir. Bu sebeple adil yargılanma hakkına yönelik sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan belirli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (Bekir Sözen [GK], B. No: 2016/14586, 10/11/2022, § 74).

39. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin de sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek idari işlemlerin dava konusu edilebilirliğinin belli koşullara bağlanması mümkündür (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018, § 48).

40. Anayasa Mahkemesi iptal veya itiraz yoluyla gündemine gelen davalarda; Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlet olduğunu belirterek hukuki güvenlik ilkesinin hukuk devletinin unsurlarından biri olduğunu ifade etmiştir (AYM, E.2006/61, K.2007/91, 30/11/2007; AYM, E.2014/73, K.2014/98, 22/5/2014).

41. Anayasa Mahkemesi bu kavramların içeriğini kararlarında tanımlamış; kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesinin hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kıldığını, belirlilik ilkesinin ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade ettiğini belirtmiştir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).

42. Türk hukukunda kesin hüküm "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." hükmüyle kaynağını Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasından almaktadır. Kesin hükme saygı ilkesi, yürürlükteki kurallara göre çözümlenen bir konunun o konunun ilgilileri arasında -kanunun öngördüğü iade-i muhakeme gibi ayrık durum dışında- yeniden incelenmesine engeldir. Değişik kanunlarda yer alan bu hukuksal kurum, yargı alanında kararlılık sağlamak amacına bağlanmaktadır. Biçimsel ve nesnel anlamda tanımları yapılan bu kurumun ögeleri; yargı kararlarına tanınan bir nitelik olması, bu niteliğin yasalarla tanınması ve yargı kararına uyulması zorunluluğudur (AYM, E.1988/36, K.1989/24, 2/6/1989).

43. Bu itibarla kesin hükmün varlığı sebebiyle davanın esasının incelenmemesine ilişkin söz konusu müdahalenin kesin hükümle oluşan hukuki durumun korunarak bireylerin hukuksal güvenliğinin sağlanması biçimindeki kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.

iii. Ölçülülük

44. Davanın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişimine getirilen sınırlamanın ölçülü olup olmadığı ve başvurucuya ağır bir yük getirilip getirilmediği hususlarının değerlendirilmesi gerekir.

 (1) Genel İlkeler

45. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

46. Somut olayda elverişlilik ve gereklilik ilkeleri yönünden tartışılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır. Asıl üzerinde durulması gereken, müdahalenin orantılı olup olmadığıdır.

47. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi olan orantılılık, hakkın sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirir. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir (Levent Tütüncü, § 52).

48. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli usul ve şartların öngörülmesi -bu şartlar dava açmayı veya kanun yoluna başvurmayı imkânsızlaştırmadıkça- mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak mevzuatta öngörülen usul ve şartlara ilişkin kuralların açıkça yanlış uygulanması nedeniyle kişilerin dava açmasına ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).

49. Kesin hükme saygı (res judicata) ve kesin hükmün bağlayıcı olması, hükmü veren mahkeme de dâhil diğer bütün mahkemelerin ve diğer ilgili kurumların bu kararla bağlı olması anlamına gelir. Yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 65; Alba İnşaat Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/1313, 26/2/2015, §§ 53, 54).

50. Adil yargılanma hakkı ile bağlantılı olan kesin hükme saygı ilkesi, kesinleşmiş bir mahkeme hükmüyle bireylere tanınan statüye (hak ve borçlara) hukuk düzenince istisnai durumlar dışında müdahale edilmemesini gerekli kılar. Bunun sonucu olarak mahkemeler aynı konuda aynı dava sebebine dayanarak aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdır. Kesin hükmün dokunulmazlığı ilkesi mutlak değildir. Bazı istisnai durumlarda kesin hükme müdahale edilmesine hukuk sistemleri cevaz verebilir. Nitekim usul hukukunda sınırlı hâllerde uygulanmak üzere buna yönelik bazı müesseseler (hükmün tavzihi, tashihi, tamamlanması, yargılamanın yenilenmesi, kanun yararına temyiz) öngörülmüştür. Bunun dışındaki müdahalelerin olağan yargısal süreçteki gibi deliller yeniden değerlendirilerek kesin hükmün esastan yeniden incelenmesi sonucunu doğurmaması gerekir (Mustafa Altın [GK], B. No: 2018/10018, 27/10/2021, § 63).

51. Anayasa Mahkemesi kesinleşmiş mahkeme kararının yok hükmünde kabul edilerek icra edilmemesi meselesiyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede kesin ve bağlayıcı olan mahkeme kararının taraflardan biri açısından işlevsiz hâle getirilmesinin adil yargılanma hakkını zedeleyeceğini ancak her somut olayın koşullarında değerlendirileceği üzere uyulması beklenen kesin hükmün de hukukun temel esaslarına, hakkaniyet ve adalet ilkelerine aykırı verilmemesi gerektiğini belirtmiştir (Remzi Saldıray, B. No: 2016/2377, 24/2/2021, § 44). Aksi durumda kesinleşmiş mahkeme kararlarının sürekli sorgulanarak hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri zedelenecek, bireylerin hukuk sistemine olan güvenleri sarsılabilecektir (Mustafa Altın,§ 64).

52. Bununla birlikte kesinleşmiş bir mahkeme kararına müdahaleyi gerekli kılan önemli ve zorlayıcı şartların varlığının somut gerekçelerle ortaya konulması hâlinde -örneğin kararın hukukun temel ilkelerine açıkça aykırı verilmiş olması gibi hâllerde- kesin hükme müdahale edilmesi için söz konusu istisnai koşulların uygulanabilmesine yönelik usule ilişkin müesseselerin kanunla oluşturulmasının da gerekli olduğu açıktır. Başka bir ifadeyle hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerinin bir gereği olarak kesin hükmün ortadan kaldırılmasının şartlarının ve usullerinin kanunda açıkça düzenlenmesi zorunludur. Bu bağlamda hangi süre içinde bu yola başvurulabileceği kanunda tereddüte mahal bırakmayacak bir şekilde gösterilmeli ve söz konusu süre, makulün ötesine geçmemelidir (Mustafa Altın,§ 65).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

53. Somut olayda engelli sağlık raporu almak amacıyla yaptığı müracaatı üzerine başvurucu hakkında %51 oranında engelli olduğuna dair düzenlenen sağlık kurulu raporuna istinaden bireysel başvuruya dayanak davanın açıldığı anlaşılmıştır.

54. Açılan bu davada İdare Mahkemesi, Ankara 15. İdare Mahkemesinde yapılan yargılamaya ilişkin olarak verilen nihai karara ve İstinaf Dairesinin ilgili kararına atıfla mevcut davaya dayanak yapılan raporun aslında daha önceki davada alınan ATK raporunda belirtilen rahatsızlığın tescilinden ibaret olduğunu değerlendirmiştir. Başka bir ifadeyle İdare Mahkemesi söz konusu raporun daha önceki rapordan farklı hususları içermediğini, aslında var olan zararı tespit ettiğini kabul etmiştir. Bu durum karşısında İdare Mahkemesine göre yeni bir hizmet kusuru ya da yeni ortaya çıkan bir zarar bulunmamakta veya ileri sürülmemektedir. İdare Mahkemesi bu nedenle aynı olgulardan kaynaklanan hizmet kusuru iddiasına dayanılarak eskiden oluşan ve yeni bir raporla tespit edilen zararın tazmini amacıyla yeniden bir dava açılmasına imkân bulunmadığını değerlendirmiştir.

55. Başvurucunun Ankara 15. İdare Mahkemesinde görülen ilk davaya ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra aldığı engelli sağlık raporuna istinaden İdare Mahkemesinde açtığı ikinci davanın da ilk dava ile aynı hukuki sebebe, tıbbi hata nedeniyle idarenin hizmet kusurunun bulunduğu, maddi ve manevi zararının oluştuğu iddiasına dayandığı, diğer yandan her iki davada ileri sürülen hususlar ile maddi olay ve olguların aynı olduğu görülmüştür. Başka bir ifadeyle başvurucu, açtığı ikinci davada özellikle hizmet kusurunun ve keza zararın varlığına ilişkin olarak ilk dava sürecinde tespit edilmesi ve değerlendirilmesi mümkün olmayan, bu davaya ilişkin hükmün kesinleşmesinden sonra ilk kez ortaya çıkan yeni bir hukuki duruma ve sebebe dayanmamıştır.

56. Bu itibarla derece mahkemelerinin somut olayı kesin hüküm müessesi çerçevesinde ele alırken uyguladıkları yaklaşımın katı ve şekilci bir değerlendirmeye dayanmadığı, öngörülebilirlik sınırları içinde olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla davanın kesin hüküm nedeniyle incelenmeksizin reddedilmesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin -elde edilmek istenen kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında- başvurucuya orantısız bir külfet yüklemediği, bu itibarla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/12/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.