TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET GÜLEÇ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/21690)

 

Karar Tarihi: 15/11/2023

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Çağlar ÖNCEL

Başvurucular

:

1. Benay GÜLEÇ

 

 

2. Hamide GÜLEÇ

 

 

3. Ahmet GÜLEÇ

Başvurucular Vekili

:

Av. Murat YILDIZ

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. 1999 doğumlu olan birinci başvurucu omuriliğindeki eğrilin (skolyoz) düzeltilmesi amacıyla 30/9/2015 tarihinde Ankara Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) ameliyat edilmiştir. Akabinde yatılı olarak tedavisi devam eden birinci başvurucu, genel durumunun kötüleşmesi üzerine 4/10/2015 tarihinde Ankara Üniversitesi Hastanesine (Üniversite Hastanesi) sevk edilmiştir.

3. 12/11/2015 tarihine kadar Üniversite Hastanesinde tedavi gören birinci başvurucu, solunum destek cihazına bağlı şekilde ve bilinci kapalı olarak taburcu edilmiştir. Başvurucunun diğer sağlık kurumlarındaki tedavilerinden de bir sonuç alınamadığı anlaşılmıştır.

4. Başvurucular 22/4/2016 tarihinde Ankara 11. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; ameliyatı gerçekleştiren sağlık görevlilerinin hatalı müdahaleleri sonucunda birinci başvurucunun bitkisel hayata girdiğini, iyileşme imkânı bulunmadığını ve %100 engelli hâle geldiğini belirten başvurucular fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 1.000 TL maddi tazminatın ödenmesini talep etmiştir.

5. Mahkeme, dosyayı bilirkişi incelemesi için Adli Tıp Kurumuna (ATK) göndermiştir. ATK 7. İhtisas Kurulunun 31/10/2018 tarihli raporunda; başvurucudaki skolyoz tanısının doğru olduğu, ameliyatın gereklilik taşıdığı, oluşan neticenin komplikasyon olduğu, başvurucuya yönelik tüm işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Hastanede yapılan tüm tanı, tedavi ve takip işlemlerinin tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu, idarenin kusurunun bulunmadığı bildirilmiştir.

6. Başvurucular bu rapora itiraz ederek ameliyatı gerçekleştiren sağlık görevlilerinin hatası sonucunda birinci başvurucunun yatağa bağımlı hâle geldiğini ayrıca tıbbi müdahale öncesinde bu operasyonun muhtemel sonuçlarının kendilerine açıklanmaması nedeniyle de idarenin kusurlu olduğunu ileri sürmüştür.

7. Mahkeme 24/9/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; ATK raporuna atıfla Hastanede yapılan teşhis, tedavi ve tıbbi müdahale hususunda idarenin ve sağlık görevlilerinin kusurlu hizmet ifa ettiğine ilişkin somut bir tespit bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde; ATK raporuna itiraz dilekçesinde belirtilen hususlar (bkz. § 6) yinelenmiş ayrıca Dr. N.E.Ö.nün 12/2/2016 tarihli beyanında transfüzyon setinde oluşan tıkanma nedeniyle bu işlemin sonlandırılarak kan ürünlerinin iade edildiği ve aynı gün başvurucuda solunum sıkıntısı başladığı ifade edilmesine karşın ATK raporunda ise anılan işlemin herhangi bir aksama olmadan tamamlandığının belirtildiği vurgulanarak Mahkemece bu çelişkinin giderilmediği ileri sürülmüştür.

8. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi (Daire), 25/2/2020 tarihinde mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek kararı kesin olarak onamıştır.

9. Başvurucular yasal süre içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

10. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

11. Başvurucular, sağlık görevlilerinin hatalı tıbbi müdahaleleri nedeniyle birinci başvurucunun bitkisel hayata girdiğini, yaşamını başkalarının desteği olmadan sürdürmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Ayrıca tıbbi müdahale öncesinde bu operasyonun muhtemel sonuçları konusunda hiçbir açıklama yapılmadığını ifade eden başvurucular, ikinci başvurucunun okuma yazma bilmediğini, matbu olarak hazırlanan formda yer alan parmak izinin aidiyeti ile ilgili araştırma yapılmadığı gibi parmak izinin tanıklar huzurunda alınmaması sebebiyle de hukuken geçerlilik taşımadığını vurgulamıştır. Başvurucular anılan formda üçüncü başvurucunun imzasının olmamasının da formu geçersiz kıldığını beyan ederek kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık görüşünde, süreçte verilen kararların gerekçelerine ve ilgili mevzuat ile içtihada yer verilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda belirttiği hususları tekrar etmiştir.

12. Başvuru, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmiştir.

13. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

14. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete, negatif yükümlülükler yanında egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması için bazı pozitif yükümlülükler de yükler. Anılan pozitif yükümlülükler sağlık alanında yürütülen faaliyetler için de geçerlidir. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde; herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak … amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini kamu kesimindeki ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır. Bu sebeple devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu ister özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır. Şüphesiz anılan düzenlemeler, sağlık personellerinin sahip olmaları gereken yüksek mesleki standartları da içermelidir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, B. No: 2019/24231, 23/2/2022, §§ 80-81).

15. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

16. Başvurucuların şikâyetlerinin özü, ameliyatı gerçekleştiren sağlık görevlilerinin gerekli mesleki özeni göstermemesi ve ameliyatın muhtemel sonuçlarını açıklamaması sonucunda açtıkları tam yargı davasının reddedilmesine ilişkindir.

17. Somut olayda Mahkemece ATK 7. İhtisas Kurulundan bilirkişi raporu alındığı görülmüştür. 31/10/2018 tarihli raporunda; başvurucudaki skolyoz tanısının doğru olduğu, ameliyatın gereklilik taşıdığı, oluşan neticenin komplikasyon olduğu, komplikasyona yönelik olarak yapılan tüm işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Hastanede yapılan tüm tanı, tedavi ve takip işlemlerinin tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu, idarenin kusurunun bulunmadığı bildirilmiştir. Mahkeme, olayda ilgili hekimlerin ve Hastanenin kusurunun bulunmadığı yönünde görüş bildiren bilirkişi raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir.

18. Başvurucular istinaf dilekçesinde, dosyada bulunan tüm tedavi belgelerinin incelenmediğini, transfüzyon işlemini yapan Dr. N.E.Ö.nün 12/2/2016 tarihli beyanında transfüzyon setinde oluşan tıkanma nedeniyle bu işlemin sonlandırılarak kan ürünlerinin iade edildiğinin ve aynı gün başvurucuda solunum sıkıntısı başladığının ifade edilmesine karşın ATK raporunda bu işlemin herhangi bir aksama olmadan tamamlandığının belirtildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca Mahkemece bu çelişkinin giderilmemesi nedeniyle transfüzyon işleminin tamamlanamaması ile birinci başvurucuda oluşan felç arasında illiyet bağı olup olmadığının belirlenemediğini vurgulamıştır.

19. Buna karşın, Mahkemenin gerekçesinde; ATK raporu hakkındaki itirazların raporu kusurlu hâle getirmeyeceğinin belirtilmesi ile yetinildiği, transfüzyon setinin tıkanması ile bu işlemin yapılamamasında hizmet kusuru bulunup bulunmadığına dair açıklama yapılmadığı görülmüştür. Bu nedenle derece mahkemelerinin somut olaya özgü koşulların bir bütün olarak değerlendirilmesine imkân sağlayacak tüm bilgi ve belgeleri temin etmeden alınan bilirkişi raporunu dikkate alarak karar verdiği kanaati oluşmuştur. Dolayısıyla derece mahkemelerinin Anayasa'nın 17. maddesinin gerektiği özen ve derinlikte bir araştırma yaptığını söylemek mümkün değildir.

20. Öte yandan başvurucular somut olayda olası riskler hakkında aydınlatılmadıklarını ve usulüne uygun şekilde rızalarının alınmadığını, onam belgesinde okuma yazma bilmeyen ikinci başvurucunun parmak izi bulunduğu iddia edilmiş ise de bu parmak izinin başvurucuya aidiyetinin araştırılmadığını, tanıklar huzurunda alınmayan parmak izine itibar edilemeyeceği gibi üçüncü başvurucunun imzasının alınmamış olmasının da belgeyi hukuken geçersiz kıldığını ileri sürmüştür.

21. Sultan Bulut ve diğerleri kararında belirtildiği gibi tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise bu kişilerin veli veya vasilerinin yapılacak tıbbi müdahaleye izin verme yetkileri bulunmaktadır. Rızanın geçerliliği bakımından kişinin öncelikle neye rıza gösterdiğini bilmesi gerekir ki bu da ancak hastanın somut olaya uygun yeterli bilgilendirme ile diğer bir ifadeyle aydınlatılması ile mümkün olabilir. Buradan hareketle doktor ile hastası arasındaki ilişkinin güvene dayalı bir ilişki olduğu da gözetildiğinde doktorun hastaya bilgi sunma, bilgiyi anlaşılır kılma ve birlikte en doğru karara varacak şekilde süreci yönetme yükümlülüğü olduğu vurgulanmalıdır. Bu bağlamda hasta veya temsilcisinin (veli-vasi) somut olaya uygun şekilde bilgilendirilerek rızalarının alındığını ispat yükümlülüğünün de hastane ve doktorda olduğu söylenebilir (Sultan Bulut ve diğerleri, B.No: 2017/37430, 20/10/2021, § 55).

22. Bununla birlikte tıbbi müdahale öncesi yapılacak bilgilendirmenin hastanın kendi hakkında doğru karar verebilmesini sağlayacak yeterlilikte olması gerektiği ancak her somut olayda ve hastalıkta bilgilendirmenin içeriğinin farklı olmasının işin doğası gereği olduğu vurgulanmalıdır. Diğer yandan hastanın veya veli ya da vasinin yeterli bir şekilde aydınlatıldığından söz edilebilmesi için bilgilendirmenin en azından uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncalarını, alternatif tıbbi müdahale usullerini, tedavinin kabul edilmemesi hâlinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ile hastalığın seyri ve neticelerini içermesi gerektiği söylenebilir. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi uygulama arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Sultan Bulut ve diğerleri, § 55; benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, § 50).

23. Başvurucuların onam formunda işlemin olası sonuçlarına dair yeterli bilgi bulunmadığına ilişkin iddialarını bilirkişi raporuna itiraz ve istinaf dilekçelerinde ileri sürdüğü ancak derece mahkemelerinin kararlarında bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği gözetildiğinde anılan iddianın yargılama makamları tarafından karşılanmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda yargılama sürecinde başvurucuların ameliyat öncesinde bu işlem sonucu oluşabilecek komplikasyon riskleri yönünden bilgilendirilmesine ve onam belgelerinin usulüne uygun şekilde tanzim edilip edilmediğine ilişkin bir araştırma yapılmamış ve bu konu açıklığa kavuşturulamamıştır. Diğer bir deyişle derece mahkemelerinin kararlarında, başvurucuların ameliyattan önce yeterli bir biçimde aydınlatılıp aydınlatılmadığı hususu tartışılmamıştır.

24. Sonuç olarak birinci başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahale öncesinde başvurucuların tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası yönünden mahkeme kararlarında konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır. Derece mahkemelerinin kararlarında onam belgesinin yeterliliği hakkında hiçbir açıklamaya yer verilmediği dikkate alındığında yeterli bir denetim ve değerlendirme yapıldığı söylenemez. Üstelik başvurucuların belirtilen iddia ve şikâyetleri, yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır.

25. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

26. Başvurucular ihlalin tespiti, her bir başvurucu yönünden 50.000 TL olmak üzere toplam 150.000 TL tazminata hükmedilmesi ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

27. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

28. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 11. İdare Mahkemesine (E.2016/1871, K.2019/1796) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 446,90 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.246,90 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/11/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.