AİHM kararlarında bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir. Aynı ilke, özgürlükten yoksun bulundukları ve ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabi oldukları değerlendirildiğinde ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlüler için de geçerli olacaktır.

Tamamıyla devletin hüküm ve kontrolü altında bulunulan bir zaman diliminde maruz kalınan davranışlar nedeniyle yapılan şikâyetlerin desteklenmesi için kanıt toplanmasının zorluğu dikkate alınarak bu tür iddialar hakkında ancak tüm dosya kapsamındaki verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılabilmektedir.

İlgili Kararlar:

♦ (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015)
♦ (Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016)
♦ (Yunus Kalkan, B. No: 2013/4383, 18/2/2016)
♦ (Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016)  
♦ (Cihan Koçak, B. No: 2014/12302, 21/9/2017) 
♦ (Temur Eskibağ ve Mehmet Rıza Eskibağ, B. No: 2014/5098, 20/12/2017)  
♦ (Hasan Demirtaş, B. No: 2017/16252, 12/2/2020)   
♦ (Ahmet Şenol ve diğerleri, B. No: 2014/16947, 22/2/2018)
♦ (Gökhan Gündüz (3), B. No: 2017/32051, 3/11/2020)  
♦ (Adem Erden (2), B. No: 2017/36537, 3/11/2020)
♦ (Ergin Doğru, B. No: 2018/18520, 10/2/2021)  
♦ (Muazzez Babak ve Naif Babak, B. No: 2017/35564, 9/6/2021)  
♦ (Yasin Güngör, B. No: 2018/26782, 5/10/2022) 

♦ (Elanur Gemici ve diğerleri, B. No: 2018/23070, 6/10/2022) 

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SÜLEYMAN DEVECİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3017)

 

Karar Tarihi: 16/12/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 5/2/2016-29615

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Süleyman DEVECİ

Vekili

:

Av. Suat ÇETİNKAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda görevli infaz koruma memurları tarafından darbedilme, sakalın zorla kesilmesi, şikâyette bulunulmaması için tehdit edilme, sorumluların cezasız kalması nedenleriyle Anayasa'nın 17., 19., 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/5/2013 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın 24/6/2015 tarihli görüş yazısı 6/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 9/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, resmî evrakta sahtecilik ve kamu kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarından mahkûmiyetinin infazı için 26/6/2006 tarihinde Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir.

8. İnfaz koruma memurları tarafından 28/6/2006 tarihinde sakalını kesmesi söylenmiş, başvurucunun buna ilişkin bir kural olup olmadığını sorması ve sakalını kesmek istemediğini belirtmesi üzerine görevliler ile aralarında tartışma yaşanmış, kurallara uymadığı gerekçesiyle başvurucunun müşahede odasına alınması yönünde işlem yapıldıktan sonra sakalı kesilmiştir.

9. Başvurucu, sakalının zor kullanılarak kesildiğini ve darbedildiğini ileri sürmektedir. İnfaz koruma memurları ise başvurucunun müşahede odasında kalmamak için sakalını kesmeyi kabul ettiğini darp ya da zor kullanmanın söz konusu olmadığını ileri sürmüşlerdir.

10. İnfaz koruma memurları tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 28/6/2006 tarihli tutanakta başvurucunun temizliğine riayet etmediği için defalarca uyarıldığı, kendilerine yönelik olarak “Ben bir siyasi parti başkanıyım sizinle dışarıda hesaplaşırım.” dediği ve kendilerini tayinle tehdit ettiği “Hepinizi süründürürüm, benim kişisel temizliğim bana aittir, kimse bana yaptıramaz, cezaevi kurallarına uymuyorum, sizler bir hiçsiniz.” dediği, diğer hükümlü ve tutuklara kötü örnek olduğundan Kurum Müdürü’nün emri dâhilinde müşahedeye alındığı belirtilmektedir. Anılan tutanak, infaz koruma memurları Ş.K., H.Ö., A.N., M.D., M.R.B., A.O.Y., R.B., R.Y., H.A. tarafından imzalanmış ve 29/6/2006 tarihinde Ceza İnfaz Koruma Müdürlüğüne sunulmuştur.

11. Ceza İnfaz Koruma Müdürlüğüne ayrıca başvurucu tarafından imzalanmış olan “Ben cezaevine henüz yeni geldim. Kuralları bilmediğimden dolayı olası hatalarım nedeniyle idareden özür dilerim.” ve “C… B… bey ve A… Ç… beyden yaptığım hatalardan dolayı özür dilerim.” şeklinde iki dilekçe sunulduğu anlaşılmaktadır.

12. Başvurucunun kulağından kan geldiğini ve doktora gitmek istediğini belirtmesi üzerine 29/6/2006 tarihinde başvurucu, Şanlıurfa Devlet Hastanesine götürülmüş; burada düzenlenen adli raporda darp ve cebir öyküsü bulunduğu, yüzünde sağ zygoma kemiği üzerinde 3x2 cm’lik, sol zygoma üzerinde 2x2 cm’lik, burun üstünde 1x1 cm’lik ekimozlar; göğüs ön sol tarafta 12. kot çevresinde hassasiyet, sağ skapula üstünde 1x2 cm’lik ekimoz tespit edilmiş; başvurucu göğüs ve batın patolojisi için Harran Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edilmiştir.

13. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesinde 29/6/2006 tarihinde düzenlenen müşahede evrakında tüm batın USG normal olduğu, acil müdahale düşünülmediği, yumuşak doku travması olduğu belirtilmiştir.

14. Başvurucu, hastanede doktorlara darbedildiğini anlattığını ancak muayene için kendisiyle birlikte gelen Ceza İnfaz Kurumu memurlarının gerekli işlemlerin yapılmasına engel olduklarını beyan etmektedir. Başvurucu, ayrıca hastaneden sonra Cezaevi müdürünün odasına götürüldüğünü burada tehdit edilerek kendisine sağlık sorunlarının Cezaevine girmeden önce var olduğunu beyan ettiği bir dilekçe yazdırıldığını, başka bir kuruma sevk edilmesi koşuluyla dilekçeyi vermeyi kabul ettiğini beyan etmektedir.

15. Başvurucu tarafından imzalanarak Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne sunulan dilekçenin içeriği şöyledir:

29/6/2006 tarihinde gitmiş olduğum Şanlıurfa Devlet Hastanesinden hakkımda tanzim edilen raporlarda belirtilen rahatsızlıklar ben cezaevine girmeden önce mevcut idi. Benim rahatsızlıklarımdan cezaevinden kimse sorumlu değildir.

16. Başvurucu, yaklaşık iki buçuk ay sonra Halfeti Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiş; 7/9/2006 tarihinde verdiği dilekçe ile Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumunda kötü muamele gördüğünü, kendisini darbeden, suçu bildirmeyen ve bildirilmesine engel olan kamu görevlileri hakkında şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.

17. Başvurucu; Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan M.Ö. ve Ö.D. tarafından yazılıp imzalanmış, başvurucunun dövüldüğüne şahit olduklarına dair Savcılığa birer dilekçe sunmuştur.

18. Halfeti Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucuya infaz koruma memurları arasından teşhis yaptırılmış, şüpheli ve tanık ifadeleri ile başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır.

19. Başvurucu, Şanlıurfa Kapalı Cezaevinde görev yapan infaz koruma memurları arasından 1/2/2007 tarihinde yaptığı teşhiste Ş.K.nin kendisini ayakta tokatladığını ve kafasına bastığını, A.Ö.nün kendisini yerde tekmelediğini, H.Ö.nün olay yerinde bulunduğunu ancak şiddet uygulamadığını, A.Ç.nin kendisinin yere yatırılmasını istediğini ve yerde tekmelediğini, H.A’nın yerde tekmelediğini, M.Y.nin kendisini yere yatırarak tekmelediğini, M.R.B ve H.P.nin kendisini ayakta iken dövdüğünü ve yerde iken tekmelediğini, M.D.nin kendisini arkasından sarıp tuttuğunu, yere yatırıldığında ise göğsüne diziyle bastırdığını ve her iki yanağına tokat attığını, işitme kaybına sebebiyet veren yaralanmanın M.D.nin eylemi sırasında gerçekleşmiş olabileceğini, sol elmacık kemiği üzerindeki yaralanmanın tekme atılırken olduğunu ancak kimin yaptığını bilmediğini, burun ve sağ elmacık kemiği üzerindeki yaranın Ş.K.nin ayak tabanıyla yüzüne bastığı sırada olduğunu belirtmiştir.

20. Başvurucu, Savcılık tarafından alınan ifadesinde özetle 26/6/2006 tarihinde Cezaevine alındığını, 28/6/2006 tarihinde ismini bilmediği bir gardiyanın kendisine sakalını kesmesini söylediğini, sakalını kesmesiyle ilgili yönetmelikte bir hüküm olup olmadığını sorması üzerine memurun “yönetmelikte yoksa ne olacak” şeklinde cevap verdiğini, kendisinin buna hitaben “o zaman keyfi uygulama yapmış olursunuz” dediğini bunun üzerine gardiyanın gidip kısa bir süre sonra geri geldiğini ve kendisini koğuştan çıkararak koridorun girişine götürdüğünü, burada sekiz gardiyanın beklemekte olduğunu, gardiyanlardan birisinin kendisine hitaben “sakalını kesmeyecekmişsin” dediğini, böyle bir şey söylemediğini yalnızca böyle bir usulün olup olmadığını sorduğunu belirttiğini, bunun üzerine Arap M. lakaplı M.D.nin “burada kanun benim, sen kendini ne sanıyorsun” dediğini, bunun üzerine baş gardiyanla görüşmek istediğini söylediğini, aynı kişinin “baş gardiyan da benim” dediğini, bunun üzerine A.Ç.nin “götürün kesin” dediğini, bunun üzerine sekiz gardiyanla birlikte berberhaneye doğru gittikleri sırada altı gardiyanın daha geldiğini, bu kişileri görse tanıyabileceğini, Ş.K.nin berbere “kes” dediğini, H. hariç diğer on üç gardiyanın A.Ç.nin verdiği “yatırın” komutuyla kendisine saldırdıklarını, önce Ş.K.nın kendisine tokat attığını, M.D.nin kollarını arkadan kavradığını, H.P., R., A.N. ve ismini bilmediği bir gardiyanın kendisini dövmeye devam ettiğini, kendisini yere düşürdüklerini, yerde iken on üç gardiyan tarafından tekmelendiğini, yerde iken sakalını kesmeye çalıştıklarını, kendisinin engel olmaya çalışması üzerine M.D.nin boğazını tutarak birkaç kez tokat attığını, “imdat” diye bağırınca Ş.K.nin ayakkabısı ile yüzüne bastırdığını, daha sonra ayağını sol gözüne koyduğunu ve küfür ettiğini, berbere “kes” dediğini, yerde iken tıraş edildiğini, nefesinin daraldığını ve kalp krizi geçiyorum diye bağırdığını, berberin de tıraşı bitirmesi üzerine kendisini bıraktıklarını ve müşahede odasına götürdüklerini, burada kimsenin bulunmadığını, kendisini güvende hissetmediği için şikâyetçi olmayacağını belirterek koğuşuna götürmelerini istediğini, bunun üzerine kendisine bir özür dilekçesi imzalattıklarını ve kendisini başka bir koğuşa götürdüklerini, kulağından kan gelmeye başladığını, ertesi gün de kan durmayınca doktora gitmek istediğini, revire götürüldüğünü, buradaki sağlık memuruna darbedildiğini anlattığını, düştüğünü söylemesi koşuluyla kendisini doktora götürebileceklerini söylediklerini, çaresiz olduğu için kabul ettiğini, saat 16:30’da kendisini Cezaevi doktoruna götürdüklerini, doktora düştüğünü söylediğini, muayeneden sonra doktorun kendisini hastaneye sevk ettiğini, hastanede doktorun yanında yalnız olmadığını, buna rağmen darbedildiğini belirttiğini ve rapor tutulmasını istediğini, burada kendisine tetanos aşısı yapıldığını, muayene ve tahliller yapıldıktan sonra başka bir hastaneye gittiklerini, burada doktor kendisini muayene etmek isterken kendisini hastaneye getiren Cezaevi memurlarının doktoru dışarı çağırdıklarını, bir süre sonra bayan bir doktorun geldiğini, bu doktordan yardım istediğini, Cezaevine döndüklerinde müdürün odasına götürüldüğünü, burada kendisini tehdit ettiklerini, bir kâğıda “Yaralanmalarım cezaevine girmeden önce olmuştur.” şeklinde dilekçe yazdırdıklarını, başka bir cezaevine nakil olmak koşuluyla kabul ettiğini, korktuğu için bu Cezaevinde kalmaktayken herhangi bir şikâyette bulunamadığını, başka cezaevine geçer geçmez Savcılığa dilekçe verdiğini; kendisini darbeden gardiyanlardan, Cezaevi sağlık memurundan, görevini yapmayan hastane polisinden ve kendisini en son muayene eden bayan doktor hariç hastane doktorlarından ve diğer sorumlulardan şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir.

21. İnfaz Koruma Başmemuru Ş.K. Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle Süleyman Deveci’nin (başvurucu) Cezaevine geldiğinde çene kısmında uzun sakalı bulunduğunu, İş Kontrolörü A.Ç.nin başvurucuya sakalını kesmesini söylediğini, bunun üzerine başvurucunun “ben sakalımı kesmiyorum siz keyfi uygulama yapıyorsunuz, ben siyasi parti il başkanıyım, sizinle hesaplaşırım” şeklinde tehditler savurduğunu ve bağırdığını o sırada sekiz on gardiyanın olay yerinde olduğunu, başvurucuyla konuşarak onu sakinleştirdiğini, bunun üzerine sakalını kesmeye ikna olduğunu, berberhaneye giderek tıraş olduğunu, olaya ilişkin tutanak tuttuklarını, şahsın yanaklarındaki yaralanmanın bağırdığı sırada ağzını kapatmaya çalıştıkları sırada olmuş olabileceğini, zaten cildinin hassas olduğunu, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

22. İş Kontrolörü A.Ç., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle başgardiyanların da amiri olduğunu, olay günü başvurucu sakalını kesmek istemeyince tutanak tuttuğunu ve kendisine bir şey yapmaması için başvurucuyu müşahede kısmına almalarını söylediğini, başvurucunun “hepinizi sürdüreceğim” diye bağırmaya başladığını, gardiyanların şahsın ağzını kapattıklarını, bunun üzerine özür dileyerek sakalını keseceğini söylediğini, dilekçe yazdıklarını, bunun üzerine kendisini koğuşa götürdüklerini, olaydan birkaç gün sonra kendisini gördüğünde yanaklarında hafif kızarıklık olduğunu, gardiyanların bağırmasın diye ağzını kapattıkları sırada olmuş olduğunu tahmin ettiğini, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

23. İnfaz koruma memurlarından M.R.B., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle A.Ç.nin talimatı üzerine başvurucuya gidip sakalını kesmesini söylediğini, başvrucunun sakalını kesmek istemediğini gidip A.Ç.ye söylediğini, “buraya getir” deyince başvurucuyu alıp koridora çıkardığını, başvurucunun “benim sakalımı kesemezsiniz” demesi üzerine A.Ç.nin “kurallara uymadığı için bu müşahadeye gidiyor” dediğini, sonra başvurucunun bağırmaya başladığını, M.D.nin koğuşlar galeyana gelmesin diye ağzını kapattığını, müşahadeye giderken özür dileyip sakalını kestirmiş olduğunu bildiğini, suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir.

24. İnfaz koruma memurlarından M.D., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle berberhanenin bulunduğu yerden bağırma sesleri gelmesi üzerine oraya gittiğini, koridorda top sakallı birinin “sakalımı kesemezsiniz” diye bağırmakta olduğunu gördüğünü, bu kişiyi hücreye koyduklarını, beş on dakika sonra kapıyı tıklayarak kendisini çağırdığını, sakalını keseceğini söylediğini, bunun üzerine kendisini çıkararak berberhaneye götürdüklerini, kendisine vurmadıklarını ifade etmiştir.

25. İnfaz koruma memurlarından A.N., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde A.Ç.nin R.B.yi başvurucunun koğuşuna göndererek sakalını kesmesini söylettiğini, kendisi olay yerine gittiğinde başvurucunun koridorda olduğunu gördüğünü, A.Ç.nin başvurucuya sakalını kesmesini söylediğini, başvurucunun ise “benim sakalımı kestiremezsiniz ben sakalımı kesmem parti yöneticisiyim” dediğini, o sırada H.Ö. ile birlikte başka bir kısma geçtiklerini, gerisini bilmediğini, başvurucuya vurmadığını ve ona karşı zor kullanmadığını belirtmiştir.

26. Ceza İnfaz Kurumu Müdür Yardımcısı E.Ü., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle olay günü vekil müdür olduğunu, A.Ç.nin kendisine sakalını kesmek istemeyen bir kişi olduğu ve müşahedeye alma konusunda bilgi verdiğini, daha sonra gelip bu kişinin özür dilediğini ve tıraş olduğunu bildirdiklerini, bu kişi ile yüz yüze hiç görüşmediğini, anlatılan konuşmanın kendisi ile aralarında geçmediğini, belki diğer müdür yardımcısı arkadaşlarıyla geçmiş olabileceğini, bu kişilerin ise tayin olup gittiklerini, isimlerinin M.S. ve H.K. olduğunu beyan etmiştir.

27. Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan berber M.Ö., Savcılık tarafından tanık sıfatıyla alınan beyanında özetle olay günü Başgardiyan Ş.K.nin başvurucuyu berbere getirdiğini, başvurucunun tıraş olmak istememesi üzerine kendisine “dışarı çık” dediklerini, yarım saat sonra çağırdıklarında şahsın berber koltuğunda oturuyor olduğunu ve kendisini tıraş ettiğini, dövülmüş gibi bir görüntüsü olmadığını, yara bere izi görmediğini, el yazısıyla kendi ismiyle yazılmış olan ve Savcılığa sunulan, başvurucunun dövüldüğüne ilişkin yazıyı kendisinin yazmadığını belirtmiştir.

28. Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan Ö.D., Savcılık tarafından tanık sıfatıyla alınan beyanında öncelikle 4/10/2006 tarihinde tahliye olacağını (ifadenin alındığı günden on beş gün sonra) belirtmiş, daha sonra özetle 28/8/2006 günü öğleden sonra başvurucuyu başgardiyanla birlikte yedi sekiz gardiyanın getirip koğuşa bıraktığını; başvurucunun yüzü, gözü, kolları, bacaklarının perişan hâlde olduğunu, gözüne kan oturduğunu, başvurucunun dayak yediğini anladığını, sakal ve bıyığının düzgün olmayan bir şekilde tıraş edilmiş olduğunu, başvuruya ne olduğunu sorduğunda anlatmadığını ancak Cezaevinde dayak olayının duyulduğunu, kendisinin daha sonra başvurucuya gidip olayı sorduğunu, yine anlatmadığını ancak bir ay kadar sonra anlattığını, sakal bırakmanın yasak olmadığını, Süleyman Deveci koğuştan ayrıldıktan sonra gardiyanların gelip “Süleyman bizi şikayet etmiş, ifade vermeyin zararlı siz çıkarsınız.” diye tehdit ettiklerini, rutin aramanın dışında kendi koğuşlarında arama yaptıklarını, bu ifadesinden sonra baskı göreceğini beyan etmiştir.

29. Halfeti Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 12/9/2006 tarihinde başvurucu hakkında adli rapor düzenlenmesi istemiyle Halfeti Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığına, Şanlıurfa Devlet Hastanesi Baştabipliğine yazı yazılmıştır.

30. Halfeti Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığının düzenlendiği tek hekim geçici raporunda (tarih bulunmamaktadır) başvurucunun her iki göz çevresinde eski yara izi mevcut olduğu, şahsın bir üst sağlık kurumuna sevkinin uygun olduğu görüşü sunulmuştur.

31. Şanlıurfa Devlet Hastanesince yapılan plastik cerrahi muayenesinde başvurucunun, sağda daha belirgin olan bileteral, her iki eklemde ağız açıklığı sırasında kondil eminens üzerine çıktığı, sağ göz inferolateralinde 15x15 mm’lik skar dokusu mevcut olduğu, scarın sabit iz niteliği taşıyıp taşımadığının olay tarihinden altı ay sonra yapılacak muayyene ile tespit edilmesinin uygun olacağı, çene eklemlerindeki patolojinin duyu veya organlardan birinin sürekli zayıflığına yol açabileceği, plastik cerrahi tarafından bir ay sonra tekrar değerlendirilmesinin uygun olacağı hususlarını belirten 13/9/2006 tarihli uzman hekim geçici raporu düzenlenmiştir.

32. Aynı Kurum tarafından yapılan KBB muayenesinde başvurucunun sol timpanik membran üzerinde kalker plak ve sol kulakta tiz frekanslarında hafif derecede sensionöral işitme kaybı tespit edilmiş, tıbben bu sonuçlara bakılarak kişinin darba uğradığı yorumu yapılamayacağı şeklinde kesin rapor düzenlenmiştir.

33. Başvurucunun Şanlıurfa Devlet Hastanesince 8/11/2006 tarihinde yapılan plastik cerrahi muayenesinde mevcut skarların sabit iz niteliği taşıyıp taşımadığı açısından kırk beş gün sonra değerlendirilmesi, bileteral TME patolojisi için Gaziantep Devlet Hastanesi Plastik Cerrahi servisine sevkinin uygun olacağı şeklinde rapor düzenlenmiştir.

34. Gaziantep Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 17/11/2006 tarihli raporda, maksimum ağız açıklığını 4 cm olduğu, sağ temporomandibular eklemde klik olduğu belirtilmiştir.

35. Şanlıurfa Devlet Hastanesi tarafından 21/12/2006 tarihli kesin raporda sağ malar bölgede yer alan 15 mm’lik skar dokusu, sol inferoorbital bölgedeki 15 mm’lik skar dokusunun sabit eser taşıdığı, burun dorsumundaki skar sabit eser niteliğinde olduğu, bileteral TME disfonksiyonu kalıcı vasıfta olduğu bildirilmiştir.

36. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca 1/2/2007 tarihinde başvurucu hakkında düzenlenen adli raporda sağ zygoma altında cilt seviyesinde hemen hemen cilt renginde 1x0,1 cm nedbe, burun sırtı sağda cilt seviyesinde ciltten hafif koyu renkli 1,5x0,2 cm nedbe, sol zygomada cilt seviyesinde ciltten hafif koyu renkli 1,2x0,1 nedbe, çene sağda cilt seviseyinde ciltten hafif açık renkli sakal azalmış 1x0,5 cm nedbe bulunduğu, normal ışık altında sözel diyalog mesafesinden ilk bakışta fark edilmediği, sabit iz niteliğinde bulunmadığı, temporamandibular eklem hareketleri tam, açılmada klik sesi duyulduğu, sonuç olarak yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı ve yüzde sabit iz niteliği taşımadığı mütalaa edilmiştir.

37. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 12/2/2007 tarihinde iş kontrolörü A.Ç., İnfaz Koruma Başmemuru Ş.K. ve infaz koruma memurları A.N., M.D., M.R.B., A.Ö., H.P., A.O.Y., M.Y., H.A. hakkında kasten yaralama suçundan yargılanmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir.

38. Şanlıurfa 2. Sulh Ceza Mahkemesi 26/2/2007 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş, 10/4/2007 tarihinde davaya konu eylemin işkence suçunu oluşturduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek dosyanın Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

39. Dava, Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2007/212 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.

40. A.Ç. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle kesinlikle şikâyetçiyi (başvurucu) kastederek “yatırın bunu” şeklinde talimat vermediğini, tehditte bulunmadığını ve vurmadığını, başvurucuyu yaralamadığını, sakalını kesmesini söylemeleri üzerine başvurucunun sinirlendiğini ve bağırmaya başladığını, bir gardiyanın gürültü olmaması için bağırırken ağzını kapattığını, karşı geldiği için sakinleşmesi amacıyla müşahede odasına götürmelerini söylediğini, götürülürken başvurucunun kendilerinden özür dilediğini, sakalını keseceğini söylediğini bunun üzerine berbere götürmelerini söylediğini, olayın bundan ibaret olduğunu ifade etmiştir.

41. Ş.K. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle başvurucunun sakalını kesmek istememesi üzerine tartışma yaşanınca tutanak tuttuklarını, müşahedeye alınacağını anladığından başvurucunun özür dilediğini ve bu hususta yazılı beyanda bulunduğunu, bunun üzerine diğer gardiyanlar tarafından berbere götürüldüğünü, vurmadığını, yaralamadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

42. A.N. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle A.Ç.nin kendisine başvurucuyu kastederek “sakalı kesilecek” dediğini, başvurucuyu tek başına berbere götürürken başvurucunun yolda bağırmaya başladığını, berbere götürüp bıraktığını burada beklemediğini, vurmadığını, yaralamadığını beyan etmiştir.

43. M.D. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle başvurucuyu müşahede kısmında bir bölüme aldıklarını, kendisiyle görüşmeye gittiğini ve sakalını kesmeyi kabul etmesi üzerine berbere götürdüklerini tıraş olduğunu, herhangi bir itiş kakış olmadığını, başvurucuya kötü davranmaları için bir sebep olmadığını beyan etmiştir.

44. M.R.B. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle A.Ç.nin talimatı üzerine başvurucuya gidip sakalını kesmesini söylediğini, sakalını kesmek istemediğini gidip A.Ç ye söylediğini, “buraya getir” deyince başvurucuyu alıp koridora çıkardığını, başvurucunun “benim sakalımı kesemezsiniz” demesi üzerine A.Ç.nin “kurallara uymadığı için bu müşahadeye gidiyor” dediğini, başvurucunun bağırmaya başladığını, M.D.nin koğuşlar galeyana gelmesin diye ağzını kapattığını, müşahedeye giderken özür dileyip sakalını kestirmiş olduğunu bildiğini, kendisinin görmediğini, diğer mahkûmların da olayı gördüğünü, başvurucuya vurmadığını, tehditte bulunmadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

45. A.Ö. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle olay tarihinde D Blok nöbetçisi olduğunu, olay yerinde bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını beyan etmiştir.

46. H.P. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle olay tarihinde D Blok nöbetçisi olduğunu, sakal kesilmesi tartışmasında da, berberhanede de bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını belirtmiştir.

47. A.O.Y. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle; olay tarihinde C Blok nöbetçisi olduğunu, tartışmada bulunmadığını, sadece başvurucu berberhaneye götürülürken gördüğünü, beş kişinin berbere götürdüğünü, olaylarla ilgisi olmadığını belirtmiştir.

48. M.Y. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle tartışmayı duyduğunu ama tartışmaya katılmadığını belirtmiştir.

49. H.A. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle sakal kesilmesi tartışmasında da, berberhanede de bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını belirtmiştir.

50. Başvurucu kovuşturma aşamasında şikâyet dilekçesi ve Savcılık beyanlarını aynen tekrar ettiğini, Cezaevi ikinci müdürünün olayı örtbas etmek için kendisini tehdit ettiğini, onun hakkında da şikâyetçi olduğunu, gördüğü muamele nedeniyle kulağından on beş gün boyunca kan aktığını, çenesinde çıkık oluştuğunu, yemek yerken hâlenzorlandığını, yüzünde yara izleri olduğunu, başka cezaevine nakil edilmeden önce iki ay yaralarının iyileşmesi için kendisini beklettiklerini ifade etmiştir.

51. Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/2/2009 tarihli ve E.2007/212, K.2009/16 sayılı kararıyla sanıklardan 5/12/2008 tarihinde vefat eden M.D. hakkında düşme, A.Ç., A.N., M.R.B., A.Ö., H.P., A.O.Y., M.Y., H.A. hakkında beraat kararı verilmiştir. Sanık Ş.K. hakkında eylemin TCK’nın 256/1 maddesinin yollamasıyla kasten yaralama suçunu oluşturduğu ve suçun haksız tahrik altında işlendiği belirtilerek 2.240 TL adli para cezasına hükmedilmiş, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması nedeniyle sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesi şöyledir:

müşteki anlatımlarının sanıklar M.D. ve Ş.K. yönünden doktor raporları ile uyumlu olması, ...hayatın olağan akışına aykırı biçimde müştekinin … olası hatalarından dolayı cezaevi idaresinden özür dilediğine dair dilekçe yazması ve diğer delillerin değerlendirilmesi neticesinde; müştekinin… cezaevine girerken top sakal diye tabir edilen sakalının bulunduğu, bu sakalı kesmesinin infaz koruma memurlarınca istendiği, müştekinin sakalını kesmemek konusunda direndiği, bu sebeple görevliler ile arasında tartışma yaşandığı, tartışma sırasında cezaevi görevlilerinden M.D. Ş.K.’nın orantılı güç kullanmayı aşar ve sahip bulundukları nüfuzu kötüye kullanır biçimde müştekiye tokat attıkları, M.D’nin müştekiyi arkadan kollarını kavrayarak etkisiz hale getirdiği, her iki sanığın müştekiyi yere yatırdıkları, M.’nin dizi ile müştekinin göğsüne bastığı, Ş.’nin ayağı ile müştekinin yüzüne bastığı ve bu şekilde doktor raporlarında belirtilen biçimde müştekinin yaralanmasına sebebiyet verdikleri, olay sonrası müştekinin şikayetçi olacağını bildirmesi üzerine de dosya içinde… bulunan tutanağı düzenledikleri, müştekinin ısrarları ve kulağından kan geldiğini bildirmesi üzerine kendisinin sağlık kuruluşuna sevkinin yapıldığı, bilahare de müştekinin sanıklardan şikayetçi olduğu şeklinde yargılama konusu olayın vuku bulduğuna dair mahkememizde kabul oluşmuştur. Müştekinin infaz kurumuna alındıktan sonra kurallara riayet etmeyen tavırlar takınıp disiplinsiz hareketlerde bulunduğu olayın gelişiminden ve sanıkların dosyadaki bilgi ve belgelerle tutarlı beyanlarından anlaşıldığından sanık lehine olmak üzere haksız tahrik hükümleri tatbik edilmiştir. Sanık savunmaları ve müşteki ifadeleri ile doktor raporları dikkate alındığında yargılama konusu eylemin anlık gelişen münferit bir davranış olduğu, müşteki aleyhine zaman içerisinde devam eden ve sistemli olarak yapılan eziyet verici hareketlerin bulunmadığı, dolayısıyla işkence suçunun unsurlarının bu olayda bulunmadığı yönünde mahkememizde kanaat oluşmuştur. Sanık A.Ç’nin olayda azmettirici olduğu ifade edilmiş ise de; somut olayda amir konumunda bulunan sanığın katılana karşı yaralamaya veya kötü muamelede bulunulmasına ilişkin her türlü yorum ve varsayımdan uzak, kesin bir yargı oluşturacak eylemine rastlanamadığından şüphe hali sanık lehine yorumlanmıştır. Yine müşteki tüm sanıklar hakkında şikayetçi olmuş ise de; sanıkların eyleminin müştekide meydana getirdiği netice, olayın meydana geldiği belirtilen berberhanenin fiziki şartları dikkate alındığında bu eylemin bu kadar çok sayıda kişi tarafından gerçekleştirilmesinin fiziki olarak zor bulunması, müştekinin ifadeleri arasında M. ve Ş. dışındaki sanıklar yönünden eylemin sertliği yönünden çelişkiler bulunması karşısında özellikle Mahkememizin 25/09/2007 tarihli oturumunda bu iki sanık dışındaki sanıklar yönünden beyanları, müşteki anlatımları ile doktor raporları arasında sanıklar M. ve Ş. yönünden de irtibat kurulması sebebiyle diğer sanıklar hakkında delil yetersizliğinden beraat hüküm kurulmuş, eylemi gerçekleştirdikleri mahkememizce düşünülen sanıklar Ş.K. ve M.D’’den M’nin yargılama sırasında vefat ettiğinin tespiti…”

52. Başvurucunun beraat hükmü yönünden temyiz ettiği karar, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 7/2/2013 tarihli ve E.2012/37429, K.2013/4566 sayılı ilamıyla onanmıştır.

53. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yaptığı itirazın Yargıtaya gönderildiği, Yargıtay tarafından 7/2/2013 tarihli onama kararında itirazın merciine gönderilmesi yönünde hüküm kurulduğu ancak itirazın merciine gönderilmeyerek Yargıtay onama kararı çerçevesinde kesinleştirme yapıldığı anlaşılmaktadır.

54. Temyiz isteminin reddine ilişkin karar 11/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 2/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

55. Başvurucunun 19/11/2007 tarihinde verdiği dilekçede ayrıca Ceza İnfaz Kurumu sağlık memuru E.Ö., infaz koruma memuru Ö.Ş., hastaneden döndüğünde kendisini tehdit ettiğini ileri sürdüğü Cezaevi ikinci müdürü ve diğer personel hakkında suç delillerini yok etme, işlenen suçu bildirmeme ve suçluyu kayırma nedenleriyle cezalandırılmaları istemiyle, H.Ö.nün ise kendisine yapılan muameleyi görmesine rağmen olayı gerekli mercilere bildirmeme ve suçluyu kayırma nedenleriyle cezalandırılmasını istediği anlaşılmaktadır.

56. Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi, suç delillerini gizleme ve tehdit suçları isnadıyla başlatılan soruşturma sonucunda Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2008 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:

 “Yapılan soruşturma sırasında şikayetçinin 29.06.2006 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu doktoru tarafından muayenesinin ardından 500 Yataklı Devlet Hastanesine sevkinin yapıldığı, ancak sevk evrakının adli bir olay sevki gibi olmayıp hastalık neticesi sevk evrakı şeklinde olduğu, hastanede poliklinik defter kaydına intikal şeklinin resmi evrak olarak girilip adli olay girişi yapılmadığı, sevk evrakı üzerine hastanede grafilerinin çekilip, tetkiklerinin yapıldığı, tanzim edilen 29.06.2006 tarih 5895 sayılı raporda bir gün öncesine ait darp hikayesinin mevcut olduğunun yazıldığı, raporun refakatte gelen görevlilere teslim edilmediği gibi, zimmet veya posta yolu ile de Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne intikalinin sağlanmadığı, bu hususun 500 Yataklı Devlet Hastanesi Baştabipliğinin yazılarından anlaşılmasının yanı sıra Asayiş Şube Müdürlüğü aracılığı ile yapılan araştırmada da belirlenmiş olup, rapor aslının temini ile 3.Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/212 Esas sayılı dosyasına intikalinin sağlandığı,

 Şikayetçinin 3.Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/212 Esas sırasına kayıtlı dosyasındaki anlatımları ile soruşturma konusu dosyadaki anlatımlarının incelenmesinde H. Ö’nün olayın oluş şekline ilişkin bir bilgisinin bulunmadığının sabit olmasının yanı sıra, normal bir vaka olarak intikal ettiği hastanede olayın adli nitelikte olduğunun farkına varılması halinde durumun hastane görevlilerince Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirilmesi gerektiği, ancak hastane görevlilerince intikal ettirilmediğinin şikayetçi beyanından da anlaşıldığı, yine kurum ikinci müdürünün şikayetçiyi tehdit ettiği şeklindeki iddialarında sübut bulmadığı, meydana gelen sakal kesme olayının taraflarından birisinin C.B. olmaması sebebi ile özür dileme olayının tarafı alma ihtimalinin de bulunmadığı anlaşılmakla…”

57. Başvurucu, anılan kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş; Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2008 tarihli ve 2008/240 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz reddedilmiştir.

58. Başvurucu hakkında 7/1/2008 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararına esas şikâyeti nedeniyle Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2008 tarihli iddianamesiyle iftira suçundan yargılanması istemiyle dava açılmış, Şanlıurfa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 14/4/2009 tarihli ve E.2008/35, K.2009/233 sayılı kararıyla başvurucunun beraatına karar verilmiş, anılan karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

59. Başvurucu, ayrıca Cezaevi personeli tarafından darbedilerek yaralanması sonucu idarenin hizmet kusurunun bulunduğu gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat talebiyle 27/4/2007 tarihinde Bakanlığa başvurmuş, yaptığı başvurunun Bakanlığın 26/6/2007 tarihli ve 55570 sayılı işlemi ile reddedilmesi neticesinde 100.000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır.

60. Şanlıurfa İdare Mahkemesi 31/8/2010 tarihli ve E.2009/1788, K.2010/1482 sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne ve 2.000 TL tutarındaki manevi tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.

61. Başvurucunun ve Bakanlığın temyiz istemi üzerine Danıştay 10. Dairesi E.2010/15015, K. 2015/230 sayılı ilamıyla takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan manevi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmının bozulmasına hükmetmiştir.

62. Davalı idarenin karar düzeltme istemi üzerine dosya yeniden Danıştaya gönderilmiştir.

B. İlgili Hukuk

63. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

64. 5237 sayılı Kanun’un 86. maddesi şöyledir:

“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

65. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

 “…

 (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

 (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

 a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

 b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

 c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

66. Mahkemenin 16/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 2/5/2013 tarihli ve 2013/3017 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

67. Başvurucu, Şanlıurfa E Tipi Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmesinin üçüncü günü olan 28/6/2006 tarihinde, infaz koruma memurlarından birinin önce bir tutuklu aracılığıyla daha sonra doğrudan kendisine sakalını kesmesini söylediğini, yönetmelikte böyle bir hüküm bulunup bulunmadığını sorması üzerine “burada kanun, kitap biziz” diyerek bir grup infaz koruma memuru tarafından Cezaevi koridoru ve berberhanede darbedildiğini, yerlerde sürüklendiğini, yüzüne ayakkabı ile basıldığını, tekmelendiğini, saçı ve sakalının yolunduğunu, koğuşa geri dönmesine imkân tanınmayarak tek başına boş bir odaya atıldığını, “olası hatalarımdan dolayı özür dilerim” ifadesinin yer aldığı bir mektup yazması ve imzalaması karşılığında koğuşa dönmesine izin verildiğini, ertesi gün kulağından kan gelmesi üzerine önce Cezaevi revirine götürüldüğünü, burada hekim bulunmadığı için hekim çağrıldığını, daha sonra hastaneye sevk edildiğini, hastaneye gitmeden önce “düştüm” demesi için baskı ve tehdit gördüğünü, acil serviste hastane polisinin önünde darbedildiğini, beyan etmesine karşın bir işlem yapılmadığını, Cezaevine döndüklerinde Cezaevi müdürünün odasına götürüldüğünü, burada tehdit edilerek kendisine “rahatsızlıklarım Cezaevine girmeden önce vardı” şeklinde dilekçe yazdırdıklarını, başka bir ceza infaz kurumuna nakil edildikten sonra yaptığı şikâyet sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve beraat kararları verildiğini belirterek işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakları ile sakalının zorla kesilmesi nedeniyle özel hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

68. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında yargılama süreci değerlendirileceğinden başvurucunun adil yargılanma ve etkili bir hukuk yoluna başvurma haklarına ilişkin şikâyetleri yönünden ayrı değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

69. Anılan yargılama sürecinde kovuşturmaya yer olmadığı, beraat ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarıyla farklı zamanlarda neticelenmiş aşamalar bulunmakla birlikte anılan aşamaların tek bir olay bazında farklı kişilerin sorumluluklarına yönelik olduğu gözetildiğinde soruşturma bir bütün olarak değerlendirilmiş ve son kararın kesinleşme tarihi esas alınmıştır.

70. Ayrıca Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında eylem bir bütün olarak değerlendirileceğinden başvurucunun sakalının kesilmesi nedeniyle özel hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılmayacaktır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

71. Başvurunun incelenmesi neticesinde, başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

72. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

73. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

74. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurları tarafından işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmanın etkin yürütülmediğini ileri sürmektedir.

75. Bakanlık görüşünde başvurucunun şikâyeti üzerine infaz koruma memurlarının teşhisinin yaptırıldığı, hastaneye sevk edilerek gerekli muayenelerin yaptırıldığı, tanık ve şüphelilerin ifadeleri alınarak dava açıldığı, işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

76. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde şikâyete konu eylemlerinin meydana getirdiği yoğun acı ve ızdırap nedeniyle işkence olarak adlandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

77. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usule ilişkin boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

 i. Genel İlkeler

78. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

79. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

80. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

81. Anılan koruma yükümü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

82. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir, § 77; Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).

83. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı, somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara, muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki neden de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104) dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir, § 83).

84. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir, § 84).

85. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir, § 85).

86. "İşkence" seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi ya da manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler "eziyet" olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak "eziyet"te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM; fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri "insanlık dışı muameleler" olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında "eziyet" olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

87. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada "eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

88. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaret içeren ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme, içirme gibi aşağılayıcı muameleler "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri , § 90).

89. AİHM kararlarında bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa, § 104).

90. Aynı ilke, özgürlükten yoksun bulundukları ve ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabi oldukları değerlendirildiğinde ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlüler için de geçerli olacaktır (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54).

91. Özgürlüğü kısıtlanan bir kişiye karşı -bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça- fiziksel güç kullanılması kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal etmektedir (Cezmi Demir, § 92, 102) .

 i. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

92. Başvuru konusu olay, devletin kontrolü altında bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda başvurucunun maruz kaldığı eylemler nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası ile ilgilidir.

93. Tamamıyla devletin hüküm ve kontrolü altında bulunulan bir zaman diliminde maruz kalınan davranışlar nedeniyle yapılan şikâyetlerin desteklenmesi için kanıt toplanmasının zorluğu dikkate alınarak bu tür iddialar hakkında ancak tüm dosya kapsamındaki verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılabileceği açıktır (Deniz Yazıcı, B. No:2013/6359, 10/12/2014, § 79).

94. Somut olayda başvurucunun sakalını kesmek istemediğini söylemesi üzerine infaz koruma memurları ile aralarında tartışma yaşanmış, başvurucunun kurallara uymaması nedeniyle müşahede odasına alındığı şeklinde tutanak düzenlenmiş, başvurucu berberhaneye götürülerek sakalı kesilmiştir. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında alınan ifadelerde başvurucunun müşahede odasına alınıp alınmadığı, sakalını kesmeyi ne zaman ve ne şekilde kabul ettiği, berberhaneye götürülürken yanında kaç infaz koruma memuru olduğu, berberhanede sakalının nasıl kesildiği konusunda çelişkiler bulunmaktadır.

95. Başvurucunun yaralanmaları sebebiyle olayın ertesi günü götürüldüğü hastanede düzenlenen raporda yüzünde sağ zygoma kemiği üzerinde 3x2 cm’lik, sol zygoma üzerinde 2x2 cm’lik, burun üstünde 1x1 cm’lik ekimozlar bulunduğu, göğüs ön sol tarafta 12. kot çevresinde hassasiyet, sağ skapula üstünde 1x2 cm’lik ekimoz tespit edilmiştir (bkz. §12).

96. Başvurucunun anılan yaralanmalarının gerçekleşme şekline ilişkin -sanıklar her ne kadar başvurucunun bağırdığı sırada ağzının kapatılması nedeniyle olabileceğini ileri sürmüşlerse de- tespit edilen yaralanmalarının niteliği dikkate alındığında bunun mümkün görülmemesi nedeniyle makul bir açıklama getirilemediği anlaşılmaktadır.

97. Yapılan yargılamada, sağlık raporları ve sair deliller değerlendirilerek başvurucunun ileri sürdüğü darp fiilinin, fiili kim ya da kimlerin gerçekleştirdiğinden bağımsız olarak gerçekleştiği kabul edilmiştir. Başvurucunun soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki iddiaları, tanık anlatımları, sanıkların soruşturma ve kovuşturma aşamasında verdikleri çelişkili ifadeler ve başvurucunun sağlık raporları doğrultusunda Mahkemenin olayın gerçekleşmesine ilişkin yaptığı tespitten ayrılmak için bir neden görülmemektedir.

98. Somut olayda insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel ve ruhsal yönden acı veren ve başvurucunun ciddi şekilde yaralanmasına sebebiyet veren darp fiilinin -amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alındığında- eziyet olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

99. Başvuruya konu olayda, devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylemler nedeniyle yürütülen yargılama sonucunda bir sanık hakkında adli para cezası ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiş; yargılanan diğer sanıklar hakkında beraat kararı verilmiştir. Maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlanabilecek herhangi bir yaptırıma hükmedilmediği anlaşılmakta, herhangi bir disiplin işleminin uygulandığına ilişkin bir veri de bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucu açısından mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilemeyecektir.

100. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmekte; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması olarak ortaya çıkabilmektedir.

101. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır.

102. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda, bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan oldukça uzak kalınmakta; kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır.

103. Buna göre somut olayda, başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda maruz kaldığı darp fiiline ilişkin yapılan yargılamada Mahkemenin, bu tür eylemlerin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde adli para cezası öngördüğü ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdiği anlaşılmaktadır.

104. Başvurucu; ayrıca doktor muayenesinin infaz koruma memurları önünde yapıldığını, darp edildiğini beyan etmesine karşın doktorların gerekli işlemleri yapmasının engellendiğini ve şikâyetçi olmaması yönünde Ceza İnfaz Kurumu idaresinde tehdit edildiğini ileri sürmektedir.

105. Devletin hüküm ve kontrolü altında bulunduğu bir zaman diliminde kötü muameleye maruz kaldığı iddiasında bulunan kişilerin güce başvurdukları iddiasında bulunanların gözetiminde hastanelere sevk edilmeleri, şikâyetçi olmamaları yönünde baskı gördükleri iddiasıyla birlikte değerlendirildiğinde kötü muamele tehdidinin varlığı devam ettiğinden devletin koruma yükümüne aykırılık teşkil etmekte ve insan onuruna müdahale oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 103).

106. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

 i. Genel İlkeler

107. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usule ilişkin boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının, sorumluluğunda meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

108. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

109. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

110. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına dair hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

111. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir, § 114; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96-57834/00, 3/6/2004, § 136).

112. Şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli; şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılmasını sağlamalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).

113. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişiler olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, §§ 91, 92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81, 82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83-84).

114. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

115. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel affın veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Cezmi Demir, § 121; bkz. Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

116. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir, § 127). Ancak usul yükümünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.

 ii. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

117. Başvurucu; darbedildiğini hastanede dile getirmesi ve yaralanmalarının tespit edilmesine karşın sorumlular hakkında herhangi bir işlem başlatılmadığını, Cezaevi yönetiminin kendisini tehdit etmesi nedeniyle ancak başka bir ceza infaz kurumuna naklinin gerçekleşmesinden sonra Savcılığa şikâyette bulunabildiğini, yapılan yargılamada etkinliğin sağlanamadığını belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

118. Bu kapsamda somut olayda, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturma yürütme zorunluluğuna uyup uymadıklarının tespiti gerekmektedir. Etkili soruşturma kavramı, ceza muhakemesi hukuku kapsamındaki soruşturma kavramıyla sınırlı olmayıp soruşturma izni verilmesine ilişkin ön inceleme, soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tamamını kapsamaktadır.

119. Başvurucunun olayın ertesi günü götürüldüğü Şanlıurfa Devlet Hastanesinde düzenlenen raporda, başvurucunun darp ve cebir şikâyetinde bulunduğu belirtilmektedir. Başvurucu da hastanedeki doktorlara darbedildiğini belirttiğini ve bunu hastane polisinin de duyduğunu ifade etmektedir. Yapılan muayenesinde tespit edilen yaralanmalar gözetildiğinde başvurucunun darp iddialarının adli makamlara iletildiği ancak gerekli soruşturmanın başlatılması gerekirken herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmaktadır.

120. Başvurucunun yaklaşık iki buçuk ay sonra başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmesinin ardından şikâyette bulunması üzerine Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuya teşhis yaptırılmış; müşteki, şüpheli ve tanık ifadeleri alınmış, adli rapor aldırılmış ve tespit edilen on infaz koruma memuru hakkında kasten yaralama suçundan cezalandırılmaları istemiyle dava açılmıştır. İki yıl süren yargılama sonucunda ise Ş.K. ve hüküm tarihinde vefat etmiş olan M.D.nin isnat edilen suçu işledikleri sonucuna varılmış, M.D. hakkında düşme kararı verilmiş, Ş.K.nın ise adli para cezasıyla cezalandırılması öngörülmüş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir.

121. Yine aynı kararda, amir konumunda bulunan A.Ç.nin azmettirici konumunda olduğuna ilişkin kesin bir yargı oluşturacak eylemine rastlanmadığı, diğer sanıklar hakkında ise olayın meydana geldiği belirtilen berberhanenin fiziki şartları dikkate alındığında bu eylemin bu kadar çok sayıda kişi tarafından gerçekleştirilmesinin fiziki olarak zor olması ve müştekinin ifadeleri arasında M.D. ve Ş.K. dışındaki sanıklar yönünden eylemin sertliği yönünde çelişkiler bulunması gerekçeleriyle beraat hükmü kurulmuştur.

122. Yürütülen yargılama sonucunda kötü muamele yasağının ihlali niteliği taşıyan kasten yaralama eyleminin gerçekleştiğinin tespit edildiği ancak soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan sorumluların suç nedeniyle hesap vermelerinin sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza almaları koşulunun yerine getirilmekten uzak olduğu anlaşılmaktadır. Anılan suç nedeniyle herhangi bir disiplin işlemi yürütüldüğüne ilişkin bir veri de bulunmamaktadır.

123. Başvurucunun darp eylemi nedeniyle şikâyetçi olmaması ve düştüğünü söylemesi konusunda Cezaevi yönetiminden baskı ve tehdit gördüğü iddiaları bulunmaktadır. Başvurucunun anılan iddialarına ilişkin bir inceleme yapılmadığı anlaşılmaktadır.

124. Yukarıda bahsi geçen dilekçelerin (bkz. §11,15) başvurucuya baskı ve tehdit yoluyla yazdırılıp yazdırılmadığı ve bu dilekçelerin yazdırılmasının ayrı bir suç teşkil edip etmeyeceği hususunda gerekli değerlendirmenin yapıldığına ilişkin bir veriye ulaşılamamıştır.

125. Yargılama sırasında tanık sıfatıyla dinlenilen mahkûmların, sanık sıfatıyla yargılanan infaz koruma memurlarının görev yaptıkları Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaya devam ettiği, bir tanığın ifade vermemeleri için tehdit edildikleri yönünde açık beyanda bulunduğu anlaşılmaktadır. Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olayın tanıklarının infaz koruma memurları ile Ceza İnfaz Kurumunda bulunan hükümlü ve tutuklardan ibaret olduğu değerlendirildiğinde hükümlü ve tutukların ifade vermemeleri yönünde tehdit edildikleri iddiasının, yargılamanın etkililiğini yakından etkileyeceği açık olduğundan anılan iddialara yönelik bir incelemenin de yapılmadığı anlaşılmaktadır.

126. Başvurucunun, doktorlar tarafından yalnız muayene edilmediği ve kendisini hastaneye götüren infaz koruma memurlarının doktorları yönlendirme çabası içinde olduğu iddialarının da herhangi bir incelemeye konu olmadığı anlaşılmaktadır.

127. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması

128. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

129. Başvurucu; Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali nedeniyle yargılamanın yenilenmesi, ayrıca Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada ödediği avukatlık ücretine karşılık olarak 400 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

130. Başvuru konusu olayda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmış; ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yargılamanın yenilenmesine kararı verilmesi, başvurucuya ayrıca net 7.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/2/2009 tarihli ve E.2007/212, K.2009/16 sayılı kararıyla başvuruya 1.250 TL vekâlet ücreti ödenmesine hükmedilmesi nedeniyle başvurucunun maddi tazminat talebinin reddi gerekmektedir.

131. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine ve karar örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 7.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderlerinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuya ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

16/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MURAT KARABULUT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2754)

 

Karar Tarihi: 18/2/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 31/3/2016-29670

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Cüneyt DURMAZ

Başvurucu

:

Murat KARABULUT

Vekili

:

Av. Fazıl Ahmet TAMER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucunun babasının cezaevinde hükümlü olarak bulunduğu sırada, kanser hastası olması sebebiyle cezasının ertelenmesi talebinde bulunulmasına rağmen bu talebin Adli Tıp Kurumunca verilen rapor doğrultusunda reddedilmesi, raporun verilmesinden yaklaşık iki ay sonra babasının vefat etmesi ve raporu veren Adli Tıp Kurumu görevlileri hakkında yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedenleriyle yaşam hakkı ile işkence ve eziyet yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 16/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 23/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 28/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 19/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun babası Avni Karabulut (A.K.), müessir fiil suçundan Beykoz 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 23/3/2007 tarihli ve E.2006/51, K.2007/124 sayılı ilamı ile verilen 2 yıl 6 ay hapis cezasına istinaden 20/3/2011 tarihinde yakalanarak Ümraniye E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Cezaevi/Kurum) alınmıştır. Bihakkın tahliye tarihinin 16/9/2013, şartla tahliye tarihinin ise 20/3/2012 olduğu belirtilmiştir. A.K., Cezaevine girdiğinde 74 yaşındadır.

9. A.K., ilk gün yapılan sağlık muayenesinde squam hücreli akciğer ca hastası (akciğer kanseri) olduğunu belirtmiş; Kurum Tabipliği tarafından düzenlenen rapor doğrultusundakendisinin revir bölümünde bulunan odalarda kalması uygun görülmüştür.

10. Aynı gün, A.K.nın daha önce çeşitli hastanelerde görmüş olduğu tedavi ve yapılan işlemlere ait belge ve raporlar Kuruma sunulmuş ve özel af talebinde bulunulmuştur. Cezaevine sunduğu belgelere göre akciğer ca hastalığına ilişkin teşhis 8/10/2010 tarihinde konulmuştur. Anılan dilekçede talep "uzun bir tedavi ve gözlem altında olması gereken bir hastalık olduğundan hastanın adli tıp tarafından incelenerek cezasının hangi şartlarda geçirilmesine uygun olup olmadığı hususunun karar verilmesi" şeklinde ifade edilmiştir:

11. A.K., Cezaevi idaresi tarafından 22/3/2011 ve 23/3/2011 tarihlerinde hastalığının tedavisi için diğer hastanelere sevk edildikten sonra 25/3/2011 tarihinde, Anayasa'nın 104. maddesi uyarınca başlatılan özel af işlemleri doğrultusunda, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kuruluna (Ümraniye EAH) sevk edilmiştir. Anılan Hastanece hazırlanan 19/4/2011 tarihli rapordaakciğer ca teşhisine ve solunum fonksiyon test sonucunun %53 olduğu bilgisine yer verilmiştir. Anılan raporun karar kısmında "Kesin Kararın Genel Müdürlükçe Verilmesine Dair Sağlık Kurulu Kararıdır." ifadesi yer almaktadır. Rapor, 3/5/2011 tarihinde Kuruma gelmiş ve A.K., 3/5/2011 tarihindebu rapor ile birlikte Adli Tıp Kurumuna (ATK) sevk edilmiştir.

12. A.K.nın tedavi gördüğü Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi(Kartal EAH) tarafından Cezaevi idaresine sunulan 14/4/2011 tarihli yazıda, akciğer ca hastalığına ilişkin somut bulgular sıralandıktan sonra "hastanın metastatik akciğer karsinomi ile uyumlu olduğu" bilgisine yer verilmiştir.

13. A.K., Adli Tıp Kurumunun 9/5/2011 tarihli müzekkeresine istinaden 2/6/2011tarihinde, son durumunu gösterir raporun vetüm tetkiklerinin yapılması amacıyla akciğer ca tanısına yönelik takibinin yapıldığı sağlık kuruluşu olan Kartal EAH'ye sevk edilmiştir. Cezaevi idaresi ATK'nın ilgili yazısınınposta yolu ile 1/6/2011 tarihinde Cezaevine ulaştığını ifade etmektedir.

14. Kartal EAH'den gelen rapor ve istenilen tüm tetkikler doğrultusunda A.K., 23/6/2011 tarihinde tekrar Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiştir. Cezaevi idaresi Kartal EAH'nin hazırladığı rapor ve tetkiklerin posta yolu ile 22/6/2011 tarihinde Cezaevine ulaştığınıifade etmektedir.

15. Adli Tıp Kurumunun 6/7/2011 tarihli ve 2001/46822/6510 sayılı yazıları ile A.K.da mevcut akciğer ca tanısına ait patoloji raporunun; uygulanan tedavi, tedavi ayrıntıları, hastanın tedaviye yanıtını içerir tıbbi belgelerin, tüm grafi ve filmlerinin (PET-BT, MR,BT...) temin edilerek gönderilmesi istenmiştir. Cezaevi idaresi ilgili yazının 18/7/2011 tarihinde Cezaevine ulaştığını ifade etmektedir. İstenen ve temin edilen belgeler 26/7/2011 tarihinde Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir.

16. Özel af talebi hakkında karar verilebilmesi amacıyla A.K., 11/8/2011 tarihinde Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kuruluna (Kurul) sevk edilmiş ve Kurul tarafından 24/8/2011 tarihli ve B.03.1.ATK.0.06.00.03-101. 01.02-2011/57688/7911 sayılı, 7519 Karar No.lu rapor hazırlanmıştır. Raporun posta ile 23/9/2011 tarihinde Cezaevine ulaştığı ifade edilmektedir. Anılan raporun sonuç kısmı şöyledir:

"(…) 1937 doğumlu Avni Karabulut’un halihazırda Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 104/2-b maddesinde belirtilen sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hali kapsamında değerlendirilmediği, Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 18/05/2011 tarihli Pet BT raporunda belirtilen, kemik sintigrafisi, kbb konsültasyonu, yapılacak olan mr incelemesi ve tedavi gördüğü sağlık kuruluşundan hastalığının evrelendirilmesine yönelik düzenlenecek raporu ile birlikte gönderilmesi sonrasında yeniden görüş düzenleneceği oy birliği ile mütalaa olunur."

17. A.K., anılan rapor gereğince hastalığının evrelendirilmesine yönelik rapor düzenlenmesi için 26/9/2011 tarihinde tekrar Kartal EAH Onkoloji Polikliniğine sevk edilmiştir.

18. Cezaevinde kaldığı dönem boyunca A.K., özel af işlemleri için yapılan sevkler dışında, hastalığının tedavisi için 22/3/2011 ila 17/10/2011 tarihlerinde toplam 14 kez Kartal EAH, Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Paşabahçe Devlet Hastanesi ve Haydarpaşa Numune Hastanesine sevk edilmiştir. Cezaevinin Anayasa Mahkemesine sunduğu 10/12/2015 tarihli bilgilendirme yazısı ve eki belgelerde A.K.nın anılan hastanelerde yatılı olarak tedavi edildiğine ilişkin bir kayıt bulunmamaktadır.

19. A.K., 17/10/2011 tarihinde, mesai saati dışında acil olarak Haydarpaşa Numune Hastanesi acil birimine sevk edilmiştir. Bu hastanede göğüs cerrahisi polikliniğine sevki önerildiği için aynı gün Dr. Siyami Ersek Hastanesi Göğüs Cerrahisi Polikliniğine sevk edilmiştir.

20. Başvurucunun babası A.K., Cezaevinde bulunduğu sırada 19/10/2011 tarihinde vefat etmiştir.

21. 19/10/2011 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağına göre müteveffanın kesin ölüm sebebi saptanamadığından klasik otopsi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

22. Kartal EAH'nin hastalığının evrelendirilmesine ilişkin raporu A.K.nın vefatından sonra posta ile 5/12/2011 tarihinde Cezaevine ulaşmıştır.

23. Başvurucu, raporu düzenleyen Adli Tıp Kurumu görevlileri hakkında görevi ihmal suçunu işledikleri iddiasıyla 13/4/2012 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.

24. Müteveffanın kesin ölüm sebebinin belirlenmesi amacıyla yapılan klasik otopsi işlemi sonucunda hazırlanan Adli Tıp Kurumunun 23/5/2012 tarihli raporunda “(…) kişinin ölümünün akciğer kanseri zemininde kanama nedeniyle kan aspirasyonuna bağlı asfiski sonucu meydana gelmiş olduğu (…)” mütalaa edilmiştir.

25. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 19/11/2012 tarihli ve Soruşturma No: 34793, K.2012/39326 sayılı kararında aşağıdaki gerekçeyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir:

"Adli Tıp Kurumu raporundan da açıkça anlaşılacağı üzere dokuz madde halinde sıralanan, hastalık nedeni ilecezasının infazının tehiri istenen Avni KARABULUT'un hastane dosyasının ve mevcut muayene bulgularının ayrıntılı değerlendirilmesinin yapıldığı, sonucunda şikayete konu raporun düzenlendiği, Avni KARABULUT'un kısa bir süre sonra ölmüş olması, düzenlenen raporun gerçeğe aykırı düzenlendiğini göstermediği, raporun hemen akabinde de böyle bir sonucun gerçekleşmesi ihtimalinin bulunduğu değerlendirilmiştir. Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun 24 Ağustos 2011 tarihli raporunda imzası bulunan İhtisas Kurulu üyeleri şüphelilerin ayrıntılı şekilde savunmaları tespit edilmiştir, hastalık nedeni ile infaz tehiri ile ilgili gerekli değerlendirmenin kendileri tarafından yapıldığını herhangi bir şekilde görevlerini kötüye kullanmadıklarını, zira rapordan da anlaşılacağı üzere hastalık evrelendirilmesi ve kemik sintigrafisi yapıldıktan sonra bu bilgiler ışığında sürekli hastalık halinin varlığının tespit edileceği şeklinde rapor düzenlendiği, mevcut duruma göre de sürekli hastalık durumunun bulunmadığının bildirildiği anlaşılmıştır. Şüphelilerin görevlerini kötüye kullandıkları hususunda müşteki vekilinin iddiası dışında haklarında kovuşturmaya yeterli delil elde edilememiştir. "

26. Bu karara yapılan itiraz, İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/2/2013 tarihli ve 2013/194 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar 14/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/4/2013 tarihinde, süresi içinde, bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

27. 13/12/2014 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:

“(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:

a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.

b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.

c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.

f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.

…”

28. 5275 sayılı Kanun’un “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“...

(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.

(3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığıncaverilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere,birsürebulunmadığıtakdirdebirer yıllık dönemleregöre bu fıkrada yazılı usule uygunolarakincelettirilir.İncelemesonuçlarınagöregeribırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geribırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine,mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir.Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.

...

(6)(Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımındanağır ve somuttehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.”

29. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:

“(1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.”

30. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavisi” kenar başlıklı 78. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Kurumunsağlıkkoşullarının düzenlenmesi,hükümlünün acilveya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.”

31. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

32. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

33. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 1/1/2006 tarihli ve 20 sayılı Genelgesinin (http://www.adalet.gov.tr/duyurular/genelgeler/genelge_pdf/20.pdf) ilgili kısımları şöyledir:

“... Konuya ilişkin taleplerin nitelikleri icabı, sür'atle sonuçlandırılması ve evrakın eksiksiz olarak Cumhurbaşkanlığı Makamına sunulabilmesi için...

1. Hükümlünün tam teşekküllü bir devlet hastanesi sağlık kuruluna sevk edilerek, Sevk yazısında hükümlüdeki rahatsızlığın Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 104/2-b maddesinde yazılı sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halinie teşkil edip etmediği hususunun verilecek sağlık kurulu raporunda açıkça belirtilmesinin istenilmesi,

2. Hükümlüye tam teşekküllü devlet hastanesinden sağlık kurulu raporu alındıktan sonra; evvelce verilmiş başka bir rapor varsa bununla birlikte onaylı nüfus kayıt örneği, kesinleşme şerhi içeren mahkeme kararı ve müddetnamesi de dilekçesine eklenerek bir yazı ile mütalaa alınmak üzere Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi; evrakın tasdikli bir örneğinin Cumhuriyet başsavcılığındaki dosyasını saklanması,

3. Adli Tıp Kurumuna yazılacak yazıda; hükümlüdeki rahatsızlığın Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 104/2-b maddesinde yazılı sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halini teşekkül edip etmediği hususunun verilecek raporda açıkça belirtilmesinin istenilmesi,

4. Adli Tıp Kurumundan muayenesi istenmedikçe ve muayene için gün alınmadıkça hükümlünün bulunduğu yer ceza infaz kurumundan Adli Tıp Kurumunun bulunduğu yer ceza infaz kurumuna sevk edilmemesi,

5. Cezasının infazı tehir edilen hükümlünün durumunun sağlık raporunda belirtilen sürelere veya bir süre bulunmadığı takdirde üçer aylık dönemlere göre 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16'ncı maddesinin 3'üncü fıkrasında yazılı usule uygun olarak incelettirilmesi ve ertelemenin yenilenmesi halinde Bakanlığımız Ceza İşleri Genel Müdürlüğü bilgi verilmesi,

6. Hükümlünün müddetnamesine ek olarak, infaz edilen ceza müddeti de koşullu salıverilme tarihine kadar kalan sürenün açıkça belirtilmesi,

...konularında gereken dikkat ve özenin gösterilmesini rica ederim.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 18/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu; cezaevinde hükümlü olarak bulunan babasının kanser hastası olması sebebiyle cezasının ertelenmesi talebinde bulunulduğunu, bu talebin Adli Tıp Kurumunca verilen rapor doğrultusunda reddedildiğini, ancak raporun verilmesinden yaklaşık 2 ay sonra babasının vefat ettiğini, raporu veren Adli Tıp Kurumu görevlileri hakkında görevi ihmal suçunu işledikleri iddiasıyla suç duyurusunda bulunduğunu, fakat soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, babasının zor şartlar altında vefat etmesinin kendisine eziyete dönüştüğünü belirterek yaşam hakkı ve işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yaşam Hakkına İlişkin İddia

36. Başvurucu,Adli Tıp Kurumunun cezaevinde kalabilir raporu vermesi ve diğersağlık kuruluşlarının olumsuz tutumu nedeniyle ağır hasta olan babasının yaşamını uzatabilecek, küçük bir ihtimal de olsa tedavi olmasını sağlayabilecek daha iyi tedavi imkânlarına kavuşmasına engel olunduğunu belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. Bakanlığın görüş yazısında, kabul edilebilirlik incelemesi ile ilgili olarak, yaşam hakkı kapsamında “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka cezai işlem başlatmayı gerektirmediği, yaşam hakkına yönelik ihlal iddialarının kasıtlı bir eylem ile gerçekleştirilmediği durumlarda mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasının yeterli olabileceği, somut olayda cezaevi ve sağlık çalışanlarının devlet memuru olmaları nedeniyle ölenin sağlık durumunun kötüleşmesinde bir tıbbi ihmali olmadığının tespitine yönelik idari dava açılması gerektiği, ancak başvurucunun bu konuda idare mahkemeleri nezdinde herhangi bir tazminat başvurusunda bulunmadığı ifade edilmiştir.

38. Bakanlığın kabul edilebilirlik konusundaki anılan görüşüne karşı başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına göndermelerde bulunarak, cezaevinde gerçekleşen ölümlerde etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmemesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme/AİHS) 2. maddesinin ihlaline yol açabileceğini, her başvurunun kendi özelinde değerlendirilmesi gerektiğini, ayrıca bu olayla ilgili olarak İstanbul İdare Mahkemesinde Sağlık Bakanlığı aleyhine dava açtığını, davada Paşabahçe Devlet Hastanesi, Ümraniye EAH ve Kartal EAH yetkililerinin görevlerini ihmal ettiklerini, hastanın hastanede yatırılarak tedavi altına alınmadığını ve tedavisinin gerekli koşullarda ve şekilde yapılmadığını ileri sürdüğünü, davanın E.2013/361 numarasıyla kayda alındığını ifade etmiştir.

39. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir;

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

40. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, -negatif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra -pozitif bir yükümlülük olarak- yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).

41. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

42. Bu kapsamda devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

43. Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin yaşamlarını ve sağlıklarını koruma konusundaki pozitif yükümlülük, bu kişilerin tıbbi tedavilerine özen gösterilmesini ve yaşamı üzerinde oluşabilecek olası tehditleri engellemeyi de içerir. Uygun bir tıbbi tedavinin sağlanması konusundaki eksiklikler yaşam hakkını koruma yükümlülüğüne aykırılık teşkil edebilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İlhan/Türkiye, B. No: 22277/93, 27/7/2000, § 87; Huylu/Türkiye, B. No: 52955/99, 16/11/2006, §§ 57, 58).

44. Cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin yaşamlarının korunması konusundaki pozitif yükümlülük, cezaevlerinde görevli sağlık personelinin sorumlulukları altında bulunan kişilerin ölüm sebeplerinin tespit edilmesine imkân sağlayacak etkin ve tarafsız bir adli sistem kurulmasını, ihtilaf konusu olayların kamuoyu denetimine açılmasını ve gerektiğinde sağlık çalışanlarının hesap vermesini sağlamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gülay Çetin/Türkiye, B. No: 44084/10, 5/3/2013, § 86).

45. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi gözönüne alınarak pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Pozitif yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerce, belirli bir kişinin hayatına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız olduklarının tespiti gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

46. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usul yönü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu ilke, tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Bu durumlarda mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail Artuç, § 37).

47. Başvurucu, özetle babasının sağlık durumunun geri dönülemez bir noktaya gelmesini engellemek için Cezaevi yetkililerinin, adli tıp uzmanlarının ve tedavi gördüğü hastanelerdeki doktorların gerekli ihtimamı göstermediklerini ileri sürmektedir. Yaşam hakkına ilişkin bir ihlal söz konusu ise bu ihlalin giderilmesi öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin yükümlülüğü altındadır (Nail Artuç, § 46).

48. Kural olaraktıbbi ihmallerden kaynaklandığı ileri sürülen yaşam hakkı ihlalleri açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık anayasal açıdan mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa'nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından, gerektiğinde yürütülecek kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecek etkili bir başvuru yoludur (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 46).

49. Bu bağlamda başvuru konusu olayın koşullarına bakıldığında başvurucu, olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü kişiler hakkında suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde bulunmuş; bireysel başvuru sonrasında Sağlık Bakanlığı aleyhine İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış, ancak başvurulan yolun tüketildiğine dair herhangi bir bilgi veya belge sunmamıştır. Tüketilecek idari dava yolunun başvurucunun yaşam hakkı kapsamında ileri sürdüğü iddialar açısından etkisiz olduğunun kabul edilmesini gerektirecek bir husus başvurucu tarafından ortaya konulmadığı gibi somut olayın koşullarında, bu konuda Anayasa Mahkemesi tarafından resen dikkate alınabilecek bir husus da bulunmamaktadır.

50. Bu durumda, A.K.nın tedavisi açısından yaşam hakkının ihlaline neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.

51. Açıklanan nedenlerle, zamanında ve yeterli tedavi hizmetinin verilmemesi suretiyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının "başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağına İlişkin İddia

52. Başvurucununbabasının cezaevinde hastalığına bağlı olarak ölümü nedeniyle işkence ve eziyet yasağının ihlal edildiği iddialarına dair, Bakanlık görüşünde herhangi bir kabul edilemezlik nedeni ileri sürülmemiştir. Anılan iddiaların 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Açıklanan nedenlerle başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

53. Başvurucu, özetle babasının zor şartlar altında vefat etmesinin kendisi açısından eziyete dönüştüğünü belirterek işkence ve eziyet yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucuya göre Adli Tıp Kurumu; babasının tahliye edilmesi, daha iyi tedavi koşullarına sahip olması, moralinin yüksek tutulması konusunda eksik, zaaflı, hukuka ve mevzuata aykırı davranmış; başvurucu ve ailenin diğer fertleri özgürce, zaman ve mekân konusunda engellenmeden babaları ile birlikte olamamış, kendisinin umudunu ve moralini yükseltebilme imkânı bulamamış, babaları bu koşullarda kan kusarak ve acı çekerekhayatını kaybetmiştir.

54. Bakanlık görüşünde, AİHM kararlarına göndermelerde bulunularak bir muamelenin Sözleşme’nin 3. maddesinin uygulama alanına girebilmesi için aranan değerlendirme unsurları sıralanmış; maddi ya da manevi, doğal olarak ortaya çıkan bir hastalığa bağlı acı eğer yetkililerin sorumlu tutulabilecekleri tutulma şartları ile daha da katlanıyorsa veya katlanma riski varsa muamelenin tek başına 3. maddenin uygulama alanına girebileceği; bir mahkûmun sağlığı ve rahatlığının, hapsedilmenin pratik gerekleri de dikkate alınarak ve özellikle gerekli tedavilerin uygulanması yoluyla uygun tedbirler alınarak sağlanması gerektiği, nitekim hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulmasının kural olarak 3. maddeye aykırı bir muamele olarak kabul edilebileceği, bununla birlikte her ne kadar tedavisi imkânsız bir hastalığa yakalanmış olsa da Sözleşme'nin sağlık nedenleriyle bir tutukluyu serbest bırakma “genel yükümlülüğünü” üye devletlere yüklemediği, çok istisnai ve önemli koşullarda, iyi bir ceza adaletinin gerçekleştirilmesi adına insani nitelikli birtakım tedbirlerin alınmasının gerekli olduğu durumların ortaya çıkmasının imkân dâhilinde olduğunun kabul edildiği, bir tutuklunun klinik tablosunun, Türkiye’nin de içinde bulundugu Avrupa Konseyi üyesi devletlerde 3. madde bağlamında, onun tutulma koşullarına karşı koyabilme gücünün değerlendirilmesinde dikkate alınan kriterlerden biri olduğu, AİHM'in Gülay Çetin/Türkiye kararında, kanser nedeniyle vefat eden Gülay Çetin’in, tedavi gördügü hastaneden alınmış tahliye edilmesi gerektiği yönünde raporu bulunmasına rağmen, Adli Tıp Kurumundan ayrıca rapor alınması ve bu süreçte yaşanan gecikmeler nedeniyle, ceza infaz kurumunda vefat etmesinin insanlık dışı ve onur kırıcı muamele olarak gördüğü bilgilerine yer verilmiştir.

55. Görüşün devamında somut olayla ilgili olarak başvurucunun babası A.K.nın, tedavi süreci ve tahliye talebi hakkında yürütülen işlemlere tarihleriyle yer verilmiş, A.K. hakkında alınan raporda, Anayasa'nın 104. maddesi bakımından değerlendirme yapılmakla birlikte, 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesi yönünden değerlendirmeye yer verilmediği ve bazı eksikliklerin giderilmesi sonrası yeniden görüş verileceğinin belirtildiği, gerek başvuru formunda ve gerekse de Bakanlığa gönderilen belgelerden, başvurucunun babasının hangi tarihte hangi gerekçeyle tahliye talebinde bulunduğuna dair bir bilgi bulunmadığı, tüm bu hususlar nazara alındığında başvuru tarihi ile vefat ettiği tarih arasında yaşananlar nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı hakkının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesi konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

a. Genel İlkeler

56. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye "işkence" ve "eziyet" yapılamayacağı, kimsenin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

57. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde, kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu; devletin, bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

58. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin "işkence" olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen "eziyet" ve "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

59. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada "eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte, küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

60. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

61. Hükümlü veya tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirlerken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve Sözleşme’nin ortak alanı kapsamında kalan diğer temel hak ve hürriyetlere sahiptirler. Bununla birlikte cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi cezaevinde güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda sahip oldukları haklar sınırlanabilir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 35).

62. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus, 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." ve yine Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir." şeklinde düzenleme ile açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla verilen bir mahkûmiyet kararının veya tutuklama kararının infazında mahkûmlar için sağlanacak şartlar insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, § 36).

63. Cezaevlerinde tutulankişilerin maruz kaldığı maddi koşulların Sözleşme'nin 3. ve Anayasa'nın 17. maddeleri kapsamına girebilmesi için asgari bir eşiğe ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşiğin değerlendirilmesi ise koşullarla ilgili tüm verilerin, özellikle de muamelenin süresine, fiziksel ya da ruhsal etkilerine ve bazen de mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumuna bağlı olarak yapılmalıdır (K. A. [GK], B. No: 2014/13044, 11/11/2015, § 93; Rıda Boudraa, B. No: 2013/9673, 21/1/2015, § 60)

64. Bir muamelenin “insanlık dışı” olarak nitelendirilebilmesi için bunun tasarlanarak uygulanmış olmasının yanında bedensel yaralanma ya da fiziksel veya ruhsal acıya sebebiyet vermesi, diğer taraftan bir muamelenin “aşağılayıcı” olarak nitelendirilebilmesi için mağdurlarını rencide edecek ve küçültecek ölçüde, onlara korku, endişe, aşağılanma gibi duyguları hissettirmesi gerekir (K. A., § 94; Rıda Boudraa, § 61).

65. Anayasa’nın 17. maddesi cezaevinde tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların, mahkûmları, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Cezaevinde tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde, mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, § 39). Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gülay Çetin/Türkiye, § 101).

66. Bu konuda AİHM, Bakanlık görüşünde de yer verildiği gibi Sözleşme'nin, her ne kadar tedavisi imkânsız bir hastalığa yakalanılmış olsa da sağlık nedenleriyle tutulu bulunan bir kişinin serbest bırakılması “genel yükümlülüğünü” üye devletlere yüklemediğini, bununla birlikte çok istisnai ve ciddi koşullarda, iyi bir ceza adaletinin gerçekleştirilmesi adına insani nitelikli birtakım tedbirlerin alınmasının gerekli olduğu durumların ortaya çıkmasının mümkün olduğunu kabul etmektedir. AİHM'e göre kişilerin klinik tablosuözgürlükten yoksun bırakılmayı gerektiren infaz şekillerinde dikkate alınması gereken unsurlardan birini oluşturmaktadır. Bu husus özellikle, ölümcül hastalığa yakalanmış kişiler veya sağlık durumu sürekli şekilde cezaevi koşulları ile uyumsuz hâle gelmiş kişilerin tutulmaları ile ilgili durumlarda geçerlidir (Gülay Çetin/Türkiye, § 102).

b. Genel İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

67. Somut olayda, A.K. hakkında cezaevine girmeden önce 8/10/2010 tarihinde akciğer ca teşhisi konulduğu, kendisinin kemoterapive radyoterapi tedavisi görmeye başladığı, bu durumunun cezaevine girdiği 20/3/2011 tarihinde Cezaevi idaresine bildirildiğianlaşılmaktadır. A.K.nın hastalığının ciddi boyutta olduğu vebu durumun zaman ilerledikçe daha da kötüye gittiği açıktır.Dolayısıyla başvuruda çözülmesi gereken mesele, A.K.nın sağlık durumunun, vefatına kadar cezaevinde kalmasına ne kadar uyumlu olduğudur.

68. Bu konuda yapılacak incelemede, ilk olarak A.K.nın Cezaevinde tutulma koşulları,ikinci olarak kendisine uygulanan tedavinin yeterliliği, üçüncü ve son olarak A.K.nın sağlık durumuna rağmen Cezaevinde tutulmasının uygun olup olmadığı şeklinde üç unsur dikkate alınabilecektir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Farbtuhs/Letonya, B. No:4672/02, 6/6/2005, § 53).

69. Başvurucu, "(babasının) yaşamını sürdürmesi yönünden özgür bireylerin sahip oldukları olanaklara sahip olamadıkları gibi insanın doğal yaşamı yapısıyla uyumsuz cezaevi koşullarından dolayı ... sağlığı, bağışıklık sistemi önemli derecede zarar görmüş, yaşama iradesi, morali azalmıştır." şeklinde bir ifadeyle başvuru dilekçesinde Cezaevi koşullarına değinmiş ise de Cezaevinin olağan koşulları dışında somut bir olumsuzluktan söz etmemiştir. Benzer şekilde başvurucu, babası A.K.ye Cezaevinde ve sevk edildiği hastanelerde tedavi imkânının sağlanması ve uygulanan tedavi yöntemleriyle ilgili bu bölümde incelenebilecek nitelikte herhangi bir eksiklik ve olumsuzluktan da söz etmemiştir. Cezaevinde tutulan A.K.ye ait dosyada da kendisinin Cezaevi idaresinden bu konularda herhangi bir talepte bulunduğuna dair bilgi veya belge de bulunmamaktadır. Dolayısıyla konunun ilk iki yönünün Anayasa Mahkemesince incelenmesine gerek görülmemiştir.

70. Bununla birlikte A.K. hakkında, 8/10/2010 tarihinde -Cezaevine girmeden yaklaşık 5 ay önce- akciğer kanseri teşhisi konulmuş vetedavisine başlanmış olupCezaevine girdikten sonra Kartal EAH, Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Paşabahçe Devlet Hastanesi ve Haydarpaşa Numune Hastanesinde tedavisine devam edilmiş; Adli Tıp Kurumu raporunda (bkz. § 16) yer verildiği üzere 14/4/2011 tarihi itibarıyla hastanın "hastanın metastatik akciğer karsinomu ile uyumlu" olduğu ifade edilmiştir. Cezaevi idaresine sunulan 19/4/2011 tarihli Ümraniye EAH'nin raporunda da solunum fonksiyon testi sonucunun %53 olduğu kayda geçmiştir. Bu sonuç da A.K.nın ciddi solunum sıkıntısı yaşadığını ortaya koymaktadır.

71. A.K.nın ölmeden önceki son günlerinde günlük ihtiyaçlarını görmektene kadar zorlandığı, kendisine bu konuda Cezaevi idaresince nasıl bir imkan tanındığı/destek sağlandığı ve ailesinden birinin kendisine refakat edip etmediği konusunda da bir bilgi bulunmamaktadır.Başvurucunun A. K.'nın ailesinden ayrı yalnız vefat ettiğinden şikayet ettiği dikkate alındığında bu imkanın (en azından yeterli bir şekilde) kendisine tanındığı söylenemeyecektir.

72. A. K., kanser hastalığının tedavisi için sık aralıklarla bu konuda uzman hastanelere gönderilmiş olmakla birlikte, hastanede yatarak tedavi gördüğüne dair bir kayıt bulunmamaktadır. Dolayısıyla A.K.nin, zamanının tamamını Cezaevinde geçirmek durumunda kaldığı anlaşılmaktadır. A.K. ile ilgilenen Cezaevi yetkililerinin hayatının sonuna gelmiş bir hasta ile ilgilenebilecek uzmanlıklarının olup olmadığı veya kendisinin gerçek anlamda manevi, psikolojik veya sosyal bir destek alıp almadığı konusunda da bir bilgi bulunmamaktadır.

73. Sonuç olarak hastalığı ilerledikçe A.K.nın Cezaevi ortamındakalmakta zorlanması kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu konuda yetkili olan makamların, kesin tarihi belirlenememekle birlikte bir noktada A.K. hakkında ciddi tedbirler almaları gerektiğinin kabul edilmesi gerekir.

74. Bu durumda somut olay açısından incelenebilecek temel husus, A.K.nın ömrünün son döneminde sağlık durumunda meydana gelen kötüleşmelere rağmen Cezaevinde tutulmaya devam edilmesinin uygun olup olmadığı, bir diğer ifadeyle Cezaevinden çıkarılmaması nedeniyle bu durumun kendisi açısından, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan elem seviyesinden daha fazla sıkıntı veya eziyet doğurup doğurmadığı olacaktır.

75. Bu konuda mevcut düzenlemelere bakıldığında, 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesinin 2. fıkrasında bir hükümlünün cezasının infazının sağlık nedenleriyle ertelenebileceği öngörülmektedir. Ayrıca Anayasa'nın 104. Maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi Cumhurbaşkanı nezdinde sürekli hastalık sebebiyle af talebinde bulunabilme imkânı tanımaktadır.

76. Bu düzenlemelerin teorik olarak,özellikle çok ağır bir hastalığa yakalanan veya diğer başka bir nedenle cezaevi koşullarında kalmaları uygun olmaktan çıkanhükümlü kişilerin maddi ve manevi bütünlüklerini korumaya imkân sağlayacak nitelikte olduklarında bir şüphe bulunmamaktadır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gülay Çetin/Türkiye, § 114). Bu nedenle üzerinde durulması gereken husus, cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu olarak tutulan kişilerin sağlık durumunun ne ölçüde anılan yasal imkânlardan yararlanmayı sağlayacak nitelikte olduğu ve bu kişilerin sağlık durumu karşısında yürütülen işlemlerin yerinde olup olmadığıdır.

77. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olay açısından değerlendireceği husus, yetkililer tarafından infazın ertelenmesi ya da özel affa tabi tutulması konusunda verilecek karara esas olmak üzere, ilgili kişinin sağlık durumunun, yasal ve ikincil düzenlemelerle yetkilendirilmiş sağlık kuruluşlarınca resmî olarak tespit edilmesi için gerekli işlemlerin makul hız ve özende yapılıp yapılmadığıdır. Bu durumda, belirlenen usulün sağlıklı bir şekilde işletilmesinin, karar alma sürecinde yer alan cezaevi idaresi, tam teşekküllü devlet hastanesi ve ATK'nın yürüteceği işlemlere bağlı olduğu söylenebilecektir. Yürütülecek işlemlerdeki eksiklikler ve yaşanacak gecikmeler, bu konuda hakkında başvuru yapılan tüm kişiler için geçerli olabileceği gibi somut olayda da A.K. ilerleyen hastalığının sebep olduğu kaçınılmaz sona doğru yaklaşırken ona onurunu korumaya imkân tanımayacak, onu ailesinin desteğinden yoksun kalacak şekilde cezaevinde tek başına bırakmak anlamına gelecektir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gülay Çetin/Türkiye, § 122).

78. A.K.nın Cezaevine girdiği andan itibaren özel af süreci kapsamında yürütülen işlemler incelendiğinde A.K.nın yakınlarının, A.K.nın Cezaevine girdiği tarih olan 21/3/2011'de "uzun bir tedavi ve gözlem altında olması gereken bir hastalık olduğundan hastanın adli tıp tarafından incelenerek cezasının hangi şartlarda geçirilmesine uygun olup olmadığı hususunun karar verilmesi"talebinde bulunmuş oldukları görülmektedir. Bu talebin 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesi kapsamında mı yoksa Anayasa'nın 104. maddesi kapsamında mı yapıldığı açık değildir. Açık olan husus, A.K.nın yakınlarının, kendisinin sağlık durumu dikkate alınarak infaz şeklinin yeniden ele alınması yönünde talepleri olduğudur. Bu talepte bulunulurken daha önce çeşitli hastanelerde görmüş olduğu tedavi ve yapılan işlemlere ilişkin belge ve raporlar da Cezaevi idaresine sunulmuş olup kendisinin akciğer ca hastası olduğu Cezaevi idaresince ilk andan itibaren bilinmektedir.

79. Cezaevi idaresinin kendisine yapılan başvurudan sonra çok kısa sürede anılan süreci başlattığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi açısından, 16. maddede geri bırakmaya ilişkin öngörülen sürecin A. K. açısından daha yerinde olduğu ve bu sürecin daha hızlı yürüyeceğine dair bir veri bulunmamaktadır. Bununla birlikte, 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesinde öngörülen infazın ertelenmesi ile 1/1/2006 tarihli genelgede öngörülen özel af işlemleri için belirlenen usullerin birbirine benzer olduğu, sağlık durumunu tespite yönelik raporların hazırlanma hızı açısından esaslı bir farkın bulunmadığı anlaşılmaktadır.

80. Cezaevi idaresince Ümraniye EAH'ye yapılan sevk işleminde (A.K.nın Anayasa Mahkemesine sunulan Cezaevi dosyasında bu talebe ilişkin yazı bulunmadığı için) tam olarak Hastaneden ne talep edildiği belli değildir. Anılan Hastanenin sunduğu raporun karar kısmında da sadece "Kesin Kararın Genel Müdürlükçe Verilmesine Dair Sağlık Kurulu Kararıdır." ifadesi yer almakta olupraporun A.K.nın durumunun yukarıda yer verilen genelgede açıkça ifade edilmesi gerektiği belirtilen "Anayasası'nın 104/2-b maddesinde yazılı sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halini teşkil edip etmediği" hususuna ilişkin bir açıklık getirmediği görülmektedir. Diğer yandan Ümraniye EAH'nin 19/4/2011 tarihli raporu ancak 3/5/2011 tarihinde Cezaevine ulaşmıştır (bkz. § 11).

81. Bakanlığın konuya ilişkin genelgesinde (bkz. § 33) özel af işlemleri için 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesinde öngörülene benzer bir karar alma usulü belirlenmiş olduğu, bu usule göre, hakkında tam teşekküllü devlet hastanesinden sağlık kurulu raporu alındıktan sonragerekli belgeler eklenerek hükümlünün Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi,sevk yazısında da "hükümlüdeki rahatsızlığın, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halini teşekkül edip etmediği hususunun verilecek raporda açıkça belirtilmesinin" istenilmesi gerektiği, bu yöntemin de konuya ilişkin taleplerin hızlı ve eksiksiz bir şekilde sonuçlandırılması amacıyla öngörüldüğü açıkça belirtilmektedir.

82. Ümraniye EAH'nin 19/4/2011 tarihli raporu ile birlikte 3/5/2011 tarihinde ATK'ya sevk edilen A.K. hakkında ATK tarafından akciğer ca tanısına ilişkin raporun ve diğer tetkiklerin yapılmasının istenildiği, bu konudaki talebi içeren ATK'nın müzekkere tarihi 9/5/2011 olmasına rağmen evrakın 1/6/2011 tarihinde ulaştığından bahisle kanser tedavisinin yapıldığı Kartal EAH'ye sevk işleminin ancak 2/6/2011 tarihinde gerçekleştiği görülmektedir (bkz. § 13). Anılan Hastaneden gelen rapor ve istenilen tüm tetkikler doğrultusunda A.K., 23/6/2011 tarihinde tekrar ATK'ya sevk edilmiş; ATK'nın 6/7/2011 tarihli yazısı ile bu defa A.K.'da mevcut akciğer ca tanısına ait patoloji raporunun, uygulanan tedaviye ilişkin diğer tıbbi belgelerin gönderilmesi istenilmiştir (bkz. §§ 14-15).ATK'ya ilk sevk işleminde yaşanan benzer gecikme ve eksikliğin, ATK'nın 6/7/2011 tarihli talebi için de yaşandığı anlaşılmaktadır.

83. 26/7/2011 tarihinde üçüncü kez ATK'ya sevk edilen A.K. hakkında, yaklaşık bir ay sonra, Kurul tarafından 24/8/2011 tarihli rapor (bkz. § 16) hazırlanmıştır. Anılan rapor ancak 23/9/2011 tarihinde Cezaevine ulaşmıştır. Bu raporda, o ana kadar yapılan tespitler dikkate alınarak A.K.nın durumunun Anayasa'nın 104. maddesi kapsamında değerlendirilmediği ifade edilmiş; Cezaevi idaresinin talebine ilişkin yeni görüşün, (özetle) hastalığın evrelendirilmesine ilişkin raporun tedavi görülen hastane tarafından gönderilmesi durumunda yeniden düzenleneceği ifade edilmiştir. ATK'nın son raporda belirttiği üzere talep hakkında yeni bir görüş verilebilmesi için istenen "hastalığın evrelendirilmesine" ilişkin hazırlanan Kartal EAH'nin raporu da sevk tarihinden yaklaşık 70 gün sonra Cezaevine ulaşmıştır. Bu arada A.K. vefat etmiş bulunmaktadır (bkz. §§ 17-22).

84. Bakanlığın konu hakkındaki genelgesinde belirtilen hususlar esas alındığında nihai kararın alınabilmesi için yapılan sevk işlemleri, hazırlanan raporlar ve talep yazılarındaki eksiklikler ve gecikmeler nedeniyle A.K.nın ve A.K.nın sağlık durumunu tespit için düzenlenen bilgi ve belgelerin "tam teşekküllü devlet hastanesi" ile ATK arasında gidip gelmek zorunda kaldığı,buna rağmen21/3/2011 tarihinde başlatılan sürecin A.K.nın vefat ettiği tarihe kadar geçen yaklaşık yedi aylık süreçte tamamlanamadığı görülmektedir. Buna, süreçte yer alan kurumların hangisinin/hangilerinin neden olduğunun tespitinin bir önemi bulunmamaktadır. Önemli olan husus, bürokratik işlemlerin doğru ve zamanında yürütülememesi nedeniyle A.K. açısından çok kritik olan kararın verilememiş olmasıdır.

85. A.K. hakkında, Cezaevine girdiği ve infazın ertelenmesi olarak vasıflandırabilecek talebinin Cezaevi idaresine ve ATK'ya iletildiği anda uzman sağlık kuruluşlarınca tanısı konulmuş, tedavisine devam edilen, belli bir aşama ilerlemiş ve kısa süre içerisinde hayatını tehlike altına sokabilecek akciğer ca hastası olduğu tespitinin hâlihazırda yapılmış bulunması ve kendisinin de 74 yaşında olmasının bu sürecin hızlı bir şekilde yürütülmesinin önemini daha da arttırdığının kabul edilmesi gerekmektedir.

86. A.K., ölümcül bir hastalığa yakalanmış ve sağlık durumu vefatından önceCezaevi koşullarına uygun olmayan hâle gelmiş olmasına rağmen, ailesinden ayrı olarak Cezaevinde vefat etmiştir. A.K.'nın, vefatından iki gün önce acil olarak hastaneye sevk edilmiş olması, son günlerinde çektiği sıkıntıların daha da fazlalaştığının bir göstergesi olarak dikkate alınabilecektir. Buna rağmen başvurucuya sevk edildiği hastanede yatarak tedavi görmesi imkânının da tanınmadığı görülmektedir. Sonuç olarak A.K.nın kanser hastalığının ve özgürlükten yoksun kalmanın kaçınılmaz ve doğal sonucu olan sıkıntıdan daha fazla bir sıkıntıya ve buna bağlı olarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye maruz kaldığının kabul edilmesi gerekmektedir.

87. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

88. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

89. Başvurucu 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

90. Başvuruda "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

91. Başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Ümraniye E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

18/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YUNUS KALKAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/4383)

 

Karar Tarihi: 18/2/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 31/3/2016-29670

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Basvurucu

:

Yunus KALKAN

Temsilcisi

:

Kemal KALKAN (Vasi)

Vekili

:

Av. Senem DOĞANOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz koruma memurları tarafından gerçekleşen darp eylemi ve sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/6/2013 tarihinde Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 7/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu 12/8/2009 tarihinde, aynı havalandırmayı kullandığı K.Y.ve D.Ş. ilekavga etmiş; kavga sırasında darbedilmiştir. Anılan darp fiili nedeniyle başvurucu Ceza İnfaz Kurumu revirine götürülmüş, doktorun olmaması nedeniyle Sağlık Memuru H.K. tarafından muayenesi yapılmıştır.

9. Sağlık Memuru H.K. tarafından 12/8/2009 tarihinde saat 18.30'da bilgi amaçlı düzenlenen raporda alın sol bölgede 3 milimetrelik kesi, sağ göz ve çevresinde morluk, boyun sol bölgede morluk, sırt alt bölgede üç adet sıyrık ve lezyon, dudak sol altta patlama mevcut olduğu kayda geçirilmiştir.

10. Başvurucuya kavga sırasında birkaç defa yumruk atıldığı, yüzündeki yaralanmaların bu şekilde ortaya çıktığı, belindeki yaralanmanın ise kavga sırasında, spor yaparken kullandıkları bir aletin üzerine düşmesi sonucu oluştuğu konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.

11. Başvurucu, olay tarihinden iki gün sonra 14/8/2009 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu doktorunun görevine başlaması üzerine darp olayıyla ilgili rapor düzenletilmek üzere Kurum revir odasına götürülmüştür. Doktor Z.A. tarafından muayene edilirken odada bulunan İnfaz Koruma Memuru B.K. ile başvurucu arasında bir tartışma yaşanmış, başvurucu, kolları arkadan tutularak muayene masasına yatırılmış, doktor tarafından ani müdahale ekibinin çağrılması üzerine başvurucu, gözetim odasına götürülmüştür. Başvurucu, muayene odasında ve daha sonra götürüldüğü gözetim odasında darbedildiğini ileri sürmektedir.

12. Başvurucu gözetim odasında cama yumruk atmış ve bu nedenle sağ elinde kesi meydana gelmiştir. Başvurucunun kesilen eline sağlık memuru tarafından gerekli müdahale yapılmıştır. Doktor Z.A., başvurucunun aynı günün akşamında kulağından kan geldiğini söylemesi üzerine kendisini Ceza İnfaz Kurumuna çağırdıklarını, yaptığı muayene sonucunda kulaktan kan gelmediğini ancak kulağın tahriş olduğunu gördüğünü ve tedavi için damla verdiğini hatırladığını, rapor düzenlenmesi istenmediği için darp ve cebir izi olup olmadığına dikkat etmediğini beyan etmiştir.

13. Aynı gün başvurucunun ziyaretine gelen babasının başvurucuda darp izleri gördüğü iddiasıyla Savcılığa şikâyette bulunduğu ve başvurucunun aynı gün Denizli Devlet Hastanesine götürüldüğü ve başvurucu hakkında sağlık raporu düzenlendiği anlaşılmaktadır.

14. 14/8/2009 tarihinde saat 20.10'da düzenlenen adli muayene raporunda; alında sağda ve solda ciltte morluklar, her iki göz altında hematomlu ağrılı şişlikler, sağ göz sklera lateralinde hemoraji, sol klavikula (köprücük kemiği) üzerinde düz hat şeklinde ciltte 10 cm'lik kızarıklık, sağ deltoid kas üzerinde ve biceps kası dış kısmında kızarıklık, sağ skapula (kürek kemiği) altında kızarıklık, sol deltoid kas alt kısmında kızarıklık, sağ el sırtında ciltte kesi, lumbal bölge vertebralar üzerinde üzeri kabuklu abrazyonların mevcut olduğu belirtilmiştir.

15. Başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu, mevcut doktor raporları ile birlikte 12/8/2009 ve 14/8/2009 tarihlerindeki yaralanmaları ayrı ayrı tarif ve tespit edilmek suretiyle Denizli Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğüne sevk edilmiş ve başvurucunun muayenesi yaptırılmış; 13/10/2009 tarihli raporda, başvurucunun mevcut yaralanmalarının iki olaydan hangisine bağlı olduğu konusunda kanaat takdirine tıbben imkân bulunmayıp mevcut fiziksel travma bulgularının kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif nitelikte olduğu, yüzde sabit iz yönünden olay tarihinden itibaren altı ay geçtikten sonra tekrar muayeneye gönderilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun nakledildiği Isparta E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda talimatla aldırılan Isparta Devlet Hastanesi Baştabipliğinin 1/3/2010 tarihli raporunda, başvurucunun yaralanmasının yüzde sabit iz niteliğinde olmadığı tespit edilmiştir.

16. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakultesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanlığının 1/10/2009 tarihli kurul raporuna göre başvurucunun ruh sağlığında bozulma olduğu, anksiyete ile giden uyum bozukluğu tanısı düşünüldüğü, rahatsızlığının darp olayıyla ilgili olduğu, yine aynı Fakültenin 9/12/2009 tarihli raporuna göre ruh sağlığındaki bozulmanın basit tıbbi müdahale ile iyileşebilir düzeyde, ancak düzenli takip ve tedavi gerektirdiği belirtilmiştir.

17. Honaz Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7/4/2010 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında hakaret, tehdit, mala zarar verme ve görevi yaptırmamak için direnme; İnfaz Koruma Memurları Ö.E., B.K., H.Ö., S.Ç. ve Sağlık Memuru S.G. hakkında ise kasten yaralama hükümleri gereğince cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir.

18. İddianame kabul edilerek dava, Honaz Asliye Ceza Mahkemesinin E.2010/118 sayılı dosyasına; anılan Mahkemenin kapatılmasından sonra ise Denizli 8. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2012/751 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.

19. Başvurucu, soruşturma ve kovuşturma aşamasında verdiği beyanlarda özetle, koğuş arkadaşlarıyla ettiği kavgada sağ gözünden ve belinden yaralandığını, o gün doktorun görevde olmaması nedeniyle 14/8/2009 tarihinde sabah saat 10.30 gibi rapor alınması amacıyla revire götürüldüğünü, doktorun soyunmasını söylediğini, çamaşırı hariç soyunduğunu, odada bulunan İnfaz Koruma Memuru B.K.nın kendisine gülmesi üzerine tartışmaya başladıklarını; B.K.nın, boğazına sarılarak kendisini muayene sedyesi üzerine yüzüstü yatırdığını, odada bulunan S.G ve birkaç infaz koruma memuru tarafından yumruklandığını, bir süre sonra gözetim odasına götürüldüğünü, burada da yaklaşık on kişinin dizleriyle ve yumruklarıyla kendisine vurduğunu, S.G. tarafından yüzüne tükürüldüğünü, memurlar çıktıktan sonra aynaya baktığını, darptan dolayı tanınmayacak hâle geldiğini gördüğünü, ağzından kulağından kan geldiğini görünce sinirlenip cama yumruk attığını, bunun üzerine Başmemur Ö.E.nin itfaiye hortumu ilekendisine tazyikli su sıktığını ifade etmiştir.

20. İnfaz Koruma Memuru Ö.E. soruşturma ve kovuşturma aşamasında özetle revirde bulunmadığını, başvurucuyu gözetim odasına götürülürken gördüğünü, gözetim odasına kapatıldıktan sonra camı kırarak elinde cam parçasıyla "Bana müdürü çağırın, başmemuru çağırın." diye bağırdığını, kendisinin gözetim odasına girmediğini, Z.G. ve A.S.nin içeri girip ikna ettikten sonra başvurucunun elindeki camı aldığını, daha sonra başvurucunun koğuşuna götürüldüğünü ifade etmiştir.

21. İnfaz Koruma Memuru B.K. soruşturma ve kovuşturma aşamasında özetle doktor muayenesi sırasında başvurucunun kendisine "Niye gülüyorsun?" diyerek küfür ettiğini, üzerine saldırdığını, S.G. ve G.Ç. ile birlikte kollarından tutarak muayene sedyesine yatırdıklarını, bu arada doktorun ani müdahaleye haber vermek için odadan çıktığını, ani müdahale ekibinden H.Ö., Ö.A. ve hatırlamadığı birinin daha geldiğini, kendisini gözetim odasına götürdüklerini, gözetim odasına girmediğini ve kimsenin başvurucuyu darbetmediğini belirtmiştir.

22. İnfaz Koruma Memuru S.Ç. soruşturma ve kovuşturma aşamasında özetle olay günü ani müdahale ekibinde görevli olduğunu, başvurucunun revirde memurlara saldırdığına yönelik haber gelince olay yerine gittiğini, gittiğinde başvurucuyu gözetim odasına almış olduklarını gördüğünü, görev yerine geri döndüğünü, kimseyi darbetmediğini beyan etmiştir.

23. İnfaz Koruma Memuru H.Ö. soruşturma ve kovuşturma aşamasında özetle olay günü ani müdahale ekibinde görevli olduğunu, revir odasından bağrışmalar gelmesi üzerine olay yerine gittiğini, vardığında başvurucuyu etkisiz hâle getirdiklerini gördüğünü, birlikte gözetim odasına götürdüklerini ve başvurucuyu darbetmediğini beyan etmiştir.

24. Sağlık Memuru S.G. soruşturma ve kovuşturma aşamasında özetle olay günü daha önce meydana gelen darp olayı nedeniyle başvurucunun muayenesinin yapılmaya başlandığını, Doktor Z.A. ve Sağlık Memuru G.Ç. tarafından muayene yapıldığı sırada kendisinin de B.K. ile birlikte odada bulunduğunu, başvurucunun, kendisine güldüğü iddiasıyla B.K.ya yönelik saldırıda bulunduğunu, ani müdahale ekibinin çağrıldığını ve başvurucuyu gözetim odasına götürdüklerini kendisinin de eşlik ettiğini, saldırgan tutum nedeniyle başvucuya infaz koruma memurları tarafından zor kullanıldığını ancak kimsenin vurmadığını beyan etmiştir.

25. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında doktor, sağlık memurları, infaz koruma memurları, başvurucunun kavgaya karıştığı hükümlüler ile olaydan sonra birlikte kaldığı hükümlüler tanık olarak dinlenmiş; olay yerinde keşif yapılmış, Ceza İnfaz Kurumu kamera görüntüleri bilirkişi marifetiyle yerinde izlenerek (teknik nedenlerden dolayı görüntülerin CD ortamına aktarılamaması nedeniyle) rapor düzenlenmesi sağlanmıştır.

26. Tanık anlatımları genel olarak başvurucunun 12/8/2009 tarihinde koğuş arkadaşlarıyla kavgaya karıştığı, bu olay nedeniyle birtakım yaralanmaların mevcut olduğu, doktor raporu alınması için 14/8/2009 tarihinde götürüldüğü revirde başvurucunun, infaz koruma memurları ile tartıştığı ve saldırgan tutumu nedeniyle başvurucuya güç kullanıldığı, ikinci olay sonrasında başvurucunun yaralanma bulgularında artış olduğu, ancak bu artışın ilk olay akabinde hemen ortaya çıkmayan zaman geçtikçe artan belirtiler de olabileceği, başvurucunun ikinci olaydan sonra infaz koruma memurları tarafından darbedildiğini beyan ettiği şeklindedir.

27. Kamera görüntüleri doğrultusunda düzenlenen bilirkişi raporuna göre revir ya da gözetim odasının içini gören kamera bulunmayıp koridorları gören kamera kayıtları mevcuttur. Rapordan, kamera kayıtlarına yansıyan herhangi bir darp olayı görüntüsü bulunmadığı, başvurucuyla birlikte infaz koruma memurlarının gözetim odasına girdiği, üç dakikaya yakın bir süre içeride kalındığı anlaşılmaktadır.

28. Mahkemenin 28/2/2013 tarihli ve E.2012/751, K.2013/123 sayılı kararıyla başvurucu; tehdit, hakaret ve kamu malına zarar verme suçlarından toplam 4 yıl 16 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edilmiş; görevi yaptırmamak için direnme suçundan beraat etmiştir. Aynı kararda S.Ç. ve H.Ö. hakkında atılı kasten yaralama suçunu işlediklerine dair mahkûmiyete yeterli kesin inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle beraat kararı verilmiş; Ö.E., B.K., S.G. hakkında kasten yaralama suçunu işledikleri sabit görülerek 1.500 TL adli para cezası öngörülmüş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Doktor raporlarının incelenmesinde; sanık Yunus Kalkan hakkında koğuşta karıştığı kavga nedeni ile sağlık memuru H... K... tarafından 12/08/2009 tarihinde düzenlenen raporda sol alın bölgesinde 3 mm kesi, sağ gözde ve göz altında ve etrafında morluk, sol boyun bölgesinde morluk, sırt alt bölgede 3 adet sıyrık ve lezyon, sol alt dudakta patlak mevcut olduğu, pansuman yapıldığı, hayati tehlikesinin bulunmadığı, ...bu işlemin vizite defterine kaydedildiği, sanık Yunus Kalkan ın ailesinin şikayeti üzerine Yunus Kalkan ın 14/08/2009 tarihinde Denizli Devlet Hastanesinde muayene edildiği, alın sağda ve solda morluklar, her iki göz altında hematomlu ağrılı şişlikler, sağ göz lateralinde hemoraji, sol klavukula üzerinde 10 cm uzunlukta kızarıklık, sağ scapula altında kızarıklık, sağ ve sol delterol kas alt kısmında kızarıklık, sağ el sırtında kesi, lumbal bölge üzerinde kabuklu abrazyon tespit edildiği, ATK Denizli Şube Müdürlüğü'nün 13/10/2009 tarih 26541 sayılı raporu ile mevcut yaralanmaların hangiolaya bağlı olduğunun tespitinin tıbben mümkün bulunmadığı, BTM ile giderilecek nitelikte olduğu sabit eseryönünden 6 ay sonra rapor düzenleneceği mütalaa edilmiş, ATK 2. İhtisas Kurulunun 30/05/2012 tarih 3392 karar sayılı raporunda da 12/08/2009 ve 14/08/2009 tarihlerinde gerçekleşen olaylarla ilgili değerlendirme yapmanın tıbben mümkün bulunmadığı, gönderilen fotoğraflardaki lezyonların oluşum zamanı konusunda görüş bildirilemediği, lezyonların sert ve uygun bir zemine birden fazla çarpma, çarptırılma, künt cisim yada yumruk, tekmenin vücuda birden fazla havalesi sureti ile oluşmasının mümkün olduğu mütala edilmiştir.

Olaydan sonra ceza evinde bulunan güvenlik kamerası kayıtlarının bilirkişi C... T... tarafından düzenlenip rapor haline getirildiği görülmüş, raporda sanık Yunus Kalkan'ın B... K... ile birlikte revir odasına girdiği, yaklaşık 3 dk sonra doktor Z... A... ın odadan çıktığı, kısa süre sonra siyah tşörtlü birinin revirden koridora çıktığı, bu kişinin S... G... olduğunun tespit edildiği, daha sonra sanık Yunus Kalkan'ın gözetim odasına götürüldüğü gözetim odasına Yunus Kalkan ile birlikte Ö... E..., S... S... E..., Ö... A..., N... K..., B... K... ve sağlık memuru S... G.. ün girdiğinin tespit edildiği görülmüştür.

Toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinde sanık Yunus Kalkan ın kaldığı koğuşta bir kavga olayına karıştığı, bu kavga sırasında ceza evinde bulunan K... Y... ve D... Ş... ile tartıştığı, müştekilere ağzında sakladığı jileti göstererek tehdit ettiği, bu şekilde birden fazla kişiye karşı silahla tehdit suçunu işlediği, tartışma sonrasında Yunus un darp edildiği, bunun üzerine sağlık memuruna götürülerek muayenesinin yapıldığı muayene sırasında yukarıda özetlendiği şekilde darp izlerinin tespit edildiği, daha sonra sanık Yunus un rapor düzenlenmek üzere ceza evinde görev yapan doktorun yanına götürüldüğü, muayene işlemi sırasında sanık Yunus ceza evi doktoru, tanık Z... A..., infaz koruma memuru B... K..., sağlık memuru G... Ç... ve S... G..'ün olduğu, sanık Yunus'un kendisine gülündüğü iddiası ile tepki gösterdiği, sanık Yunus'un bulunduğu yerden ayağa kalkıp ne gülüyorsun lan diyerek sinkaflı sözler ile küfür ettiği, sanıklardan Bülent i hedef aldığı ve B.. e yöneldiği, görevlilerin sanığa müdehale etmek için yerlerinden kalktıkları, içeride kavgaya dönen bir tartışma olduğu için görevli doktorun dışarıya çıktığı, görevlileri çağırdığı, görevlilerin sanık Yunus u alıp götürdükleri, daha sonra gözetim odasına konulduğu, diğer sanıklar aksini savunmuş olsalar dahi kamera kayıtlarına yansıyan görüntülere göre Yunus Kalkan ile birlikte Ö... E..., S... S... E...., Ö... A..., N... K..., B... K... ve sağlık memuru S... G..'ün de gözetim odasına girdikleri, burada kendilerine hakaret eden saldıran Yunus Kalkan'ı raporunda belirlendiği şekilde adiyen darp ettikleri anlaşılmıştır.

Sanıklar S... Ç... ile H... Ö... hakkında Yunus Kalkan a yönelik darp eylemleri nedeni ile cezalandırılmaları için kamu davası açılmış ise de her iki sanığın bu eylemi gerçekleştirdiklerine dair soyut iddia dışında delil bulunmadığından atılı suçtan beraatlerine karar vermek gerekmiştir.

Her ne kadar sanıklar Ö... E..., B... K.... ve S.... G... darp suçunu işlemediklerini savunmuşlarsa da olaydan sonra sanığı gözetim odasına götürüp sanık Yunus ile birlikte gözetim odasına girdikleri anlaşıldığından savunmalarına itibar edilmemiş tahrik altında Yunus Kalkan ı darp ettikleri mahkememizce sabit görülmüş, iddianame doğrultusunda cezalandırılmalarına, şartları oluştuğundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair aşağıda yazılı karar verilmiştir."

29. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yaptığı itiraz, Denizli 2. Ağır CezaMahkemesinin 6/5/2013 tarihli ve 2013/418 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.

30. Anılan ret kararı başvurucuya 22/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 20/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

31. Beraat ve mahkûmiyet hükümleri yönünden temyiz edilen karar, bireysel başvuru tarihinden sonra Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 2/11/2015 tarihli ve E.2015/22393, K.2015/36888 sayılı ilamıyla beraat kararları yönünden onanmış; başvurucu hakkında haksız tahrik hükümlerinin dikkate alınmamış olması nedeniyle mahkûmiyet hükümleri yönünden bozulmuştur.

32. Ayrıca yapılan incelemede, İnfaz Koruma Memuru B.K. ve Sağlık Memuru S.G. hakkında Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Amirliği tarafından 2009 yılında, başvuru konusu olaya ilişkin disiplin soruşturması yürütüldüğü, 8/10/2009 tarihinde disiplin cezası almalarını gerektirecek bir davranışta bulunmadıkları kanaatine varılarak disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır.

B. İlgili Hukuk

33. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86. maddesi şöyledir:

“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

34. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

 “…

 (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

 (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

 a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

 b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

 c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 18/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

36. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurları tarafından darbedildiğini, anılan darp fiili nedeniyle şikâyetçi olması üzerine kendisine karşı dava açıldığını, infaz koruma memurlarının eyleminin işkence suçunu oluşturmasına karşın görevsizlik kararı verilmesi talebinin cevapsız bırakıldığını ve basit yaralama suçundan hüküm kurulduğunu, kovuşturma aşamasında TÜBİTAK'tan rapor alınmasına karar verilmesine karşın anılan rapor beklenilmeden hükme gidildiğini, hukuka aykırı olarak haksız tahrik hükümlerinin uygulandığını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, etkili soruşturma yapılmadığını belirterek adil yargılanma hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti, tazminat ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurunun tamamı işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

39. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurları tarafından darbedildiğini, yargılama sırasında birtakım usul eksiklikleri yapıldığını (bkz. § 36) ve sorumlular hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirterek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

40. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

41. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

42. Bakanlık görüşünde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları ve somut olaya değinilerek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

43. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olaylara ilişkin usulüne uygun sağlık raporu alınmasının devletin yükümlülüğünde olduğunu, soruşturmanın etkin yürütülmediğini ve cezasızlık politikası uygulandığını ileri sürmüştür.

44. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

45. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

46. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

47. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

48. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda, yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

49. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

50. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83)

51. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

52. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

53. "İşkence" seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler "eziyet" olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak "eziyet"te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında "eziyet" olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

54. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada "eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

55. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

56. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklıyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104).

57. Aynı ilke, özgürlükten yoksun bulundukları ve ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabi oldukları değerlendirildiğinde ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlüler için de geçerli olacaktır (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54).

58. Özgürlüğü kısıtlanan bir kişiye karşı, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça fiziksel güç kullanılması kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal etmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 92, 102) .

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

59. Başvuru konusu olay, devletin kontrolü altında bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda başvurucunun maruz kaldığı eylemler nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası ile ilgilidir.

60. Tamamıyla devletin hüküm ve kontrolü altında bulunulan bir zaman diliminde maruz kalınan davranışlar nedeniyle yapılan şikâyetlerin desteklenmesi için kanıt toplanmasının zorluğu gözönünde bulundurularak bu tür iddialar hakkında ancak tüm dosya kapsamındaki verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılabileceği açıktır (Deniz Yazıcı, B. No:2013/6359, 10/12/2014, § 79).

61. Somut olayda koğuş arkadaşları ile kavga etmesi sonucu yaralanan başvurucunun, iki gün sonra yapılan sağlık muayenesi sırasında infaz koruma memurları ile arasında tartışma yaşanması ve bu sırada infaz koruma memurları ve bir sağlık memuru tarafından darbedilmesine ilişkin iddia bulunmaktadır.

62. Başvurucunun koğuş arkadaşlarıyla kavga ettiği gün olaydan çok kısa bir süre sonra sağlık memuru tarafından yapılan muayenesinde elde edilen bulgular kaydedilmiş, buna göre başvurucunun; alın sol bölgesinde 3 milimetrelik kesit, sağ göz ve çevresinde morluk, sol boyun bölgesinde morluk, sırt alt bölgede üç adet sıyrık ve lezyon, sol alt dudakta patlama mevcut olduğu tespit edilmiştir. Anılan yaraların oluşum şekline ilişkin olayın taraflarınca getirilen açıklamalara göre başvurucunun belindeki yaralanmanın kavga sırasında, spor yaparken kullandıkları bir aletin üzerine düşmesi sonucu, yüzündeki yaralanmaların ise yumrukla vurulması sonucu oluştuğuna ilişkin bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Başvurucunun kavga ettiği mahkûmlar ayrıca, başvurucuyu kollarından tuttuklarını beyan etmektedirler.

63. Başvurucunun infaz koruma memurları ile yaşadığı olay sonrasında aynı gün alınan raporda ise alında sağda ve solda ciltte morluklar, her iki göz altında hematomlu ağrılı şişlikler, sağ göz sklera lateralinde hemoraji, sol klavikula üzerinde düz hat şeklinde ciltte 10 cm'lik kızarıklık, sağ deltoid kas üzerinde ve biceps kası dış kısmında kızarıklık, sağ skapula altında kızarıklık, sol deltoid kas alt kısmında kızarıklık, sağ el sırtında ciltte kesi, lumbal bölge vertebralar üzerinde üzeri kabuklu abrazyonlar tespit edilmiştir. Başvurucunun sağ elinde tespit edilen kesiğin, gözetim odasında başvurucunun cama yumruk atması sonucu oluştuğuna ilişkin uyuşmazlık bulunmamaktadır.

64. İlk rapordan farklı olarak ikinci sağlık raporunda başvurucunun alnındaki ve gözündeki bulguların arttığı ve ilk raporda tek yönlü iken (sağ-sol) ikinci raporda bulguların her iki yöne yayıldığı, ayrıca yine ilk rapordan farklı olarak ikinci raporda başvurucunun kol ve omuz bölgelerinde birtakım bulguların tespit edildiği anlaşılmaktadır.

65. İki olay sonrasında alınan sağlık raporları arasındaki farkların, ilk raporun bir sağlık memuru tarafından düzenlendiği ve adli muayene raporu niteliği taşımadığı ve başvurucunun ilk olaydan yalnızca beş dakika sonra sağlık muayenesinin yapılmış olduğu, birtakım bulguların zaman geçmesiyle ortaya çıkabileceği ya da artabileceği de dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim Denizli Adli Tıp Kurumundan istenen raporda da (bkz. § 15)mevcut yaralanmaların iki olaydan hangisine bağlı olduğu konusunda kanaat takdirine tıbben imkân bulunmadığı şeklinde rapor düzenlenmiştir.

66. Denizli Asliye Ceza Mahkemesi, muayene odasında başvurucu ile infaz koruma memurları arasında kavgaya dönen bir tartışma yaşandığının sabit olması ve kamera kayıtlarından, başvurucu ile birlikte bazı infaz koruma memurlarının gözetim odasına girdiğinin tespit edilmesi ile sağlık raporlarınıbirlikte değerlendirerek darp fiilinin sabit olduğu değerlendirmesi yapmıştır. Yapılan incelemede Mahkemenin kabulünden ayrılmayı gerektirir bir durum tespit edilmemiştir.

67. Başvuruya konu olayın Ceza İnfaz Kurumu dâhilinde ve diğer hükümlü/tutuklardan ayrı bir ortamda meydana geldiği, infaz koruma memurları ile ani müdahale ekibi tarafından olaya derhâl müdahale edildiği, başvurucunun kendisine ya da başkasına zarar verebileceğine ilişkin bir emarenin bulunmadığı gibi hususlar gözetildiğinde, başvurucunun saldırgan tutumu nedeniyle etkisiz hâle getirilmesi amacıyla başlayan ancakbaşvurucunun gözetim odasına götürülmesinden sonra da devam ettiği anlaşılan kuvvet kullanımının, zorunlu ve orantılı olma sınırını aştığı sonucuna ulaşılmaktadır. Müdahale; süresi, amacı ve etkisi ile birlikte değerlendirildiğinde insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilebilecek olup Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

68. Somut olayda anılan eylem nedeniyle ceza kovuşturması yürütüldüğü dikkate alındığında, bu durumun başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığının, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekmektedir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında bulunmuyor ise de kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığın bulunduğu durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 76).

69. Usul boyutuna ilişkin yapılacak incelemenin konusu olmakla birlikte bu aşamada, mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının tespiti açısından gerekli olduğu kadarıyla başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylemlerde bulunduğu tespit edilen üç sanık hakkında 1.500 TL adli para cezası öngörülmüş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir. Ayrıca kamu görevlilerinden ikisi hakkında disiplin soruşturması yürütüldüğü ancak disiplin cezası verilmesine yer olmadığı kararı verildiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlayabilecek herhangi bir yaptırıma hükmedilmediği anlaşılmaktadır.

70. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

71. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

72. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

73. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

74. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

75. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

76. Şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, kamu denetimine tabi olarak özenli, süratli, bağımsız biçimde yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

77. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri , § 117).

78. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

79. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

80. Somut olayda başvurucunun babası tarafından şikâyette bulunulması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun sağlık raporları aldırılmış, Ceza İnfaz Kurumunda keşif yapılmış, şüpheli ve tanık beyanları alınmış, Ceza İnfaz Kurumu kamera kayıtlarına ilişkin bilirkişi raporu aldırılmış, şüpheliler hakkında kasten yaralama suçu hükümleri gereğince cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir.

81. Kovuşturma aşamasında beyanlar yeniden alınmış, kamera kayıtlarına ilişkin inceleme yeniden yapılmak istenmiş, kayıtların üstüne yeni kayıtlar yapıldığının anlaşılması üzerine olay tarihine ilişkin görüntülerin elde edilip edilemeyeceğine ilişkin TÜBİTAK'ın da içinde bulunduğu birkaç kurumdan rapor istenmiş, istenilen raporların gerekli sürede gelmemesi üzerine Savcılık tarafından aldırılan bilirkişi raporu yeterli görülerek hükme gidilmiştir.

82. Başvurucu, soruşturma ve kovuşturma aşamalarına ilişkin birtakım usul eksikliklerden yakınmaktadır (§ 36). Soruşturma ve kovuşturmanın makul bir hızla sonuçlandırılması gerekliliği karşısında, soruşturma aşamasında aldırılan bilirkişi raporu yeterli görülerek TÜBİTAK raporu beklenmeden hükme gidilmesinde soruşturmanın etkililiği açısından bir sorun tespit edilmemektedir. Başvurucunun görev itirazının cevapsız bırakıldığı iddiası karşısında ise kovuşturma aşamasında anılan talebin reddine ilişkin hüküm kurulmuş olduğu tespit edilmektedir.

83. Başvurucu ayrıca, darp fiili nedeniyle şikâyetçi olması üzerine kendisine karşı dava açıldığının bunun da işkence ve kötü muamele yasağını ihlal ettiğini ileri sürmektedir. Başvurucuhakkında hakaret, tehdit, kamu malına zarar verme ve görevi yaptırmamak için direnme suçları yönünden başlatılan soruşturma ve kovuşturma sürecinin, başvurucuyu şikâyetinden vazgeçirme ya da başvurucunun ifade vermesini engelleme amacı taşıdığına yönelik başvurucunun soyut iddiası dışında bir bulgu tespit edilememektedir.

84. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında, maddi olayın ortaya çıkarılması ve sorumluların tespiti için özenli bir inceleme yapılmış olduğu tespit edilmekle birlikte, iki infaz koruma memuru ve bir sağlık görevlisi tarafından başvurucunun darbedildiğinin sabit görülmesi karşısında, seçimlik ceza öngörülen suç bakımından alt sınırdan adli para cezasına hükmedildiği, takdiri indirim uygulanarak infaz koruma memurlarının her biri için hükmedilen 75 gün adli para cezasının, gün karşılığı alt hesaplama birimi (20 TL) dikkate alınarak 1.500 TL adli para cezası olarak belirlendiği ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

85. Soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğünü oluşturduğundan (bkz. § 79) yargılamanın nihai olarak mutlaka belli bir ceza türüyle sonuçlanması gerektiği söylenemeyecek olmakla birlikte Mahkemelerin, hukuku, sanıkların fiilen cezasız kalmalarını sağlayacak şekilde uyguladıklarının tespiti hâlinde soruşturmanın etkinliğinin sağlanamadığı sonucuna varılabilecektir.

86. Somut olayda yargılama sonucu (bkz. § 84), kamu görevlileri hakkında bir disiplin cezası da uygulanmadığı hususuyla (bkz. § 32) birlikte değerlendirildiğinde soruşturmanın etkinliğinin sağlanmasının koşullarından biri olan, sorumluların fiilleriyle orantılı ceza almaları koşulunun yerine getirilmediği ve cezasızlık sonucunun doğduğu anlaşılmaktadır.

87. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

88. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

89. Başvurucu, yeniden yargılama ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

90. Yapılan inceleme sonucunda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

91. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Denizli Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine, ihlal gerekçesi (bkz. § 86) değerlendirildiğinde ihlalin tespiti ve yeniden yargılamaya hükmedilmesinin ihlalin ve sonuçlarının giderilmesinde yeterli olacağı anlaşıldığından başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Denizli Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE

18/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

CENGİZ KAHRAMAN VE KENAN ÖZYÜREK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/8137)

Karar Tarihi: 20/4/2016

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan                     : Burhan ÜSTÜN

Üyeler                       : Erdal TERCAN

                                    Hasan Tahsin GÖKCAN

                                    Kadir ÖZKAYA

                                    Rıdvan GÜLEÇ                   

Raportör                   : Hüseyin MECEK

Başvurucular           :1. Kenan ÖZYÜREK

                                    2. Cengiz KAHRAMAN

Vekili                        Av. Gül ALTAY

I.     BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuları darbetmeleri nedeniyle haklarında dava açılan infaz ve koruma memurları ile ilgili olarak etkili soruşturma yapılmadan beraat ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II.   BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 4/11/2013 tarihinde İstanbul 1. İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. 2013/8137 ve 2013/8144 sayılı başvuruların sırasıyla Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/7/2014,Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihlerinde, kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. 2013/8137 ve 2013/8144 sayılı başvuruların konu yönünden hukuki irtibatları nedeniyle 25/5/2015 tarihinde birleştirilmesine ve incelemenin 2013/8137 sayılı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından 20/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 19/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 7/12/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III.  OLAY VE OLGULAR

A.   Olaylar

8.  Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular olay tarihinde Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadırlar.

10. Başvurucular 10/4/2007 tarihinde İnfaz Kurumunun sağlık ünitesinde muayene olmak istemeleri üzerine görevli memurlarca saat 11.00 sıralarında kaldıkları A.1.32 No.lu odadan alınmışlardır. Başvurucular revire gitmeden önce infaz ve koruma memurları tarafından yapılmak istenen aramaya karşı gelerek ayakkabılarını çıkarmak istememişlerdir. Görevliler tarafından yapılan aramadan sonra koridordan revire ilerledikleri sırada başvurucu Kenan Özyürek, A.11.33. No.lu odanın kapısını çalarak orada kalan hükümlü arkadaşlarıyla mazgaldan konuşmak istediğinde görevlilerin uyarısı üzerine başvurucularla infaz ve koruma memurları arasında tartışma çıkmıştır. Olay sırasında başvurucular darbedildiklerini, İnfaz ve Koruma memurları Ş.Ş. ve A.D. ise tehdit ve hakarete maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.

11.Başvurucular 16/4/2007 tarihli dilekçeyle infaz ve koruma memurları tarafından yapılan eylemler ile bundan sonra tedavi sürecindeki aksaklıklarla ilgili olarak suç duyurusunda bulunmuşlardır.

1.    Olay Tutanağı

12. İnfaz Kurumunda görevli on bir kişi tarafından tutulan tutanakta 10/4/2007 tarihinde saat 11.23’te A.11.32 No.lu odada kalan Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in revire çıkmak üzere odalarından alınmaya gidildiği sırada aramaları yapılırken ayakkabılarını çıkarmadıkları, slogan attıkları, ayakkabılarının çıkarılmasında zorluk çıkardıkları daha sonra koridorda ilerlerken A.11.33. No.lu odanın kapısına vurarak içerde bulunan hükümlülerle konuşmaya çalıştıkları, uyarıldıklarında ise "Siz ne karışıyorsunuz?" diyerek karşılık verdikleri, A Blok açık görüş mahallinden geçerken Kenan Özyürek’in memurlara tehdit ve hakaret içeren sözler sarf ettiği, bunun üzerine Kenan Özyürek’in ise herhangi bir olaya sebebiyet verilmemesi için odasına geri getirildiği, Cengiz Kahraman’ın ise olay yerine gelen diğer infaz ve koruma memurları tarafından revire götürülmek üzere teslim alındığı ancak Cengiz Kahraman’ın "Arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmam." diyerek memurlarla tartışmaya başladığı, kendini yere atarak odasına gitmemek için direndiği, görevli memurlar tarafından müdahale edilerek odasına götürüldüğü, nöbetçi müdürün bilgisi dâhilinde sonradan her ikisinin de revire götürüldüğü belirtilmiştir.

2.    Adli Raporlar

13.Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında Ceza İnfaz Kurumunun 10/4/2007 tarihli ve 1489 sayılı Dr. N.S.Y. tarafından tanzim olunan raporunda hastanın görevliler tarafından darbedildiği, sağ bacakta ve belinde ağrısı olduğunu beyan ettiği, yapılan muayenede kesi ve sıyrığa rastlanmadığı, fizik muayenesinde herhangi bir hassasiyetinin bulunmadığı, şikâyetine istinaden dicloflam intra musculer uygulandığı, TA ve nabzın normal olduğu belirtilmiştir.

14. 10/4/2007 tarihli ve 22.00 saatli Dr. M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından tutulan tutanakta saat 21.30’da Cezaevi Müdürlüğünün talebi üzerine Kuruma geldikleri, A.11.32 No.lu odada kalan hasta Cengiz Kahraman’ın Cezaevi revirinde fiziki muayenesinde her iki testisinde minimal ödem ve sağ skrotal ekimozu ve prepisyonunda minimal ekimoz bulunduğu, başkaca bir patoloji saptanmadığı, hastanın iğneyle tedaviyi kabul etmediği, daha önce gelen doktorun da kendisini muayene etmediğini söylediği kayıtlıdır.

15. Sincan Devlet Hastanesinin 11/4/2007 tarihli ve 298591 protokol numaralı Dr. H.P. tarafından yapılan muayene kaydında testis bölgesine darbe alan kişinin testislerinde şişlik ve ödem olduğu, Ankara Numune Hastanesi Üroloji Kliniğine sevkinin uygun olduğu yazılıdır.

16. Üroloji Servisinin talebi üzerine başvurucu Cengiz Kahraman’ın radyoloji filmi çektirilmiştir. Ankara Numune Hastanesi Radyoloji Servisi tarafından verilen 11/4/2007 tarihli raporunda; her iki testis skrotumda ve normal boyutlarda olup konturları düzgün olduğu, sağ testis inferior kesiminde 17x20 mm boyutlarda, düzensiz sınırlı, hipoekokik alan izlendiği, bilateral epididim boyut ve eko yapısı normal olup epididimlerde yer alan kitle lezyonu saptanmadığı, skrotum sağ tarafındanda cilt-cilt altı yumuşak doku ödemli izlendiği, sağda skrotal sıvı minimal arttığı belirtilmiştir.

17. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında Numune Hastanesi üroloji polikliniğinin 11/4/2007 tarihli ve 1226275 sayılı raporunda; sağ skrotumda darp tarif ettiği, fizik muayenede sol skrotum ve testis normal, sağ skrotum ekimotik, testis hassas, sağ skrotumda hafif ödem mevcut, hg: 13.8, TU: 1-2 lokosit, streod USG: sol testis normal, sağ testis inferiarda 17-20 mm hipoekotik hematomla uyumlu görünüm, acil ürolojik cerrahi düşünülmedi, 2 hafta poliklinik kontrolünün uygun olduğu, skrotal elevasyon, saatte 5 dk buz uygulamasının uygun olduğu yazılıdır.

18. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı kararında sağ testiste hematoma neden olan yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, sağ testisteki hematomun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesiyle meydana gelebilecek nitelikte olduğu bildirilmiştir.

3.    Başvurucuların Beyanları

19. Başvurucu Kenan Özyürek 5/7/2007 tarihinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 20/11/2008 tarihinde Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında olay günü saat 11.20’de revire gitmek üzere infaz ve koruma memurlarının nezaretinde odadan çıktıklarını, A.11.13 No.lu odanın önünden geçerken orada kalan bir hükümlüye selam vermek istediğini ancak görevlilerin buna müdahale ettiklerini, arkasından iteklediklerini, bunun üzerine onlarla tartıştığını, memurların kendilerini revire götürmekten vazgeçerek 11.30’da odalarına geri getirdiklerini, memur A.K.nin kendisine şerefsizler diyerek hakaret ettiğini, kendisini memur M.Ö.nün ittirip duvara çarptırdığını, kendisini odaya bıraktıktan sonra memurların, arkadaşı Cengiz Kahraman’ın bacaklarına ve cinsel organının bulunduğu bölgeye tekme vurduklarını, bunu seslerinden duyarak anladığını ancak fiilen vurma anını görmediğini, saat 12.45’te Cengiz Kahraman’ın ağrıları arttığı için birlikte revire çıktıklarını, kendisi revirde bayan doktora muayene olduktan sonra içeriye Cengiz Kahraman’ın girdiğini, Cengiz Kahraman’ın doktor odasından çıktıktan sonra doktorun kendisiyle ilgilenmediğini söylediğini, hükümlü E.Z.nin havalandırma boşluğundan olayı gördüğünü, bu nedenle tanık olarak dinlenmesi gerektiğini, kendisine hakaret eden itip kakan görevlilerden şikâyetçi olduğunu söylemiştir.

20. Başvurucu Cengiz Kahraman 5/7/2007 ve 25/3/2008 tarihlerinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 20/11/2008 tarihinde Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında Kenan Özyürek’le birlikte iki infaz ve koruma memuru nezaretinde A.11.33 No.lu odanın önünden geçerken Kenan'ın odada kalan bir hükümlüye merhaba demek istediğini, görevli memurlarla sert bir şekilde tartışmaya girdiğini, memurun eliyle Kenan’ı ittirdiğini,Kenan’ın da beni ittirme, ne söylüyorsan sözlü olarak söyle dediğini, bunun üzerine tartışma çıktığını, daha sonra Kenan’ı odasına geri götürdüklerini, kendisi malta (Cezaevi koridoru) kısmında beklediği sırada sanık Ş.Ş.nin hakaret ettiğini ve hayalarına tekme vurduğunu, yere düşünce bacaklarına da vurduğunu, bu sırada başka bir infaz ve koruma memurunun da bacaklarına vurarak sizin onurunuzu sinkaf edeyim şeklinde küfrettiğini, daha sonra karga tulumba odasına götürüldüğünü, fenalaştığı için kendisini doktora götürdüklerini, cezaevindeki bayan doktorun kendisini hiç muayene etmeden, darp edilen yere bakmadan ağrı kesici iğne yaptığını, odasına geri döndükten sonra cinsel organının çevresinde şişkinlik olduğunu ve kan toplandığını görmesi üzerine tekrar revire çıkmak istediğini ancak revire götürmediklerini, aynı günün akşamı revire tekrar götürdüklerini, sağlık merkezinden bir başka doktorun kendisini başından savmak istercesine hiçbir şeyin yok, ağrı kesici yapıp göndereyim dediğini, bunun tedavi yöntemi olmadığını söyleyerek hastaneye sevkini istediğini ancak sevk yapmadıklarını, ertesi gün tekrar şişkinlik olunca revire gittiğini, kanaması olduğu tespit edilince Sincan Devlet Hastanesine sevk edildiğini, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, darp olayının maltada olduğunu, bu nedenle kamera görüntülerinde yer alması gerektiğini, kendisinin darbedildiği anı gösteren kamera görüntülerinin birileri tarafından silindiği kanaatinde olduğunu, kendisini yaralayan kişinin Ş.Ş. isimli memur olduğunu ancak kendisi yere düşünce tekme atan diğer görevlinin kim olduğunu bilmediğini beyan etmiştir.

4.    Sanıklar Ş.Ş. ve A.K.nin Savunmaları

21. Sanık Ş.Ş. 12/7/2007 tarihli Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 19/9/2008 tarihli Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında, başvurucuları olay günü revire götürmek üzere odalarından çıkardıklarında üst aramalarını bahane ederek slogan attıklarını, ilerdeki koğuşta bulunan aynı örgüt mensubu diğer hükümlülerle selamlaşmak ve onları da slogana eşlik ettirmek için yüksek sesle bağırıp Cezaevinin huzurunu bozduklarını, kendilerini uyardıklarını, bu şekilde davranırlarsa revire gidemeyeceklerini söylediklerini, daha sonra bu kişileri odalarına geri götürürken Cengiz’in kendini yere attığını, yerden kaldırarak odasına bıraktıklarını, Cengiz’in ayağıyla karnına vurduğunu, odalarda kamera olmadığını, Cengiz’in nasıl yaralandığını bilmediğini, Cezaevinde hükümlülerin üçer kişilik odalarda kaldıklarını, odalarında kendilerini yaralamış olabileceklerini söylemiştir.

22. Sanık A.K. 10/7/2007 tarihli Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 19/9/2008 tarihli Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında olay günü A Blok'ta görevli olduğu sırada duyduğu sese doğru yöneldiğinde Cengiz Kahraman’ın "Onursuz aramaya son." şeklinde slogan attığını, ayrıca kendisini yerden yere atmaya çalıştığını, daha sonra Cengiz’in "Arkadaşım revire gitmiyorsa ben de gitmiyorum." dediğini, bunun üzerine zor kullanma yetki sınırını aşmadan adı geçen tutuklu Cengiz’i odasına götürdüklerini, kimseyi darp etmediğini, hükümlülerin idareyi zor durumda bırakmak için birbirlerini darbettiklerini söylemiştir.

5.    Kamera İzleme Tutanağı

23. Cumhuriyet savcısı 25/3/2008 tarihinde İnfaz Kurumunda keşif yaparak kamera kayıtlarını incelemiştir. Olayla ilgili olarak 10/4/2007 tarihli kayıtların tutulduğu A Blok 11. koridorun görüntülendiği kameranın incelenmesi neticesinde saat 11.23’te tutukluların bulunduğu oda kapısının açıldığı, bir grup infaz ve koruma memurunun kapı açık olduğu hâlde oda önünde beklediği, tutukluların üst aramalarının yapıldığı, 11.25’te başvurucuların üç infaz ve koruma memuru nezaretinde götürüldüğü, bu sırada başvurucu Kenan Özyürek’in bir odanın yanında geçerken odanın mazgalına doğru eğildiği, bir şeyler söylediği ancak ne söylediğinin anlaşılmadığı, görevli infaz ve koruma memurunun uyarısı ile yürümeye devam edildiği, A Blok'tan B Blok'a geçişin görüntülendiği 2 No.lu kameranın incelenmesi neticesinde saat 11.19’da başvurucu Cengiz Kahraman’ın yürümemek için infaz koruma memurlarına direndiği, üç infaz koruma memurunun Cengiz Kahraman’ı el ve kollarından tutmak suretiyle götürdüğü, 11.19’da iki infaz koruma memurunun tutuklu başvurucu Kenan Özyürek'i el ve kollarından tutmak suretiyle götürdüğü ancak başvuruculara karşı herhangi bir darp ve cebrin uygulanmadığının tespit edilmiştir.

6.    Tanık Beyanları

24. İnfaz ve koruma memuru E.D., M.Ö., M.G. ve Ö.D.,6/7/2007, İnfaz ve Koruma Memuru E.G. 13/7/2007 tarihli beyanlarında şüpheli A.K.nin beyanlarıyla aynı mahiyette ifade vermişlerdir.

25. Cezaevi Müdür Yardımcısı A.Y.D. 6/7/2007 tarihli beyanında olay günü nöbetçi müdür yardımcısı olarak görevli olduğunu, personelin hükümlüler Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman'ın revire çıkarken slogan attıklarını ve aramaya karşı mukavemet gösterdiklerini, bu nedenle odalarına geri konulduklarını ve adı geçen hükümlüleri tekrar revire çıkmak istediklerini söylediklerini, kendisinin adı geçen hükümlülerin tekrar revire çıkmaları için görevli memurlara talimat verdiğini, aynı zamanda hükümlülerin bulunduğu bloğa giderek hükümlüler revire gidene kadar yanlarında refakat ettiğini, adı geçen hükümlülere zor kullanma yetki sınırının aşılması suretiyle etkili eylemde bulunulmadığını söylemiştir.

26. İnfaz ve Koruma Memuru İ.A. 14/11/2007 tarihli beyanında olay tarihinde mahkûmların bulunduğu koridorda A Blok'ta vardiya memuru olarak görevli olduğunu, İnfaz ve Koruma Memurları M.Ö. ve E.D.nin birlikte Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’i müracaatları doğrultusunda sağlık kontrolüne götürmek üzere geldiklerini, iki mahkûmu aldıklarını, üstlerinde arama yaptıklarını, başvurucuların ayakkabı aramasını engellemek için direndiklerini, "Onursuz aramaya son." diyerek slogan attıklarını, koridorda ilerken A.11.33 No.lu odanın hizasına geldiklerinde memurların uyarılarına rağmen burada kalan mahkûmlarla mazgaldan konuşmak istediklerini,memurların uyarması üzerine memurlarla tartışmaya başladıklarını, memurların elleriyle onların omuzlarından işaret ederek devam etmelerini ve koridorda durmamalarını söylediklerini, memurlar tarafından herhangi bir cebir kullanılmadığını, sadece sözlü olarak tartıştıklarını, A Blok'ta sabit görevli olduğu için A Blok'tan çıkıldıktan sonra ne olduğunu görmediğini, beş dakika sonra yine her iki memur refakatinde A Blok'a döndüklerinde Cengiz ile Kenan'ın memurlarla tartıştıklarını, muayeneye gitmek istemediklerini anladığını, vazgeçip geri geldikleri için her ikisini de odalarına geri konduğunu, koğuş kilitlendikten sonra aradan iki üç saat geçince Cengiz Kahraman’ın revire gitmek istediğini söylediğini, müdahale ekibinin gelerek Cengiz’i revire götürdüğünü söylemiştir.

27. Cezaevi Müdür Yardımcısı F.Ç. 14/11/2007 tarihli beyanında olayla ilgili doğrudan bilgisinin olmadığını söylemiştir.

28. İnfaz ve Koruma Memuru T.G. 19/11/2007 tarihli beyanında olay yerine sonradan geldiğinde hükümlülerin odalarına sakinleştirilmek üzere geri götürüldüklerini, aralarında herhangi bir fiilî kavga olayının olmadığını, Kenan Özyürek’in doktora gitmek istediğini söylediğini, 15-20 dakika sonra onları odalarından çıkarıp doktora götürdüklerini, Cengiz Kahraman'a yönelik herhangi bir darp eylemlerinin olmadığını, onların da görevlilere yönelik fiilî bir eylemlerinin bulunmadığını, sadece sözlü tartışmaya girdiklerini, Cengiz Kahraman'ın kendisine karşı etkili eylemde bulunduğunu söylemediğini beyan etmiştir.

29. İnfaz ve Koruma Memuru A.A. 20/11/2007 tarihli beyanında olay günü hükümlülerin revire gitmeden önce üst aramasına direnmeleri nedeniyle odalarına geri götürmek üzere koridorda ilerlerken birisinin kendini yere attığını "Biz kendimizi aratmayız, sizin devletinizi tanımayız, bizi neden burada tutsak tutuyorsunuz, şerefsizler!" diyerek kendilerine hakaret ettiklerini, kendilerini darbetmediklerini söylemiştir.

30. Tanık Dr. H.P. duruşmadaki beyanında olay tarihlerinde 1,5 yıl kadar Cezaevinde görev yaptığını, Cengiz Kahraman’ı isim olarak hatırladığını, o tarihte bu tür iddialarla tutuklu ve hükümlülerin geldiğini, Cengiz Kahraman'ı ne şekilde ve ne sebeple hastaneye sevk ettiğini hatırlamadığını, sevk yazılarındaki imzaların kendisine ait olduğunu, olayı hayal meyal hatırladığını, Cezaevinde doktor olarak görev yaparken tutuklu ve hükümlüler müracaat ettiklerinde tıbbi olarak gerekli görmediği takdirde hastaneye kimseyi sevk etmediğini, Cengiz Kahraman’ı hastaneye sevk ettiğine göre mutlaka tıbbi bir zorunluluk bulunduğunu, olay günü kendisini mesai haricinde çağırdıklarını, Cengiz Kahraman'ın testislerinde bir şişlik bulunduğunu hatta oradaki sağlık görevlilerinin başlarına bir iş gelebileceği endişesiyle hastaneye sevk edilmemesi eğiliminde olduklarını, buna rağmen durumun ciddi olduğunu bildiği için hastaneye sevk ettiğini söylemiştir.

31. Tanık Dr. N.S.Y. duruşmadaki beyanında Sincan Sağlık Grup Başkanlığında görevli olduğunu, zaman zaman geçici görevle Cezaevine de gittiğini, tutuklu ve hükümlüler müracaat ettiklerinde muayenelerini yapıp bulguları sağlık fişlerine yazdığını, olayı hatırlamadığını, hükümlü Cengiz’e ait sağlık fişindeki yazılarla imzanın kendisine ait olduğunu, Cezaevine dışardan geçici olarak gittikleri ve cezaevi uygulamasını tam olarak bilmedikleri için oranın uygulamaları ile ilgili orada görevli bulunan sağlık memurlarından zaman zaman yardım aldıklarını, kendilerini etkileyip yönlendirebildiklerini, kargaşa sırasında belki Cengiz’in testislerine bakmamış ve sözlü beyanlarına göre ilaç uygulamış olabileceğini söylemiştir.

32. Tanık hükümlü E.Z. duruşmadaki beyanında hükümlüler Cengiz ve Kenan’ı önceden tanıdığını, kaldığı odanın havalandırma penceresinden koridorun kısmen göründüğünü, olay sırasında infaz koruma memurlarının Cengiz ve Kenan’ı döverek koridordan götürdüklerini, onların da "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek." şeklinde slogan attığını, sonrasında gürültü olduğunu, isimlerini bilmediği uzun boylu, kel esmer bir infaz koruma memuru ile kısa boylu, kıvırcık saçlı bir infaz koruma memurunun Cengiz ve       Kenan'ı döverek götürdüklerini gördüğünü, başka memurların da olduğunu ancak onların vurduğunu görmediğini söylemiştir.

7.    İddianame

33. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 23/5/2008 tarihli iddianame ile başvurucular hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve direnme, görevli İnfaz Koruma Memurları A.K. ve Ş.Ş. hakkında ise zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili bölümleri şöyledir:

“…şikayetçi şüpheliler Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman'ın, bulundukları Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun sağlık ünitesinde istedikleri muayene ve tedavileri yapılmak üzere görevli infaz koruma memurlarınca, odalarından olay günü saat 11.23 sıralarında alındıklarında, yapılmak istenen arama işlemine şüphelilerin, ayakkabılarını çıkarmayı redderek,"onursuz aramaya son" diyerek slogan atıp, arama yaptırmak istemediklerini söyledikleri, ayakkabılarını çıkarmayarak istenen arama işlemini engellemek için direndikleri, görevli memurlar tarafından zorla ayakkabıları çıkarılarak yapılan aramadan sonra, görevlilernezaretinde koridordan revire doğru ilerlerken, önünden geçmekte oldukları ve içerisindeki tutuklu-hükümlü arkadaşlarıyla konuşmak için A.11.33 numaralı odanın kapısını çalıp, içerideki tutuklu arkadaşıyla mazgaldan konuşmaya çalıştığında, görevli memurların uyarısı üzerine, şüpheli Kenan Özyürek'in, "...size ne, siz ne karışıyorsunuz..." şeklinde sözler sarf ettiğinde çıkan tartışmada, görevli infaz koruma memurlarına, "...şerefsizler" diyerek hakaret ettiği,

Görevli memurların olayı yatıştırmak ve şüpheli Kenan Özyürek'i sakinleşmesinden sonra revire götürmek üzere odasına götürdükleri, şüpheli Cengiz Kahraman'ın görevli memurlara, " ...arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmıyorum..." diyerek odasına gitmek istediğini söyleyerek slogan atıp, görevli şikâyetçi memurlarla aralarında çıkan tartışma sırasında kendisini yere atarak odasına gitmemekte protesto amaçlı direndiği, görevli şikâyetçi memurlar tarafından zor kullanılarak kollarından tutulup, yerden kaldırılarak odasına götürüldüğü,

Şikayetçi şüpheli Cengiz Kahraman'ın odasında görevlilerin kendisine vurduğu, tekme attıkları şikâyetiyle alındığı, ceza infaz kurumu nöbetçi müdürünün bilgisi dâhilinde infaz kurumu revirinde tıbbi fiziki muayene uygulandığı, Sincan Devlet Hastanesinin 11/4/2007 tarihli ve 1226274 sayılı üroji muayenesinde; testis bölgesine darbe alan şikayetçinin testislerinde şişlik ve ödem olduğunun ifade edildiği;

Şikayetçi Cengiz Kahraman 5/7/2007 ve 13/5/2008 günlü ifadelerinde, olay günü revire götürülmek üzere bir arkadaşıyla odasından alındığını, iki infaz koruma memuru nezaretinde, A.11.33 numaralı odanın önünden geçmekte oldukları esnada arkadaşının bir hükümlüye merhaba demek istemesi üzerine, görevliler ile aralarında tartışma çıktığını, görevlilerin kendilerini revire götürmediklerini, odalarına götürmek istediklerini, arkadaşını odasına götürdüklerini, iki görevli nezaretinde maltada beklerken şüpheli görevlilerden birinin tekme ile hayalarına vurduğunu, düştüğü yerde diğer şüpheli görevlinin de tekme ile vurduğunu beyan ettiği;

Şüpheli görevlilerin olay sırasında şikâyetçiyi, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı raporunda belirlendiği şekilde, ‘Sağ testisinde hematoma neden olan yaralanmasının, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmayacak nitelikte’ kasten yaraladıkları…”

8.    Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar

34. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığının 23/5/2008 tarihli kararı ile haklarında soruşturma yapılan şüpheli İnfaz ve Koruma Memurları T.Ş., İ.A., A.Y.D., M.Ö., M.G., Ö.D., E.D., E.G., A.A. ile isimleri karar başlığında açıkça belirtilmeyen Cezaevi revirinde görevli doktor ve sağlık memurları hakkında hakaret ve görevi kötüye kullanma suçlarından yapılan soruşturmada delil yetersizliğinden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

35. Kararın başvuruculara ve şüphelilere tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

9.    Yargılama Sonucunda Verilen Karar

36. Davanın görüldüğü Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesi 21/10/2010 tarihli ve E.2008/386, K.2010/584 sayılı kararı ile başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından, sanık A.K. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan beraatlerine, temyizi kabil olarak sanık Ş.Ş.nin ise başvurucu Cengiz Kahraman'a karşı zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan neticeten 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

“…

Mahkememizce yapılan yargılamada iddia, savunma, tutanaklar, cezaevi tabipliği sağlık fişi örnekleri, adli tıp raporu, tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından edinilen kanaate nazaran; Müşteki sanıklar Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman’ın Sincan 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü oldukları, olay günü cezaevi revirine muayene amacıyla gitmek için idareden talepte bulundukları, taleplerinin kabul edilmesi üzerine her iki müşteki sanığın görevli infaz koruma memurları nezaretinde revire götürmek amacıyla odalarından alındığı, odalarından alınırken üst araması yapıldığında, ayakkabıların da görevlilerce aranmak istemesi üzerine onursuz aramaya son şeklinde slogan attıkları ve ayakkabılarını çıkartmadıkları, ayakkabıların infaz koruma memurları tarafından çıkartılarak arandıktan sonra her iki şahsın revire götürülmek üzere koridora çıkarıldığı, koridorda hareket halindeyken koridor üzerinde bulunan oda kapılarının mazgallarından odalarda bulunan arkadaşları ile selamlaşmak istedikleri, infaz koruma memurlarının bu duruma engel olmak amacıyla adı geçenleri kontrol etmek istediklerinde şahısların slogan atarak karşılık verdiği, şahısların slogan atması üzerine infaz koruma memurlarının yanlarına gelen diğer görevlilerle birlikte müşteki sanık Kenan Özyürek’i odasına götürmeye çalıştıkları, Cengiz Kahraman’ın da Kenan’ın odasına götürülmesi nedeniyle revire gitmekten vazgeçtiği, bu esnada her iki şahsın kendilerini yere atarak slogan atmaya başladıkları, infaz koruma memurlarının da bu şahısları kollarından tutup sürükleyerek odalarına götürdükleri sırada sanık infaz koruma görevlisi Ş.Ş.nin Cengiz Kahraman’ın testis bölgesine tekme ile vurduğu ve güç kullanarak Cengiz ve Kenan’ın odalarına götürüldüğü, Cengiz’in aldığı darbe nedeniyle testisinin şişmesi üzerine muayene olmak amacıyla idareye başvurduğu, cezaevi revirine çıkartıldığı, 10/4/2007 tarihinde revirde görevli olan doktor N.S.Y.nin Cengiz Kahraman’ı muayene etmeksizin ağrı kesici uygulayıp koğuşuna geri gönderdiği, ağrı kesicinin etkisinin azalması; vurulan yerin ağrısının ve şişliğinin artması üzerine hastaneye sevk edilmek için doktora çıkmak istediği, geç saatlerde gelen doktora gidip durumu anlattığında doktor M.K.nin de ciddi bir şey olmadığı, ağrı kesici yapıp göndermek istediğini söylemesi üzerine müşteki sanık Cengiz’in bu tedaviyi kabul etmediği, ertesi gün müşteki sanık Cengiz’in ısrarla idareye başvurması üzerine yeniden revire çıkartıldığı, revirde o gün görevli bulunan doktor H.P.nin Cengiz’i muayene ettiği ve acil hastaneye sevk edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdiği, tanık olarak beyanı alınan doktorun anlatımına göre orada bulunan sağlık görevlilerinin başlarına bir iş gelebileceği endişesi ile Cengiz’in hastaneye sevk edilmemesi yönünde doktora telkinde bulundukları, ancak buna rağmen doktorun Cengiz’i önce Sincan Devlet Hastanesine, daha ileri bir sağlık kuruluşuna gitmesi gerektiğine yönelik Sincan Devlet Hastanesinin görüşüne dayanarak Ankara Numune Hastanesine sevk ettiği anlaşılmıştır. Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı kararına göre Cengiz Kahraman’ın sağ testisindeki hematom şeklinde yaralanmanın sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile meydana gelebilecek nitelikte bir yaralanma olduğu, bu yaralanmanın kişinin hayatını tehlikeye sokan bir yaralanma olmadığı ayrıca basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Her ne kadar cezaevi görevlisi olan sanıklar kişideki bu yaralanmanın cezaevi idaresini zor durumda bırakmak amacına yönelik kendi kendilerine meydana getirilen bir yaralanma olduğunu iddia etmişlerse de olayın oluş şekli, cezaevinde bulunan doktorların biraz da yaptıkları işin önemini kavrayamamaları ve geçici süreli cezaevinde istihdam edilmiş olmalarının da vermiş olduğu deneyimsizlikle sürekli cezaevinde çalışan ve cezaevi idaresi ve görevlilerini koruma düşüncesiyle hareket eden cezaevi personelinin yönlendirmesiyle ısrarla müşteki sanık Cengiz Kahraman’ı muayene etmekten ve testis bölgesinde oluşan yaralamayı belirtir rapor düzenlemekten ve hatta dışarıda bir hekim tarafından muayene yapıldığı taktirde olay ortaya çıkacağı düşüncesiyle yaralıyı ileri bir sağlık kuruluşuna sevk etmekten kaçınmaları dikkate alındığında, bu yaralanmanın cezaevi görevlileri tarafından oluşturulduğu, bu görevlinin de müşteki sanık Cengiz Kahraman’ın testis bölgesine tekme atan Ş.Ş. olduğu kanaati hasıl olmuştur. Her ne kadar sanık Ş.Ş. müşteki sanık Cengiz Kahraman'a vurmadığını savunmuşsa da, gerek Ş.Ş.nin anlatımı, gerekse dosyada beyanı bulunan diğer kişinin söyledikleri dikkate alındığında Ş.Ş.nin müşteki sanıklar Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman koridorda slogan attıklarında Cengiz Kahraman’a fiziki müdahale ettiği sabit olup, sanık Cengiz Kahraman da kendisine tekme atanın Ş.Ş. olduğu yönünde teşhiste bulunmuştur. Öte yandan müşteki sanık A.K. hakkında da yaralama suçundan kamu davası açılmışsa da bu olaylar olduğu esnada cezaevinde bulunan A.K.nin herhangi bir şekilde müşteki sanıklar Cengiz ve Kenan’a yönelik fiziki müdahalede bulunduklarına dair dosyada herhangi bir delil yoktur.

Müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’e atılı suçlar görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memurlara görevleri nedeniyle hakaret etmektir. Duruşmada anlatımları saptanan ve cezaevinde infaz koruma memuru olarak görev yapan tanıkların hemen hemen tamamı müşteki sanıklar Cengiz Kahkaman ve Kenan Özyürek’in sadece insanlık onuru işkenceyi yenecek ve onursuz aramaya son şeklinde slogan attıkları, bunun haricinde görevlilere hakaret ettiklerini duymadıklarını dile getirmişlerdir. Bu durumda müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in slogan atmak dışında hakaret oluşturabilecek nitelikte bir söz sarf etmedikleri sonucuna ulaşılmış, örgüt üyesi oldukları ve bu suçtan mahkûm oldukları iddia edilen bu kişilerin örgüt disiplini çerçevesinde kendilerinin ve arkadaşlarının direncini arttıracak nitelikte slogan atmalarının ötesinde adi suç oluşturabilecek oluşturacak tarzda bu nevi küfür ve hakaret kelimelerini kullanmaları pek alışılagelen bir husus değildir. Bu sebeple bu iki şahsın hakaret suçunu işlemedikleri sonucu hasıl olmuştur. TCK'da düzenlenen görevli memura direnme suçunun unsurları cebir ve tehdittir. Yerleşmiş uygulamaya göre bir kişinin kendisini yere atması ya da demokratik hakkını kullanma olarak nitelendirilebilecek şekilde slogan atması cebir olarakdeğerlendirilmemektedir. Ayrıca cezaevinde hükümlü olarak bulunan ve her yönüyle özgürlüğü kısıtlanmış ve devletin tam hakimiyeti altında yer alan kişilerin bu kişileri kontrol etmek üzerine eğitim almış ve her türlü donanıma sahip infaz koruma memurlarına TCK anlamında görevlerini yaptırmamak için direnebileceklerini düşünmek mümkün değildir. Duruşmada anlatımları saptanan ve cezaevi görevlisi olan tanıkların hemen hemen tamamına yakını yine müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in diğer müşteki sanıkları tehdit ettiklerine ilişkin de bir beyandabulunmamışlardır. Sayılan nedenlerle müşteki sanıklar Cengiz Kahkaman ve Kenan Özyürek’in görevli memura direnme ve hakaret suçlarını işlemedikleri sonucuna ulaşılmış ve tüm bu hususlar dikkate alındığında müşteki sanık Ş.Ş.nin kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine, diğer sanıkların atılı suçlardan ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiştir. Her ne kadar sanık Ş.Ş. hakkında TCK’nın 86/3-d maddesinin de uygulanması talep edilmişse de sıfatı gereği zor kullanma yetkisini haiz kamu görevlisi hakkında işlemiş olduğu kasten yaralama suçu nedeniyle bu madde ile cezasının arttırılması mümkün olmadığından bu maddenin uygulanmasına ilişkin talebin reddine karar vermek gerekmiş ve bu sebeple aşağıdaki hüküm kurulmuştur.”

37. Başvurucular vekilinin sanık Ş.Ş. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yaptığı itiraz, Ankara Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2010 tarihli ve 2010/2548 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dosyada ret kararının başvuruculara tebliğ edildiğine dair herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.

38. Başvurucular vekilinin sanık A.K. hakkında verilen beraat kararını temyiz etmeleri üzerine Yargıtay 4. Ceza Dairesi 4/6/2013 tarihli ve E.2011/19584, K.2013/17364 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararı başvurucular vekiline 3/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

39. Başvurucular 4/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B.   İlgili Hukuk

1.  Ulusal Hukuk

a.  Ulusal Mevzuat

40. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile ve (3) numaralıfıkrasının (d) bendi şöyledir:

"...

(2) (Ek: 31/3/2005 tarihli ve 5328 sayılı Kanun) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

işlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

41. 5237 sayılı Kanun’un “İşkence” kenar başlıklı 94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”

42. 5237 sayılı Kanun'un “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

43. 5237 sayılı Kanun’un “Görevi yaptırmamak için direnme” kenar başlıklı 258. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

44. 5237 sayılı Kanun’un “Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” kenar başlıklı 279. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“ Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

45. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı 33. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kurumların iç güvenliği, Adalet Bakanlığına bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.”

46. 4/6/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) “Güvenlik ve gözetim servisi“ kenar başlıklı 22. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.”

47. İnfaz Tüzüğü’nün “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı 44. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Kurumların iç güvenliği, Bakanlığa bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.

(2) Açık kurumlar ile çocuk eğitim evlerindeki idare ile infaz ve koruma görevlileri; firarların önlenmesi, asayiş ve disiplinin sağlanması için gözetim ve denetimle yükümlüdürler.”

48. İnfaz Tüzüğü’nün “Kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir

“(1) Kapalı kurumlarda oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır:

a) Cezaevi tabibine, revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakil,

b) Hastane ve duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakil,

c) Salıverilme, ziyaret, arama, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırma,

d) Kurullara çağrılma,

e) Ölüm, deprem veya yangın gibi olağanüstü hâller,

f) Kurum idaresince gerekli görülen hâller.

(2) Hükümlüler, yukarıda sayılan hâller dışında, diğer odalardaki hükümlüler ve kurum görevlileri ile temasta bulunamazlar.”

49. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesi şöyledir:

“…

(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;

a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,

b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,

c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,

karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.

(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

…”

50. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Kişilerin uğradıkları zararlar”kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“(Değişik: 6/6/1990 tarihli ve 3657 sayılı Kanun) Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.

(Ek: 26/3/2002 tarihli ve 4748 sayılı Kanun) İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.

12 nci maddeyle bu maddede belirtilen zararların nevi, miktarlarının tespiti, takibi, amirlerin sorumlulukları ve yapılacak işlemlerle ilgili diğer hususlar Başbakanlıkça düzenlenecek yönetmelikle belirlenir.”

b.  Danıştay ve Yargıtay Kararları

51. Danıştay 10. Dairesinin 6/2/2009 tarihli ve E.2006/1212, K.2009/652 sayılı kararı şöyledir:

“Bir cinayet soruşturması nedeniyle 3 gün süre ile gözaltında tutulan davacının bu süre içerisinde kendisine kötü muamelede bulunulduğundan ve işkence edildiğinden bahisle duyulan acı ve üzüntünün karşılığı 200.000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açılmıştır.

Dava konusu olayda, 6.5.2002 tarihinde İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından gözaltına alınan davacının gözaltı süresince kolluk kuvvetince yapılan sorgulamasında kötü muameleye ve işkenceye maruz kaldığı hususunun İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nca düzenlenen 26.7.2002 tarih ve 246 sayılı rapor ve dosyadaki diğer bilgi ve belgeler uyarınca sabit olduğundan, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini, genel ahlakı ve Anayasa'da yazılı hak ve hürriyetleri korumakla görevli kılınan polisin, bu yetkiyi kullanırken kanunen tanımlanan görev alanı dışına çıkmak suretiyle davacıya hukuka aykırı eylem ve işlemi ile verdiği zararı tazminle yükümlü olduğu gerekçesiyle" davanın kısmen kabulü ile, kişisel durumu, olayın oluş şekli ve niteliği göz önüne alındığında sorgulama sırasında kötü muamele ve işkenceye maruz kalan davacı lehine 100.000 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine, davacının fazlaya ilişkin tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.

Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verilmiştir. Anayasanın sözü edilen maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresinin; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idareye karşı açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etmeyi amaçladığında kuşkuya yer bulunmamaktadır. Bu hüküm karşısında, gözaltında bulunduğu sürece davacıya kötü muamelede bulunan ve işkence yapan ilgililerin kişisel kusuru bulunduğu açık olduğundan, hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan ilgili kişi veya kişilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesi Anayasa hükmü gereği bulunmaktadır.

İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.

Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz istemlerinin reddi ile İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 30.3.2005 tarih ve E:2003/1410, K:2005/492 sayılı kararının onanmasına, idare aleyhine hükmedilen tazminatın bu olayda kişisel kusuru bulunan kişi ya da kişilere rücu edilmesi için kararın bir örneğinin Maliye Bakanlığına tebliğine 6.2.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

52. Danıştay 10. Dairesinin 28.9.2010 tarihli ve E.2007/5028, K.2010/6974 sayılı kararı şöyledir:

“…

Uyuşmazlık konusu olayda, her ne kadar davacılar yakınının gözaltında iken işkence yapılarak ölümüne neden olunduğundan bahisle görevli polis memurlarının hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin ceza mahkemesi kararı Yargıtay tarafından temyizen incelenerek, işkence yapıldığına ilişkin yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, faili meçhul bir suçun soruşturması kapsamında ailesine ve Cumhuriyet Savcısına haber verilmeksizin mevzuata aykırı bir şekilde gözaltına alınan davacılar yakınının bir gün süreyle gözaltında tutulduktan sonra salıverme işlemleri yapıldığı sırada büroda iki kez düşerek şiddetli şekilde kafasını yere çarpmasına karşın, görevli polis memurlarınca yeterli özen gösterilmeksizin 2-3 saat beklendikten sonra hastaneye götürülmesi nedeniyle davacılar yakınının kafa travmasına bağlı komplikasyon sonucunda ölmesinde, kamu görevlilerinin ağır ihmali ile görevlerini yerine getirmemeleri nedeniyle ağır hizmet kusuru bulunan davalı idarenin, olay nedeniyle davacıların uğradığı maddi ve manevi zararları tazmin etmesi gerekmektedir.

…”

53. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/03/2014 tarihli ve E.2014/3432, K.2014/4712 sayılı kararı şöyledir:

“…

Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.

Davaya konu edilen olayda, memur olan davalının görevini yerine getirirken işkence yaptığı iddia edilerek, manevi tazminat istemiyle dava açıldığına göre, Anayasanın 129/5. maddesi gereğince kamu görevlisi hakkında adli yargı yerinde dava açılamayacağından kast ve kusur aranmaksızın husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekir.

    Mahkemece bu yön gözetilerek, davanın husumetten reddedilmesi gerekirken, işin esasının incelenmiş olmasıusul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bu sebeple de bozulması gerekmiştir.

…”

54. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27/1/2014 tarihli ve E.2014/219, K.2014/930 sayılı kararı şöyledir:

“…

Davaya konu edilen olayda; davacı, hırsızlık olayı nedeniyle gözaltına alındığını, gözaltında iken Derik Jandarma komutanlığında görevli astsubay olan davalı tarafından işkence gördüğünü, davalının işkence suçundan yargılanıp cezalandırılmasına karar verildiğini, olay nedeniyle kemiklerinin kırıldığını, iş göremezlik zararının oluştuğunu belirterek maddi ve manevi tazminatisteminde bulunmuştur.

Şu durumda,mahkemece kamu görevlisi olan davalıhakkında, kusurunadayanılarak açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile işin esası incelenerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”

2.    Uluslararası Hukuk

55. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin 2. maddesi şöyledir:

“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.”

56. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesi şöyledir:

“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir.Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır.

6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:

(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğinklinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;

(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;

(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.

(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;

(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı;

6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.”

IV.  İNCELEME VE GEREKÇE

57. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurular incelenip gereği düşünüldü:

A.   Başvurucuların İddiaları

58. Başvurucular; Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulundukları 10/4/2007 tarihinde revire gitmek üzere arama yapılarak odalarından çıkarıldıklarını, başvurucu Kenan’ın koridorda giderken başka bir odada bulunan arkadaşlarına mazgaldan selam vermek istemesi üzerine görevliler tarafından sert bir şekilde uyarıldığını, başvurucu Kenan’ın görevli M.Ö. tarafından çekiştirildiğini, başvurucu Kenan’ı görevlilerce iteklenerek odaya geri götürüldüğünü, diğer başvurucu Cengiz Kahraman’ın da buna tepki olarak revire gitmek istemediğini, odasına dönmek istediğini söylemesi üzerine görevli Ş.Ş.nin küfrederek testislerine tekme vurduğunu, görevlilerin hep birlikte Cengiz Kahraman’ı darbettikten sonra odasına götürdüklerini, odada ağrılarının artması üzerine revirde bulunan Bayan Doktor N.S.Y. tarafından muayene edilmeden sadece ağrı kesici yapılarak odasına geri gönderildiğini, ağrılarının geçmemesi üzerine aynı gün saat 21.30’da Doktor M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından ağrı kesici yapılmak istendiğini ancak kendisinin kabul etmediğini, ertesi gün 11/4/2007’de üçüncü bir doktor tarafından muayene edildiğinde ilk olarak Sincan Devlet Hastanesine, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, bu olay nedeniyle infaz ve koruma memuru sanıklar A.K. ve Ş.Ş. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açıldığını, yargılamada Cezaevinden kamera kayıtlarının getirtilip incelenmesi taleplerinin reddedildiğini, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında açılan davadan beraat kararı, sanık Ş.Ş. hakkında ise atılı suçtan mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirterek;

       i. İnfaz Kurumunda başvurucuları tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Protokolü’nün 1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını, her iki sanığın eyleminin 5237 sayılı Kanun’un 94. maddesinde düzenlenen işkence suçunu oluşturduğunu, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin işkence ve kötü muamele oluşturan eylemin cezasız kalmasına yol açtığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının,

       ii. Sanıklar hakkında açılan kamu davalarının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının,

       iii. Sanıkların işkence ve kötü muamelelerinin ortaya çıkmasına rağmen bunların cezalandırılmasını ve başvuruculara tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlallerin tespiti ile “miktarı daha sonra belirlenecek” maddi ve manevi zararının tazmini talebinde bulunmuştur.

B.   Değerlendirme

59.Başvurucular; İnfaz Kurumunda maruz kaldıkları yaralama eylemlerinden dolayı infaz ve koruma memuru olan sanıklar hakkında açılan kamu davaları neticesinde verilen kararlar nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, sanıkların cezalandırılmasını ve başvuruculara tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin, işkence ve kötü muamelenin ortaya çıkmasına rağmen bunların cezalandırılmasını sağlayan etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler ise de bu hususlarda işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunda değerlendirme yapılacağından adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkı yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır. Bu nedenle başvurular, Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağı ve bu yasakla bağlantılı olarak tazminat ödenmesini sağlayacak sistemin bulunmaması yönünden Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı kapsamında incelenmiştir.

60. Sanık Ş.Ş. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, itiraz üzerine Ankara Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2010 tarihli ret kararıyla, diğer sanık A.K. hakkında aynı suçtan verilen beraat kararı Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 4/6/2013 onama kararıylaşüpheli sağlık görevlileri hakkında verilen 23/5/2008 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar farklı zamanlarda kesinleşmekle birlikte anılan aşamaların tek bir olay bazında farklı kişilerin sorumluluklarına yönelik olduğu gözetildiğinde kovuşturma bir bütün olarak değerlendirilmiş ve Yargıtay kararının verildiği tarih kesinleşme tarihi olarak esas alınmıştır (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015; § 69).

1.    Kabul Edilebilirlik Yönünden

61. Kabul edilebilirliğe ilişkin Bakanlık görüşünde; başvuru konusu olayların 10/4/2007 tarihinde meydana gelmesi, şüpheli Ş.Ş. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 28/12/2010 tarihinde kesinleşmesi; kesinleşen bu karar her ne kadar başvuruculara tebliğ edilmemiş ise de başvurucuların bir avukatla temsil edilmeleri nedeniyle kesinleşen bu kararı dosyanın Yargıtay tarafından karara bağlandığı 4/6/2013 tarihinden önce öğrenmelerinin gerekmesi; başvurucu Kenan Özyürek’in işkence ve kötü muameleye maruz kalmasıyla ilgili olarak dosya kapsamında somut bir bilgi ve belgenin bulunmamasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki, otuz günlük süre kuralı ve açıkça dayanaktan yoksunluk değerlendirilmesinde nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.

a.  Başvurucu Kenan Özyürek’in İleri Sürdüğü İhlale İlişkin İddialar

62.Başvurucu Kenan Özyürek 10/4/2007 tarihinde, infaz kurumunda maruz kaldığı eylemler nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı ve bu hakla bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

63.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

64.6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."

65.6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı, başvurucunun "güncel bir hakkının ihlal edilmesi", bu ihlalden dolayı kişinin "kişisel olarak" ve "doğrudan" etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin "mağdur" olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977,9/1/2014, § 42).

66.Bu üç temel koşula ilave olarak 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine ancak Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS/Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasıyla başvurulabilir. Buradan çıkan sonuca göre Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bir hakkı doğrudan etkilenmeyen kişi "mağdur" statüsü kazanamaz (Onur Doğanay, § 43).

67.Başvuru konusu kararın dayanağı olan iddianame ile infaz ve koruma memuru olan sanıklar Ş.Ş ve A.K. hakkında sadece başvurucu Cengiz Kahraman’a yönelik yaralama eylemi nedeniyle zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açılmıştır. Sanıkların başvurucu Kenan Özyürek’e yönelik olarak işlendiği iddiasıyla herhangi bir suçtan kamu davası açılmadığı (bkz. § 33), bu nedenle başvurucunun mağduru olduğu bir eylem ve dolayısıyla ihlal edilmiş bir anayasal bir hakkı bulunmadığı gibi diğer başvurucu Cengiz Kahraman’a karşı gerçekleştirilen eylem nedeniyle de güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenmemiştir. Bu durumda Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararda başvurucunun anayasal haklarına bir müdahalede bulunulduğu söylenemeyeceğinden başvurucunun bireysel başvuru yapma hakkı mevcut değildir.

68.Açıklanan nedenlerle başvurucunun mağdur sıfatı taşımadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İleri Sürdüğü İhlal İddiaları

i. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İşkence ve Kötü Muamele Yasağı ile Bağlantılı Şekilde Tazminat Ödenmesini Sağlayacak Etkili Bir Hukuk Yolunun Bulunmadığı İddiasıyla İlgili Olarak Anayasa’nın 40. Maddesinde Güvence Altına Alınan Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

69. Başvurucu, cezaevinde maruz kaldığı işkence ve kötü muamele fiillerinin her türlü kuşkudan uzak bir şekilde ortaya çıkmış olmasına rağmen kendisine tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun fiilen oluşturulmamış olması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

70. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:

“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.

(3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”

71. Anayasa’nın 129. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”

72. Anayasa'nın 40. ve Sözleşme'nin 13. maddelerindeki ifadeler dikkate alındığında etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaların, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bu hakkın ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için kişinin, hangi temel hak ve özgürlüğü bağlamındaki etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna cevap verilebilmelidir. Bir başka ifadeyle etkili başvuru hakkı bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §§ 33, 34).

73. Etkili başvuru hakkının kullanılabilmesi için temel hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edilmiş olması bir ön koşul değildir. Etkili başvuru hakkı, Anayasa’ya aykırılığı iddia edilen bir konuda kendisinin zarar gördüğünü düşünen kişinin hem iddiaları hakkında karar verilmesini, hem de mümkünse zararının giderilmesini sağlamak için hukuki bir yola başvurma hakkını gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, § 64). Başka bir deyişle Anayasa’da düzenlenen temel hak ve özgürlüklerden birinin savunulabilir düzeyde ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu ileri süren herkes, Anayasa’nın 40. maddesi kapsamında etkili başvuru hakkına sahiptir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kaya/Türkiye, B. No: 158/96, 19/2/1998, §107; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72…, 25/3/1983, § 113). Bir kimsenin, Anayasa’da tanınan hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak olumlu ya da olumsuz karar alabileceği bir çözüm merciinin bulunmaması durumunda bu hak ihlal edilmiş olacaktır.

74. Etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarda, öncelikle başvurucunun ihlal edildiğini ileri sürdüğü anayasal bir hak çerçevesinde tüketilmesi gereken herhangi bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının, bulunuyorsa bunun uygulamada telafi imkânı sağlayacak nitelikte olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Başvurucu, kamu görevlilerinin işledikleri işkence ve kötü muamele eyleminden doğan zararının giderilebileceği hiçbir hukuki yolun bulunmadığını ileri sürmüş olup mevcut olan herhangi bir başvuru yolunun uygulamada etkisiz olduğundan bahisle zararının tazmini amacıyla doğrudan bireysel başvuruda bulunmuş değildir. Bu nedenle başvurunun konusunun 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ve diğer bir kabul edilmezlik nedeni olan başvuru yollarının tüketilmesi ile ilgili olmadığı değerlendirilmiştir.

75. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

76. Başvurucu her ne kadar devletin hizmet kusuru nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararının tazmini için etkili bir hukuk yolunun bulunmadığını ileri sürmüş ise de Anayasa’nın 129. ve 657 sayılı Kanun’un 13. maddelerinde (bkz. § 50) genel olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan dolayı idare aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenlenmiş; Yargıtay ve Danıştay kararlarında da başvuru konusu olaya benzer şekilde işkence ve kötü muamele fiilleri nedeniyle idare aleyhine tam yargı davası açılabileceği kabul edilmiştir (bkz. §§ 53-56). Bu nedenle başvurucunun ileri sürdüğü zararının tazmini için hukuki bir yolun mevcut olmadığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.

77. Açıklanan nedenlerle işkence ve kötü muamele yasağı ile bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili hukuk yolunun bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak bir ihlal tespit edilmediğinden başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddiası

78.Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir.

2.    Esas Yönünden

79. Başvurucu Cengiz Kahraman, hükümlü olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda infaz ve koruma memurları tarafından darbedildiğini, kendisini tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen adli raporların İstanbul Protokolü’nün1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını, sanıklar hakkında açılan kamu davalarının makul sürede sonuçlandırılmadığını, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında açılan davadan beraat kararı, sanık Ş.Ş. hakkında ise atılı suçtan mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu kararın işkence ve kötü muamele oluşturan eylemin cezasız kalmasına yol açtığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

80. Bakanlığın işkence ve kötü muamele yasağının maddi bakımdan ihlal edilip edilmediğine dair görüşünde, başvurucunun Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de söz konusu şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesi çerçevesinde incelenmesi gerektiği, başvurucu Cengiz Kahraman’ın Cezaevinde kötü muamele gördüğüne dair iddianın Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesinin kararıyla ortaya çıktığı, bu bağlamda başvurucu Cengiz Kahraman bakımından Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği hususunun değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu bildirilmiştir.

81. Bakanlığın işkence ve kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edilip edilmediğine dair görüşünde, başvurucunun 10/4/2007 tarihinde Cezaevinde kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin iddiası üzerine geciktirilmeksizin soruşturma başlatıldığı, Cumhuriyet savcısı tarafından kamera görüntülerinin izlenerek tutanak altına alındığı, başvurucuların ve tüm tanıkların ifadelerinin alındığı, açılan kamu davası sonucunda başvurucu Cengiz Kahraman’a yönelik eylem nedeniyle İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş. hakkında mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, diğer sanık A.K. hakkında beraat kararı verildiği, beraat kararının temyiz edilmesi sonucunda 4/6/2013 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından kararın onanarak kesinleştiği belirtilerek kovuşturma süresinin ve infaz ve koruma memurları hakkında disiplin soruşturması yapılmamasının yapılacak değerlendirmede dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

82. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesi -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğu içerirken pozitif yükümlülük, hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i.  Genel İlkeler

83. Başvurucu; hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memurları tarafından darbedildiğini, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında beraat, diğer sanık Ş.Ş. hakkında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilerek işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

84.Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

85. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

86. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

87. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

88. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’in normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları, mağdurun davranışı ne olursa olsun kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).

89. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği sırada meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

90. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

91. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

92.“İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. AİHM; fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978,; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007.) Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

93. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

94. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

95. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa, § 104). Aynı ilke, özgürlükten yoksun bulundukları ve ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabi oldukları değerlendirildiğinde ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlüler için de geçerli olacaktır (Süleyman Deveci, § 90).

96. Anayasa'nın 17. maddesi, cezaevinde güvenliği sağlamak, düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda mevzuata uygun olarak ve sadece kaçınılmaz hâllerde aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca, kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).

97. Cezaevinde oldukları için dış dünyayla ilişkileri kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılması mümkündür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 99).

98. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hâllerde son derece dikkatli davranması gerekmektedir. Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlükler, Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).

ii.  İlkelerin Olaya Uygulanması

99. 10/7/2007 tarihinde İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuların revire götürülmek üzere odalarına gidildiğinde aramaları yapılırken ayakkabılarını çıkarmadıkları, koridorda ilerlerken başka bir odada bulunan hükümlülerle konuşmaya çalıştıkları, görevliler tarafından uyarıldıklarında Kenan Özyürek’in tehdit ve hakaret içeren sözler sarf etmesi üzerine odasına geri getirildiği, bunun üzerine Cengiz Kahraman’ın da "Arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmam." diyerek memurlarla tartışmaya başladığı, kendini yere atarak odasına gitmemek için direndiği, görevli memurlar tarafından müdahale edilerek odasına götürüldüğü şeklinde tutanak tutularak başvurucular hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.

100. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın Ankara Numune Hastanesi üroloji polikliniği tarafından tanzim olunan raporunda sağ skrotumda darp tarif ettiği, fizik muayenede sol skrotum ve testis normal, sağ skrotum ekimotik, testis hassas, sağ skrotumda hafif ödem mevcut, sağ testis inferiarda 17-20 mm hipoekotik hematomla uyumlu görünüm bulunduğu belirtilmiş; İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun raporunda yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, sağ testisteki hematomun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesiyle meydana gelebilecek nitelikte olduğu bildirilmiştir.

101. Başvurucu Cengiz Kahraman beyanlarında Cezaevi koridorunda beklediği sırada İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş.nin testislerine tekme vurduğunu, yere düşünce kim olduğunu bilmediği başka bir infaz ve koruma memurunun da bacaklarına vurduğunu söylemiştir. Sanık Ş.Ş., başvurucu Cengiz Kahraman’ın nasıl yaralandığını bilmediğini, hükümlülerin Cezaevinde üçer kişilik odalarda kaldıklarını, kendi kendilerini yaralamış olabileceklerini, sanık A.K., hükümlülerin idareyi zor durumda bırakmak için birbirlerini darbettiklerini söylemiştir.

102. Devletin koruma ve gözetimi altında bulunan başvurucuda doktor raporlarıyla tespit edilen yaralanma nedeniyle işkence ve kötü muamele iddiasının savunulabilir düzeyde ciddi olduğu, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve başvurucunun iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün artık devlete ait olduğu (bkz. §97) ancak şüpheli infaz ve koruma memurlarının savunmalarının yaralanmanın sebebine ilişkin makul, tatminkâr ve ikna edici bir açıklama getirmediği anlaşılmıştır.

103. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında verilen doktor raporları, başvurucu Cengiz Kahraman’ın beyanları ve kamera kayıtlarına göre infaz ve koruma memurları ile başvurucular arasında başvurucuların revire götürülmeleri sırasında Cezaevi koridorunda tartışma olduğu, başvurucu Cengiz’in cinsel organının bulunduğu bölgeden yaralandığı sabit ise de bu yaranın nerede ve kaç kişi tarafından gerçekleştirildiği konusunda iddia ve savunmalar arasında çelişkiler bulunmaktadır.

104. Anayasa Mahkemesi, soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa ve hukuki yönden inceleyen bir merci değildir (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 53). Yapılan yargılama sonucunda başvurucu Cengiz Kahraman’ın İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş. tarafından darbedildiğine ilişkin iddiaları, cezaevi koridorunu gösteren kamera kayıtlarının incelenmesinde görevliler tarafından hükümlülerin ayakkabı aramaları sırasında darbedildiklerine dair bir görüntünün bulunmadığına ilişkin tespit, başvurucu Kenan Özyürek’in yaralandığına ilişkin herhangi bir iddiasının ve adli raporunun bulunmaması ve diğer deliller gözönünde bulundurularak Mahkemece tanık E.Z.nin her iki başvurucunun darbedildiğine dair beyanlarına itibar edilmeyerek şüpheli A.K.nin delil yetersizliğinden beraatiyle eylemin şüpheli Ş.Ş.tarafından gerçekleştirildiğine karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rolün ikincil nitelikte olması, delilleri değerlendirmenin kural olarak kovuşturma makamlarının görevi kapsamında bulunması nedeniyle Mahkeme tarafından yapılan bu tespitten ayrılmak için bir neden görülmemektedir.

105. Başvurucuların ayakkabılarını aratmak istememesi üzerine infaz ve koruma memuru tarafından arama yapmak amacıyla bir müdahalede bulunulmadığı, başvurucuların her ikisinin de aramaları yapıldıktan sonra revire gitmek üzere koridorda ilerlerken diğer başvurucu Kenan Özyürek'in A.11.33 No.luodada kalan hükümlülerle konuşması üzerine odasına geri götürülmesine karşı tepki göstermesi üzerine başvurucu Cengiz'in de odasına geri götürüldüğü ancak kamera izleme tutanağından anlaşılacağı üzere (bkz. § 23)bu sırada başvurucunun darbedilmediği, başvurucunun kamera görüntüsü kapsamında kalmayan odasına götürüldükten sonra darbedildiği anlaşıldığından kullanılan güçle gerçekleştirilmek istenen amacın meşru ve orantılı olup olmadığı konusunda ayrıca inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

106. Başvuruya konu olayda, devletin negatif yükümlülüğüne aykırıeylemnedeniyle yürütülen yargılama sonucunda bir sanık Ş.Ş. hakkında kasten yaralama eyleminden on ay hapis cezası ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir. Mahkemece verilen bu cezanın maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlayabilecek nitelikte olup olmadığının belirlenmesi amacıyla eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan kötü muamele türlerinden işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasaklarından hangisi kapsamında kaldığı, başka bir ifadeyle eylemin vasfının tespit edilmesi gerekir.

107. Hükümlü olarak devletin gözetim ve koruması altında bulunan başvurucunun adli raporlarına göre sağ bacak ve belinde ağrı şikâyetinin olduğu, her iki testisinde ödem ve ekimoz bulunduğu, sağ testiste 17-20 mm boyutunda hipoekoik alan izlendiği, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı tespit edilen yaralanma asgari ağırlık eşiğini aşmıştır. Başvurucu, insan onuruna aykırı bu eylem neticesinde bedensel ve ruhsal yönden acı çekmiştir. İnfaz ve koruma memuru/memurları tarafından başvurucu kaldığı odaya götürüldükten sonra meşru bir amaç olmaksızın darbedilmiş olupbelli bir amaçla bir plan dâhilinde meydana gelmeyen, anlık bir şekilde oluşan eylem işkence seviyesine varan çok ağır ve zalimane mahiyet taşımamaktadır. Anayasa Mahkemesininbir kararında da vücudunun muhtelif yerlerinde basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanan hükümlüye karşı gerçekleştirilen eylem eziyet kapsamında değerlendirildiğinden (Süleyman Deveci, § 98), başvuru konusu olayda da bu değerlendirmeden ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır.

108. Aşağıda eziyet yasağının usul boyutunun incelenmesinde ayrıntıları açıklanacağı üzere maruz kalınan kötü muamele nedeniyle kamu görevlisi olan sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı, ayrıca herhangi bir disiplin işleminin uygulandığına ilişkin bir veri de bulunmadığından başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilemeyecektir. Bu nedenle her ne kadar İlk Derece Mahkemesi, devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde eziyet yasağını ihlal ettiğini tespit etmiş ise de yaptırım yetersiz olduğundan yasağın maddi boyutu ihlal edilmiştir.

109. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi yönden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b.    Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i.     Genel İlkeler

109. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

110 İşkence ve kötü muameleyle ilgili tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

111. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

112. İşkence ve kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu koşulların tespiti hâlinde kötü bir muamelenin varlığından bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

113. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

114. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu amaçla yetkililer mağdurun iddialarıyla ilgili ayrıntılı ifadesini almalı, tıbbi bulguların özellikle de yaraların sebebine ilişkin objektif bir analiz yapmalıdır. Soruşturmada yaranın sebebini veya sorumlu kişiyi ortaya çıkarma yeteneğini sakatlayan bir kusur, bu standartla çelişme riski yaratacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

115. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

116. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebeplerin ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

ii.    İlkelerin Olaya Uygulanması

117. Başvurucu Cengiz Kahraman, Ceza İnfaz Kurumunda revire gitmek istemesi üzerine infaz ve koruma memuru/memurları tarafından darbedildikten sonra revirde bulunan Bayan Dr. N.S.Y. tarafından muayene edilmeden sadece ağrı kesici verilerek odasına geri gönderildiğini, ağrılarının geçmemesi üzerine aynı gün saat 21.30’da Doktor M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından kendisine ağrı kesici verilmek istendiğini ancak kendisinin kabul etmediğini, ertesi gün 11/4/2007 tarihinde üçüncü bir doktor tarafından muayene edildiğinde ilk olarak Sincan Devlet Hastanesine, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, Cezaevinde doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu, Dr. N.S.Y.nin duruşmadaki ifadesinde Cezaevindeki uygulamaları bilmediğinden sağlık memurlarının yönlendirmesi sonucunda başvurucunun testislerine bakmadan rapor yazmış ve tedavi uygulamış olabileceğini dair beyanlarının da bu hususu teyit ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, Cezaevinden kamera kayıtlarının getirtilip incelenmesi talebinin reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

118. Başvurucu darbedildikten sonra infaz ve koruma memurları tarafından olayla ilgili tutanak düzenlenmiş ancak bu tutanakta başvurucunun yaralandığına dair herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Başvurucular tarafından 16/4/2007 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulması üzerine bu yazının Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi için yazılan üst yazıda başvurucular hakkında idari soruşturma başlatıldığı bildirilmiştir. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın yaralanmasından sonra Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olayın soruşturma yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmemesi nedeniyle soruşturmanın gecikmeli olarak başlamasına sebebiyet verilmiştir.

119. Başvurucu, kendisini Cezaevinde tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Protokolü’nün 1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını ileri sürmüştür.

120. 10/4/2007 tarihinde saat 11.30 sıralarında başvuru konusu olayın meydana gelmesinden sonra Dr. N.S.Y. tarafından tanzim edilen 1489 sayılı Ceza İnfaz Kurumu raporunda; sağ bacakta ve belinde ağrı olduğunu söyleyen kişinin yapılan muayenesinde kesi ve sıyrığa rastlanmadığı, fizik muayenede herhangi bir hassasiyeti olmadığı, Diclafrom ampul uygulandığı kayıtlıdır. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 2. maddesinde devletlerin, işkence ve kötü muamele şikâyetleri ve bildirimlerinin anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlü olduğu, açık bir şikâyetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa soruşturma yapılması gerektiği belirtilmiştir. Protokol’ün Birinci Eki’nin 6. maddesinde de işkence ve kötü muayene iddialarında adli muayenenin yapılma usulü düzenlenmiştir. Anılan rapor, 6. maddeye aykırı şekilde tanzim edilmiştir. Bu maddede devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda muayene yapılması gerektiği belirtilmişken hekim, odada kimlerin bulunduğunu rapora yazmadığı gibi adı geçen hekimin duruşmadaki beyanlarından Cezaevindeki sağlık görevlilerinin kendisini etkilemiş olabileceğini, başvurucunun testislerine bakmadan muayene etmiş olabileceğini ifade etmiştir. Sonraki raporlarda testiste hematom bulunduğunun belirtildiği, olay öyküsünün rapora dercedilmediği, muayene edilen kişinin görüşüne raporda yer verilmediği, hekim tarafından raporun bir suretinin işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili makama gönderilmediği anlaşılmıştır.

121. Aynı gün başvurucunun şikâyetlerinin devam etmesi üzerine saat 21.30’da Cezaevi revirinde Dr. M.K. tarafından yapılan muayene sonucundaki raporda, başvurucunun her iki testisinde minimal ödem ve ekimoz olduğu, tedavi uygulanmak istendiği ancak kişinin tedaviyi kabul etmediği bildirilmiştir. Bu raporun da İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesindeki şartları taşımadığı, muayene sırasında üçüncü kişinin bulunup bulunmadığı, olayın öyküsünün ve muayene edilenin görüşlerinin raporda yer almadığı, raporun işkence ve kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara gönderilmediği anlaşılmıştır.

122. Başvurucunun şikâyet dilekçesinde muayene sırasındaki eksiklikler açıkça anlatılmasına, sonradan Sincan Devlet Hastanesi ve Ankara Numune Hastanesince tanzim edilen raporlar ve çektirilen USG raporuyla Ceza İnfaz Kurumunda tanzim edilen ilk rapor arasında önemli sayılabilecek çelişkiler bulunmasına rağmen ilgili doktorlar hakkında yapılan soruşturmada muayeneyi gerçekleştiren ve hakkında soruşturma yapılan hekimlerin savunmaları alınmadan ve raporlardaki çelişkiler değerlendirilmeden 23/5/2008 tarihli ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, keza Dr. N.S.Y.nin duruşmada verdiği beyanında başvurucuyu muayene sırasında başvurucunun testislerine bakmamış olabileceğini söylediği anlaşılmıştır. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın şüpheliler kısmında hakkında soruşturma yapılan doktorlar ve sağlık görevlilerin kimlik bilgilerine yer verilmemiştir. Öte yandan bu kararın ne başvuruculara ne de şüpheliye tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

123.Başvurucu Cengiz Kahraman; kamera görüntülerinde darbedildiği kısmın silinmiş olabileceğini, bu nedenle kayıtlarda görüntülerin yer almamış olabileceğini, kamera kayıtlarının yeniden incelenmesi talebinin Mahkemece değerlendirilmediğini ileri sürmüştür.

124. Olayın Cumhuriyet Başsavcılığına başvurucular tarafından bildirildiği 16/4/2007 tarihinde ilk olarak teknik nitelikli delillerden olan kamera kayıtlarının muhafaza edilerek incelenmesi gerekmesine rağmen şikâyet tarihten yaklaşık on bir ay sonra Cumhuriyet savcısı tarafından keşif yapılıp cezaevine gidilerek kayıtlar incelenmiştir. Kamera kayıtlarının incelenmesinde başvurucunun darp edildiğine dair bir görüntünün bulunmadığı tutanağa geçirilmiş ise de kayıtlar uzman bir bilirkişiden yardım alınmadan incelenmiş, kayıtlarda tahribat yapılıp yapılmadığına ilişkin herhangi bir araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır. Kayıtların olayın üzerinden bu kadar uzun bir süre geçtikten sonra incelenmesi, başvurucu tarafından yargılama sırasında ifade edildiği üzere kayıtlarda tahribat yapıldığı kuşkusuna yol açması nedeniyle soruşturmanın tarafı olan başvurucuların yargı teşkilatına olan güvenini zedeleyebileceği açıktır.

125. Başvurucular ayrıca, işkence ve kötü muamele ile ilgili olarak sanıklar hakkında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle bir başka usul yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

126. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde olayın gerçekleşmesi üzerine düzenlenen tutanağın İnfaz Kurumunun en üst amiri tarafından Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesi gerekirken ancak altı gün sonra 16/4/2007 tarihinde başvurucular tarafından suç duyurusunda bulunulması üzerine Cumhuriyet Savcılığının olaydan haberdar edildiği, 23/5/2008 tarihinde soruşturma tamamlanarak kamu davası açıldığı, yaklaşık 2 yıl 5 ay sonra Mahkeme tarafından 21/10/2010 tarihinde karar verildiği, bu kararın temyiz edilmesi üzerine 4/6/2013 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından hükmün onanarak kesinleştiği, soruşturma ve kovuşturmanın bütün olarak yaklaşık 6 yıl 2 ay sürdüğü, toplam dört sanık bulunan dosyanın yargılamasının bu kadar uzun sürmesini gerektirecek nitelikte kapsamlı olmadığı anlaşıldığından davanın makul sürede sonuçlandırıldığı söylenemeyecektir.

127. Yürütülen yargılama sonucunda eziyet yasağının ihlali niteliği taşıyan kasten yaralama eyleminin gerçekleştiğinin tespit edildiği ancak soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan faillerin suç nedeniyle hesap vermelerinin sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza almaları koşulunun yerine getirilmekten uzak şekilde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

128. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmekte; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır (Süleyman Deveci, §§100, 101).

129. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda, bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan oldukça uzak kalınmakta; kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır (Süleyman Deveci, 102).

130. İlk Derece Mahkemesince sabit görülen eylemin nitelik ve ağırlığı dikkate alındığında, sanık Ş.Ş. hakkında verilen 10 ay hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kararı sonucunda, sanığın deneme süresi içerisinde suç işlememesi hâlinde bu cezanın hiç vaki olmamış sayılarak adli ve memuriyet siciline yansımayacaktır. Verilen bu karar cezanın infazının ertelenmesinden daha güçlü bir etkiye sahiptir ve sanığın cezadan muaf tutulması ile sonuçlanmaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).

131. Sonuç olarak 10/4/2007 tarihinde olayın gerçekleşmesi üzerine düzenlenen tutanağın Ceza İnfaz Kurumu tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmediği, başvurucular tarafından 16/4/2007 tarihinde suç duyurusunda bulunulmasına rağmen tahrip edilebilecek ve kaybolabilecek nitelikte delil soruşturmada en önemli delil olan kamera kayıtlarının olaydan yaklaşık on bir ay geçtikten sonra incelendiği, gerçeğe aykırı rapor düzenlediği iddia edilen doktorların savunmaları alınmadan ve raporlar arasında bulunan çelişkilerin nedeni araştırılmadan kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, duruşmada başvurucuyu ilk kez muayene eden Dr. N.S.Y tarafından başvurucunun yaralandığı bölgeyi görmeden ve Cezaevi görevlilerinin etkisi altında rapor tanzim etmiş olabileceği yönündeki beyanı üzerine herhangi bir işlem yapılmadığı, soruşturma ve kovuşturmanın makul sürede tamamlanmadığı, sanık Ş.Ş. hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, bu nedenlerle eziyet yasağıyla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmadığı anlaşılmıştır.

132. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3.    6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

133. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

134. Başvurucu Cengiz Kahraman işkence ve kötü muamele yasağının ihlalinin tespiti, miktarı sonradan belirlenecek maddi ve manevi zararının giderilmesini talep etmiştir.

135. Başvurucu Cengiz Kahraman yönünden eziyet yasağının esas ve usul bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

136. Eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için sanık Ş.Ş.nin yeniden yargılanmasında, gerçeğe aykırı olarak düzenlediği iddia olunan doktor raporlarıyla ilgili olarak yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesine ve Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

137. Eziyet yasağının esas ve usul yönünden ihlali nedeniyle yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucu Cengiz Kahraman’a net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

138. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu maddi yönden zarar gördüğüne dair herhangi bir belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

139. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucu Cengiz Kahraman’aödenmesine karar verilmesi gerekir.

140. Başvurucu Kenan Özyürek’in başvurusunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle reddine karar verildiğinden adına yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına karar verilmesi gerekir.

V.    HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Kenan Özyürek’in işkence ve kötü muamele yasağı ile bu hakla bağlantılı olarak etkli başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

             2. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın işkence ve kötü muamele yasağı ile bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

       3. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B.Başvurucu Cengiz Kahraman yönünden eziyet yasağının esas ve usul bakımından İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 1. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen hekimler ve sağlık görevlileri yönünden yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

       2. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanık Ş.Ş. yönünden yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D.Başvurucu Cengiz Kahraman’a net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E.    198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCU CENGİZ KAHRAMAN’A ÖDENMESİNE,

F.    Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G.   Başvurucu Kenan Özyürek için, yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,

H.   Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CİHAN KOÇAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/12302)

 

Karar Tarihi: 21/9/2017

R.G. Tarih ve Sayı: 8/11/2017 - 30234

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Murat ŞEN

Başvurucu

:

Cihan KOÇAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumundaki kötü muamele nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/7/2014 tarihinde Tekirdağ 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/11/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından 23/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.Bakanlık, görüşünü 29/6/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bildirmiştir.

8. Bakanlık görüşü 4/8/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 8/8/2016 tarihinde bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucu, başvuru tarihinde yaralama suçundan Tekirdağ F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır.

11. Başvurucu, belinden rahatsızlığı nedeniyle 24/2/2014 tarihinde Kurum doktoruna muayene olmaya gitmiştir. Başvurucunun hastaneye sevk talebinin Kurum doktoru tarafından reddedilmesi üzerine başvurucu sinkaflı hakaret ederek doktora yumruklasaldırmıştır. Bu olaya ilişkin tutanaklar tutulmuş ve soruşturma başlatılmıştır.

12. Ertesi gün 25/2/2014 tarihinde sayım için başvurucunun kalmakta olduğu koğuşa giden infaz koruma memurları ile başvurucu arasında tartışma yaşanmıştır. Başvurucunun iddiasına göre tartışma, infaz koruma memurunun sayım için başvurucunun ayağa kalkmasını istemesine rağmen belinin ağrıması nedeniyle başvurucunun ayağa kalkmak istememesinden kaynaklanmıştır. İnfaz koruma memurları tarafından olay günü tutulan tutanağa göre ise başvurucu, raporu olduğunu ve hastaneye sevk işlemlerinin yapılması gerektiğini belirterek sayım için gelen infaz koruma memurlarına elindeki dilekçeleri fırlatıp sonrasında sinkaflı küfür etmiştir.

13. İnfaz koruma başmemuru, başvurucunun küfür ettiğinden ve taşkınlık çıkardığından bahisle başvurucunun kendisine ve odaya zarar vermesini engellemek amacıyla kelepçelenmesi ve müşahede odasına götürülmesi talimatını vermiştir. Bunun üzerine başvurucu elleri ve ayakları kelepçelenerek "süngerli oda" olarak tabir edilen müşahede odasına konulmuştur.

14. Başvurucu 26/2/2014 tarihinde Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçede 25/2/2014 tarihinde sabah sayımında infaz koruma memurlarının kendisine saldırarak hakaret ettiklerini, elleri ve ayakları kelepçelenerek müşahede odasına konulduğunu, el ve ayaklarının morararak şiştiğini belirterek şikâyetçi olmuştur.

15. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı, başlatılan soruşturma kapsamında 4/3/2014 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne yazılan yazı ile başvurucunun Tekirdağ Devlet Hastanesine sevk edilerek hakkında adli rapor düzenlettirilmesini, olaya karışan infaz koruma memurlarının kimliklerinin tespit edilmesini, teşhise elverişli fotoğrafların gönderilmesini ve 24/2/2014 tarihinde başvurucunun revire çıkarılıp çıkarılmadığının bildirilmesini istemiştir.

16. 6/3/2014 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu yetkilileri başvurucuya teşhis yaptırmak suretiyle ilgili infaz koruma memurlarını tespit etmiştir. Tespit edilen infaz koruma memurlarının kimlik bilgileri ve fotoğrafları Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

17. 7/3/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı, ifadesinin alınması için 12/3/2014 tarihinde başvurucunun hazır edilmesini ve şüpheli infaz koruma memurlarının da ifade vermek üzere müracaat etmelerini istemiştir.Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca başvurucunun olay günü odasından çıkarılıp çıkarılmadığının bildirilmesi ve çıkarılmış ise bununla ilgili kamera kayıtlarının CD'ye aktarılarak gönderilmesi talimatını vermiştir. 14/3/2014 tarihinde anılan talimatlar yerine getirilmiştir.

18. Başvurucunun 12/3/2014 tarihinde beyanı alınmış ve 14/3/2014 tarihinde adli muayene raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda başvurucunun sağ ve sol el bilek ulnar ve radial lateralde, sağ ayak bilek anteriorda ve sol cruris distal lateralde ciltte hafif kabuk bağlamış cilt sıyrıkları tespit edilmiştir.

19. Başvurucunun odasına giren on bir infaz koruma memurunun Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadeleri alınmıştır.

20. Başvurucunun olay gününe ilişkin anlatımı şöyledir:

"25/02/2014 günü, sabah sayımında rahatsız olmama rağmen alt kata indim ve sandalyeye oturdum. İlk önce Ç. isimli gardiyan geldi, ben sevkim ile ilgili dilekçe yazmıştım, bu dilekçeyi gardiyana uzattım. Bana "ayağa kalk" dedi, ben de rahatsız olduğumu söyledim. Bana "sen kimsin lan" diye bağırmaya başladı ve üzerime yürüdü. Bu sırada odama gelen yanılmıyorsam başgardiyan, Ç.'yi tuttu. Bu sırada 10-15 kadar gardiyan odama girdi, N. isimli başgardiyanın "bunu alın" diye seslendiğini duydum, bunun üzerine gardiyanlar ellerimden ve ayaklarımdan beni kelepçelediler, kelepçeleme işlemi sırasında tekme ve yumruk ile vurdular ve rahatsız olmama rağmen benim işkence odası dediğim süngerli odaya götürdüler. Kelepçeli bir şekilde odaya attılar. Kelepçeleri çok sıktıkları için ellerim morardı, daha sonra iki gün ellerimi kullanamadım, ayrıca ayaklarımda da morarmalar oldu."

21. İnfaz koruma memurları alınan ifadelerinde; olay günü başvurucunun odasına sayım için gidildiğinde agresif tutum içinde olduğunu, bir süre sonra koğuşun kapısı ve duvarlarını yumruklayarak hakaret içerikli ifadelerde bulunduğunu, infaz koruma başmemurunun, başvurucunun kendisine ve odaya zarar vermesini engellemek amacıyla kelepçelenmesi ve müşahede odasına götürülmesi talimatı üzerine ellerini ve ayaklarını kelepçelediklerini, başvurucuyu müşahede odasına koyduklarını, ona vurmadıklarını, kelepçeleri çok sıkmadıklarını ifade etmişlerdir.

22. Kamera kayıtlarına ilişkin 18/3/2014 tarihli çözümleme tutanaklarında, başvurucunun sabah 08.02'de elleri ve ayakları kelepçeli şekilde müşahede odasına konulduğu ve odada bu şekilde yattığı belirtilmiştir. Saat 13.43'te müşahede odasına giren infaz koruma memurlarının başvurucunun ayaklarındaki kelepçeleri çıkarttıkları ancak ellerindeki kelepçelerin açılamaması nedeniyle başvurucunun iki saate yakın bir süre daha elleri kelepçeli şekilde müşahede odasında kaldığı, ardından başvurucunun kelepçesiz şekilde müşahede odasından çıkarıldığı tespit edilmiştir. Kamera kaydı çözümlemelerinde, başvurucunun darbedildiğine ilişkin bir görüntünün olmadığı ifade edilmiştir. Anılan kamera görüntüleri Anayasa Mahkemesi tarafından da izlenmiş ve infaz koruma memurlarının koğuştaki görüntüleri olmamakla birlikte sayım esnasında koridor kamera görüntülerinden başvurucunun odasına öncelikle sayım için girildiği, sonrasında infaz koruma memurlarının koğuştan çıkıp kapıyı kilitleyip diğer infaz koruma memurları ile tekrar koğuşa geldikleri tespit edilmiştir. Koğuşa giren infaz koruma memurları başvurucuyu elleri ve ayakları kelepçeli olarak süngerli oda diye tabir edilen müşahede odasına götürmüşlerdir. Kamera kayıtlarına göre başvurucu yaklaşık altı saat süreyle elleri arkadan ve ayakları kelepçeli olarak süngerli odada tutulmuştur.

23. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/4/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:

"Şüphelilerin suçlamayı kabul etmemeleri, müştekinin iddialarını doğrulayan tanık bulunmaması ve kamera görüntülerini içeren CD'nin izlenmesi sonucu müştekinin iddia ettiği eylemlere dair herhangi bir görüntü olmadığının tespit edilmiş olması karşısında şüphelilerin üzerilerine atılı suçları işlediklerine dair müştekinin soyut iddiasından başka kamu davası açmaya yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi nedeniyle, şüpheliler hakkında atılı suçlardan dolayı [kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi]."

24. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz Çorlu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/5/2014 tarihli ve 2014/354 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.

25. Anılan karar başvurucuya 20/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 8/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Yönetim tarafından alınabilecek tedbirler" kenar başlıklı 49. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kurumun düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddî tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanunda açıkça belirtilmeyen diğer tedbirler de alınır. Tedbirlerin uygulanması, disiplin cezasının verilmesine engel olmaz."

27. 5275 sayılı Kanun'un "Zorlayıcı araçların kullanılması" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar;

a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,

b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle,

c) Diğer kontrol usûllerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,

kullanılabilir."

28. 4/6/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) 22. maddesinin (8) numaralı fıkrasışöyledir:

" İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.”

B. Uluslararası Hukuk

29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”

30. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin, mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

31. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin "minimum ağırlık eşiği"ni aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

32. AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını ve yetkililerin en zor şartlarda dahibu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No; 27229/95, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57). Bununla birlikte AİHM, cezaevlerinde bir şiddet potansiyeli bulunduğunu ve tutulan kişilerin direnişinin çok çabuk ayaklanmaya dönüşebileceğini kabul etmektedir (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 58; Dedovsky ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 81). Bu bağlamda Sözleşme'nin 3. maddesinin güvenliği sağlamak için güç kullanılmasını yasakladığı söylenemez ancak bu güç zorunlu hâllerde kullanılmalı ve aşırı olmamalıdır (Ivan Vasilev/Bulgaristan, B. No: 48130/99, 12/4/2017,§ 63).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 21/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

34. Başvurucu; ayağa kalkmadığı gerekçesiyle sayım için odasına gelen infaz koruma memurlarının kendine saldırdıklarını, ellerini ve ayaklarını kelepçeleyerek kendisini darbettiklerini etkisiz bir soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini belirterek işkence ve kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

35. Bakanlık görüşünde, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu bakımından yapılan değerlendirmede başvurucunun olaydan bir gün önce gerçekleşenKurum hekimine yönelik saldırısı anlatılmış ve olay günü başvurucunun infaz koruma memurlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği davranışlar nedeniyle kelepçelenip müşahede odasına konulduğu belirtilmiştir. Kelepçe takmak hususunda infaz koruma memurlarının direnişi kırmak amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkili oldukları, başvurucunun şikâyetini her türlü şüpheden uzak makul delille desteklemediği ve güç kullanımının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir.

36. Bakanlık; işkence ve kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutuna dair yaptığı değerlendirmede ise başvurucunun kötü muamele iddialarını ileri sürmesi üzerine soruşturma başlatıldığını ve gerekli tüm adli işlemlerin yapıldığını, başvurucunun şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olduğunu ifade etmiştir.

37. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, başvurusunda tüm iddialarını ileri sürdüğünü, takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu belirtmiştir.

B. Değerlendirme

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin tamamının işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

39. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

40. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

42. Anayasa’nın 17. maddesinde herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı güvence altına alınmıştır. Maddenin üçüncü fıkrasında kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muamele”ye tabi tutulamayacağı düzenlenmiştir. Anılan fıkrayla özel olarak insan onurunun korunması amaçlanmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

43. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulma yasağı mutlak bir nitelik taşımakta olup bu kapsamda öncelikle kamusal yetkiyle güç kullanan görevlilerin kişilerin beden ve ruh bütünlüğünehiçbir şekilde zarar vermemelerini gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

44. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesi 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde ayrıca devlete, kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükler. Bu ödev üçüncü kişiler tarafından işlenen fiilleri de kapsamaktadır. Dolayısıyla yetkililerce bilinen ya da bilinmesi gereken bir kötü muamelenin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirlerin alınmaması durumunda devletin sorumluluğu ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

45. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- yasağın maddi ve usul boyutlarının ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Bu bağlamda yasağın maddi boyutu sadece bireyleri işkence,insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu (negatif yükümlülük) içermemektedir. Ayrıca bireylerin bu tür muameleye maruz kalmasını engelleyecek etkili önleyici mekanizmaların kurulması yönünde pozitif bir yükümlülük de içermektedir.

46. İşkence ve kötü muamele yasağının usul boyutuna gelince bu yasağın ihlal edildiğine yönelik “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran” iddialar, sorumlularının tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yapılması sorumluluğunu (pozitif yükümlülük) içermektedir.

47. Somut olayda başvurucunun iddiaları, infaz koruma memurlarının gereksiz ve ölçüsüz olarak kendisine müdahale etmesi ve müşahede odasında elleri ve ayakları kelepçeli olarak tutulması kapsamındadır. Bu bağlamda başvurucunun şikâyeti maddi boyut açısından zor kullanma yetkisinin kullanılması, müşahede odasına alınma ve orada tutulma koşulları ile ilgili ileri sürülen iddialar olarak iki başlıkta; bu hususlara ilişkin şikâyetlerin etkili soruşturulmadığı iddiaları ise usul boyutu başlığı altında incelenmiştir.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

48. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerektiğini vurgular. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 104).

49. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanılması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

50. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

51. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen bu kavramlar arasında nitelik değil yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele" kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti, insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

52. Buna göre anayasal düzenleme kapsamında kişinin maddi ve manevi varlığına en fazla zarar veren muamele “işkence”dir. Muamelenin ağırlığının yanı sıra "İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi"nin 1. maddesinde “işkence”nin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle yapıldığı belirtilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

53. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, belirli bir süre devam eden, yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir. Bu hâllerde duyulan acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap vermenin belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz (Cezmi Demir ve diğerleri,§ 88).

54. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza” olarak tanımlanabilir. “Eziyet”ten farklı olarak, uygulanan bu muamele kişide bedensel ya da ruhsal bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

55. Bir muamelenin anılan kavramlardan hangisinin kapsamında olduğunu belirleyebilmek için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Aleni olarak yapılması veya kamuoyunun bilgi sahibi olması muamelenin aşağılayıcı niteliğinin belirlenmesinde rol oynasa da muamelenin aleni olmadığı durumlarda kişinin kendini değersiz hissetmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınmakla birlikte böyle bir amacın belirlenememesi muamelenin kötü muamele olmadığı anlamına gelmeyecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

56. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, kamu görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, normal olmayan bazı şeyleri yedirip içirme gibi aşağılayıcı davranışlar “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele” olabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90). Bununla birlikte Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riski taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele" oluşturabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 91).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

(1) Zor Kullanma Yetkisinin Kullanılması Yönünden

57. Hükümlü veya tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirlerken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa'nın koruma alanı kapsamında bulunan diğer hak ve özgürlüklere sahiptirler.

58. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." şeklinde düzenleme ile açıkça ifade edilmiştir.

59. Bununla birlikte özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik -kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe- zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 92). Buna karşın Anayasa'nın 17. maddesinin bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasakladığı söylenemez. Ancak bu tür bir güç sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmelidir. Başka bir ifadeyle kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak kötü muamele yasağını ihlal edecektir. Nitekim Anayasa Mahkemesi yakalama sırasında kötü muamele yapıldığı iddialarını değerlendirdiği bir kararında güç kullanmayı gerektiren bir durumun olup olmadığı ve kullanılan gücün orantılı olup olmadığını gözeterek sonuca ulaşmıştır (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52). Güç kullanmayı gerektiren bir durumun olup olmadığı değerlendirilirken de öncelikle güç kullanmanın hukuka uygun olup olmadığı, sonrasında ise gerekli olup olmadığı gözetilmelidir.

60. 5275 sayılı Kanun'un "Zorlayıcı araçların kullanılması" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, diğer kontrol usullerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için -kurumun en üst amirinin emriyle- bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçların ve kelepçenin kullanılabileceği kabul edilmiştir. Bunun yanında İnfaz Tüzüğü'nün 22. maddesinin (8) numaralı fıkrası kapsamında infaz koruma memurlarının kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanun'un 25. maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığındazor kullanma yetkisinin bulunduğu hükmüne yer verilmiştir. Bu bağlamda infaz koruma memurlarının zor kullanma yetkisini kullanabilmesinin yasal dayanağı olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.

61. Öte yandan ceza infaz kurumunda saldırganlık gösterme riski yüksek olan hükümlü ve tutuklulara yönelik olarak ceza infaz kurumu personelinin kendilerini korumak, cezaevinde güvenliği ve disiplini sağlamak için daha geniş takdir yetkilerinin olduğu kabul edilmelidir. Ancak bu takdir yetkisinin iyi niyetli olarak temel hak ve özgürlüklere saygı çerçevesinde kullanılması gerekmektedir.

62. Somut olayda yaralama suçundan hükümlü olarak tutulan başvurucu hakkında olayın meydana gelmesinden bir gün önce Kurum hekimine yumrukla saldırdığı gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır (bkz. § 11). Dolayısıyla başvurucunun saldırgan bir tutum içine girmesi yönünden Ceza İnfaz Kurmunun risk algısının yüksek olması kabul edilebilir bir durumdur.

63. İnfaz koruma memurlarının takdir yetkisini kullanırken iyi niyetli olup olmadığı ve olayın kendine özgü koşulları çerçevesinde zor kullanma yetkisini kullanmayı gerektiren bir durum olup olmadığı kötü muamele yasağında asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde en önemli unsurdur. Olay esnasında başvurucunun ellerinden ve ayaklarından kelepçelendiğinde ve süngerli oda olarak tabir edilen müşahede odasına götürüldüğünde herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Öte yandan olayın nasıl başladığına yönelik başvurucunun iddiaları ve infaz koruma memurlarının ifadeleri arasında çelişki bulunmaktadır. Sayım esnasında koridor kamera görüntülerinde başvurucunun odasına öncelikle sayım için girildiği, sonrasında infaz koruma memurlarının koğuştan çıkarak kapıyı kilitleyip diğer infaz koruma memurları ile tekrar koğuşa geldikleri tespit edilmiştir. Koğuşa giren infaz koruma memurları başvurucuyu elleri ve ayakları kelepçeli olarak süngerli oda olarak tabir edilen müşahede odasına götürmüşlerdir.

64. Başvurucunun darbedildiğine yönelik başvuru formundaki iddiaları, Cumhuriyet Savcılığına verdiği beyanda ileri sürülmemiştir. Cumhuriyet Savcılığına verdiği beyanda başvurucu el ve ayak bileklerine kelepçe takılmasından kaynaklanan şişlik ve morarmadan bahsetmiştir. Dolayısıyla infaz koruma memurlarının zor kullanma yetkisini kullanmasını gerektirecek bir durum olup olmadığı net olarak ortaya konulamasa bile başvurucunun saldırganlık açısından risk düzeyi, kamera görüntülerinde infaz koruma memurlarının tutumu ve alınan doktor raporunda sadece kelepçe takılan yerlerde cilt sıyrıklarının tespit edilmesi gözetildiğinde olayda zor kullanmanın gereksiz ve orantısız bir müdahale olduğu söylenemez.

65. Açıklanan nedenlerle başvurucuya yapılan müdahale ile Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayanmuamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

66. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin maddi boyutunun ihlaline ilişkin yukarıda yapılan tespitler gözönünde bulundurulduğunda (bkz. §§ 60-64), anılan maddenin usul boyutuna ilişkin şikâyetler incelenebilecek nitelikte bulunmamıştır. Dolayısıyla olaylara müdahale ve zor kullanma yetkisinin kullanılması yönünden başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin usul boyutunun ihlaline ilişkin iddiaları ayrıca değerlendirilmemiştir.

(2) Müşahede Odasına Alınma ve Sonrasında İleri Sürülen İddialar Yönünden

67. Anayasa’nın 17. maddesi, cezaevinde tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Cezaevinde tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve mahkûmlara gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 39).

68. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde cezaevinde tutulma koşullarını değerlendirirken başvurucular tarafından yapılan somut olaylara ilişkin iddialarla birlikte koşulların bir bütün olarak gözetilmesi vebu kapsamda önlemlerin şiddeti, amacı ve bireyler için sonuçlarının birlikte değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmiştir (Turan Günana, § 38).

69. Somut olayda başvurucu, saldırgan hareketlerde bulunduğundan bahisle infaz koruma memurlarına, kendisine ve odaya zarar vermesini engellemek amacıyla kontrol altına alınmış ve elleri, ayakları kelepçeli şekilde süngerli oda olarak tabir edilen müşahede odasına götürülmüştür. Mevcut kamera kayıtları, bu iddiaları doğrular niteliktedir. Meydana gelen saldırıyı ve aktif direnmeyi sonlandırmak, genel olarak Ceza İnfaz Kurumunun disiplinini ve düzenini korumak amacıyla başvurucunun müşahede odasına konulduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla burada geçici bir tedbir olarak müşahede odasına konulma söz konusudur. Nitekim idarenin bu uygulaması İnfaz Tüzüğü'nün 49. maddesi kapsamında “kurum düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddi tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanun'da açıkça belirtilmeyen diğer tedbirleri” alma yetkisine dayanmaktadır. Sonuç olarak başvurucunun müşahede odasına konulması Ceza İnfaz Kurumunda düzenin sağlanması için tek başına kötü muamele olarak kabul edilemez. Başvurucunun müşahede odasında uzun tutulduğu yönünde iddiası da bulunmamaktadır.

70. Öte yandan ceza infaz kurumlarında kötü muamele olarak kabul edilecek hususlar farklı şekillerde tezahür edebilir. Bunların birçoğu cezaevi idaresi ve görevlilerinin kasıtlı davranışlarından kaynaklanabileceği gibi yönetimsel hatalar sebebiyle de ortaya çıkabilir. Somut olay açısından değerlendirilmesi gereken husus başvurucunun yaklaşık altı saat süreyle elleri ve ayakları kelepçeli olarak süngerli odada tutulmasıdır.

71. Süngerli oda niteliği itibarıyla hükümlü ve tutukluların kendilerine ve başkalarına zarar vermesini engellemek amacıyla tek başlarına geçici olarak tutuldukları odadır. Bu odanın özelliği duvarlarının tamamen süngerle kaplı olması, hükümlü ve tutukluların kendilerine zarar vermesini engelleyecek şekilde dizayn edilmesidir. Somut olayda başvurucunun infaz koruma memurlarına, kendisine ve odasına zarar vermesini engellenmesi amacıyla başvurucu süngerli odaya konulmuştur. Bu tedbirin tek başına herhangi bir kötü muamele olarak nitelendirilmesi mümkün değil ise de başvurucunun bu odada yaklaşık altı saat ayaklarından ve elleri arkadan bağlı bir şekilde tutulmasının makul bir gerekçesinin ve bunu kesinlikle zorunlu kılan bir nedenin olması gerekir. Kendisine ve başkasına zarar verme imkânı olmayan süngerli odada kelepçeli bir şekilde tutulması başvurucunun bedensel cezaya maruz bırakıldığı algısı yaratmaktadır. Başvurucunun ellerindeki kelepçenin çıkarılamaması ve yaklaşık iki saat elleri arkadan kelepçeli olarak bekletilmesi de bu algıyı kuvvetlendirmektedir. Başvurucunun saldırganlığa devam ettiğinin kabulü hâlinde dahi kamera kayıtlarına göre başvurucunun sakinleşip sakinleşmediğinin düzenli olarak kontrol edildiğine dair bir bulgu da yoktur.

72. Başvurucunun müşahede odasında yaklaşık altı saat ayaklarından ve elleri arkasından kelepçeli olarak tutulmasının başvurucunun sağlık raporunda tespit edilen yaralanmaları ve eylemin kendisi değerlendirildiğinde müdahalenin “eziyet” kapsamında nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında negatif yükümlülüğüne aykırı davrandığı sonucuna ulaşılmıştır.

73. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

74. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

75. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

76. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle veya belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

77. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturma açmalıdır(Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

78. Başvuru konusu olayda kötü muamele yasağının usul boyutu açısından incelenmesi gereken husus başvurucunun kontrol altına alındıktan sonra ayaklarından ve elleri arkadan kelepçeli olarak yaklaşık altı saat müşahede odasında tutulmasıdır.

79. Öncelikle belirtilmesi gereken husus, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğidir. Bununla birlikte iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturma yapılması kötü muamele yasağının usul zorunluluğunu oluşturmaktadır. Bu bağlamda kötü muamele iddiasına yönelik soruşturmalarda en temel husus, mağdur beyanlarının alınması ve doktor muayenesinin geciktirilmeden ayrıntılı olarak yapılmasıdır. Zira doktor raporuiddia edilen muamelenin olup olmadığı, olmuşsa boyutlarının tespiti açısından olmazsa olmaz bir delil niteliğindedir.

80. Başvuru konusu olayda başvurucu müşahede odasından çıkarıldıktanon yedi gün sonra (bkz. § 18) doktor muayenesine götürülmüştür. Yapılan soruşturmadamüşahede odasından çıkarıldıktan sonra başvurucuya doktor muayenesi yapılmaması araştırılmamıştır. Nitekim olaydan on yedi gün sonrasında dahi sıyrıkların bulunduğu gözetildiğinde başvurucunun müşahede odasından çıktıktan sonra şikâyet dilekçesi vermesine rağmen doktor muayenesine götürülmemesinin değerlendirilmesi gerekir. Bunun yanında soruşturmada başvurucunun yaklaşık altı saat kadar ayaklarından ve elleri arkadan kelepçeli olarak süngerli odada tutulması şeklindeki uygulamanın başvurucuyu cezalandırmak amacıyla yapılıp yapılmadığı da değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun iddiaları açısından kelepçeli bir şekilde müşahede odasında tutulmasının nedenleri araştırılmamıştır.

81. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

82. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

83. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

84. Başvuruda, kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

85. Kötümuamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturulmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

86. Başvuru konusu olayda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması ve olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

87. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

G. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 21/9/2017tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TEMUR ESKİBAĞ VE MEHMET RIZA ESKİBAĞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/5098)

 

Karar Tarihi: 20/12/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Temur ESKİBAĞ

 

 

2. Mehmet Rıza ESKİBAĞ

Vekili

:

Av. Fahriye Belgün BABA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ameliyatın teşhisten beş ay sonra yapılması sebebiyle yaşam hakkının; ölümcül hastalığa rağmen infazın ertelenmemesi, infazın ertelenmesi için yapılan başvurunun ölümden önce sonuçlandırılmaması ve etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının; infazın ertelenmesinde hükümlüler arasında ayrım yapılarak bazı hükümlülerin taleplerinin daha çabuk sonuçlandırılması nedeniyle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/4/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgeler ile Bakanlığın görüş yazısının ekindeki belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

9. Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçundan mahkûm olduğu müebbet hapis cezasını Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz etmekte olan başvurucuların kardeşi İ.E., tedavi amacı ile 17/1/2012 tarihinde misafir hükümlü olarak Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) kabul edilmiş ve karın ağrısı şikâyetiyle 17/1/2012 ile 13/2/2012 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) yatarak tedavi görmüştür. Hastanede birtakım tetkikler yapılmış ve biyopsi sonucu ile birlikte üç hafta sonra muayene edilmek üzere İ.E. taburcu edilmiştir.

10. İ.E. 20/2/2012 ve 14/3/2012 tarihlerinde İnfaz Kurumu revirinde, 6/3/2012 ve 12/3/2012 tarihlerinde ise Hastanenin Gastroentroloji Polikliniğinde muayene edilmiştir.

11. İ.E., ateş ve karın ağrısı şikâyeti nedeniyle 20/3/2012 ile 13/4/2012 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür. Hastane tarafından düzenlenen epikriz raporunda, akut kolanjit (bir çeşit safra yolları hastalığı) tanısıyla İ.E.ye birtakım tıbbi uygulamalar yapıldığı belirtilmiştir.

12. İ.E. 25/4/2012 tarihinde İnfaz Kurumu revirinde, 18/5/2012 tarihinde ise Hastanenin Gastroentroloji Polikliniğinde muayene edilmiştir.

13. İ.E. 24/5/2012 tarihinde tekrar Hastaneye kaldırılmış, 11/6/2012 tarihinde ameliyat edilmiş, 26/6/2012 tarihinde ise taburcu edilmiştir. Hastane tarafından düzenlenen 17/6/2012 tarihli sağlık kurulu raporunda İ.E.nin hastalığı, opere edilmiş pankreas kanseri olarak belirtilmiştir.

14. İ.E. 11/6/2012 tarihinde ameliyat olduğunu, kemoterapi almaya başladığını ve öylesi bir kanser için İnfaz Kurumunun koşullarının çok ağır olduğunu belirterek tedavi görmek amacıyla Anayasa'da cumhurbaşkanına tanınan özel af yetkisinden yararlanmak için 19/7/2012 tarihinde Cumhurbaşkanlığına dilekçe yazmıştır.

15. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 17/10/2012 tarihli sevk emri ile hastalık nedeniyle İ.E. İnfaz Kurumuna nakledilmiştir.

16. Ameliyat sonrasında kemoterapi için Hastanenin Onkoloji Servisine birçok kez giden İ.E. 28/11/2012 ile 10/1/2013 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür. Bu süre içinde kendisinin haftalık kan takipleri yapılmış ve -kabul etmemesi nedeniyle 28/12/2012 ve 8/1/2013 tarihleri hariç- İ.E.ye kemoterapi uygulanmıştır.

17. İ.E. hastalığının teşhis ve tedavi sürecinden, tedavinin zorluğundan ve kanserin tekrar metastaz (sıçrama) riskinden bahsederek 2/1/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından infazın ertelenmesini talep etmiştir.

18. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 9/1/2013 tarihinde Kuruma müzekkere yazarak İ.E.nin tam teşekküllü bir hastaneye sevk edilmesini ve Ceza İnfaz Kurumunda cezanın infazının hükümlü yönünden hayati tehlike arz edip etmediği, hayati tehlike mevcut ise infazın ne kadar süreyle ertelenmesi gerektiği, hastalığın Anayasa'nın 104. maddesinde yazılı sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hâli niteliğinde olup olmadığı hususlarında rapor aldırılmasını istemiştir.

19. Hastane tarafından düzenlenen 11/1/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda "Opere pankreas ca lı hasta,hâlen radyoterapi alıyor. 11/6/2012 tarihinde cerrahi sınırları tümör negatif olarak şekilde opere edilmiş. Kemoterapi almış. Radyoterapi alıyor (Hâlen nüks hastalık mevcut değil). Hastanın tedavisi tamamlandıktan sonra ceza infaz kurumu koşullarında cezası infaz edilebilir, cezasının tehiri mevcut hâli ile gerekmez, ceza infaz kurumunda infazı hâlinde hayati tehlikesi artmaz, sürekli hastalık, sakatlık, kocama hâli arz etmemektedir.” ifadelerine yer verilmiştir.

20. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 16/1/2013 tarihinde (bkz. § 18) belirtilen hususlarda Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor talep etmiştir.

21. İ.E., ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunca (Kurul)23/1/2013 tarihinde muayene edilmiştir.

22. Hastane tarafından düzenlenen 22/2/2013 tarihli toraks (göğüs) ve tüm abdomen (karın) BT (bilgisayarlı tomografi) raporunda; sol akciğerdeki çekintilerden, karaciğerin boyutundaki artış ile karaciğerde mevcut lezyonlardan ve metastaz şüphesinden söz edilmiştir.

23. Kurul 25/2/2013 tarihli yazıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından İ.E.nin hastalığının evrelendirilmesine ilişkin rapor aldırılmasını, tanıya ilişkin patolojik rapor ile İ.E.nin son durumunu gösterir tıbbi evrakların ve yeni çekilecek tüm vücut filmlerinin temin edilerek gönderilmesini talep etmiştir.

24. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Kurulca istenen belgelerin temin edilmesi için 13/3/2013 tarihinde İnfaz Kurumuna müzekkere yazmıştır.

25. 2013 yılı Ocak ayından sonra dört kez Hastanenin Onkokoji Servisine ve pek çok kez de İnfaz Kurumu revirine giden İ.E., 27/3/2013 ile 12/4/2013 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür. Epikriz raporunda İ.E.nin sırt ağrısı, bel ağrısı, karın ağrısı ve kilo kaybı nedeniyle şikâyetçi olduğu belirtilmiş; hastalığın seyriyle ilgili bilgilere yer verilmiş ve hastalığın progresyon (ilerleme) gösterdiğine dair bulguların varlığından söz edilmiştir.

26. Kurulca istenen rapor ve tetkik sonuçları Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına 2/4/2013 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca da 5/4/2013 tarihinde Kurula gönderilmiştir.

27. İ.E. 13/4/2013 ile 16/4/2013 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür. Epikriz raporunda, karın ağrısı şikâyeti olan İ.E.nin metastikpankreas tanısı ile izlendiği, mevcut hâliyle acil cerrahi girişim düşünülmediği ifade edilmiştir.

28. İ.E. 16/4/2013 ile 26/4/2013 tarihleri arasında Dr. Nafiz Körez Sincan Devlet Hastanesinde (Sincan F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesi) yatarak tedavi görmüştür. İ.E.ye ilişkin epikriz raporunda şu hususlar kayıt altına alınmıştır:

"Palyatif (belirti azaltıcı) tedavi için yatırıldığı, Dr. M. Y. A. tarafından yapılan muayenede;hastanın 1.5 yıl önce pankreas karsinomu nedeniyleWhiple ameliyatı geçirmiş olduğu, peşisıra hastaya 6 kür kemoterpi (en son Ocak2013) ve radyoterapi verilmiş en son ocak 2013) Hastanın bu işlemlerden sonra sarılığı artınca yapılan tetkiklerinde nüx kitle izlenilmiş, hastaya önce extrernal safra drenajı yapılmış,yaklaşık 4 gün önce de bu dreni çekilerek safra yoluna stent takılmış, hastanın iştahsızlık, halsizlik karında şişlik ve bir şey yiyememe şikayetleri çok belirgin olunca iç hastalıkları adına yatışı verildiği,

Hastadan batın USG ve tahlilleri istendiği, iv sıvı desteği ve lavman verildiği, HGb:10.3,HTC:36.8, WBC:1”6*10, sed:23,CRP:9.7,GGT:272, ALT:67, ASDT:110, BUN:19, direkt Bil:2.46,ind Bil:2.1,

Dahiliye Uzmanı Dr. .M. Y. A. tarafından yapılan takibinde;

17/4/2013: Genel durumu orta, şuur açık. batında grade1-2 asitiolduğu,lavmanlarla dışkılaması olduğu, sağ taraftaki yarasına pansuman yapıldığı, yapılan batın USG'de stent koledokta izlenirken, batında yaygın asite rastlanıldığı, oral alımı çok iyi değil, mamaları da aldıktan bir dönem sonra çıkartıyor olduğu,tedavisine devam edildiği,

18/4/2013:Genel durumu orta, şuuru açık, iştahsızlığı devam ediyor, bu yüzden hastaya parenteral solüsyonlar orderedildiği, karnındakı distansiyon iyice belirginleştiği için parasentez planlandığı,

19/4/2013:Genel durumu iyi-orta, şuuru açık, dün yapılan parasentezle 1,5 lt mayi alınmış olduğu, bugün tekrar parasentez planlandığı, IV clinomelden sonra hasta knedini daha iyi hisettiğini ifade ettiği,

 22/4/2013:Genel durumu iyi-orta şuuru açık, azalmakla beraber kusmalarınındevam ettiği, bacaklarında +3 gode bırakan ödem ve scrotal ödemi olduğu, bu yüzden hastaya diüretik infüzyonu planlanıldığı,

 24/4/2013:Genel durumu orta, şuuru açık, bacaklardaki ve scrotumdaki ödemi azalmış, hastanım oral alımında çok fazla değişim yok; alamıyor, sağ PTK çekilen yerde safralı geleni halen devam ediyor tesbit edildiği,

 25/4/2013 :Genel durumu orta, şuuru açık,hastanın oral alımı iyice azalmış, içtiği suları bile çıkarır hale gelmiş, FM'de dil kuru batında grade-3 asiti var; bu yüzden hastaya parasentez planlanıldığı, sağ PTK çekilen yerde safralı geleni azalmamakla beraber devam ediyor.

 26/4/2013: Genel durumu orta, şuuru açık olduğu, dün yapılanparasentezde3 lt hemorajik vasıfta asiti geldiği,oral alımı hiç yok, sağa PTK çekilen yerde safralı geleni halen varve yaklaşık 10 gündür azalma yok, hastanın koledoğa takılan stentinte obstruksiyon? şüphesi olduğu için, oral alımı hiç olmadığı için ve genel durumunda da zaman zaman letarji hali olduğu için,Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi onkoloji polikliniğine kontrol olması ve yatarak tetkik ve tedavisi önerisi ile taburcu edildi...”

29. İ.E.nin 18/4/2013 tarihli infazın ertelenmesi talebi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle reddedilmiş ve bu husus 26/4/2013 tarihli yazı ile İ.E.ye bildirilmiştir.

30. İ.E. 26/4/2013 ile 29/4/2013 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür.

31. 2/5/2013 tarihinde Sincan F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesine yatan İ.E. aynı gün saat 13.30'da Hastaneye sevk edilmiştir.

32. 26/4/2013 tarihli infazın ertelenmesi talebi üzerine Hastaneye sevk edilen İ.E. hakkında düzenlenen 3/5/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda; İ.E.nin metastatik ve progresif (ilerleyici) hastalığının olduğu, infazın ertelenmesinin gerektiği, cezanın infazında hayati tehlikenin bulunduğu ve cezanın altı ay süre ile tehirinin uygun olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca hastalığın sürekli olduğundan söz edilmiştir.

33. İ.E.nin Hastanede yattığının bildirilmesi nedeniyle Kurul 3/5/2013 tarihli yazıyla sontıbbi raporlar, tahlil sonuçları, filmler ve diğer tıbbi belgeler ile birlikte İ.E.nin tekrar muayeneye gönderilmesini istemiştir.

34. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 3/5/2013 tarihinde Kuruma müzekkere yazarak 3/5/2013 tarihli sağlık kurulu raporu ve ilgili evrakların ATK'ya gönderilmesi için gerekli işlemlerin yapılmasını istemiştir.

35. 3/5/2013 tarihinde Hastaneye yatan İ.E.ye ilişkin epikriz raporunda; metastatikpankreas kanserinedeniyle kemoterapi düşünülmediği, destek tedavisinin devamı ve şiddetli ağrısı için ağrı ünitesi konsültasyonu önerildiği ve kendisinde çoklu organ yetmezliği geliştiği belirtilmiştir.

36. Hastanenin Yoğun Bakım Ünitesinde tedavisine devam edilen İ.E. 7/5/2013 tarihinde vefat etmiştir.

37. Kurulun 29/5/2013 tarihli raporunda; uygulanan kemoradyoterapi ve kemoterapi sonrası tespit edilen metastazının bildirilmesi nedeniyle 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 16. maddesi uyarınca 1 (bir) yıl süreyle infaza ara verilmesinin uygun olduğu, Anayasa'nın 104. maddesinde belirtilen sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hâlinin bulunduğunun değerlendirildiği, hastalığın sürekli nitelikte olduğu bildirilmiştir.

38. Başvurucular; infazın durdurulması başvurusunun makul sürede sonuçlandırılmadığını, dosya üzerinden karar verilmesi mümkün olmasına rağmen Kurulun talebi üzerine İ.E.nin Ankara'dan İstanbul'da bulunan Kurula araçla götürüldüğünü, bu yolculuğun işkence niteliğinde olduğunu ve İ.E.nin durumunun bu nedenle ağırlaştığını, İ.E.nin tam teşekküllü bir hastane yerine Sincan F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesinde tedavi edilmeye çalışıldığını, İ.E.nin ancak son günlerinde tam teşekküllü bir hastanede tedavi gördüğünü ve sorumluların tespit edilerek cezalandırılmaları gerektiğini belirterek 10/10/2013 tarihinde ATK görevlileri ile İnfaz Kurumu görevlileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Başvurucular; delil olarak İ.E.nin infaz dosyası ile sağlık dosyasına ve sağlık dosyasındaki yazışma, tıbbi teşhis ve tedaviye ilişkin belgelere dayanmışlardır.

39. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, ATK görevlilerine atfedilen eylemin Bakırköy'de gerçekleştiği gerekçesiyle ATK görevlileri ile ilgili soruşturmayı ayırmış ve soruşturmaya yalnızca İnfaz Kurumu görevlileri yönünden devam etmiştir.

40. Suç duyurusuna konu hususlarda İnfaz Kurumundan bilgi ve belge alan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı; talepler ve tedavi ile ilgili olarak süresinde mevzuata uygun şekilde gerekli tüm işlemlerin yapıldığı, bu nedenle şüphelilerin görevlerini ihmal etmedikleri ve kötüye kullanmadıkları gerekçeleriyle İnfaz Kurumu görevlileri hakkında 23/10/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.

41. Başvurucular tarafından neden belirtilmeden yapılan itiraz 23/1/2014 tarihinde Sincan 3. Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir.

42. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir başka soruşturma kapsamında ATK 1. Adli Tıp İhtisas Kurulundan alınan 21/8/2013 tarihli raporda; İ.E.nin ölümünün metastatik pankreas kanseri ve gelişen komplikasyonlardan ileri geldiği, İ.E.yi Sincan F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesine yatırmayıp Hastaneye sevk eden doktorların kusurlarının bulunmadığı belirtilmiştir.

43. Sincan 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen karar başvurucular tarafından 11/3/2014 tarihinde öğrenilmiş olup 10/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

44. 5275 sayılı Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:

 “(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:

 ...

 b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.

 c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.

 

 f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.

 …”

45. 5275 sayılı Kanun’un “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “...

 (2) [Akıl hastalığı dışındaki] Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.

 (3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere,birsürebulunmadığıtakdirdebirer yıllık dönemleregöre bu fıkrada yazılı usule uygunolarakincelettirilir.İncelemesonuçlarınagöregeribırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geribırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine,mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir.Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.

 ...

 (6)(Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımındanağır ve somuttehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.”

46. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:

“(1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.”

47. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavisi” kenar başlıklı 78. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Kurumunsağlıkkoşullarının düzenlenmesi,hükümlünün acilveya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.”

48. 5275 sayılı Kanun'un "Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama" kenar başlıklı 98. maddesi şöyledir:

 "(1) Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.

 (2) 16 ncı madde gereğince cezasının ertelenmesi isteminin reddi hâlinde de aynı hüküm uygulanır.

 (3) Yukarıdaki fıkralar uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını ertelemez. Ancak, mahkeme olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir. "

49. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

B. Uluslararası Hukuk

50. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

51. Sözleşme'nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

52. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre bir kötü muamelenin Sözleşme'nin 3. maddesinin uygulama alanına girebilmesi için değerlendirilmesi kendiliğinden göreceli olan ve davanın tamamıyla ilgili unsurların -özellikle uygulanan muamelenin süresinin- fiziki ve ruhsal etkisinin ve bazen de mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi unsurların etkilediği minimum ağırlık düzeyine ulaşması gerekir (Başka birçok karar arasından bkz. Naoumenko/Ukrayna, B. No: 42023/98, 10/2/2004, § 108; Arutyunyan/Rusya, B. No: 48977/09, 10/1/2012, § 68).

53. Özellikle özgürlüğünden yoksun kişiler söz konusu olduğunda 3. madde, ilgili devletlere bu kişilerin insan onuru ile bağdaşır koşullarda tutulmalarını sağlama ve infaz ile ilgili uygulamaların bu kişileri ceza infaz kurumunda kalma dolayısıyla zorunlu olarak ortaya çıkan sıkıntı ve üzüntü seviyesinden daha fazla bir ıstıraba maruz bırakmama pozitif yükümlülüğünü yüklemektedir. Bu sebeple maddi de olsa, manevi de olsa doğal olarak ortaya çıkan bir hastalığa bağlı acı tek başına -eğer yetkililerin sorumlu tutulabilecekleri tutulma şartları ile daha da katlanıyorsa veya katlanma riski varsa- 3. maddenin uygulama alanına girebilir. Bir mahkûmun sağlığı ve rahatlığı -hapsedilmenin pratik gerekleri de dikkate alınarak ve özellikle gerekli tedavilerin uygulanması yoluyla- uygun tedbirler alınarak sağlanmalıdır. Nitekim hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması kural olarak 3. maddeye aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Gülay Çetin/Türkiye,B. No: 44084/10, 5/3/2013, § 101).

54. AİHM, tedavisi imkânsız bir hastalığa yakalanmış olsa da Sözleşme'nin sağlık nedenleriyle bir tutukluyu serbest bırakma “genel yükümlülüğü”nü üye devletlere yüklemediği kanaatini taşımakla birlikte çok istisnai ve önemli koşullarda, iyi bir ceza adaletinin gerçekleştirilmesi adına insani nitelikli birtakım tedbirlerin alınmasının gerekli olduğu durumların ortaya çıkmasının imkân dâhilinde olduğunu kabul etmektedir (Gülay Çetin, § 102).

55. Öte yandan AİHM Gülay Çetin/Türkiye kararında, hastaneye nakiller sırasında dayatılan güvenlik tedbirleri ve gecikmelerin tek başına “kötü muamele” oluşturacak nitelikte olmadığını yani başvurucunun sağlık durumu sebebiyle içinde bulunduğu sıkıntıyı daha da artıracak nitelikte bir aşağılanma duygusuna yol açmadığını değerlendirmiştir.

56. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran” kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

57. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

58. Mahkemenin 20/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

59. Başvurucular; İ.E.nin 17/1/2012 tarihinde tedavi için Hastaneye yatırılmasına rağmen teşhisten beş ay sonra 11/6/2012 tarihinde ameliyat edildiğini, teşhis ile ameliyat arasındaki gecikme nedeniyle İ.E.nin yaşamının kısaldığını belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

60. Bakanlık; başvurunun yaşam hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, İ.E.nin ölümünde kasıt bulunmadığı hususunda tereddüt olmadığını, başvurucuların ilgili personelin veya idarenin sorumluluğunu saptayabilecek ve gerektiği tazminat ödenmesini sağlayabilecek olan hukuk mahkemelerinde tazminat davası veya idari yargıda tam yargı açma imkânlarını kullandıklarına dair bilginin başvuru dilekçesinde bulunmadığını, bu nedenle öncelikli olarak kabul edilebilirlik incelemesi yapmak gerektiğini ileri sürmüştür. Bakanlık ayrıca karar verilirken konuya ilişkin AİHM ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarının dikkate alınması gerektiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

61.Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 65). Başvuru konusu olayda İ.E. başvurucuların kardeşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

63. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).

64. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa'nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (...) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini" düzenleyeceği, bu görevini kamu kesimlerinde ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır (Berat Ağardan, B. No: 2014/11076, 27/10/2016,§ 22).

65. Devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

66. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usule ilişkin yönü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu ilke, tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Bu durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail Artuç, § 37).

67. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verildiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte soruşturmaların yürütülmesini mecburi kıldığından bu tür durumlarda mağdurlara sadece tazminat ödenmesi yaşam hakkı kapsamındaki ihlali gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak bakımından yeterli değildir. Ancak yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda, özellikle tıbbi ihmal nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının bulunduğu hâllerde mağdurlara yalnızca hukuk mahkemelerine ya da hukuk mahkemeleri ile birlikte ceza mahkemelerine başvurma imkânının sağlanmasıyla etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük yerine getirilmiş sayılabilir (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78).

68. Somut olayda ameliyatın teşhisten ancak beş ay sonra yapılması, bu gecikme sebebiyle ömürde meydana gelen kısalma nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddia edilmiş ancak bu gecikmeden Kurum yetkilerinin mi yoksa Hastane görevlilerinin mi sorumlu olduğu belirtilmemiştir. Bununla birlikte Kurum yetkilerinin ameliyatı geciktirdiğine dair herhangi bir delil ortaya koyulmadığı gibi bu yönde herhangi bir emarenin varlığı dahi Anayasa Mahkemesince tespit edilememiştir. Kaldı ki İ.E., birçok kez Hastanede yatarak tedavi görmüştür (bkz. §§ 9-31). Bu sebeple başvurucuların iddialarının Hastane görevlilerine yönelik olduğu sonucuna varılmıştır.

69. Ulaşılan sonuca göre kullanılabilecek birden fazla hukuki yol bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucular, yaşanan olay hakkında bir ceza soruşturması başlatılmasını ve kusurlu olan personel hakkında kamu davası açılmasını yetkili Cumhuriyet başsavcılığından talep edebilir. İkinci bir yol olarak başvurucular, yaşanan olayda hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle ilgili kamu idaresi aleyhine idari yargıda tam yargı davası açabilir.

70. Başvurucular, infazın durdurulması talebinin makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde bulunmuşlarsa da Hastanenin veya ilgili görevlilerin sorumluluklarına ilişkin herhangi bir hukuki yola başvurmamışlardır. Bu durumda üzerinde durulması gereken husus -somut olayın koşulları çerçevesinde- yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülüğün anılan hukuki çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip getirilmediğidir (Kenan Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 48; Berat Ağardan, § 27).

71. Bireysel başvuru formu ve eklerinde sunulan bilgi ve belgeler ışığında mevcut başvurunun koşulları incelendiğinde olayın kasti bir tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir bulgu olmadığı ve olayın meydana geldiği koşulların bu bağlamda herhangi bir şüphe uyandırmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucular da kardeşlerine zarar vermek kastıyla hareket edildiği yönünde bir iddia ileri sürmemişlerdir.

72. Dolayısıyla Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda mağdura idari yargı mercileri önünde açabileceği bir tam yargı davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.

73. Başvurucular, Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan olan ve hem ilgili personelin veya idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde meydana geldiği ileri sürülen zararın ödenmesini sağlayabilecek olan idari yargıda tam yargı davası açma imkânını kullanmamışlardır.

74. Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulara ilişkin verdiği kararlarında sıklıkla belirttiği üzere ilgili mevzuat ile Danıştayın konu hakkındaki içtihatları dikkate alındığında ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve ihmallere karşı da kurumlar aleyhine idari yargı önünde açılacak davalar ile uğranılan zararların tazmininin mümkün olduğu görülmektedir (Kenan Sayın, § 50; Coşkun Gömüç ve Taşkın Gömüç, B. No: 2013/9597, 21/4/2016, § 64). Bu nedenle başvuru konusu olay açısından ihlale neden olduğu ileri sürülen eylem için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.

75. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağına İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

76. Başvurucular;

 i. Pankreas kanseri gibi ağır bir hastalık nedeniyle ilk olarak 19/7/2012 tarihindetalep edilmesine rağmen İ.E.nin vefat tarihine kadar infazın durdurulmadığını,

 ii. Kurum görevlileri ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının mevcut yetkilerini kullanmadığını,

 iii. Yazışmaların sonucunun takip edilmediğini,

 iv. Dayanılmaz ağrılarına rağmen İ.E.nin Kurula ve Hastaneye ring araçları ile getirilip götürüldüğünü,

 v. 18/4/2013 tarihli infazın durdurulmasına ilişkin talebin haksız olarak reddedildiğini ve bu karardan yirmi gün sonra İ.E.nin vefat ettiğini,

 vi. İnfazın durdurulmasına ilişkin işlemlerde ihmalkârlık gösteren kişilerin cezalandırılmaları amacıyla yapılan suç duyurusu nedeniyle yürütülen soruşturmanın eksiklikler içerdiğini ileri sürmüşlerdir.

77. Bakanlık, başvurunun bir bütün hâlinde yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiğini ileri sürmüştür (bkz. § 63).

2. Değerlendirme

78. Anayasa Mahkemesi; ölüm olayının veyayaşam hakkına yönelik ciddi bir riskin tespit edilmediği durumlarda ceza infaz kurumlarının fiziki ve tıbbi imkânlarının sağlık durumuna uygun olmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri istikrarlı bir şekilde Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yer verilen hiç kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağına dair yasak bağlamında incelemektedir (Mete Dursun, B. No: 2012/1195, 18/11/2015; Serdar Öztürk, B. No: 2013/7532; 4/2/2016; Sabri Kaya, B. No: 2014/8482, 29/6/2016; Ergin Aktaş, B. No: 2014/14810, 21/9/2016; Hayati Kaytan, B. No: 2014/19527, 16/11/2016).

79. Bu nedenle yaşam hakkı yönünden ayrıca incelemeyi gerektiren özel bir sorun ihtiva etmeyen ve zaten "insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağı" ile bağlantılı kurularak ileri sürülen iddialar söz konusu yasak kapsamında incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

80. Anayasa Mahkemesi Murat Karabulut (B. No: 2013/2754, 18/2/2016) kararında, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın reddi üzerine yapılan "ceza infaz kurumunda hastalığa bağlı olarak gerçekleşen ölüm nedeniyle işkence ve eziyet yasağının ihlal edildiği" iddialarına ilişkin başvuruyu incelemiş ve hukuk mahkemelerinde tazminat davası veya idari yargıda tam yargı açma imkânlarına başvurulmamasını bir eksiklik olarak görmemiştir. Söz konusu tespitten ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından ve başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden açıkça dayanaktan yoksun olmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Maddi Boyutu Yönünden

(1) Genel İlkeler

81.Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye "işkence" ve "eziyet" yapılamayacağı, kimsenin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

82.Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

83. Anayasa ve Sözleşme'de kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin "işkence" olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen "eziyet" ve "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

84. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada "eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

85. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

86. Hükümlü veya tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirlerken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve Sözleşme’nin ortak alanı kapsamında kalan diğer temel hak ve hürriyetlere sahiptirler. Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi ceza infaz kurumunun güvenliğinin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda hükümlü ve tutukluların sahip oldukları haklar sınırlanabilir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 35).

87. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus, 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." ve yine 5275 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir." şeklindeki düzenleme ile açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla verilen bir mahkûmiyet kararının veya tutuklama kararının infazında mahkûmlar için sağlanacak şartlar insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, § 36).

88. Ceza infaz kurumunda tutulan kişilerin maruz kaldığı maddi koşulların Sözleşme'nin 3. ve Anayasa'nın 17. maddeleri kapsamına girebilmesi için asgari bir eşiğe ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşiğin değerlendirilmesi ise koşullarla ilgili tüm verilerin, özellikle de muamelenin süresine, fiziksel ya da ruhsal etkilerine, bazen de mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumuna bağlı olarak yapılmalıdır (K.A. [GK], B. No: 2014/13044, 11/11/2015, § 93; Rıda Boudraa, B. No: 2013/9673, 21/1/2015, § 60).

89. Bir muamelenin “insanlık dışı” olarak nitelendirilebilmesi için bunun tasarlanarak uygulanmış olmasının yanında bedensel yaralanma ya da fiziksel veya ruhsal acıya sebebiyet vermesi, diğer taraftan bir muamelenin “aşağılayıcı” olarak nitelendirilebilmesi için mağdurlarını rencide edecek ve küçültecek ölçüde onlara korku, endişe, aşağılanma gibi duyguları hissettirmesi gerekir (K.A., § 94; Rıda Boudraa, § 61).

90. Anayasa’nın 17. maddesi ceza infaz kurumunda tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, § 39). Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Murat Karabulut, § 65).

(2) Genel İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

91. Anayasa Mahkemesinin elinde İ.E.nin Kurula ve Hastaneye ne tür bir araçlasevk edildiğine, bu tür bir araçla sevkin İ.E.nin içinde bulunduğu sıkıntıyı daha da artırdığına ilişkin herhangi bir bilgi ve belge mevcut değildir. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi, başvurucular tarafından ileri sürülen sevke ilişkin iddia hakkında değerlendirme yapmayacaktır.

92. Başvurucular 18/4/2013 tarihli infazın durdurulmasına ilişkin talebin haksız olarak reddedildiğini ileri sürmüş ise de 2/1/2013 tarihli infazın durdurulması talebiyle ilgili prosedür, infazın ertelenmesinin reddedildiği tarihte henüz tamamlanmamıştır. İnfazın ertelenmesi talebiyle ilgili devam eden bir işlem zaten bulunduğundan 18/4/2013 tarihli infazın durdurulması talebi üzerine yeni bir prosedürün başlatılması gerekip gerekmediği meselesi üzerinde durulmayacaktır.

93. Başvurucuların işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yönelik Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yaptıkları suç duyurusunda Cumhurbaşkanlığına yapılan özel af başvurusundan söz edilmediği görülmüştür (bkz. § 38). Yani başvurucuların özel af talepleriyle ilgili prosedüre yönelik bir şikâyetleri yoktur. Bu nedenle inceleme yapılırken İ.E.nin özel affa yönelik talebi ve bu taleple ilgili yapılan işlemler de dikkate alınmayacaktır.

94. Somut olayda İ.E.; Kuruma tedavi amacıyla 17/1/2012 tarihinde misafir hükümlü olarak kabul edilmiş, 24/5/2012 tarihine kadar bir kısmı yatarak olmak üzere pek çok kez Kurum revirinde ve Hastanede tedavi görmüş, 11/6/2012 tarihinde pankreas kanseri nedeniyle ameliyat olmuştur. Bu tarihten sonra da kemoterapi almaya başlamıştır. İ.E.nin ölüm sebebinin metastatik pankreas kanseri ve gelişen komplikasyonlar olduğu (bkz. § 42)dikkate alındığında ameliyattan sonra da İ.E.nin hastalığının ciddi boyutta olduğu ve bu durumundaha da kötüye gittiği açıktır. Dolayısıyla başvuruda çözülmesi gereken mesele, İ.E.nin sağlık durumunun -vefatına kadar- İnfaz Kurumunda kalmasına ne kadar uygun olduğudur.

95. Bu konuda yapılacak incelemede ilk olarak İ.E.nin İnfaz Kurumundatutulma koşulları, ikinci olarak kendisine uygulanan tedavinin yeterliliği, üçüncü ve son olarak İ.E.nin sağlık durumuna rağmen İnfaz Kurumunda tutulmasının uygun olup olmadığı şeklinde üç unsur dikkate alınacaktır (Murat Karabulut, § 68).

96. Başvurucular, İnfaz Kurumunun olağan koşulları dışında somut bir olumsuzluktan bahsetmemiş; İnfaz Kurumu reviri ve Hastanede İ.E.ye tedavi sağlanması ve uygulanan tedavi yöntemlerinin yetersizliğiyle ilgili bu bölümde incelenebilecek nitelikte herhangi bir eksiklikten de söz etmemişlerdir. İ.E.nin İnfaz Kurumundan bu konularda herhangi bir talepte bulunduğuna dair bilgi veya belge de bulunmamaktadır. Dolayısıyla konunun ilk iki yönünün Anayasa Mahkemesince incelenmesine gerek görülmemiştir.

97. Ameliyat sonrasında düzenlenen 17/6/2012 tarihli sağlık kurulu raporundaameliyatla ilgili herhangi bir olumsuzluktan söz edilmemiş olmakla birlikte İ.E., 28/11/2012 ile 10/1/2013 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür (bkz. § 16).

98. Hastane tarafından düzenlenen 11/1/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda hastalığın nüks etmediği, radyoterapinin devam ettiği ve mevcut durumda infazın ertelenmesinin gerekmediği belirtilmiştir (bkz. § 19). Ancak 22/2/2013 tarihli toraks ve tüm abdomen BT raporunda; sol akciğerdeki çekintilerden, karaciğerin boyutundaki artış ile karaciğerde mevcut lezyonlardan ve metastaz şüphesinden söz edilmiştir (bkz. § 22). 27/3/2013 ile 12/4/2013 tarihleri arasında Hastanede yapılan tedaviye ilişkin epikriz raporunda ise hastalığın progresyon gösterdiği yönünde bulguların mevcut olduğu belirtilmiştir (bkz. § 25).

99. İ.E. 2013 yılı başından vefat ettiği 7/5/2013 tarihine kadarki sürenin yalnızca kırk altı günlük kısmını sağlık kurumlarında geçirmiştir. Geriye kalan sürede İ.E. İnfaz Kurumunda kalmıştır.

100. Somut olay açısından incelenmesi gereken temel husus, İ.E.ninömrünün son döneminde sağlık durumunda meydana gelen kötüleşmelere rağmen İnfaz Kurumunda tutulmaya devam edilmesinin uygun olup olmadığı, bir diğer ifadeyle İnfaz Kurumundan çıkarılmaması nedeniyle bu durumun kendisi açısından özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan elem seviyesinden daha fazla sıkıntı veya eziyet doğurup doğurmadığı olacaktır.

101. Bu konuda mevcut düzenlemelere bakıldığında 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesinin 2. fıkrasında, bir hükümlünün cezasının infazının sağlık nedenleriyle ertelenebileceği öngörülmektedir.

102. Bu düzenlemenin teorik olarak özellikle çok ağır bir hastalığa yakalanan veya diğer başka bir nedenle ceza infaz kurumu koşullarında kalması uygun olmaktan çıkanhükümlü kişilerin maddi ve manevi bütünlüklerini korumaya imkân sağlayacak nitelikte olduğunda bir şüphe bulunmamaktadır. Bu nedenle üzerinde durulması gereken husus, ceza infaz kurumlarında hükümlü ve tutuklu olarak tutulan kişilerin sağlık durumunun ne ölçüde anılan yasal imkânlardan yararlanmayı sağlayacak nitelikte olduğu ve bu kişilerin sağlık durumu karşısında yürütülen işlemlerin yerinde olup olmadığıdır(Murat Karabulut, § 76).

103. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olay açısından değerlendireceği husus, yetkililer tarafından infazın ertelenmesi konusunda verilecek karara esas olmak üzere ilgili kişinin sağlık durumunun, yasal ve ikincil düzenlemelerle yetkilendirilmiş sağlık kuruluşlarınca resmî olarak tespit edilmesi için gerekli işlemlerin makul hız ve özende yapılıp yapılmadığıdır. Bu durumda belirlenen usulün sağlıklı bir şekilde işletilmesinin karar alma sürecinde yer alan ceza infaz kurumu idaresi, tam teşekküllü devlet hastanesi ve ATK'nın yürüteceği işlemlere bağlı olduğu söylenebilecektir (Murat Karabulut, § 77).

104. İnfazın ertelenmesine yönelik 2/1/2013 tarihli talepten sonra sonra Cumhuriyet savcısı çok kısa bir süre içinde gerekli işlemleri başlatmış, infazın ertelenmesinin gerekip gerekmediği ve gerekmekte ise ne kadar süreyle ertelenmesi gerektiği hususlarında Hastaneden rapor aldırmıştır. 16/1/2013 tarihinde ise aynı hususlarda Kuruldan rapor istemiştir (bkz. §§ 18, 20).

105. İ.E.yi 23/1/2013 tarihinde muayene eden Kurul; ancak 25/2/2013 tarihinde hastalığın evrelendirilmesine dair rapor aldırılmasını, tanıya ilişkin rapor ile İ.E.nin son durumunu gösterir tıbbi evraklar ve filmlerinin gönderilmesini istemiştir (bkz. § 23). Söz konusu istem yazısının hangi tarihte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ulaştığı tespit edilemese de istenen bilgi ve belgelerin 5/4/2013 tarihinde Kurula gönderildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 26).Gönderilen bilgi ve belgelere rağmen Kurul 3/5/2013 tarihinde son tıbbi belgeler, tahlil sonuçları ve filmler ile birlikte İ.E.nin yeniden muayeneye gönderilmesini istemiştir (bkz. § 33).

106. Hastalığın geldiği aşama nedeniyle tekrar muayeneye gönderilememesine rağmen Kurul, İ.E.nin vefatından yirmi iki gün sonra 29/5/2013 tarihinde, infazın ertelenmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir (bkz. § 37).

107. İ.E.yi 23/1/2013 tarihinde muayene eden Kurul, en geç muayene tarihinde rapor talebiyle ilgili eksik evraklar bulunduğunu tespit edebilecek durumdadır. Buna rağmen eksik tıbbi belgeler, muayene tarihinden ancak otuz üç gün sonra talep edilebilmiştir. Tıbbi belgeler gönderilmiş fakat3/5/2013 tarihinde yeniden tıbbi evraklar istenmiş ve daha önce yapılan muayeneye rağmen İ.E.nin yeniden muayeneye gönderilmesi talep edilmiştir. Daha sonra ise muayene yapılmadan infazın ertelenmesi talebiyle ilgili görüş bildirilmiştir. İnfazın ertelenmesi talebiyle vefat tarihi arasında yaklaşık dört ay vardır. Sonuç olarak ATK'daki bürokratik işlemlerin doğru ve zamanında yürütülememesi nedeniyle İ.E. açısından çok kritik olan infazın ertelenmesine ilişkin karar vefat tarihinden önce verilememiştir.

108. İ.E.nin pankreas kanseri nedeniyle ameliyat olduğu, ameliyat sonrasında kemoterapi aldığı, 22/2/2013 tarihli toraks ve tüm abdomen BT raporunda metastaz şüphesinden söz edildiği ve 27/3/2013 ile 12/4/2013 tarihleri arasında Hastanede yapılan tedaviye ilişkin epikriz raporunda hastalığın progresyon gösterdiğinin belirtildiği dikkate alındığında bu sürecin hızlı bir şekilde yürütülmesi gerektiği açıktır.

109. İ.E. ölümcül bir hastalığa yakalanmış, hastalığının son döneminde yediklerini ve içtiklerini dahi çıkarır hâle gelmiş hatta bir süre sonra yemek yiyemez duruma düşmüştür(bkz. § 28). Sağlık durumu vefatından önceceza infaz kurumu koşullarına uygun olmayan hâle gelen İ.E., ATK'dan talep edilen raporun makul sürede hazırlanamaması nedeniyle infazın ertelenmesi talebiyle ilgili karar verilemeden vefat etmiştir. Dolayısıyla İ.E.nin kanser hastalığının ve özgürlükten yoksun kalmanın kaçınılmaz ve doğal sonucu olan sıkıntıdan daha fazla bir sıkıntıya, buna bağlı olarak da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye maruz kaldığının kabul edilmesi gerekmektedir.

110. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Usule İlişkin Boyutu Yönünden

(1) Genel İlkeler

111. İşkence ve kötü muameleye ilişkin ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturma açmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

112. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

113. Ceza soruşturmasının etkinliğini sağlayacak hususlardan biri, fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda mağdurun meşru menfaatlerini korumak için gerekli olduğu ölçüde sürece katılması sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

114. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı iddia edilen kötü muameleler hakkında yürütülen soruşturmaların etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan, inceleme ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda soruşturmanın da fiilen bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

115. Kötü muameleye ilişkin bir soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

116. Başvuruda, infazın ertelenmesi talebiyle ilgili ATK sürecinin makul sürede sonuçlanmadığı gerekçesiyle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucular ise İnfaz Kurumu görevlileri hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın reddine ilişkin Sincan Ağır Ceza Mahkemesi kararından sonra bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bu nedenle işkence ve kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutu, yalnızca İnfaz Kurumu görevlileri hakkında yürütülen soruşturma yönünden incelenmiştir.

117. Soruşturmada; yukarıda genel ilkeler bölümünde ifade edilen başvurucuların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması, soruşturma makamlarının bağımsızlığı, soruşturmanın makul bir sürat ve özenle yürütülmesi gerekliliği konularında başvurucular tarafından herhangi bir iddia ileri sürülmediği gibi bu konularda bir eksikliğin de bulunmadığı görülmektedir.

118. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuların suç duyurusunda dile getirdiği hususlarda İnfaz Kurumundan bilgi ve belge almış; talepler ve tedavi ile ilgili olarak süresinde mevzuata uygun şekilde gerekli tüm işlemlerin yapıldığı, bu nedenle şüphelilerin görevlerini ihmal etmedikleri ve kötüye kullanmadıkları sonucuna varmıştır.

119. Anayasa Mahkemesinin doğrudan ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine geçecek şekilde delillerin değerlendirmesini kendisinin yapması veya yürütülmesi gerekli olan soruşturma işlemlerini belirlemesi söz konusu olamaz. Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2014, § 58). Bu konuda asıl sorumlu ve yetkili olanlar ilk elden olayları inceleyen yetkili adli ve idari mercilerdir. Bunun aksine bir durum, ancak olaya ilişkin kesin ikna edici nitelikte bulguların varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 58).

120. Bununla birlikte soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması da gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99).

121. Başvuru bu bağlamda değerlendirildiğinde soruşturmada başvurucuların iddiasının aksine olayın sebebinin objektif bir değerlendirmesinin yapılmadığını ve elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olarak sonuca ulaşılmadığını söyleyebilmeyi mümkün kılan bir durum söz konusu olmadığı gibi aksi yönde bir sonuca varmayı mümkün kılan kesin ikna edici nitelikte bir bulgu da elde edilememiştir.

122. Açıklanan nedenlerle kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

C. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağıyla Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

123. Başvurucular hastalık nedeniyle infazın durdurulmasına ilişkin hükümlerin ve kurumların yetersiz olduğunu, söz konusu hükümlerin bürokratik işlemleri asgariye indirecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini, bu nedenlerle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

124. Bakanlık, bu iddiaya ilişkin ayrı bir cevap vermemiştir.

2. Değerlendirme

125. Söz konusu şikâyet, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği iddiası kapsamında değerlendirilmiştir (bkz. §§ 100, 101). İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verildiğinden iddianın ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

D. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağıyla Bağlantılı Olarak Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

126. Başvurucular infazın durdurulmasına yönelik işlemlerin adli hükümlüler için kısa sürdüğünü, siyasi hükümlüler için daha uzun sürdüğünü, bu nedenle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuruculara göre İ.E., siyasi hükümlüdür.

127. Bakanlık, bu iddiaya ilişkin ayrı bir cevap vermemiştir.

2. Değerlendirme

128. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3),48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca bireysel başvuruda, kamu gücünün neden olduğu iddia edilen ihlale dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hakların ne şekilde ihlal edildiği, buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).

129. Somut olayda başvurucular, ihlal iddiasına ilişkin delillerini sunma ve temel hak ve özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunma yönündeki yükümlülüklerini yerine getirmemişlerdir. Dolayısıyla başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların temellendirilemediği sonucuna ulaşılmıştır.

130. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

131. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

132. Başvurucular 140.000 TL manevi tazminat ile vekâlet ücreti ve yargılama masrafı olarak 12.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

133. Başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

134. Başvurucuların yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında -somut olayın özellikleri dikkate alınarak- başvuruculara müştereken net 18.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

135. Dosyadaki belgelerden vekâlet ücreti dışındaki tek yargılama giderininbaşvuru harcı olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin müştereken başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A.  1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

 3. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B.  1. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

 2. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usule ilişkin boyutunun İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Başvuruculara müştereken net 18.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin müştereken BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/12/2107 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HASAN DEMİRTAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/16252)

 

Karar Tarihi: 12/2/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Volkan SEVTEKİN

Başvurucu

:

Hasan DEMİRTAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, infaz kurumunda işlenen yaralama suçuna ilişkin soruşturmanın makulsürat ve özenle yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/1/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. 1985 doğumlu olan başvurucu, başvuru konusu olayın gerçekleştiği 12/6/2012 tarihinde Silivri 7 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır.

10. Yukarıda zikredilen tarihte saat 17.47 sıralarında İnfaz Kurumunda hükümlüler arasında çıkan kavgada başvurucunun kesici-delici alet ile yaralanması nedeniyle Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır.

11. Başvurucu, önce adli muayene için Silivri Prof. Dr. Necmi Ayanoğlu Devlet Hastanesine götürülmüş ve muayene edilmiştir. Muayene sonucu saat 19.30'da düzenlenen 12/6/2012 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Sağ böbrek hizasına .... 3 ayrı kesici-delici alet yaralanması, sol skopule.... hizasında 0,5 cm .... 1 adet kesici-delici alet yaralanması, sol el 2. parmakta 2 cm'lik cilt, cilt altı, kesisi, tendon kesisi, alın sağ tarafında 2 cm'lik kesi, başında 3 cm'lik 2 adet, 4 cm'lik1 adet, 5 cm'lik 2 adet kesiler mevcut. ... şeklinde 10 cm'lik 1 adet kesi mevcut. Durum bildirir geçici hekim raporudur. Kati rapor beyin cerrahı, plastik cerrahı, genel cerrahi, göğüs cerrahi tarafından verilecektir."

12. Başvurucu, müşteki-şüpheli sıfatıyla Başsavcılık tarafından alınan 22/6/2012 tarihliifadesinde; kaldığı koğuşun yakınındaki lavaboya gidip elini yüzünü yıkadığı esnada ve arkası dönük hâldeyken şiş tabir edilen aletle dört defa yaralandığını, olay sırasında arka tarafında B.K., N.G. ve S.nin olduğunu ancak arkası dönük olduğu için bu üç şahıstan hangisinin kendisini yaraladığını göremediğini, bu sırada M.Ç.nin kamera önünde görüntüyü engellediğini, söz konusu tutanakta belirtilen şişlerin kendisine ait olmayıp olay esnasında herhangi bir kimseye vurmadığını belirterek kimseden şikâyetçi olmadığını bildirmiştir.

13. Bu arada UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden başvurucunun 13/7/2012 tarihinde Tekirdağ Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edildiği anlaşılmaktadır.

14. Başsavcılıkça 26/6/2013 tarihli yazı ile İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığından başvurucu hakkındaki tüm tedavi evrakları esas alınarak kesin rapor düzenlenmesi talep edilmiştir.

15. İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun Başsavcılığa hitaben yazdığı 19/8/2013 tarihli yazısında, başvurucuya ait muayene ve tedavi bulgularını içeren tıbbi müşahade ve rapor ile tomografi tetkiklerine ait grafilerin asıllarının temin edilmesi, ayrıca başvurucunun muayenesi yapılmak üzere gönderilmesi istenmiştir.

16. Başsavcılık bu defa 11/6/2014 ve 24/7/2014 tarihli yazılar ile Silivri Adli Tıp Şube Müdürlüğünden özellikle başvurucunun yaralanmasının sırt (arka) bölgesinden olup olmadığı belirlenerek rapor düzenlenmesini talep etmiştir.

17. Silivri Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 30/6/2014 ve 25/7/2014 tarihli ön raporlarında; başvurucu hakkında düzenlenmiş mevcut raporların fotokopilerinin net okunamadığı, asıllarının gönderilmesinin gerektiği ve yara yerlerinin görülebilmesi için başvurucunun muayeneye gönderilmesinin yararlı olacağı bildirilmiştir.

18. Başsavcılık 15/4/2015 tarihinde Silivri Adli Tıp Şube Müdürlüğüne hitaben yazdığı yazı ile yine başvurucunun yaralanmasına ilişkin rapor düzenlenmesini talep etmiştir.

19. Silivri Adli Tıp Şube Müdürlüğü 27/4/2015 tarihli ön raporunda, tekraren başvurucunun muayeneye gönderilmesi gerektiğini bildirmiştir.

20. Sonrasında Kocaeli 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne sevk edildiği anlaşılan başvurucunun Kocaeli Devlet Hastanesinde 17/5/2016 tarihinde beyin cerrahi, plastik cerrahi, genel cerrahi ve göğüs cerrahi uzmanları tarafından muayenesinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Başvurucu hakkında düzenlenen raporlar şu şekildedir:

i. [Genel cerrahi uzmanı raporunda] fizik muayenede sağ lomber bölgede üç adet kesici-delici alet yaralanmasına bağlı oluşan 1 cm'lik skar ve yine sol suprascapuler bölgede 1 cm'lik skar dokusu mevcut. ... Genel cerrahi açısından hayati tehlikesi yoktur. Katiraporudur.

ii. [Göğüs cerrahiuzmanı raporunda] normal fenni muayene bulguları.

iii. [Beyin cerrahi uzmanı raporunda] darp sonucu genel vücut travması geçiren hastanın yapılan nörolojik muayenesi normal. Geçici rapor ve BT bulgularına göre basit tıbbi müdahale ile iyileşmiştir. Kati kanaat raporudur.

iv. [Plastik cerrahi uzmanı raporunda] yüzde sağ kaş medial bölgede 3 cm sabit iz, sol el 2. parmak pip eklem dorsalinde 2 cm skar. Saçlı deride multiple parçalı alopesi oluşturan sabit skar mevcut.

21. Başvurucunun ayrıca Kocaeli Devlet Hastanesinde 27/9/2016 tarihinde ortopedi uzmanı tarafından yapılan muayenesi sonucunda, sol omuz çıkığı geçirdiği epikrizinden görülen yaralanmanın hayati fonksiyonlarını (2-Orta) düzeyde etkilediğine ilişkin kati hekim raporu düzenlendiği anlaşılmaktadır.

22. Başsavcılığın 9/12/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve M.Ç. mağdur-şüpheli; B.K., N.G. ve S.G. ise şüpheli olarak belirtilerek haklarında kasten yaralama suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede gösterilen deliller kapsamında yapılan değerlendirmede; başvurucunun şiş şeklindeki ve silah sayılan alet ile mağdur-şüpheli M.Ç.yi yaralamaya teşebbüs ettiği ancak mağdur-şüpheli M.Ç. ve diğer şüphelilerin başvurucunun elinden aldıkları şişleri başvurucuya batırdıkları ve doktor raporuna göre basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ve sabit iz bırakacak şekilde yaralanmasına sebep oldukları açıklanmıştır.

23. Başvurucu 16/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

24. Diğer yandan Silivri 4. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan davada tensip zaptının 30/1/2017 tarihinde onaylanması ile başlayan yargılama sürecinde 18/4/2017 tarihli duruşmada başvurucunun savunma ve şikâyetlerinin alındığı anlaşılmaktadır. Başvurucu beyanında, sanıklardan şikâyetçi olmadığını ve şiş tabir edilen suç aletiyle kendisini yaralayanları net olarak göremediğini bildirmiştir. Başvurunun inceleme tarihi itibarıyla yargılamanın derdest olduğu ve duruşmanın 20/3/2020 tarihine bırakıldığı anlaşılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

25. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişiüzerindekietkisinin basitbirtıbbîmüdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

e) Silahla,

İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

26. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şu şekildedir:

"(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;

 (...)

 (c) Yüzünde sabit ize,

 (...)

Neden olmuşsa yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz."

B. Uluslararası Hukuk

1. Uluslararası Mevzuat

27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

28. Sözleşme'nin 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

29. Bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

30. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin pozitif yükümlülüklerinin özel kişilerin eylemlerini de içerdiğini belirtmiştir. Devlet, kamu görevlilerinde olduğu gibi özel kişiler tarafından gerçekleşebilecek kötü muamelelere karşı da yeterli korumayı ve yasal çerçeveyi sağlamakla yükümlüdür (Denis Vasilyev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 98; Yehovanın Şahitleri Gldani Cemaatinin 97 Üyesi ve diğer 4 kişi/Gürcistan, B. No: 71156/01, 3/5/2007, § 96; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, §§ 26-28; A/Birleşik Krallık, B. No: 100/1997/884/1096, 23/9/1998, §§ 22-24; X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 27).

31. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

32. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05 ve 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 12/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

34. Başvurucu, hükümlü olarak tutulduğu İnfaz Kurumunda bir kısım hükümlülerin saldırısına maruz kaldığı olayla ilgili etkili bir soruşturma yapılmayarak süreç makul sürede sonuçlandırılmadığı için adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; mağduriyetinin devam ettiğini belirterek lehte bir karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

35. Bakanlık görüşünde; soruşturmanın sürüncemede bırakıldığı ve etkili soruşturma yapılmadığı iddiasıyla 16/1/2017 tarihinde başvurucu bireysel başvuruda bulunmuş ise de olayla ilgili olarak derhâl soruşturmanın başlatıldığı, başvurucunun anında hastaneye sevk edilerek tedavisinin yapıldığı, yaralanması ile ilgili rapor alındığı, olaya karışan kişilerin ifadelerinin alındığı ve yaralama olayına ilişkin kati raporun alınması için Adli Tıp Kurumu ile çeşitli yazışmaların yapıldığı belirtilmiştir. Diğer yandan 9/12/2016 tarihinde iddianamenin sunulması ve kabul edilmesinin ardından kovuşturma aşamasına geçildiği ve yargılamanın derdest olduğu ifade edilerek maddi ve manevi bütünlüğün korunması hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutunu oluşturan etkin soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü değil araç yükümlülüğü olduğu vurgulanmıştır.

B. Değerlendirme

36. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

37. Anayasa'nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

38. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun maruz kaldığı saldırının kamu görevlileri tarafından yapıldığı ya da saldırının gerçekleşmesinde kamu görevlilerinin kusur veya ihmalinin bulunduğuna dair bir iddiası bulunmamaktadır. Başvurucunun şikâyeti, maruz kaldığı saldırı sonucunda yaralandığı olayla ilgili makul sürat ve özenle soruşturma yapılmamasına ilişkindir. Somut olaya ilişkin değerlendirme, başvuruya konu olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında ve sadece devletin pozitif yükümlülüğüne bağlı olarak etkili soruşturma yükümlülüğü bakımından yapılmıştır. Ancak bir eylemin kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için asgari ağırlık eşiğini aşması gerekir. Bu bağlamda başvurucu hakkında düzenlenen adli raporlara göre kesici-delici aletle sırt ve bel bölgesinin dört ayrı yerinden hayati tehlike geçirmeyecek ve baş kısmından sabit iz bırakacak şekilde yaralanmasına, ayrıca sol omuz çıkığına sebep olan eylemin fiziksel ve ruhsal etkileri açısından kötü muamele yasağına ilişkin asgari eşiği aştığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesinin önündeki başvurunun konusu davanın esası ve yargılama sürecinin muhtemel sonuçları değildir. Bu nedenle yargılama sonucunda verilecek karardan bağımsız olarak başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında incelenmesi gereken hususlar olduğu gözetilerek ayrıca değerlendirilmemiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

40. Anayasa Mahkemesinin işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında devletin pozitif yükümlülükleri açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen olaylarda Anayasa'nın 17. maddesi devlete, bu konuda ihdas edilmiş bulunan yasal ve idari çerçevenin elindeki tüm imkânları kullanarak maddi ve manevi varlığı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve buna ilave olarak işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52).

41. Devletin pozitif yükümlülüğünün bir parçası olarak usul yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 106; Tahir Canan, § 25).

42. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler, hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

43. Kötü muameleye ilişkin bir soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

44. Somut olayda 12/6/2012 tarihinde İnfaz Kurumunda gerçekleşen suç konusu eylemlere ilişkin olarak Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma sürecinde başvurucuya birden fazla infaz kurumunda yer değişikliği yaptırılmıştır. Başsavcılıkça muayene ve tedavi evrakının asılları temin edilmeden ya da başvurucunun bizzat Adli Tıp Kurumuna muayeneye gönderilmesi sağlanmadan başvurucu hakkında doktor raporu düzenlenmesi talep edilmiştir. Adli Tıp Kurumu raporu alınmasında yaşanan gecikme nedeniyle soruşturma sürecinin uzadığı anlaşılmaktadır. Bu süreç sonunda Başsavcılık, biri başvurucu olmak üzere mağdur-şüpheli iki kişi ile diğer üç kişinin şüpheli olarak gösterildiği toplam beş kişi yönünden 9/12/2016 tarihli iddianame düzenleyerek olay tarihinden 4 yıl 6 ay sonra kamu davasını açabilmiştir. Öte yandan açılan kamu davasının ise yaklaşık 3 yıl 2 ay geçmesine rağmen devam ettiği, devletin gözetimi altındaki ceza infaz kurumunda gerçekleşen iddia konusu kötü muamele vakasına ilişkin olarak başvurucudaki yaranın gerçekleşme koşullarının tespit edilmesi bakımından hâlen kesinleşmiş bir karar verilemediği anlaşılmaktadır.

45. Başvurucunun iddiaları, düzenlenen adli raporlarına göre savunulabilir düzeydedir. Devletin sıkı kontrolünde bulunan İnfaz Kurumunda gerçekleşen olayda yetkili makamların hızlı bir şekilde müdahalede bulunma ve delillere ulaşmada avantajlı oldukları, kaldı ki olayı titizlikle aydınlatarak etkili ve hızlı şekilde soruşturma yapma yükümlükleri de bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucunun fiziksel ve ruhsal yönden olumsuz etkilenmesine sebep olan olaya konu davanın hızlı ve etkili bir şekilde sonuçlandırılması yönünde meşru bir beklentisi bulunmaktadır.

46. Diğer yandan hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayın niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kıstaslar dikkate alındığında başvuru konusu olayın karmaşık bir görünüm arz etmediği gibi başvurucunun eylem ve davranışlarının soruşturmanın gecikmesinde bir rolünün bulunduğu gözlenmediğinden soruşturma sürecinde makul olmayan bir gecikme söz konusudur.

47. Dolayısıyla soruşturmanın makul özen ve hız içinde tamamlanmasında özensiz davranılarak etkili soruşturma yapma yükümlülüğüne (pozitif yükümlülük) uygun hareket edilmemiştir. Başka bir ifade ile adeta soruşturma sürüncemede bırakılmış, kötü muamele olaylarına kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından soruşturmanın yeterli hız ve özenle yürütülmediği sonucuna ulaşılmıştır. Soruşturma sonrasındaki hâlen devam eden kovuşturma süreci ile birlikte yedi yıl sekiz aylık yargılama süresi bir bütün olarak değerlendirildiğinde de hukukun üstünlüğüne olan inancın zedelenerek hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümünün verilmesine neden olunmuştur.

48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

50. Başvurucu, ihlalin tespiti talebinde bulunmuştur. Tazminat talep etmemiştir.

51. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

52. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

53. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

54. İncelenen başvuruda Anayasa Mahkemesi, soruşturmanın makul özen ve hız içinde tamamlanmaması, yargılamanın da hâlen devam etmesini birlikte değerlendirerek kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin, adli makamların işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

55. Bu durumda kararın bir örneğinin; soruşturma aşamasında kötü muamele yasağının usul boyutunun gerektirdiği özene ve yargısal makamların sorumluluğuna dikkat çekmek ve bilgi edinilmesi için Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına, kovuşturmanın makul özen ve hız içinde tamamlanarak ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasının gereği için Silivri 4. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Silivri 4. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2017/122) GÖNDERİLMESİNE,

D. Kararın bir örneğinin bilgi için Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına (Sorgu No: 2012/4517, E.2016/3039) GÖNDERİLMESİNE,

E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET ŞENOL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/16947)

 

Karar Tarihi: 22/2/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 21/3/2018-30367

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Ahmet ŞENOL

 

 

2. Ayhan ŞENOL

 

 

3. Emine ŞENOL

 

 

4. İbrahim ŞENOL

 

 

5. Kenan ŞENOL

 

 

6. Yasemin CANİKLİ

Vekili

:

Av. Halit BOSTANCI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, hükümlünün ceza infaz kurumu görevlilerince darbedilmesi, ellerine ve ayaklarına ters kelepçe takılı vaziyette bir odada tutulması ve bu olaylarla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağının; yaşamı korumak için gerekli tedbirlerin alınmaması sonucunda hükümlünün çoklu ilaç zehirlenmesi ve gelişen yeni sorunlar sebebiyle ölmesi ve bu ölümle ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/10/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu Emine Şenol'un oğlu, diğer başvurucuların kardeşi U.Ş., olay tarihinde çeşitli suçlardan aldığı kesinleşmiş mahkûmiyetler nedeniyle bir ayı aşkın süredir İzmir 3 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak tutulmaktadır.

10. Ceza İnfaz Kurumuna gelmeden önce koğuştaki yatakları yaktığı, kolunu jilet parçasıyla kesip diğer tutuklu ve hükümlüler için kötü örnek olduğu, infaz koruma memurlarına hakaret ve tehditte bulunduğu, infaz koruma memurlarına, hükümlülere ve tutuklulara karşı edep ve nezakete aykırı konuştuğu veya davranışlarda bulunduğu, Kurumda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylediği veya davranışta bulunduğu gerekçeleriyle U.Ş. hakkında Samsun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ve Bafra T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunca pek çok kez disiplin soruşturması yürütülmüş ve U.Ş.ye farklı tarihlerde kınama, bazı etkinliklerden alıkoyma, ziyaretçi kabulünden men ve hücreye koyma cezaları verilmiştir.

11. Ceza İnfaz Kurumu revirinde 11/7/2012, 18/7/2012 ve 9/8/2012 tarihlerinde muayene edilen U.Ş.ye ilk muayenede inkontinans (gaz çıkarma veya dışkılamayı kontrol yetisinin bozulması) ve alerjik rinit (burun mukozasında alerjen teması ile meydana gelen semptomatik bir hastalık), bir sonraki muayenede depresyon, miyalji (kaslarda oluşan ağrı) ile idrar yolu enfeksiyonu ve son muayenede üriner enfeksiyon teşhisi konmuştur. Yapılan muayenelerden sonra U.Ş.ye reçete edilen ilaçlardan biri, oksibutinin hidroklorür etken maddesi içeren bir ilaç olup U.Ş. bu ilaç ile yangı önleyici ve bu etkiye bağlı olarak ağrı kesici özelliğe sahip bir başka ilacı kaldığı koğuşta bulundurmuştur.

12. U.Ş. ile aynı koğuşta kalan tutuklu ve hükümlülerin 11/8/2012 tarihinde saat 02.10 sıralarında butona basıp yardım istemesi üzerine koğuşa giden infaz koruma memurları K.K., N.Ç., R.Ç. ve E.Ö. koğuşta tartışma yaşandığını görmüş; çabalasalar da koğuşta bulunan U.Ş.yi sakinleştirememiş ve bu nedenle U.Ş.yi koğuştan çıkarıp Başmemurluğa götürmüşlerdir. Tutuklu ve hükümlüler infaz koruma memurlarına U.Ş.nin fazla miktarda ilaç aldığını söylemişlerdir.

13. Başmemurlukta da saldırgan tavırlar sergilemesi üzerine U.Ş.nin ellerine tersten plastik kelepçe takılmış ve U.Ş. saat 03.04'te "süngerli oda" diye adlandırılan müşahede odasına yerleştirilmiştir. Burada U.Ş.nin ayaklarına da plastik kelepçe takılmıştır.

14. Ceza İnfaz Kurumunun Nöbetçi 2. Müdürü A.Ü.A, İnfaz Koruma Başmemuru H.D. ile infaz koruma memurları İ.B., E.K., H.Ö., M.G., M.T., E.T. ve İ.K. tarafından düzenlenen 11/8/2012 tarihli tutanağa göre sabah vardiyasında görevli infaz koruma memurları ile birlikte Ceza İnfaz Kurumunu kontrol eden 2. Müdür A.Ü.A., U.Ş.nin ellerinden ve ayaklarından plastik kelepçe ile bağlı vaziyette müşahede odasında tutulduğunu görmüştür. U.Ş.nin kelepçeleri çıkarılmış, U.Ş. sedye ile revire götürülmüş ve 112 Acil Servis saat 09.13, 09.26 ve 09.41'te aranmıştır. Tutanakta U.Ş.nin sedye ile revire götürülme sebebi belirtilmemiştir. Acil Servis ekibi09.49'da Ceza İnfaz Kurumuna gelmiştir. Yine tutanağa göre U.Ş. ile aynı koğuşta kalan tutuklu ve hükümlüler, oksibutinin hidroklorür etken maddesi içeren ilaç ile yangı önleyici ve bu etkiye bağlı olarak ağrı kesici özelliğe sahip bir başka ilaçtanfazlaca miktarda içip koğuştakilere rahatsızlık veren U.Ş.nin infaz koruma memurlarınca koğuştan götürüldüğünü ifade etmişlerdir. U.Ş.ye refakat eden infaz koruma memuru telefonla aranarak doktora bu konuda bilgi vermesi amacıyla infaz koruma memuruna tutuklu ve hükümlülerin söyledikleri de aktarılmıştır.

15. U.Ş., Ceza İnfaz Kurumu hekimince 11/8/2012 günü saat 09.55'te Aliağa Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Aliağa Devlet Hastanesi de yoğun bakım imkânı sağlanamayacağı gerekçesiyle saat 10.40'ta U.Ş.yi İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) sevk etmiştir.

16. Hastanece 11/8/2012 günü saat 13.10'da düzenlenen Adli Olgu Bildirim Formu'na; hastanın bilincinin kapalı olduğu, gözlerde ışık refleksinin olmadığı, her iki el bileğinde kesi, her iki ayak bileğinde abrazyon (sıyrık), ellerde ödem, sol göz altında ekimoz (morartı, göğerti) olduğu yazılmıştır.

17. Hastanece 11/8/2012 günü saat 16.30 sıralarında düzenlenen konsültasyon istemine ilişkin belgede, saldırgan davranışları nedeniyle yalıtılmış ortama alınan mahkûmun o sabah bilinci kapalı hâlde bulunduğu belirtilmiştir.

18. Hastane tarafından düzenlenen epikriz (dosya özeti) raporunda, tedavisi devam eden U.Ş.de 23.20'de kardiyak arrest (kalp durması) durumunun gerçekleştiği, kırk beş dakika süren CPR (kardiyopulmoner resüsitasyon=diriltme, canlandırma) sonrasında nabız alınamadığı hususlarına yer verilmiştir. Epikriz raporuna göre U.Ş. 12/8/2012 günü saat 00.05'te yaşamını yitirmiştir. Epikriz raporuna, ayrıca Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin önceki gece saat 02.00 sıralarında U.Ş.nin kırk tablet kadar oksibutinin hidroklorür etken maddesi içeren ilaç ile yangı önleyici ve bu etkiye bağlı olarak ağrı kesici özelliklere sahip bir başka ilacı aldığını belirttikleri yazılmıştır.

A. Ceza Soruşturması Süreci

19. Ölüm olayının bildirilmesi üzerine aynı gün İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açılmış ve nöbetçi Cumhuriyet savcısı tarafından bir adli tıp uzmanının da hazır bulunduğu ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Bu ölü muayene işleminde sol göz altında, sol burun kenarında ve sol yanakla burun arasında 2x1 cm boyutunda ekimozlar, her iki el bileğinde ve ayak bileğinde muhtemelen kelepçeye uyumlu laserasyon (yırtık), her iki kolda, her iki dizde, sağ göğüs üst kısımda muhtelif cildi ilgilendiren laserasyonlar ile her iki kolda ve göğüste çok sayıda eski kesi yaraları tespit edilmiştir.

20. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gerçekleştirilen ölü muayenesi sonrasında ceset, kesin ölüm sebebinin belirlenebilmesi için sistematik otopsi işlemi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığına (Grup Başkanlığı)gönderilmiştir.

21. Grup Başkanlığınca tanzim edilen histopatolojik (hastalıklı doku bilimiyle ilgili) incelemeye ilişkin 24/9/2012 tarihli raporda şu hususlara yer verilmiştir:

 "Beyin, Beyincik, Beyin sapı: T : Konjesyon. Kalp: T : Subepikardiyal ve komşu myokardiyal lifler arasında kanama alanları ile koroner arter çevresinde subepikardiyal yağ dokuda fokal kanama odağı mevcuttur. Koroner arterde kayda değer histopatolojik bulguya rastlanmamıstır. Akciğerler: T : Fokal pnömonik infiltrasyon odağı, intraalveolar kanama alanları, hemosiderin yüklü makrofajlar ve minimal ödem, antrakozis, akut alveolar şişme, bir alanda interlobular septadaki lenfatiklerde dilatasyon, konjesyon. Karaciğer: T : Kayda değer histopatolojik bulguya rastlanmadı. Böbrekler: T : Pelviste fokal kanama odakları, konjesyon. Deri: T : Cilde ait doku örneklerinde epidermis ve dermisi tam kata kadar tutan koagülasyon nekrozu alanı görülmektedir. Nekroze epidermisin bazı alanlarda subepidermal ayrışma gösterdiği dikkati çekmektedir. Nekroze epidermal hücreler ile dermisteki bazı deri eklerine ait hücrelerin sitoplazmalarında homojenizasyon, nüvelerinde uzama ve incelme dikkati çekmektedir. Üst ve derin dermiste kollojen dokuda homojenizasyon mevcuttur. Subkutan yağ dokuda kayda değer histopatolojik bulguya rastlanmamıştır. "

22. Başvurucu Emine Şenol 28/11/2012 tarihinde Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) başvurarak oğlunun ölümünün şüpheli olduğunu ve oğlunun öldürüldüğünü düşündüğünü bildirmiş, olayın yetkili makamlarca soruşturulmadığını iddia ederek gerekli incelemenin yapılmasını talep etmiştir.

23. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu Emine Şenol'a 21/12/2012 tarihli yazıyla soruşturma hakkında bilgi vermiştir.

24. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 21/12/2012 tarihinde yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) göndermiştir.

25. Grup Başkanlığının 12/3/2013 tarihinde düzenlediği otopsi raporunun ilgili bölümü şöyledir:

 "...

 Her iki kol ve ön kolda, her iki omuz önde ve göğüs ön yüzde çok sayıda, birbirine paralel eski kesi skarları gözlendi. Sol alt göz kapağında 1x3 cm ebadında mor renkli ekimoz, alt dudak sol kısımda mukozada 1 cm çaplı ekimozlu laserasyon, üst dudak orta kısımda 2 adet 0,5'er cm'lik, aralarında 0,5 cm bulunan sıyrık, alt dudak orta kısımda lx2 cm ebadında mor renkli ekimoz tespit edildi. Sol üst göz kapağında 0,2x2 cm ebadında mavimtırak renk değişimine uğramış ekimoz, sol gözün hemen medialinde, burun sol üst kısımda 0,5xl cm'lik mor renkli ekimoz, sol bunın kanadının 1 cm alt-lateralinde 1 cm çaplı, dairesel mor renkli ekimoz gözlendi. Boyun sol yanda ve subklavikular bölgede muhtemelen katater uygulanmasına bağlı ekimozlu pikür izleri, sternum üzerinde ve sol hemitoraks yan duvarda dikdörtgen şekilli defibrilator izleri görüldü. Sol kol alt lateralde "L" şeklinde, her bir kolu 2 cm uzunluğunda sıyrık ve bu sıyrığın 2 cm üzerinde 0,3x3 cm ebadında bir diğer sıyrık saptandı. Sağ dirsek iç büklümde, sağ ön kol üst ön yüzde 0,5-1 cm arasında değişen ebatta multipl ekimozlar tespit edildi. Sağ el bileği dorsalde lx10 cm ebadında hat şeklinde ekimozlu sıyrık, sol el bileği ön yüzde hat şeklinde ekimozlu sıyrık görüldü. Sağ skapulanın 15 cm altında lx3 cm'lik sıyrık, sol ayak bileğinde lx14 cm ebadında, ayak bileğini medial kısım haricinde çepeçevre dolanan, üzerinde enlemesine küçük paralel çizgiler şeklinde patern gözlenen sıyrık, sağ ayakbileğinde aynı nitelikte lx12 cm ebadında sıyrık saptandı. Sol diz kapağı üstte 1 cm çaplı, sağ diz medialinde aynı ebatta sıyrıklar, sol inguinal bölgede ekimozlu iğne izi tespit edildi. Boyun sağ yanda, göğüs ön yüzde, her iki kol, ön kol, el bileği ve el sırtında, sırtta skapular ve interskapular bölgelerde değişik şekiller ve yazılar şeklinde yesil-kırmızı renkli tatuajlar görüldü. Sağ ayak bileği iç malleolde 0,5 cm'lik, ayak sırtına doğru olan bölgede aynı ebatta sıyrıklar saptandı.

 ...

 SONUÇ

 ...

 1- Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; iç organlarda, midede ve mide içeriğinde yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda, aranan toksik maddelerden hiçbirinin bulunmadığı, kanda ve safrada aranan maddelerden kanda; benzydamine, lidocaine ve naproxen ve safrada; benzydamine ve lidocaine ilaç etken maddelerinin bulunduğu, kanda alkol (Etil-Metil) bulunmadığı,

 2-Kişinin ölüm nedeni hakkında, tüm adli tahkikat dosyası ve hastane evrak ve grafilerinin gönderilerek, (İstanbul) Adli Tıp Kurumu ilgili Ihtisas Dairesi'nden görüş alınmasının uygun olduğu kanaatini bildirir rapordur."

26. Başvurucu Emine Şenol 12/4/2013 tarihli dilekçe ile Cumhuriyet Başsavcılığından otopsi raporunun bir örneğini talep etmiştir. Otopsi raporunun bir örneği 28/5/2013 tarihli yazı ekinde başvurucu Emine Şenol'a gönderilmiştir.

27. Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca (1. İhtisas Kurulu) düzenlenen 17/4/2013 tarihli raporda, U.Ş.nin ölümünün çoklu ilaç intoksikasyonu (zehirlenme) ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. Raporun ilgili bölümü şöyledir:

 "...

 1-Otopsisinde dış muayenede ... tespit edildiği, tespit edilen lezyonların lokalizasyonları, özelikleri ve ağırlıkları ile iç muayenede kafatası kırıkları, kafa içi kanama, beyin doku harabiyeti, beyin kanaması, büyük damar ve iç organ yaralanması tariflenmediği dikkate alındığında kişinin travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı,

 2- ...[O]topsisinde iç organlarda tespit edilen makroskobik bulgular ile mikroskobisinde tespit edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde kişinin ölümünün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun kabulü gerektiği oybirliğiyle mütalaa olunur."

28. Ceza İnfaz Kurumunda çalışan K.K., N.Ç., O.A., R.Ç., E.Ö., M.H., S.H., M.B., E.K., İ.B. ve H.D. şüpheli sıfatıyla; M.T.Z. ise tanık sıfatıyla 12/7/2013 tarihinde Cumhuriyet savcısına ifade vermişlerdir. Olay tarihinde infaz koruma vardiya sorumlusu olarak görev yapan K.K.nın verdiği ifade şöyledir:

 "Olay günü C2 koğuşunu nöbetçisi başmemurluğa gelerek C2 koğuşunda sorun olduğunu bildirdi. Bunun üzerine görevli personel ile birlikte koğuşa gittik. Koğuş kapısını açıp içeriye girdiğimizde koğuşta bulunanların feryat figan hali vardı. Utku Şenol'un ilaç içip kendilerine saldırdığını söylediler. Mahkumlar sakinleştirilip sorunun kimden kaynaklandığı sorulduğunda Utku Şenol isimli hükümlüden kaynaklandığını belirttiler. Utku Şenol'a neden bu şekilde davrandığını sorduğumuzda benim onlarla bir sorunum yok dedi. Fakat yüzünde, gözünde görülen izlerden dolayı kendisine kavga edip etmediğini sorduk. Bunun üzerine Utku Şenol bize sinirlendi. Küfür ve hakaretler ederek ve bize tekme, yumruk atarak saldırmaya başladı. Bunun üzerine Utku Şenol hükümlülere zarar vermesinde diye önlem amaçlı koğuştan çıkarttık. Sonra onu başmemurluk odasına götürdük. Burada kendisine su içirdik, telkinler vererek sakinleşmesini sağladık. Tekrardan yüzündeki, gözündeki izleri kimin yaptığını sorduk. Kendisi bize kimseden şikayetçi olmadığını, kimsenin yapmadığını, koğuştaki kimse ile muhatap olmadığını söyledi. Bunun üzerine bizde koğuş kapısında bulunan koğuştaki mahkumların fotoğraflarını getirdik ve kendisine gösterdik. Yine bize hiç birinin kendisine zarar vermediğini, kimseden şikayetçi olmadığını söyledi. Sonra biz kendisine bizim kontrolümüzde verdiğimiz ilaçların dışında başak bir ilaç alıp almadığını sorduk. Almadığını beyan etti. Herhangi biri rahatsızlığının olup olmadığını, doktora gitmek isteyip istemediğini sorduk. O da istemediğini beyan etti. O başmemurluk odasındayken ben tekrar C2 koğuşuna gittim. Koğuştaki mahkumlara Utku Şenol ile kavga eden olup olmadığını sordum. Onlar da Utku'nun dolabı, duvarları, kapıları tekmelediğini yumrukladığını, kendilerine bağırıp çağırarak saldırdığını, olayın daha fazla büyümemesi için de bizi bu durumdan haberdar ettiklerini söylediler. Odadan çıkıp tekrar Utku Şenol'un bulunduğu başmemurluk odasına geldim. Ben odada yokken ilaç dağıtımından sorumlu Ö.F.A. isimli infaz koruma memuru arkadaşımız kendisinin vermiş olduğu ilaçlardan başka ilaç alıp almadığını sormuş, Utku Şenol almadığını söylemiş. Arkadaşımızın sorularına sinirlenen Utku Şenol memur arkadaşımıza saldırmış. Görevli memurlar da Utku Şenol 'u etkisiz hale getirip yere yatırmışlar. Yerde debelenirken kafasını yere çarpmaması için kafasının altına kitap koymuşlar. Bunun üzerine ben de cezaevi 1. Müdürü arayarak durumu izah ettim ve verilen talimat üzerine Utku Şenol'u müşahade odasına aldım. Sabaha kadar da Utku Şenol'un hem merkez kontrol odasında kamera ile hem de tüm memurlarca ve bizzat kendim kapısına giderek sürekli durumunu kontrol ettik. Sabah 8 sıralarında vardiya nöbetimizi gelen vardiyaya teslim ettik. Gelen vardiya başmemurlarına , müşahade odasında bulunan Utku Şenol'un durumunun kontrol edilmesini ve müdürleri uygun gördüğü takdirde müşahade odasından çıkarılmasını söyledim. Biz teslim edene kadar herhangi bir sağlık şikayeti yada bizden herhangi bir talebi olmamıştır. Ben Utku Şenol'a ne kadar doz ilaç verildiğini, hangi ilaçların verildiğini, yada ilaçların isimlerini hiç bir şekilde bilmiyorum. Zaten ben ilaçla ilgili de görevli birimde değilim. Ayrıca Utku Şenol'un cezaevinde daha önceden de birçok olayları ile ilgili saldırganlık yaptığına dair belgeler mevcuttur. Bunları da ekte Sayın Savcılığınıza sunuyorum. Ayrıca yine gitmiş olduğu doktorlara yazdırmış olduğu ilaçları bizim insiyatifimiz dışında aldığına dair belgeler de mevcuttur. Bunları da ekte sunuyorum. Kurumumuzda mahkumlara kas gevşetici, uyku ilaçları, psikolojik tedavilerde kullanılan ilaçlar vb. şeklindeki ilaçları bizim gözetimimizde verilir. Ancak ekte belirtilen böbrek ilacı vb. ilaçlar kendilerinde kalır. Bu ilaçların da 1 kutusunda 100 adet bulunmaktadır. Olayla ilgili hiç bir ilgim yoktur. Ben üzerime suçlamaların hiç birini bu nedenlerden dolayı kesinlikle kabul etmiyorum."

İnfaz koruma memurları N.Ç., O.A., R.Ç. ve E.Ö.; K.K. ile aynı yönde beyanda bulunmuştur.

Ö.F.A.nın verdiği ifadenin ilgili bölümü şöyledir:

 "Olay gününde mahkumlara akşam hatırladığım kadarıyla 9:00-9:30 sıralarında 1 adet Gamaflex isimli ilacı memur gözetiminde ve denetimimiz altında kendisine içirdik ve takip ettik. Ben ilaç dağıtımından sonra görev yerim olan mahkum kabul birimime döndüm. Mahkum kabul de iş yoğunluğu olmadığı için akşam saatlerinde arkadaşlarıma yardım etmeye gidiyorum. Sağ koridorda duyduğum sesler üzerine sağ kısım tarafına yöneldim. Daha sonra başmemurluk denilen yerde hükümlü Utku Şenol'u ayakta gördüm. Kendisinin saldırgan tavırlar içerisinde olduğunu gördüğüm için kendisine ilaç içip içmediğini sordum. Bunun üzerine bana sinirlenerek benim üzerime yürüdü. Bana vurmaya çalıştı. Arkadaşlarım müdahale etti. Bunun üzerine ben odadan çıktım. Ben Utku Şenol'a sadece benim görevim olan 1 adet Gamaflex isimli ilacı verdim. Onun haricinde kendisine kesinlikle bir ilaç vermedim. Vermem söz konusu değildir. Ben Utku Şenol'a ne kadar doz ilaç verildiğini, hangi ilaçların verildiğini, yada ilaçların isimlerini hiç bir şekilde bilmiyorum. Zaten ben ilaçla ilgili de görevli birimde değilim. Bununla ilgili birim revirdir. Ayrıca kurumumuzda mahkumlara kas gevşetici, uyku ilaçları, psikolojik tedavilerde kullanılan ilaçlar vb. şeklindeki ilaçları bizlerin gözetiminde yani revir bölümündeki arkadaşlarımız tarafından verilir. Ancakböbrek ilacı vb. ilaçlar kendilerinde kalır... "

M.H.; butona basılarak U.Ş.nin kaldığı koğuşta sorun olduğunun bildirilmesi üzerine söz konusu koğuşa gittiklerini, U.Ş.nin Başmemurluk odasına getirildiğini, elleri ve yüzünün yıkandığını, U.Ş.nin kimsenin kendisine zarar vermediğini söylediğini, Ö.F.A.nın ilaç içip içmediğini sorması üzerine U.Ş.nin ona saldırdığını, durumun 1. müdüre bildirildiğini ve İnfaz Koruma Memuru K.K.nın talimatı üzerine U.Ş.nin müşahede odasına alındığını ifade etmiştir. Aynı tarihte dinlenen İnfaz Koruma Memuru S.H. de aynı yönde beyanda bulunmuştur.

İnfaz Koruma Memuru M.B. verdiği ifadede; U.Ş.nin Başmemurlukta görevli personele saldırmasından sonra K.K.nın durumu 1. müdüre bildirdiğini, sakinleşmemesi ve agresif tavırlarını sürdürmesi üzerine K.K.nın ve müdürün bilgileri dâhilinde kelepçe takılan U.Ş.nin süngerli odaya alındığını, vardiya bitimine kadar U.Ş.yi sık sık kontrol ettiğini, kapıya vurup U.Ş.nin tepkilerini ölçtüğünü beyan etmiştir.

11/8/2012 günü sabah vardiyasında görevli infaz koruma memurları olan E.K. ve İ.B. ifadelerinde; müşahede odasında bir mahkûm bulunduğunun bildirilmesi üzerine müşahede odasını M.G. ile kontrol ettiklerini, U.Ş.nin nefes alıp verdiğini gördüklerini, daha sonra başmemur ile birlikte U.Ş.nin yanına gidip onu kontrol ettiklerini, müdür geldikten sonra U.Ş.yi müşahede odasından çıkardıklarını, durumunun iyi olmadığını fark edip 112 Acil Servisi aradıklarını, Acil Servis ekibinin U.Ş.yi Aliağa Devlet Hastanesine götürdüğünü söylemişlerdir.

11/8/2012 günü sabah vardiyasında görevli İnfaz Koruma Başmemuru H.D. ise devraldığı vardiyanın sorumlusu olan K.K.nın U.Ş.nin kendilerine saldırdığını, biraz da hap içtiğini, U.Ş.yi tedbiren müşahede odasına koyduklarını söylediğini, U.Ş.yi kontrol ettirdiğini, Ceza İnfaz Kurumunun nöbetçi 2. müdürü gelince gece yaşanan olayı ona bildirdiğini, birlikte müşahede odasına gittiklerini, U.Ş.nin durumunun pek iyi olmadığını, hâlsiz olduğunu ve çok kısık bir sesle konuştuğunu, hemen 112 Acil Servis'i çağırarak U.Ş.nin Aliağa Devlet Hastanesine sevk edilmesini sağladıklarını beyan etmiştir.

İzmir 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan Hekim M.T.Z. ise tanık sıfatıyla verdiği ifadede; görevli doktorun izinli olması nedeniyle olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda görevli olduğunu, U.Ş.nin ölümünden iki üç gün önce idrarını yaparken ağrısı olduğu şikâyetiyle geldiğini, şikâyetin giderilmesi için ilaçlar yazdığını ifade etmiştir.

29. Cumhuriyet savcısı24/4/2014 ve 25/2/2014 tarihlerinde, olay tarihinde U.Ş. ile aynı koğuşta kalan T.S., N.Ö. ve M.T.nin tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının Ceza İnfaz Kurumuna yazdığı 20/2/2014 tarihli yazıdan U.Ş. ile aynı koğuşta kalan ve ifadeleri alınmayan başka tutuklu ve hükümlülerin de olduğu anlaşılmıştır.

 T.S.; kırmızı ve yeşil reçeteli ilaçların U.Ş.ye görevli memurlar gözetiminde verildiğini, U.Ş.nin dolabında kendisine ait başka ilaçlar da olduğunu, U.Ş.nin ilaç içmek amacıyla sürekli revire gittiğini, onun ilaçları biriktirme alışkanlığı olmadığını, 10/8/2012 tarihinde U.Ş.ye görevlilerce verilen ilaç kutusunun içinde yüz adet ilaç bulunduğunu, U.Ş.nin 11/8/2012 günü saat 03.00 sıralarında ilaçların etkisinde kalarak dolaplara vurduğunu ve bağırıp çağırdığını, uyuyamadıkları için butona bastıklarını, görevlilerin U.Ş.yi koğuştan çıkardıklarını, bu sırada U.Ş.nin zorluk çıkardığını ve bir görevlinin ayağına vurduğunu söylemiştir.

 N.Ö.; U.Ş.ye ölmeden bir iki gün önce ilaç verildiğini, ilaçların idare gözetiminde saatli olarak verildiğini, U.Ş.nin ilaçları karıştırarak içtiğini ifade etmiş ve T.S. ile aynı yönde beyanda bulunmuştur.

 M.T., ilaçların görevlilerce U.Ş.ye verildiğini, U.Ş.nin verilen ilaçları iki saat içinde içip huzursuzluk çıkardığını, durumu görevlilere haber verdiklerini, görevliler U.Ş.yi koğuştan çıkarırken onun zorluk çıkarıp bir görevliye tekme attığını ifade etmiştir.

30. Cumhuriyet savcısı, U.Ş.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. 27/2/2014 tarihli bu kararın ilgili bölümü şöyledir:

 "Her ne kadar ölen Utku Şenol'un 06.07.2012 tarihinde Bafra T Tipi Kapalı Ceza infaz kurumundan jiletle tehdit, memura fiili mukavemet, koğuş yakma gibi eylemlerinden dolayı hakkında verilen disiplin cezaları nedeniyle İzmir 3 nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği, ölen Utku Şenol'un sağlık sorunları nedeniyle kendisine verilen ilaçların etkisinde kalarak 11.08.2012 tarihinde kalmış olduğu C-2 koğuşunda sorun çıkarması üzerine görevli İnfaz Koruma Memurlarının müdahale ederek Utku Şenol'u A-9 numaralı tekli odaya aldıkları, daha sonrasında Utku Şenol'un rahatsızlanması üzerine hastaneye sevk edildiği, kaldırılmış olduğu İzmir Katip Çelebi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde vefat ettiği olayla ilgili olarak soruşturma başlatılmış ise de ;

 Söz konusu ölen Utku Şenol hakkında düzenlenmiş olan Adli Tıp Kurumu raporları doğrultusunda ölümünün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği, Utku Şenol'a verilen ilaçlarla ilgili İzmir 3 Nolu T T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yazılan müzekkere cevabında; ölen Utku Şenol 'un sergual, tantun tablet, uropan tablet, otrivine (sprey ) ve Gamaflex ismindeki ilaçları kullandığı, bu ilaçların ölen U.Ş.ye Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 12.02.2009 tarih ve B-03.0.CTE.0.00.27.00/217/15035 sayılı yazısına istinaden oda ve koğuşlara verilmekte, oda koğuşlara verilmesi uygun olmayan ilaçların ise memur eşliğinde içirilmek suretiyle tek olarak verildiği, dolayısıyla İzmir 3 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundaki görevlilerin Utku Şenol'un ölümüne neden olduğu konusunda somut ve inandırıcı bir delilin bulunmadığı tüm dosya kapsamından anlaşılmakla,

 Şüphelilerin atılı suçu işledikleri hususunda yeterli şüphe oluşturacak bir delil elde edilemediğinden , kamu adına kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına... karar verildi."

31. Başvurucular; tıbbi belge ve raporlara göre U.Ş.nin ölmeden önce ağır şekilde darbedildiğini, ters kelepçe ve ayağa kelepçe uygulanarak işkence ve kötü muameleye maruz bırakıldığını, U.Ş.nin görevlilere saldırdığına dair iddiaların gerçeği yansıtmadığını, U.Ş.nin gece 02.00 sıralarında kırk kadar ilaç içtiği bilindiği hâlde hareketsiz kalındığını, U.Ş.nin mide içeriğinde ilaç etken maddesi çıkmadığına göre ilacın enjeksiyonla verildiğini, bu yönden bir araştırma yapılmadığını, infaz koruma memurları ve U.Ş. ile aynı koğuşta kalanların ifadelerinde U.Ş.nin yüzü ve gözündeki kızarıklıklardan söz edildiğini, bu durumda harici muayenede tespit edilen bulguların başmemurluklarda meydana geldiğini, kırk tane ilaç aldığı bilinmesine rağmen doktora haber verilmemesi ve hastaneye sevk edilmemesi hususlarında herhangi bir inceleme yapılmadığını, U.Ş.nin müşahede odasında kontrol edilmediğini iddia ederek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmişlerdir.

32. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesi 14/7/2014 tarihinde itirazı reddetmiştir.

33. Nihai karar, başvurucular tarafından 19/9/2014 tarihinde öğrenilmiş olup yasal süresi içinde -20/10/2014 tarihinde- bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. Disiplin Soruşturması Süreci

34. U.Ş.nin ölümü üzerine Ceza İnfaz Kurumunca bir disiplin soruşturması başlatılmış ve infaz koruma memurları K.K., R.Ç., M.B., E.Ö., N.Ç., E.K., M.G., İ.B., O.A., U.E., S.H., M.H., M.S., Ö.F.A., H.B., K.M., C.G. ve C.S.nin, İnfaz Koruma Başmemuru H.D.nin, Aile Hekimi M.T.Z.nin, tutuklu ve hükümlüler H.S., N.Ö., T.S.,İ.T., M.A., H.K., M.T., T.B.K.nın ifadelerine başvurulmuştur.

İnfaz Koruma Başmemuru ve Memurlarının İfadeleri

H.D., ceza soruşturmasında verdiği ifadeyle benzer yönde ifade vermiştir.

Ceza soruşturma kapsamında verdiği ifadeyle benzer yönde ifade veren K.K. ilaveten U.Ş. ile aynı koğuşta kalanların sürekli ilaç kullanıp kendini kaybettiğinden bahisle U.Ş.nin koğuştan alınmasını talep ettiklerini, U.Ş.nin fazladan ilaç içmediğini ve hastaneye gitmek istemediğini beyan ettiğini, kendisine ve başkasına zarar vermemesi için U.Ş.nin ellerine ve ayaklarına plastik kelepçe bağladığını, vardiya değişimi sırasında rahatlasın diye U.Ş.nin ayaklarındaki kelepçenin çıkarılmasını istediğini ifade etmiştir.

R.Ç., butona basılarak yardım istenmesi üzerine gittikleri C/2 koğuşundakilerin U.Ş.nin fazla ilaç içtiğini söylediklerini, U.Ş.nin dolabında boş ilaç şişesi bulduklarını, plastik kelepçe bulunmaması ve süngerli odada başkasının bulunması nedeniyle U.Ş.nin bir süre Başmemurlukta bekletildiğini, daha sonra plastik kelepçeyle kelepçelenerek süngerli odaya konulduğunu söylemiştir.

M.B., U.Ş.nin aldığı ilaçlardan ve boş ilaç şişesinden söz etmemiş; bunun dışında R.Ç. ile benzer yönde ifadede bulunmuştur.

E.Ö., O.A. ve N.Ç, K.K. ile benzer yönde ifade vermiş; süngerli odada kendini sağa sola vurması nedeniyle K.K.nın U.Ş.nin ayaklarına plastik kelepçe taktığını beyan etmişlerdir.

E.K.; 11/8/2012 günü sabah vardiyasında görevli olduğunu, sabah sayımında süngerli odayı M.G. ve İ.B. ile birlikte kontrol ettiklerini, U.Ş.nin uyuduğunu ve nefes alıp verdiğini gördüklerini, daha sonra nöbetçi müdürle birlikte süngerli odaya gidip kelepçeleri kestiklerini ve 112 Acil Servisi aradıklarını söylemiştir.

M.G. ve İ.B.; sabah vardiyasında U.Ş.yi E.K. ve İ.B. ile birlikte kontrol ettiklerini, U.Ş.nin uyuduğunu ve nefes alıp verdiğini beyan etmişledir.

U.E.; olay günü kameralarla olay anını izlediğini, süngerli odada U.Ş.nin kelepçeleri açmaya çalışıp sonra uyuduğunu, herhangi bir olumsuz durum olmadığı için kimseye haber vermediğini beyan etmiştir.

C.S. ifadesinde; butona basılması üzerine gittikleri C/2 koğuşundaki tutuklu ve hükümlülerin U.Ş.nin fazla miktarda ilaç içtiğini ve bu nedenle saldırdığını söylediklerini, U.Ş.nin ise bir tane ilaç içtiğini beyan ettiğini söylemiştir.

K.M.; C.S. ile aynı yönde beyanda bulunmuş; ilave olarak kendisine ve başkasına zarar vermesini engellemek amacıyla U.Ş.nin ellerine ve ayaklarına plastik kelepçe takıp onu süngerli odaya bıraktıklarını ve sık sık kontrol ettiklerini ifade etmiştir.

S.H.; sabah 06.30-07.00 sıralarında vardiya sorumlusu ile birlikte süngerli odaya gittiklerini, U.Ş.nin iyi olduğunu söylediğini beyan etmiştir. M.H. de saat 06.30-07.00 sıralarında U.Ş.ye K.K.nın "Nasılsın, iyi misin?" gibi sorular sorduğunu gördüğünü beyan etmiştir.

Ö.F.A.; U.Ş.nin kendisine tekme savurduğunu ve eliyle vurmaya çalıştığını, U.Ş.yi elleri arkadan bağlı hâlde süngerli odaya götürülürken gördüğünü söylemiştir.

H.B.; C/2 koğuşunda U.Ş.nin K.K.ya tekme atığını, agresif tavırlar sergilediğini ifade etmiştir.

C.G.nin ifadelerinden, U.Ş.nin C/2 koğuşundan alınmasına, U.Ş.nin ellerine ve ayaklarına kelepçe takılmasına ve U.Ş.nin süngerli odaya alınmasına dair bilgisinin olmadığı anlaşılmıştır.

M.S.; olaya şahit olmadığını ifade etmiştir.

Kurum Hekiminin İfadesi

M.T.Z., hastalığına istinaden U.Ş.ye ilaç reçete ettiğini söylemiştir.

Tutuklu ve Hükümlülerin İfadeleri

H.S.; olay günü saat 01.30 sıralarında U.Ş.nin ilaçların etkisiyle kendi kendine konuştuğunu, küfrettiğini, dolap kapağını çarpıp ranzaya elini vurduğunu, bu sebeple T.S. ve U.Ş.nin tartıştığını, araya diğer tutuklu ve hükümlülerin girdiğini, sakinleştirmek amacıyla U.Ş.nin kafasının soğuk suyla yıkandığını, U.Ş.nin T.S.den koğuştan gitmesini istediğini, bunun üzerine butona basıp görevlilerden yardım istediklerini beyan etmiştir. Ayrıca H.S.; U.Ş.nin görevlileri dinlemediğini ve bir görevliye tekme attığını, görevlilerin fiziki müdahalede bulunmadan U.Ş.yi koğuştan çıkardıklarını söylemiştir. H.S. son olarak U.Ş.nin reçete edilen ilaçları parça parça alarak aynı gün içinde bitirdiğini, U.Ş.nin yüzünde iki tane kızarıklık bulunduğunu, göz altındaki kızarıklığın T.S. ile U.Ş. arasındaki tartışmayı önlemek için araya girildiği sırada meydana gelmiş olabileceğini, diğer kızarıklığın ise sivilceden kaynaklanabileceğini ifade etmiştir.

N.Ö.; T.S ve U.Ş.nin tartışmaları üzerine araya girdiklerini, tartışmadan sonra U.Ş.nin gözünün altında ve yüzünde hafif çizikler olduğunu ancak T.S. ile U.Ş.nin birbirlerine vurduğunu görmediğini, U.Ş.nin söylediklerinin anlaşılmadığını, vücudunun ateş gibi yanması nedeniyle U.Ş.nin kafasını soğuk suyla yıkadıklarını, dolabındaki hapları da içmesin diye çöpe attıklarını, U.Ş.nin küfürlü konuşması nedeniyle butona basıp yardım istediklerini beyan etmiştir. N.Ö.; M.A.nın infaz koruma memurlarından koğuştan U.Ş.nin alınmasını istediğini, U.Ş.nin koğuştan çıkmak istemediğini ve bir personele tekme attığını, koğuştan çıkarılırken U.Ş.ye fiziki müdahalede bulunulmadığını söylemiştir.

T.S.; olay günü saat 01.00-02.00 sıralarında kendi kendine konuşup küfretmesi nedeniyle U.Ş.yi uyardıklarını, U.Ş.nin dolabından on beş dakikada bir avcuna koyduğu ilaçları içtiğini, uyarılardan anlamaması üzerine butona basarak görevlileri çağırdıklarını, U.Ş.nin görevlilere küfrettiğini ve bir görevliye tekme attığını, U.Ş.nin koğuştaki kimseyle kavga etmediğini, görevlilerin kollarından tutarak U.Ş.yi koğuştan çıkardıklarını, U.Ş.nin gözünün altında sürekli iki kızarıklık olduğunu ifade etmiştir.

H.S., N.Ö. ve T.S. ile benzer yönde beyanda bulunan İ.T. ilave olarak U.Ş.nin ilaçları karıştırarak aralıklarla üçer beşer yuttuğunu, 00.30-01.00 sıralarında içmesin diye U.Ş.ye ait on on beş ilacı çöpe attığını, butona basılması üzerine gelen görevlilere U.Ş.nin akşamdan beriilaç aldığını ve ilaçlar nedeniyle o hâlde olduğunu söylediğini ifade etmiştir.

M.A. ifadesinde, U.Ş.nin olay günü saat 00.30-01.00 sıralarında avcuna aldığı bir miktar hapı içtiğini beyan etmiştir.

H.K. de U.Ş.nin kendisine verilen ilaçların bir miktarını avcuna alıp içtiğini, daha sonra sinirli hareketler yapmaya başladığını söylemiştir.

M.T.; Ceza İnfaz Kurumuna ilk geldiğinde U.Ş.nin gözünün altında hafif bir morarmanın mevcut olduğunu, U.Ş.nin hap bağımlısı olduğunu, bir keresinde otuza yakın hapı tek seferde içtiğini beyan etmiştir.

T.B.K., H.S. ile benzer yönde ifade vermiş ancak U.Ş.nin yüzündeki kızarıklıklardan bahsetmemiştir.

35. Yürütülen soruşturma 5/3/2013 tarihinde sonuçlandırılmış; saat 03.09'da müşahede odasına girilerek 03.20, 03.31, 04.03 ve 04.32'de camdan bakılarak, 05.06 ve 05.34'te mazgaldan U.Ş. ile konuşularak, 05.58'de camdan bakılarak, 06.12'de mazgal açılarak, 07.15, 07.17, 07.37 ve 08.23'te camdan bakılarak U.Ş.nin bilinci infaz koruma memurlarınca kontrol edildiği belirtilerek "E.Ö.nün herhangi bir kusurunun bulunmadığı ve görevlerini yerine getirdiği, K.K. ve N.Ç.nin disiplin suçu işlemediği ve M.B. ile R.Ç.nin herhangi bir ihmalinin olmadığı" gerekçeleriyle disiplin cezası ile cezalandırılmalarına yer olmadığına karar verilmiştir.

C. Tam Yargı Davası İle İlgili Süreç

36. Başvurucular, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptıkları itirazda dile getirdikleri hususları (bkz. § 31) öne sürerek hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla Bakanlık aleyhine İzmir 3. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde tam yargı davası açmışlardır.

37. İdare Mahkemesi, hizmet kusuru bulunup bulunmadığı konusunda 1. İhtisas Kurulundan rapor almıştır. 11/3/2015 tarihli raporun ilgili bölümü şöyledir:

 "...[K]işinin ölümünün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun kabulü gerektiği,

 4-Adli dosyada kayıtlı bilgilerde kişinin İzmir 3 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olduğu, 11/08/2012 günü saat 02:00 sıralarında koğuş butonuna basılması üzerine C2 koğuşuna gidildiği, koğuşta kalanların kişinin aldığı ilaçlardan kendini sağa sola vurduğunu sürekli küfür ettiğini söyledikleri, koğuştan alınmasını istedikleri, görevli memurların içeri girerek kişinin dolabını aradıkları, dolabında buldukları ilaçları çöpe attıkları, sonra kişiyi vardiya baş memurluğuna götürdükleri, orada da sakinleşmemesi üzerine kendisine ve çevresine zarar vermemesi için ellerine ve ayaklarına kelepçe takarak saat 03:04’de yumuşak odaya görevli personeller ile birlikte konulduğu, 03:09’da içeri girilerek, 03:20’de blok sorumlusu N.Ç. tarafından camdan bakılmak suretiyle, 03:3l’de Blok nöbetçisi O.A. tarafından camdan bakılmak suretiyle, 04:03’de O.A. camdan bakılmak suretiyle, 04:32’de koğuş nöbetçisi M.B. tarafından, 05:06’da S.D. tarafından 05:34’de mazgaldan Utku Şenol ile konuşularak bilincinin açık olup olmadığı kontrol edilmiş, 05:58’de yine camdan bakılarak, 06:12’de mazgal açılarak bilicinin kontrol edildiği, 07:15-07:17-07:37-08:23’de camdan bakılarak kontrol edildiği, 09:06’da nöbetçi müdür tarafından kontrol edildiği 09:13’de yumuşak odadan çıkarıldığı, 09:18’de sevk edilmek üzere mahkum kabule getirildiği, 09:47’de 112 Acil Servisin geldiği, 09:59’da Acil Servis görevlilerine teslim edildiği, hastanede yapılan müdahalelere rağmen 12.08.2012 günü saat 00:05 te öldüğü, İzmir 3 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü nün24.6.2013 tarihli yazısında; Kapalı ceza infaz kurumunda ilaç dağıtımının Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 12/02/2009 tarih ve B.03.0.CTE.0.00.27.00 /217/15035 sayılı yazısına istinaden oda ve koğuşlara verilmekte; oda ve koğuşlara verilmesi uygun olmayan (yeşil reçete, anti depresanlar vb.) ilaçların ise memur eşliğinde içilmek sureti ile hükümlü/tutukluya verilmekte olduğu ve Uropan tablet (oksibutinin etken maddesi) isimli ilacın “oda ve koğuşuna verilmekte olduğu”nun kayıtlı olduğu, bununla birlikte Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 12/02/2009 tarih ve B.03.0.CTE.0.00.27.00 /217/15035 sayılı yazısı içeriğinde; ”Aşağıda belirtilen ilaçlar hiçbir şekilde koğuşlarda bulundurulmayacaktır: …………f)Santral miyorolaksan içerikli ilaçlar, (Phenprobamat etken madde içerikli ilaçlar vs) ve antikolinerjik ilaçlar,(Oksibutinin Hidroklorür etken madde içerikli ilaçlar vs) (sürekli veya süreli ilaç kullanım kartı verilmez, yalnız kronik hastalar, raporlu hastalar, kullanması hayati önem arz eden hastalığı olanlarda hafta içi 2 günlük doz ve hafta sonu için 3 günlük doz ilacını yanında bulundurabilir)” kayıtlı olduğu cihetle Oksibutinin Hidroklorür etken maddesini içeren “Uropan tablet” in “oda ve koğuşuna verilmesinin” uygun olmadığı, bununla birlikte kişinin Uropan tablet isimli ilacı almış olduğunun kabulü halinde dahi kişinin ölümünün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu dikkate alındığında ilacı almış olmasının ölüm üzerinde ne düzeyde etkisinin olduğunun bilinemediği, kişinin rahatsızlanmasından itibaren yapılan diğer tıbbi uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu oy birliği ile mütalaa olunur. "

38. İdare Mahkemesi 30/11/2015 tarihinde, maddi tazminat taleplerinin reddine; manevi tazminat taleplerinin ise hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle kısmen kabulüne karar vermiştir. Söz konusu kararın ilgili bölümü şöyledir:

 "...Dosyada bulunan soruşturma raporu, ceza soruşturması sonucu verilen karar, bilirkişi raporu ile diğer tüm bilgi ve belgelerin incelenmesi ve değerlendirilmesinden; uyuşmazlık konusu ölüm olayının çoklu ilaç intoksikasyonu (zehirlenme) ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu, yukarıda belirtilen bilirkişi raporunda, oda ve koğuşuna verilmesi uygun olmayan ancak bu kurala rağmen davacıya cezaevi idaresi tarafından verilen Uropan tablet (oksibutinin etken maddesi) isimli ilacın davacıya verildiği, bu ilacı almış olduğunun kabulü halinde dahi ölümün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu dikkate alındığında ilacı almış olmasının ölüm üzerinde ne düzeyde etkisinin olduğunun bilinemediğinin belirtildiği, bunun haricinde ölüm olayı ile nedensellik bağı kurulabilecek davalı idareye atfedilebilecek başka bir durumun saptanamadığı anlaşıldığından, maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

 Manevi tazminat talebi bakımından yapılan incelemede:

 Yukarıda belirtilen bilirkişi raporunda, oda ve koğuşuna verilmesi uygun olmayan ancak bu kurala rağmen davacıya cezaevi idaresi tarafından verilen Uropan tablet (oksibutinin etken maddesi) isimli ilacın davacıya verildiğinin saptandığı, olay nedeniyle cezaevi nöbetçi müdürü ve görevli infaz koruma memurları tarafından tutulan 11/8/2012 tarihli tutanakta, yer alan "...olayla ilgili olarak odada bulunan diğer hükümlü / tutuklular dinlendi. Hükümlü Utku Şenol'un idarenin kendisine verdiği ilaçlardan (Üropan - Tantum) fazlaca miktarda içtiğini koğuşta bulunanlara rahatsızlık verdiğini ve kendilerinin de butona basarak görevli memurlara haber verdiklerini söylediler..." ibareleri dikkate alındığında, koğuşa müdahale sırasında Utku Şenol'un idarenin kendisine verdiği ilaçlardan (Üropan - Tantum) fazlaca miktarda içtiğininin öğrenildiği ancak buna rağmen bu durum ile ilgili olarak değerlendirme yapılmadığı ve kişinin durumunun kötüleşmesi sonucu sabah 09:00 sıralarında hastaneye sevkine kadar tıbbi müdahalede bulunulmadığı, bu durum ile ilgili olarak olay sırasında değerlendirme yapılmamasının ve tıbbi müdahalede bulunulmamasının Utku Şenol'un beyanları ve fiziki durumunun iyi olduğu değerlendirmesine dayandığının ifadelerde belirtildiği anlaşılmaktadır. Olayda, oda ve koğuşa verilmesi uygun olmayan ancak bu kurala rağmen Utku Şenol'a cezaevi idaresi tarafından verilen Uropan tablet (oksibutinin etken maddesi) isimli ilacın kişiye verilmesi ve olay sırasında söz konusu ilacı kişinin fazlaca miktarda içtiğinin cezaevi yetkililerine bildirilmesine rağmen bu konuda müdahalede bulunulmaması nedeniyle hizmetin kusurlu işlediği sonucuna varılmıştır. Yukarıda belirtilen bilirkişi raporunda, kişinin ilacı almış olduğunun kabulü halinde dahi ölümün çoklu ilaç intoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu dikkate alındığında ilacı almış olmasının ölüm üzerinde ne düzeyde etkisinin olduğunun bilinemediğinin belirtilmesi nedeniyle söz konusu kusurlu durumlar ile ölüm olayı arasında nedensellik bağının saptanamadığı ancak, bu kusurlu durumun tek başına davacıların elem ve üzüntüsüne neden olacağı sonucuna varıldığından, söz konusu tespit edilen hizmet kusuru nedeniyle davacılara manevi tazminat ödenmesi gerekmektedir.

 ...

 Davanın, manevi tazminat talebine ilişkin kısmının kısmen kabulüne ve kısmen reddine, müteveffa Utku Şenol'un annesi davacı Emine Şenol için 10.000,00-TL, kardeşi davacı Ahmet Şenol için 5.000,00 TL, kardeşi davacı Ayhan Şenol için 5.000,00 TL, kardeşi davacı Yasemin Canikli için 5.000,00 TL, kardeşi davacı Kenan Şenol için 5.000,00 TL, kardeşi davacı İbrahim Şenol için 5.000,00 TL manevi tazminatın, tazminat talebi ile ilgili olarak idareye yapılan başvuru tarihi olan 07/08/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat taleplerinin reddine... oybirliğiyle karar verildi."

39. İdare Mahkemesince verilen karar, hem başvurucularca hem de Bakanlıkça temyiz edilmiş; Danıştay tarafından temyiz talepleri hakkında henüz karar verilmemiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

40. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 "(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) (Ek fıkra: 31/03/2005 - 5328 S.K./4.mad) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

 ...

 d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

 ...

 İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

41. 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle öldürme" kenar başlıklı 85. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

42. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

 "Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

43. 5237 sayılı Kanun'un "Görevi kötüye kullanma" kenar başlıklı 257. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 "(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) menfaat, sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) altı aydan iki yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) menfaat, sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

44. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 "(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

45. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Yönetim tarafından alınabilecek tedbirler" kenar başlıklı 49. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Kurumun düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddî tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanunda açıkça belirtilmeyen diğer tedbirler de alınır. Tedbirlerin uygulanması, disiplin cezasının verilmesine engel olmaz."

46. 5275 sayılı Kanun'un "Zorlayıcı araçların kullanılması" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar;

a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,

b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle,

c)Diğer kontrol usûllerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,

kullanılabilir."

47. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:

"Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir."

48. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavisi” kenar başlıklı 78. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır."

49. 5275 sayılı Kanun’un “Sağlık denetimi” kenar başlıklı 79. maddesi şöyledir:

"Kurum hekimi, kurumu ayda en az bir kez denetleyerek genel ve özel önlem alınması gereken hastalıklar ile kurumda sağlık koşulları yönünden alınması gereken önerileri içeren bir rapor düzenler ve kurum yönetimine verir."

50. 5275 sayılı Kanun’un “Hastaneye sevk” kenar başlıklı 80. maddesi şöyledir:

"Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir."

51. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) 22. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 "(8) İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz."

52. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderdiği "hükümlü-tutuklu hastaların ilaçları hakkında" konulu 12/2/2009 tarihli ve B.03.0.CTE.0.00.27.00/217/15035 sayılı yazının ilgili kısımları şöyledir:

 "...

 Aşağıda belirtilen ilaçlar hiçbir şekilde koğuşlarda bulundurulmayacaktır:

 ...

 f) Santral miyorolaksan içerikli ilaçlar, (Phenprobamat etken madde içerikli ilaçlar vs) ve antikolinerjik ilaçlar, (Oksibutinin Hidroklorür etken madde içerikli ilaçlar vs) (sürekli veya süreli ilaç kullanım kartı verilmez, yalnız kronik hastalar, raporlu hastalar, kullanması hayati önem arz eden hastalığı olanlarda hafta içi 2 günlük doz ve hafta sonu için 3 günlük doz ilacını yanında bulundurabilir)..."

B. Uluslararası Hukuk

53. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

54. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası, devletin, kasıtlı olarak ve kanuna aykırı şekilde kişinin yaşamına son verilmesinden kaçınılması gereğinin yanı sıra yargı yetkisi dâhilindeki kişilerin hayatlarını güvence altına almak amacıyla uygun adımlar atmasını öngörmektedir (L.C.B/Birleşik Krallık, B. No: 14/1997/798/1001, 9/6/1998, § 36).

55. AİHM; 2. maddeye ilişkin pozitif yükümlülük kuralının yaşam hakkının tehlikede bulunduğu, kamusal olan veya olmayan herhangi bir eylemin gerçekleşmesi durumunda uygulanması gerektiğini belirtmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar dikkate alınarak yapılması zorunlu kabul edilen işlevsel tercihler gözönüne alınarak pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak sekilde yorumlanmamalıdır. Bu doğrultuda hayati tehlikenin var olduğu her durumda kamu makamları bu tehlikenin gerçekleşmesini engellemek amacıyla Sözleşme çerçevesinde işlevsel önlemler almakla yükümlü değildir. Pozitif yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerce belirli bir kişinin hayatının gerçek ve yakın tehlike içinde olduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve kamu makamlarının sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem almakta başarısız oldukları tespit edilmelidir (İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye, B. No: 19986/06, 10/4/2012, § 36).

56. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesinin 1. maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161).

57. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda ise devletin yükümlülüğündeki etkili soruşturmanın ilkelerini belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001). "Jordan Prensipleri" olarak anılan bu ilkeler, AİHM'in tamamen yeni belirlediği ilkeler değildir. Yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı birtakım ilkelerin sistematikleştirilmesinden ibarettir. AİHM'in yaşama hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:

- Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduklarında kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)

- Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)

- Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)

- Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)

- Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda ölen kişinin yakınlarının veya başvurucunun meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109)

58. Sözleşme'nin 3. maddesi şöyledir:

 "Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

59. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

60. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin "minimum ağırlık eşiği"ni aşması beklenir (Birçok karar arasından bkz. Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

61. AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını ve en zor şartlarda dahi yetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95,§ 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57). Bununla birlikte AİHM, ceza infaz kurumlarında bir şiddet potansiyeli bulunduğunu ve tutulan kişilerin direnişinin çok çabuk ayaklanmaya dönüşebileceğini kabul etmektedir (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 58; Dedovsky ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 81). Bu bağlamda Sözleşme'nin 3. maddesinin güvenliği sağlamak için güç kullanılmasını yasakladığı söylenemez ancak bu güç zorunlu hâllerde kullanılmalı ve aşırı olmamalıdır (Ivan Vasilev/Bulgaristan, B. No: 48130/99, 12/4/2017,§ 63).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

62. Mahkemenin 22/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

63. Başvurucular; U.Ş.nin ölmeden önce darbedildiğini, ellerine ters kelepçe takıldığını, ayaklarının da kelepçelendiğini, kanda üç, safrada ise iki ilaç etken maddesine rastlandığını, mide içeriğinde ilaç etken maddesi olmadığına göre ilacın ağızdan başka bir yolla vücuda girdiğini, tutuklu ve hükümlüler ile infaz koruma memurlarının koğuştan çıkarılırken U.Ş.nin yüzündeki kızarıklıklardan bahsettiğini oysa adli muayene tutanağında ve otopsi raporunda U.Ş.nin vücudundaki başka izlerden de söz edildiğini, ceza soruşturmasında bu konunun üzerinde durulmadığını ve etkili bir soruşturma yapılmadığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

64. Bakanlık görüşünde; başvurucuların ceza soruşturmasında işkence ve kötü muameleye ilişkin herhangi bir iddiada bulunmadıkları, bu nedenle başvuru yollarını tüketmedikleriö ne sürülmüştür.

65. Bakanlık görüşünde ayrıca, bir muamelenin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşması ve bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının her somut olayda değerlendirilmesi gerektiği, Sözleşme'nin 3. maddesinin ceza infaz kurumlarındaki güvenliği sağlamak, düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek için güç kullanılmasını yasaklamadığı, hukuka uygun olarak ve sadece kaçınılmaz ve aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı, somut olayda infaz koruma memurlarına karşı agresif tavırlar sergilemesi nedeniyle U.Ş.nin ellerine plastik kelepçe takıldığı, süngerli odada kendisine zarar vermesini önlemek amacıyla ve kendisini sağa sola vurması üzerine U.Ş.nin ayaklarına plastik kelepçe takıldığı, Ceza İnfaz Kurumunda U.Ş.nin vücudunda ekimozlu iğne izi oluşmasına sebep verebilecek herhangi bir müdahalede bulunulmadığı, adli muayene tutanağındaki izlerin canlandırma işlemi sırasında meydana gelmiş olabileceği, U.Ş.nin mide içeriğinde bulunmayan ancak kanda ve safrada bulunan maddelerin hastanede müdahale sırasında enjeksiyon yoluyla yapılan, ağrı kesici ve anestezi özelliği bulunan ilaçların etken maddesi olmasının muhtemel olduğu iddia edilmiş ve iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu ileri sürülmüştür.

2. Değerlendirme

66. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 "Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” "Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

67. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 "Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

68. Anayasa Mahkemesi; İrfan Durmuş ve diğerleri (B. No: 2014/4153, 11/5/2017) başvurusunda, yakınları yaşamını yitiren başvurucuların işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarını incelemiş ve başvurucuların kendileri açısından doğrudan mağduriyetlerini ileri sürmeyip ölen yakınlarına yönelik eylemleri şikâyet konusu yaptıkları gerekçesiyle başvuruda mağdur statüsü bakımından bir sorun bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

69. Mevcut başvuruda da başvurucuların yakınının -olayda yaşamını yitirdiğinden-bizzat başvuru yapma imkânı doğal olarak bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurucuların ölen yakınlarına yönelik eylemleri şikâyet konusu yaptığı başvuruda mağdur statüsü yönünden herhangi bir sorun bulunmamaktadır.

70. Bakanlık görüşünde, işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yönelik şikâyetlerin soruşturma aşamasında dile getirilmemesi nedeniyle başvuru yollarının tüketilmediği ileri sürülmüş ise de kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazda işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların dile getirilmesi nedeniyle başvurucuların tüketmesi gereken başvuru yollarını tükettikleri kanaatine varılmıştır.

71. Açıklanan gerekçelerle açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

72. Anayasa’nın 17. maddesinde herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı güvence altına alınmıştır. Maddenin üçüncü fıkrasında; kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye” tabi tutulamayacağı düzenlenmiştir. Anılan fıkrayla özel olarak insan onurunun korunması amaçlanmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

73. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında; öngörülen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulma yasağı mutlak bir nitelik taşımakta olup bu kapsamda öncelikle kamusal yetkiyle güç kullanan görevlilerin kişilerin beden ve ruh bütünlüğüne hiçbir şekilde zarar vermemelerini gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

74. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye -bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile- maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Dolayısıyla yetkililerce bilinen ya da bilinmesi gereken bir kötü muamelenin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirlerin alınmaması durumunda devletin sorumluluğu ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

75. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde yasağın maddi ve usul boyutlarının ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Bu bağlamda yasağın maddi boyutu sadece bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu (negatif yükümlülük) içermemektedir. Ayrıca bireylerin bu tür muameleye maruz kalmasını engelleyecek etkili önleyici mekanizmaların kurulması yönünde pozitif bir yükümlülük de içermektedir.

76. İşkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ise bu yasağın ihlal edildiğine yönelik “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran” iddiaların sorumlularının tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yapılması sorumluluğunu (pozitif yükümlülük) içermektedir.

77. Somut olayda başvurucuların iddiaları; yakınlarının darbedilmesi, ağızdan başka bir yolla vücuduna ilaç verilmesi ve yakınlarının infaz koruma memurlarınca süngerli odada elleri ve ayakları kelepçeli olarak tutulmasıdır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin elinde U.Ş.nin mide içeriğinde rastlanmayıp kanda ve safrada rastlanan ilaç etken maddelerinin tıbbi müdahaleler sırasında verilen ilaçlara ait olup olmadığı veya söz konusu ilaç etken maddelerinin U.Ş.nin aldığı ilaçlara ait olup olmadığı konusunda ve adli muayene tutanağı ile otopsi raporunda yazılı bulguların nasıl meydana geldiği hususunda değerlendirme yapabilmeye imkân veren bulgular bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurucuların şikâyetleri -maddi boyut açısından-zor kullanma yetkisinin aşılması ile süngerli odaya alınma ve tutulma koşulları yönünden ayrı ayrı incelenmiştir. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine dair şikâyetlerin etkili soruşturulmadığı iddiaları ise usul boyutu kapsamında incelenmiştir.

i. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

(1) Genel İlkeler

78. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası, mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerektiğini vurgular. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 104).

79. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenmez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

80. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

81. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen bu kavramlar arasında nitelik değil yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele” kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

82. Buna göre anayasal düzenleme kapsamında kişinin maddi ve manevi varlığına en fazla zarar veren muamele “işkence”dir. Muamelenin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence”nin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle yapıldığı belirtilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

83. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, belirli bir süre devam eden, yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir. Bu hâllerde duyulan acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap vermenin belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (Cezmi Demir ve diğerleri,§ 88).

84. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza” olarak tanımlanabilir. “Eziyet”ten farklı olarak, uygulanan bu muamele kişide bedensel ya da ruhsal bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

85. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

86. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele” oluşturabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 91).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

(a) Zor Kullanma Yetkisinin Aşıldığı İddiası Yönünden

87. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus 5275 sayılı Kanun'un “İnfazda temel ilke” kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.” şeklinde düzenleme ile açıkça ifade edilmiştir.

88. Bununla birlikte özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik olarak -kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe- zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 92). Buna karşın Anayasa'nın 17. maddesinin bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasakladığı söylenemez. Nitekim Anayasa Mahkemesi, yakalama sırasında kötü muamele yapıldığı iddialarını değerlendirdiği bir kararında güç kullanmayı gerektiren bir durumun olup olmadığı ve kullanılan gücün orantılı olup olmadığını gözeterek sonuca ulaşmıştır (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).

89. 5275 sayılı Kanun'un “Zorlayıcı araçların kullanılması” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, diğer kontrol usullerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için -kurumun en üst amirinin emriyle- bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçların ve kelepçenin kullanılabileceği kabul edilmiştir. Bununla birlikte İnfaz Tüzüğü'nün 22. maddesinin (8) numaralı fıkrası kapsamında infaz koruma memurlarının kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanun'un 25. maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında zor kullanma yetkisinin bulunduğu hükmüne yer verilmiştir. Bu bağlamda infaz koruma memurlarının zor kullanma yetkilerinin hukuki dayanağının bulunduğu açıktır.

90. Öte yandan ceza infaz kurumunda saldırganlık gösterme riski yüksek olan tutuklu ve hükümlülere yönelik olarak ceza infaz kurumu personelinin kendilerini korumak, ceza infaz kurumunda güvenliği ve disiplini sağlamak için daha geniş takdir yetkilerinin olduğu kabul edilmelidir. Ancak bu takdir yetkisinin iyi niyetli olarak temel hak ve özgürlüklere saygı çerçevesinde kullanılması gerekmektedir (Cihan Koçak, B. No: 2014/12302, 21/9/2017, § 61).

91. Somut olayda U.Ş.; Ceza İnfaz Kurumuna gelmeden önce koğuştaki yatakları yaktığı, kolunu jilet parçasıyla kesip diğer tutuklu ve hükümlüler için kötü örnek olduğu, infaz koruma memurlarına hakaret ve tehditte bulunduğu, infaz koruma memurlarına, hükümlülere ve tutuklulara karşı edep ve nezakete aykırı konuştuğu veya davranışlarda bulunduğu, Ceza İnfaz Kurumunda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylediği veya davranışta bulunduğu gerekçeleriyle birçok disiplin cezası almış bir hükümlüdür (bkz. § 10). Dolayısıyla U.Ş.nin saldırgan bir tutum içine girmesi nedeniyle Ceza İnfaz Kurumunun risk algısının yüksek olması anlaşılabilir bir durumdur.

92. İnfaz koruma memurlarının takdir yetkisini kullanırken iyi niyetli olup olmadığı ve olayın kendine özgü koşulları çerçevesinde zor kullanma yetkisini kullanmayı gerektiren bir durum olup olmadığı kötü muamele yasağında asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde en önemli unsurdur.

93. U.Ş. ile aynı koğuşta kalan tutuklu ve hükümlülerin butona basıp infaz koruma memurlarından yardım istemeleri, bu tutuklu ve hükümlülerin beyanlarına göre U.Ş.nin agresif tavırlar sergileyip bir infaz koruma memuruna tekme atması ve bu bağlamda U.Ş.nin saldırganlık açısından taşıdığı riskin düzeyi gözetildiğinde bulunduğu koğuştan kollarından tutularak çıkarılması ve ellerine kelepçe takılması suretiyleU.Ş.ye yönelik zor kullanmanın gereksiz ve orantısız olduğu söylenemez.

94. Açıklanan gerekçelerle U.Ş.nin bulunduğu koğuştan çıkarılıp ellerine kelepçe takılarak yapılan müdahale ile Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

(b) Müşahede Odasına Alınma ve Tutma Koşullarına Yönelik İddialar Yönünden

95. Anayasa’nın 17. maddesi, ceza infaz kurumunda tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve mahkûmlara gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 39).

96. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde ceza infaz kurumunda tutulma koşullarını değerlendirirken başvurucular tarafından yapılan somut olaylara ilişkin iddialarla birlikte koşulların bir bütün olarak gözetilmesi ve bu kapsamda önlemlerin şiddeti, amacı ve bireyler için sonuçlarının birlikte değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmiştir (Turan Günana, § 38).

97. Somut olayda saldırgan hareketlerde bulunduğundan bahisle infaz koruma memurlarına ve kendisine zarar vermesini engellemek amacıyla U.Ş. kontrol altına alınmış ve ellerine kelepçe takılıp müşahede odasına götürülmüş, burada ise kendisine zarar vermesini önlemek için U.Ş.nin ayaklarına kelepçe takılmıştır. Ceza soruşturması ile disiplin soruşturmasında dinlenen infaz koruma memurlarının ifadelerinin de bu iddiaları doğruladığı tespit edilmiştir. Agresif tavırlarına son vermesi, sakinleşmesi, kendisine ve başkalarına zarar vermesinin önlenmesi amacıyla U.Ş.nin müşahede odasına konulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla burada geçici bir tedbir olarak müşahede odasına konulma söz konusudur. Nitekim idarenin bu uygulaması İnfaz Tüzüğü'nün 49. maddesi kapsamında “kurum düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddi tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanun'da açıkça belirtilmeyen diğer tedbirleri” alma yetkisine dayanmaktadır. Sonuç olarak U.Ş.nin müşahede odasına konulması Ceza İnfaz Kurumunda düzenin sağlanması için tek başına kötü muamale olarak kabul edilemez (Benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Cihan Koçak, § 69). Başvurucuların U.Ş.nin müşahede odasında uzun tutulduğu yönünde iddiaları da bulunmamaktadır.

98. Öte yandan ceza infaz kurumlarında kötü muamele olarak kabul edilecek hususlar farklı şekillerde tezahür edebilir. Somut olay açısından değerlendirilmesi gereken husus, U.Ş.nin altı saati aşkın bir süreyle elleri ve ayakları kelepçeli olarak müşahede odasında tutulmasıdır.

99. Süngerli oda, niteliği itibarıyla tutuklu ve hükümlülerin kendilerine ve başkalarına zarar vermesini engellemek amacıyla tek başlarına geçici olarak tutuldukları bir odadır. Bu odanın özelliği, tutuklu ve hükümlülerin kendilerine zarar vermesini önlemek amacıyla tamamen süngerle kaplı olmasıdır. Somut olayda kendisine ve başkalarına zarar vermesinin engellenmesi amacıyla U.Ş. bu odaya konulmuştur. Bu tedbirin tek başına herhangi bir kötü muamele olarak nitelendirilmesi mümkün değil ise de U.Ş.nin bu odada yaklaşık altı saat ayakları ve elleri arkadan kelepçeli bir şekilde tutulmasının makul bir gerekçesinin ve bunu kesinlikle zorunlu kılan bir nedenin olması gerekir. Kendisine ve başkasına zarar verme olasılığı olmayan süngerli odada kelepçeli bir şekilde tutulmak U.Ş.nin bir nevi bedensel cezaya maruz bırakıldığı algısı yaratmaktadır. U.Ş.nin saldırganlığa devam ettiğine dair Ceza İnfaz Kurumunca yapılmış herhangi bir tespit de bulunmamaktadır.

100. U.Ş.nin süngerli odada altı saati aşkın bir süre ayaklarından ve elleri arkasından kelepçeli olarak tutulması ve otopsi raporunda tespit edilen yaralanmalar dikkate alındığında müdahalenin yoğun maddi ve manevi ızdırap doğurabileceğinden “eziyet” kapsamında nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında negatif yükümlülüğe aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

101. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

(1) Genel İlkeler

102. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

103. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu, olanaklı olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).

104. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle veya belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

105. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturma açmalıdır(Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

106. Öte yandan insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğü mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmemekte olup iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturma yapılması gerekli ve yeterlidir.

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

107. Başvuru konusu olayda U.Ş., süngerli odadan çıkarıldıktan on üç saat sonra vefat etmiştir. Yapılan adli muayeneye ait tutanak ile otopsi raporunda, her iki el bileğinde ve ayak bileğinde kelepçe izleriyle uyumlu laserasyonlar ile vücudun başka bölgelerindeki ekimoz ve laserasyonlardan söz edilmesine rağmen ceza soruşturmasında bunların nasıl oluştuğunun üzerinde durulmamıştır. Bu konuda olay tarihinde U.Ş. ile aynı koğuşta bulunan tutuklu ve hükümlüler dinlenebilecekken söz konusu kişilerin üçünün dinlenilmesiyle yetinilmiştir (bkz. § 29). Mide içeriğinde rastlanmayıp kanda safrada tespit edilen ilaç etken maddelerinin hangi ilaçlara ait olduğu, bu ilaçların canlandırma ve tedavi sırasında U.Ş.ye verilen ilaçlar olup olmadığı araştırılmamıştır. Ceza soruşturması dosyasında disiplin soruşturmasına ilişkin bilgi ve belgeler bulunmasına ve disiplin soruşturmasında ifadelerine başvurulan bazı infaz koruma memurlarının “U.Ş.nin elleri ve ayakları kelepçe vaziyette süngerli odada altı saati aşkın bir süre tutulduğuna” dair beyanlarına rağmen bu konuda herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Bunun yanında soruşturmada başvurucunun altı saati aşkın süre ayakları ve elleri arkadan kelepçeli olarak süngerli odada tutulması şeklindeki uygulamanın başvurucuyu cezalandırmak amacıyla yapılıp yapılmadığı da değerlendirilmemiştir. Başvurucuların işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine dair itirazları da dikkate alınmamıştır.

108. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

109. Başvurucular; U.Ş.nin ölmeden önce kırk kadar ilaç içtiği bilinmesine rağmen infaz koruma memurlarının doktor çağırmadığını ve U.Ş.nin hastaneye sevkini sağlamadığını, ceza soruşturmasında ölümün gerçekleşme koşullarının aydınlatılmadığını, sadece ilaç zehirlenmesi üzerinde durulduğunu belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

110. Bakanlık görüşünde kabul edilebilirlik yönünden, ölümün kasten meydana gelmesi durumunda hukuki veya idari bir prosedür aracılığıyla sorumluların belirlenmesi ve tazminat ödenmesinin yeterli olabileceği, başvurucuların İzmir 3. İdare Mahkemesi nezdinde açtıkları davanın temyiz aşamasında olduğu, bu nedenle başvuru yollarının tüketilmediği iddia edilmiştir.

111. Esasa ilişkin Bakanlık görüşünde ise U.Ş.nin sağlık konusunda herhangi bir şikâyet ve talebinin bulunmadığı, U.Ş.nin sergilediği agresif tavırlar nedeniyle kendisine ve başkasına zarar vermesinin önlenmesi için yirmi dört saat kamera ile izlenen süngerli odaya alınıp sık sık kontrol edildiği, tıbbi ihtiyacın ortaya çıktığı gün hafta sonuna denk geldiği, bu nedenle Ceza İnfaz Kurumunda hekim bulunmadığından U.Ş.ye herhangi bir müdahalede bulunulmadan 112 Acil Servisin çağrıldığı, tutuklu ve hükümlülerin hangi uzmanlık alanında tetkik ve tedavi göreceğine muayene eden kurum doktorunun, kurum doktoru yoksa sağlık ocağında veya hastanede görevli doktorun karar vereceği, bu konuda Ceza İnfaz Kurumunun yetkisinin bulunmadığı öne sürülmüştür. Bakanlık görüşünde ayrıca, ölüm olayıyla ilgili resen soruşturma başlatıldığı, ölenle aynı koğuşta kalan tutuklu ve hükümlüler ile doktorun tanık olarak, olayla ilgisi olabileceği düşünülen infaz koruma memurlarının ise şüpheli olarak ayrıntılı ifadelerinin alındığı, konuyla ilgili disiplin soruşturması yapıldığı, başvurucuların açtığı tam yargı davasında manevi tazminat isteminin kabul edildiği, bu nedenle etkili bir soruşturma yürütüldüğü iddia edilmiştir.

2. Değerlendirme

112. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

a. Kabul edilebilirlik Yönünden

113. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında; ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru, ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 41). Somut olayda başvurucu Emine Şenol U.Ş.nin annesi, diğer başvurucular ise U.Ş.nin kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

114. Bakanlık görüşünde başvuru yollarının tüketilmediği ileri sürülmüşse de U.Ş.nin ölümünün devletin gözetimi ve kontrolü altındaki bir ceza infaz kurumunda gerçekleştiğini, ölüm olayının sebep ve koşulları ile varsa sorumluların tespitine imkân verecek nitelikte olması gereken bir ceza soruşturmasında verilen karar üzerine bireysel başvuru yapıldığını dikkate alan Anayasa Mahkemesi, başvurucuların tüketmeleri gereken başvuru yollarını tükettiği kanaatine varmıştır. Ayrıca ifade etmek gerekir ki başvuru açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi başvuruda herhangi bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmamaktadır.

b. Esas Yönünden

115. Başvurucuların ölmeden önce U.Ş.nin kırk kadar ilaç içtiği bilinmesine rağmen infaz koruma memurlarının doktor çağırmadıkları ve U.Ş.nin hastaneye sevkini sağlamadıkları yönündeki iddiaları yaşam hakkının maddi boyutu kapsamında, ceza soruşturmasında ölümün gerçekleşme koşullarının aydınlatılmadığı ve sadece ilaç zehirlenmesi üzerinde durulduğu yönündeki iddiaları ise yaşam hakkının usule ilişkin boyutu kapsamında incelenmiştir.

i. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

(1) Genel İlkeler

116. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

117. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 74). Ceza infaz kurumlarında ve devletin kontrolü altında bulunan diğer alanlarda gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olabilecek bu yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerin kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif yükümlülük yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53). Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun ceza infaz kurumu yetkililerine atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir.

118. Tutuklanan veya hürriyeti bağlayıcı cezasının infazına başlanan kişilerin daha önce sahip oldukları pek çok özgürlükten mahrum kalmaları ve günlük yaşamlarında ciddi nitelikte bir değişim yaşamalarının doğal bir sonucu olarak psikolojik sağlıkları bozulabilmekte, dolayısıyla kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan bu kişilerin intihar etme riski artabilmektedir. Bu nedenle yasal ve ikincil düzenlemelerin ceza infaz kurumu yetkililerine bu kişiler hakkında daha duyarlı ve dikkatli olma görevi yüklemesi, tutuklu veya hükümlü kişilerin hayatlarının tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler alınmasını sağlaması gerekmektedir. Bu amaçla öncelikle cezaevinde kalan kişilerin davranışlarının ve sağlık durumlarının takip edilmesi, gerektiğinde doktor muayenesine başvurulması, diğer yandan bu konuda meyli olduğu anlaşılanlar açısından kendileri için en uygun yerlerde kalmalarının temin edilmesi ve intihar eylemlerinde kullanılabilecek kesici/delici eşyalara, kemer, çamaşır ipi veya ayakkabı bağcıkları gibi eşyalara el konması şeklinde bu tip risklerin azaltılmasına yönelik önlemlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015, § 73).

119. Bu bağlamda kişi özgürlüğüne aşırı bir sınırlama getirmeyecek ölçüde bir tutuklunun veya hükümlünün kendine zarar verme ihtimalini en aza indirecek tedbirlerin alınması yetkililerden beklenebilecektir. Bir hükümlü veya tutuklu açısından daha sıkı tedbirlerin gerekip gerekmediği ve bunların uygulanmasının makul olup olmadığı, başvuru konusu yapılan her bir somut olayın koşullarına göre değişecektir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 74).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

120. Yaşam hakkı kapsamında devletin öncelikle yaşamı tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir. Aynı yükümlülük ceza infaz kurumlarında bulunan kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması için de geçerlidir. Bu kapsamda ceza infaz kurumu yetkililerince yerine getirilecek kontrol ve denetim işlemleri ile bu konuda alınacak diğer tedbirlerin yukarıda yer verilen mevzuatta ayrıntılı olarak düzenlendiği görülmektedir (bkz. §§ 40-52). Başvurucular tarafından bu konuda ileri sürülen bir eksiklik bulunmadığı gibi başvuru konusu olayda, Anayasa Mahkemesi tarafından resen gözetilmesi ve incelenmesi gereken bir husus da bulunmamaktadır.

121. Mevcut başvuruda, yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde öncelikle Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin U.Ş.nin -hangi amaçla alırsa alsın- aldığı ilaçlar nedeniyle yaşamının tehlikeye girdiğini bilip bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin ortaya konması, yetkilerin tehlikeyi bildikleri veya bilmeleri gerektiği sonucuna varılması hâlinde ise U.Ş.nin sağlığının korunması açısından yetkililer tarafından gerekli önleyici tedbirlerin alınıp alınmadığının tespiti gerekmektedir.

122. Somut olayda koğuşta bulundurulması yasak olmasına rağmen (bkz. §§ 38, 52) obsibutinin hidroklorür etken maddesi içeren Üropan isimli ilacı U.Ş. koğuşunda bulundurabilmiştir. U.Ş.nin fazlaca içtiği ilaçların etkisiyle kendi kendine konuşması, küfürler etmesi ve koğuşta bulunan diğer tutuklu ve hükümlülerle tartışması nedeniyle 11/8/2012 tarihinde saat 02.10 sıralarında infaz koruma memurlarından yardım istenmiş ve U.Ş.nin akşamdan beri fazlaca ilaç alması nedeniyle o vaziyete olduğu infaz koruma memurlarına söylenmiştir (bkz. §§ 28, 29, 34). U.Ş.nin çoklu ilaç zehirlenmesi ve gelişen yeni sorunlar yüzünden vefat ettiği(bkz. § 27) de dikkate alındığında yetkililer, U.Ş.nin aldığı ilaçlar nedeniyle hayatının tehlikeye girebileceğini bilebilecek durumdadır. Bu durumda somut olayın koşullarında U.Ş.nin sağlığının korunması açısından yetkililer tarafından gerekli önleyici tedbirlerin alınması gerektiği açıktır.

123. Yetkililer, U.Ş.nin fazlaca ilaç aldığını ve aldığı ilaçların etkisiyle agresif tavırlar sergilediğini bilmelerine rağmen U.Ş.yi altı saati aşkın bir süre ayakları ve elleri arkadan kelepçeli şekilde müşahede odasında tutmuşlardır. Aldığı ilaçların etkisiyle zehirlenebileceği ve yaşamının tehlikeye girebileceği açık olan U.Ş., hastaneye götürülmemiş ve çoğunlukla müşahede odasının camından bakılmak suretiyle kontrol edilmiştir (bkz. § 35). U.Ş.nin uyur vaziyette görünmesinin uyumadan başka bir sebeple de olabileceği değerlendirilmemiştir. U.Ş. neticede çoklu ilaç zehirlenmesi ve gelişen yeni sorunlar yüzünden vefat etmiştir. U.Ş.yi ölüme götüren süreçteki hata, basit bir muhakeme hatası veya ihmal olarak nitelendirilemeyeceği gibi somut olayın koşullarında U.Ş.nin sağlığının korunması için öncelikler ve kaynaklar ölçüsünde gerekli önleyeci tedbirlerin alındığından da söz edilemez.

124. Açıklanan gerekçelerle U.Ş.nin yaşamının korunmaması nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

(1) Genel İlkeler

125. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi yönü yanında usule ilişkin yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

126. Diğer taraftan ceza soruşturmasının amacı, yaşama hakkını koruyan hukuk kurallarının etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermesini sağlamak olmakla birlikte bu yükümlülük, kesin olarak bir sonuç elde etmeyi gerektirmez. Anayasa'nın 17. maddesi, başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

127. Yaşama hakkına ilişkin ceza soruşturmasının etkili olması için de şunlar gerekmektedir:

 -Yetkili makamların resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),

 -Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve mağdurların soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),

 -Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümler yönünden soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması (Cemil Danışman, B.No:2013/6319, 16/7/2014 § 96),

 -Soruşturmaların makul bir süratle yürütülmesi (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

128. Olaya ilişkin soruşturmada, yukarıda genel ilkeler bölümünde ifade edilen soruşturmada yetkili makamların derhâl ve resen harekete geçmesi, soruşturmanın makul bir sürede tamamlanması, başvurucunun gerektiği ölçüde soruşturmaya katılması ve bağımsızlık ile tarafsızlığın sağlanması konularında başvurucular tarafından herhangi bir iddia ileri sürülmediği gibi bu konularda bir eksikliğin bulunmadığı da görülmektedir. Gerçekten de U.Ş.nin ölümü üzerine resen ve derhâl soruşturma başlatılmış, soruşturma bizzat Cumhuriyet savcısınca yürütülmüş, başvurucular soruşturmaya katılım konusunda herhangi bir engelle karşılaşmamış ve soruşturma tamamlanmıştır.

129. Öte yandan soruşturmanın ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek etkinlikte yürütülüp yürütülmediğinin de incelenmesi gerekir.

130. Soruşturmada U.Ş.nin kesin ölüm nedeni hakkında alınan 1. İhtisas Kurulu raporunda, müteveffanın ölümünün çoklu ilaç zehirlenmesi ve gelişen yeni sorunlar yüzünden meydana geldiği belirtilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararda da bu rapora atıfta bulunularak bir sonuca varılmıştır (bkz. §§ 27, 30).

131. Öncelikle bu noktada belirtilmelidir ki Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir soruşturma ya da davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi raporu ve benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları soruşturma makamlarının yetkisi dâhilindedir (Ahmet Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014, §§ 59, 60).

132. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer vererek bilirkişilerin vardıkları sonuçların veya sahip oldukları bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığını irdeleme görevinin de bulunmadığı belirtilmelidir (Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017, § 147).

133. Gerçekleşen bir ölüm olayına ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevi olmakla birlikte Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılması noktasında soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından atılması gereken adımları nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir (Rifat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782 11/3/2015, § 68).

134. Somut başvuruya konu soruşturmada yalnızca U.Ş.nin koğuşta bulundurduğu ilaçları içmesi, çoklu ilaç zehirlenmesi ve gelişen yeni sorunlar yüzünden ölmesi hususları değerlendirilmiştir. Koğuşta bulundurulması yasak olan oksibutinin hidroklorür etken maddesi içeren ilacın U.Ş. tarafından koğuşta bulundurabilmesi, U.Ş.nin çok sayıda ilaç aldığı U.Ş. ile aynı koğuşta kalan tutuklu ve hükümlülerce dile getirilmesine rağmen U.Ş.nin sağlığının korunması için neden hareketsiz kalındığı, U.Ş.ye reçete edilen hangi ilaçların çoklu ilaç zehirlenmesine yol açabileceği, kırk tane kadar alındığı infaz koruma memurlarınca ifade edilen ilaçların ne kadar sürede zehirlenmeye yol açabileceği ve U.Ş.nin müşahede odasına alınmasından altı saati aşkın bir süre sonra hastaneye götürülmesinin ölüme etkisi konularında herhangi bir araştırma ve değerlendirme yapılmamıştır. Başvurucuların bu hususlara ilişkin itirazları da dikkate alınmamıştır. Ayrıca U.Ş. ile aynı koğuşta kalan bütün tutuklu ve hükümlüler dinlenmemiştir.

135. Dolayısıyla soruşturmada, olayın tüm yönlerinin aydınlatılması ve buna göre ölümde varsa sorumlulukları bulunanların belirlenmesi için gerekli tüm delillerin toplanmadığı sonucuna varılmıştır.

136. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Adil Yargılanma ve Etkili Başvuru Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

137. Başvurucular, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazların karşılanmadığını ve İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesince gerekçesiz karar verildiğini belirterek adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

138. Başvurucular tarafından dile getirilen şikâyetlerin özü, işkence ve kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ihlal edildiğine dair itirazların değerlendirilmediğine ilişkin olup söz konusu şikâyetler işkence ve kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının usule ilişkin boyutları kapsamında zaten incelenmiştir. Bu nedenle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine yönelik ihlal iddiaların ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

139. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

140. Başvurucular, ihlallerin tespitini ve Emine Şenol için 50.000 TL maddi, 100.000 TL manevi; diğer başvurucuların her biri için 10.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.

141. Somut başvuruda, işkence ve kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

142. İşkence ve kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama (soruşturma) yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

143. Yaşama hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucular Ahmet Şenol, Ayhan Şenol, Emine Şenol, İbrahim Şenol, Kenan Şenol ve Yasemin Canikli'ye müştereken net 44.200 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

144. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

145. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B.1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun zor kullanma yetkisinin aşıldığı iddiası yönünden İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

 2. Anayasa'nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun müşahede odasına alınma ve tutma koşullarına yönelik iddialar yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

 3. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

4. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin işkence ve kötü muamele yasağı ile yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucular Ahmet Şenol, Ayhan Şenol, Emine Şenol, İbrahim Şenol, Kenan Şenol ve Yasemin Canikli'ye net 44.200 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucular Ahmet Şenol, Ayhan Şenol, Emine Şenol, İbrahim Şenol, Kenan Şenol ve Yasemin Canikli'ye MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÖKHAN GÜNDÜZ BAŞVURUSU (3)

(Başvuru Numarası: 2017/32051)

 

Karar Tarihi: 3/11/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Sinan ARMAĞAN

Başvurucu

:

Gökhan GÜNDÜZ

Vekili

:

Av. Engin GÖKOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda protesto eylemine yapılan müdahale neticesinde meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 17/8/2017 ve 7/11/2017 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) 73. maddesi uyarınca kırılan kolu için fizik tedavi uygulanması konusunda tedbir kararı verilmesini talep etmiştir.

5. Başvurucunun sağlık hizmetlerine erişim imkânına sahip olduğunu değerlendiren Komisyonca tedbir talebi reddedilmiştir.

6. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiş, ayrıca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu beyanda bulunmuştur.

9. 2017/37364 numaralı başvuru dosyasının kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/32051 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/32051 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Bilgiler

11. Başvurucu, 1970 doğumlu olup olay tarihinde Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak tutulmaktadır.

12. Başvurucu 25/5/2017 tarihinde İnfaz Kurumundaki bazı uygulamaları protesto etmek amacıyla kantinin önünde başka hükümlülerle birlikte oturma eylemi başlatmıştır. Eyleme infaz koruma memurları müdahale etmiş ve başvurucuyu oturduğu yerden kaldırarak götürmek istemiştir.

13. Bireysel başvuru formunda başvurucu; bu müdahale sırasında R.Ş. isimli infaz koruma memuru tarafından yere yıkıldığını, kafasının beton zemine vurulduğunu, daha sonra kolunun kırılana kadar büküldüğünü, kırık kolundan tutulmak suretiyle sürüklenerek götürüldüğünü belirtmiştir.

14. Başvurucu aynı gün İnfaz Kurumu tarafından Acil Servisle Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesine (İhtisas Hastanesi) sevk edilmiştir.

15. Başvurucu hakkında düzenlenen 25/5/2017 tarihli adli muayene raporunda sol ön kolda hareket kısıtlılığı bulunduğu, yaralanmanın basit tıbbı müdahale ile giderilemeyeceği, hayati tehlike riskinin olmadığı tespitine yer verilmiş ve kati raporun ortopedi uzmanı tarafından verilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

16. Adli raporu düzenleyen acil tıp uzmanı İnfaz Kurumunun düzenlediği hasta sevk kâğıdı üzerine imzasını atarak şu ibareyi yazmıştır:

"Dirsekte fraktürü olan hasta ortopedi ile konsülte edildi. Uzun kol atele alındı. 1 hafta sonra ortopedi polk. [okunamadı] önerisiyle taburcu edildi."

17. Başvurucu bazı tıbbi test ve tetkikler için 8/6/2017 tarihinde İhtisas Hastanesine sevk edilmiştir. 29/6/2017 tarihinde düzenlenen kati raporda şu tespitler yer almaktadır:

"Ulna koronoid procesde kırık kaynamış. Kırığın hayati fonksiyonlarına etkisi 3 (üç) derecedir. Hayati tehlike geçirmemiştir. Basit tıbbi müdahale ile düzelmez olduğunu bildirir hekim raporudur."

B. İnfaz Koruma Memurları Hakkında Yürütülen İdari Disiplin Soruşturması

18. Başvurucunun kolunun kırılmasına ilişkin olarak beş infaz koruma memuru ve nöbetçi müdür tarafından olayın yaşandığı gün bir tutanak düzenlenmiştir. Tutanakta başvurucunun, kantin önünde oturma eylemi yapmaya başlayınca eylemine son vermesi konusunda uyarıldığı fakat uyarıyı dikkate almadığı ve slogan atmaya başladığı, bunun üzerine mahkûm taşıma teknikleri kullanılarak yerden kaldırılıp götürülmeye çalışıldığı, bu esnada da slogan atmaya devam ettiği belirtilmiştir. Tutanakta başvurucunun koğuş şebekesi girişine getirildiğinde kapının açılması beklenirken kasten kolunun üzerine gelecek şekilde kendisini sertçe yere attığı, yere düştükten sonra "Kolumu kırdınız şerefsizler" şeklinde diyerek diğer hükümlüleri galeyana getirdiği ve toplu şekilde slogan atmaya sebebiyet verdiği ifade edilmiştir.

19. Olayla ilgili tutanağı hazırlayan dört infaz koruma memuru hakkında disiplin soruşturması yapılmıştır.

20. Muhakkikin yürüttüğü soruşturma kapsamında yazılı savunma veren üç infaz koruma memuru tutanakta (bkz. § 18) belirtildiği gibi başvurucunun kendisini yere atması sonucu kolunun zarar gördüğünü ifade etmişlerdir. V.T. isimli dördüncü infaz koruma memuru ise başvurucunun odasına götürüldüğü sırada kendisinin görev almadığını, bağırışmalar üzerine olayın yaşandığı yere gittiğini, kamera görüntüleri incelendiğinde durumun anlaşılacağını söylemiştir. Tutanakta imzası bulunan ve hakkında soruşturma açılmayan infaz başmemuru Ö.M. tanık olarak verdiği ifadede eyleme orantılı şekilde zor kullanılarak son verilmesi talimatı verdiğini söylemiş, bu aşamadan sonrasına ilişkin bir anlatımda bulunmamıştır.

21. İnfaz koruma memurları dışında tutanakta imzası bulunan ve tanık olarak dinlenen ikinci müdür İ.K.nın olayla ilgili olarak görgüye dayalı bir bir bilgisinin olmadığı görülmüştür. Soruşturmada başkaca bir tanık dinlenmemiştir.

22. Muhakkik, soruşturma sonucu hazırladığı raporda 25/5/2017 tarihli kamera kaydından bahsetmiş ise de görüntülerin içeriğine ilişkin kendisi veya bilirkişi tarafından hazırlanmış herhangi bir çözümleme tutanağından söz etmemiştir. Raporun sonuç kısmında başvurucunun koğuş şebeke girişine gelindiğinde kasıtlı olarak kendisini kolunun üzerine bıraktığının kamera görüntülerinden ve ifade tutanaklarından anlaşıldığı belirtilmiştir.

23. Disiplin soruşturması sonucunda 13/7/2017 tarihinde dört infaz koruma memuru hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

C. Başvurucu Hakkında Yürütülen Disiplin Soruşturması

24. Başvuru konusu olaya karışan infaz korumu memurlarından ikisi 25/5/2017 tarihinde düzenledikleri tutanakta başvurucunun mahkemeye gittikten sonra odasına döneceği sırada "İşkenceler bizi yıldıramaz. İşkencecilere ölüm. Kimse bize işkence yapamaz." şeklinde slogan atarak oturma eylemi yaptığı, uyarmaları üzerine başvurucunun "Eyleme devam edeceğim" dediği belirtilmiştir. Tutanakta başvurucunun eylemini sürdürmekte ısrar etmesi üzerine zor kullanılarak odasına götürüldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu dışında üç hükümlü hakkında da aynı tutanaktan hazırlanmıştır.

25. Başvurucuya, söz konusu tutanakta belirtilen olay nedeniyle disiplin soruşturması başlatıldığı belirtilerek üç gün içinde savunma vermesi, aksi takdirde savunma hakkından vazgeçmiş sayılacağı yazıyla ihtar edilmiştir. Başvurucu yazılı veya sözlü ifade vermemiştir.

26. Disiplin soruşturması sonunda başvurucuya gereksiz olarak marş söyleme veya slogan atma eylemi nedeniyle bir ay haberleşme veya iletişim (mektup) araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama cezası verilmiştir. Başvurucuyla beraber hakkında soruşturma açılan diğer üç hükümlü de hücreye koyma veya ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma gibi cezalarla cezalandırılmıştır.

D. Başvurucunun Şikâyetine İlişkin Adli Soruşturma Süreci

27. İçeriği aynı iki dilekçeyle başvurucuyla birlikte toplam beş kişi, Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç duyurusunda bulunmuş; 12/6/2017 tarihli dilekçelerle, 25/5/2017 tarihinde infaz koruma memurlarının saldırdıklarını, bu sırada canavarca bir hisle ve planlı bir şekilde başvurucunun kolunun kırıldığını ileri sürmüştür. Şikâyetçiler ayrıca -bireysel başvuru konusu dışında kalmakla birlikte- yazdıkları mektupların yasaklandığını da belirtmişlerdir.

28. Suç duyurusuna ilişkin dilekçeler İnfaz Kurumu aracılığıyla Savcılığa gönderilmiştir. Yazı ekinde hastane sevk evrakı, disiplin cezası kararları ve adli muayene formu da bulunmaktadır. Bunlar dışında bireysel başvuru konusu olmayan hükümlü mektubu şikâyetiyle ilgili evrak da mevcuttur. İnfaz Kurumu yazıda ayrıca olayla ilgili süreci anlatarak bilgilendirmede bulunmuştur.

29. Savcılık başvurucunun kolunun kırıldığı şikâyetiyle ilgili araştırma yapmaksızın -İnfaz Kurumundan gelen belgelere göre- bir sonuca ulaşmıştır. 21/6/2017 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararında, şikâyet dilekçelerinin gönderildiği üst yazıdaki bilgilere yer verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü'nün konuya ilişkin olarak vermiş olduğu cevabi yazıda;

...

Ayrıca DHKP/C Silahlı Terör Örgütü Üyesi hükümlülerin şikayetine istinaden Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığınca Adli Soruşturma personel hakkında da Kurumumuzca İdarri Tahkikat başlatılmış olup halen devam etmektedir.

Adı geçenin kolunun kırıldığını iddia etmesi üzerine aynı gün Kuruma 112 acil servis çağırılmış ve akabinde Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi Acil Polikliniğine sevk edilmiş olup burada yapılan muayene ve düzenlenen Adli Muayene Rapor Formunda kolunda hareket kısıtlığının bulunduğu belirtilmiş, kolu atele alınarak hakkında geçici doktor raporu düzenlenmiş ve 1 hafta sonra Ortopedi Polikliniğinde kontrolü önerilerek taburcu edilmiş olup raporda kolunun kırıldığına dair herhangi bir ibare bulunmamaktadır. Adı geçenin muayene edilmesi ve hakkında kati rapor düzenlenmesi hususunda 07/06/2017 günü Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi Ortopedi Polikliniğine sevk edilmiş ve muayene sonucunda 19/06/2017 tarihine randevu verilmiş olup henüz hakkında kati doktor raporu düzenlenmemiştir.

...

Daha önce yazmış oldukları dilekçelerde de 'istediklerini alıncaya kadar eylemlerini artırarak devam edeceklerini' belirttikleri göz önüne alındığında bu tür eylemlere müdahale eden ve son çare olarak zor kullanma yetkisini kullanan personeli ise işkence yaptıkları iddiaları ile yıldırma amacı içerisinde olduklarının değerlendirildiğinin' belirtildiği,

Müştekilerin iddiaları ile ilgili kurum görevlilerinin; herhangi bir kusur, ihmal ve suç işleme kasıtlarının bulunmadığı gibi haklarında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil de elde edilemediği, yapılan işlemlerin mevzuata uygun olduğu dosya kapsamından anlaşılmakla;

Açıklanan nedenlerle iddialar ve şüpheliler hakkında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA...[karar verildi.]"

30. Başvurucunun Savcılık kararına itirazı, Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 24/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 26/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

31. Başvurucu 17/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

32. Birleştirilen 2017/37364 numaralı dosyanın konusunu başvurucunun kolunun kırılmasına ilişkin sonraki tarihli bir şikâyet oluşturmaktadır. Buna göre başvurucu, İhtisas Hastanesinin 29/6/2017 tarihli raporunu (bkz. § 17) 2/8/2017 tarihinde Savcılığa sunarak yeniden şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun şikâyet dilekçesinin içeriği 12/6/2017 tarihli dilekçesiyle benzer şekildedir. Başvurucunun şikâyeti üzerine Savcılık 21/6/2017 tarihli kararından (bkz. § 29) bahsederek şikâyetin mükerrer nitelikte olduğunu değerlendirmiş ve kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Verilen karar Hâkimliğin 18/10/2017 tarihli kararıyla kesinleşmiştir.

33. Hâkimliğin kararı 20/10/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/11/2017 tarihinde yeniden bireysel başvuruda bulunmuştur.

34. Başvurucu 2017/37364 numaralı dosyada ilk bireysel başvuru dosyasındaki iddialarla aynı mahiyette şikâyetlerde bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

35. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

36. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

37. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

B. Uluslararası Hukuk

38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine ilişkin içtihatlarını hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

40. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

41. AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54).

42. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız ve kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

43. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kolun Kırılmasına İlişkin İddialar

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

44. Başvurucu; infaz görevlileri tarafından kolu kırılmasına rağmen kati sağlık raporu düzenlenmeden, tanık ifadelerine başvurulmadan, şüphelilerin ifadeleri alınmadan, kamera görüntüleri ve diğer deliller toplanmadan İnfaz Kurumunun yazısı doğrultusunda karar verildiğini, itirazının da gerekçesiz şekilde reddedildiğini belirterek etkili soruşturma yapılmadığını iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kırılan kolu nedeniyle fizik tedaviye ihtiyacı olmasına rağmen bu tedavinin uygulanmadığını da belirterek kötü muamele yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

45. Bakanlık görüşünde özetle; başvurucunun örgütsel irade ile İnfaz Kurumu içinde birçok defa düzeni bozucu eylem ve faaliyette bulunduğu, olay sırasında infaz koruma memurlarının görevleri gereği Kurumun düzenini sağlamak amacıyla başvurucuya ölçülü müdahalede bulunarak oturma eylemini sonlandırdıkları ve başvurucuyu koğuşuna götürdükleri, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın sonuç kısmında da zaten kanuna aykırı ve kasıtlı yahut ihmale dayalı hareketle gerçekleşen bir eylemin bulunmadığının değerlendirildiği belirtilmiştir. Görüş yazısında ayrıca başvurucunun olayla ilgili dilekçesinde genel ifadeler kullandığı, olayın örgüsü ve detaylarından bahsetmediği, meydana gelen yaralanmanın İnfaz Kurumu personeli tarafından gerçekleştirildiği yönündeki iddialarının inandırıcılığına dair uygun ve kabul edilebilir deliller sunmadığı, 25/5/2017 tarihinde gerçekleştiğini iddia ettiği olayla ilgili olarak 12/6/2017 tarihinde İnfaz Kurumuna başvuru dilekçesi vermek suretiyle özen yükümlülüğüne aykırı davrandığı, bu hususların yapılacak değerlendirmede gözönünde tutulması gerektiği ifade edilmiştir.

46. Başvurucu Bakanlığın görüş yazısına ilişkin beyan dilekçesinde bireysel başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine yönelik iddiaları kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında kaldığından söz konusu haklar yönünden ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

49. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, … maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

...”

50. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

51. Kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde yasağın maddi ve usul boyutlarının ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Bu bağlamda yasağın maddi boyutu sadece bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu (negatif yükümlülük) içermemektedir. Ayrıca bireylerin bu tür muameleye maruz kalmasını engelleyecek etkili önleyici mekanizmaların kurulması yönünde pozitif bir yükümlülük de içermektedir.

52. Kötü muamele yasağının usul boyutu ise bu yasağın ihlal edildiğine yönelik tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran iddiaların sorumlularının tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yapılması sorumluluğunu (pozitif yükümlülük) içermektedir.

53. Başvurucu öncelikle kolluk görevlileri tarafından kasıtlı olarak kolunun kırıldığını iddia etmekte, sonrasında ise maruz kaldığı olayın aydınlatılması için etkili bir soruşturma yürütülmediğini belirtmektedir. Bu nedenle başvurucunun şikâyetlerinin kötü muamele yasağının hem maddi hem usul boyutu açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.

i. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

54. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

55. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

56. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

57. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan yükümlülük işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

58. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

59. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye esas alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

60. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

61. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

62. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

63. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

64. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

65. Ayrıca AİHM'in birçok kararında vurgulayıp Yurtsever ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22965/10, 8/7/2014) kararında da tekrarladığı -olayın fail ya da faillerinin cezai sorumluluğu ile devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğunun farklı olduğu yönündeki- ilkeye özellikle dikkat çekmek gerekir. AİHM, anılan kararında bu ilkeye açıkça vurgu yapmış ve ceza hukuku anlamında suçluluk ya da masumiyet konusunda kararlar vermenin kendi yetki alanına girmediğini ifade etmiştir (Yurtsever ve diğerleri/Türkiye, § 68).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

66. Başvurucu, hükümlü olarak tutulduğu ceza infaz kurumundaki oturma eylemine yapılan müdahale neticesinde infaz koruma görevlileri tarafından kolunun kırılarak kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmektedir.

67. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama sorununu ele almaktadır (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).

68. Somut olayda kötü muamele iddialarının fiziki bulguları açısından doktor raporlarının önem arz ettiği açıktır. Başvurucunun İnfaz Kurumundan sevk edildiği İhtisas Hastanesi tarafından ilk adli muayene raporunda kolundaki hareket kısıtlılığı tespit edilmiş, uzman doktor tarafından dirsekte kırık izlendiği belirtilmiştir (bkz. §§ 15, 16). Kaldı ki kati raporda da başvurucunun kolunda kırık olduğu ortaya konulmuştur. Bu durumda ceza infaz kurumunda hükümlü olmasından dolayı devletin gözetimi ve sorumluluğu altında bulunan başvurucunun fiziksel bir saldırıya maruz kaldığına ilişkin iddianın soruşturulması için yeterli delilin var olduğu kabul edilmelidir.

69. Bir kişinin devletin gözetimi altında bulunduğu bir zaman diliminde yaralandığının tespiti hâlinde söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir (Sinan Işık, B. No: 2013/2482, 13/4/2016, § 87).

70. İnfaz koruma memurlarının düzenlediği tutanakta (bkz. § 18) başvurucunun kendini yere atarak yaraladığı iddia edilmektedir. Başvurucunun şikâyeti üzerine açılan adli soruşturmada ise Savcılık yaralanmanın ne şekilde meydana geldiğine ilişkin bir açıklama yapmamış, sadece kamu görevlilerine atfedilecek bir kusur olmadığını veya bu kişilerin suç işleme kasıtlarının bulunmadığını belirtmiştir. Ancak kararında İnfaz Kurumunun yazısındaki (bkz. § 28) bilgilere olduğu gibi yer veren Savcılığın başvurucunun kolundaki kırığa ilişkin bir kabulde bulunup bulunmadığı dahi anlaşılamamıştır.

71. İddia konusu olayla ilgili olarak infaz koruma memurları hakkında açılan disiplin soruşturmasına ilişkin dosyadan, olay yerine ilişkin kamera görüntülerinin olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte disiplin soruşturmasında muhakkik, adli soruşturmada da Cumhuriyet savcısı tarafından kamera görüntülerinin içerikleri ortaya konulmamış ve infaz koruma memurlarının beyanlarının görüntülerle uyumlu olup olmadığı tespit edilmemiştir. Dolayısıyla bu görüntüleri çözümleyerek gerçekte neler yaşandığını ortaya koyup olayı aydınlatabilecek imkâna sahip olan soruşturma makamlarının bu konuda sessiz kalması, onlara düşen -açıklama yapma şeklindeki- ispat yükümlülüğüne aykırılık oluşturmaktadır. Bu durumda başvurucunun iddiaları doğrultusunda kamu görevlileri tarafından kolunun bükülerek kırıldığının kabulü gerekmektedir.

72. Somut olayın gerçekleşme koşulları, başvurucunun kolunda meydana gelen kırığın niteliği ve bu durumun başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel etkileri birlikte değerlendirildiğinde eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi mümkündür.

73. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kolunun kırılmasıyla neticelenen müdahale nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi -negatif yükümlülük- boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

74. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usul boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

75. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Soruşturma etkili olmadığında anılan madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

76. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

77. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

78. Etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmiş olduğunun kabulü için;

- Yetkili makamların olaydan haberdar olur olmaz resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

- Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve mağdurların meşru menfaatlerini korumak için soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115),

- Soruşturmadan sorumlu olan ve incelemeleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117),

- Soruşturmaların makul özen ve süratle yürütülmesi (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

- Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99) gerekmektedir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

79. Başvurucu, dört kişiyle birlikte yazdığı şikâyet dilekçesinde infaz koruma memurları tarafından kolunun kırıldığını iddia etmiş; söz konusu dilekçeyi İnfaz Kurumu aracılığıyla diğer evrakla birlikte (bkz. § 28) Savcılığa göndermiştir. Başvurucunun İhtisas Hastanesine sevkine ilişkin evraka uzman doktor tarafından dirsekte fraktür tespit edildiği yazılması karşısında başvurucunun iddiasının savunulabilir olduğu söylenmelidir. Bu noktada soruşturma makamlarının başvurucunun iddiaları konusunda etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğünün doğduğu kabul edilmelidir.

80. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68). Buna bağlı olarak soruşturmaya özgü değeri bulunan ilke ve araçların olayın aydınlatılmasını temin edecek şekilde yargısal mercilerce işlevselleştirilip işlevselleştirilmediği ortaya konmalıdır (Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/01/2018, § 83).

81. Başvurucunun kamu görevlileri tarafından kolunun kırıldığını ileri sürmesine karşın infaz koruma memurlarının başvurucunun kendisinin kolunu kırdığını iddia ettiği dikkate alındığında, olay yerindeki kamera kayıtlarının incelenmesi, varsa tanıkların dinlenilmesi ve ilgililerin ifadelerinin alınması gibi birtakım soruşturma işlemlerinin yapılması gerektiği açıktır.

82. İnfaz koruma memurları hakkında yürütülen disiplin soruşturmasında kamera kayıtlarının varlığından söz edilmiş ise de bu görüntülerin tarafsız kişilerce çözümlenmesinin yapıldığına ilişkin bir tutanak veya rapor bulunmamaktadır. Dolayısıyla görüntülerin hangi beyanları doğrular nitelikte olduğu disiplin veya adli soruşturmadan anlaşılamamıştır. Başvurucunun şikâyet dilekçesi vermesi üzerine olayı öğrenen Savcılığın iddialarla ilgili olarak başvurucunun veya infaz koruma memurlarının beyanlarını almadığı, ayrıca herhangi bir inceleme ve araştırma yapmadığı görülmektedir.

83. Savcılık, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda İnfaz Kurumunun bilgilendirme yazısı ve içeriği üzerinden bir sonuca ulaşmış; herhangi bir soruşturma işlemi yapmamıştır. Öte yandan Savcılığın kararından, başvurucuda bir yaralanma meydana gelip gelmediği veya geldiği kabul edilse dahi söz konusu yaralanmanın kamu görevlilerinin müdahalesi sonucunda mı gerçekleştiği hususunda açık bir değerlendirme bulunmadığı anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle yaralanmanın niteliği ve nasıl gerçekleştiği aydınlatılmış değildir. Dolayısıyla soruşturmadaki eksiklikler ve ulaşılan sonuç Savcılığın gerçeği ciddiyetle öğrenme çabası içinde olduğu konusunda kuşku uyandırmaktadır.

84. Tüm bu eksiklikler birlikte değerlendirildiğinde başvurucuya karşı kötü muamele oluşturduğu iddia edilen eylemlere yönelik olayın aydınlatılması amacıyla etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği sonucuna ulaşılmıştır.

85. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Ceza İnfaz Kurumunda Fizik Tedavi Uygulanmadığına İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

86. Başvurucu, kırılan kolu nedeniyle fizik tedaviye ihtiyaç duyduğunu fakat bu konuda kendisine tedavi imkânı sağlanmadığını iddia etmiştir.

87. Bakanlık bu konuda görüş bildirmemiştir.

2. Değerlendirme

88. Anayasa Mahkemesi ceza infaz kurumlarında hükümlülere sağlık hizmetlerinin hiç veya gereği gibi sağlanmamasından kaynaklanan kötü muamele iddialarına ilişkin olarak infaz hâkimliğine şikâyet yolunu, tüketilmesi gereken etkili bir iç hukuk yolu olarak gördüğünü çeşitli kararlarında belirtmiştir (birçok karar arasından bkz. Süleyman Araç, B. No: 2015/7985, 20/9/2018, §§ 24-29).

89. Başvurucu söz konusu şikâyetlerini infaz hâkimliği önüne taşıdığına dair herhangi bir bilgi ya da belge sunmamıştır. Dolayısıyla somut olayda, anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

90. Açıklanan gereklerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

91. Başvurucu; uzun yıllardır hükümlü olmasına karşın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında örgüt mensubu olarak gösterildiğini, kullanılan ifadeler nedeniyle ayrımcılığa uğradığını belirterek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

92. Bakanlık bu konuda görüş bildirmemiştir.

2. Değerlendirme

93. Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

94. Somut olayda, eşitlik ilkesinin ihlal edildiği ileri sürülmekte ise de söz konusu ihlal iddiasının hangi temel hak ve özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştiği belirtilmemiştir.

95. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

96. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

97. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

98. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

99. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

100. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

101. İncelenen başvuruda eziyet yasağının maddi ve usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

102. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

103. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 70.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

104. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Gerekmesine rağmen fizik tedavi uygulanmadığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına (ihlal kararı Savcılığın 2017/6616 numaralı soruşturma dosyasıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

D. Eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlali nedeniyle net 70.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ADEM ERDEN BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2017/36537)

 

Karar Tarihi: 3/11/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucu

:

Adem ERDEN

Vekili

:

Av. Türkan DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumu görevlilerinin hukuka aykırı güç kullanımı neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/10/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. 1963 doğumlu olan başvurucu, hükümlü olarak Sincan F Tipi 1 No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulmaktadır. İzmir'de yapılacak bir yargılamanın duruşmasına katılmak üzere kolluk (jandarma) görevlileri eşliğinde Ankara'dan İzmir'e nakledilen başvurucu 21/3/2007 ile 23/3/2007 tarihleri arasında Denizli D tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) konaklamıştır.

10. Başvurucunun anlatımına göre başvurucu, İnfaz Kurumunun hücre olarak ifade edilen disiplin odasına alınmış, ilaç verilme ve revire görünme talebi nedeniyle bir infaz memuru tarafından hakaret edilerek aşağılanmış, ardından bulunduğu odaya giren aynı memur ile diğer memurlar tarafından darbedilmiştir. Daha önce bulunduğu ceza infaz kurumundaki görevlileri şikâyet ettiği için infaz memurlarının kendisini darbettiğini beyan eden başvurucunun ifadesine göre "Memurları yakmışsın" denilerek süpürge sapıyla dövülmüş ve sigara basılmak suretiyle sırtı yakılmıştır.

11. Ertesi gün duruşmaya katılan başvurucu, İnfaz Kurumunda darbedildiğini belirterek Mahkemede şikâyetçi olması üzerine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.

12. Başvurucunun 23/3/2007 tarihinde İzmir Cumhuriyet Savcılığınca alınan şikâyeti şöyledir:

"Ben Ankara, Sincan cezaevinde hükümlü olarak bulunmaktayım. İzmir 7. Sulh Ceza mahkemesinin [...] dosyasında sanık olarak 23.03.2007 günü duruşmaya getirilmek üzere 21.03.2007 günü Ankara cezaevinden alındım, başka tutuklu ve hükümlüler de olduğu için yolda, Denizli'de konakladık ve misafir olarak, 21.03.2007 günü Denizli cezaevine alındım. Bugün de İzmir deki duruşmam için cezaevinden çıkarıldım. Denizli cezaevinde kaldığım 21.03.2007-23.03.2007 günleri arasındaki dönemde, misafir olduğum için tanımadığım muhtemelen ikinci müdür olduğunu düşündüğüm sivil giyimli üç kişi ile üç tane resmi kıyafetli infaz koruma memuru ve bir tane de baş memur, 22.03.2007 günü, saat öğleyin 11.00-12.00 civarında, kapatıldığım hücrede, bana saldırdılar. Süpürge sapı ile yumrukla vurup tekmelediler. Üzerimde sigara söndürdüler. Bu yüzde bu kişiler hakkında şikayetçiyim, doktora sevk edilip raporumun alınmasını istiyorum."

13. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu, Adli Tıp Kurumu İzmir Şube Müdürlüğüne (ATK) sevk edilerek hakkında sağlık raporu alınmıştır. 23/3/2007 tarihli rapora göre başvurucunun göğüs ve batın (karın) ön yüzde birden fazla sayıda kendi eylemi ile meydana getirilmiş görünümlü eski kesi yara izleri bulunmaktadır. Ayrıca başvurucunun sağ koltuk altı 10 cm dış nahiyesinde 4x2 cm'lik koyu mor renkte ekimoz (çürük), batın sağ dış koltuk altı bölgesinde yatay doğrultuda uzanan birbirine paralel üç adet 9x2 cm ebadında açık kırmızımtırak renkte ekimoz, batın ön nahiyesinde birbirine paralel üç adet 15x2 cm'lik açık kırmızı mor renkte ekimoz, sol üst kol üst dış bölgede iki adet 2x3 cm'lik açık kırmızımtırak renkte ekimoz, sol uyluk orta arkada 5x2 cm'lik koyu mor renkte ekimoz, sırt ortada on adet 0,5x0,5 ve 1x0,5 cm ebadında cildi ilgilendiren yüzeysel, ciltten kabarık yanık izleri mevcuttur. Raporda başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilebileceği belirtilmiştir.

14. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı şikâyet konusu suçun işlendiği iddia edilen yerin Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu olması nedeniyle 23/3/2007 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir.

15. Soruşturmaya (kapatılan) Honaz Cumhuriyet Savcılığı (Savcılık) tarafından devam edilmiştir. Savcılıkça keşif yapılarak kamera görüntülerinin bilirkişi eşliğinde izlendiği ve buna ilişkin bilirkişi raporu alındığı soruşturma makamlarının kararlarından anlaşılmaktadır. İncelemenin başvurucunun darbedildiğini beyan ettiği saat aralığıyla sınırlandırıldığı görüntülerde sadece iki şahsın disiplin odasına girdiği, bu kişilerin sanık M.K. ile tanık İ.T. olduğu, içeride sadece 47 sn. kaldıkları yönünde görüş bildirildiği anlaşılmaktadır. Görüntüler, yargılama sürecinde mahkemelerce ayrıca incelenmemiştir. Başvuru dosyasına görüntüler yansımadığından Anayasa Mahkemesince inceleme yapılamamış, soruşturma yapan Savcılığın bulunduğu adliyenin kapatılmış olması nedeniyle görüntülerin yer aldığı soruşturma dosyasına da ulaşılamamıştır.

16. Savcılık, başvurucunun kaldığı tarihlerde İnfaz Kurumunda görevli olan infaz memurlarının kimliklerini tespit ederek şikâyetle ilgili savunmalarını almıştır. Şüpheli infaz memurları genel olarak suçlamayı kabul etmemişlerdir.

17. Soruşturma sonunda 24/4/2008 tarihinde Savcılıkça, şüpheli memurlar H.S., A.U., A.D., A.Ö. ve M.K. hakkında basit yaralama suçunu işledikleri isnadıyla (kapatılan) Honaz Sulh Ceza Mahkemesinde (Sulh Ceza Mahkemesi) dava açılmıştır.

18. Başvurucu, yargılama aşamasında memurlardan M.K.yı teşhis ederek M.K.nın kendisini darbeden kişilerden biri olduğunu belirtmiştir.

19. Haklarında dava açılan memurlar H.S., A.U., A.D. ve A.Ö. savunmalarında İnfaz Kurumunda geçici olarak tutulan kişilerin gözetim odasında barındırıldığını, giriş ve çıkışlarında sağlık raporu alındığını, başvurucuda darp izi bulunmuş olması hâlinde nakilde görevli kolluk personelinin bu kişiyi teslim alamayacağını, Kurumun kamera sistemiyle izlendiğini ifade etmiş; ayrıca başvurucuyu darbetmelerini gerektiren bir husumetlerinin olmadığını beyan etmişlerdir.

20. İnfaz memuru M.K.nın yargılama sırasındaki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:

" ... Adem Erdem ile ismini hatırlamadığım başka bir mahkum cezaevimize İzmir'e götürülmekteyken bize misafir olarak getirildi ben bunların geldiğini hatırlıyorum bize getirildiklerinde jandarma tarafından doktor raporları alınmıştı. Zannedersem bu iki kişiyi gözetim odasına ben yerleştirdim, olay mahalli olduğu iddia edilen koridorda 5 tane gözetim odası mevcut olup bunlar birbirine bitişiktir, içlerinde döşeme veya fazla miktarda eşya olmadığından ve kapıları da demir olduğu için bu gözetim odalarında ki en ufak bir ses diğer odalara duyulur. Normalde ceza evine bu bölümünde üç kişi çalışmamız gerekir ancak personel eksikliği nedeniyle o gün orada infaz koruma memuru olarak o vardiyada sadece ben vardım. Kamera kayıtlarını inceleyen ismi belirtilen [İ.T.] ise iyi hal kararı aldırılmış teknisyenlik işleriyle uğraşan hükümlü idi. Bu kişi bildiğim kadarıyla Dalaman Açık ceza infaz kurumuna nakledilmiştir bu kişinin de ifadesi alındığında gerçek ortaya çıkacaktır. Gözetim odalarından bir tanesini demir kaynak ve tamir işleri için lazım olan malzemelerin konulduğu depo olarak kullanmaktaydık. Kamera kayıtlarında benim ile [İ.T.nin] görünmesinin sebebi bu depoya girip malzeme almış olmamız olabilir. Kesinlikle müştekiye yönelik şiddet eylemlerinde bulunmuş değilim. İlk defa gördüğüm ve kendisi ile aramda husumet bulunmayan bu kişiye karşı ekili eylemde bulunma mantıklı değildir. Ben kendisini şu an görsem hatırlamam, hatırladığım kadarıyla bu kişiyi getiren jandarma görevlileri müştekinin sorunlu birisi olduğu daha önceden defalarca cezaevine girip çıktığını daha önceden kendi kendine zarar veren bir yapıya sahip olduğunu bu yüzden dikkat edilmesini, diğer mahkumlarla temas ettirilmemesini söylemişti. Yönetmelik gereği de onun ayrı konması gerekirdi, buna rağmen bana cezaevinde tanıdıklarım var beni koğuşlara koyacaksın demiş ve ukala tavırlarda bulundu, ben bunun mümkün olmadığını söyleyince bana siz beni tanımıyorsa ben F tipinden geliyorum size yapacağımı bilirim dedi ancak ben aldırış etmedim gözetim odasına yerleştirdikten sonra battaniyesini ve yemeğini verdikten sonra bir daha da kendisiyle muhatap olmadım. Daha sonraki nöbeti de [A.Ö.ye] teslim ettim ertesi vardiyamda bu kişi yoktu ..."

21. Olay tarihinde İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan tanık İ.T. beyanında, iyi hâlli olduğu için teknisyenlik yaptığını, başvurucunun İnfaz Kurumunda bulunduğu gün memur M.K. ile malzeme almak için gözetim odasının yanında bulunan malzeme odasına girdiğini, darbetme olayını görmediğini ifade etmiştir. Tanığın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...malzemeleri koyduğumuz belli bir depomuz yoktu sadece disiplin cezası alan veya misafir olarak gelen hükümlülerin bulunduğu tek kişilik odaların hemen yan tarafında depo olarak kullandığımız tek kişilik oda vardı, bu odaya da tek girmiyorduk, malzemeleri infaz koruma memuruyla alıyorduk, ben mağdur Adem'i tanımıyorum, olay günü de bu tek kişilik odalarda kalıp kalmadığını bilmiyorum, tek kişilik odalardan bağırma küfür sesleri gelir ancak biz mahkumlarla birebir temasa girmeyiz odalarda da kimin kaldığını bilmem tek kişilik odaları dışarıdan gösteren kamera kayıtları vardır, M.K. ile malzemeleri aldık, birlikte çıktık malzemeleri alırken M.K. sürekli benim yanımdaydı, benim yanımda iken başka bir yere girmedi, bütün gün boyunca da ben cezaevinde işlerimi yaparken M.K. yanımdaydı."

22. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından başvurucunun yaralanmasının meydana geldiği tarih aralığının tespiti yönünde ATK'dan görüş sorulmuştur. ATK 22/5/2009 tarihli raporunda başvurucunun "23/3/2007 tarihinde yapılan muayenesi sonucu tespit edilen yaralanma bulgularının taze yaralanma bulguları olduğu, bunların muayene tarihinden 1-2 günlük zaman dilimi içerisinde meydana getirilmiş olmasının mümkün olduğu, ancak İnfaz Kurumuna girişi esnasında düzenlenmiş giriş raporlarının da incelenmesinden sonra bu hususun adli tahkikatla aydınlatılmasının uygun olduğu" yönünde görüş bildirmiştir.

23. Sulh Ceza Mahkemesi 12/10/2010 tarihinde infaz memurları hakkında açılan dava sonunda "her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmaması" nedeniyle memurların beraatlerine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Müştekinin dövüldüğünü iddia ettiği zaman diliminin 22/03/2007 günü saat 11:00 ile 12:00 arasıdır. Cezaevine yazılan müzekkere cevabının incelenmesinden sanık [V.nin] başmemur olduğu, [A.Ö.] ve nöbetçi memur olduğu ve vardiyayı 22/03/2007 günü saat 20:00 dan sonra yani mağdurun iddia ettiği saatten sonra görevi devraldıkları, diğer sanıkların iddia edilen saatlerde görevli oldukları, mağdurun 23/03/2007 tarihinde sabah 07:00 da cezaevinden ayrıldığı, dövülme iddiasını ise aynı gün duruşmada dile getirdiği, alınan rapor ile iddia edilen tarih arasında 1 gün bulunduğu, mağdurun kendisini dövdüğünü iddia ettiği kişilerin resimlerinden sadece sanık [M.K. yı] teşhis ettiği ancak bir de sivil giyimli başmemurun kendisini özellikle dövdüğünü beyan ettiği, kurumda başmemurun sanık [V.] olduğu ve iddia edilen saatte kurumda bulunmadığının nöbet çizelgesi ve müzekkere cevapları ile anlaşıldığı, mağdurun başlangıçta 6 kişinin kendisini dövdüğünü beyan ettiği ancak sonra sanık [M.] ve bir başmemurun kendisini dövdüğünü mahkeme aşamasında beyan ettiği, bu şekilde çelişkili beyanlarda bulunduğu, iddia edilen saatlerde kamera kayıtlarının incelendiği ve sanık [M.] dışındakilere kayıtlarda rastlanmadığı, bu sanığında sadece 47 sn o kısımda kaldığı, görüntülerde rastlanan tanık [İ.T.nin] Mahkememizce dinlendiği ve malzeme odasına giriş yapıldığının anlaşıldığı, kurumda bir gün kalan mağdurun 6 memur tarafından dövülmesi için bir gerekçe de bulunmadığı, sanıkların üzerlerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, sanıkların mahkumiyeti için kesin ve somut delil gerektiği, mağdurda oluşan yaraların cezaevinden ayrıldığı tarihten sonrada oluşabileceği dikkate alınarak sanıkların ... ayrı ayrı beraatlerine..."

24. Başvurucunun temyizi üzerine 1/10/2013 tarihinde Yargıtay 3. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) Sulh Ceza Mahkemesi kararının sanık M.K. yönünden bozulmasına, diğer sanıklar yönünden onanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Sanık [M.K.] hakkında kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; diğer temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine, ancak;

Katılanın [...] fotoğraftan sanığı teşhis ederek kendisine vurduğunu beyan etmesine, kamera kayıtlarına göre, katılanın kendisinin dövüldüğünü söylediği saatte sanığın katılanın bulunduğu bölüme girdiğinin belirlenmesine, 23.03.2007 tarihli adli rapora göre katılanın vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandığının anlaşılmasına göre, sanığın atılı suçtan mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi bozmayı gerektirmiş, ..."

25. Sulh Ceza Mahkemesinin kapatılması nedeniyle yargılamaya Denizli 7. Asliye Ceza Mahkemesince (Asliye Ceza Mahkemesi) devam edilmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi 10/4/2014 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesinin kararında direnilmesine ve M.K.nın kasten yaralama suçunu işlediğinin sabit olmaması nedeniyle beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Müştekinin dövüldüğünü iddia ettiği zaman diliminin 22/03/2007 günü saat 11:00 ile 12:00 arasıdır. Cezaevine yazılan müzekkere cevabının incelenmesinden sanık [V.nin] başmemur olduğu, [A.Ö] ve nöbetçi memur olduğu ve vardiyayı 22/03/2007 günü saat 20:00 dan sonra yani mağdurun iddia ettiği saatten sonra görevi devraldıkları, diğer sanıkların iddia edilen saatlerde görevli oldukları, mağdurun 23/03/2007 tarihinde sabah 07:00 da cezaevinden ayrıldığı, dövülme iddiasını ise aynı gün duruşmada dile getirdiği, alınan rapor ile iddia edilen tarih arasında 1 gün bulunduğu, mağdurun kendisini dövdüğünü iddia ettiği kişilerin resimlerinden sadece sanık [M.K.yı] teşhis ettiği ancak birde sivil giyimli başmemurun kendisini özellikle dövdüğünü beyan ettiği, kurumda başmemurun sanık [V.] olduğu ve iddia edilen saatte kurumda bulunmadığının nöbet çizelgesi ve müzekkere cevapları ile anlaşıldığı, mağdurun başlangıçta 6 kişinin kendisini dövdüğünü beyan ettiği ancak sonra sanık [M.] ve bir başmemurun kendisini dövdüğünü mahkeme aşamasında beyan ettiği, bu şekilde çelişkili beyanlarda bulunduğu, iddia edilen saatlerde kamera kayıtlarının incelendiği ve sanık [M.] dışındakilere kayıtlarda rastlanmadığı, bu sanığında sadece 47 sn o kısımda kaldığı, görüntülerde rastlanan tanık [İ.T.] mahkememizce dinlendiği ve malzeme odasına giriş yapıldığının anlaşıldığı, tanık beyanı ile tanığın sanık ile malzemeleri aldıktan sonra birlikte çıktıkları, malzeme alımı sırasında sanığın sürekli tanık [İ.T.nin] yanında bulunduğu, tüm gün boyunca da tanık [İ.T.] cezaevinde işlerini yaparken sanığın tanığın yanında bulunduğu, sanığın katılanın bulunduğu odaya girmediği, bu odaya girdiğine ilişkin herhangi bir görgü ve tespitin olmadığı, kamera kayıtları ile de sanığın hükümlünün bulunduğu odaya girmediğinin belirlendiği, malzeme konulan odada da tanık ve sanığın sadece 47 saniye kaldıkları, katılanın yaralanmasına ilişkin doktor raporunun Denizli ilinden ayrıldıktan sonra alındığı, sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, sanığın mahkumiyeti için kesin ve somut delil gerektiği, katılanda oluşan yaraların cezaevinden ayrıldığı tarihten sonra da oluşabileceği dikkate alınarak sanığın beraatine karar verilmiş..."

26. Başvurucunun temyizi üzerine 8/3/2017 tarihinde kararı inceleyen Ceza Dairesi, dava zamanaşımı nedeniyle M.K. hakkında açılan davanın düşürülmesine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 11/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

27. Başvurucu 20/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

28. İnfaz Kurumu 2/4/2020 tarihli yazısında başvurucu ile ilgili herhangi bir kaydın bulunmadığını bildirmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

29. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

 ...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

 ...

İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

30. 5237 sayılı Kanun'un "Eziyet" kenar başlıklı 96. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

" Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. "

31. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

B. Uluslararası Hukuk

32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

34. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

35. AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM aynı prensibin özgürlüklerinden yoksun olan, ceza infaz kurumu yönetiminin kontrol ve sorumluluğunda bulunan, ceza infaz kurumunda tutulan kişiler için de uygulanacağını belirtmektedir. AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54).

36. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

38. Başvurucu, infaz memurları tarafından darbedilmesinin işkence olmasına rağmen kasten yaralama suçundan soruşturma yürütülmesi neticesinde davanın on yıl sonra zamanaşımı nedeniyle düşürüldüğünü ve kamu görevlilerinin eylemlerinin cezasız kaldığını belirterek işkence yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

39. Bakanlık görüşünde, başvurucunun aynı konuya ilişkin şikayetlerinin incelendiği Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019 kararında kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiğine karar verilerek başvurucuya tazminat ödendiği dikkate alınarak eldeki başvurunun konusuz kaldığı yönünde görüş bildirilmiştir.

40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında, daha önceki başvurusu ile somut başvurusundaki olayların ve yargılama sürecinin farklı olduğunu, bu nedenle mükerrer başvurunun söz konusu olmadığını beyan etmiştir.

B. Değerlendirme

41. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

42. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri " kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının eziyet yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Bakanlık görüşünde başvurunun Anayasa Mahkemesince 23/1/2019 tarihinde karara bağlanan Adem Erden başvurusuyla aynı ihlâl iddialarına dayanması nedeniyle somut başvurunun konusuz kaldığı yönünde görüş bildirilmiştir. 2017/4032 numaralı başvuru konusunun 13/8/2005 tarihinde İzmir F 2 Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştiği iddia edilen kötü muamele şikayetlerine ilişkin olmasına karşılık somut başvuru konusunun 21/3/2007 ile 23/3/2007 tarihleri arasında Denizli D tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştiği iddia edilen kötü muamele şikayetlerine ilişkin olduğu anlaşılmıştır.

45. Bu durumda her iki başvurunun başvurucusu aynı olmakla birlikte, başvuruya konu olayların ve yargılama süreçlerinin birbirinden bağımsız ve farklı olduğu dikkate alınarak eldeki başvurunun mükerrer olmadığı değerlendirilmiştir.

46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Eziyet Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

47. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

48. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun'da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

49. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

50. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda olması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

51. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

52. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

53. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

54. Tutuklu ve hükümlüler ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabidir. Özgürlüklerinden yoksun bulunan bu kişilerin kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmeleri durumunda vücutlarında bir yaralanma tespit edilmişse söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir. Özellikle iddiaların doktor raporlarıyla desteklendiği hâllerde kötü muamele yasağının ihlali bakımından açık sorunlar ortaya çıkabilir (Serdar Avci, B. No: 2015/19474, 9/1/2020, § 56; Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, § 95; Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 89, 91).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

55. Hükümlü olan başvurucu; başka bir şehre nakledilirken konakladığı bir ceza infaz kurumunda aralarında müdürlerin de bulunduğu birden fazla infaz görevlisi tarafından sırtına sigara basılarak, bedensel kuvvet ve sopa kullanılmak suretiyle darbedilerek yaralandığını iddia etmektedir.

56. Başvuruya konu olaydan bir gün sonra başvurucu hakkında alınan sağlık raporunda başvurucunun kollarında, bacaklarında ve vücudunun muhtelif bölgelerinde farklı büyüklüklerde mor ve kırmızı renklerde çürüklerin olduğu, ayrıca sırtında on adet yanık izinin bulunduğu tespit edilmiştir. Daha sonra ATK bu yaralanmaların muayene tarihinden bir veya iki gün önce oluşmuş olabileceği yönünde görüş bildirmiş, yaraların yeni olduğunu açıklamıştır.

57. Soruşturma makamlarınca kamera görüntülerin izlenmesi ve sağlık raporlarının değerlendirilmesi neticesinde olay günü İnfaz Kurumunda görevli olan beş memur hakkında kasten yaralama suçundan ceza davası açılmış ancak dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle yargılama tamamlanamayarak ceza davası düşmüştür. Yargılama aşamasında sanıklar hakkında delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı verilmiş ise de bir sanık yönünden bu kararın bozulduğu, Asliye Ceza Mahkemesinin bozma kararına direnmesi sonrasında zamanaşımı süresi dolduğundan yargılamaya devam edilemediği anlaşılmıştır. Bu durumda soruşturma veya yargı makamlarının başvurucunun İnfaz Kurumunda darbedilmediğine yönelik bir tespitte bulunmadığı anlaşılmaktadır.

58. İnfaz Kurumuna giriş ve çıkışta başvurucu hakkında alınması gereken sağlık raporlarının soruşturma dosyasında bulunmadığı görülmektedir. Yine başvuru dosyasına yansıyan, bu yönde bir rapor bulunmamaktadır. Dolayısıyla alınmadığı öngörülen sağlık raporuyla aksi ispatlanamadığı için başvurucunun İnfaz Kurumuna girerken yaralı olmadığının kabulü gerekmektedir.

59. Bu hâlde olaydan bir gün sonra alınan sağlık raporuyla başvurucunun iddialarını doğrular şekilde yeni oluşmuş çürüklerin ve yanık izlerinin tespit edildiği nazara alındığında başvurucunun İnfaz Kurumunda yaralandığı hususunda güçlü bir karine oluşmaktadır. Kamu makamlarınca söz konusu karinenin aksi ortaya konulmadığı sürece sağlıklı olarak İnfaz Kurumuna geldiği varsayılan başvurucunun burada ne şekilde yaralandığının tereddüde yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekmektedir.

60. Somut olayda İnfaz Kurumunca bu hususa açıklık getiren herhangi bir belge veya delil soruşturma dosyasına sunulmamıştır. Yine yargılama sürecinde tanıkların dinlenilmesi veya kamera görüntülerinin incelenmesi neticesinde başvurucunun yaralanmasının nasıl oluştuğu netlik kazanmamıştır. Öte yandan soruşturma ve yargı makamlarınca da başvurucunun iddialarının aksine yaralanma biçimi ve nedenine yönelik makul bir açıklama getirilmemiştir.

61. Dikkate değer bir başka durum ise soruşturma ve yargı makamları arasında kamera görüntülerinin değerlendirilmesi hususunda bir uyum bulunmamasıdır. Soruşturma makamınca ceza davası açılması kanaatine esas alınan görüntülerde bir infaz memurunun başvurucunun bulunduğu odaya girerek bir süre kaldığı tespit edilmiştir. Buna karşın ilk derece mahkemesince anılan görüntüler tekrar incelenmese de yargılama sonunda tanık beyanı dikkate alınarak infaz memurunun gerçekte başvurucunun odasına değil yanındaki odaya girdiği yönünde yorumlanmıştır. Üst derece mahkemesi ise infaz memurunun başvurucunun bulunduğu odaya girdiğinin kayıtlarla tespit edildiğini değerlendirmiştir. Dolayısıyla yargılanan infaz memurunun başvurucunun tutulduğu odaya girip girmediği açıklığa kavuşmasa da görüntülerin en azından başvurucunun iddialarının aksini ortaya koymadığı görülmektedir.

62. Dolayısıyla oluşan yaralanmaların başvurucunun iddiası doğrultusunda Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin başvurucu üzerinde fiziksel güç kullanmaları sonucu oluştuğu yönünde makul şüphenin üzerinde kanıt bulunduğu değerlendirilerek kötü muamele yasağının ihlal edildiği kanaatine varmıştır.

63. Ayrıca belirtmek gerekir ki sırtında tespit edilen, yeni oluşmuş on adet yanık izinin başvurucunun sırtına sigara basıldığı iddialarını destekleyen mahiyette olduğu nazara alındığında güç kullanımına izin verilen hâllerde dahi bu şekilde gerçekleşen bir yaralanma biçiminin kötü muamele yasağını ihlal edeceği ortadadır.

64. Bu aşamadan sonra kötü muamelenin nitelendirilmesi gündeme gelmektedir. Her ne kadar başvurucunun yaralanması basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde olduğu tespit edilmişse de başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, şekli ve başvurucuda oluşan etkileri dikkate alındığında eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi gerekir (benzer yaklaşım için bkz. Edip Elma ve diğerleri, B. No: 2015/14826, 18/4/2019, § 53; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 82).

65. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Eziyet Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

66. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

67. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

68. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

69. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116). Soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119; Adem Erden, § 33).

70. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, § 34).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

71. Devletin kötü muamele iddialarını soruşturma yükümlülüğü, bireylerin savunulabilir iddialarının bulunmasına bağlıdır. İddianın savunulabilir olması ise ancak makul delillerle desteklenmesiyle mümkündür. Bu kapsamda başvurucu, konakladığı ceza infaz kurumunda infaz memurları tarafından darp edildiğini iddia etmiş ve iddiasını sağlık raporuyla desteklemiştir. Dolayısıyla başvurucunun savunabilir iddiasının bulunması nedeniyle soruşturma makamlarından etkili bir soruşturma yürütülmesi yönünde meşru bir beklentisi bulunmaktadır. Bu durumda sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli ve etkili resmî bir soruşturma yapılması gerekmektedir.

72. Başvurucu hakkında alınan sağlık raporunun yanı sıra İnfaz Kurumunda kaldığı tarihlerde tutulduğu odayı gösteren kamera görüntülerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Olaydan bir gün sonra şikâyetçi olan başvurucunun iddialarını denetlemek ve maddi gerçeğe ulaşmak bakımından önem arz eden bu görüntülerin Savcılık talimatıyla, İnfaz Kurumunda hükümlü olarak tutulan ve iyi hâlli olması nedeniyle tekniker olarak çalışan İ.T. tarafından incelendiği anlaşılmaktadır. Ayrıca bu kişi, başvurucu tarafından darp eylemine katıldığı teşhis edilen infaz görevlisi M.K.nın tüm gün yanında bulunduğunu ifade eden olay tanığıdır.

73. Dolayısıyla görüntülerin bağımsız soruşturma yürütmesi gereken soruşturma makamı veya atayacağı bilirkişi tarafından değil İnfaz Kurumunda bulunan başka bir hükümlü tarafından incelendiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla yetkin ve bağımsız olmayan bir kişi tarafından incelenen görüntülere ait kayıt dökümlerinin güvenilirliği kuşkulu hâle gelmiştir. Bu durumda soruşturma makamının maddi gerçeğe ulaşma çabası içinde beklenen özeni gösterdiği söylenemeyecektir.

74. Diğer yandan infaz memurları hakkında açılan dava zamanaşımı nedeniyle düşmüştür. 2007 yılında meydana gelen başvuruya konu olayın aydınlatılması ve sorumluların cezalandırılması amacıyla yapılan ceza yargılaması, on yılı aşkın sürede tamamlanamamıştır.

75. Olayın hemen ardından darbedildiğini iddia eden başvurucunun şikâyet ve delillerinin tespit edilerek hakkında sağlık raporunun düzenlendiği dikkate alındığında sadece sorumluların kimliğinin tespit edilerek mevcut kamera görüntülerinin incelenmesi sonucu açılan ceza davasında bu delillerin değerlendirilmesini gerektiren sürenin on yılda tamamlanamayacak nitelikte olmadığı öngörülmüştür.

76. Hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kıstaslar dikkate alındığında başvuru konusu olay çok da karmaşık bir görünüm arz etmediği gibi başvurucunun yargılamanın uzamasına sebep olacak tutumunu ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensizliğini gösteren bir unsur da gözlenmediğinden on yıllık yargı süresinde makul olmayan bir gecikme söz konusudur (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Adem Erden, § 42). Dolayısıyla özenle ve makul hızla yargılama yapılmadığından kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının makul sürat ve özenle yargılama usul yükümlülüğü yönünden de ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

79. Başvurucu, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

82. Başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

83. Başvurucunun şikâyetiyle ilgili açılan ceza davasının zamanaşımı nedeniyle düştüğü dikkate alındığında eziyet yasağının usule ilişkin boyutunun ihlal sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.

84. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERGİN DOĞRU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/18520)

 

Karar Tarihi: 10/2/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Gökçe GÜLTEKİN YILMAZ

Başvurucu

:

Ergin DOĞRU

Vekili

:

Av. Barış YILDIRIM

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda ayakta sayım uygulamasına karşı gelinmesi üzerine darbedilme nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 4/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, olay tarihinde Elazığ 2 No.lu Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak tek kişilik odada tutulmaktadır.

10. İnfaz Kurumunda 16/2/2018 tarihinde gerçekleştirilen sayım sırasında aralarında başvurucunun da olduğu yüzden fazla tutuklu ve hükümlü slogan atarak kapılara vurdukları, sayıma kalkmadan, bulundukları alanda durmakta direndikleri ve sayım yapılmasına engel olmaya çalıştıkları gerekçesiyle infaz koruma memurları tarafından uyarılmıştır.

11. İnfaz koruma memurlarının uyarılarını dikkate almayan tutuklu ve hükümlüler hakkında zor kullanılarak tutuklu ve hükümlülerin sayım vaziyeti almaları sağlanmış ve sayım tamamlanmıştır.

12. Yaşanan bu olay üzerine İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı tarafından sayım işlemi esaslarına uymayan tutuklu ve hükümlüler hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.

13. Başvurucu hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonucunda başvurucunun "kurumda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak" fiillerinden dolayı iki ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

14. Başvurucu, ayakta sayım yapıldığı sırada görevli infaz koruma memurları tarafından darbedildiğini iddia etmiş ve Kurum revirinde muayene olmak istediğini İnfaz Kurumuna bildirmiştir. İnfaz Kurumunda hekimin 21/2/2018 tarihinde görevli olması nedeniyle başvurucu hakkında bu tarihte darp ve cebir raporu düzenlenmiştir. Rapordaki tespitler şöyledir:

"- Şuur açık koopere oryante

- Fiziki muayene bulguları doğal.

- Sağ göz orbital alanda ekimoz hafif, ödem yok."

15. Başvurucu vekili, Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı 27/2/2018 tarihli dilekçe ile başvurucunun tek kişilik odada tutulmakta iken 16/2/2018 tarihinde ayakta sayım uygulamasına tabi tutulmak istendiğini, zaten tek kişi olması nedeniyle buna gerek olmadığını belirtmesi üzerine odanın demir kapısına fırlatıldığını, gözünden ve burnundan yaralandığını, 18/2/2018 tarihinde infaz koruma memurlarının ayakta sayım yapmak amacıyla tekrar başvurucunun odasına geldiklerini ve bu kez sırtına vurarak müvekkilini darbettiklerini, ikinci darp eylemi gerçekleştikten üç gün sonra müvekkilinin revire gidebildiğini ileri sürmüştür.

16. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada başvurucu hakkında darp ve cebir raporu aldırılmış, olaya ilişkin güvenlik kamera kayıtları temin edilmiş ve şikâyete konu hususlara ilişkin olarak İnfaz Kurumundan bilgi istenmiştir.

17. İnfaz Kurumundan Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen cevap yazısında Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü tarafından gönderilen 7/2/2018 tarihli yazıda personele yönelik saldırı, rehin alma gibi eylemlerin önlenmesi amacıyla sayımların odanın alt katında tüm tutuklu/hükümlüler belirli bir nizamda, ayakta görülecek şekilde alınması hususundan bahsedildiği, bu doğrultuda ayakta sayım yapılacağının tutuklu ve hükümlülere bildirildiği ve sayım almaya başlandığı ifade edilmiştir. Ayrıca ilgili yazıda, sayım vermek istemeyen tutuklu ve hükümlülerin idarenin uygulamasına karşı gelerek toplu olarak eylem yaptıkları, slogan atarak İnfaz Kurumunun düzenine karşı geldikleri belirtilmiş; bu nedenle haklarında disiplin soruşturması başlatıldığı bildirilmiştir.

18. İnfaz Kurumu yazısında ayrıca 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) 22. maddesinin (8) numaralı fıkrasında yer alan "İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz." şeklindeki düzenleme kapsamında orantılı güç kullanılarak sayım düzeni aldırılmaya çalışıldığı, bu sırada darbedildiğini iddia edenler hakkında darp ve cebir raporu aldırıldığı, alınan raporlarda herhangi bir darp ve işkencenin söz konusu olmadığının ifade edildiği belirtilmiş; ayakta sayım vermek istemeyen tutuklu ve hükümlülerin el kamerası ile kayıt altına alındığı bildirilmiştir.

19. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmada İnfaz Kurumunun kamera kaydı görüntüleri dosyaya getirtilmiş ve görüntülerin çözümü yaptırılmıştır. Düzenlenen bilirkişi raporunda görüntülerin hareketli vaka kamerasına ait olduğu, ses kaydının yapıldığı, tarih/zaman aralığının görülmediği ifade edilmiş; "personelin mevcut görüntülerde herhangi bir darp/kötü muamele/onur kırıcı hareket olayının TESPİT EDİLEMEDİĞİ, İzlenen 94 adet mov. formatında toplamda 31 dakika 43 saniye uzunluğundaki görüntülerde de söylem olarak görevli personelin veya tutuklu/hükümlü şahısların herhangi bir tehdit/hakaret/slogan/küfür vb. eyleminin TESPİT EDİLEMEDİĞİ..." belirtilmiştir.

20. Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen 15/3/2018 tarihli Genel Adli Muayene Formu'nda, yeni oluşmuş darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir.

21. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 3/4/2018 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi Adli Tabiplik Birimi tarafından düzenlenen 15/03/2018 tarihli genel adli muayene formunda müşteki Ergin Doğru'da tramvatik lezyona rastlanmadığı görülmüş olup;

Olaya ilişkin kamera görüntülülerinin incelenmek üzere bilirkişiye teslim edildiği düzenlenen bilirkişi raporunda görevli personel tarafından mevcut görüntülerde herhangi bir darp/kötü muamele/onur kırıcı hareket olayının mümkün olmadığı bilirkişi raporundan anlaşılmakla;

Açıklanan nedenlerle;

Müşteki vekili iddialarının soyut iddia niteliğinde kaldığı, cezaevi görevlilerinin herhangi bir görevini kötüye kullanma suçunu işlemediği anlaşılmakla,

Elazığ 2 nolu Yüksek güvenlikli Kapalı Ceza infaz Kurumu görevlileri hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..."

22. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz, Elazığ 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 3/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 4/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

24. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 - 5328 S.K./4.mad) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

25. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

26. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

27. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Kurumların iç güvenliği" kenar başlıklı 33. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Kurumların iç güvenliği, Adalet Bakanlığına bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır..."

28. Tüzük'ün 22. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

"(8) İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 10/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30. Başvurucu; tek kişilik odada tutulduğu İnfaz Kurumunda 16/2/2018 tarihinde ayakta sayım uygulamasına tabi tutulmak istendiğini, bu uygulamaya karşı geldiğinde infaz koruma memurları tarafından demir kapıya fırlatıldığını, vücudunun birçok yeri yaralanacak şekilde darbedildiğini, aynı gün revire gitmek istediğini ancak talebinin dikkate alınmadığını, bu olaydan yaklaşık beş gün sonra revire gidebildiğini, ilk darp eyleminden iki gün sonra 18/2/2018 tarihinde infaz koruma memurlarının tekrar odasına geldiklerini, ayakta sayım alınacağı gerekçesiyle sırtına tekme attıklarını, göz çevresindeki morarma bulgularının sağlık raporuyla tespit edildiğini belirterek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Bakanlık görüşünde, başvurucunun tutulduğu İnfaz Kurumunda yapılmak istenen ayakta sayım işlemine karşı slogan atıp kapılara vurarak mukavemet gösterdiği, infaz koruma memurlarının ise sayım işlemini gerçekleştirmek adına başvurucunun direncini kıracak şekilde orantılı kuvvet kullandığı ifade edilmiş; başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunun asayişi ve güvenliği ile Ceza İnfaz Kurumu idaresinin otoritesi açısından yakın tehlike oluşturduğu, bu disiplinsiz davranışı nedeniyle yasal mevzuat gereği İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı tarafından hakkında yürütülen disiplin soruşturması neticesinde başvurucuya iki ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma disiplin cezası verildiği belirtilmiştir. 21/2/2018 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu reviri tarafından düzenlenen sağlık raporundaki "Sağ göz orbital alanda ekimoz hafif, ödem yok." tespitinin sayım işlemini gerçekleştirmek adına başvurucunun ve yüzden fazla hükümlü ve tutuklunun direncini kıracak şekilde orantılı kuvvet kullanılması ile orantılı olduğu değerlendirilmiştir.

32. Bakanlık görüşünde ayrıca 27/2/2018 tarihli şikâyet dilekçesinin Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına ulaşması üzerine gerekli soruşturma işlemlerine başlandığı, Cumhuriyet savcısının başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin iddiasının gerçekliğini tespit için 14/3/2018 tarihinde İnfaz Kurumuna yazılı talimatlarını ilettiği, bu doğrultuda 15/3/2018 tarihinde Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesinde başvurucunun muayenesinin gerçekleştirildiği, alınan raporda herhangi bir yeni oluşmuş darp ve cebir izinin saptanmadığının ifade edildiği belirtilmiştir. Ayrıca Cumhuriyet savcısının başvurucunun kamera kayıtlarının incelenmesi talebini de dikkate alıp soruşturmaya katılımını sağlayarak talepleri doğrultusunda sayım işlemi yapıldığı sırada kayıt altına alınan kamera görüntülerini temin ettiği, alınan bilirkişi raporunda infaz koruma memurlarının başvurucuya karşı herhangi bir darp ve kötü muamele teşkil eden eylemleri ile herhangi bir tehdit ve hakaret içerikli konuşmanın tespit edilemediğini belirttiği, soruşturmanın iki aylık kısa bir süre içinde tamamlandığı, bu çerçevede kötü muamele yasağına ilişkin usul yükümlülüğün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğu bildirilmiştir.

33. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü iddialarını tekrarlamış; ayrıca Bakanlık görüşünde belirtilen kamera görüntülerini izlemediğini, slogan atma eyleminden önce darbedildiğini, olaya ilişkin etkili soruşturma yürütülmediğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

34. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

35. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri " kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının kötü (insan haysiyetiyle bağdaşmayan) muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

38. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

39. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

40. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğinin tespit edilebilmesi için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

41. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

42. Tutuklu ve hükümlüler ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabidir. Özgürlüklerinden yoksun olan bu kişilerin kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmeleri durumunda vücutlarında bir yaralanma tespit edilmişse söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir. Özellikle iddiaların doktor raporlarıyla desteklendiği hâllerde kötü muamele yasağının ihlali bakımından açık sorunlar ortaya çıkabilir (Serdar Avci, B. No: 2015/19474, 9/1/2020, § 56; Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, § 95; Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 89-91).

43. Anayasa'nın 17. maddesi ceza infaz kurumunda güvenliği sağlamak, düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu kapsamda sınırları belli bazı durumlarda, mevzuata uygun olarak ve sadece kaçınılmaz hâllerde aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller prensip olarak kötü muamele yasağını ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

44. Başvurucu; tek kişilik odada tutulmakta iken ayakta sayım uygulamasına tabi tutulmak istendiğini, odada başka kimse olmaması nedeniyle ayakta sayım vermek istemediğini, bunun üzerine infaz koruma memurları tarafından demir kapıya fırlatıldığını, vücudunun birçok yerinden yaralanacak şekilde darbedildiğini, ilk darp eyleminden iki gün sonra infaz koruma memurlarının tekrar odasına geldiklerini, ayakta sayım alınacağı gerekçesiyle sırtına tekme attıklarını ifade etmiştir.

45. İnfaz Kurumu Hekimliğinin 21/2/2018 tarihli raporunda başvurucunun sağ göz orbital alanda hafif ekimoz olduğu tespit edilmiştir.

46. Başvurucu, infaz görevlilerinin ayakta sayım yapmasına direndiğini ve bu nedenle zor kullanıldığını kabul etmiştir. Diğer taraftan İnfaz Kurumunun ilgili yazısından, slogan atıp kışkırtıcı davranışları olması nedeniyle başvurucu üzerinde zor kullanarak sayım işleminin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. İnfaz Kurumu tarafından Savcılığa gönderilen yazıda her ne kadar yaşanan bu olay nedeniyle darp ve cebire maruz kaldığını iddia edenler hakkında sağlık raporu alındığı ve alınan raporlarda darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmişse de başvurucu hakkında 21/2/2018 tarihinde düzenlenen raporun aksini ortaya koyan, olay tarihine ait herhangi bir rapor sunulmamıştır.

47. Başvurucunun İnfaz Kurumunda tutulmakta iken meydana gelen yaralanmasının -doktor raporuyla belirlenen- ne suretle ortaya çıktığını açıklama yükümlülüğü kamu makamlarına aittir. Buna karşılık başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturmasında bu yaralanmaya ilişkin herhangi bir açıklama, değerlendirme, belge veya beyan bulunmamaktadır.

48. Başvurucunun infaz koruma memurlarına karşı direndiği belirtilmiş ancak başvurucunun fiilleri tam olarak ortaya konulamamıştır. Bu nedenle zor kullanma yetkisinin orantılı kullanılıp kullanılmadığı konusunda bir tespitte bulunmak mümkün değildir. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi başvurucunun sağ gözündeki hafif ekimoz şeklindeki yaralanma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlali için aranan asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı kanaatine varmıştır.

49. Başvurucunun yaralanmasının niteliği dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

51. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

52. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır (Tahir Canan, § 25).

53. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

54. Yürütülecek ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma, cezalandırma hakkı veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

55. Anayasa Mahkemesi, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Bir başka ifadeyle başvurucunun İnfaz Kurumu görevlileri tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunduğu kanaatine varmıştır. Bu durumda sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli ve etkili resmî bir soruşturma yapılması gerekmektedir.

56. Başvurucunun ceza soruşturması sırasında olaylarla ilgili bilgi sahibi olduklarını iddia ettiği Ceza İnfaz Kurumunda kalan bazı tutuklu ve hükümlülerin tanık olarak dinlenmesini talep ettiği ancak soruşturma kapsamında bu kişilerin ifadelerine başvurulmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca soruşturmayı yürüten Savcılık tarafından hiçbir şüphelinin ifadesi alınmamıştır.

57. Ceza soruşturması kapsamında başvurucunun doktora sevk edilerek adli muayenesi yaptırılmışsa da olaydan yaklaşık bir ay sonra 15/3/2018 tarihinde düzenlenen raporun dosyaya alınmasıyla yetinilmiş, İnfaz Kurumu hekimi tarafından düzenlenen 21/2/2018 tarihli rapor ise dikkate alınmamıştır. Dolayısıyla 18/2/2018 tarihinde gerçekleştiği iddia edilen kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek özenli bir soruşturma yürütüldüğünü söylenmek mümkün gözükmemektedir.

58. Öte yandan bilirkişi tarafından incelenen, tarih ile saat bilgisi bulunmayan kamera görüntülerinde ne başvurucuya karşı bir zor kullanma eylemi ne de başvurucunun direnmesi gibi bir eylem tespit edilebilmiştir. Dolayısıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda dikkate alınan bu görüntülerin başvurucunun ayakta sayım uygulamasına direndiğine ilişkin beyanı ve İnfaz Kurumunun ayakta sayım uygulamasına direnenler üzerinde zor kullandığına ilişkin kabulü ile çeliştiği gözlemlenmektedir.

59. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

60. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi halinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

62. Başvurucu, ileri sürdüğü hak ihlallerinin tespiti ve yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi ile 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

63. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

64. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

65. Başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

66. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlal sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma yapılarak Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2018/4575) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

67. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında taleple bağlı kalınarak başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUAZZEZ BABAK VE NAİF BABAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/35564)

 

Karar Tarihi: 9/6/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 27/7/2021 - 31550

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Muazzez BABAK

 

 

2. Naif BABAK

Başvurucular Vekili

:

Av. Dilan COŞKUN KARAYAZGAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; geçmişinde birden fazla intihar girişimi bulunan hükümlünün yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması sebebiyle intihar etmesi ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının, vefatından bir süre önce hükümlünün kamu görevlileri tarafından yaralanması ve söz konusu olay sonrasında etkisiz bir şekilde yürütülen ceza soruşturması sonunda açılan kamu davasında sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurucu Muazzez Babak'ın tek başına yaptığı 2017/35564 numaralı bireysel başvuru 27/9/2017 tarihinde, başvurucuların birlikte yaptığı 2018/19139 numaralı bireysel başvuru ise 29/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvurular arasındaki konu yönünden bağlantı nedeniyle 2018/19139 numaralı bireysel başvuru dosyası 2017/35564 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucuların oğlu R.B. işlediği bazı suçlar nedeniyle süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiştir. 25/5/2015 tarihli müddetnameye göre R.B. hakkında verilen toplam 41 yıl 25 ay 15 günlük hapis cezasının infazına 21/11/2005 tarihinde başlanmıştır. İnfaz süresince birçok ceza infaz kurumunda tutulan R.B. 14/11/2015 tarihinde Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Sincan Ceza İnfaz Kurumu) vefat etmiştir.

A. Başvurucuların Yakınının Sincan Ceza İnfaz Kurumuna Nakledilmesinden Önceki Süreç

11. Prof. Dr. Necmi Ayanoğlu Silivri Devlet Hastanesince (Silivri Hastanesi) düzenlenen 2/7/2014 tarihli sağlık kurulu raporunda kendisinde antisosyal kişilik bozukluğu olan R.B.de intihar düşüncesinin bulunduğu belirtilmiştir.

12. R.B.ye İstanbul Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Bakırköy Hastanesi) tarafından farklı tarihlerde reçeteler yazılmıştır.

13. Silivri Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesi ve Silivri Hastanesi tarafından düzenlenen belgelere göre R.B. 5/11/2014 tarihinde fazla sayıda ilaç kullanmak suretiyle intihar girişiminde bulunmuştur.

14. R.B., Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna verdiği 6/1/2015 tarihli dilekçesinde Bakırköy Hastanesinden alınan bütün randevuların iptalini istemiştir.

15. R.B. 13/3/2015 tarihinde Bakırköy Hastanesinde muayene edilmiştir. Bu muayeneye istinaden tutulan belgede kendisine veya başkalarına zarar verebilecek nitelikte davranışları olabileceğinden R.B.nin yakın gözetim altında bulundurulması ve ilaçların kontrollü bir biçimde kendisine verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

16. Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Edirne Ceza İnfaz Kurumu) tutulduğu süre zarfında R.B. birçok kez psikologla görüşmüştür. 10/9/2015 tarihli psikososyal uzman görüşme raporuna göre R.B.;

- Daha önce pskiyatrik veya psikolojik tedavi görüp görmediğine,

- Son bir yıl içinde hiçbir neden yokken sosyal ortamlarda veya bir başkasıyla konuşurken kendini huzursuz, tedirgin veya endişeli hissedip hissetmediğine,

- Diğer insanların duymadığı sesleri, fısıltıları ya da insan konuşmalarını duyup duymadığına,

- Hayatı boyunca kendine zarar verip vermediğine,

- On beş yaşından önce hayvanlara veya insanlara zarar verip vermediğine, eşyalara zarar verip vermediğine ya da yangın çıkarıp çıkarmadığına ilişkin sorulara “Evet.” cevabını vermiş ancak son zamanlarda kendisini öldürmeyi düşünüp düşünmediğine ilişkin soruyu “Hayır. şeklinde cevaplamıştır. Görüşmeyi yapan uzmana göre R.B.nin kendisine ve başkalarına zarar verme riski yüksektir.

17. 10/9/2015 tarihli psikososyal memur görüşme raporuna göre R.B. kendisiyle yapılan görüşmede çoğu zaman kolaylıkla sinirlendiğini, bazen öfke patlamaları yaşadığını, sıklıkla bir şeyleri kırıp dökme isteği duyduğunu, öncesinde uyuşturucu madde kullandığını, geçen bir yıllık süre içinde yaşamına son vermeyi sıklıkla düşündüğünü, aynı sürede kollarını veya vücudunun herhangi bir yerini kestiğini, geçmişte intihar etme planının veya intihar girişiminin olduğunu ancak hâlihazırda intihar planının olmadığını ve intihar etmeyi düşünmediğini ifade etmiştir.

18. R.B. 22/9/2015 tarihinde fazla sayıda ilaç kullanmak suretiyle intihar girişiminde bulunmuştur. Bu girişim nedeniyle de bir sağlık merkezinde yatarak tedavi görmüştür.

19. R.B.ye tutulduğu ceza infaz kurumlarınca zaman zaman disiplin cezaları verilmiştir. En son, kurum görevlilerine tehdit ve hakarette bulunduğu gerekçesiyle R.B.ye 27/8/2015 tarihinde Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunca üç gün hücreye koyma cezası verilmiştir. Bu ceza Tekirdağ 1. İnfaz Hâkimliğinin 6/10/2015 tarihli kararıyla onanmış ve cezanın infazı 19/10/2015 tarihinde tamamlanmıştır.

20. R.B. 10/11/2015 tarihinde Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir.

B. Başvurucuların Yakınının Sincan Ceza İnfaz Kurumunda Tutulması ile İlgili Süreç

21. Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen oda yerleşimi acil risk ihtiyaç raporunda R.B.nin kendisine ve başkalarına zarar verme riskinin orta derecede olduğu şematik olarak belirtilmiştir.

22. R.B. Sincan Ceza İnfaz Kurumuna verdiği dilekçesine istinaden 10/11/2015 tarihinde psikolog E.B. ile görüşmüştür. Bu görüşmeye ilişkin kayda göre R.B. psikoloğa ihtiyaçlarından söz etmiştir. Bu ihtiyaçların ne olduğu kayıtta belirtilmemiştir.

23. Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen 11/11/2015 tarihli tutanağa göre R.B. 11/11/2015 tarihinde saat 08.45 sıralarında, kaldığı B2.7.32 numaralı odada bulunan butona basarak infaz koruma memurlarını çağırmış ve aynı bahçeyi paylaştığı H.O. ile birlikte müdürü görmek istediklerini söylemiştir. Bu konuda dilekçe yazmaları gerektiği söylenince R.B. ve H.O. “Biz dilekçe yazmadan o müdür beş dakika içinde buraya gelecek, yoksa bu cezaevinin altını üstüne getiririz. Biz bu cezaevine yeni geldik. Bizim kim olduğumuzu zamanla size göstereceğiz. Biz adamı iki dakikada yeriz.” diyerek bağırmış, odayı dağıtmaya başlamış ve kafalarını duvara vurmuşlardır. Olayın ileri bir boyuta taşınmaması, diğer tutuklu ve hükümlülerin tahrik edilmemesi, huzur ile güvenliğin sağlanması için R.B. ve H.O. etkisiz hâle getirilmeye çalışılmış ancak hem R.B. hem de H.O. görevlilere direnip görevlilerin üzerine yürümüştür. Etkisiz hâle getirilen R.B. tedbir amacıyla B1.7.30 numaralı müşahede odasına alınmıştır.

24. R.B. 12/11/2015 tarihinde B1.7.24 numaralı odaya yerleştirilmiştir.

25. R.B. aynı gün saat 14.45 sıralarında B1.7.24 numaralı odadaki sandalye üzerinde boğazına ip geçirmek sureti ile intihara teşebbüs etmiştir. Durumun fark edilmesi üzerine R.B. tek kişilik B1.7.31 numaralı odada müşahede altına alınmasının ardından tedavisi için Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kampüs Devlet Hastanesi (Kampüs Hastanesi) Psikiyatr Polikliniğine sevk edilmiştir. Sevk yazısında R.B.nin intihara teşebbüs ettiği belirtilmemiştir. R.B., Uzm. Dr. B.Ç. tarafından muayene edilmiştir.

26. 13/11/2015 tarihinde yeniden B1.7.24 numaralı odaya yerleştirilen R.B., Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere Sincan Ceza İnfaz Kurumuna verdiği dilekçesinde geldiği günden beri dövüldüğünü ve hakarete uğradığını, işkenceye maruz kaldığını, 11/11/2015 tarihinde ölüm orucuna başladığını ve öldüğü takdirde sorumlunun Ceza İnfaz Kurumu idaresi olduğunu iddia etmiştir.

27. Başvurucu Naif Babak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 13/11/2015 tarihli dilekçesinde oğlunun Sincan Ceza İnfaz Kurumu müdürü ve infaz koruma memurları tarafından dövülüp tehdit edildiğini belirterek oğlunun telefonda kendisine söylediği hususları aktarmıştır. R.B. müdür ve infaz koruma memurlarının birlikte üç kez çok kötü bir şekilde kendisini dövdüğünü, ayrıca “Seni burada idam edeceğiz.” diyerek tehdit ettiklerini ve vücudunun mosmor olduğunu başvurucuya söylemiştir.

28. Ölüm orucuna başlaması nedeniyle R.B.ye günlük 250 gram şeker, bal, 10 gram tuz, iki üç limon, su ve bir kutu meyve suyu verilmesi aile hekimi E.C. tarafından uygun bulunmuştur.

29. R.B. 13/11/2015 tarihinde, psikiyatrik tedavi amacıyla kendisine verilen bir ilacı kullanmayı reddetmiştir.

30. B1.7.23 numaralı odada kalan Y.O. 14/11/2015 tarihinde saat 01.50 sıralarında acil çağrı butonuna basarak çağırdığı infaz koruma memurlarına R.B.nin kaldığı B1.7.24 numaralı odadan su ve müzik sesi geldiğini söylemiştir. B1.7.24 numaralı odaya ait kapının mazgalı açılarak R.B.ye seslenilmiş ancak cevap alınamamıştır. Banyo kapısının kapalı olduğunun görülmesi üzerine odaya girilmiş ve R.B.nin çamaşır ipi yardımıyla kendisini duş başlığına astığı görülmüştür. Olay yerine çağrılan sağlık görevlileri R.B.nin öldüğünü tespit etmiştir. İnfaz koruma memurları konuyla ilgili bir tutanak düzenlemiştir.

C. Başvurucuların Yakınının Ölümüyle İlgili Soruşturma Süreci

31. R.B.nin ölümünün ardından Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) ölüm olayı hakkında derhâl bir soruşturma başlatmıştır.

32. Cumhuriyet savcısı olay günü saat 04.30 sıralarında olay yerini incelemiştir. Bu incelemeye istinaden tanzim edilen tutanakta başka hususlar yanında R.B.nin ölü olarak bulunduğu banyoda yüksekliği 40 cm olan, bir ayağı kırık plastik bir taburenin ters dönmüş vaziyette durduğu, yere devrilmiş bir sandalyenin bulunduğu, R.B.nin bayrağa bağlı yeşil bir ip yardımıyla kendisini astığı ve ayaklarının yere temas etmediği belirtilmiştir.

33. Cumhuriyet savcısının talimatı uyarınca kolluk görevlileri, R.B.nin kaldığı odayı inceleyip odanın fotoğraflarını çekmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen Olay Yeri İnceleme Rapor Formu'nda başka hususlar yanında olay yerinde intihar notu bulunmadığı ve R.B.nin odasında her biri 5 litrelik on tane dolu su şişesi olduğu belirtilmiştir. R.B.nin odasının havalandırma bölümünde yapılan incelemede çamaşır ipi bağlamak amacıyla duvara takılan bir kancada uç kısmı yanık 15 cm uzunluğunda yeşil bir ip görülmüştür. Olay yeri incelemesi sırasında R.B.nin odasındaki bir tabureden (Bu tabure banyoda bulunan ve bir ayağı kırık olan tabure değildir.) iki parmak izi elde edilmiştir. Bu izlerden birisinin R.B.ye ait olduğu tespit edilmiştir.

34. Cumhuriyet savcısının huzurunda bir hekim tarafından yapılan ölü muayenesine ilişkin tutanakta; ölenin her iki omuz başının alt tarafında ön taraf ile ön göbek hizasında dört elektrot bulunduğu, alt dudağın iç kısmında küçük bir erezyon görüldüğü, sol kulağın arkasından başlayıp boynu boydan boya kateden ve tekrar sol kulağa uzanan telem izinin mevcut olduğu, cinsel organı ile ağızdan hafif bir akıntının geldiği, çenenin kilitli olduğu, ısırılması nedeniyle dilin alt taraftan biraz morardığı ve kulaklarda siyanoz (morarma) olduğu belirtilmiştir. Ayrıca sözü edilen tutanakta sol şakakta kabuk bağlamış eskiye ait küçük bir yara, boyun altından başlayıp göbek hizasına kadar devam eden ve jilet izi olduğu değerlendirilen eski yara izleri; omuz hizasının yaklaşık 25 cm altında ası sırasında duvara sürtmekten kaynaklandığı değerlendirilen sol tarafta 4x5 cm boyutunda, sağ tarafta ise 3x2 cm boyutunda ekimotik alanlar, sol kol dirsek altından bileğe doğru jilet izi olduğu değerlendirilen eski yaralar, sağ kol dirsek içinde küçük bir yara izi ile sağ kolda eski bir yara, sağ el bileğinde dövme sildirmekten kaynaklanmış olabileceği değerlendirilen bir iz, sağ bacak diz kapağı altında 1x1 cm boyutunda bir ekimoz ve sağ ayağın dış yanında 2 cm uzunluğunda kabuk bağlamış eski bir yara tarif edilmiştir. Ölü muayenesinde herhangi bir kesici veya delici alet ya da ateşli silah yarası, kemik kırığı veya çıkığı tespit edilmemiştir.

35. Ölü muayenesi sırasında cesedin fotoğrafları çekilip kamera kaydı yapılmıştır.

36. Cumhuriyet savcısı olay yerinde infaz koruma memurları C.K., M.Ç., Y.T. ve H.A. ile infaz koruma başmemuru C.A.nın ve ölenin kaldığı odanın her iki yanındaki B1.7.23 ve B1.7.25 numaralı odalarda kalan Y.O. ile Ö.C.nin ifadelerini almıştır.

i. İnfaz koruma başmemuru ile infaz koruma memurları olayın nasıl tespit edildiğine ilişkin tutanak (bkz. § 30) doğrultusunda beyanda bulunmuştur.

ii. Ö.C., ölenin intihar edeceğini söylemesi üzerine durumu infaz koruma başmemurlarına anlattığını, ölenin bu olaydan sonra bir gün süngerli odada kalıp tekrar odasına döndüğünü, saat 00.00-01.00 sıralarında ölenin odasından televizyon sesine benzer bir ses gelse de kavga veya boğuşmaya işaret eden bir ses duymadığını söylemiştir.

iii. Y.O., 01.30 sıralarında müzik ve sifon sesi duyduğunu, seslerden duyduğu rahatsızlık nedeniyle odasındaki acil çağrı butonuna basarak çağırdığı infaz koruma memurlarına gürültüden söz ettiğini ve ölenin odasından bağrışma sesi duymadığını ifade etmiştir.

37. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı R.B.nin ölmeden önce verdiği dilekçeye (bkz. § 26) istinaden Sincan 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yazdığı 18/11/2015 tarihli yazı ile R.B.nin iddialarının araştırılarak ayrıntılı ifadesinin alınmasını istemiştir. R.B.nin ölmesi nedeniyle ifadesi alınamamış ve soruşturma evrakı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir yazı ekinde Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı bu soruşturmayı R.B.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturma ile birleştirmiştir.

38. Cumhuriyet Başsavcılığı 8/12/2015 tarihinde H.O.nun ifadesine başvurmuştur. H.O.nun ifadesi şöyledir:

“Sincan 2 Nolu F Tipi Ceza evine Edirne'den [R.B.] ile birlikte nakil olarak geldik. Beraber ... kalmak istedik. Ancak yönetim bizi yan yana bulunan tek kişilik odalara verdi. Cezamız ağırlaştırıl[mış] olmadığından odalar arasında görüşebiliyorduk. Nakil olduğumuz sırada eşyalarımızın daha sonra arkamızdan ring aracı ile gönderileceği söylendiğinden o sırada yanımızda yoktu. Bu nedenle sıkıntı yaşıyorduk. Biz olay günü [R.B.nin] odasında otururken [R.B.] görevli memurlardan çay istedi. Ancak okuma yazması olmadığı için dilekçe ile bu talebini yerine getiremiyordu. Bu nedenle sözlü olarak çay istedi. Memurlar da zorluk çıkardılar bizim görevimiz değil dediler. [R.B.] de bunun üzerine müdür bey ile görüşmek istiyorum dedi. Daha sonra memurlar içeriye girerek önce [R.B.ye] daha sonra ayırmak isteyince de bana da darpta bulundular. Bu memurların isimlerini bilmiyorum. Ancak içlerinden simasını [hatırlayabildiklerim] vardır. Daha sonra [R.B.] ile ikimizi cezaevinde bulunan süngerli odaya aldılar. Ondan önce bizim darp raporumuz aldırılmadı. Süngerli odada bulunduğumuz sırada aynı olay günü kurum doktoru süngerli odaya geldi. Beni muayene etti ve rapor düzenleyeceğini söyledi. Ancak [R.B.yi] görüp görmediğini bilmiyorum... [C]ezaevi [yönetimi] tutmuş olduğu tutanakta bizim odada (B 32 nolu oda) kendi kendimize zarar vermiş olduğumuz şeklinde tutanak düzenlenmiştir. Ancak böyle bir şey söz konusu değildir. Zaten ceza ehliyetimiz yerindedir ve kendi kendimize zarar vermemiz mümkün değildir. Ayrıca tutanakta yeriz vb sözcükler yazılmıştır. Bunlar kendilerini kurtarmak için söylenmiş sözcüklerdir. Daha sonra [R.B.nin] vefat ettiğini öğrendim. Kendisini cezaevinde astığını öğrendim. Ben kendisinin öldürüldüğünü düşünüyorum. Asmış olsa bile buna sebep olan ceza evindeki görevliler ile talimatı veren müdür olduğunu düşünüyorum. Ben yıllardır bu şahsı tanıyorum. Böyle bir şey yapacağını düşünmüyorum. [Cezaevi] yönetimi tarafından tutulan tutanakta odasından gelen yüksek sesli televizyon nedeniyle odasına girildiğinde [R.B.nin] öldüğünü[n] görüldüğü söylenmiş ise de gece saat 01:30 sıralarında bu sesin hangi koğuştan geldiğinin belirlenmesi zordur ve idareyi rahatsız etmesi mümkün değildir. Başka bir kimsenin rahatsız olduğuna ilişkin müracaat ettiğine ve diğer mahkumların müracaatının olup olmadığını bilmiyorum. Zaten eşyaları da o sırada [R.B.ye] verilmediğini biliyorum.” (H.O. kendi şikâyeti üzerine yürütülen bir başka soruşturma kapsamında verdiği 2/12/2015 tarihli ifadesinde de benzer söylemlerde bulunmuştur.)

39. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri 5/1/2016 tarihli dilekçelerinde Sincan Ceza İnfaz Kurumuna geldiği andan itibaren yakınlarının tutulduğu odaların (süngerli oda dâhil) kamera kayıtları ile yakınlarının ailesiyle yaptığı telefon görüşmelerine ait kayıtların soruşturma dosyasına getirtilmesini istemiştir.

40. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri bir başka dilekçede ise başka hususlar yanında yakınlarının ölmeden önce üzerinde bulunan kıyafetlerin incelenmesini talep etmiştir.

41. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/1/2016 tarihinde, ifadelerini daha önce aldığı Y.O. ve Ö.C.nin ifadelerine yeniden başvurmuştur.

i. Y.O., R.B. ile yan yana odalarda kaldıklarını, R.B.nin 13/11/2015 tarihinde saat 20.00-21.00 sıralarında “İlaçlar nerede kaldı? diyerek infaz koruma memurlarına seslendiğini, o esnada bir infaz koruma memuru ile sağlık görevlisinin ilaç dağıtımı yaptığını, R.B.nin oda kapsındaki mazgalın çıkardığı ses nedeniyle R.B.ye ilacının verildiğini anladığını, saat 01.30 sıralarında önce müzik sesi, sonra da yarım saat kadar devam eden sifon sesi duyduğunu, gürültüden uyuyamadığı için odasındaki çağrı butonuna basarak infaz koruma memurlarını çağırdığını, R.B.nin bir infaz koruma memuruyla veya bir başkasıyla tartıştığını ya da kavga ettiğini duymadığını, R.B.ye yönelik hakaret, tehdit ya da yaralama eylemlerini görmediğini söylemiştir.

ii. Ö.C.; R.B.nin eline çamaşır ipi alıp “Kendimi asacağım. demesi üzerine durumu infaz koruma memurlarına haber verdiğini, infaz koruma memurlarının R.B.yi süngerli odaya götürdüğünü, yanlış hatırlamıyorsa R.B.nin çamaşır ipini yakarak aldığını (Bu sözlerden R.B.nin asılı vaziyette duran çamaşır ipini bir veya birkaç yerden yaktığı ve böylece asıda kullanabileceği ipi elde ettiği sonucuna varılmıştır.), söylediğine bakılırsa R.B.nin süngerli odada iken çok üşüdüğünü, infaz koruma memurlarının R.B.ye hakaret ettiğini, on on beş infaz koruma memurunun R.B.yi dövdüğünü, R.B.nin dilekçe yazdığını ancak dilekçesine cevap verilmediğini ve ölmesinden bir iki gün sonra sesini duyduğu R.B.nin kendisine küfrettiğini beyan etmiştir.

42. Ölenin bir süre kaldığı B.2.7.32 numaralı odanın hemen yanında olup kapısıfarklı bahçeye açılan odada tutulan M.S.D.nin Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 7/1/2016 tarihli ifade şöyledir:

“...[R.B.yi] fiziken hiç görmedim. Aramızda duvar vardır... Havalandırmaya çıktığımızda o tarihlerde bazı şahısların nakil geldiğini anladık. Edirne'den veya Tekirdağ'dan birileri o zaman nakil gelmişti. Hoş geldiniz diye aramızda duvar olmasına rağmen konuştuk. O tarihlerde gelen şahıslar gardiyanları çağırarak sigara filan istemişlerdi. Israrlı istekleri vardı. İhtiyaçlarımızı karşılamak zorundasınız diye konuşuyordu. İnfaz koruma memurları da biz bunları yapamayız. Ancak kantinden ihtiyacınızı karşılaya bilirsiniz şeklinde cevap verdiklerini hatırlıyorum. Taraflar arasında bu şekilde bir bağrışma oldu. Ancak küfür ve tehdit anlayamadım. Çünkü bağrışma şeklinde sesler geliyordu. İçeriğini anlayamadım. Ben odamda tek kalıyorum. Bu bağrışmanın akabinde diğer infaz koruma memurları da geldi. Tartışma devam etti. Hem havalandırma kapısı hem de koğuşa giriş kapısı açıldı. İki taraftan da sesler geliyordu. Bağrışmalar geliyordu. Bu konuşmalarda tehdit, hakaret, dur vurma şeklinde bir b[e]yan anlayamadım. Ancak bağrışma ve tartışma vardı. Daha sonra anladığım kadarıyla şahsı odadan çıkardılar. Daha sonra süngerli odaya şahsı götürmüş olmalılar ki kapı kapandıktan sonra da bağırma sesi geliyordu. Şahıs kapıyı da dövüyordu. Ancak bu şahıs o şahıs mı bilemiyorum. Ancak şahsa ilk kaldığı odada müdahale edildiğinde sanki biri bağırmak istiyor diğeri de onun ağzını kapatmak istemesinden kaynaklanan bir şekilde sesler geliyordu. Sesler boğuk boğuk geliyordu. Ben cezaevinde kaldığım sürede herhangi bir darp eylemine maruz kalmadım.”

43. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/1/2016 ile 8/1/2016 tarihleri arasında infaz koruma başmemuru veya infaz koruma memuru olan şüpheliler M.E., A.A., O.Y., İ.A., S.Y., C.A., M.Ç. ve Y.T.nin ifadelerini almıştır.

i. M.E. ifadesinde R.B. ve H.O.nun 10/11/2015 tarihinde Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakil geldiklerinden ve eşyalarının henüz Sincan Ceza İnfaz Kurumuna ulaşmadığından söz ederek kantinden ihtiyaçlarını karşılamak istediklerini beyan ettiklerini, bu isteği A.A. ile birlikte vardiya başmemuruna ilettiklerini, daha sonra sözü edilen hükümlülere sigara ve televizyon gönderildiğini, süngerli odada tutulduğu süre zarfında R.B.nin kendisine herhangi bir hakaret, tehdit veya dayaktan bahsetmediğini beyan etmiştir.

ii. A.A., M.E. ile aynı yönde beyanda bulunmuştur.

iii. O.Y., olaydan bir gün önce gündüz vardiyasında R.B.nin kaldığı blokta İ.A. ile birlikte görevli olduğunu, televizyonunu istemesi üzerine gelen eşyaları arasından çıkardıkları televizyonunu R.B.ye teslim ettiklerini, R.B.yi süngerli odaya kendilerinin götürmediğini, R.B.nin saat 08.15 sıralarında süngerli odadan olayın meydana geldiği odaya alındığını, R.B.nin kendilerine intiharla ilgili bir şey söylemediği gibi kendisine yönelik kötü muameleden de söz etmediğini ve kendilerine R.B.nin intihara eğilimli olduğu yönünde bilgi verilmediğini söylemiştir.

iv. İ.A., R.B.nin kendisine intihar edeceğine veya kötü muameleyle karşılaştığına ilişkin bir şey söylemediğini ve R.B.nin intihara eğilimli olduğu yönünde bilgi verilmediğini ifade etmiştir.

v. S.Y.nin konuyla ilgili ifadesi şöyledir:

“...[R.B.] yardım butonuna bastı. Bunun üzerine diğer arkadaşım [C.A.] ile birlikte [R.B.nin] bulunduğu odaya gittik. Mazgalı açtık. Mazgalı açtığımızda [H.O.] da yanında idi. [R.B.] bize 'müdür ile görüşmek istiyorum' dedi. Ben de kendisine sayım yeni bitti. Dilekçe yazdın mı diye sordum. O da 'yazmadım, dilekçe yazmama gerek yok, müdür 5 dk içerisinde buraya gelecek' dedi. Ben de kendisine 'buranın bir işleyişi var' deyince o da işleyişi var deyince ne kastediyorsun ben bütün cezaevinde kaldım, cezaevlerinin işleyişini biliyorum, 5 dk içerisinde müdür buraya gelecek yoksa 5 dk içerisinde burayı yakarız, siz bizim kim olduğumuzu bilmiyorsunuz, 2 dk biz adamı harcarız' dedi. Biz de yetkililere sizi bildiririz dedik. Biz oradan ayrılırken tekrar [R.B.] çağrı butonuna bastı. [H.O.] ile birlikte kapılara vurmaya başladılar. [C.A.] ile beraber tekrar kapının yanına gittik. Şahısların gürültüsü üzerine müdahale ekibi ve müdahale ekibi baş memurda bizim yanımıza geldiler. Başmemur kapıyı açmamızı söyledi. Ben de kapıyı açtım. İçeri girdiğimizde [R.B.] ile [H.O.] duvarlara yumruk attılar. İçeride bulunan tabak ve benzeri eşyaları sağa sola atmaya başladılar. Ayrıca şahıslar kafalarını duvarlara ve dolaplara vurmaya başladılar. Başmemurumuz [M.A] şahıslara sakin olmasını ve dışarı bahçeye çıkıp sakinleşmelerini söyledi. Şahıslar kollarını yatağın ranzasının demirlerine geçirerek çıkmayacaklarını söylediler. Bunun üzerine müdahale ekibi içeri girdi. Şahısların kollarını yataktan çözerek bahçeye aldılar. Daha sonra kurumun başmemuru geldi. [M.K.] şahıslara işleyiş hakkında bilgi verdi. Kendilerine yardımcı olacaklarını söyledi. Ancak şahıslar [M.K.nın] uyarılarına aldırmayarak eylemlerine devam ettiler. Müdahale ekibine direnmeye devam ettiler. Daha sonra müdahale ekibi de hükümlülere kelepçe vurarak müşahede odasına aldılar. Bunun ile ilgili tutanak tuttuk. Tutanağı müdüre bildirdik. Hükümlüler o gün müşahede odasında kaldılar. Biz nöbetimizi akşam 08:00 gibi tamamlayıp ayrıldık. Yanlış hatırlamıyorsam bu olaylar 11/11/2015 tarihinde oldu. O gün başka bir olay olmadı. Ertesi gün akşam nöbetimize geldiğimizde şahıslar müşahede odasında kalmaya davam ediyorlardı. O gün de başka bir olay olmadı. Ben ve arkadaşlarım kesinlikle [R.B.] ve [H.O.ya] herhangi bir hakaret ve işkencede bulunmadık.”

vi. C.A., S.Y.nin anlattıklarını doğrulamıştır.

vii. M.Ç. önceki ifadesine ek olarak odalarına aldıklarında R.B. ve H.O.nun oldukça saldırgan olduğunu, R.B.nin “Ben kendimi asarım. Siz görürsünüz. demesine üzerine H.O.nun “Şimdi bir şey yapma! Dilekçemizi yazalım, ondan sonra ne yaparsan yaparsın.” dediğini ifade edip yüklenen suçlamaları kabul etmemiştir.

viii. Y.T. daha önce verdiği ifadesine ek olarak Sincan Ceza İnfaz Kurumuna geldiği gece R.B.nin müdürle görüşmek istediğini, dilekçe yazması için R.B.ye kâğıt ve kalem verdiğini, aralarında herhangi bir tartışma veya kavga yaşanmadığını beyan etmiştir.

44. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucuların ifadelerini 19/1/2016 tarihinde istinabe yoluyla almıştır.

i. Başvurucu Muazzez Babak ifadesinde oğlunun psikolojik bir rahatsızlığının olmadığını, akciğer kanseri hastası olan oğlunun iki yıl kadar önce iyileştiğini, oğlunun intihar etmesi için neden bulunmadığını zira cezasının infazının tamamlanmasına 1 yıl 7 ay kaldığını, oğluyla en son 13/11/2015 tarihinde saat 11.00-12.00 sıralarında telefonda görüştüğünü beyan edip R.B.nin telefonda söylediklerini aktarmıştır. Başvurucuya göre R.B. kendisine can güvenliğinin bulunmadığını, vücudunun her yerinin mosmor olduğunu, süngerli odaya konulduğunu, Cumhuriyet savcısı, müdür ve infaz koruma memurlarının kendisine işkence ettiğini, kırk kadar kişinin üzerine geldiğini ve sonraki gün cenazesinin çıkacağını söylemiştir.

ii. Başvurucu Naif Babak ise herhangi bir psikolojik rahatsızlığı olmadığını ileri sürdüğü oğlunun intihar etmiş olamayacağını iddia etmiştir.

45. Cumhuriyet Başsavcılığı Sincan Ceza İnfaz Kurumundan temin ettiği kamera kayıtları ile R.B.nin başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesine ilişkin kaydı bilirkişiye inceletmiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan 18/2/2016 tarihli raporda özetle şu tespitler yer almıştır:

i. Kamera kayıtları 10/11/2015-14/11/2015 tarihlerini kapsayan zaman aralığına ilişkindir.

ii. Kamera kayıtlarında ses bulunmamaktadır.

iii. R.B. Sincan Ceza İnfaz Kurumuna 10/11/2015 tarihinde saat 01.24 sıralarında gelmiştir.

iv. Çok sayıdaki infaz koruma memuru 11/11/2015 tarihinde saat 08.44 sıralarında R.B.yi kaldığı odadan çıkarıp süngerli odaya (meşin oda) götürmüştür.

v. Saat 08.46'da R.B.ye bir infaz koruma memuru tekme, bir infaz koruma memuru ise tokat atmıştır. Saat 08.47'de R.B.ye birkaç tekme atılmıştır.

vi. İnfaz koruma memurları 08.47 sıralarında süngerli odadan çıkmıştır. İnfaz koruma memurları, süngerli odada elleri kelepçeli vaziyette yerde yattığı sırada R.B.ye defaatle tekme ve tokat atmıştır.

vii. R.B. 13/11/2015 tarihinde saat 11.26 sıralarında başvurucu Muazzez Babak ile on dakikalık bir telefon görüşmesi yapmıştır. Bu görüşmede R.B. özetle Sincan Ceza İnfaz Kurumuna geldiği günden itibaren her gün sebepsiz yere infaz koruma başmemurları ve infaz koruma memurları tarafından dövüldüğünü, kafasında ve vücudunda şişlikler bulunduğunu, kafasındaki şişliğin yüksekliğinin yaklaşık 20 cm olduğunu, gözünün, kollarının ve bacaklarının mosmor olduğunu, kendisini döven infaz koruma memurlarından birisinin de telefon görüşmesi yaptığı sırada yanında olduğunu, 11/11/2015 tarihinde saat 08.30-09.30 sıralarında en az yirmi kişi tarafından dövüldüğünü, iki gün süngerli odada soğuk bir yerde tutulduğunu (Süngerli odanın soğuk olduğunun kastedildiği değerlendirilmiştir.), artık dayanamadığını, açlık grevinde olduğunu, can güvenliğinin bulunmadığını ve kendisini öldüreceğini beyan ederek başvurucu Muazzez Babak'tan başta Cumhuriyet Savcılığı olmak üzre çeşitli kurumlara dilekçeler vermesini istemiştir.

viii. İnfaz koruma memurları 14/11/2015 tarihinde saat 01.52 sıralarında başvurucuların yakınının kaldığı odaya gelmiştir.

46. Cumhuriyet Başsavcılığı 18/2/2016 tarihinde Uzm. Dr. B.Ç.nin beyanına başvurmuştur. B.Ç. ifadesinde muayene için geldiğinde R.B.nin darptan veya kötü muameleden söz etmediğini, psikiyatri doktoru olduğu için sadece ruhsal durum muayenesi yaptığını, R.B.nin bir ilaç listesi verdiğini ancak uygun gördüğü ilaçlar için reçete yazdığını ve üç ay sonrası için R.B.ye randevu verdiğini söylemiştir.

47. R.B.yi süngerli odada muayene eden Dr. E.C. Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 23/2/2016 tarihli ifadesinde, muayene yaparken R.B.nin Sincan Ceza İnfaz Kurumu personeli tarafından darbedildiğini ve kendisine hakaret edildiğini söylediğini, muayenede belirgin bir lezyon saptayamadığını, R.B.nin darbedilmesine bağlı olarak kollarında ve sırtında ağrılar bulunduğunu söylediğini ve R.B.yi psikiyatri polikliniğine sevk ettiğini beyan etmiştir.

48. Başvurucu Naif Babak'ın verdiği dilekçe (bkz. § 27) üzerine başlattığı soruşturma kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2/3/2016 tarihinde verdiği yetkisizlik kararı sonrasında soruşturma dosyasını Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı sözü edilen soruşturmayı R.B.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturma ile birleştirmiştir.

49. Cumhuriyet Başsavcılığının Sincan Ceza İnfaz Kurumu ile yaptığı yazışmalara göre;

- R.B.nin ilk muayenesi 11/11/2015 tarihinde Dr. E.C. tarafından yapılmıştır. Okunabildiği kadarıyla sözü edilen muayeneye ilişkin sağlık fişinde R.B.nin yakınının baş ve omuz bölgelerindeki ağrıdan söz ettiği, travmatik lezyon saptanmadığı ve R.B.nin psikiyari polikliniğine sevkinin uygun olduğu belirtilmiştir. Sağlık fişinde tanı “ilaç düzenlemesi+kontrol olarak ifade edilmiştir.

- 13/11/2015 tarihinde yaptığı telefon görüşmesi sırasında R.B.nin yanında infaz koruma memuru Ç.U. bulunmaktadır.

50. Cumhuriyet Başsavcılığı bilirkişi raporundaki tespitlere istinaden R.B.yi darbeden kişileri tespit edebilmek için M.E., A.A., O.Y., İ.A., S.Y., C.A., M.Ç. ve Y.T.nin ifadelerini yeniden almıştır. Sözü edilen kişilerin kamera kayıtlarında gözüken kişilerin kim olduğuna ilişkin beyanları doğrultusunda Cumhuriyet Başsavcılığı M.K., A.T., A.Y. ve Ç.U.yu şüpheli sıfatıyla dinlemiştir.

i. M.K. 11/11/2015 tarihinde sabah saatlerinde yaşanan olayı S.Y. ve C.A.nın anlattıklarına benzer şekilde anlatmış; ek olarak Müdür T.G.nin talimatına istinaden R.B.yi süngerli odaya aldıklarını, başkalarına ve kurum eşyalarına zarar vermesini engellemek için R.B.ye kelepçe taktıklarını, R.B.nin eşofmanının muhtemelen üst araması sırasında üzerinden çıktığını, rutin uygulamaya göre hükümlülerin süngerli odaya alınmasından önce rapor alınmadığını, süngerli odada iken R.B.nin bir sorununun olmadığını, aldığı ilaçların etkisiyle o şekilde davrandığını ve Edirne'de tedavi gördüğünü söyleyerek odasında kalma isteğini dile getirdiğini, bu nedenle R.B.nin kurum amirinin de talimatıyla odasına alındığını ve R.B.ye vurmadığını ifade etmiştir. Kendisine kamera kayıtlarından elde edilen 11/11/2015 tarihine ilişkin bazı fotoğraflar gösterilmesinden sonra M.K., R.B.yi ayağıyla dürten kişinin A.Y. olduğunu, A.Y.nin yalnızca ikazda bulunduğunu yoksa R.B.yi tekmelemediğini, A.T.nin R.B.ye tokat atmadığını, belki R.B.nin yüzünü kaldırmaya çalıştığını söylemiştir.

ii. A.T. özetle R.B.ye tokat atmadığını, küfretmeye devam etmemesi için R.B.nin ağzını kapattığını beyan etmiştir.

iii. A.Y., başka hususlar yanında R.B.nin eşofmanının muhtemelen üst araması sırasında sıyrıldığını, R.B.nin elleri kelepçeli olarak eşofmanını giydiğini, süngerli odaya alınmasından sonra da R.B.nin “Erkekseniz kelepçemi sökün! Ben suratın nasıl kesileceğini size göstereyim. Siz şerefsizsiniz.” şeklindeki sözlerine devam ettiğini, bu nedenle R.B.nin kelepçelerini çözmediklerini, hakaret ve tehditlerine devam etmemesi için R.B.yi ayağıyla dürttüğünü, eşofmanını giymesi için ayağıyla R.B.yi kaldırmaya çalıştığını ve R.B.ye vurmadığını söylemiştir.

iv. Ç.U. özetle süngerli odaya götürülmesi sırasında R.B.nin koluna girdiğini ve kendisinin veya bir başka infaz koruma memurunun R.B.ye vurmadığını ifade etmiştir.

51. Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığınca hazırlanan 12/5/2016 tarihli otopsi raporunda başvurucuların yakınının ası sonucu vefat ettiği belirtilmiştir. Sözü edilen raporun ölenin vücudundaki yara izleriyle ilgili kısmı şöyledir:

“...

En derin yeri boyun sağda; sağ angulus mandibulanın 3 cm altında olmak üzere derinliği 0.7 cm olacak şekilde; boyun ön yüz ve sağ kulak memesi altına doğru uzanan; boyun önde hyoid kemik üst kısmından ve sağ kulak memesinin 7 cm altından geçerek ensede saçlı deri içerisine ilerleyen; solda ise sol angulus mandibulanın hemen altından geçerek sol kulak heliksi arka kısma doğru uzanan; aralarında 4.5 cm kalacak şekilde birleşmeden sonlanan; en geniş yeri 1.2 cm olan; zemini parşömenleşmiş; yükselici ve yüzeyelleşici vasıfta telem izi görüldü.

Göğüs ön yüz üstte 2 adet, batın ön yüz üstte 2 adet olmak üzere toplam 4 adet Elektrokardiyografi pedleri olduğu, sağ kol 1/3 üst bölge dışta-sol kol 1/3 orta bölge dışta ve sağ el sırtında şekilli dövmeler olduğu, her iki ön kol ile gövde ön yüzde muhtelif ebatlarda çok sayıda sedefi [yara izleri] olduğu, sağ bacak 1/3 üst bölge önde 1.5 cm çaplı üzeri kurutlu sıyrık, sağ bacak 1/3 orta bölge önde üzeri kurutlu milimetrik sıyrıklar, sağ ayak bileği arkada yaklaşık 3x0,5 cm ebatta üzeri kurutlu sıyrık, sağ dirsek arkada yaklaşık 0.5 cm çaplı üzeri kurutlu sıyrık ve alın solda yaklaşık 0.3 cm çaplı üzeri kurutlu sıyrık olduğu, her iki elden parmak izi alımına bağlı mürekkep bulaşıkları olduğu görüldü.

...

52. Yürüttüğü soruşturma sonunda Cumhuriyet Başsavcılığı, otopsi raporu ile kamera kayıtlarına atıf yaparak R.B.nin intihar sonucu vefat ettiği, ası sonucu meydana gelen olayda suç unsurunun bulunmadığı, R.B.nin daha önce de intihara kalkıştığı ancak infaz koruma memurlarınca intiharın engellendiği, R.B.yi intihara yönlendiren veya teşvik eden herhangi bir şahsın bulunmadığı ve Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlileri A.A., C.A., Ç.U., İ.A., M.E., M.K., M.Ç., O.Y., S.Y. ile Y.T.nin R.B.ye karşı hakaret, tehdit ve kasten yaralama suçlarını; A.Y. ve A.T.nin ise R.B.ye karşı tehdit ve hakaret suçlarını işlediğine ilişkin yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle 23/9/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar vermiştir. Bununla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığı R.B.nin 11/11/2015 tarihinde süngerli odaya alınması sonrasında A.T.nin R.B.ye tokat atmak, A.Y.nin ise R.B.yi tekmelemek suretiyle kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanarak kasten basit yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla A.Y. ve A.T. hakkında Ankara Batı 9. Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır.

53. Başvurucular, öz itibarıyla yakınlarının uğradığı kötü muamele ve işkence nedeniyle çaresizliğe itildiğini ve intihara sürüklendiğini, yakınlarına psikolojik durumu yönünden esaslı bir tedavi sağlanmadığını, öngörülebilir ve önlenebilir olmasına rağmen intiharın gerçekleşmemesi için gerekli tedbirlerin alınmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karara vekilleri aracılığıyla itiraz etmiştir.

54. Başvurucuların itirazı Ankara Batı 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Sözü edilen karar başvuruculara tebliğ edilmemiştir.

D. A.Y. ve A.T. Hakkında Açılan Kamu Davasıyla İlgili Süreç

55. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada daha önce ifadeleri alınmayan M.Y. ile M.A.nın beyanlarına başvurulmuştur.

i. M.Y., kendilerine yönelik saldırısı nedeniyle R.B.yi süngerli odaya götürüp üst araması yaptıklarını, eşofmanın ipliğinde jilet saklayabileceğini veya ipliğini kullanılabileceğini düşünerek eşofmanın ipliğini çektiklerini, bu nedenle eşofman altının R.B.nin belinden aşağıya kaydığını, R.B. küfrettiği için A.T.nin R.B.nin ağzını kapattığını, A.Y.nin ise ayağıyla R.B.yi dürttüğünü söylemiştir.

ii. M.Y. ile benzer yönde beyanda bulunan M.A. ek olarak küfretmesi nedeniyle R.B.ye kelepçe taktıklarını ifade etmiştir.

56. Asliye Ceza Mahkemesi, sanıklara yüklenen eylemin işkence suçunu oluşturabileceği ve bu suçla ilgili yargılama yapma görevinin ağır ceza mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle 12/4/2017 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Sanıkların bu karara yaptıkları itiraz Ankara Batı 2. Ağır Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) 26/5/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

57. Asliye Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararı sonrasında yargılama Ceza Mahkemesince yapılmıştır.

58. Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada;

i. Başvurucu Muazzez Babak soruşturma aşamasında alınan beyanı doğrultusunda söylemde bulunmuştur.

ii. Sanıklar suçlamaları kabul etmemiştir.

iii. Tanık H.O.; infaz koruma memurlarının psikolojik baskı yaptıklarını, havalandırma bahçesinin kapılarını öğlene kadar açmadıklarını, eşyalarının olmadığını, semaver ve televizyona ihtiyaç duyduklarını idareye söylediğini, televizyonun verildiğini ancak semaverin verilmediğini, R.B.nin okuma yazma bilmediğini, R.B.nin psikoloğa yıllardır tedavi gördüğünü söylediğini, 11/11/2015 tarihinde çay istediklerini ancak verilmediğini, başmemurla da görüşemediklerini, bir süre sonra R.B.nin odasına giren infaz koruma memurlarının hiçbir şey söylemeden R.B.nin üzerine yürüdüklerini, hem kendisine hem de R.B.ye vurduklarını, sürüklenerek süngerli odaya götürüldüklerini, süngerli odada bir iki gün kadar kaldıklarını, süngerli odada bulunduğu sırada kendisine işkence edildiğini, kendisinin daha sonra Ankara 1 No.luF Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini ve R.B.nin herhangi bir intihar girişiminin olmadığını beyan etmiştir.

iv. Tanıklar A.A., S.Y., M.K., Ç.U., C.A. ve M.E. soruşturma aşamasında verdikleri ifadelere benzer beyanda bulunmuştur. Farklı olarak Ç.U. süngerli odaya gönderilmesinden önce kafasını duvara vuran kişinin H.O. olduğunu, R.B.nin kendisine zarar vermesini önlediklerini ve süngerli odaya konulmadan önce üst araması yapılırken R.B.nin ellerinin kelepçeli olup olmadığını hatırlamadığını; M.K. ise R.B.nin ellerinin ne zaman kelepçelendiğini hatırlamadığını, süngerli odaya götürülürken R.B.nin ellerinin kelepçeli olmadığını, hakaret ve küfürlerine devam etmemesi için A.T.nin R.B.nin ağzını kapattığını söylemiştir.

v. Tanık B.Ç. soruşturma aşamasındaki beyanlarını tekrar etmesi haricinde R.B.de belirgin bir depresyon hâli veya psikoz gibi ağır bir ruhsal problem görmediğini, R.B.nin intihar girişiminden veya işkenceden söz etmediğini, sadece ilaç yazdırmak istediğini, Sincan Ceza İnfaz Kurumuna naklinden önceki döneme ilişkin sağlık dosyasını incelediğini ve klinik muayene sonrasında başka bir sağlık merkezine sevke gerek görmediğini ifade etmiştir.

vi. Tanık E.C.; R.B.yi süngerli odada muayene ettiğini, muayene sırasında R.B.yi giysilerinden arındırdığını, hatırladığı kadarıyla bazı sıyrıklar gördüğünü, bunların süngerli odaya götürülürken kullanılan güçten ileri gelen ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olan ekimoz ve sıyrıklara benzediğini, R.B.yi psikiyatri polikliniğine sevk ettiğini, muayene esnasında sağlık görevlisi dışında bir infaz koruma başmemuru ile birkaç infaz koruma memurunun da süngerli odada bulunduğunu söylemiştir.

vii. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda sağlık görevlisi olarak çalışan tanık İ.B., R.B.nin kendini astığının söylenmesi üzerine hemen R.B.nin odasına gittiğini, R.B.nin ağzından köpükler geldiğini, nabız alamadığını ve ölmesinden önceki gece R.B.nin uyku ilacını almak istemediğini söylemiştir.

viii. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda sağlık görevlisi olarak çalışan tanık A.Ü. doktorun muayene yapmasından sonra muayene bulgularını vizite defterine yazdıklarını ve R.B.nin muayenesiyle ilgili bir şey hatırlamadığını ifade etmiştir.

59. Müdafii aracılığıyla Ceza Mahkemesine verdiği 6/2/2018 tarihli dilekçesinde tanık E.C.nin H.O. ile R.B.yi karıştırmış olabileceğini ileri süren sanık A.Y., dilekçesinin ekinde R.B. ile H.O.nun süngerli odada bulundukları sırada yapılan muayenelerine ilişkin vizite defterinde mevcut kayıtların örneğini ibraz etmiştir. Söz konusu kayıtlara göre E.C. H.O.nun muayenesine ilişkin kayda yüzeysel sıyrıkların bulunduğu yönünde not düşmüş ancak R.B.nin muayenesine ilişkin kayda R.B.nin baş bölgesinde ağrı tarif ettiğini ve travmatik lezyon saptanmadığını yazmıştır.

60. 8/3/2018 tarihinde Ceza Mahkemesi, sanıklara isnat edilen eylemi sabit görüp kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanması suretiyle kasten basit yaralama suçu nedeniyle sanıkların neticeten 4.500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Ceza Mahkemesi, seçimlik cezalardan adli para cezasını seçse de temel cezayı 180 gün adli para cezası olarak belirlemiştir. Ceza Mahkemesinin anılan kararının gerekçesi şöyledir:

“...[İ]şkence suçunun oluşabilmesi için fiillerin ani bir şekilde değil sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde insan onuruyla bağdaşmayacak ölçüde yapılmasının gerektiği, ölen [R.B.nin] annesi ile yaptığı telefon konuşmasında sürekli olarak kendisinin dövüldüğü vücudunun yara ve morluk içerisinde olduğunu ve şikayetçi olmasını beyan ettiği görülmüş ancak ölü muayene tutanağına göre vücudunda yeni oluşmuş yara ve morluk bulunmadığı, yine ölenin cezaevinde ilk muyanesini yapan tanık olarak dinlenen doktor [E.C.nin] soruşturma sırasında alınan beyanında da ölenin kendisinin darp edildiğini kendisine söylediği ancak ölende darp cebir izine rastlamadığı yönünde ki beyanları ve sanıkların öleni darp etmedikleri yönünde ki savunmaları bir arada değerlendirildiğinde dosya kapsamında yer alan olaya ilişkin görgüsü bulunan kamu tanıkları, kamera görüntüleri ve bilirkişi raporuna göre ölen[R.B.nin] ... yatıştırılamayarak yumuşak odaya alındığı, yumuşak odada güvenlik kamera görüntüleri ve görüntüleri çözümleyen bilirkişi raporu ile sabit olduğu üzere sanık [A.T.nin] [R.B.ye] tokat attığı, [A.Y.nin] ise [R.B.yi] tekmelediği ancak bu eylemlerin olayın etkisi ile ani bir şekilde gerçekleştirildiği, sistematik bir durumun bulunmadığı ve belli bir süre devam etmediği kanaatine varılmakla sanıkların eylemlerine uyan kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle kasten yaralama suçundan cezalandırılmalarına karar verilmiş[tir.]...

61. Dosyadaki delillerden ve alınan ifadeler arasındaki çelişkilerden yola çıkan başvurucular; çaresiz konuma düşürüp onurunu kırmak için ölene tokat atılıp küfredildiğini, eşofman altının çıkarıldığını ve elleri kelepçeli olarak soğukta bekletildiğini, doktorun usulüne uygun şekilde rapor tutmadığını, işkencenin belgelenmemesi için bilinçli olarak hareket edildiğini, ölene eşyalarının verilmediğini, söz konusu eylemlerin nispeten uzun bir süre devam ettiğini, nihayetinde yakınlarının intihar ettiğini, sanıklara yüklenen eylemlerin işkence suçunu oluşturduğunu ve alt sınırdan belirlenen hapis cezasının adli para cezasına çevrilip sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek Ceza Mahkemesince verilen karara vekilleri aracılığıyla itiraz etmiştir.

62. Olay tarihinde Sincan Ceza İnfaz Kurumunda B1.7.28 numaralı odada kaldığını iddia eden G.A. Ceza Mahkemesine gönderdiği 19/4/2018 tarihli dilekçesinde herhangi bir ayrıntı vermeden tanıklık yapmak ve ölümün gerçek nedenine ilişkin bilgilerini paylaşmak istediğini belirtmiştir.

63. Başvurucuların itirazı Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

64. Anılan karar başvuruculara 5/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

E. Sincan Ceza İnfaz Kurumu Görevlileri Hakkındaki Disiplin Soruşturması Süreci

65. Yetkili merciler R.B.nin ölümünden sonra Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında disiplin soruşturması yapılmasına gerek görmemiştir. Bununla birlikte başvurucu Muazzez Babak'ın Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) yaptığı başvuru sonrasında beş infaz koruma başmemuru ile aralarında A.T. ve A.Y.nin de bulunduğu on beş infaz koruma memuru hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.

66. Muhakkik olarak tayin edilen Sincan Ceza İnfaz Kurumu 2. Müdürü Me.K. tarafından hazırlanan soruşturma raporunda haklarında disiplin soruşturması yürütülen kişilerin kötü muamele amaçlı tavırlarının olmadığı, R.B.ye zor kullanma yetkisi dâhilinde müdahale edildiği, bu esnada müdahale esaslarına uygun olmayan küçük çaplı bazı tavırlar söz konusu olsa da sözü edilen tavırların kötü muamele olarak değerlendirilemeyeceği ve zarar verme amacıyla yapılmadıkları belirtilerek disiplin cezası verilmemesinin uygun olacağı açıklanmıştır. Anılan raporun dayandığı delillerden biri olan ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Sincan Ceza İnfaz Kurumuna gönderildiği anlaşılan 22/3/2016 tarihli bilirkişi raporunda -ki bu rapor Sincan Ceza İnfaz Kurumundan elde edilen 8 dakika 4 saniyelik kamera görüntüsünün incelenmesine ilişkindir- şu tespitler yer almıştır:

- R.B. 11/11/2015 tarihinde saat 08.45'te elleri arkadan kelepçeli olarak süngerli odaya getirilmiş ve üç infaz koruma memuru tarafından yüzüstü yere yatırılmıştır. Bu sırada R.B.nin üzerinde beyaz bir eşofman üstü, siyah bir tişört ve külot bulunmaktadır. Giymesi için R.B.ye eşofman altı verilmiştir. R.B. eşofman altını giyerken kır saçlı ve gözlüklü bir infaz koruma memuru/başmemuru R.B.nin kafasına tokat atmıştır. Kel bir infaz koruma memuru/başmemuru sağ ayağıyla R.B.nin bacağına tekme atmış, hafif kıvırcık saçlı bir infaz koruma memuru/başmemuru ise sağ eliyle R.B.nin yüzüne tokat atmıştır. Kel olan infaz koruma memuru/başmemuru sol ayağıyla iki kez R.B.nin bacağına sert olmayan bir şekilde vurmuştur. Gözlüklü olan infaz koruma memuru/başmemuru R.B.ye doğru ayağını uzatmış ancak ayağı değmemiştir. Kel olan infaz koruma memuru/başmemuru R.B.ye yeniden tekme atmıştır. Görevlilerin süngerli odadan 08.47 sıralarında çıkmasından sonra R.B. eşofman altını giymiş, bir müddet yerde dinlenmiş ve daha sonra elleri arkadan kelepçeli şekilde ayağa kalıp üç dört dakika dolaşmıştır. R.B.ye atılan tokat ve tekmeler yaralamaya sebebiyet verecek şiddette değildir.

67. Sincan Ceza İnfaz Kurumu Müdürü 20/6/2016 tarihinde, muhakkik soruşturma raporundaki tespit ve gerekçelerle haklarında disiplin soruşturması yürütülen kişilere disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Karar içeriğine yansıtılan ifadelerden bilirkişi raporunda bahsi geçen saçları olmayan kişinin A.Y., hafif kıvırcık saçlı kişinin A.T., kır saçlı gözlüklü kişinin ise M.K. olduğu anlaşılmıştır.

68. Ankara Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı, disiplin işlemi yönünden A.T. ve A.Y. hakkındaki yargılamanın akıbeti konusunda Ceza Mahkemesiyle yazışma yapsa da A.T. ve A.Y. hakkında yeni bir disiplin işlemi tesis edilip edilmediği saptanamamıştır.

F. Tam Yargı Davası İle İlgili Süreç

69. Başvurucular ile çocukları D.B., Ay.Y. ve F.K. yakınlarının intihara eğilimli olduğunun bilinmesine rağmen intiharın önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmadığını, süngerli odadaki tutma koşullarının uluslararası standartlara uygun olmadığını, üstelik yakınlarına kötü muamelede bulunulduğunu ve bu durumun yakınları R.B.yi intihara sürüklediğini belirterek Ankara 8. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) Bakanlık aleyhine tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu Muazzez Babak için 2.000 TL maddi tazminat, 50.000 TL manevi tazminat, başvurucu Naif Babak için 1.500 TL maddi tazminat, 50.000 TL manevi tazminat talep edilmiştir.

70. İdare Mahkemesi, başvurucuların tahliye olacağı tarihe ilişkin bilgileri elde edip başvurucuların R.B.nin desteğinden yoksun kalmaları nedeniyle uğradıkları zararı bilirkişiye hesap ettirmiştir.

71. Başvurucular, bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah ettikleri maddi tazminata ilişkin taleplerini başvurucu Muazzez Babak yönünden 63.878,50 TL'ye, başvurucu Naif Babak yönünden ise 21.530,67 TL'ye yükseltmiştir.

72. Yaptığı yargılama sonunda başvurucuların yakınının daha önce de intihara teşebbüs ettiğine işaret ederek vakit geçirilmeden R.B.nin düzenli bir şekilde psikiyatrik tedavisinin sağlanması gerekirken bu yönde gerekli adımların atılmaması nedeniyle ölüm olayının meydana gelmesinde idarenin hizmet kusurun bulunduğu sonucuna varan İdare Mahkemesi 26/9/2019 tarihinde -diğer davacılar için hükmedilenler haricinde- başvurucu Muazzez Babak'a 63.878,50 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminat, başvurucu Raif Babak'a ise 21.530,67 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

73. Bakanlık, anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

74. İstinaf başvurusunu inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi 22/12/2020 tarihinde, İdare Mahkemesince verilen kararın manevi tazminatla ilgili bölümünü onamış ancak maddi tazminatla ilgili bölümünü kaldırıp destekten yoksun kalma tazminatı yönünden yapılan hesaplamaya göre R.B.nin hak ederek tahliye tarihinden önce vefat edecekleri gerekçesiyle başvurucuların maddi tazminat taleplerini kesin olarak reddetmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

75. İlgili ulusal hukuk için bkz. Yalçın Yanık, B. No: 2013/3718, 20/1/2016, § 48; Hilmi Moray, B. No: 2013/3053, 21/4/2016, §§ 25-36; Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 63-65; Ahmet Şenol ve diğerleri, B. No: 2014/16947, 22/2/2018, §§ 46, 51.

B. Uluslararası Hukuk

76. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre bir ihlalin mağduru olduğu iddia edilen bir kişinin başvurunun yapılmasından önce ölmüş olması hâlinde gerekli hukuki menfaati bulunan kişinin ölen kişinin en yakın akrabası olarak ölüm veya kayıp edilmeye ilişkin şikâyetlerini ileri sürdüğü bir başvuruda bulunma hakkı vardır (Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No:16064/90, 16065/90..., 18/9/2009, § 112). Bunun gerekçesi iddia edilen ihlalin niteliği ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) sisteminin en temel hükümlerden birinin etkin bir şekilde uygulanmasına ilişkin değerlendirmeler ile belirlenen özel durumdur (Fairfield/Birleşik Krallık (k.k.), B. No:24790/04, 8/3/2005).

77. AİHM bu tür durumlarda, ölümünün veya kaybedilmesinin devletin sorumluluğunu devreye soktuğu iddia edilen bir kişinin ebeveynleri gibi yakın aile üyelerinin ölen kişinin yasal mirasçıları olup olmadıklarına bakılmaksızın bizzat iddia edilen 2. madde ihlalinin dolaylı mağdurları olduklarını iddia edebileceklerini kabul etmiştir (Van Colle/Birleşik Krallık, B. No:7678/09, 13/11/2012, § 86).

78. AİHM ayrıca ölenin yakınlarının -Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında meseleleri gündeme getiren ölüm veya kaybedilme olayıyla yakından bağlantılı olması koşuluyla- ölen veya kayıp akrabaları adına Sözleşme’nin 3. ve 5. maddeleri uyarınca şikâyette bulunabilmelerine onay vermektedir. Örneğin Khayrullina/Rusya (B. No: 29729/09, 19/12/2017, §§ 86-107) başvurusunda, polis karakolunda hukuka aykırı olarak tutulduğu sırada veya karakoldan bırakıldıktan sonra bilinçsiz bir şekilde bulunan ve üç ay sonra ölen bir kişinin yakınının Sözleşme'nin 5. maddesinin ihlal edildiğine yönelik şikâyeti esastan incelenmiştir. Öte yandan;

i. Önal/Türkiye (B. No: 31420/11, 30/8/2016, §§ 10-109) başvurusunun kabul edilebilirliği hakkında verilen kararda başvurucuların ölen yakınlarının öldüğü gün rütbeli bir askerin kötü muamelesine uğradığına ve bu bağlamda Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiaları da incelenmiş ve başvurucuların mağdur sıfatları yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın rütbeli asker hakkındaki ceza yargılamasının derdest olduğuna işaret edilerek sözü edilen şikâyet yönünden iç hukuk yollarının tüketilmediği sonucuna varılmıştır (benzer iddiaların incelenip aynı sonuca ulaşıldığı başka bir kabul edilebilirlik hakkında karar için bkz. Zemci ve Hatun Horuz/Türkiye, B. No: 30247/11, 24/3/2015).

ii. Gözaltına alınan kişilerin gözaltı sırasında ölmeleri veya gözaltı sırasında yaralandıktan sonra kaldırıldıkları sağlık kuruluşunda vefat etmeleri nedeniyle bu kişilerin yakınlarınca yapılan bazı başvurularda, devletin başvurucuların yakınlarının ölümünden sorumlu olduğu kabul edilerek kamu görevlilerinin darp fiilleri nedeniyle Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiği iddiaları yönünden ayrı bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir (Tais/Fransa, B. No: 39922/03, 1/6/2006, § 111; Yurtsever ve diğerleri, B. No: 22965/10, 8/7/2014, § 82).

79. AİHM Kaya ve diğerleri/Türkiye (B. No: 9342/16, 20/3/2018) başvurusunun kabul edilebilirliği hakkında verdiği kararda ise bir ceza infaz kurumunda tutulmakta iken ölen hükümlünün yakınlarınca yapılan başvuruda yakınlarının kötü muameleye maruz kaldığına ve bu bağlamda etkin bir soruşturma yürütülmediğine ilişkin iddiaları ile ilgili olarak ölenin herhangi bir fiziki kötü muamele ya da zulüm hakkında şikâyette bulunmadığını ve başvurucuların böyle bir şikâyeti sunmak için dava açma hakkı (locus standi) bulunsa bile şikâyet konusunda inandırıcı hiçbir delil bulunmadığını belirterek Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

80. Mahkemenin 9/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucu Muazzez Babak'ın İddiaları ve Bakanlık Görüşü

81. Başvurucu Muazzez Babak tek başına yaptığı 27/9/2017 tarihli başvurusunda; oğlunun isteği dışında Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği tarih ile öldüğü tarih arasındaki olay ve olgular ile başvuruya konu edilen soruşturma kapsamında toplanan delillere işaret edip geçmişinde intihar öyküsü olan oğlunun Sincan Ceza İnfaz Kurumunda tek kişilik odaya konulduğunu ve oğluna eşyalarının verilmediğini, infaz koruma memurlarının darp ve hakaretlerine maruz kalması sonrasında oğlunun intihara teşebbüs ettiğini, bu olaydan sonra süngerli odaya alınan oğlunun daha donamlı bir sağlık kuruluşunda tedavi edilmesi yerine Kampüs Hastanesinde muayene edildiğini ve intihara teşebbüsten sonra oğlunun söylediği ilaçlar için reçete yazılması dışında oğluna başka bir tedavinin uygulanmadığını belirterek oğlunun ruhsal durumu ile ilgili esaslı bir tedavinin yapılmaması nedeniyle önlenebilir nitelikteki olayların önlenemediğini iddia etmiştir.

82. Başvurucu Muazzez Babak ayrıca oğlunun bir hastanede tedavi altına alınmak yerine psikolojisinin daha da bozulmasına neden olabilecek şekilde tuvaletin açıkta olduğu, havalandırma sisteminin olmadığı ve pencerenin bulunmadığı küçük bir süngerli odada tutulduğunu, bu suretle intihara davetiye çıkarıldığını, oğlunun intiharda kullandığı ipi kolaylıkla temin ettiğini, oğlunun uğradığı kötü muamele ve işkence nedeniyle intihara sürüklendiğini, yetkililerin oğlunun ölümünde kasıtlarının bulunduğunu ve verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair ek kararın oğlunun ölümü hakkında yürütülen soruşturmanın etkisizliğinin göstergesi olduğunu belirterek Anayasa'nın 17., 19., 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

83. Bakanlık görüşünde öncelikle soruşturma aşamasındaki işlemlerden ve R.B.nin daha önce tutulduğu ceza infaz kurumlarında aldığı tedaviler ile disiplin cezalarından söz edilerek;

i. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde R.B.nin intihar etme ihtimalinin bulunduğuna ilişkin herhangi bir rapor bulunmadığı,

ii.R.B.nin psikolojik sorunları bakımından gerekli tedbirlerin alındığı ve tedavi imkânlarının sağlandığı,

iii.R.B.nin psikoloğu ile görüşmesinin temin edildiği, gerekli notların psikolog tarafından alındığı ve R.B.nin sağlık durumunun kurum tabipliğince takip edildiği,

iv. Sincan Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği Psikiyatri Servisi tarafından R.B.nin psikolojik sorunları ve tehlikeli mahkûm statüsü dikkate alınarak 11/11/2015 tarihinde muayene edildiği ve bu muayene sonunda herhangi bir ilaç düzenlenmediği,

v. R.B.nin öngörülemeyen kendi eylemi neticesinde hayatını kaybettiği,

vi. İntihar nedeniyle devletin sorumlu tutulmasının insan davranışlarının öngörülemezliği bağlamında devlete ağır bir yük yükleyeceği,

vii. Bireysel başvuru formunda söz konusu olay ile ilgili idari yargı yoluna bir başvuruda bulunulduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmadığı, başvurucunun şikâyetleri bakımından idari yargı yolunda açılacak bir tam yargı davasının etkili giderim sağlayıp sağlamayacağı ve bu bağlamda olağan hukuk yollarının başvurudan önce tüketilip tüketilmediği hususunun Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu,

viii. Yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanması ile usul yükümlülüklerine ilişkin gerekli adımların atıldığı ifade edilmiştir.

84. Bakanlık görüşüne göre R.B. hakkında düzenlenen 19/7/2013 tarihli psikososyal servis raporunda R.B.nin 16 yaşından itibaren on yıldır ceza infaz kurumlarında bulunduğu, ergenlik döneminden itibaren uzun süre ceza infaz kurumunda bulunmasının neden olduğu çöküntü duyguları yaşadığı, psikiyatrik bir sorunu bulunmamasına rağmen sorunlarının gelişiminin aksamasından kaynaklı doğal tepkiler olduğu, yaşı gereği aktif olması gerektiği ancak ceza infaz kurumunda zamanını dolduracak ve üretkenlik gösterecek hiçbir faaliyete katılamadığı için iyileşemediği ve insani olarak gerilediği, Bakırköy Hastanesinde görmekte olduğu elektroşok ve ilaç tedavisinin beynine zarar verdiği ve zararlı düzeyde uykuya sebep olduğu, psikiyatrik tedavinin tek yönlü faydasına karşın açtığı zararları ve yan etkileri insani bulunmadığından ceza infaz kurumunda kendisine rehabilitasyon programı açıldığı, bu konuda R.B.nin haftanın üç günü (pazartesi, çarşamba, cuma) kütüphane işlerine yardımcı olmasının yaşadığı boşluk ve amaçsızlık duygularını olumluya götüreceği, sorunlu olduğu insan ilişkileri konusunda kütüphanede çalışan öğretmen, memurlar ve mahkûmla kuracağı ilişkilerin iyileştirici etkilerinin olacağının düşünüldüğü belirtilmiştir.

85. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında özetle Bakanlık aleyhine açtıkları tam yargı davasında verilen hükmün istinaf mahkemesince henüz incelenmediğini, oğlunun tehlikeli mahkûm statüsünde olup psikolojik anlamda rahatsız olduğunun doktor raporları ile sabit olduğunu, vefatından önce oğlunun birkaç kez intihara teşebbüs ettiğini, psikolojik sorunların üstesinden gelinmesinde aile bağlarının önemine ve İstanbul'da yaşamalarına rağmen oğlunun Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini, oğlunun işkenceye maruz bırakılması, süngerli odada uzun süre tutulması ve etkili bir sağlık kontrolü yapılmaması nedeniyle intihar ettiğini ve böylece oğlunun intihara sürüklendiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

86. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

87. Başvurucunun iddialarının bir kısmı, Anayasa Mahkemesine göre Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yöneliktir ve aşağıda ayrı bir başlık altında değerlendirilecektir. Başvurucu intihar ile kötü muamele arasında bağ kurduğu için söz konusu iddialara burada da yer verilmiştir. Başvurucunun geriye kalan iddiaları ise öz itibarıyla oğlunun yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığına hatta oğlunun infaz koruma memurlarının kötü muamele niteliğinde olduğunu ileri sürdüğü eylemleriyle intihara sürüklendiğine ve oğlunun ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliğine ilişkindir. Şüphesiz başvurucu, oğlunun ölümünde yetkililerin kasıtlarının bulunduğunu da ifade etmiştir ancak başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında dile getirdiği bütün iddiaları birlikte değerlendirilerek başvurucunun sözü edilen iddiasını yetkililere atfettiği kusurun ağırlığını açıklamak için serdettiği kanaatine varılmıştır. Bu bakımdan yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin negatif boyutu bakımından ayrı bir inceleme yapılmamış; başvurucunun oğlunun yaşamının korunmadığına yönelik şikâyetleri yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu kapsamında, oğlunun ölümü hakkında yürütülen soruşturma hakkındaki şikâyeti ise yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmiştir.

88. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.

89. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

90. Başvurucunun oğlunun ceza infaz koruma memurlarının kötü muamele teşkil eden eylemleriyle intihara sürüklendiğine ilişkin iddiada da bulunduğu gözetilerek yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun tam yargı davası yolunun tüketilmediği ya da İdare Mahkemesinin başvurucuya tazminat ödenmesine karar verdiği gerekçesiyle kabul edilemez bulunulamayacağı sonucuna varılmıştır. Ayrıca başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden tespit edilmemiştir. Bu nedenle yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Yaşam Hakkının Maddi Boyutu

 (1) Genel İlkeler

91. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

92. Anılan pozitif yükümlülükler kapsamında devlet, yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi altındadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Bu ödev kapsamında devlet;

i. Yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal ve idari çerçeve oluşturmalı (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 149),

ii. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda, görevlileri aracılığıyla makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlemler almalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

93. Sözü edilen koruma yükümlülüğü, kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan mahpuslar yönünden de geçerlidir. Bu nedenle ceza infaz kurumu yetkilileri, kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bildikleri ya da bilmeleri gereken durumlarda söz konusu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında almaları gereken tedbirleri almalıdırlar (Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015, § 72). Bu çerçevede -kişi özgürlüğüne aşırı bir sınırlama getirmemek kaydıyla- gerektiğinde intihara meyilli mahpusun tedavisi, bu kişinin en uygun yerde tutulması ve/veya intihar eylemlerinde kullanılabilecek eşyaya el koyulması gibi tedbirlere başvurulabilir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 73). Bir mahpus açısından daha sıkı tedbirlerin gerekip gerekmediği ve bunların uygulanmasının makul olup olmadığı, kuşkusuz başvuru konusu yapılan her bir somut olayın koşullarına göre değişir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 74). Bununla birlikte özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği ve öncelikler ile kaynakların değerlendirilmesi suretiyle yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alınarak anılan yükümlülüğün kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmaması gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

94. Hakkında düzenlenen bazı tıbbi belgelere göre başvurucunun oğlu R.B., Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesinden önce antisosyal kişilik bozukluğu tanısına istinaden tedavi görmüş ve bu kapsamda kendisine bazı ilaçlar için reçete yazılmıştır. Bazı rapor ve belgelerde de R.B.nin intiharı düşündüğü, kendisine veya başkalarına zarar verebilecek nitelikte davranışları olabileceği, kendisine veya başkalarına zarar verme riskinin yüksek olduğu belirtilmiştir (bkz. §§ 11, 15, 16). Nitekim R.B. Sincan Ceza İnfaz Kurumuna naklinden önce iki kez intihara teşebbüs etmiştir. Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen oda yerleşimi acil risk ihtiyaç raporunda kendisine ve başkalarına zarar verme riskinin orta derecede olduğu belirtilen R.B. 10/11/2015 tarihinde psikolog ile görüştürülmüştür ancak 11/11/2015 tarihinde tutulduğu müşahede odasında bazı infaz koruma memurlarının fiziki müdahalesine maruz kalan R.B., 12/11/2015 tarihinde sandalye üzerinde boğazına ip geçirmek sureti ile yeni bir intihar girişiminde bulunmuştur. Bu bakımdan R.B.nin kendini öldürebileceği konusunda gerçek bir risk bulunduğunun Sincan Ceza İnfaz Kurumu yetkilerince bilindiği açıktır. Bu durumda Sincan Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin sözü edilen riski önlemek için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında almaları gereken tedbirleri alıp almadıkları değerlendirilmelidir.

95. İntihara teşebbüs etmesi sonrasında tek kişilik B1.7.31 numaralı odada müşahede altına alınan R.B., Kampüs Hastanesi Psikiyatr Polikiniğine sevk edilmiş ancak sevk yazısında R.B.nin intihara teşebbüs ettiği belirtilmemiştir. Nitekim R.B.yi muayene eden Uzm. Dr. B.Ç., R.B.nin ölümü nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında verdiği ifadesinde ruhsal durum muayenesi yaptığını, R.B.nin bir ilaç listesi verdiğini ancak uygun gördüğü ilaçlar için reçete yazdığını ve üç ay sonrası için R.B.ye randevu verdiğini söylemiştir (bkz. § 46). O hâlde B.Ç., R.B.nin intihara teşebbüs ettiği yönünde bilgilendirilmemiştir. Bu durum R.B. hakkında yatarak tedavi ve/veya R.B.nin kullandığı ilaçların başka ilaçlarla değiştirilmesi gibi farklı tıbbi tedbirlerin alınmasını engellemiştir. Ayrıca yetkililer R.B.nin yeniden intihara kalkışmasını önlemek için intiharda kullanılabilecek ip/çamaşır ipi gibi eşyaya el konulması yönünde bir tedbire de başvurmamıştır.

96. R.B. 13/11/2015 tarihinde başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesinde artık dayanamadığını ve kendisini öldüreceğini beyan etmiştir (bkz. § 45/vii). Bu telefon görüşmesi yapılırken bir infaz koruma memuru da R.B.nin yanında bulunmuştur (bkz. § 49). Buna rağmen R.B.nin yaşamının korunması için hiçbir önlem alınmamış ve sonuç olarak R.B., bir çamaşır ipi yardımıyla kendisini duş başlığına asarak intihar etmiştir. O hâlde R.B.nin daha önceki intihar girişimleri ile R.B.nin cesedinde tespit edilen yaralar, başvurudaki diğer unsurlarla birlikte değerlendirildiğinde R.B.nin ölümünün infaz koruma memurlarının kötü muamele teşkil ettiği ileri sürülen eylemlerin doğrudan bir sonucu olduğu ve bu bağlamda infaz koruma memurlarının eylemleri nedeniyle R.B.nin intihara sürüklendiği söylenemez ise de Sincan Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin bilinen intihar riskini önlemek için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında almaları gereken tedbirleri almadıkları açıktır.

97. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

98. Anayasa Mahkemesine göre devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü (usul yükümlülüğü) doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönleriyle ortaya konulmasına, sorumlu kişilerin belirlenmesine ve gerektiğinde bu kişilerin cezalandırılmasına imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).

99. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkının usul boyutu konusunda benimsediği genel ilkelere göre şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkililiği için;

- Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz, resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),

- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),

- Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30),

- Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99) gerekir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

100. Somut olayda şüpheli ölüm olayından haberdar edilen Cumhuriyet Başsavcılığının konuyla ilgili derhâl bir soruşturma başlattığı görülmüştür. Bu soruşturma kapsamında ölüm olayının aydınlatabilmesi için olay yeri Cumhuriyet savcısınca incelenmiş ve olay hakkında bilgi sahibi olabilecek bazı infaz koruma memurları ile ölenin kaldığı odanın her iki yanındaki odalarda kalan mahpusların ifadeleri alınmıştır. R.B. ile birlikte Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilen H.O.nun ifadesi doğrultusunda soruşturma derinleştirilmiş, R.B.nin başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesine ilişkin kayıt ile Sincan Ceza İnfaz Kurumuna ait kamera kayıtları incelenmiş, R.B.nin sağlık dosyası celbedilmiş ve R.B.nin bir süreliğine oda komşusu olan M.S.D. ile birçok infaz koruma memurunun ifadelerine başvurulmuştur. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde R.B.yi muayene eden B.Ç. ve E.C. dinlenmiştir. Yapılan ölü muayenesi ve otopsi işlemleri ile R.B.nin ası sonucu vefat ettiği tespit edilmiştir. Ayrıca başvurucu Muazzez Babak soruşturmaya ifade vermek, delillerin toplanmasına ilişkin taleplerini Cumhuriyet Başsavcılığına iletmek ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmek suretiyle etkili bir şekilde katılabilmiş ve soruşturma yaklaşık 1 yıl 1 ay 7 gün gibi kısa bir sürede sonuçlandırılmıştır. Bununla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair ek kararda; soruşturmadaki unsurlar gerektirmesine rağmen R.B.nin ceza infaz koruma memurlarının kötü muamele teşkil ettiği iddia edilen eylemleriyle intihara sürüklenip sürüklenmediği, bir başka ifadeyle infaz koruma memurlarının kötü muamele oluşturduğu öne sürülen eylemleri ile R.B.nin ölümü arasında bağlantı olup olmadığı ve intihara ilişkin gerçek bir riskin varlığına rağmen R.B.nin yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı (Mahkemenin bu konu hakkındaki değerlendirmesi için bkz. §§ 94-97) konusunda hiçbir değerlendirme yer almamıştır.

101. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Eziyet Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

102. Başvurucu Muazzez Babak 27/9/2017 tarihli başvurusunda oğlunun darbedildiğini ve hakarete uğradığını, kolları arkadan bükülerek ve sürüklenerek süngerli odaya götürüldüğünü, ellerinin arkadan kelepçelendiğini, fiziki koşulları uluslararası standartlara uygun olmayan süngerli odada üç gün tutulduğunu, süngerli odada çok üşüdüğünü ve yaralarıyla ilgili olarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’na (İstanbul Protokolü) uygun bir rapor tutulmadığını belirterek Anayasa'nın 17., 19., 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

103. Başvurucular birlikte yaptıkları 29/6/2018 tarihli başvuruda ise 27/9/2017 tarihli başvuruda dile getirilen iddiaları yineleyerek A.Y. ile A.T.nin eylemlerini sistematik bir şekilde gerçekleştirdiklerini, sanıklara yüklenen eylemin işkence suçunu oluşturduğunu, ağzına su dökülmek suretiyle oğullarına işkence edildiğini, kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının derece mahkemelerince dikkate alınmadığını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin cezasızlık sonucunu doğurduğunu belirterek kötü muamele yasağı ile bu yasakla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

104. Başvurucuların iddialarının özü, yakınlarının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanan fillere maruz kaldığına ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğine ilişkindir. Bu nedenle inceleme de bu çerçevede yapılmıştır.

105. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 “…

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

…”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

106. Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı güncel bir kişisel hakkı doğrudan etkilenen kişiler (doğrudan mağdur) olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa ve Sözleşme'nin ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabilecektir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 47). Nitekim mağdurun bizzat başvuru yapmasının mümkün olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi durumlarda -özellikle yaşam hakkının söz konusu olduğu- başvurucuların ihlalden doğrudan etkilenmemiş olmalarına rağmen ihlalden dolaylı olarak etkilenmeleri nedeniyle bu etkiye dayanarak kendi adlarına başvuru yapabilecekleri kabul edilmektedir (bu kapsamda incelenen başvurular için birçok karar arasından bkz. Sadık Koçak ve diğerleri ve Cemil Danışman kararları).

107. Somut başvuruda başvurucuların dolaylı mağdur sıfatlarının bulunup bulunmadığının belirlenebilmesi için bireysel başvuru yapan kişilerin, ölen yakınlarının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yasaklanan bir fiile maruz kaldığı iddialarını dolaylı mağdur sıfatıyla dile getirip getiremeyecekleri meselesinin incelenmesi gerekir.

108. İncelemenin başında belirtmek gerekir ki başvurucuların yakını, maruz kaldığı bir kötü muamele sonucunda ölmüş veya ölmesinden çok kısa bir süre önce kötü muameleye maruz kalmış ise başvurucuların dolaylı mağdur sıfatı yönünden hiçbir sorun bulunmamaktadır (Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017 § 80; Ahmet Şenol ve diğerleri, § 69).

109. Anılan durumlar dışında dolaylı mağdur sıfatının varlığı somut olayın koşullarına ve kötü muamele teşkil ettiği iddia edilen fiillerin ölüm olayıyla olan bağlantısına göre belirlenmelidir. Mesela Rıfat Bakır ve diğerleri (B. No: 2013/2782, 11/3/2015) başvurusunda, başvurucuların ölen yakınlarının zorunlu askerlik vazifesini ifa etmekteyken ölmesinden önce bir üstü tarafından darbedilip onur kırıcı muameleye maruz kaldığına yönelik iddiaları mağdur sıfatı yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmadan esastan incelenmiştir.

110. Somut olayda başvurucuların oğlu R.B. 13/11/2015 tarihinde telefon yoluyla iletişim kurduğu başvurucu Muazzez Babak'a dövüldüğünden söz etmiş, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği aynı tarihli dilekçesinde ise süngerli odadaki tutma koşullarına yönelik bir iddiayı dile getirmeden dövülüp hakarete uğradığını ve işkenceye maruz kaldığını iddia etmiştir. Bu nedenle somut olayın koşullarında başvurucuların, yakınlarının süngerli odadaki tutma koşullarına (süngerli odanın fiziki koşulları ve R.B.nin süngerli odada kelepçeli olarak tutulması) yönelik iddiaları bakımından dolaylı mağdur sıfatları bulunmasa da infaz koruma başmemurlarının/memurlarının ölen yakınlarına yönelik eylemleri yönünden dolaylı mağdur sıfatını taşıdıkları sonucuna varılmıştır. Ayrıca başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden tespit edilmemiştir. Bu nedenle başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

111. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. Anılan yasağın maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (Elif Aydın Dost, B. No: 2014/19954, 12/6/2018, § 35).

112. Anayasa mahkemesinin işkence ve kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutları kapsamında belirlediği temel ilkeler ile Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muamele kavramın ifade ettiği anlamlar şimdiye kadar birçok kararda belirtilmiştir (birçok karar arasından bkz. Naif Bal (2), B. No: 2015/2465, 1/9/2019, §§ 49-55; Fırat Can, B. No: 2016/762, 2/6/2020, §§ 50-59, 65-76).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

113. Başvuruya konu soruşturmada R.B.nin maruz kaldığı fiillerin tespiti için birçok tanık dinlenmiş, R.B.nin sağlık dosyası getirtilerek hakkında tanzim edilen tıbbi belgeler incelenmiş, R.B.nin başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesine ilişkin kayıt ile Sincan Ceza İnfaz Kurumuna ait kamera kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve A.T.nin R.B.ye tokat atmak, A.Y.nin ise R.B.yi tekmelemek suretiyle kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kasten basit yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla A.Y. ve A.T. hakkında kamu davası açılmıştır. A.T. ve A.Y. de dâhil olmak üzere kamu görevlilerinin R.B.ye yönelik başka bir eylemi saptanamamıştır. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca aldırıldığı anlaşılan ve bir örneği de yürütülecek disiplin soruşturmasında değerlendirilmek üzere Sincan Ceza İnfaz Kurumuna gönderilen 22/3/2016 tarihli bilirkişi raporunda (bkz. § 66) M.K.nın da R.B.ye tokat attığına ilişkin tespit bulunmasına rağmen konu Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmemiş, Cumhuriyet Başsavcılığı da farklı bir delil elde etme ihtimaline rağmen Sincan Ceza İnfaz Kurumundan olay hakkında yürütülmüş disiplin soruşturmasına ilişkin dosyayı getirtmemiştir. Netice olarak 22/3/2016 tarihli bilirkişi raporundaki tespite rağmen M.K. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verilmiştir. Bu nedenle Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplandığı söylenemez.

114. Ceza Mahkemesi, yaptığı yargılama sonunda kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanması suretiyle kasten basit yaralama suçu nedeniyle sanıkların neticeten 4.500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Bu durumda A.Y. ve A.T hakkında verilen cezanın sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi ve mağdur açısından uygun giderim sağlanması yönündeki gerekliliği sağlayıp sağlamadığı değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme yapılırken hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verip vermemenin mahkemelerin takdirinde olmakla birlikte mahkemelerin sanıkların fiilen cezasız kalmalarını sağlayacak şekilde hukuku uyguladıklarının tespiti hâlinde soruşturmanın etkinliğinin sağlanamadığı sonucuna varılabileceği nazara alınmalıdır (Süleyman Deveci, §§ 100-102, 122; Yunus Kalkan, B. No: 2013/4383, 18/2/2016, §§ 68, 69, 85, 86).

115. Somut olayda başvurucuların oğlu R.B. hükümlü olarak tutulduğu Sincan Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurlarıyla yaşadığı bir olay sonrasında etkisiz hâle getirilip elleri arkadan kelepçeli bir vaziyette süngerli odaya götürülmüştür. R.B.nin elleri kelepçeli olmasına ve infaz koruma memurlarına yönelik fiilî bir saldırısı bulunmamasına rağmen A.T., R.B.ye tokat atmış; A.Y. ise R.B.yi birkaç kez tekmelemiştir. Olayın gerçekleşme koşulları ve R.B.nin süngerli odadaki hâli dikkate alınarak şikâyet edilen eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

116. Başvurucuların oğlunun maruz kaldığı eylemin Anayasa'nın 17. maddesi anlamında eziyet olduğu dikkate alınarak A.Y. ve A.T. hakkında kurulan hükmün -para cezası tercih edilerek ceza tayini sonrasında hukuki bir sonuç doğurmamayı ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi sebebiyle- başvurucuların mağduriyetlerinin etkili giderimini sağlayabilecek nitelikte olmadığı, sonuç olarak başvurucuların mağdur sıfatlarının devam ettiği değerlendirilmiştir.

117. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence atına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

118. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

119. Başvurucu Muazzez Babak tarafından yapılan 27/9/2017 tarihli başvuruda ihlalin tespiti, soruşturmanın yenilenmesi ve 100.000 TL manevi tazminat talep edilmiştir. Başvurucuların birlikte yaptıkları 29/6/2018 tarihli başvuruda ise ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve 50.000 TL manevi tazminat istenmiştir.

120. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

121. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

122. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

123. İncelenen başvuruda başvurucuların oğlunun yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması ve kovuşturmaya yer olmadığına dair ek kararda infaz koruma memurlarının kötü muamele oluşturduğu öne sürülen eylemleri ile R.B.nin ölümü arasında bağlantı olup olmadığı ve intihara ilişkin gerçek bir riskin varlığına rağmen R.B.nin yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı konusunda değerlendirme yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanmaması ve Ceza Mahkemesince verilen kararın başvurucuların mağduriyetlerinin etkili giderimini sağlayabilecek nitelikte olmaması nedenleriyle eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialar hakkında değerlendirmede bulunmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verdiği hususu da gözetildiğinde somut başvurudaki ihlallerin Cumhuriyet Başsavcılığı ile Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararlardan kaynaklandığı anlaşılmıştır.

124. Bu durumda yaşam hakkı ile eziyet yasağına ilişkin ihlallerin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma ve yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma ve yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma ve yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına, yeniden yargılama yapılmak üzere Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

125. İdare Mahkemesinin yaşam hakkının maddi boyutunun ihlali nedeniyle başvurucu Muazzez Babak lehine manevi tazminata hükmettiği ve başvurucunun bu miktarın yetersiz olduğu iddiasıyla istinaf başvurusu yapmadığı gözetilerek başvurucu Muazzez Babak'ın yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmiş olmasına dayalı manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir. Bununla birlikte yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle başvurucu Muazzez Babak'a net 55.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

126. Öte yandan somut olayda eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarına ilişkin ihlallerin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için, eziyet yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara, talepleri de dikkate alınarak müştereken net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

127. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucu Muazzez Babak'a müstakilen, 294,70 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin ise başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın birer örneğinin yaşam hakkı ile eziyet yasağına ilişkin ihlallerin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. No: 2015/34463), yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Batı 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/198) GÖNDERİLMESİNE,

D. 1. Başvurucu Muazzez Babak'ın yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmiş olmasına istinat eden manevi tazminat talebinin REDDİNE ancak yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle başvurucu Muazzez Babak'a net 55.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, fazlaya ilişkin talebin REDDİNE,

2. Eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlali nedeniyle başvuruculara talepleri dikkate alınarak net 50.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. 257,50 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucu Muazzez Babak'a ÖDENMESİNE, 294,70 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin ise başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YASİN GÜNGÖR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/26782)

 

Karar Tarihi: 5/10/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 20/12/2022 - 32049

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Volkan ÇAKMAK

Başvurucu

:

Yasin GÜNGÖR

Vekili

:

Av. Yunus MURATAKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda kamu görevlilerinin darp, tehdit ve hakaretine maruz kalma nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/1/2014 tarihli hükmü uyarınca, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile tecziye edilmiştir. Başvurucu anılan cezanın infazı için hükümlü sıfatıyla Elâzığ 2 No.lu Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) bulunduğu dönemde Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı 4/5/2018 tarihli dilekçeyle Kurum personelinin şiddet uyguladığını ileri sürmüştür. Başvurucu, dilekçesinde özetle 2/5/2018 günü saat 19.00 sıralarında koridordan ses gelmesi üzerine bulunduğu odanın kapısına yanaştığını, görevli memurların saldırısı sırasında çıkan sesleri işittiğini, acil butonuna bastığını, gözlem penceresinden kendisine bakan ve hakaret eden memurlara durumu öğrenmek istediğini söylediğini, akabinde tek başına kalmakta olduğu odasının kapısının açıldığını ve odasına çok sayıda (ondan fazla) Kurum personeli girdiğini ve hiçbir şey sormadan, söylemeden kendisine şiddet uyguladığını, bilincini kaybettiğini, yere düşmesine rağmen dakikalarca şiddete maruz kaldığını, küfredildiğini, tehditte bulunulduğunu, birçok yerinden yaralandığını, hayati bölgelerine de darbe aldığını, Kurum bünyesinde can güvenliğinin olmadığını, alenen işkence edildiğini belirterek Kurum personeli hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

9. 9/5/2018 tarihli görüşme esnasında başvurucunun eşi, iddiaya göre başvurucunun yüzündeki darbe izlerinden durumu fark etmiş ve sadece kendi imzasını taşıyan -başvurucunun 4/5/2018 tarihli dilekçesiyle koşut ifadeler içeren- 10/5/2018 tarihli belgeyi düzenlemiştir.

10. Elâzığ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından konuyla ilgili olarak soruşturma başlatılmıştır.

11. Elâzığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi Adli Tabiplik Birimi tarafından başvurucunun 2/5/2018 tarihinde saat 21.05 sıralarında yapılan muayenesi sonucu düzenlenen genel adli muayene formunun lezyon bulguları kısmında; sağ frontalde (baş ön kısım) 2x2 cm hiperemi (dokunun normalden fazla kanlanması) ve ekimoz (travmaya bağlı olarak kılcal damar hasarı ile kanın cilt altına sızması), sağ orbita lateralde (gözü çevreleyen yapı) 2x3 cm'lik ekimoz, alında 2x1 cm'lik hiperemi, sol el 5. parmak üst yüzeyde 0,5 cm'lik üç dermal abrazyon (sıyrık), sağ pazu kemiği kısmının arka tarafında 3x5 cm'lik hiperemi, sağ ön kolun fleksör (içe bükülmeyi sağlayan kaslar) kısmında 3x5 cm'lik hiperemi, sağ kulak arkasında 1x0,5 cm'lik yumuşak doku ödemi, sağ diz ön tarafta 3x5 cm'lik hiperemi, sağ ayak bileğinin iç tarafında 0,5x1 cm'lik hiperemi, sol dirseğin ön tarafında 1x1 cm'lik hiperemi, sol pazu kemiğinin ön kısmında 3x4 cm'lik hiperemi bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca formda beyin tomografisinin normal olduğu belirtilen başvurucunun solunumunun, genel durumunun ve bilincinin iyi olduğu ifade edilmiştir. Sonuç olarak formda, başvurucuda tespit edilen bulguların başvurucunun yaşamını tehlikeye sokmadığı ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir. Anılan sağlık kurumu bünyesinde, olaya dâhil olan beş Kurum personelinin de aynı tarihte ve saatte muayenesi yapılmış; beş personelin özetle el ve parmaklarında sıyrık, özellikle boyun kısmında kanlanma, ayrıca bir personelin de sol göz kapağında sıyrık tespit edilmiştir.

12. Kurumun 2. müdürü, olaya karışan yedi personelin ifadesini almıştır. İfadelerin birbiriyle örtüştüğü gözlemlenmiştir. Buna göre ifadelerde özetle 2/5/2018 tarihinde sayım için mahpus R.T.nin odasına girildiğinde R.T.nin hareket ve tavırlarıyla Kurum personeline zorluk çıkardığı, tehditler savurarak hakaret ettiği, bağırarak komşu odalardaki hükümlüleri galeyana getirmeye çalıştığı, slogan atmalarını teşvik ettiği, ülke ve devlet makamları aleyhine aşağılayıcı ifadeler kullandığı, hakarette bulunduğu, küfrettiği, bunun üzerine R.T.nin tedbir amacıyla gözlem altına alınmak istendiği, R.T.nin buna direndiği, bu sırada işkence yapıldığı düşüncesiyle başvurucu ve diğer bir mahpus Y.A.nın odalarında gürültü çıkardığı ve slogan attığı, bu mahpsulara işkence yapılmadığı, R.T.nin tedbir amacıyla gözlem altına alınacağı anlatılmasına karşın mahpusların eylemlerine devam ettiği, akabinde Kurumun asayiş ve güvenliğinin sağlanması, diğer mahpusların da etkilenmemesi adına diğer iki hükümlünün de gözlem altına alınmasına karar verildiği, başvurucunun odasına girildiğinde zarar verecek şekilde yüzüstü kendisini yere attığı, kafasını ve vücudunu odanın çeşitli yerlerine vurduğu hatta Kurum personeline tekme savurduğu, personelin boğazını sıktığı, başvurucuya sadece gözlem altına alınması için temas edildiği, mahpusların kamera kaydı alınan kısımlarda bilerek aksadığı, gözlem odasında kendi aralarında "Yapmamız gerekeni biliyoruz, acı çekiyor görüntüsü verelim, mutlaka doktor raporu alalım." şeklinde konuştukları, söz ve eylemlerinin tahrik etmeye, Kurumun asayişini bozmaya yönelik olduğu belirtilmiştir.

13. Başsavcılık, güvenlik kamerası kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Çözümleyici bilirkişi tarafından düzenlenen 3/6/2018 tarihli bilirkişi raporunda, görüntülerin incelenmesi neticesinde infaz koruma memurları arasında koğuşundan çıkarılan başvurucunun koridordan geçirilerek müşahede odasına götürüldüğünün, bu sırada başvurucunun birkaç kere kendisini yere attığının, yürümek istemeyip direndiğinin, infaz koruma memurlarının başvurucuya yönelik bir fiziksel müdahalesinin bulunmadığının gözlemlendiği ifade edilmiştir. Ayrıca raporda kameralarda ses kayıt özelliği bulunmadığı için konuşmaların tespit edilemediği belirtilmiştir.

14. Başvurucu; diğer iki mahpusla birlikte haklarında yürütülen disiplin sürecinde alınan ifadesinde neden fiziki müdahaleye maruz kaldığını hâlen anlamadığını, slogan attığını ancak bunun siyasi bir duruş olduğunu, attığı sloganın "Kahrolsun işkence." şeklinde olduğunu, sürekli sözlü ve fiziki müdahaleye maruz kaldığını, can güvenliğinin olmadığını ifade belirtmiştir.

15. Başsavcılık 6/6/2018 tarihinde, başvurucunun iddialarının soyut olması nedeniylekovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

01/06/2018 tarihli bilirkişi raporunda hükümlünün infaz koruma memurlarıarasındakoğuşundançıkarılarakkoridordangeçirilerekmüşahadeodasına götürüldüğü, bu sırada hükümlünün birkaç yerde kendini yere attığı, yürümek istemediği, direndiği tespit edildiği, mevcut görüntülerde infaz koruma memurlarınca hükümlüye yönelik darp, cebir ve fiziksel şiddet eylemlerinin olmadığı anlaşılmakla;

Şikayetçinin başvurusu üzerine girişilen tahkikat sonucunda, toplanan delil, bilgi ve belgelerden müştekinin soyut iddiası dışında delil elde edilemediğinden;

Elazığ 2 Nolu yüksek güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında yüklenen suçtan KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..."

16. Başvurucunun itirazı Elâzığ 2. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 2/10/2018 tarihinde reddedilmiştir.

17. Başvurucu ayrıca 4/5/2018 tarihli dilekçesinde yer alan iddialara koşut iddialarla 14/5/2018 tarihinde Başsavcılık nezdinde suç duyurusunda bulunmuş ise de Başsavcılık, mükerrer kayıt olduğu, aynı konuya ilişkin kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği, yeni bir delil ileri sürülmediği gerekçesiyle 6/6/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş; karara yönelik itiraz Elâzığ 2. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 2/7/2018 tarihinde reddedilmiştir.

18. Başvurucu 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

19. Ayrıca başvurucunun Bakanlık görüşüne karşı beyanında sunduğu belgelerden anlaşıldığı kadarıyla başvurucu görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçları isnadıyla yapılan ve Kurum personelinin müşteki konumunda olduğu ceza yargılamasında olaya karışan diğer iki mahpusla birlikte beraat etmiştir. Elâzığ 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 28/2/2019 tarihli beraat kararının gerekçesinde "mahkeme heyeti tarafından izlenen kamera kayıtlarından başvurucunun koğuştan alınıp götürülmesi esnasında memurlara karşı direnme göstermediğinin anlaşıldığı, kameralar ses kaydı yapmadığı için başvurucunun görevlilere sövmediği yönündeki beyanının aksinin kanıtlanamadığı ayrıca başvurucunun koğuş içinde slogan atıp atmadığı veya kapıyı tekmeleyip tekmelediği anlaşılamamakta ise de slogan ve tekmeleme eyleminin varlığı kabul edilse dahi bunların suç teşkil etmediği" ifade edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede söz konusu hükme yönelik itiraz/temyiz başvurusu tespit edilememiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. İlgili hukuk için bkz. Ergin Doğru, B. No: 2018/18520, 10/2/2021, §§ 24-28.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Anayasa Mahkemesinin 5/10/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi

22. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucu; hiçbir gerekçe olmadan Kurum personeli tarafından kendisine fiziksel güç uygulandığını, olaya ilişkin ceza soruşturmasının objektif olmadığını, olayın tüm koşullarıyla aydınlatılmadığını belirterek adil yargılanma hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

24. Bakanlık görüşünde öncelikle somut sürece dair ayrıntılı açıklamalar yapılmış, yerleşik içtihatlara yer verilmiştir. Görüşte devamla Başsavcılık makamının değerlendirmesinden ayrılmayı gerektiren bir durum olmadığı, olayı aydınlatmak adına tüm delillerin toplandığı, soruşturmanın eksiksiz tamamlandığı ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

C. Değerlendirme

25. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

26. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden yakınmış ise de esas olarak Kurum personeli tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürdüğü fiziksel müdahaleden ve müdahaleye ilişkin soruşturma sürecinden şikâyet ettiği için inceleme bir bütün olarak işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında ele alınmıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Başvurucu, her ne kadar kötü muamele şikâyetlerine yönelik incelemenin yapıldığı 6/6/2018 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleşmesini beklemeden bireysel başvuruda bulunmuşsa da başvuruyu takiben -itiraz üzerine- kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleştiği anlaşıldığından kabul edilebilirlik bakımından başvuru yollarının tüketilmesi bağlamında bir eksikliğin bulunmadığı değerlendirilmiştir. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

29. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

30. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

31. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğinin tespit edilebilmesi için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

32. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

33. Tutuklu ve hükümlüler ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabidir. Özgürlüklerinden yoksun olan bu kişilerin kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmeleri durumunda vücutlarında bir yaralanma tespit edilmişse söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir. Özellikle iddiaların doktor raporlarıyla desteklendiği hâllerde kötü muamele yasağının ihlali bakımından açık sorunlar ortaya çıkabilir (Serdar Avci, B. No: 2015/19474, 9/1/2020, § 56; Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, § 95; Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 89-91).

34. Anayasa'nın 17. maddesi ceza infaz kurumunda güvenliği sağlamak, düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu kapsamda sınırları belli bazı durumlarda, mevzuata uygun olarak ve sadece kaçınılmaz hâllerde aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller prensip olarak kötü muamele yasağını ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).

35. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

36. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır (Tahir Canan, § 25).

37. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

38. Yürütülecek ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma, cezalandırma hakkı veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Başvurucu; tek kişilik koğuşta bulunmakta iken komşu koğuşlarda meydana gelen arbede/gürültü nedeniyle ne olduğunu anlamak için kapıya yaklaştığını, kendi koğuşuna gelen Kurum personelinin gerekçesiz olarak şiddet kullandığını, kendisini darbettiğini, vücudunun çeşitli bölgelerinde yaralanmalar olduğunu, diğer odalarda bulunan iki mahpusla birlikte gözlem altına alındığını, haksız yere kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüştür.

40. Somut sürece ilişkin olarak başvuru dosyası içeriğinde sunulan ve UYAP kayıtlarından elde edilen verilere bakıldığında 2/5/2018 tarihinde R.T. adlı mahpusun odasında sayım esnasında yaşanan arbedenin (slogan atma vb. etkilerle) başvurucunun da kaldığı tek kişilik odaya sirayet ettiği görülmüştür. Kamera kayıtlarına ve diğer verilere göre başvurucunun da aralarında olduğu üç mahpus, çıkan olaylar nedeniyle ayrı bir odaya alınmıştır. Mahpusların odasında kamera bulunmaması ve başvurucunun tek kişilik odada kalması nedeniyle, fiziki müdahaleyi yaptığı ileri sürülen Kurum personelini ve başvurucunun beyanı/iddiası dışında tek kişilik odada gerçekleşen olayların (darp ve/veya kendini bilerek yere atma/zarar verme) nasıl cereyan ettiğini belirleyici nitelikte başkaca bir kanıt/veri bulunmamaktadır. Bununla birlikte koridordaki kameraların kaydından koridorda mahpuslara fiziki müdahalede bulunulmadığı, mahpusların da -ceza mahkemesi kararının gerekçesinden (bkz. § 19) görüldüğü kadarıyla- koridorda herhangi bir taşkınlık göstermediği anlaşılmıştır. Ayrıca Elâzığ 1. Asliye Ceza Mahkemesi Heyetinin izlediği görüntülerde başvurucunun koridorda herhangi bir direnişinin olmadığı tespit edilirken Başsavcılığın görüntü kayıtları üzerinde yaptırdığı incelemede başvurucunun kendisini yere attığı yönünde çıkarımda bulunulması ve bu suretle oluşan çelişki dikkati çekse de gerek soruşturma sürecinde düzenlenen bilirkişi raporu gerekse Elâzığ 1. Asliye Ceza Mahkemesi kararının gerekçesi, başvurucu ile Kurum personeli arasında koridor boyunca fiziksel bir müdahalenin/saldırının yaşanmadığını ortaya koymaktadır.

41. "Genel İlkeler" kısmında da vurgulandığı üzere mahpuslar, kurum yönetiminin sorumluluk ve kontrolündedir. Kontrol altındaki bu kişilerin vücutlarında bir yaralanma tespit edilmişse ve kötü muamele iddiaları da varsa yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü idari ve yargısal kurumlarıyla devlete aittir. Yaralanmanın doktor raporuyla sabit olduğu hâller, kötü muamele yasağının ihlali bakımından ciddi sorunlar ortaya çıkarmaya muktedir durumlardır. Somut olayda başvurucunun olayın hemen akabinde sağlık kurumunda yapılan tıbbi muayenesinde özetle baş kısmında kanlanma, ekimoz, göz çevresinde ekimoz, el, kol ve bacak kısımlarında kanlanma/sıyrık, sağ kulağında ödem tespit edilmiştir. Ayrıca olaya dâhil olan beş personelin yapılan tıbbi muayenesinde el ve parmaklarda, boyun bölgesinde sıyrık ve kanlanma tespit edilmiştir. Bu raporların aksini kanıtlayan, yaralanma olmadığını ifade eden başkaca bir tıbbi rapor bulunmamaktadır. Söz konusu veriler, başvurucu ile Kurum personeli arasında fiziksel bir çatışma yaşandığı hususunda güçlü ve ikna edici unsurlardır.

42. Bu bağlamda koridor boyunca fiziksel müdahalede bulunulmadığının açık olması ve olayın hemen akabinde başvurucunun göz çevresi ile baş kısmı başta olmak üzere vücudunun çeşitli yerlerinde ekimozların/kanlanmanın varlığının hekim tarafından tespit edilmesi, buna mukabil Kurum personelinin el ve kollarında sıyrıklar tespit edilmesi dikkate alındığında başvurucunun tek başına kalmakta olduğu koğuşta kendisini yere atması ile açıklanamayacak olan fiziksel bir müdahalenin/arbedenin gerçekleştiğinin kabulü gerekmektedir. Zira -göz çevresindeki ekimoz başta olmak üzere- eldeki bilgi ve belgelerin aksi yorumda bulunmaya imkân tanımadığı açıkça ortadadır.

43. İdari ve yargısal makamlar, söz konusu fiziksel müdahaleye ve başvurucunun vücudunda oluşan yaralanmalara ilişkin olarak olayın tarafı konumunda olan Kurum personelinin başvurucunun kendisini yere attığı yönündeki soyut beyanı dışında makul bir açıklamada/değerlendirmede bulunmamış; direndiği ileri sürülen başvurucunun fiillerini tam olarak ortaya koyamamış; Kurum personelinin fiziksel müdahalesinin söz konusu olmadığını ifade etmiştir. Bu perspektiften zor kullanmanın gerekliliği ve orantılılığı konusunda bir tespitte bulunmak mümkün değildir. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi eldeki veriler ışığında kötü muamele yasağının ihlali için aranan asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı kanaatine ulaşmıştır. Başvurucunun yaralanmasının niteliği ve olayıçevreleyen koşullar dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

44. Anayasa Mahkemesi, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği sonucuna ulaştığından, bir başka deyişle başvurucunun Kurum personeli tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir iddiasının bulunduğu kanaatine ulaşıldığından yukarıda anılan ilkeler çerçevesinde sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli ve etkili resmî bir soruşturma yapılması gerekmektedir.

45. Sürece bir bütün olarak bakıldığında ilk dikkati çeken husus, fiziksel müdahaleyi gerçekleştirdiği ileri sürülen personelin Başsavcılık makamı tarafından ifadesinin alınmamış olmasıdır. Kurum personelinin ifadesi, gerçekleştiği ileri sürülen kötü muamelenin meydana geldiği Kurumun ikinci müdürü tarafından alınmıştır. Soruşturma makamlarının bağımsızlığından bahsedilebilmesi için kamu görevlilerine ilişkin soruşturmaların olaya karışmış, sorumluluğu bulunma ihtimali olan kişilerden bağımsız şekilde yürütülmesi gerekir. Başvurucunun kurum yönetimine ilişkin olarak kötü muamelenin sistematik ve bilinçli gerçekleştirildiği yönündeki iddiaları da gözönüne alındığında bu durum soruşturmanın ciddiyeti üzerinde haklı bir şüphe uyandırmaktadır.

46. Diğer taraftan Elâzığ 1. Asliye Ceza Mahkemesi Heyetinin izlediği (bkz. § 19) görüntülerde başvurucunun koridorda herhangi bir direnişinin olmadığı tespit edilirken Başsavcılığın görüntü kayıtları üzerinde yaptırdığı bilirkişi incelemesinde başvurucunun kendisini yere atarak direndiği yönünde çıkarımda bulunulması suretiyle oluşan çelişki dikkate değerdir. Her ne kadar direnme olmadığı yönünde tespitin yapıldığı ceza yargılaması, kötü muamele iddiasına dair soruşturmanın sona ermesinden sonra karara bağlanmış ise de aynı görüntülerin incelenmesi sonucu çelişki oluşturacak şekilde tespitte bulunulmasının soruşturma makamlarının göstermesi gereken özen yönünden olumsuz bir izlenim oluşturduğu kanaatine ulaşılmıştır.

47. Son olarak -maddi boyuta ilişkin değerlendirmede üzerinde durulan- eldeki açık ve ikna edici unsurların varlığına karşın fiziksel müdahaleye/arbedeye, başvurucunun vücudunda oluşan yaralanmalara, direnme fiiline ilişkin makul bir açıklamada/değerlendirmede bulunulmadan fiziksel müdahalenin hiç olmadığı gerekçesi temelinde şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına kararı verilmesi etkili soruşturma yükümlülüğüne, başka deyişle maddi gerçeğin ortaya çıkarılması gerekliliğine dair ilkelerle bağdaşmamaktadır.

48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Basri BAĞCI insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği görüşüne katılmamıştır.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi halinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

50. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi ile 10.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

51. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

52. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

53. Başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlalin Elâzığ Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

54. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma yapılarak Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Elâzığ Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2018/10011) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

55. Öte yandan somut olayda ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kötü muamele yasağının ihlali nedeniyle manevi zararları karşılığında başvurucuya net 67.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

56. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu maddi zarar ile ihlal arasındaki illiyet konusunda herhangi belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

57. Kendisini vekille temsil ettiren başvurucuya 9.900 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının; maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE Basri BAĞCI'nın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA, usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Elâzığ Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 67.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE

F. 9.900 TL vekâlet ücretinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/10/2022 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

Başvurucu ceza infaz kurumu infaz görevlileri tarafından odasına girilmek suretiyle kötü muameleye maruz bırakıldığını iddia ederek yakınmada bulunmasına rağmen ilgililer hakkında yürütülen soruşturma, kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararı ile sonuçlanmıştır.

Ceza soruşturması sürecinde başvurucunun etkili eyleme maruz kaldığını teyit eden adli raporu düzenlendiği halde olaya karıştığı iddia edilen infaz koruma görevlilerinin beyanları Cumhuriyet savcısı yerine kurum ikinci müdürü tarafından alınmıştır.

Bu husus tek başına soruşturmanın etkin, bağımsız ve tarafsız merciler eliyle yürütülmediğinin bir göstergesi olup insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamelede bulunma yasağının usul boyutunun ihlali mahiyetindedir.

Olayın maddi boyutuna ilişkin olarak çoğunluk tarafından ihlal sonucuna ulaşılması ise hukuki olarak bazı sakıncalar ihtiva etmektedir.

Öncelikle somut olay özelinde, yeterli bir tahkikat işleminin yapılmadığını kabul edip ardından da maddi boyuttan ihlal kararı verilmesi, soruşturmada olayın şüphelisi konumunda olan kişilerin bu suçu işlediklerinin peşinen kabulü anlamına da geleceğinden bu kişilerin masumiyetleri açısından ayrı bir sorun oluşturacaktır.

Diğer taraftan maddi boyuttan verilecek ihlal kararı olayın başvurucu tarafından aktarılan versiyonuna üstünlük tanınması gibi bir anlama gelecek olup, olayda karşı anlatımı destekleyen somut verilerin de göz ardı edilmesi sonucunu doğuracaktır.

Somut olayda diğer bir mahkûmun başlattığı slogan atma eylemine karışan başvurucuya başlangıçta bir müdahale yapıldığında tereddüt bulunmamaktadır. Müdahale ederken oda içerisinde neler yaşandığı, ortamda kamera bulunmaması nedeniyle, ihtilaflı olmakla birlikte başvurucunun adli tıp raporunda tanımlanan yaralanmaları dikkate alındığında kendisine fiziksel bir gücün uygulandığı aşikardır.

Diğer taraftan olaya karışan infaz koruma memurlarının da yaralandığı dikkate alındığında karşılıklı bir mücadelenin varlığı ihtimali ağırlık kazanmaktadır. Usul açısından verilecek ihlal kararını takiben tarafsız ve bağımsız soruşturma mercilerince yapılacak bir soruşturmada müdahalenin orantılı olup olmadığı değerlendirilecektir.

Bununla birlikte kameraların aktif olduğu koridorda başvurucunun yürümek istemeyip kendisini yere attığı ve bu durumun birkaç kez tekrarlandığı yönündeki bilirkişi tespiti ise olayın gerçekleşme şartlarına ilişkin şüpheli anlatımlarının da temelden yoksun olmadığını ortaya koymaktadır.

Bu nedenlerle maddi boyuttan ihlal verilmesini gerektirecek verilerin tartışmalı olduğunu değerlendirdiğimizden, ihlal kararına sadece usul ciheti itibariyle iştirak edilmiştir.

Üye

Basri BAĞCI

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ELANUR GEMİCİ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/23070)

 

Karar Tarihi: 6/10/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 15/11/2022-32014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucular

:

1. Elanur GEMİCİ

 

 

2. Metin GEMİCİ

 

 

3. Sebahat GEMİCİ

Başvurucular Vekili

:

Av. Turgay GEÇGEL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; yaşamının korunması için gerekli tedbirler alınmayan hükümlünün ölmesi nedeniyle yaşam hakkının, ölümcül hastalığa rağmen infazın ertelenmemesi ve olay hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu Sebahat Gemici'nin eşi, diğer başvurucuların ise babası olan S.G. silahla yağma, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlarından mahkûm edildiği hapis cezasının infazı amacıyla 27/2/2015 tarihinde Ümraniye E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) alınmıştır.

6. S.G.nin 27/2/2015 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu aile hekimi tarafından giriş muayenesinin yapıldığı, 27/2/2015 ile 23/6/2016 tarihleri arasında on kere muayene edildiği, tüberküloz genel taraması sonucuna istinaden 9/11/2015 tarihinde Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine (Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi) sevkinin uygun görüldüğü anlaşılmıştır.

7. Gerekli tetkikleri Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesinde yapılan S.G.nin 26/11/2015 tarihinde yeniden sevk edildiği aynı hastanede çekilen akciğer grafisinde opasite görülmesi üzerine torax tomografisi ve balgam testi istenmiştir. 22/12/2015 tarihinde sevk edildiği aynı hastanede tomografi sonucunda sağ akciğerde malign kitle görülmüş, akciğer kanseri şüphesiyle 25/12/2015 tarihinde bronkoskopi yapılması planlanmıştır. Bu işlemden sonra daha ileri tetkikleri yapılan S.G.ye 12/1/2016 tarihinde Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesinde akciğer kanseri teşhisi konulmuş, S.G. girişimsel radyolojiye yönlendirilmiş, aynı gün kendisine ilaç reçete edilmiştir.

8. S.G. 3/2/2016 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Girişimsel Radyoloji ve Göğüs Hastalıkları Polikliniklerine sevk edilmiş, 4/2/2016 tarihinde biyopsi yapılmış, sonucun on beş gün sonra çıkması nedeniyle 19/2/2016 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine tekrar sevk edilmiştir. 12/2/2016 tarihli patoloji raporunda akciğerin primer adenokarsinomu teşhisi bulunmaktadır. 19/2/2016 tarihinde sonucunun değerlendirilmesi için Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine sevk edilmiş, 22/2/2016 tarihinde burada yapılan muayenesinde biyopsi raporu ile birlikte Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesine sevk edilmesi uygun görülmüştür.

9. Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesinde 24/2/2016 tarihinde muayene olan S.G.ye ilaç reçete edilmiştir. 24/2/2016 ile 12/4/2016 tarihleri arasında dört kez daha hastaneye sevk edilen S.G.ye hastalığı ile ilgili bazı tetkikler yapılmış ve 12/4/2016 tarihli tetkik sonucu muayenesinin ardından S.G.nin göğüs cerrahi polikliniğine sevki uygun görülmüştür. S.G. 13/4/2016 tarihinde göğüs cerrahi polikliniğine sevk edilmiş, S.G.nin 15/4/2016 tarihinde gerekli tetkikleri yapıldıktan sonra 29/4/2016 tarihinde Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahisi Birimine (Pendik Hastanesi) yatış işlemi yapılmıştır.

10. S.G.nin rahatsızlığı nedeniyle 19/4/2016 tarihli dilekçeyle Ceza İnfaz Kurumu idaresinden cezasının infazının ertelenmesi talebinde bulunması üzerine Ceza İnfaz Kurumu aynı tarihli yazı ile Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesinden S.G.nin durumunun ağır hastalık, sakatlık veya kocama hâli oluşturup oluşturmadığı, rahatsızlığının sürekli bir tedaviyi gerektirip gerektirmediği, hastalığının hayatı için kesin bir tehlike teşkil edip etmediği ve hayatını ceza infaz kurumu koşullarında yalnız idame ettiremeyecek nitelikte olup olmadığı, buna bağlı olarak cezasının infazının iyileşinceye kadar geri bırakılıp bırakılmayacağı, infazın geri bırakılmasının önerilmesi hâlinde hangi tarihe kadar geri bırakılmasının uygun olacağı hususlarını içeren rapor düzenlemesini istemiştir.

11. Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesince düzenlenen 22/4/2016 tarihli sağlık kurulu raporunda "Mevcut bulgularla operabi aşamada değerlendirilen ve Göğüs Cerrahisinde operasyon için tetkik edilen hastanın şu hali ile ağır hastalık durumu söz konusu olup, takip ve tedavisinin devamı hayatidir. Hastanın operasyon kararı netleşirse operasyon sonrası dönemi tekrar değerlendirilmesi gerekir. Hastanın 19.04.2016 tarihli... Adalet Bakanlığı yazısına istinaden hastanın durumunu bildirir SKK'dır." ifadelerine yer verilmiştir.

12. Pendik Hastanesinde 2/5/2016 tarihinde ameliyat olan S.G. düzenlenen epikrize göre 23/5/2016 tarihinde taburcu edilmiş, kendisine 1/6/2016 tarihinde kontrol muayenesi önerilmiştir. 1/6/2016 tarihli Pendik Hastanesindeki muayenesinde onkolojiye yönlendirilen S.G. aynı gün Tıbbi Onkoloji Polikliniğine sevk edilmiş ve 16/6/2016 tarihinde kemoterapi tedavisine başlamıştır. Dosya kapsamındaki belgelere göre S.G. kemoterapi tedavisine ve ilaçlarına düzenli olarak erişebilmiştir.

13. S.G.nin ameliyatı sonrasında Ceza İnfaz Kurumu 3/5/2016 tarihinde Pendik Hastanesinden önceki talep yazısındaki bilgileri içeren (bkz. § 10) bir rapor düzenlemesini talep etmiştir. Pendik Hastanesinin 28/6/2016 tarihli sağlık kurulu raporunda S.G.nin "kemoterapi aldığı süre içinde infazının ertelenmesi[nin] uygun olduğu" bildirilmiştir.

14. Bunun üzerine Ceza İnfaz Kurumu 12/7/2016 tarihinde İstanbul Adli Tıp Kurumuna (ATK) yazdığı müzekkereyle önceki talep yazılarındaki bilgileri içeren (bkz. § 10) bir rapor düzenlenmesini talep etmiştir. ATK'nın 25/7/2016 tarihli raporunda "... 2.5.2016 tarihinde akciğer adenokarsinomu nedeniyle sağ üst lobektomi operasyonu geçirdiği, halen adjuvan kemoterapi gördüğü, mevcut belgeleri ve muayene bulguları birlikte değerlendirildiğinde halihazırda; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16/2. maddesi kapsamında değerlendirildiği, 6 (altı) ay süre ile cezasının infazının tehirinin uygun olduğu, tehir süresi bitiminde tedaviye cevabı, hastalığının son durumu, hastalığının survisi ile ilgili ayrıntılı bilgileri içeren onkoloji raporu ve yeni çekilecek PET-CT tetkiki ile birlikte muayeneye gönderilmesi sonrasında sorulan hususlar hakkında yeniden değerlendirileceği" bildirilmiştir.

15. Ceza İnfaz Kurumunun söz konusu raporu 4/8/2016 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına iletmesi sonrasında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 4/8/2016 tarihli infaz kararı ile S.G.nin cezasının infazının altı ay süreyle ertelenmesine karar vermiştir. Bu karar uyarınca S.G. aynı tarihte Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edilmiştir.

16. Başvurucu Sebahat Gemici, altı aylık süre sonunda S.G.nin cezasının infazına iki ay süreyle ara verildiğini, bu sürede tedavileri devam ederken nöbet geçirdiğini ve kanserin beynine metastaz yaptığının tespit edildiğini -aşağıda ilgili bölümde açıklanan- olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı verdiği itiraz dilekçesinde belirtmiştir (bkz. § 34). UYAP'tan yapılan incelemede ya da bireysel başvuru dosyasında S.G.nin cezasının infazının iki ay süreyle daha ertelendiğine dair bir belgeye rastlanmamış olsa da Bakanlık görüşünde iki aylık uzatma uygulandığı bilgisine yer verilmiştir (bkz. § 61).

17. Sonrasında S.G. hakkında Pendik Hastanesince düzenlenen 28/3/2017 tarihli epikrize göre S.G., nöbet geçirmesi nedeniyle acil servise getirilmiş ve yapılan beyin MR'sinde beyninde kitle (metastaz) saptanmıştır. S.G.ye ışın tedavisi uygulanması önerisinde bulunulmuştur.

18. UYAP üzerinden yapılan incelemede söz konusu epikrizi, İstanbul Anadolu Ağır Ceza İlamat Masası infaz kâtibinin 17/4/2017 tarihinde okuduğu, Ceza İnfaz Kurumunun gelen evrak memurunun ise 17/4/2017 tarihinde okuyup epikrizin çıktısını aldığı tespit edilmiştir. Marmara Üniversitesi Nörolojik Bilimler Enstitüsünün epikrizine göre ise S.G.ye 4/4/2017 tarihinde ışın tedavisi uygulanmış ve iki ayda bir MR ile takibi önerilmiştir.

19. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 29/3/2017 tarihli yazısı üzerine ATK'nın 3/4/2017 tarihli raporunda S.G.nin düzenli sağlık kontrollerinin sağlanarak ceza infaz kurumu şartlarında cezasının infazına devam edebileceği belirtilmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

5. Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 13.2.2017 tarihli ... PET CT raporunda; sağ üst lobektomize olguda her iki akciğer parekimi ve mediastende malign FDG tutulumu gösteren karesteristik bir lezyon, lenf nodu saptanmadığının kayıtlı olduğu,

6. Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 27.2.2017 tarihli ve ... sağlık kurulu raporunda, akciğer adenokarsinom tanılı hastanın merkezlerinde ameliyat olduktan sonra adjuvan 4 kür kemoterapi aldığı, en son kemoterapi 1.9.2016 tarihinde aldığı, 13.2.2017 tarihinde çekilen PET CT filminde nüks veya metastaz lehine bulgu olmadığının kayıtlı olduğu,

7. Kurulumuzda 29.3.2017 tarihinde yapılan muayenesinde..., genel durum iyi, şuur açık, koopere, dispne yok, siyanoz yok, çomak parmak yok, ekspiryum uzunluğu yok, sağ üst alanda yaklaşık 15 cm ameliyat skarı , sol akciğerde tek tük ronküsler, sağ akciğerde 1/3 üst solunum sesleri azalmış, sol akciğerde tek tük ronküsler, kalp sesleri normal, organomegali yok, ödem yok,

SONUÇ:

... [S.G.nin] 2.5.2016 tarihinde akciğer adenokarsinomu nedeniyle sağ üst lobektomi operasyonu geçirdiği, kemoterapi gördüğü, kemoterapisinin 1.9.2016 tarihinde bittiği, halen nüks veya metastaz lehine bulgu olmadığı, mevcut belgeleri ve muayene bulguları birlikte değerlendirildiğinde halihazırda;

a) 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Kanunun 16/6. maddesi kapsamında değerlendirilmediği, idame ettirebi1eceği,

b) 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16/2. maddesi kapsamında değerlendirilmediği, tedavisi ve önerilen aralıklarla düzenli poliklinik kontrollerinin sağlanarak cezaevi şartlarında infazına devam edilebileceği, hastalıklarının i1erlemesi veya vasfının değişmesi durumunda son durumunu gösterir sağlık kurulu raporunun gönderilmesi ile yeniden değerlendirilebileceği..."

20. Bu rapor üzerine S.G. 11/4/2017 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna tekrar alınmıştır. Aynı tarihte başvurucu Metin Gemici, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu dilekçeyle, cezasının infazının ertelenip ertelenmeyeceği konusunda rapor verilmesi için ATK'ya gideceği gün babasının nöbet geçirmesi nedeniyle gidemediğini, yapılan tetkiklerde kanserin beyne metastaz yaptığının tespit edildiğini, ışın tedavisi aldığını, tüm tıbbi belgelerin ATK'ya sunulduğunu fakat infazın ertelenmesine gerek olmadığı yönünde rapor geldiğini, bu hastalıkta temizlik ve moralin çok önemli olduğunu, ceza infaz kurumu şartlarında bunların gerçekleşme olasılığının çok düşük olduğunu, babasının tedavisinin gereği gibi yapılabilmesi için babasına evde bakılması gerektiğini belirtmiştir.

21. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 17/4/2017 tarihli yazıyla, S.G.nin cezasının infazının ertelenmesine gerek olup olmadığı konusunda tam teşekküllü hastaneden sağlık kurulu raporu alınması sonrasında düzenlenen raporla birlikte ATK'dan aynı konuda rapor temin edilmesini Ceza İnfaz Kurumundan talep etmiştir. Söz konusu raporun temini için S.G. Ceza İnfaz Kurumunun 18/4/2017 tarihli yazısı ile Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir.

22. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 4/5/2017 tarihli sağlık kurulu raporunda "Mevcut sağlık durumu hükümlünün hayati için kesin bir tehlike teşkil etmez. Hayatını yalnız idame ettirebilir. Buna bağlı olarak infazın geri bırakılmasına gerek yoktur. Sürekli hastalık ve kocama hali teşkil etmez." tespitlerine yer verilmiştir. Rapordaki muayene bilgileri bölümünün göğüs hastalıkları kısmında "27/4/2017 ...akciğer kanseri teşhisi ile 2/5/2016 tarihinde ... Operasyonu uygulanmış, KT [kemoterapi] almış, 1/9/2016 da KTsi bitmiş ve o zaman itibariyle nüks ve metastazı olmayan hastanın 1 ay öncesinde epilepsi nöbetiyle beyin metastazı tespit edilmiş ve RT planlanmış...", tıbbi onkoloji kısmında ise "27/4/2017 ... Üst lob evre 4 akciğer kanseri, kranial metastaz, hastanın özürlülük oranı %80" tespitlerine yer verilmiştir. Rapor psikiyatri, göz hastalıkları, iç hastalıkları, nöroloji, kulak burun boğaz, genel cerrahi uzmanı olan ve sağlık kurulu başkanı tarafından oluşturulan heyet tarafından oybirliği ile verilmiştir.

23. Söz konusu rapor doğrultusunda İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 24/5/2017 tarihinde S.G.nin sağlık nedenlerinden dolayı infazına ara verilmesi talebinin reddine karar vermiştir.

24. Ceza İnfaz Kurumu Aile Hekimliğinden temin edilen 25/5/2021 tarihli yazıya göre S.G.nin Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 4/5/2017 tarihli, infazın ertelenmesine gerek bulunmadığına yönelik raporundan S.G.nin vefatına kadar geçen sürede aldığı sağlık hizmetleri şöyledir:

"...

02 Mayıs 2017 tarihinde dilekçesine istinaden ... Kurum Revirine çıkartıldığı Aile Hekimliği tarafından yapılan muayenesinde; ışın tedavisi gördüğünü belirten hükümlünün bu ay randevusu olduğunu belirtmesi üzerine Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji Polikliniğine sevkinin yapıldığı, 03 Mayıs 2017 22 Haziran 2017 tarihleri arasında 8 defa hastaneye gittiği, yapılan muayenelerinde ceza infaz kurumuna gelmeden önceki raporlarında beyinde kitleye rastlandığı için MR ve PET istenildiği, 05 Haziran 2017 tarihinde müteveffanın beyin MRG incelemesi yapıldığı Gamma Knife çekildiği, 07 Haziran 2017 tarihinde PET çekiminin yapıldığı; 07 Temmuz 2017 tarihinde MR 31 Temmuz 2017 tarihinde Beyin Cerrahi ve Onkoloji 21 Eylül 2017 tarihinde Onkoloji Polikliniği kontrol randevusu verildiği anlaşılmıştır.

01 Temmuz 2017 tarihinde mesai saatleri dışında ... 112 çağırılarak acile çıkartılan hükümlünün 112 ekibi tarafından yapılan muayenesinde; vitalleri stabil olan hükümlünün kurum hekimi tarafından görülmesinin uygun olduğu,

27 Temmuz 2017 tarihinde mesai saatleri dışında ...112 çağırılarak acile çıkartılan hükümlünün 112 ekibi tarafından yapılan muayenesinde; vitalleri stabil olan hükümlünün kurum hekimi tarafından görülmesinin uygun olduğu,

06 Temmuz 2017 tarihinde MR randevusu için ... Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji MR Polikliniğine sevkinin yapıldığı; 07 Temmuz 2017 tarihinde MR çekildiği sonucunun 27 Temmuz 2017 tarihinde çıkacağının belirtildiği,

28 Temmuz 2017 tarihinde onkoloji ve beyin cerrahi randevusuna istinaden ... Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji ve Beyin Cerrahi Polikliniğine sevkinin yapıldığı; 31 Temmuz 2017 tarihinde yapılan muayenelerinde 2 ay sonra Torax BT ve Beyin MR çekimi ile kontrol önerildiği, 02 Ekim 2017 tarihine BT 05 Etim 2017 tarihine MR randevusu alındığı;

29 Eylül 2017 tarihinde BT çekimi için ... Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji BT ve Onkoloji Polikliniğine sevkinin yapıldığı, 02 Ekim 2017 tarihinde BT çekildiği, aynı gün Onkoloji tarafından yapılan muayenesinde Beyin Cerrahi takibinin devamının önerildiği tespit edilmiştir.

02 Ekim 2017 tarihinde mesai saatleri dışında ... 112 çağırılarak acile çıkartılan müteveffanın 112 ekibi tarafından yapılan muayenesinde; vitalleri stabil olan hükümlünün kurum hekimi tarafından görülmesinin uygun olduğu;

02 Ekim 2017 tarihinde mesai saatleri dışında ... 112 çağırılarak acile çıkartılan hükümlünün 112 ekibi tarafından yapılan muayenesinde; genel durumu ajite olan hastanın ring aracı ile hastaneye naklinin uygun olduğu; Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Polikliniği tarafından yapılan muayenesinde; ilaç tedavisi yapıldığı poliklinik kontrolü önerildiği;

04 Ekim 2017 tarihinde MR çekimi için ... Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji MR ve Beyin Cerrahi Polikliniğine sevkinin yapıldığı; 05 Ekim 2017 tarihinde MR çekildiği, aynı gün Beyin Cerrahi tarafından yapılan muayenesinde; MR raporu henüz çıkmadığı için 3 ay sonra kontrol randevusu verildiği,

19 Ekim 2017 tarihinde dilekçesine istinaden ... Kurum Revirinde Aile Hekimliğimiz tarafından yapılan muayenesinde 'Hastanın Akciğer Kanseri, Beyin Metastasları olduğu için hasta kendi zaruri ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandığından dolayı hastanın tedavisi tamamlanana kadar hasta odasına (B-6) alınması uygundur' raporu verildiği tespit edilmiştir.

20 Ekim 2017 tarihinde MR ve BT raporu ile muayene olması için ... Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Beyin Cerrahi ve Onkoloji Polikliniğine sevkinin yapıldığı; 23 Ekim 2017 tarihinde yapılan muayenesinde; Beyin Cerrahi tarafından medikal tedavi düzenlendiği, 3 ay sonra kontrol randevusu verildiği; Onkoloji tarafından PET raporu ile yeniden görülmesinin uygun olduğu;

01 Kasım 2017 tarihinde mesai saatleri dışında ... 112 çağırılarak acile çıkartılan hükümlünün 112 ekibi tarafından yapılan muayenesinde; satürasyonu düşük çıkan ve şiddetli ağrı çeken hastanın ring aracı ile hastaneye naklinin uygun olduğu; Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Polikliniği tarafından yapılan muayenesinde; verilen oksijen tedavisine rağmen satürasyonu yükselmeyen hükümlünün yoğun bakıma kaldırılmasının uygun görüldüğü ancak Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yer olmadığı için hastanın 112 ile Dr. [M.H.Ç.M.] Hastanesine sevkinin sağlandığı tespit edilmiş, 3 Kasım 2017 tarihinde tedavi sırasında müteveffa hayatını kaybetmiştir..."

25. Sonrasında S.G. 2/8/2017 tarihli dilekçesiyle kanser rahatsızlığının beynine metastaz yaptığını, durumunun hızla kötüleştiğini, beynindeki tümör nedeniyle sol tarafını kullanamadığını, zaruri ihtiyaçlarını tek başına yerine getiremediğini, bu yüzden psikolojisinin bozulduğunu, ailesinin görüş günlerinde kendisinin bu hâlini görünce çok üzüldüğünü, ailesinin üzüntüsünü gördükçe moralinin daha da bozulduğunu belirterek cezasının infazının ertelenmesini talep etmiştir.

26. Ceza İnfaz Kurumunun dilekçeyi 4/8/2017 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına iletmesi üzerine İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 14/8/2017 tarihli yazıyla, S.G.nin cezasının infazının ertelenmesine gerek olup olmadığı konusunda tam teşekküllü hastaneden sağlık kurulu raporu alınması sonrasında elde edilen raporla birlikte ATK'dan aynı konuda rapor temin edilmesini talep etmiştir.

27. Ceza İnfaz Kurumu, söz konusu raporun temini için S.G.yi 15/8/2017 tarihli yazıyla Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk etmiştir. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 22/8/2017 tarihinde muayene edilen S.G. hakkında 12/10/2017 tarihinde sağlık kurulu raporu düzenlenmiştir. Raporda "Mevcut sağlık durumu şu an hükümlünün hayati için kesin bir tehlike teşkil etmez. Hayatını yalnız idame ettirebilir. Buna bağlı olarak infazın geri bırakılmasına gerek yoktur. Sürekli hastalık hali mevcuttur. Kocama hali teşkil eder." tespitlerine yer verilmiştir. Rapordaki muayene bilgileri kısmında beyin metastazı bulunduğu ifade edilmiş, tıbbi onkoloji görüşü kısmında ise maluliyet oranının %80 olduğu belirtilmiştir. Rapor psikiyatri, göz hastalıkları, iç hastalıkları, nöroloji, kulak burun boğaz, genel cerrahi, ortopedi ve travmatoloji uzmanlarından oluşan heyet tarafından oybirliği ile verilmiştir.

28. Ceza İnfaz Kurumunun söz konusu raporu 13/10/2017 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına iletmesi sonrasında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, 17/10/2017 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundan S.G.nin Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 12/10/2017 tarihli raporuyla birlikte ATK'ya sevkinin sağlanarak cezasının infazının ertelenmesini gerektiren bir rahatsızlığının olup olmadığını, ceza infaz kurumunda hayatını yalnız idame ettirip ettiremeyeceğini belirten bir rapor düzenlenmesini talep etmiştir.

29. Ceza İnfaz Kurumu 19/10/2017 tarihinde sağlık kurulu raporu ve sağlık dosyasını ileterek değinilen hususları içeren rapor verilmesini ATK'dan talep etmiştir. Başvurucu Sebahat Gemici İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 24/10/2017 tarihli dilekçede eşinin kanser hastalığı nedeniyle kişisel ihtiyaçlarını karşılayamadığını, yürümekte zorluk çektiğini, epilepsi nöbetleri geçirdiğini belirterek eşinin son günlerini evinde ailesiyle geçirmesini ve cezasının ertelenmesini talep etmiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 24/10/2017 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundan S.G.nin tam teşekküllü bir devlet hastanesine sevkinin sağlanarak cezasının infazının ertelenip ertelenmeyeceği konusunda rapor aldırılmasını talep etmiştir.

30. ATK'nın 3/11/2017 tarihinde düzenlediği ve 10/11/2017 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna ulaşan raporuyla S.G.nin cezasının infazına altı ay süreyle ara verilmesinin uygun olduğu bildirilmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

9. Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 18.5.2017 tarihli kranyal MR raporunda, sağ frontoparietalde ... kitle izlendiği, ... (akciğer ca tanımlı olguda met olarak değerlendirildiğinin) kayıtlı bulunduğu,

10. Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 7.6.2017 tarihli PET BT raporunda, 13.2.2017 tarihli PET/BT ile karşılaştırıldığında...

11. İstanbul Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 12.10.2017 tarihli ... sağlık kurulu raporunda, ... beyin met nedeni ile RT yapıldığı ... maluliyet oranının %80 olduğu, mevcut sağlık durumunun şu an hükümlünün hayatı için kesin bir tehlike teşkil etmediği, hayatını yalnız idame ettirebileceği, infazının geri bırakılmasına gerek olmadığı, sürekli hastalık hali mevcut olduğu, kocama hali teşkil ettiğinin kayıtlı bulunduğu,

12. Kurulumuzda 20.10.2017 tarihinde yapılan muayenesinde, ... genel durum orta-iyi, şuur açık, koopere, solunum rahat, efor sonrası hafif dispneik, solunum rahat, ... batın rahat, organomegali yok, ödem yok, siyanoz yok, nöroloji muayenesinde, şuur açık, koopere, oryante, kognitif yıkım düşünülmediği, kranyal sinirler intakt, ... çömeldiği yerden güçlükle kalktığı, ..., konuşma doğal, ... bilateral diz distalinde hipoestezi ifade var, ... ay önce ve 2 ay once 3 ay ara ile toplam 2 sekonder generalize nöbet tanımladığı, periferik sinir değerlendirmesinde patoloji yok, hafif papparezi (4/5), met (?), paraneoplastik(?),

SONUÇ:

... 2.5.2016 tarihinde akciğer adenokarsinomu nedeniyle sağ üst lobektomi operasyonu geçirdiği, kemoterapi gördüğü, kemoterapisinin 1.9.2016 tarihinde bittiği, 18.5.2017 tarihli kranyal MR raporunda beyinde metastaz tespit edildiği, radyoterapi aldığı, 7.6.2017 tarihli PET BT raporunda sağ orta lob bronşu proksmalinde belirginleşen hipermetabolik lezyon tespit edildiği kayıtlı olmakla, mevcut belgeleri ve muayene bulguları birlikte değerlendirildiğinde halihazırda; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16/2. maddesi kapsamında değerlendirildiği, onkoloji kliniğine yönlendirilerek gerekli onkolojik takip ve tedavilerinin sağlanması gerektiği, 6 (altı) ay süre ile cezasının infazının tehirinin uygun olduğu, tehir süresi bitiminde tedaviye cevabı, hastalığının son durumu, hastalığının survisi ile ilgili ayrıntılı bilgileri içeren onkoloji raporu ve yeni çekilecek PET-CT tetkiki ile birlikte muayeneye gönderilmesi sonrasında sorulan hususlar hakkında yeniden değerlendirileceği oy birliği ile mütalaa olunur. "

31. S.G.nin Ceza İnfaz Kurumundayken 1/11/2017 tarihinde rahatsızlanması ve şiddetli ağrı çekmesi üzerine Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Polikliniğine sevk edildiği, yoğun bakıma yatırılmasının uygun görüldüğü, bu hastanede yer olmadığı için Dr. M.H.Ç.M. Hastanesine sevk edildiği, tedavisi devam etmekteyken 3/11/2017 tarihinde hayatını kaybettiği anlaşılmıştır.

32. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/11/2017 tarihindeki ölü muayene işleminin ardından ATK tarafından yapılan otopsi sonucunda S.G.nin akciğer kanseri ve buna bağlı gelişen komplikasyonlar sonucunda öldüğü tespit edilmiştir.

33. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19/3/2018 tarihinde ölüm olayı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"... adli tıp kurumu tarafından düzenlenen otopsi raporunda kişinin ölümünün akciğer kanseri ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun belirtilmesi üzerine olayda soruşturulması gereken suç unsuruna rastlanılmadığından kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına..."

34. Başvurucu Sebahat Gemici 12/4/2018 havale tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz ettiği dilekçeyle, eşinin rahatsızlığı nedeniyle geçirdiği ameliyattan sonra üç hafta ceza infaz kurumunda eşine refakat ettiğini, ardından altı ay süreyle eşinin cezasının infazına ara verildiğini, altı aylık süre sonunda iki aylık bir ek süre daha verildiğini, eşinin ölümünden önceki üç ayda desteksiz yürüyemeyecek hâle geldiğini, sık sık düştüğünden her yerinde yaralar oluştuğunu, ölümünden önceki bir ayda görüşlere dahi çıkamadığını, tedavisine ameliyat olduğu hastanede devam edilmesi için üç dört kez dilekçe verdiği hâlde bu yönde bir karar verilmediğini belirtmiştir. Dilekçede; Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 4/5/2017 tarihli sağlık kurulu raporunda eşinin epilepsi nöbeti geçirdiği, 4. evre akciğer kanseri olduğu, özürlülük oranının %80 olduğu tespitlerine yer verildiği hâlde infazının ertelenmesine gerek olmadığı yönünde rapor verilmesinin hatalı olduğunu, eşinin kendisine sürekli olarak sevk edildiği hastanelerdeki doktorların bir şey yapmadan ceza infaz kurumuna geri gönderdiğini söylediğini, kendisinin de bu yönde başvurularda bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca eşinin ceza infaz kurumunda kaldığı sürede kurumun koşullarının uygun olmadığını, kendisine uygulanan tedavinin yeterli olmadığını, kontrollerinin zamanında yapılmadığını, hastaneye yatırılmadan tedavi edilmesinin ölümüne neden olduğunu, bu hususlarda bir ihmal olup olmadığına dair değerlendirme yapmak üzere hastaneye sevk evrakının bile soruşturma kapsamında temin edilmediğini belirterek bu hususlarda ihmali olanların tespit edilmeden eksik incelemeyle karar verilmesi nedeniyle karara itiraz ettiğini bildirmiştir.

35. İstanbul Anadolu 8. Sulh Ceza Hâkimliği (Sulh Ceza Hâkimliği) 17/5/2018 tarihli kararla itirazın reddine karar vermiştir.

36. Ret kararı başvuruculara 29/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 26/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

37. İlgili ulusal hukuk için bkz. Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016, §§ 27-30, 33, 44, 65, 66.

B. Uluslararası Hukuk

38. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Temur Eskibağ ve Mehmet Rıza Eskibağ, B. No: 2014/5098, 20/12/2017, §§ 50-57.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Anayasa Mahkemesinin 6/10/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucular; yakınlarının sağlığının geri dönülemez şekilde kötüleşmesini engellemek için tedavisini yürüten doktorların ve Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin yeterli özeni göstermediğini, zamanında ve yeterli tedaviye ulaşamayan yakınlarının yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

41. Bakanlık görüşünde, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası ile ilgili olarak öncelikle ihmale dayalı sorumluluk iddiası bakımından başvurucuların tazminat davası yolunu tüketmediklerinin başvurunun kabul edilebilirliği açısından yapılacak incelemede değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yaşam hakkının esası bakımından ise ölenin gerekli tüm tetkik ve tedavisinin gecikmeksizin yerine getirildiği, 1,5 yıllık sürede onlarca defa muayenesinin yapıldığı, gereken her durumda hastaneye sevkinin ve yatışının sağlandığı, gerekli raporların alındığı belirtilmiştir.

42. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

43. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.”

44. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

45. Başvurucuların yaşam hakkının yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine dair iddialarını hem Ceza İnfaz Kurumu personelinin hem de doktorların ihmaline dayandırdıkları görüldüğünden ceza infaz kurumundaki kişinin yaşamının kamu makamlarınca korunması yükümlülüğüne dair iddialar ile sağlık personelinin mesleki kusuruna dayalı iddialar ayrı başlıklar altında değerlendirilmiştir.

46. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (T.A. [GK], B. No: 2017/32972, 29/9/2021, § 128). Başvuru konusu olayda müteveffa, başvurucuların eşi ve babasıdır. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

a. Sağlık Personeline İlişkin İddialar Yönünden

47. Yaşam hakkının pozitif yükümlülüğü sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

48. Kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmesi bakımından mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (T.A., § 129).

49. Bu yaklaşım, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. İlke olarak tıbbi hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78; Nail Artuç, § 38).

50. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası veya dikkatsizliği aşan bir kusuru olduğu veya olası sonuçların farkında olmasına rağmen kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar dahi kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir (T.A., § 129).

51. Başvuru formu ve eklerinde olayın kasti bir tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Nitekim başvurucular da söz konusu olayın ilgili sağlık personeli tarafından yakınlarına zarar verme kastıyla gerçekleştirildiği yönünde bir iddia ileri sürmemiştir. Esasen somut başvurunun bu kısmı tanıda ve tedavide yapıldığı iddia edilen bir hataya ilişkindir. Bu gibi olaylar ise Anayasa Mahkemesince tıbbi değerlendirme hatası olarak nitelendirilmektedir. Bu durumda Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğü, somut olayda mağdura idari yargı mercileri önünde açabileceği bir tam yargı davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.

52. Somut olayda başvurucular, yakınlarının ölümü ile neticelenen olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasından sonra bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular, Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan olup hem idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini sağlayabilecek olan tam yargı davası yolunu tükettiklerine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeyi Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. Bu durumda yaşam hakkının korunamadığına ilişkin şikâyetler yönünden kanunda öngörülen yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketildiğinden söz edilemeyecektir.

53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Ceza İnfaz Kurumu Personeline İlişkin İddialar Yönünden

54. Yaşam hakkının pozitif yükümlülükleri kapsamında devlet, yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi altındadır. Bu ödev kapsamında devlet bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda, görevlileri aracılığıyla makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlemler almalıdır (T.A., § 136).

55. Koruma yükümlülüğüne dair pozitif yükümlülük şüphesiz ki mahpuslar yönünden de geçerlidir ve bahse konu yükümlülük, özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin tıbbi tedavilerine özen gösterilmesinin yanında yaşamı üzerinde oluşabilecek olası tehditleri engellemeyi de içerir (Murat Karabulut, § 43).

56. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif yükümlülük yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (T.A., § 136).

57. Kanser hastası olan S.G.nin Ceza İnfaz Kurumuna alındıktan sonra kendisine akciğer kanseri teşhisi konulmasından itibaren düzenli olarak ve gecikmeksizin hastaneye sevkinin, doktorların tedavideki öngörü ve önerileri doğrultusunda muayene ve tedavilerinin sağlandığı, yine kemoterapi ve ışın tedavisinin düzenli olarak ve gecikmeksizin uygulandığı, rahatsızlandığı her defasında ivedilikle Ceza İnfaz Kurumu aile hekimince muayene edilerek gerekli görüldüğünde hastaneye sevk edildiği, hastalığı nedeniyle kullandığı ilaçların geciktirilmeksizin ve eksiksiz temin edildiği gözetildiğinde Ceza İnfaz Kurumunda tutulması sırasında sağlık hizmetlerine erişiminin yetersiz olduğunu, Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin sağlık hizmetlerinden faydalanması için gerekli adımları atmadığını söylebilmek mümkün değildir.

58. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

59. Başvurucular; yakınlarının ölmesine kadarki zorlu sürecin kendileri ve yakınları için eziyet olduğunu, özgürce, zaman ve mekân olarak engellenmeden yakınlarıyla bir arada olamadıklarını, yakınlarının kan kusarak ve acı çekerek hayatını kaybettiğini, Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince yakınlarının tahliye edilmesi konusunda ihmalkâr davranıldığını iddia etmiştir. Başvurucular, Ceza İnfaz Kurumundaki tutma koşulları ve uygulanan tedavinin yetersizliği açık olduğu ve yakınlarının Ceza İnfaz Kurumunda tutulması uygun olmadığı hâlde yetkililerce yakınlarının cezasının infazının ertelenmesi bakımından gerekli önlemlerin alınmayıp gerekli işlemlerin yapılmadığını, sonuçta da yakınlarının kanser hastalığının ve özgürlükten yoksun kalmanın kaçınılmaz sonucu olan sıkıntıdan daha fazla bir sıkıntıya maruz kaldığını belirterek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

60. Başvurucular ayrıca dile getirdikleri bu iddialar bakımından etkili bir soruşturma yapılmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

61. Bakanlık görüşünde; insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin olarak müteveffanın tedavi, muayene ve hastaneye sevklerinde gecikme olmadığı, hastalığı tespit edildikten sonra temin edilen ATK raporu sonrasında altı ay süreyle cezasının ertelenerek tahliye edildiği, erteleme süresinin iki ay daha uzatıldığı, sonrasında alınan ATK raporunda ceza infaz kurumu şartlarında infaza devam edebileceği değerlendirmesi uyarınca müteveffanın yeniden ceza infaz kurumuna alındığı, tedavisine aksatılmadan devam edildiği belirtilmiştir. Bakanlık, hasta olan müteveffanın ceza infaz kurumunda tutulmasının ATK raporuna dayanması nedeniyle kötü muamele için gerekli olan asgari ağırlık eşiğinin aşılmadığını ifade etmiştir.

62. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

63. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı , maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

a. Şikâyetlerin Nitelendirilmesi ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

64. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

65. Anayasa Mahkemesi; hükümlülerin ceza infaz kurumlarının fiziki ve tıbbi imkânlarının sağlık durumlarına uygun olmadığı hâlde cezalarının infazının ertelenmemesi nedeniyle uygun olmayan koşullarda hayatlarını kaybetmelerine ilişkin şikâyetlerini istikrarlı bir şekilde Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yer verilen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında incelemektedir (Mete Dursun, B. No: 2012/1195, 18/11/2015; Serdar Öztürk, B. No: 2013/7532; 4/2/2016; Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016; Sabri Kaya, B. No: 2014/8482, 29/6/2016; Ergin Aktaş, B. No: 2014/14810, 21/9/2016; Hayati Kaytan, B. No: 2014/19527, 16/11/2016).

66. Bu doğrultuda başvurucuların yakınlarının sağlık durumunun ceza infaz kurumunda tutulmasına kesin olarak uygun olmadığına dair iddialarının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu kapsamında, adil yargılanma hakkı bağlamında ileri sürdükleri iddialarının ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu kapsamında ve tek bir başlık altında incelenmesi uygun görülmüştür.

67. Başvurucuların yakınlarının rahatsızlığına rağmen ceza infaz kurumunda tutulmasının ve burada hayatını kaybetmesinin kendileri bakımından da insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiğine dair iddiaları ayrı bir başlık altında incelenecektir.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Başvurucuların Kendileri Bakımından İleri Sürdükleri İhlal İddiaları

68. Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler, esas itibarıyla ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı güncel bir kişisel hakkı doğrudan etkilenenler yani doğrudan mağdurlar olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabilecektir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 47). Nitekim mağdurun bizzat başvuru yapmasının mümkün olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi durumlarda başvurucuların ihlalden doğrudan etkilenmemelerine rağmen ihlalden dolaylı olarak etkilenmeleri nedeniyle bu etkiye dayanarak kendi adlarına başvuru yapabilecekleri kabul edilmektedir.

69. Anayasa Mahkemesi kötü muamele yasağına ilişkin dolaylı mağduriyete dair şikâyetleri incelediği başvurularda; hakları ihlal edilen kişinin aile üyelerinin olaydan dolayı ruhsal çöküntü ve üzüntü yaşamalarının kendileri için kaçınılmaz bir sonuç olduğunu, bu nedenle Anayasa'nın 17. maddesinin bu kişiler bakımından ihlal edilebilmesi için söz konusu durumun yeterli olmadığını ve aile bireylerinden birinin mağdur olup olmamasının yaşadıkları üzüntüye farklı bir boyut kazandıracak özel faktörlerin başvuruda var olup olmadığına bağlı olduğunu ifade etmiştir (Engin Gök ve diğerleri, §§ 49-54).

70. Bu bağlamda yakınlarının rahatsızlığı ve ceza infaz kurumunda hayatını kaybetmesi nedeniyle başvurucuların üzüntü yaşadığında bir şüphe yoktur. Ancak somut başvuruda, başvurucuların ileri sürdüğü şikâyetler dikkate alındığında yakınlarının ölümünden dolayı duydukları üzüntü haricinde bu üzüntüye farklı bir boyut kazandırabilecek bir husustan şikâyet etmedikleri anlaşılmıştır. Ayrıca yapılan incelemede bu yönde bir durum da tespit edilemediğinden başvurucuların insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı bakımından dolaylı mağduriyetlerinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

71. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Başvurucuların Ölen Yakınları Bakımından İleri Sürdükleri İhlal İddiaları

72. Anayasa Mahkemesi Murat Karabulut başvurusu ile Temur Eskibağ ve Mehmet Rıza Eskibağ başvurusunda; yakınları vefat etmiş başvurucuların, yakınlarının sağlık durumlarının kaldıkları ceza infaz kurumlarının fiziki ve tıbbi imkânlarına uygun olmadığına yönelik şikâyetlerini insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında incelemiştir. Bu bakımından müteveffanın eşi ve çocukları olan başvurucular yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına dair iddiaları bakımından başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

73. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin diğer iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

74. Hükümlü veya tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirlerken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve Sözleşme’nin ortak alanı kapsamında kalan diğer temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir.

75. Anayasa’nın 17. maddesi ceza infaz kurumunda tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. Dolayısıyla verilen bir mahkûmiyet kararının veya tutuklama kararının infazında mahkûmlar için sağlanacak şartlar insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 36).

76. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, § 39).

77. Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin hasta olmaları durumunda devletin kontrolü altında tuttuğu bu kişilere gerekli tıbbi yardımı sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülüğün hiç veya gerektiği gibi yerine getirilmemesi sonucunda kişinin yaşamı veya vücut bütünlüğü bakımından tehlike arz eden acil bir duruma, ağır veya uzun süreli bir acı çekmesine sebebiyet verilmesi, belirtilen sonuçlar ortaya çıkmamakla birlikte kişinin tıbbi yardımdan mahrum kaldığı için yaşadığı stres, huzursuzluk veya aşağılanma hissinin -olayın kendine has koşulları çerçevesinde- insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele düzeyine ulaşacak ciddiyette olması hâlinde Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği kabul edilebilir. Bu kapsamdaki değerlendirmede kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasına bağlı dezavantajlı konumunun da dikkate alınması gerekir (Hayati Kaytan, § 44).

78. Bu ilkeler ışığında Anayasa Mahkemesi ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutukluların sağlık nedenleriyle yaptıkları başvurularda a) başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulma koşullarını, b) uygulanan tedavilerin kalitesini, c) başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulmasının sağlık durumu üzerindeki etkisini ve bu durumun zamanla gösterdiği değişimi her olayın kendine özgü koşullarında ele almıştır (Mete Dursun, § 91; Murat Karabulut, § 68; İmam Çelikdemir, B. No: 2014/20289, 5/12/2017, § 57).

79. Yaşamını tek başına idame ettiremeyen veya mevcut hastalığı nedeniyle yalnız kalması yaşamı yönünden risk oluşturan kişinin durumunun tutulduğu koşullarla uyumsuz hâle gelmesi de o kişinin mutlak surette salıverilmesini gerektirmez. Bununla birlikte kişinin özel durumu ile tutma koşulları arasındaki uyumsuzluğun ortaya çıkardığı maddi ve manevi (fiziksel ve psikolojik) sonuçların insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele düzeyine ulaşmaması için birtakım tedbirler alınması gerekir (Hayati Kaytan, § 45).

80. Diğer yandan bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde etkili resmî bir soruşturma yapılması gerekmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altındaki kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

81. İşkence ve kötü muameleye ilişkin ceza soruşturmasının etkili olması için;

- Soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, §§ 114, 116),

- Fiilen hesap verilebilirliği sağlamak adına soruşturma süreci kamu denetimine açık olmalı, ayrıca her olayda mağdurun meşru menfaatlerinin korunması amacıyla gerekli olduğu ölçüde sürece katılması sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

- Kamu görevlileri tarafından yapıldığı iddia edilen kötü muameleler hakkında yürütülen soruşturmalardan sorumlu olan, inceleme ve tetkikleri yapan kişiler, olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır. Bu bağımsızlık hem hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı hem de soruşturmanın da fiilen bağımsız olarak yürütülmesini gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

- Kötü muameleye ilişkin bir soruşturma olabildiğince süratle ve özenle yürütülmeli (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119), soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizi yapılmalı ve soruşturma sonucunda alınan karar elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olmalıdır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

82. S.G. 27/2/2015 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna alınmış, tüberküloz genel taraması sonucunda sevk edildiği Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesinde yapılan tetkikleri sonrasında 12/2/2016 tarihli patoloji raporunda belirtildiği üzere kendisine akciğer kanseri teşhisi konulmuştur (bkz. § 8). Ameliyatı sonrasında kendisine kemoterapi tedavisi uygulanan S.G., ATK'nın 25/7/2016 tarihli raporuyla altı aylık süre sonunda sağlık durumu yeniden değerlendirilmek koşuluyla cezasının infazının altı ay süre ile ertelenmesinin uygun görülmesi sonrasında (bkz. § 14) İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 4/8/2016 tarihli kararıyla aynı tarihte Ceza İnfaz Kurumundan salıverilmiştir (bkz. § 15).

83. Başvurucuların insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine dair iddiaları bakımından somut olayın bu aşamadan sonraki kısmının incelenmesi önem arz etmektedir.

84. Altı aylık infaz erteleme süresi sonunda cezasının infazı iki ay daha ertelenen S.G.nin 27/3/2017 tarihinde nöbet geçirmesi üzerine Pendik Hastanesinde yapılan muayenesi sonucunda beyninde metastaz tespit edilmiştir (bkz. § 17).

85. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 29/3/2017 tarihli talebi üzerine ATK tarafından 3/4/2017 tarihinde "Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 27.2.2017 tarihli sağlık kurulu raporunda, 13.2.2017 tarihinde çekilen PET CT filminde nüks veya metastaz lehine bulgu olmadığının kayıtlı olduğu" gözetilerek müteveffanın 29/3/2017 tarihinde ATK nezdindeki muayenesi sonrasında "önerilen aralıklarla düzenli poliklinik kontrollerinin sağlanarak cezaevi şartlarında infazına devam edilebileceği, hastalıklarının ilerlemesi veya vasfının değişmesi durumunda son durumunu gösterir sağlık kurulu raporunun gönderilmesi ile yeniden değerlendirilebileceği" yönünde rapor hazırlanmıştır (bkz. § 19).

86. Bu noktada infaz erteleme süresinin bitimini müteakip İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından süratle ATK'dan gerekli raporun temini için talepte bulunulduğu, ATK tarafından da gecikmeksizin raporun hazırlandığı ifade edilmelidir. Fakat ATK tarafından hastalığın nüks ettiğine yahut metastaza dair bulgu olmadığı gözetilerek S.G.nin ceza infaz kurumu şartlarında cezasının infazına devam edilebileceği yönünde rapor hazırlanmışken S.G.nin nöbet geçirmesi sonrasında Pendik Hastanesinin 27/3/2017 tarihinde beyinde metastaz tespit edildiğine dair düzenlediği 28/3/2017 tarihli epikrizinin yahut bu hastanede gerçekleştirilen muayene işlemlerine ilişkin belgelerin ATK'nın dikkatine sunulduğuna veya ATK tarafından temin edilerek değerlendirme sırasında gözönünde bulundurulduğuna dair bir veriye rastlanmamıştır.

87. Nitekim UYAP üzerinden yapılan incelemede infaz kâtibinin Pendik Hastanesinin 28/3/2017 tarihli epikrizini 17/4/2017 tarihinde okuduğu, Ceza İnfaz Kurumu gelen evrak memurunun ise 17/4/2017 tarihinde okuyup epikrizin çıktısını aldığı tespit edilmiş olup (bkz. § 18) bu durum, bahse konu epikriz veya muayene işlemlerinin ATK tarafından cezanın infazının ertelenmesi konusunda yapılan değerlendirme sırasında gözetilmediği hususunu desteklemektedir.

88. Beyin metastazının tespitine yönelik tıbbi belgelerin ATK'nın müteveffanın cezanın infazının ertelenmesi konusunda yaptığı değerlendirmeyi etkileme niteliğinde olduğu açıktır. Bu husus, kamu makamları tarafından mahpusların sağlık ve esenliklerinin sağlanması için gerekli önlemin alınması gerekliliği bakımından bir eksiklik olarak tespit edilmiştir.

89. ATK'nın 3/4/2017 tarihli raporu doğrultusunda S.G. 11/4/2017 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna tekrar alınmıştır. Bu aşamada S.G.nin rahatsızlığının metastaz yaptığının ve ciddi olduğunun kamu makamlarınca bilinmesi gerektiği, S.G.nin rahatsızlığının bu aşamadan sonra zaman ilerledikçe daha da kötüleşeceğinin öngörülebilir bir durum olduğu ifade edilmelidir. Dolayısıyla başvuruda incelenmesi gereken husus, müteveffanın sağlık durumunun ölümüne kadar ceza infaz kurumunda kalmasına ne kadar uygun olduğudur.

90. Bu konuda yapılacak incelemede müteveffanın Ceza İnfaz Kurumunda tutulma koşulları, uygulanan tedavinin yeterliliği ve sağlık durumuna rağmen Ceza İnfaz Kurumunda tutulmasının uygun olup olmadığı irdelenmelidir.

91. Başvurucular başvuru formunda ceza infaz kurumu koşullarına dair iddialarını soyut olarak dile getirmiş, Ceza İnfaz Kurumunun olağan koşulları dışında somut bir olumsuzluktan bahsetmemiştir. Aynı şekilde yakınlarına tedavi sağlanmadığı ya da uygulanan tedavi yöntemlerine dair somut eksiklikler veya yetersizlikler bulunduğunu ileri sürmemiştir. Bu nedenle bu hususlar hakkında inceleme yapılmasının gerekli olmadığı değerlendirilmiştir.

92. Bu durumda müteveffanın sağlık durumunun ölümüne kadar ceza infaz kurumunda kalmasına ne kadar uygun olduğunun yani rahatsızlığına ve sağlık durumunda meydana gelen kötüleşmeye rağmen ceza infaz kurumunda tutulmaya devam edilmesinin kendisi açısından özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan elem seviyesinden daha fazla sıkıntı veya eziyet doğurup doğurmadığının incelenmesi gerekmektedir.

93. Başvurucu Metin Gemici'nin babasının Ceza İnfaz Kurumuna geri alındığı gün sunduğu dilekçe üzerine İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 17/4/2017 tarihli yazı ile S.G.nin cezasının infazının ertelenmesine gerek olup olmadığı konusunda rapor alınmasını talep etmiş, S.G. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir.

94. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 4/5/2017 tarihli -aralarında onkoloji uzmanı doktorun bulunmadığı sağlık kurulu tarafından hazırlanan- raporunda müteveffanın hastalığı nedeniyle cezasının infazının ertelenmesine gerek olmadığı belirtilmiştir (bkz. § 22). Söz konusu raporda S.G.nin "4. evre akciğer kanseri hastası olduğu, beyin metastazı bulunduğu ve özürlülük oranının %80 olduğu tespitleri mevcut olmasına rağmen" cezasının infazının ertelenmesine gerek olmadığı sonucuna varılmasının bir çelişki meydana getirdiği açık olmasına rağmen İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, bahse konu çelişkinin giderilmesi amacıyla ivedi olarak ATK'dan yeni bir rapor temin etmeden, söz konusu Hastanenin raporuna dayanmak suretiyle infazın geri bırakılması talebinin reddine karar vermiştir (bkz. § 23).

95. Bu süreçte S.G.nin temmuz ayı içinde iki kez Ceza İnfaz Kurumundan acile götürüldüğü anlaşılmıştır. S.G. 2/8/2017 tarihli dilekçesiyle durumunun gittikçe kötüleştiğini, sol tarafını kullanamadığını, ihtiyaçlarını tek başına karşılayamadığını, ailesinin durumuna üzüldüğünü gördükçe psikolojik olarak daha da kötüye gittiğini Ceza İnfaz Kurumu idaresine iletmiştir (bkz. § 25).

96. Sağlık durumunun kötüye gittiği açık olduğu hâlde S.G. cezasının infazının ertelenmesine gerek olup olmadığı konusunda tekrar rapor alınması için hastaneye ve ardından ATK'ya sevk edilme sürecine sokulmuştur. Üstelik 15/8/2017 tarihinde sevk edildiği Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 12/10/2017 tarihli, aralarında onkoloji uzmanı doktorun bulunmadığı sağlık kurulu tarafından hazırlanan raporunda S.G.nin hastalığı nedeniyle cezasının infazının ertelenmesine gerek olmadığı tespiti bir kez daha tekrarlanmıştır (bkz. § 27). 4. evre kanser hastası olan ve durumu kötüleşen (bkz. § 24) S.G.nin hakkındaki bahse konu rapor hastaneye sevk edildiği tarihten ancak iki ay sonra 12/10/2017 tarihinde hazırlanabilmiştir.

97. Bu gecikmenin üzerine 19/10/2017 tarihinde ATK'ya sevk edilen S.G.nin hakkındaki rapor 3/11/2017 tarihinde hazırlanabilmiş ve S.G.nin hayatını kaybetmesinden sonra Ceza İnfaz Kurumuna 10/11/2017 tarihinde ulaşabilmiştir.

98. S.G. ilerleyen rahatsızlığına, ihtiyaçlarını karşılayamayacak hâlde olmasına rağmen (bkz. §§ 24, 25) hastaneler ile ATK arasında gidip gelmek zorunda bırakılmış; eksik ve hatalı değerlendirmeler sonucunda hayatının son döneminde ailesinin desteğinden yoksun şekilde Ceza İnfaz Kurumunda kalmıştır. 27/3/2017 tarihinde hastalığının ilerlediği tespit edilmesine rağmen S.G.nin cezasının infazının ertelenmesine yönelik rapor ancak yedi ay sonra temin edilebilmiştir.

99. Bu sırada ölümcül bir hastalığa yakalanmasına ve sağlık durumu ölümünden önce ceza infaz kurumu koşullarına uygun olmayan hâle gelmesine rağmen hastaneye yatırılmak suretiyle tedavi olma imkânına sahip olamayan S.G. ailesinden ayrı olarak hayatını kaybetmiştir. S.G.nin ölümünden iki gün önce acil olarak hastaneye yatırılması S.G.nin ölmeden önceki dönemde kaldığı zor durumu değiştirmemektedir.

100. Tüm bu veriler ışığında S.G.nin 27/3/2017 tarihinde beyninde metastaz tespit edilmesine rağmen cezasının infazının ertelenmesine dair raporun teminine yönelik işlemlerin yürütülmesinde yaşanan karar alma sürecinde İstanbul AnadoluCumhuriyet Başsavcılığı, Ceza İnfaz Kurumu idaresi, hastaneler ve ATK'dan kaynaklanan, yukarıda ifade edilen birtakım eksiklikler ve gecikmeler nedeniyle S.G.nin cezasının infazının sağlık durumuna bağlı olarak ertelenmesi için belirlenen usulün düzgün bir şekilde işletilmediği, gerekli işlemlerin makul hız ve özende gerçekleştirilmediği değerlendirilmiştir.

101. Sonuç olarak S.G.nin rahatsızlığına rağmen cezasının infazının ertelenememesi nedeniyle özgürlükten yoksun kalmanın kaçınılmaz ve doğal sonucu olan sıkıntıdan daha fazla bir sıkıntıya ve buna bağlı olarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye maruz kaldığının kabul edilmesi gerekir.

102. Öte yandan soruşturma dosyasının incelenmesi neticesinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının ölü muayenesi ve otopsi işlemi dışında başka bir soruşturma işlemi yapmadan ölüm olayı hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdiği, S.G.nin ölümcül hasta olmasına rağmen ceza infaz kurumunda niçin tutulmaya devam edildiğini soruşturmadığı görülmüştür. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, cezanın infazının ertelenmesi gerekip gerekmediğinin tespiti ve müteveffanın sağlık durumuna rağmen ceza infaz kurumunda tutulmaya devam edilmemesinin herhangi bir ihmal oluşturup oluşturmadığı noktasında herhangi bir araştırma yapmamış; durumun açıklığa kavuşturulması amacıyla Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin veya tedavide görevli doktorların beyanlarına başvurmamıştır.

103. Yürütülen soruşturmanın en başından beri başvurucuların iddialarını İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde ileri sürmedikleri tespit edilmiş olsa da başvurucular, bireysel başvuruya konu ettikleri iddialarla kovuşturmasızlık kararına itiraz etmiştir. Başvurucuların yürütülen soruşturma kapsamında hiç araştırılmayan ve temelsiz olmayan iddiaları hakkında Sulh Ceza Hâkimliği tarafından da bir değerlendirme yapılmamıştır.

104. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin görevi olmadığından değerlendirmelerinde belirtilen hususlarda araştırma yapılması hâlinde başvuruya konu davanın nasıl sonuçlanacağı ile ilgilenmediğinin ifade edilmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesinin görevi, soruşturma makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen derinlikli ve özenli inceleme yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini ya da ne ölçüde getirdiğini belirlemekten ibarettir (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 169).

105. Yukarıda belirtilen nedenlerle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul yönünün de ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

106. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

107. Başvurucular ihlalin tespiti ile manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

108. Başvuruda tespit edilen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği soruşturma merciince yapılması gereken iş yeniden soruşturma işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar ve benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

109. Ayrıca insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu ihlaline ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi bağlamında yeniden yapılacak soruşturma sürecinde hangi kamu görevlilerinin sorumluluğu bulunduğunun tespiti noktasındaki takdir ve yetkinin İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu ifade edilmelidir.

110. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvuruculara insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlali için net 87.750 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Sağlık personelinin eylemlerinden dolayı yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Ceza infaz kurumu personelinin eylemlerinden dolayı yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. 1. Başvurucuların kendileri açısından ileri sürdükleri insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucuların ölen yakınları bakımından ileri sürdükleri insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere kararın bir örneğinin İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. No: 2017/180720) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvuruculara net 87.750, TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.