TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BÜLENT SİLKÜ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/2418)

 

Karar Tarihi: 15/11/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 28/2/2024-32474

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Mehmet ALTUNDİŞ

Başvurucu

:

Bülent SİLKÜ

Vekili

:

Av. Abdurrahim DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın bulunduğu alanın 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edilmesine ilişkin işlemin iptali talebiyle açılan davanın süre aşımından reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/1/2020 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun (Kurul) 21/6/2018 tarihli kararı ile aralarında mülkiyeti başvurucuya da ait olan Aydın ili Kuşadası ilçesi Türkmen Mahallesi 311 ada içinde 18, 19, 22, 23, 24, 25, 26, 48 ve 59 parselde yer alan taşınmazların bir kısmını kapsayan alan, 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edilmiş ve bu karar 9/7/2018 tarihli ve 30473 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.

10. Başvurucu, tescil kararını 18/6/2019 tarihinde tapu müdürlüğü kayıtlarından öğrenerek 5/7/2019 tarihinde Kurula itiraz etmiştir. Kurul, süre aşımından 26/9/2019 tarihinde itirazı reddetmiştir.

11. Başvurucu, Kurul kararının iptali için dava açmıştır. Aydın 2. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 11/10/2019 tarihli kararla davanın süre aşımından reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, taşınmazın 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edilmesine yönelik kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihten itibaren altmış gün içinde dava açılması gerektiğini belirtmiştir. Karşıoy veren üye ise dava konusu işlemin mülkiyet hakkı ile ilişkisi dikkate alınarak davanın süresinde açıldığının kabulü gerektiğini ifade etmiştir.

12. Mahkeme kararına karşı başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesi (Daire) 10/12/2019 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir.

13. Başvurucu 7/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

14. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.

...

4. İlanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz."

15. 2577 sayılı Kanun'un 8. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar."

...

16. 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi şöyledir:

"1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.

2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler."

17. 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun "Tespit ve tescil" kenar başlıklı 7. maddesine 8/10/2013 tarihli ve 6498 sayılı Kanun'la eklenen ilgili kısmı şöyledir:

...

"Tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin tescil kararları, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklere tebliğ edilir.

Sit alanlarının, tabiat varlıklarının ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazların tescil kararları, Resmî Gazete’de yayımlanır ve Bakanlığın internet sayfasında bir ay süreyle duyurulur.

Tespit ve tescil ile ilgili usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir."

18. 13/3/2012 tarihli ve 28232 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Tescil işlemleri" kenar başlıklı 8. maddesinin ilgili kısmı şöyledir (9/1/2015 tarihinden önceki hâli):

 “...

Tescil edilen korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı, belirlenen korunma alanları ve sitler il merkez ilçesi sınırları içerisinde ise valilikçe, ilçe sınırları içinde ise kaymakamlıkça, tescil kararının valiliğe veya kaymakamlığa tebliğ tarihinden itibaren en geç üç gün içinde ilan tahtalarına asmak, belediye hoparlörüyle duyurmak, köy muhtarlığına bildirmek ve internet sitesinde yayımlamak suretiyle ilân edilir.

..."

19. Yönetmelik'in "Tescil işlemleri" kenar başlıklı 8. maddesinin ilgili kısmı şöyledir (9/1/2015 tarihinden sonraki hâli):

"...

 (2) Tek yapı ölçeğindeki kültür varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin tescil kararları, 7201 sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklere tebliğ edilir. Tebliğ işlemlerinin yürütülmesi aşamasında;

a) Tespit ve tescile konu taşınmazların maliklerine tebligat yapılabilmesi için taşınmaza ait tapu ve taşınmaz malikine ait kimlik bilgileri koruma bölge kurulu müdürlüğünün talebi üzerine ilgili tapu müdürlüklerince koruma bölge kurulu müdürlüklerine iletilir.

b) İlgili kamu kurum ve kuruluşları tespit ve tescile konu taşınmazlara ait kararların maliklerine tebligat yapılabilmesi için adres ve kimlik bilgilerine ilişkin bilgi sistemlerini Bakanlığın kullanımına açar. Bilgi sistemi bulunmayan kurum ve kuruluşlar tarafından da söz konusu bilgiler koruma bölge kurulu müdürlüğünün talebi üzerine yazılı olarak ilgili koruma bölge kurulu müdürlüğüne iletilir.

 (3) Sitler ile maliklerinin adresi tespit edilemeyen tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar ve bunların korunma alanlarının tescil kararları Resmî Gazete’de yayımlanır ve Bakanlığın internet sayfasında bir ay süreyle duyurulur.

 (4) Tescil kararları tescillenen taşınmazın aşağıda belirtilen işlemler çerçevesinde düzenlenen kadastral bilgileri ile birlikte, tapu siciline şerh düşülmek üzere ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir.

a) Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları, korunma alanları ile sitler kadastral haritalar üzerinde belirlenmişse, bu taşınmazlara ilişkin köy-mahalle-pafta adı, ada-parsel numarası, parselin bir bölümünün veya tamamının sit içinde kaldığına ilişkin bilgileri gösterir liste ilgili valilik ve kaymakamlık tarafından ilgili kadastro müdürlüğüne hazırlattırılarak ilgili tapu müdürlüklerine gönderilir.

b) Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları, korunma alanları ile sitler kadastral haritalar üzerinde belirlenmemiş ise bu bilgiler, Genel Müdürlük ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arasında düzenlenen bir protokol kapsamında Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri ile Kadastro Müdürlüklerince ortaklaşa belirlenir.

c) Bu işlemler tamamlandıktan sonra, korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı, korunma alanları ve sitler, il merkez ilçe sınırları içinde ise valinin, ilçe sınırları içinde kalırsa kaymakamın yazısı üzerine veya tapu müdürlüklerince doğrudan tapu kütüğünün beyanlar hanesine, koruma grubu da belirtilerek “korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı”, “korunma alanı” veya cinsi, derecesi ve bir bölümünün ya da tamamının sit içinde kaldığı belirtilerek “sit” olduğuna dair kayıt konur.

..."

2. Anayasa Mahkemesi Kararı

20. Anayasa Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli ve E.2011/18, K.2012/53 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Kanun'un tespit ve tescil başlıklı 7. maddesinde korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespitinin Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde yapılacağı ve bu tespitlerin koruma bölge kurulu kararı ile tescil edileceği öngörülmüştür. Ancak bu tespit ve tescilin maliklere tebliği öngörülmemiştir. Maddenin ilk halinde maliklere tebliğ de öngörülmüşken 17/6/1987 tarih ve 3386 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle tebliğ zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır.

...

Kanun, Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararlarının Resmî Gazetede yayımlanmasını zorunlu tutmakla birlikte koruma bölge kurulları kararları için böyle bir yayım zorunluluğu öngörmemiştir. Alınan kararların ilgili herkesin bilgisine sunulmaması nedeniyle ulaşılabilirlik ve öngörülebilirlik açısından sorunlar çıkması kaçınılmazdır. Hem tescil kararının tebliğ edilmemesi hem de koruma bölge kurulu kararlarının ilgililere duyurulmasını güvence altına alacak bir yasal hükmün bulunmaması karşısında itiraz konusu kurallarda belirtilen cezai yaptırımların bireyler açısından öngörülebilir olmadığı ve suçların kanuniliği ilkesine uymadığı açıktır..."

3. Danıştay Kararları

21. Danıştay Ondördüncü Dairesinin 6/11/2012 tarihli ve E.2011/15162, K.2012/7461 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"..Anayasal güvence altındaki temel hak ve özgürlüklerden olan mülkiyet hakkının kullanılabilmesi için, ilgililerin, gerekli işlemin yapılmasını idareden her zaman isteyebilecekleri açıktır. Bu durum mülkiyet hakkının zaman ötesi niteliğinden kaynaklanmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin 10.04.2003 günlü, E:2002/112, K:2003/33 sayılı ve 17.03.2011 günlü, E: 2009/58, 2011/52 sayılı kararlarında da bahsedildiği üzere, hukukun genel ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının zaman ötesi niteliği, başka bir anlatımla mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramamasıdır. Mülkiyet hakkının bu niteliğinden dolayı, bu hakkı ilgilendiren konularda gerekli işlemin yapılması isteminin idarece reddedilmiş olması halinde, aynı konuda 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca idareye tekrar başvurulmasına ve başvurunun reddi halinde ret işlemine karşı dava açılmasına bir engel bulunmamaktadır. Her yeni başvuru üzerine idarece tesis edilecek işlem için 2577 sayılı Yasanın 7. maddesinde öngörülen 60 günlük süre içinde dava açılması mümkündür.

Bu durumda; davacının mülkiyet hakkını ilgilendiren bir konuda işlem yapılması istemiyle 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca yaptığı en son başvurusunun reddi üzerine süresinde dava açıldığı dikkate alındığında, daha önceden aynı konuda yaptığı başvuru tarihinde işlemden haberdar olduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin temyize konu Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir..."

22. Danıştay Ondördüncü Dairesinin 24/5/2015 tarihli ve E.2013/11036, K.2015/1328 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Her ne kadar, Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tesbit ve Tescili Hakkında Yönetmeliğin 8/1. maddesinde yer alan; taşınmazların sit alanı olarak belirlenmesine ilişkin olarak alınmış kurul kararlarının ilan tahtalarına asılmak, belediye hoparlörüyle duyurulmak, köy muhtarlığına bildirmek ve internet sitesinden yayımlanmak suretiyle ilan edileceğine ilişkin hüküm uyarınca, taşınmazların birinci derece doğal sit alanı kapsamına alınmasına ilişkin Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 25/01/2012 günlü, 395 sayılı kararı, 07-14-21/02/2012 tarihinde belediye ses yayın cihazı ve kaymakamlık ilan tahtasında asılarak tebliğ edilmiş sayılmış ise de; dava konusu kararın, belirli taşınmazların birinci derece doğal sit alanı olarak belirlenmesine ilişkin bulunması nedeniyle, taşınmaz sahipleri için subjektif ve kişisel işlem olması, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda bu işlemlerin ilan edileceğine ilişkin olarak bir düzenlemenin bulunmaması, sadece Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tesbit ve Tescili Hakkında Yönetmelikte düzenlemeye yer verilmesi ve Anayasanın idarenin işlemlerinden dolayı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden başlayacağı hükmü karşısında, ilan tarihinin dava açma süresine başlangıç tarihi kabul etmeye olanak bulunmamaktadır.

Bu durumda; dava konusu işlemin, bireysel olarak davacıya tebliğ edildiğine ya da dava dilekçesinde belirtilen öğrenme tarihinden önce, davacı tarafından işlemden haberdar olunduğuna ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmaması karşısında, dava dilekçesinde belirtilen öğrenme tarihine göre süresinde açılan davanın esasının incelenmesi suretiyle karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar... konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

24. Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96, 19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229). AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).

25. Bununla birlikte AİHM; dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesini, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereği olarak kabul etmekte ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmayacağını belirtmektedir (Perez de Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, § 45). Ne var ki öngörülen süre şartlarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamaları söz konusu olduğunda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabul edilmesi gerektiği değerlendirilmektedir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, § 35).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Anayasa Mahkemesinin 15/11/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu, 2863 sayılı Kanun'un 7. maddesi uyarınca dava açma süresinin yazılı bildirim tarihinden itibaren işlemeye başlayacağını belirtmiş ve kendisine herhangi bir bildirim yapılmadığını, tescil kararının Resmî Gazete'de yayımlanma tarihinin dava açma süresinin işleyeme başladığı tarih olarak kabul edilmesinin mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkını ihlal ettiğini vurgulamıştır.

28. Bakanlık görüş yazısında, Mahkemenin dava konusu maddi olay ve olgular ile delilleri değerlendirdiği, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu ve kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini gerekçelendirdiği belirtilmiştir. Bu nedenle başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olup olmadığının öncelikle değerlendirilmesi gerektiği hatırlatılmıştır.

B. Değerlendirme

29. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun açtığı davanın süre aşımından reddedilmiş olması nedeniyle öne sürdüğü iddiaların mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

32. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

33. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

34. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

35. Somut olayda başvurucu tarafından açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenememesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

36. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

37. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartlara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

38. Bu nedenle müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama şartlarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

39. Başvurucunun açtığı iptal davasının süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 2577 sayılı Kanun'un 7. maddesine dayandığı görülmüştür. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.

ii. Meşru Amaç

40. Hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında olması hukuk devletinin unsurları olan hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve istikrar gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Dava açılmasının belli bir süre şartına bağlanmasının hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında makul bir denge kurulması amacına yönelik olduğu anlaşılmıştır. Buna göre dava hakkının süreyle sınırlandırılmasının meşru bir amaca yönelik olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

41. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).

42. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).

43. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmuştur. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması şartıyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut şartların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

44. Ölçülülük ilkesi, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin kişiyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38). Müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken ilgili yasal düzenlemelerle birlikte somut olayın koşulları ve başvurucunun tutumu da gözönünde bulundurulmalıdır (Ahmet Ersoy ve diğerleri, B. No: 2014/4212, 5/4/2017, § 50).

45. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili olarak derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın şartları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut şartlar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar Çoban, § 66).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

46. 2863 sayılı Kanun'un 7. maddesine göre tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin tescil kararları 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklere tebliğ edilir. 2577 sayılı Kanun'un 7. maddesi uyarınca idari işlemlere karşı idare mahkemelerinde dava açma süresi altmış gün olup bu süre, kural olarak idari işlemin yazılı tebliğinden itibaren işlemeye başlar. Tebligat; yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesidir. Usulüne uygun işlemlerin kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014)

47. 6498 sayılı Kanun değişikliği öncesinde 2863 sayılı Kanun’da korunması gereken kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarına ilişkin olarak koruma bölge kurullarınca alınacak tescil kararlarının bildiriminin nasıl yapılacağına ilişkin özel bir hükme yer verilmemiştir. Yönetmelik'in 9/1/2015 tarihinden önceki hâlinde ise tescil edilen korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı, belirlenen korunma alanları ve sitler il merkez ilçesi sınırları içinde ise valilikçe, ilçe sınırları içinde ise kaymakamlıkça, ilan tahtalarına asmak, belediye hoparlörüyle duyurmak, köy muhtarlığına bildirmek ve internet sitesinde yayımlamak suretiyle ilan edileceği düzenlenmiştir.

48. Anayasa Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli kararıyla, 2863 sayılı Kanun'un 65. maddesinin (a) ve (b) fıkraları hem tescil kararlarının tebliğ edilmemesi hem de koruma bölge kurulu kararlarının ilgililere duyurulmasını güvence altına alacak bir yasal hükmün bulunmadığından iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararında belirtilen gerekçeler doğrultusunda 6498 sayılı Kanun'la korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarına ilişkin olarak koruma bölge kurullarınca alınacak kararların maliklerine tebliğ edilmesi kural hâline getirilmiştir. Malikleri idarece tespit edilemeyen korunma alanlarının tesciline ilişkin kararların ise hem Resmî Gazete'de hem de Bakanlığın internet sayfasında bir ay süre ile yayımlanması kurala bağlanmıştır. 6498 sayılı Kanun'un gerekçesinde bu husus "... Anayasa Mahkemesince verilen iptal Kararında belirtilen gerekçeler doğrultusunda, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarına ilişkin olarak koruma bölge kurullarınca alınacak kararların, maliklerince tebellüğ edilmesi sağlanmaktadır. Malikleri idarece tespit edilemeyen korunma alanlarının tesciline ilişkin kararların ise hem Resmî Gazetede hem de Bakanlığın internet sayfasında bir ay süre ile yayımlanması suretiyle aleniyetinin sağlanması hedeflenmektedir." şeklinde ifade edilmiştir.

49. Somut olayda tescil kararının başvurucuya tebliğ edilmediği, başvurucunun tescil kararını tapu sicil müdürlüğünde öğrendikten sonra 5/7/2019 tarihinde Kurula başvurarak tescil kararına itiraz ettiği anlaşılmıştır. Mahkeme dava açma süresinin kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihten itibaren hesaplanması gerektiğine karar vermiştir.

50. Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, derece mahkemelerinin dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın şartları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut şartlar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar Çoban, § 66).

51. Mahkemenin taşınmazın sit alanı olarak ilan edildiğine yönelik kararın başvurucuya tebliğ edilmediği nazara alınmadan dava açma süresini tescil işleminin Resmî Gazete'de ilan tarihinden itibaren hesaplanmasına yönelik yorumunun başvurucunun dava açabilmesini önemli ölçüde zorlaştırarak başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir. Bu çerçevede kendisine tebliğ edilmeyen işlemden başvurucunun somut olayın şartları altında ilanla haberdar olabilmesi oldukça güçtür.

52. Nitekim Danıştay ise 2863 sayılı Kanun kapsamında ilan edilen tescil kararları ile ilgili başvurunun idarece reddedilmiş olması hâlinde 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca idareye tekrar başvurulmasına ve başvurunun reddi hâlinde ret işlemine karşı dava açılmasına bir engel olmadığını belirtmiştir. Danıştay içtihadına göre her yeni başvuru üzerine idarece tesis edilecek işlem için 2577 sayılı Kanun'un 7. maddesinde öngörülen altmış günlük süre içinde dava açılması mümkündür (bkz. § 21, 22 ve 23; Danıştay Ondördüncü Dairesinin 6/11/2012 tarihli ve E.2011/15162, K.2012/7461; 17/4/2014 tarihli ve E.2012/7043, K.2014/4817; 24/5/2015 tarihli ve E.2013/1036, K.2015/1328 sayılı kararları). Olayda mahkemeler bu içtihattan niçin ayrıldıklarına ilişkin de ilgili ve yeterli bir gerekçe göstermemiştir.

53. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfete yol açtığı için ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

54. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

55. Öte yandan başvurucunun açtığı iptal davasının esası hakkında Mahkemece karar verilmediğinden bu aşamada mülkiyet hakkı yönünden inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

VI. GİDERİM

56. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama taleplerinde bulunmuştur.

57. Başvuruda tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Aydın 2. İdare Mahkemesine (E.2019/669, K.2019/751) GÖNDERİLMESİNE,

D. 446,90 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.246,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/11/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.