TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ ÇAL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/16941)

 

Karar Tarihi: 19/10/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Çağlar ÖNCEL

Başvurucu

:

Ali ÇAL

Vekili

:

Av. Ali YEŞİLBAĞ

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. Başvurucuya 1/1/2002 tarihinde Özel İ. Hastanesindeki varikosel ameliyatı sonrasında enjeksiyonla ağrı kesici ilaç verilmiş, bu işlemden sonra başvurucunun sağ bacağında uyuşma ve hissizlik meydana gelmiştir. Bu şikâyetlerinin artarak devam etmesi üzerine hastanede yapılan muayene ve tetkiklere göre anılan şikâyetlerin enjeksiyon işlemine bağlı olduğu değerlendirilerek fizik tedaviye gitmesi önerilmiştir. Tedavi sürecinin sonunda başvurucunun şikâyetlerinde bir azalma olmadığı ve sağ ayakta düşme oluştuğu belirlenmiştir.

3. Başvurucu 3/12/2002 tarihinde Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde; hastane çalışanı hemşirenin hatalı müdahalesi sonucunda sağ ayağını tam olarak kullanamadığını, bu sebeple işgücü kaybına uğradığı gibi manevi olarak çöküntü yaşadığını belirten başvurucu fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 10.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminatın ödenmesini talep etmiştir.

4. Mahkeme dosyayı bilirkişi incelemesi için Adli Tıp Kurumuna (ATK) göndermiştir. ATK 3. İhtisas Kurulunun 27/10/2004 tarihli raporunda; enjeksiyonu yapan hastane personelinin 4/8 oranında kusurlu olduğu, başvurucunun iş gücünden %28 kayıp yaşadığı belirtilmiştir. Başvurucu bu rapora itiraz ederek kalan 4/8 kusurun kime ait olduğunun belirlenmesi gerektiğini ileri sürmüş, Mahkemece dosyanın Yüksek Sağlık Şurasına (Sağlık Şurası) gönderilmesine karar verilmiştir. Sağlık Şurasının 14/12/2007 tarihli kararına göre enjeksiyon sağlık personeli tarafından yapılmış ise ortaya çıkan sonucun komplikasyon olması nedeniyle ilgili kişinin kusursuz olduğu, aksi hâlde somut olayın Sağlık Şurasının görev alanında olmadığı belirtilmiştir.

5. Mahkeme, raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla ATK Genel Kurulundan bilirkişi raporu almıştır. Bu raporda; başvurucuya 1/1/2002 tarihli ameliyatından sonra yapılan enjeksiyon işleminin düşük ayak oluşumuna yol açtığı iddia edilmekte ise de başvurucunun 2/1/2002 tarihli EMG sonucuna göre sağ siyatik sinirinde lezyon tespit edildiği oysa enjeksiyona bağlı siyatik sinir hasarlarında EMG bulgusunun 15-20 günden önce ortaya çıkmasının beklenmediği belirtilmiştir. Bu sebeple başvurucudaki rahatsızlık ile 1/1/2002 tarihli enjeksiyon arasında illiyet kurulamadığı ve kusur tayininin gerekli olmadığı bildirilmiştir.

6. Mahkeme 23/2/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; ATK Genel Kurulundan alınan bilirkişi raporunda yer verilen somut bulguların diğer raporlar ile çelişmediği belirtilerek enjeksiyon ile düşük ayak oluşumu arasında illiyet bağı bulunmadığından maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddinin gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz yoluna başvurulmuştur. Başvurucu temyiz dilekçesinde; olay tarihinde 19 yaşında olan başvurucunun sağ ayağında meydana gelen sakatlığın, davalının eylemi dışında hangi nedenlere bağlı olarak meydana gelebileceğinin tespit edilmesine ilişkin ATK raporu alınması taleplerinin reddedilerek eksik incelemeye dayalı karar verildiğini ileri sürmüştür.

7. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (Daire) tarafından yapılan değerlendirmede; Sağlık Şurasının kararının gerekçeden yoksun olduğu, ATK 3. İhtisas Kurulu raporunda imzası bulunan Kurul üyelerinin ATK Genel Kurulu raporuna da iştirak ettikleri ancak bu iki rapor arasında çelişki bulunduğu dikkate alındığında ATK Genel Kurulu raporunun da hükme esas alınamayacağı belirtilmiştir. Anılan sebeplerle Mahkemece üniversite hastanelerinde görev yapan ve alanında uzman kişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulundan rapor alınması gerektiği bildirilerek bozma kararı verilmiştir. Mahkemece yeniden yapılan yargılamada ATK 3. İhtisas Dairesinden, üniversitelerin nöroloji, fizik tedavi ve rehabilitasyon, ortopedi ana bilim dallarında görevli öğretim üyelerinden oluşan üç ayrı kurul raporu alınmıştır. Mahkemeye sunulan 16/6/2015 tarihli kurul raporunda; enjeksiyon işlemi ile siyatik sinir hasarı arasında illiyet bağı bulunduğu, bu sonucun iki nedenle oluşabileceği ilk ihtimalin enjeksiyon iğnesinin sinire temas etmesi, diğer ihtimalin ise verilen ilacın enjeksiyon yerinde göllenerek sinir kılıfına sızması olduğu belirtilerek her iki ihtimalin de komplikasyon olarak nitelendirildiği vurgulanmıştır.

8. Mahkeme 24/11/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; ATK aracılığıyla temin edilen bilirkişi raporları ile üniversitelerde görevli öğretim üyelerinden oluşan kurullarca hazırlanan raporlarda enjeksiyon ve sonuç arasındaki illiyet bağı yönünden farklı görüşler olsa da tüm raporların durumun komplikasyon olduğu konusunda birleştiği belirtilmiştir. Ayrıca illiyet bağının varlığı hâlinde de sonucun iki ayrı nedene dayandırıldığı bu sebeplerden birisinin enjeksiyon uygulayan sağlık görevlisinin hatalı uygulaması, diğerinin ise verilen ilacın enjeksiyon yerinde göllenmesi ve sinir kılıfına sızması ile oluşan kimyasal etkiye bağlı olarak komplikasyon oluşması şeklinde açıklanması nedeniyle sonucun tıbbi uygulama esnasındaki hatadan kaynaklandığının kabul edilemeyeceği vurgulanmıştır. Dairece 6/12/2017 tarihinde onanan karar, 17/2/2020 tarihli karar düzeltme kararı sonucunda kesinleşmiştir.

9. Başvurucu, nihai kararı 10/3/2020 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 4/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

10. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

11. Ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

A. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

12. Başvurucu; hatalı enjeksiyon işlemi sonucunda engelli kaldığını, iş gücü kaybına uğradığını ve psikolojik sorunlar yaşamasına karşın açtığı tazminat davasının haksız şekilde reddedildiğini belirterek maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, süreçte verilen kararların gerekçelerine ve ilgili mevzuat ile içtihada yer verilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formundaki açıklamalarını yinelemiştir.

13. Başvuru, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmiştir.

14. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

15. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemelerinin bu konuda gösterdiği hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

16. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).

17. Başvurucunun olaya dair şikâyetlerinin özü, enjeksiyonu gerçekleştiren hemşirenin gerekli mesleki özeni göstermemesi sonucunda engelli hâle gelmesine karşın tazminat davasının reddedilmesine ilişkindir.

18. Somut olayda Dairenin bozma kararı üzerine yeniden yapılan yargılamada Mahkeme, ATK ve üniversitelerin alanında uzman öğretim üyelerinden oluşan üç ayrı heyetten bilirkişi raporları almış, bu raporlarda başvurucudaki düşük ayak oluşumunun komplikasyon olarak nitelendirildiği ve sağlık personelinin hatalı tıbbi müdahalede bulunduğuna dair bir tespite yer verilmediği görülmüştür.

19. Dolayısıyla yargılama sürecinde başvurucu hakkındaki tüm tıbbi belgelerin incelenerek tıbbi hata iddialarının ayrıntılı bir şekilde tartışıldığı, başvurucunun itirazlarının gözetilerek raporlar arasındaki çelişkilerin giderildiği ve neticede başvurucuda gelişen şikâyetlerin yapılan enjeksiyonun komplikasyonu olduğu, bu sebeple enjeksiyonu yapan hemşireye atfı kabil bir kusur bulunmadığı yönünde görüş bildirildiği görülmektedir.

20. Başvurucuya bilirkişi raporlarının tebliğ edildiği, raporlara karşı itirazlarını dile getirmesine fırsat tanındığı ancak mahkemenin, raporların yeterli bilimsel ve teknik inceleme üzerine verildiğini değerlendirerek yeniden rapor aldırılmasına gerek duymadığı anlaşılmıştır. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucunun kararlara karşı kanuni yollara başvurabildiği ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar edildiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

21. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

22. Başvurucu, tıbbi ihmal iddiası kapsamındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

23. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

24. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABÜLÜNE,

B. 1. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyete neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,

E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/10/2023 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY

1. Anayasa Mahkemesi 1.Bölüm 2020/16941 Esas sayılı dosyada sayın çoğunluk başvurucunun tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiştir.

2. Aşağıda belirttiğim gerekçelerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

3. Olay ve olgular mahkemenin gerekçeli kararında özetlenmiştir.

4. Başvurucu 1/1/2002 tarihinde Özel bir hastanede gerçekleştirilen operasyon sonrası yapılan ağrı kesici iğnenin uygulanması neticesinde sağ bacağında uyuşma hissetmiş sonrasında gördüğü tedavilerden netice alamamıştır. Başvurucunun askerliğe elverişli olup olmadığına dair yapılan tetikler sırasında ayağında düşme olduğu tespit edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu Bakırköy 7. Asliye Hukuk mahkemesine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır.

5. Derece mahkemelerindeki yargılama süreçlerinde dosya mahkeme kararından sonra Yargıtay’a gitmiş Yargıtay’ın bozması sonrası karara çıkmıştır. Bu süreçler içerisinde dosyada tıbbi ihmal ile ilgili birden fazla rapor aldırılmıştır. Bu raporların çelişkilerinin giderilmesi amacıyla da adli tıp kurumu genel kurulundan da ayrıca rapor alınmış buna rağmen Yargıtay 13. Hukuk Dairesi sağlık şurası kararının gerekçeden yoksun olduğu ATK 3. İhtisas Kurulu raporunda imzası bulunan kurul üyelerinin genel kurul raporuna iştirak ettikleri bu nedenle mahkemece üniversite hastanelerinde görev yapan alanında uzman kişilerden oluşturulacak rapor aldırılması gerekçesiyle yeniden bozulmuştur. Dosya alınan bu rapordan sonra karara çıkmıştır. Dosya içerisinde ATK 3. İhtisas Dairesinin hastane personelinin 4/8 oranında kusurlu olduğuna dair raporu da bulunmaktadır.

6. Başvuru, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmelidir.

7. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete, negatif yükümlülükler yanında egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması için bazı pozitif yükümlülükler de yükler. Anılan pozitif yükümlülükler sağlık alanında yürütülen faaliyetler için de geçerlidir. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde; herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak … amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini kamu kesimindeki ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır. Bu sebeple devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu ister özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır. Şüphesiz anılan düzenlemeler, sağlık personellerinin sahip olmaları gereken yüksek mesleki standartları da içermelidir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, B. No: 2019/24231, 23/2/2022, §§ 80-81).

8. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

9. İlgili mevzuatta bedensel bütünlüğün zedelenmesi durumunda olayın özelliklerine göre maddi ve manevi tazminata hükmedilebileceği açıkça düzenlenmiştir. Maddi tazminat idari eylem ve işlem nedeniyle kişilerin uğradığı maddi zararlarının tazminini sağlarken manevi tazminat aynı işlem veya eylemden dolayı kişinin çektiği ızdırabın, elemin yarattığı manevi yıpranmanın hafifletilmesi ve tazmini amacına hizmet etmektedir. Kişinin idarenin işlem ve eylemlerinden kaynaklanan hem maddi hem de manevi zararlarının tazmininin mevzuatta düzenlenmesinin devletin kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili biçimde koruma yükümlülüğünün gereği olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayın özelliklerine göre tazminata hükmetmek ve tazminatın nasıl hesaplanacağı konusu hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin bir mesele olarak derece mahkemelerinin takdirindedir. Bariz takdir hatası veya keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesinin derece mahkemesinin bu takdirine müdahale etmesi uygun değildir (Fatma Kılıç ve İbrahim Haldız, § 39).

10. Somut olay bakıldığında başvurucunun hatalı enjeksiyon nedeniyle hukuk mahkemesi nezdinde açtığı tazminat davasında mahkeme tarafından adli tıp kurumu ve üniversitelerden oluşan raporlar değerlendirilerek karar verilmiştir. Hukuk mahkemesi uygulamayı yapan sağlık personelinin hukuki sorumluluğunun doğduğuna dair delil elde edilemediğine, bu nedenle istihdam eden hastane hakkında adam çalıştıranın sorumluluğu şeklinde kusursuz sorumluluğunun ya da hastanenin işleyişine bağlı hukuka aykırı eylemi ile illiyetli olarak kusur sorumluluğu esasına dayalı olarak sorumluluğunun doğmadığı kanaatiyle davanın reddine karar vermiştir. Hukuk mahkemesinin kararı Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

11. Başvuru, ve olay değerlendirildiğinde ATK raporuna dayanılarak oluşan mahkeme kararlarının yeterli gerekçe içerip içermediği yargısal makamların ve hastane görevlilerinin Anayasa’nın 17. Maddesi kapsamında gereken özen ve derinlikte inceleme yapıp yapmadığı kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince değerlendirilmelidir.

12. Somut olay bu kapsamda değerlendirildiğinde yargılama sırasında alınan hastane görevlilerinin 4/8 oranında kusurlu olduğunu gösteren adli tıp raporuna rağmen tazminat davasının ret ile sonuçlanması başvurucunun mağduriyetine ilişkin yeterli giderimi sağlamadığı açıktır. Dosyanın asıl bilirkişisinin hakim olduğu göz önüne alındığında somut olay hakim tarafından da mahkemenin edindiği kanaat ve gözlemde belirtilerek bir sonuca ulaşılmalıdır.

13. Bu kapsamda dosyada başvurucunun maddi ve manevi tazminat talepleri reddedildiğinden yeterli giderimin sağlandığı söylenemez bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından 17. Maddenin ihlal edildiğine karar vermek gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

Üye

 Selahaddin MENTEŞ