TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

M. U. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/12957)

 

Karar Tarihi: 19/7/2023

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Duygu KALUKÇU

Başvurucu

:

Vekili

:

Av. Fatma İrem BAYAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, eşitlik ilkesi ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/3/2020 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:

6. 1971 doğumlu olan başvurucu, Türkiye Vakıflar Bankası (Kurum) bünyesinde 25/12/1995 tarihinden itibaren çalışmakta olup 12/8/2016 tarihinde Ümraniye Çarşı Şubesinde şube müdürü olarak görev yapmakta iken Kurum tarafından başvurucunun sözleşmesi feshedilmiş, 23/8/2016 tarihinde de fesih işlemi başvurucuya tebliğ edilmiştir.

7. Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespiti, işe iadesi ile haksız fesihten kaynaklanan tazminat ve hakettiği ücretlerinin ödenmesine karar verilmesi taleplerini ileri sürerek işveren aleyhine 20/9/2016 tarihinde işe iade davası açmıştır. İstanbul 18. İş Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilen dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, savunması alınmadan ve somut bir sebebe dayanmadan iş akdinin feshedildiğini, fesih bildiriminde hangi sebebe istinaden sözleşmenin feshedildiği bilgisinin verilmediğini ileri sürmüştür.

8. Davalı işveren, sunduğu 24/10/2016 tarihli cevap dilekçesinde 15/7/2016 tarihli darbe teşebbüsünün akabinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PYD) üyeliği, mensubiyeti veya bu örgütle iltisakı yahut irtibatı olduğu değerlendirilen, ülke güvenliği ve değerlerine karşı tutum ve davranışlar içinde bulunan veya görev yaptıkları dönemde yeterli verim alınamayan, performansı beklentilerin altında kalan kişilerin önce genel müdürlük emrine alındığı, ardından görevlerine son verildiği, başvurucunun iş akdinin de bu kapsamda haklı nedenle ve usulüne uygun olarak feshedildiği, feshin son çare olarak kullanıldığı belirtilmiştir.

9. Başvurucu; cevaba cevap dilekçesinde hakkında soruşturma dahi olmadığı hâlde işveren tarafından FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu kanısına nasıl varıldığının fesih bildiriminden anlaşılmadığını, savunmasının dahi alınmadığını, feshin geçerli yahut haklı bir nedene dayanmadığını ifade etmiştir.

10. Mahkeme 17/10/2016 tarihli karar ile dava şartı yokluğundan davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Davalı cevabi yazıları içeriğine göre, davacının iş akdi, milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ/PYD terör örgütüne irtibatı olduğu değerlendirilmek (kanaat olarak) suretiyle feshedilmiştir. Davalı Banka'da Kamunun hissesi bulunduğundan 673 sayılı KHK kapsamında değerlendirilerek, fesih nedenine göre, davacı 673 sayılı KHK. madde 7 gereğince işe geri alınma yönünde talepte bulunamayacağından, bu madde bu konuda dava şartıgetirmekle, davanın reddine karar verilerek, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

11. Başvurucu 9/11/2016 tarihli dilekçesiyle anılan kararı istinaf etmiştir. İstinaf başvuru dilekçesinde; dava dilekçesinde ileri sürdüğü beyanları tekrar etmiş, işverenin cevap dilekçesinde hangi sebeple iş akdini feshettiği hususunu netleştirmediğini, FETÖ/PDY ile iltisakı sebebiyle mi yoksa performans düşüklüğü nedeniyle mi işine son verildiğinin anlaşılamadığını belirtmiş; bunun yanı sıra Mahkemenin mevzuatı hatalı değerlendirdiğini, 1/9/2016 tarihli ve 29818 (2. Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (673 sayılı KHK) 7. maddesinde dava açmanın önüne geçen bir düzenlemenin bulunmadığını ileri sürmüştür. Davalı işveren ise cevap dilekçesinde önceki iddialarını tekrarlamış ve davanın reddini talep etmiştir.

12. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 31. Hukuk Dairesi 25/5/2017 tarihli kararı ile dava konusu talep hakkında yargı mercilerince karar verilmesine yer olmadığına, dava dosyasının İstanbul Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) gönderilmesi için derece mahkemesine iadesine hükmetmiştir.

13. OHAL Komisyonu 12/10/2016 tarihli kararıyla, yaptığı ön inceleme neticesinde başvurucu hakkında OHAL kapsamında doğrudan KHK ile tesis edilen bir tedbirin uygulanmadığı gerekçesiyle dosyanın Komisyonun görevleri arasında yer almadığını belirterek iadesine karar vermiştir. İade kararı üzerine Mahkeme, dosyayı Bölge Adliye Mahkemesine göndermiş; Bölge Adliye Mahkemesi ise 29/12/2017 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin davanın esasına girip, delilleri toplayıp ret ya da kabul yönünde bir karar vermesi gerektiğini belirterek dosyanın geri çevrilmesine hükmetmiştir.

14. Geri çevirme kararı üzerine dosyayı yeniden incelemeye başlayan Mahkeme, 29/5/2018 tarihinde duruşma açarak taraf beyanlarını dinlemiş; İstanbul ve İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılıkları (Başsavcılık) ile İstanbul Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet) ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) müzekkere yazarak başvurucu hakkında bir soruşturma, ByLock kaydı yahut Bank Asya hesabı olup olmadığının araştırılmasını istemiştir.

15. Başsavcılıktan gelen cevabi yazıda başvurucu hakkında soruşturma kaydına rastlanmadığı belirtilmiş; Emniyetten gelen yazıda da ByLock tespiti bulunmadığı ifade edilmiştir. TMSF'den gelen yazıda ise başvurucunun Bank Asyada hesap kaydının olduğu belirtilmiş ve hesap döküm cetveli dosyaya gönderilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun hesap hareketleri incelendiğinde 23.000 TL yatırmak suretiyle Bank Asyada 24/1/2014 tarihinde hesap açtığı ve 2015 Şubat ayına kadar hesaptaki parayı aşama aşama arttırmak suretiyle 86.929,69 TL'ye kadar çıkardığı, 2015 Mart ayı itibarıyla ise hesabı sıfırladığı görülmüştür.

16. 5/3/2019 tarihli karar duruşmasında taraflar müzekkere cevaplarına yönelik savunma yapmıştır. Başvurucu vekili, fesih işleminin fesih anında mevcut vaka ve emarelere dayanması gerektiğini, buna mukabil işverenin yargılama safhasında delil toplamak suretiyle şüpheyi ortaya koymaya çalıştığını belirtmiş; davanın kabulünü talep etmiştir. İşveren vekili ise başvurucunun Bank Asyadaki hesaplarında yoğun işlem yaptığını, dosyaya sunulan emsal Yargıtay kararlarına göre şüphe feshinin hukuka uygun olduğunu belirtmiş ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

17. Mahkeme 5/3/2019 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...davalı banka işyerinde şube müdürü olarak 4857 sayılı İş Kanununa tabi şekilde çalışan davacının iş akdinin 667 sayılı KHK'nın 4. maddesi kapsamında feshedildiği, 667 sayılı KHK 'nın 4. maddesi 2. fıkrasındada '1. fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler' denilmekle davacının işe iadesinin yasal olarak mümkün olmadığı, FETÖ/PDY terör örgütleriyle mensubiyeti, iltisakı yahut irtibatı olduğu şüphesine bağlı olarak davacının iş akdine son verildiği, son verme işleminde Bakanlar Kurulunca çıkarılan Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamesinin verdiği yetkiye dayanıldığı, bu durumda 4857 sayılı Kanun'un 18. ve devamı maddelerindeki feshin geçersizlik koşullarının aranmayacağı, fesih nedenine göre de aslen yazılı bildirim yapılmasının ve yine fesih öncesi davacının savunmasının alınmasının da gerekmediği, anılan terör örgütünün sebep olduğu fevkalade durum nedeniyle hakkında duyulan şüphe nedeniyle davacı işçi ile davalı işveren arasında güven ilişkisinin hiç değilse zedelendiği ve iş ilişkisinin olumsuz etkilendiği, davalı işverenden davacıyı çalıştırmasının artık beklenemeyeceği, feshin geçerli nedenle gerçekleştiği, ayrıca davacının Bank Asya'da hesabının bulunduğu, her ne kadar davacı hakkında yapılan ceza soruşturması bulunmasa da bu durumun şüphe feshi yönünden sonuca etkisinin bulunmadığı, davacının iş akdinin yasal düzenlemeler kapsamında sona erdirildiği anlaşılmakla davanın reddine karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

18. Başvurucu 24/4/2019 tarihli dilekçesiyle anılan kararı karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf başvuru dilekçesinde dava dilekçesinde ileri sürdüğü beyanları tekrar etmiş; işverenin fesih ihbarnamesinde işten çıkarılma sebebini bildirmediğini, yargılama sürecinde de bu duruma bir açıklık getirmediğini, kendisinin FETÖ/PYD'yle irtibatının olmadığını, performansının düşük olmadığını, işveren nezdinde yirmi yıldır çalıştığını, buna mukabil savunması dahi alınmadan işten çıkarıldığını ileri sürmüştür. İşveren ise 2/8/2019 tarihli cevap dilekçesinde TMSF'den gelen cevap doğrultusunda başvurucunun FETÖ/PDY'ye finans desteği sağlayan Bank Asyada hesabının bulunduğu, hesap hareketleri incelendiğinde hesap açılış tarihinin ve Yargıtayın benzer durumlara dair verdiği kararlar dikkate alındığında mevcut tespitin şüphe feshi için yeterli olduğunu belirtmiş ve istinaf talebinin esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.

19. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 31. Hukuk Dairesi 26/12/2019 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Yapılan açıklamalar çerçevesinde; dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri ile kamu düzeni dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmış, buna göre davacı tarafın istinaf başvuru talebinin esastan reddine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir."

20. Nihai karar 3/3/2020 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu 18/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

22. İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-26.

2. Yargıtay Kararları

23. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır."

24. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..."

25. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin 4. maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin 7. maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.

Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir."

26. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4. maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.

Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 06.09.2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun 18. ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.

Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir."

27. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/464, K.2018/6086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Somut olayda; davacının iş sözleşmesinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında Mahkemece öncelikle yapılacak iş; davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir."

B. Uluslararası Hukuk

28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM'e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35).

30. AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu ifade etmiştir. AİHM bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmiştir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da adaleti hiçe sayacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğine işaret etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Anayasa Mahkemesinin 19/7/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

32. Başvurucu; usule ilişkin olarak dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddedilmesinin bariz takdir hatası içerdiğini, mevzuata açıkça aykırı olan bu karar nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Esasa ilişkin olarak ise yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan davanın reddedildiğini, işverenin ne fesih bildiriminde ne de yargılama sürecinde kendisini şüpheye götüren olguları açık ve net bir şekilde ortaya koyduğunu, buna rağmen derece mahkemeleri tarafından şüphenin yeterli olduğu gerekçesiyle davanın reddedilmesinin bariz takdir hatası nedeniyle adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.

33. Bakanlık görüşünde, taraflar arasındaki iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, geçerli nedenle feshin söz konusu olduğu gerekçesiyleilk derece mahkemesi tarafından davanın reddine karar verildiği ve anılan kararın kanun yollarından geçerek kesinleştiği hatırlatılmış; hukuk kurallarını yorumlama yetkisinin derece mahkemelerine ait olduğu, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durum olmadığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti mahiyetinde kalacağı hususlarında değerlendirmeler içeren Anayasa Mahkemesi kararlarına yer verilerek başvuru incelenirken bu hususların gözönünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir.

34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

2. Değerlendirme

35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ise de somut olayda dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddi kararının yargılama sürecinde kaldırıldığı ve başvurucunun iddialarının esastan incelenmek suretiyle yargılamanın sonuçlandırıldığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı yönüyle mağduriyetin ortadan kalktığı değerlendirildiğinden ayrıca bu hak yönünden inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir. Başvuru formu bir bütün olarak incelendiğinde başvurucunun temel iddiasının iş akdinin hukuka aykırı bir şekilde feshedildiği, buna dair açılan işe iade davasının iddia ve itirazları incelenmeksizin, Bank Asya tespitinin terör olayları ile bağlantısı ortaya konulamadan reddedildiği hususuna ilişkin olduğu görülmüştür. Bu kapsamda başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

37. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

38. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

39. Somut olayda 1995 yılından itibaren Türkiye Vakıflar Bankası nezdinde, son olarak da Ümraniye Çarşı Şubesinde Şube Müdürü olarak çalışan başvurucunun iş akdi 2016 yılında terör örgütüyle irtibatı/iltisakı bulunduğu şüphesiyle feshedilmiş; bu kapsamda açılan işe iade davası ise başvurucu hakkındaki yargılama dosyasına gelen Bank Asya hesap hareketleri dikkate alınarak reddedilmiştir (bkz. §§ 6-19).

40. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

41. Tüm bu açıklamalar karşısında şüphe feshi gerekçesiyle iş akdinin sonlandırıldığı davalarda, özellikle işvereni fesih sonucuna götüren hususların aydınlatılması önemlidir. Bu kapsamda derece mahkemelerinden beklenen, öncelikle işveren kurumun niteliği ile sözleşmesi feshedilen işçinin burada hangi pozisyonda çalıştığı, işinin mahiyeti ve öneminin ne olduğu hususlarını belirlemesidir. Zira şüpheyi doğuran olay yahut durum, farklı pozisyonlarda çalışan kişiler yönünden farklı değerlendirme yapmayı gerektirebilmektedir. Bunun yanı sıra şüphe feshini doğuran durum veya olayın/vakıanın -Yargıtay içtihadında da değinildiği gibi- doğrudan işçinin şahsından kaynaklanması, millî güvenliği tehdit eden yapı veya oluşum ile işçi arasında güncel ve kişisel bir bağlantıyı ortaya koyabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Yine bu noktada derece mahkemelerince söz konusu bağlantının nasıl kurulduğunun detaylı bir şekilde gerekçelendirilmesi keyfîliğin önüne geçilebilmesi adına önem arz etmektedir. Söz konusu kriterlerin -özellikle millî güvenlik ile ilgili hususlarda- esnek değerlendirilebileceği düşünülse dahi bu durumda da makul ve hakkaniyetli bir şekilde mevzunun ele alınması, hem işçi yönünden hem işveren yönünden adil bir denge kurulması icap etmektedir.

42. Başvuruya konu olayda Mahkemenin değerlendirmesine göre işvereni şüphe feshine götüren olgu, başvurucunun Bank Asyada hesabının bulunmasıdır.

43. Bank Asyanın FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin çağrıları üzerine örgüt üyelerinin yatırdığı paralar üzerinden gelir elde ettiği, bu suretle örgüt faaliyetlerine mali kaynak sağladığı ve örgütün finans merkezi olduğu hususu yargı kararlarıyla tespit edilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 35; Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, § 59; Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 20/12/2017 tarihli ve E.2017/1862, K.2017/5796 sayılı kararı; ayrıca bkz. §§ 37, 38). Aynı zamanda mutat hesap hareketlerinin örgütsel faaliyette bulunma ya da örgüte yardım etme kapsamında değerlendirilemeyeceği de Yargıtay tarafından kabul edilmiştir (Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 25/6/2020 tarihli ve E.2020/1974, K.2020/3079 sayılı kararı). Her durumda Bank Asyaya para yatırarak FETÖ/PDY ile irtibat veya iltisak içinde olunduğu ve bu suretle işçi-işveren arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak sözleşmenin feshedilebilmesi için yukarıda açıklanan ilkelere uygun şekilde hareket edilmesi gerektiği açıktır (Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, § 137).

44. Başvuruya konu olayda başvurucunun Bank Asyada hesabının olduğu belirtilmiş ve bu kapsamda davanın reddine karar verilmiştir. Yargılama dosyasına gelen bilgilerden söz konusu hesabın 24/1/2014 tarihinde açıldığı, bu tarihten itibaren aktif bir şekilde kullanıldığı ve 2015 yılı ortalarına kadar yaklaşık 50.000-80.000 TL arasında hesap hareketi olduğu tespit edilmiştir. Mahkeme tarafından TMSF'den gelen bu bilgiler duruşmada okunmuş ve başvurucuya diyecekleri sorulmuştur. Nitekim başvurucunun Bank Asyadaki hesap hareketlerini öğrenemediği veya söz konusu hareketin rutin bankacılık faaliyeti olduğu yönünde bir iddiası bulunmamaktadır. Bu kapsamda başvurucunun bankacı olarak -özellikle de VakıfBankta şube müdürü pozisyonunda- çalıştığı, Bank Asya hesabını sözde örgüt liderinin talimatı sonrasında açtığı, özellikle 2014 yılı ve 2015 yılı başlarında hesaplarda dönem itibarıyla yüksek miktarlı para hareketliliği olduğu hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde derece mahkemelerince şüphe feshinin geçerli nedenle yapıldığı yönündeki değerlendirmenin -başvurucunun rutin bankacılık faaliyeti yönünde iddiası bulunmadığı da gözetildiğinde- keyfî olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.

45. Somut olayda başvurucu, eksik inceleme yapıldığını belirterek mahkeme kararının doğru olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun ileri sürdüğü iddialar mahkemelerce delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararlarının gerekçesinde bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir husus da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.

46. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

47. Başvurucu; ilgili mevzuatın derece mahkemelerince hatalı değerlendirilmesi sonucu önce dava şartı yokluğundan davasının reddedildiğini, akabinde dosyanın OHAL Komisyonuna gönderildiğini, böylece yargılamanın makul sürede neticelendirilmediğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

48. 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a 25/7/2018 tarihinde eklenen geçici ikinci maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

49. 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile 6384 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesinin birinci fıkrasında yer alan tarih 9/3/2023 olarak değiştirilmiş ve 9/3/2023 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Tazminat Komisyonu tarafından inceleneceği düzenlenmiştir.

50. Anayasa Mahkemesi Veysi Ado ([GK], B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında; ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.

51. Mevcut başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

53. Başvurucu; Bank Asyanın TMSF'ye devredilmeden önce herkesin ulaşabildiği özel bir banka olduğunu, hesabının da Bankanın TMSF'ye devrinden önce açtığı kişisel bir hesap olduğunu, terör olayları ile hiçbir bağlantısının olmadığını, sadece bu sebeple iş akdinin feshedilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

54. Anayasa Mahkemesi ancak temellendirilebilmiş bir bireysel başvuruyu inceler. Başvurucuların şikâyetlerini hem maddi hem hukuki olarak temellendirme zorunluluğu vardır. Başvurucuların maddi dayanaklar yönünden yükümlülüğü şikâyetlerine konu temel olay ve olguları açıklamak, bunlara ilişkin delilleri Anayasa Mahkemesine sunmak, hukuki dayanak yönünden yükümlülüğü ise bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiğini özü itibarıyla açıklamaktır (Sabah Yıldızı Radyo ve Televizyon Yayın İletişim Reklam Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi [GK], B. No: 2014/12727, 25/5/2017, § 19).

55. Somut olayda başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

56. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

57. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53).

58. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

59. Somut başvuru açısından başvurucunun Bank Asyada hesabı olduğu ve bu hesapta mülk sayılabilecek maddi varlığının bulunduğu sabit olmakla beraber anılan mülke kamu makamlarınca doğrudan bir müdahalede bulunulup bulunulmadığı dosya kapsamından anlaşılamamıştır. Banka hesabının açılış tarihi ve hesap hareketleri ile somut olayın koşulları bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucu yönünden iş akdinin feshi noktasında terör örgütleri ile irtibatlı yahut iltisaklı olabileceği kabul edilmiş ise de başvurucu, bu hususun mülkiyet hakkına nasıl müdahale teşkil ettiğini açıklayamamış, hesap yahut hesaptaki meblağ hakkında doğrudan müdahale teşkil edebilecek bir işlem yahut eylemin varlığı da başvuru dosyasından belirlenememiştir. Nitekim başvurucunun da bu yönde bir iddia veya itirazı söz konusu değildir. Bu kapsamda başvurucunun mülkiyet hakkının nasıl ve ne şekilde ihlal edildiği hususunda yeterli açıklamayı yapmadığı, gerekli bilgi ve belgelerle ihlal iddiasının temellendirilemediği değerlendirilmiştir.

60. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun iddiaları

61. Başvurucu, kendisiyle benzer durumda bulunan kişiler hiçbir yaptırıma maruz kalmazken hakkında uygulanan fesih işleminin eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

62. Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:

“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

63. Başvurucunun anayasal haklarının ihlal edildiğine yönelik bu iddialarının -bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında- soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda ve hangi temelde (dil, din, ırk, cinsiyet vb.) ayrımcılığa maruz kaldığı sorusuna cevap verebilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla ayırımcılık yasağının bağımsız nitelikte koruma işlevi olmayıp bu hak, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını ve korunmasını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte bir haktır.

64. Somut olayda başvurucu; eşitlik ilkesinin ihlal edildiği ileri sürülmekteyse de başvurucunun hangi temel hak ve özgürlüğünün nasıl ihlal edildiğini belirtmediği, ihlal iddiasını temellendirilemediği değerlendirilmiştir.

65. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 19/7/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.