Devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Cezaevlerinde gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için cezaevi yetkililerinin kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir.

Tutuklanan veya hürriyeti bağlayıcı cezasının infazına başlanan kişilerin -daha önce sahip oldukları pek çok özgürlükten mahrum kalmaları ve günlük yaşamlarında ciddi nitelikte bir değişim yaşamalarının doğal bir sonucu olarak- ruh sağlıkları bozulabilmekte, dolayısıyla kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan bu kişilerin kendilerine zarar verme riski artabilmektedir. Bu nedenle yasal ve ikincil düzenlemelerin cezaevi yetkililerine bu kişiler hakkında daha duyarlı ve dikkatli olma görevi yüklemesi, tutuklu veya hükümlü kişilerin hayatlarının tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler alınmasını sağlaması gerekmektedir. Bu amaçla öncelikle cezaevinde kalan kişilerin davranışlarının ve sağlık durumlarının takip edilmesi, gerektiğinde bu kişiler için doktor muayenesine başvurulması, diğer yandan kendisine zarar verme konusunda meyli olduğu anlaşılanlar açısından kendileri için en uygun yerlerde kalmalarının temin edilmesi gerekmektedir.

İlgili Kararlar:

♦ (Meral Eşkili, B. No: 2013/7586, 4/11/2015)
♦ (Gülsün Karaman ve Şerif Karaman, B. No: 2016/16239, 12/11/2019) 
♦ (Semra Omak (2), B. No: 2016/78494, 12/11/2019)
♦ (C.D.A., B. No: 2017/28025, 13/10/2020) 
♦ (Sibel Duymaz Doğan, B. No: 2017/4785, 16/6/2021) 
♦ (İbrahim Moran, B. No: 2016/14675, 29/6/2021) 
♦ (Emine Doğan ve Fikri Doğan, B. No: 2017/34363, 29/6/2021)  

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MERAL EŞKİLİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7586)

 

Karar Tarihi: 4/11/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 29/12/2015-29577

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

Bülent ALTINSOY

Başvurucu

:

Meral EŞKİLİ

Vekili

:

Av. Mehmet KIRBOĞA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 2012 yılında Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda çıkan yangında aralarında başvurucunun oğlunun da bulunduğu on üç kişinin hayatını kaybettiği olaya ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması ve yangının çıkmasına engel olma ile yangına müdahale etme konusundaki yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 12., 17., 19. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 25/9/2013 tarihinde Şanlıurfa 3. Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 4/11/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından 21/8/2015 tarihinde başvuru hakkında Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 7/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu Bakanlık görüşüne karşı 10/9/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlığın görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda 16/6/2012 günü gece saatlerinde çıkan yangında, aralarında başvurucunun tutuklu olan oğlu Yunus Eşkili'nin (Y.E.) de bulunduğu on üç kişi hayatını kaybetmiştir.

1. Ceza İnfaz Kurumunun Fiziki Özellikleri ve Yangın İhtimaline Karşı Kurumda Alınan Tedbirler

8. Soruşturma dosyasından elde edilen bilgilere göre Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, 1968 yılında faaliyete geçen eski tip bir cezaevidir. Olay tarihi itibarıyla bünyesinde toplam 47 bölüm (koğuş ve oda) bulunan Ceza İnfaz Kurumunun kapasitesi 400 civarında olmasına rağmen Ceza İnfaz Kurumunda toplam 1.055 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır.

9. Olay tarihinde Y.E.nin bulunduğu C-15 koğuşunun kapasitesi ise 7 kişidir ancak koğuşta 18 kişi barınmaktadır. Anılan koğuşta genellikle hırsızlık, dolandırıcılık ve yağma suçundan tutuklananlar veya hüküm giyenler bulunmaktadır.

10. Toplam 171 personelin görev yaptığı Ceza İnfaz Kurumunda, infaz koruma memurları dört vardiya hâlinde görevlendirilmiş olup her vardiyada yaklaşık 21 infaz koruma memuru görev yapmaktadır. Olay vaktinde de görevli infaz koruma memuru sayısı 21’dir ancak bunlardan 5’i çeşitli sebeplerle izinlidir.

11. Ceza İnfaz Kurumunda çok sayıda yangın söndürme tüpü bulunmaktadır. Ceza İnfaz Kurumu idaresince bir yangın söndürme talimatnamesi hazırlanmış ve yangın anında nelerin rutin olarak yapılacağı personele bildirilmiştir. Ayrıca Kurumda en son 14/12/2011 tarihinde bir yangın söndürme tatbikatı yapılmıştır.

12. Ceza İnfaz Kurumunda nispeten daha hızlı yanabilecek nitelikte sünger yataklar kullanılmaktadır. Hükümlü ve tutuklulara sünger yatak yerine yaylı yatak verilmesi hâlinde yataklardaki yayların düzeltilip yaralama ve öldürmede kullanılan ucu sivri şişlere dönüştürülmesi tehlikesi bulunmaktadır. Bu nedenle cezaevlerinde genellikle sünger yatak tercih edilmektedir.

13. Olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda ve C-15 koğuşunda ısı artışı veya duman miktarını otomatik olarak algılayan erken uyarı ikaz sistemi bulunmamaktadır (Soruşturma dosyasında bu durumun en önemli sebebi olarak, koğuşlarda sigara içmenin yasak olmaması gösterilmiştir. Zira sigara içilebilen bir ortamda anılan şekilde bir alarm sistemi kurulmasının pratikte hiçbir faydası olmayacaktır.).

14. Meydana gelen yangında bilirkişi raporuna göre Ceza İnfaz Kurumunda bulunan yangın hortumları C-15 koğuşuna ulaşmak için yeterli uzunlukta değildir. Bu nedenle iki yangın hortumunun birbirine eklenmesiyle yangına müdahalede bulunulmuştur. Anılan durumun daha önceki yangın tatbikatlarında tespit edilip edilmediği konusunda ise herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

15. Ceza İnfaz Kurumundaki kamera kayıtları incelendiğinde 16/6/2012 tarihinde saat 22.40'ta duman çıkışının görüldüğü, 22.41'de dış korumadan sorumlu jandarma görevlilerinin bulundukları koğuştan bahçeye doğru koşuşturarak çıktıkları, 22.47'de ilk itfaiye yangın söndürme aracının, 22.51'de ise ilk acil servis ambulansının Cezaevine giriş yaptığı, itfaiyenin yangını söndürmek için dört yangın söndürme aracı ile müdahalede bulunduğu, yangında yaralananlar için 27 ambulans gönderildiği ve yangının saat 23.13’te tamamen söndürüldüğü tespit edilmiştir.

2. Yangından Önce C-15 Koğuşunda Gerçekleşen Disiplin Olayları

16. Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünce 2012/260 sayılı karar ile 8/6/2012 günü tutuklu başvurucunun oğlu Y.E. ile B.Ş.ye kavga ettikleri için iki ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası verilmiştir.

17. 15/6/2012 tarihinde aralarında başvurucunun oğlunun da bulunduğu pek çok tutuklu ve hükümlünün; birbirleri ile sözlü tartışmaları, oda kapısına vurup tekme atmaları, müşahede odasına gönderilen Y.E.yi istemekteki ısrarlı tutum ve davranışları, huzursuzluk çıkarmaları nedeniyle birer ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına karar verilmiştir.

18. Ayrıca C-15 koğuşunda kalmakta olan A.D. ile İ.H.Ö. farklı koğuşlara aktarılırken yangında hayatını kaybedecek olan T.Ş. de C-15 koğuşuna alınmıştır.

3. Olaya İlişkin Yürütülen Ceza Soruşturması Kapsamında Verilen Gizlilik Kararı

19. Şanlıurfa 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 20/6/2012 tarihli kararıyla “Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen ölümlerin soruşturmasının açık yürütülmesi halinde soruşturmadan beklenen kamusal amacın tehlikeye düşeceği, gerçeğin ortaya çıkarılmayacağı, ölümlerin terör amaçlı kullanılabileceği, kitlelerin bu ölümler üzerinden devlet otoritesiyle karşı karşıya getirilerek toplumsal olaylara meydan verilebileceği ve kamu düzeninin ciddi şekilde bölgenin özellikleri sebebiyle tehlikeye düşürülebileceği nedeniyle ‘açık, somut ve yakın bir tehlike’ ortaya çıktığı” gerekçesiyle somut delillerin gereği gibi toplanabilmesi, kamuoyunu ve özellikle ölen yakınlarını tatmin edebilecek etkili ve yeterli bir soruşturma yapılabilmesi amacıyla soruşturma evrakının incelenmesi ve belgelerden örnek alınması yetkisinin müdafii ve vekiller için kısıtlanmasına karar vermiştir.

20. Anılan karara başvurucu tarafından yapılan itiraz, Şanlıurfa 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 20/6/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

21. Soruşturma kapsamında verilen gizlilik kararı Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 6/6/2013 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sona ermiş ve dosya kapsamındaki bilgi, belge ve deliller tarafların incelemesine açılmıştır.

4. Olaya İlişkin Yapılan Ceza Soruşturması

22. Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen ve on üç kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olayın ardından Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından derhâl soruşturma başlatılmıştır.

23. Yangının hemen ardından tutulan olay tutanağında şu ifadeler yer almaktadır:

 ...16.06.2012 günü saat 23:10'da cezaevi yetkili savcısının cep telefonundan aranarak isyan sonucunda yangın çıkarıldığı, koğuştaki bir kısım mahkumların yangında yaralanıp hastaneye sevk edildiği, bir kısım mahkumların dumandan etkilenerek ve yanarak öldüklerinin bildirilmesi üzerine saat 23:40'ta kapalı ceza infaz kurumuna gelindiği, ceza infaz kurumunda jandarma, emniyet, sağlık ve itfaiye görevlilerinin hazır olduğu, yangının söndürüldüğü, C-15 koğuşundaki 5 kişinin hastaneye sevk edildiği, 13 kişinin yanarak öldüklerinin öğrenildiği, yangının çıkış şekli ile ilgili bilgi alındığı, C-15 koğuşuna geçildiği, yaralıların tedaviye gönderildiği, koridorda iki kişiye ait ceset bulunduğu, halen koğuştan duman ve is çıktığı, 13 cesedin koğuşun üst katında bulunduğu, mahkum ve tutukluların belirlenemeyen bir sebeple yatakları aşağıya indirip koğuş kapısını dolapla kapatarak yangını çıkarttıkları, 5 kişinin tuvalete kilitlendiği, diğer 13 kişinin koğuşun üst katında bulundukları, yangını çıkarttıkları düşünülen kişilerin üst kata çıkıp merdiven sonunda ranzaları ters çevirerek girişi kapattıklarının öğrenildiği, C-15 koğuşunun üst kısmındaki kol kola, sıralı vaziyette yanmış 13 adet mahkumun cesedinin çarşafa sarılarak çıkarıldığı, numara verildiği, Cumhuriyet Başsavcısınca görevlendirilen C. Savcıları, Adli Tıp Uzmanları, Soruşturma Katibi, Otopsi Yardımcılarının harici muayene ve kimlik tespit işlemlerine başladığı, olay yeri görevlilerinin fotoğraflama ve ceset görüntülerinin görüntülemesini yaptıkları, olay yerinde delil muhafazası ve fotoğraflama için talimat verildiği, cesetlerin otopsi merkezine gönderildiği, ölenlerin ve yaralı kurtulanların kimliklerinin öğrenildiği, olayla ilgili itfaiye görevlilerinin beyanlarının alındığı, C-15 koğuşuna girilerek inceleme yapıldığı, eşyaların yanmış olduğunun gözlendiği, olay yeri inceleme birimine yangın tutanağı tutmaları ve kroki çizmeleri için talimat verildiği, infaz koruma memuru M.G., A.Ö.ve Ö.D.’nin yangına ilk müdahale eden ve yangından zarar gören personel olduğu, idari soruşturmanın ceza infaz kurumu idaresi tarafından yapılması talimatı verildiği, adli soruşturma yapılmak üzere tutanağın düzenlendiği...

24. Olayın ardından Y.E. ve diğer müteveffaların cesetleri üzerinde yapılan adli muayene ve otopsi sonucunda kesin ölüm sebebinin karbonmonoksit zehirlenmesi ve dumandan boğulma olduğu saptanmıştır.

25. Olay yerinde delil tespiti amacıyla olay yeri inceleme ekibi ve uzman bilirkişilerce yapılan tetkikler sonucu ulaşılan bazı sonuçlar şunlardır:

 i. Koğuşların içerisinde ve koridorlarda güvenlik kamerası yoktur.

 ii. Koğuşlarda yangın çıkması hâlinde yangını otomatik algılayan alarm sistemi yoktur ancak C-15 koğuşuna 15 m uzaklıkta yangın ihbar butonu ve sireni mevcuttur.

 iii. Yangın tüpleri olay anında kullanılmıştır.

 iv. C-15 koğuşuna çekilen en yakın yangın hortumlarından birincisinin uzunluğunun 18,55 cm olduğu, koğuşa 31 m mesafede bulunduğu ve yanan koğuşa yetişmediği tespit edilmiştir. İkinci hortumun koğuşlar ortasında bulunan ana koridorda bulunduğu, yangın yerine yetişme ihtimali olmadığı ve bu hortumun kesilip diğer hortuma eklenerek yangına müdahalede bulunulduğu anlaşılmıştır.

 v. Olay yerini ve elektrik tesisatını inceleyen elektrik uzmanı, yangının elektrik tesisatından çıkmadığını bildirmiştir.

 vi. Yangın çıkan koğuşu ve yanan eşyaları inceleyen kimya uzmanı, yatak ve battaniyelerin organik bileşik ihtiva ettiğini, bunların polimerik madde olduğunu, bu maddenin de çok hızlı yanan madde olduğunu, karbondioksit ve karbonmonoksit ile birlikte sıcaktan parçalanmış küçük moleküllü organik bileşik grupların duman şeklinde yayıldığını, karbonmonoksit ve radikalik özellik gösteren organik bileşiklerin insanı zehirleyici ve öldürücü özelliğinin bulunduğunu bildirmiştir.

 vii. Koğuşta ve binada inceleme yapan iş ve sosyal güvenlik uzmanı; yangının koğuştaki mahkûmlar tarafından kasıtlı olarak çıkarıldığını, yangına müdahale edildiğini, duvarların yağlı boya ve yatakların sünger olması sebebiyle yangının kontrol altına alınmasının güçleştiğini, idarenin duman algılama cihazı kullanmadığını, Cezaevinde sabit sıcaklık, sıcaklık artışı, alev veya başka uygun tip algılama cihazı bulunmadığını ve erken müdahale için kamera tespiti sistemi kurulmadığını belirtmiştir.

26. Olayın ardından yangının çıkış sebebine ilişkin ifadeleri alınan hükümlü ve tutukluların bazılarının ifadeleri şöyledir:

 “E.Z.; C-15 koğuşunda haftada bir iki kez kavga sesi duyduğunu, müşahadeye alınan bir arkadaşlarının koğuşa iade edilmesini, aksi takdirde koğuşu yakıp ateşe vereceklerini koğuştakilerin söylediklerini, olaydan 10-15 gün kadar önce bunu duyduğunu, olay günü C-15 koğuşundan bir çığlık duyduğunu, üst pencereden baktıklarında duman ve alev gördüklerini, kapıya koştuklarını, infaz koruma memurlarının yangına müdahale ettiğini gördüklerini, kendilerinin de yardım etmek istediğini, kovalarla su taşıdıklarını, yangın biraz azalınca ıslak battaniyelerle infaz koruma memurlarının içeri girdiğini, önceden iki kişi, daha sonradan da üç kişinin kurtarıldığını, yangını itfaiyenin söndürdüğünü anlatmıştır.

 ...

 C.D.; Olay günü C-14 koğuşu ile bitişikteki C-15 koğuşu arasındaki duvara yaslandığını, sıcaklığın arttığını, bağırma sesleri duyunca pencereden baktığını, duman ve ateş gördüğünü, alt kata inip kapıya vurduklarını, infaz koruma memurlarının mazgalı açıp koğuştaki suyu istediklerini, yangın söndürmeye katıldıklarını, on kadar infaz koruma memurunun yangını söndürmek için çalıştığını, önceden iki kişinin kurtarıldığını, sonradan da üç kişinin kurtarıldığını, itfaiyenin yangına müdahale ettiğini, yangının toplam 25 dakika kadar sürdüğünü, C-15 koğuşundakilerin topluca intihar etmiş olabileceklerini anlatmıştır.

 ...

 A.D.; C-15 koğuşunda bir süre bulunduğunu, koğuş sorumlusu olduğunu, 04.06.2012 günü dilekçe vererek ailevi ve psikolojik sorunları sebebiyle koğuştan ayrıldığını, F.Y. ve S.K. ile anlaşamadıklarını, olay günü yangının neden çıkarıldığını bilmediğini, yangın çıkarmak için bir sebep bulunmadığını, koğuştaki yangını S.K'nin yönlendirmesi ile F.Y., Yunus Eşkili. ve diğerleri olmak üzere ölen 13 kişinin gerçekleştirdiğini, yangının koğuş liderliği yüzünden çıktığını duyduğunu, kurtulanların yangına karışmadıklarını, koğuş sorumlusu ile ilgili hiç kimseden yana taraf olmadıklarını, yangına yardım etmediklerini, koğuşun yakılmasına karşı çıktıklarını duyduğunu anlatmıştır.

 ...

 R.R.; C-15 koğuşundan idare hasmı olduğu için başka bir koğuşa birini gönderdiğini, yerine gelen kişiyi koğuştakilerin kabul etmeyip kavga çıkardığını, idare ile koğuştakiler arasında sorun yaşandığını, koğuştakiler ile infaz koruma memurları arasında tartışma yaşandığını, olay günü koğuşta üst kattaki arkadaşlarının yangın çıktığını söylemeleri üzerine durumdan haberdar olduğunu, infaz koruma memurlarının yangını söndürmek için sayıca yetersiz olduğunu, koğuşun kapısını açmaları üzerine yangına müdahale ettiklerini, ıslak battaniye ile içeri girdiğini, üç kişiyi tuvalet kısmından kurtardıklarını, üst kata sıcaklık ve dumandan çıkamadığını yangının çıkış sebebini bilmediğini, cezaevi şartları ağır olduğu için idareye gözdağı vermek için çıkarmış olabileceklerini anlatmıştır.

 ...

 Ö.D.; C-15 koğuşunun sorumlusu A.D. isimli tutuklunun koğuştan alınması üzerine idare ile koğuştakiler arasında sorun yaşandığını, koğuştakilerin A.D.’yi geri istediğini, olay günü duman ve ateş yükseldiğini, koğuştakilerin kurtarın yanıyoruz diye bağırdığını, koğuşlarının kapısının açıldığını, kovalarla yangına müdahale ettiklerini, yangın söndürme hortumunun C-15 koğuşuna yetişmediğini, ıslak battaniye ile C-15 koğuşuna girdiğini, yatak ve battaniyelerin alt katta yandığını, üst kata sıcak ve duman olduğu için ayrıca ranza ve dolaplarla giriş kapatıldığı için giremediğini, birçok kişinin üst katta orta yerde yattığını, bir kişinin hırıltılı nefes alışını duyduğunu, alt kattan beş kişinin kurtarıldığını, yangının çıkış sebebini bilmediğini anlatmıştır.

 ...

27. Yangından sağ kurtulanlardan bazılarının ifadesi ise şöyledir:

 “A.A.; C-15 koğuşunu F.Y., S.K., Yunus Eşkili ve M.E.G. isimli dört kişinin idare ettiğini, bu kişilerin emirler verdiğini, herkesi görevlendirdiğini, V.T.'nin koğuşta yeni olduğunu, F.Y.'nin terlikle V.T.'ye vurduğunu, bu hareketinin zoruna gittiğini, ancak aralarında husumet ve düşmanlık olmadığını, olay günü F.Y., S.K., Yunus Eşkili ve M.E.G.'nin yanlarına diğerlerini de alıp üst kattan aşağıya indiklerini, dört-beş kişiye tuvalete gidin, biz koğuşu yakacağız dediklerini, kendilerinin tuvalete gittiklerini, bir-iki dakika sonra yangının başladığını, yangını başlatanı tuvalette olduğu için görmediğini, koğuşta sigara içildiği için çakmak bulunduğunu, aşağıya onbir yatak ve battaniye indirdiklerini, beş tane yatağın merdivenlerde duvara dayalı durduğunu, birkaç dakika içinde her yeri dumanın kapladığını, peşinden elektriklerin kesildiğini, nefes almakta zorlandıklarını, tuvaletin kapısının da yandığını, infaz koruma memurlarının yangına müdahale ettiğini, su tutup ıslak battaniye atarak yangından infaz koruma memurlarının kendilerini kurtardığını, koğuşta önceden kavga olmadığını, kötü muamele görmediklerini, pile sarılı kağıtlar ile diğer koğuşlardan haberleşme olduğunu, koğuş içerisinde Kürtçe konuşulduğu için konuşulanları anlamadığını, daha önceden koğuştaki hiç kimseyi tanımadığını, koğuşun çok sıcak olduğunu, yangından dört-beş gün önce koğuşa vantilatör bağlandığını, daha önceden koğuşun yakılacağını duymadığını, yangın olayına karışmadığını anlatmıştır.

 ...

 C.Y.; C-15 koğuşunun sorumlusu A.D.'nin bir açık görüş sırasında başka bir koğuşta bulunan T.Ş'yi idareden habersiz alıp koğuşlarına getirdiğini, A.D.'yi idarenin önce müşahedeye, sonrada başka bir koğuşa gönderdiğini, A.D.'yi koğuştaki herkesin sevdiğini, idareden tekrar koğuşlarına verilmesi için talepte bulunduklarını, ancak idarenin bunu kabul etmediğini, olay günü F.Y.'nin yukarda, S.K.'nin aşağıda bulunduğunu, herkesin uyanık olduğu bir saatte gençlerden birinin küçük bir kumaş parçasını üst katta yaktığını, yukarda bulunan hükümlü ve tutukluların kumaş yakma meselesi yüzünden aralarında tartıştığını, yanan kumaş parçasını söndürdüğünü, F.Y.'nin yanındakilere ''ben bu koğuşu yakarım'' deyip aşağıya indiğini, S.K.'nin alt kattan üst kata çıkıp küçük bir ateşten bu kadar panik çıkarıyorsunuz, ateş öyle yakılmaz böyle yakılır dediğini, S.K., Taner, Mehmet ve yanlarındaki gençlerin F.Y. ile birlikte koğuşu yakmak için yatak ve battaniyeleri aşağıya indirdiklerini, Yunus Eşkili ve kendisinin engel olmaya çalıştığını, alt kattakilerden de bazılarının yangına engel olmak istediğini, olayın çok ani geliştiğini, sağlıklı düşünüp karar veremediklerini, S.K.'nin yatakları ve battaniyeleri üst üste koymasını istediğini, F.Y. ile S.K.'nin alt kattaki ikisi yaşlı, ikisi genç dört kişiye tuvalete gitmelerini söylediğini, önce yaşlıların sonra gençlerin tuvalete girdiğini, S.K. ve F.Y.'ye yangında herkesin ölebileceğini söyleyip yalvardığını, alt kattaki ikisi yaşlı, ikisi genç tutukluların da ağladığını, tuvalete gittiğini, F.Y.'nin önce alt katta bahçe tarafından yatakları ateşe verdiğini, merdivene doğru çıktığını, merdiven tarafından S.K.'nin yatakları ateşe verdiğini, iki taraflı başlayan yangının birden hızlanıp dağıldığını, söndürmek için çabaladığını, en son tuvalete kendisinin girdiğini, S.K.'ye dumanın yukarı çıktığını, ölebileceklerini söylediğini, S.K.'nin koğuşta kalanlar rahat etsin diyerek ölümü umursamadığını, bir süre sonra elektriklerin kesildiğini, koğuşun karanlık olduğunu, tuvalettekilerle dua edip yangından korunmaya çalıştıklarını, tuvalet kapısının yanarak ateşin harareti ile eridiğini, bağırıp yardım istediklerini, üst kattakilerden yardım sesi çıkmadığını, yangın başladıktan 15-20 dakika sonra koğuşun kapısının açıldığını, kendisini dışarı attığını, infaz koruma personelinin yangını söndürmek için ellerinden geleni yaptıklarını, su ve yangın söndürme tüpleri ile müdahale ettiklerini, bu müdahale olmasa alt kattakilerin de öleceğini, yangına müdahale ederken bazı cezaevi personelinin ağladığını, önceden koğuşun ateşe verileceğini hiç duymadığını, koğuşlar arasında pile sarılı küçük kağıtlar ile haberleşildiğini, koğuşun yakılma sebebini bilmediğini, F.Y. ile S.K.'nin psikolojilerinin bozuk olduğunu, S.K.'nin koğuştakilerle pek konuşmadığını, içine kapandığını, ailesinin görüşe gelmesini istemediğini, yangını idareye gözdağı vermek için çıkarmış olabileceklerini, yangında öleceklerini düşünmediklerini ve umursamadıklarını, idarenin revire çıkma taleplerini doktor olmadığı gerekçesi ile kabul etmediğini, istedikleri ilaçların zamanında gelmediğini, idarenin iyi davranmadığını, kapasite cezaevinde aşırı dolu olduğundan taleplerine idarenin yetişemediğini, yazdıkları dilekçeler ile ilgilenen olmadığını, F.Y'nin 10 tane mektup yazmasına rağmen sonuç alamadığını, 18 yıl kadar aldığı cezanın yüzüne karşı verilmediğini, bu yüzden mektup yazdığını söylediğini anlatmıştır.

 ...

 M.D.; Koğuş içerisinde bulunduğu sürede hiç kavga olmadığını, koğuşu F.Y., S.K. ve Yunus Eşkili'nin idare ettiğini, koğuştaki herkesin bu kişilerin isteğine göre davrandığını, olay gecesi F.Y.'nin abdest alıp namaz kıldığını, sonra aşağıya indiğini, kendisinin aşağıda yasin suresini okuduğunu, S.K. ile F.Y.'nin üst katta aralarında kürtçe konuştuğunu, bir süre sonra koğuşu ateşe verip yakacaklarını söylediklerini, çakmaklarını çıkarıp koğuştakilere yatakları aşağıya atın ateşe vereceğiz dediklerini, A.A. ile birlikte buna karşı çıktıklarını, engel olmaya çalıştıklarını, ancak söz dinletemediklerini, S.K. ile F.Y.'nin çakmaklar ile aşağıya indiğini, Yunus Eşkili'nin onlara katıldığını, koğuştaki diğer tutukluların yatakları üst kattan aşağıya indirdiğini, koğuş giriş kapısının arkasına yığdıklarını, koğuşa yeni gelen ve yaşları küçük olan C.Y., V.T. ve Y.A.'nın koğuşta bir etkinlikleri olmadığını, üst üste yığılan yatak ve battaniyeleri F.Y., Yunus Eşkili ve S.K.'nin çakmakları ile yakıp ateşe verdiklerini, yangının genişlediğini, ateşi başlatan F.Y., Yunus Eşkili ve S.K.'nin yanlarında birlikte hareket eden hükümlü ve tutuklular ile üst kata kaçtıklarını, beş kişinin aşağıda kaldığını, her tarafı dumanın sardığını, tuvalete girip kapısını kapattıklarını ve bağırıp yardım istediklerini, üst kattakilerin de bağırıp yardım istediğini, birkaç dakika sonra infaz koruma memurlarının kapıyı açıp seslendiğini, elektriğin yangın başladıktan sonra kesildiğini, koğuşun karanlık olduğunu, kapı açılınca koğuşa ışık girdiğini, seste gelince o tarafa koştuklarını, koğuşu F.Y., Yunus Eşkili ve S.K.'nin neden yaktığını bilmediğini, Yunus Eşkili'nin 15-20 gün kadar önce biri ile kavga ettiğini, F.Y. ile S.K.'nin, Yunus Eşkili'nin müşahade odasından C-15 koğuşuna gönderilmesini, yoksa koğuşu yakacaklarını söylediklerini, A.A.'nın, F.Y.'nin elini öpüp koğuşu yakmaktan vazgeçirdiğini, olay günü ise bunu başaramadıklarını, yan taraftaki koğuşlarla Kürtçe konuşan F.Y., S.Ö., S.K. ve Yunus Eşkili'nin dediklerini anlamadığını, ''erdoğan, kerdoğan'' diye hakaret ettiklerini, ayrıca apo ile ilgili slogan atıldığını, kendilerinin koğuşunun da yandaki koğuşa destek verdiğini, pile sarılı pusula ile başka koğuştan birinin hakaret ettiğini, koğuştaki kavganın bundan kaynaklandığını, olay günü hiçbir şeyi yakmadığını, kimseye yardım etmediğini anlatmıştır.

 ...”

28. Ceza İnfaz Kurumu idarecilerinin yangına ilişkin ifadeleri ise şöyledir:

 “A.B. ; Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun 25.08.2008 tarihinden itibaren müdürü olarak görev yaptığını, 1969 yılında faaliyete geçen cezaevinin 44 koğuş odadan oluştuğunu, odaların birbirinden farklı olduğunu, yangının meydana geldiği C-15 koğuşunda 6 kişinin barındırılması gerektiğini, kapasite artırımı yapılarak 18 kişinin barındırıldığını, cezaevinin kapasitesinin 450 olduğunu, önce kapasitenin 600'e çıkarıldığını, E Blok kısmının tamamının D Bloğun yarısının açık cezaevine tahsis edildiğini, bu kısımdaki tadilat sebebiyle hükümlü ve tutuklu barındırılamadığını, olayın meydana geldiği gece evinde olduğunu, saat 22:30-23:00 aralığında baş memur M.Ö.’nün yangını telefonla bildirdiğini, C-15 koğuşuna geldiğinde yangına müdahale edildiğini gördüğünü, yangın söndürme tüpleri, su hortumu ve kovalarla müdahale edildiğini, 5 kişinin içerden sağ kurtarıldığını, 13 kişinin hayatını kaybettiğini, eski tip cezaevi olduğundan yangın alarmı bulunmadığını, odada yangın çıktığında mahkumların kapıya vurarak haber vermeleri üzerine durumun öğrenildiğini, 14 yangın söndürme tüpü kullanıldığını, tüplerin dolu ve bakımlarının zamanında yapıldığını, yangın söndürme tüplerinin yangının çapı büyük olduğu için yetersiz kaldığını, itfaiye gelmeden söndürülemediğini, hortumun koğuşlara ulaştığını, suyun basınçlı olmadığını, bütün imkanların yangını söndürmede kullanıldığının, koğuşların kapılarını gören ve koğuşların gezinti bahçelerini izlemeye imkan veren kamera sistemi bulunmadığını, cezaevi idaresinin ve şahsının kusuru olmadığını anlatmıştır.

 M.T. ; Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumunda 04.01.2010 tarihinden itibaren 2. Müdür olarak görev yaptığını, C-15 koğuşunun 6 kişi barındırma kapasitesi olduğunu, koğuşta 18 kişinin barındırıldığını, cezaevinin 276 kişilik bir inşaat olduğunu, D Bloğun yarısı ve E Blok kısmı açık cezaevine tahsis edildiğini, kapasitenin 276'nın altına inmesi gerekirken önce 300, sonra 450, sonra 600’ çıkarıldığını, hiçbir fiziki genişletme olmayan cezaevinin olay günü 1.055 kapasite ile sonra 600'e çıkarıldığını, hiçbir fiziki genişletme olmayan cezaevinin olay günü 1.055 kişi kapasite ile hizmet verdiğini, yangın tatbikatlarının rutin yapıldığını, yangın hortumlarının her noktaya rahatlıkla yetiştiğini, C-15 koğuşuna sol bölümdeki yangın hortumunun yetiştiğini, ikinci bir yangın hortumunun ise yetişemediğini, yangının çapı büyük olduğu için yetişmeyen hortumdan da kovalarla su taşındığını, koğuştaki yangına infaz koruma memurunun haber vermesi üzerine gittiğini, yangının söndürüldüğünü, soğutma çalışmalarının sürdüğünü, yangını haber verecek alarm tertibatı olmadığını, kamera sistemi olmadığını, yangın söndürme çalışmalarında 14 tüp kullanıldığını, ancak çok büyük olan yangını bu tüplerin söndüremediğini, C-15 koğuşundaki hükümlü ve tutuklular arasında husumet olmadığını, olay öncesinde bir taleplerinin bulunmadığını, yangının ne maksatla çıkarıldığını bilmediğini anlatmıştır.

 A.Ö. ; Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumunda 07.08.2009 tarihinden itibaren 2. Müdür olarak görev yaptığını, C-15 koğuşunun 6 kişilik olduğunu, olay günü 18 kişinin barındırıldığını, 276 kişiyi barındırabilecek cezaevinin D Bloğunun yarısı, E Bloğunun tamamının açık cezaevine tahsis edildiğini, buna rağmen olay günü 1.055 kişinin cezaevinde barındırıldığını, yangın tatbikatlarının 6 ayda bir yapıldığını, yangın hortumlarının bütün noktalara yetiştiğini, olay günü asıl hortuma destek olarak çekilen ikinci yangın hortumunun yetişmediğini olayı duyup gece yangın yerine vardığında itfaiyenin söndürdüğü yangını soğuttuğunu, koğuşlarda sigara yakmak için hükümlülerin çakmak taşıdığını, koğuşlarda sigara içildiği için dumanı fark edip bildiren alarm olmadığını, koğuşları devamlı gözetleyen kamera sistemi olmadığını, olayda kullanılan 14 yangın söndürme tüpünün dolu olduğunu, çapı büyük olan yangına yeterli olmadığını, cezaevi idaresinin kusurunun bulunmadığını, C-15 koğuşunda kalanlar arasında husumet olmadığını, önceden kavga dövüş duymadıklarını, herhangi bir taleplerinin olmadığını anlatmıştır.

 A.K. ; Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda idare memuru olarak görev yaptığını, olay günü görevli nöbetçi müdür olduğunu, akşam saatlerinde herhangi bir olumsuzluk olmadığını, cezaevindeki yangından evinde haberdar olduğunu, olay yerine gittiğinde yangının söndürülmüş olduğunu, yangın söndürme hortumlarının koğuşa yetişip yetişmediğini bilmediğini, yangın söndürmek için 14 adet tüp kullanıldığını duyduğunu, personel eksikliği sebebiyle bu görevi yürüttüğünü, suç işlemediğini anlatmıştır.

29. Başvurucu ise olayın ardından alınan ifadesinde özetle “oğlunun hırsızlık suçundan 5 ay kadar önce tutuklandığını, olaydan bir hafta önce oğlu ile görüştüğünü, koğuş içerisinde kavga olduğunu, idareye başvuran oğlunun başka bir koğuşa alınmadığını, başvurusunun sonuçsuz kaldığını, koğuşa yeni gelenler olduğunu, huzursuzluk bulunduğunu görüşte duyduğunu, oğlunun hüküm giymediğini, yangın çıkarmak isteyecek bir kişi olmadığını, genç, güçlü olan oğlunun yangından kurtulamadığını ama 60 yaşında bir kişinin sağ olarak kurtulduğunu, bir kısım hükümlü ve tutukluların yangından kurtarılıp bir kısmının yeterli çaba sarfedilmediği için kurtarılamadığını, idarenin bu sebeple kusurlu olduğunu” beyan etmiştir.

30. Başvurucunun anılan iddiasına ilişkin olarak Bakanlığın görüş yazısında, Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu kayıtlarına göre Y.E.nin odasının değiştirilmesine yönelik herhangi bir talep veya dilekçesinin bulunmadığı, ayrıca oda içinde barındırılan diğer hükümlü ve tutuklularla husumet yaşadığına dair herhangi bir beyanının da olmadığı bildirilmiştir.

31. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı; yangının çıkış sebebini çeşitli ihtimaller dâhilinde -terörist faaliyetler, intihar, koğuş içi huzursuzluk, kavga vb. sebepler açısından- değerlendirmiş ve sonuç olarak yangının, tutuklu ve hükümlüler tarafından Ceza İnfaz Kurumu idaresine gözdağı vermek ve onları zor durumda bırakmak amacıyla çıkartıldığı kanaatine ulaşmıştır. Savcılık, ulaştığı bu kanaati şu şekilde açıklamıştır:

 “Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun C-15 koğuşunda 16.06.2012 günü saat 22:41 sıralarında kasten çıkarılan yangının asıl amacı ve sebebi; ölen F.Y. başta olmak üzere, T.Ş., S.K. yanında hareket eden hükümlü ve tutukluların cezaevi yönetimine gözdağı vermek, idareyi yangın karşısında aciz ve zor durumda bırakmak istemeleridir.

 Hükümlü ve tutukluları yangın çıkarmaya götüren olaylar;

 - Hükümlü F.Y. önceden işlediği suçlar sebebiyle toplanan cezalarının infaz edilmesine kızmakta, mahkemelerin ve adli birimlerin kendisi ile ilgilenmediğini düşünmektedir. İlgi beklemekte ve dikkat çekmek istemektedir. Koğuşta kalan hükümlü ve tutuklular üzerinde otoritesi bulunmaktadır. Bu sebeple diğerlerini kullanarak koğuştaki yangını teşvik ettiği ve birlikte koğuşu ateşe verdikleri değerlendirilmektedir.

 - Ceza infaz kurumu ölenlere 15.06.2012 günü disiplin cezaları vermiştir. Disiplin cezaları resmen ölenlere tebliğ edilmemiş ise de cezaevi infaz koruma memurlarından öğrendikleri düşünülmektedir. Hükümlü ve tutuklular bu disiplin cezasını veren cezaevi idaresini çaresiz bırakmak ve dikkatleri üzerine çekmek ayrıca disiplin cezası verilmesini protesto etmek için yangını çıkardıkları anlaşılmaktadır.

 - C-15 koğuşunda kalan ve bütün tutuklu ve hükümlülerin sevdiği A.D.’nin cezaevi idaresi tarafından bu koğuştan alınıp bir başka koğuşa gönderildiği, C-15 koğuşunda kalanların bu yer değişikliğine çok kızdığı, koğuşu bu kızgınlıkla idareyi protesto etmek ve zor durumda bırakmak maksadıyla ateşe vermek istedikleri anlaşılmaktadır. (A.D., koğuş bahçesinde Devlet Ahmet diye yazacak kadar koğuştakilerin sevdiği bir kimsedir.)

 - T. Ş.’nin, cezaevi idaresinin bilgisi dışında C-15 koğuşuna getirildiği, idarenin disiplin cezalarını bilgisi dışında koğuş değişikliği sebebiyle verdiği, koğuşta bu değişikliğin huzursuzluk çıkardığı, suç ortaklarının aynı koğuşta idareye rağmen toplanmasının böyle bir toplu harekete yol açtığı ve koğuşta yangın çıkarıldığı düşünülmektedir.

 Hükümlü ve tutuklular idareyi aciz bırakmak, gözdağı vermek, dikkat çekmek amacıyla yangını çıkarmışlardır.

 Bu yangın çıkarılırken hükümlü ve tutuklular, koğuştaki hiç kimsenin yangında yaralanacağına, boğulacağına ve öleceğine ihtimal vermemişler, yangının idare tarafından kimse zarar görmeden, yaralanmadan ve ölmeden söndürülebileceği veya kendilerinin yangını söndürebileceğini öngörmüşlerdir.

 Ancak hükümlü ve tutukluların çıkardığı yangının boyutu çok büyük olduğundan cezaevi imkân ve araçlarıyla kısa sürede yangını söndürmek mümkün olmamıştır.

 Yangını başlatan hükümlü ve tutukluların yangını başlatırken hiç istemediği ve öngöremediği, gerçekleşeceğine ihtimal vermedikleri istenmeyen bir netice meydana gelmiştir. Yangını çıkararak üst kata çıkan on üç kişi çıkardıkları yangının dumanında boğulup ölmüştür. Kasten çıkarılmış bir yangının kestirilemeyen, öngörülemeyen ve istenmeyen sonucunda ölümler meydana gelmiştir.

 Hükümlü-tutukluları yangın çıkarmaya götüren olayların hiçbirinde idarenin hukuka aykırı, haksız ve mevzuata aykırı bir davranışı tespit edilememiştir.”

32. Yapılan soruşturma sonucunda Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, 6/6/2013 tarihli ve K.2013/5126 sayılı kararıyla yangından sağ kurtulan şüpheliler ve Ceza İnfaz Kurumu personeli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

33. Ceza İnfaz Kurumu personeli hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında şu değerlendirmelere yer verilmiştir:

 

 Somut olayda hükümlü ve tutuklular, cezaevinde sağlıksız koşullarda bulundurulduğu için ihmal veya bakımsızlıktan yada bir ihmal sonucu çıkan yangında ölmemişlerdir. Cezaevinde bir koğuşta kalan hükümlü veya tutuklular sağlıksız şartlarda tutulduğu için ölse idarenin doğal olarak ceza sorumluluğu doğardı. Yine cezaevindeki kişilerin ölümleriyle kapasitenin üzerinde doluluğun herhangi bir ilgisi olsa yine ceza sorumluluğu gündeme gelirdi. Oysa somut olay yani yangın, cezaevinde bir koğuştaki hükümlü ve tutuklularca kasten çıkarılmıştır. Kasten çıkarılan yangında cezaevi idarecilerinin doğrudan ceza sorumluluğu doğmamaktadır. Cezaevinin kapasitesinin üzerinde dolu olması, tek başına bir hak ihlali değildir, cezalandırmayı gerektiren tipik bir suç oluşturmamaktadır. Şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan cezaevi yöneticilerinin ceza sorumluluğunu doğurabilecek, keyfi uygulama veya kapasite konusunda alınmamış bir tedbir ve norm ihlali tespit edilememiştir.

 Diğer yandan cezaevinin kapasitesinin üzerinde dolu olması çıkarılan yangınla doğrudan ilgili bir konu değildir. Ölen hükümlü ve tutuklular cezaevi şartlarını gerekçe göstererek yangını çıkarmamıştır. Yangının cezaevi şartlarından dolayı çıkarıldığına dair iddiayı doğrulayan hiçbir delil yoktur. Cezaevi şartları eleştirilebilir ve kabul edilemez bulunabilir ancak yangının nedeni, ölümlerin sebebi bu olumsuz şartlar değildir, arada bir ilgi bulunmamaktadır.

 Cezaevi yönetimi, özel bir muamele yaparak yalnızca C-15 koğuşunda, kapasitesinin çok üzerinde tutuklu ve hükümlüyü kasten bulundurmamaktadır. Cezaevinin, 16.06.2012 günü itibariyle aynı tip her koğuşunda benzer sayıda tutuklu ve hükümlü barındırılmakta, her koğuşta kapasitesinin üzerinde kişi bulundurulmaktadır. C-15 koğuşuna benzer koğuşlarda da hemen hemen aynı sayıda tutuklu hükümlü barındırılmaktadır. Cezaevinde yalnızca C-15 koğuşuna yönelik özel bir "keyfi muamele" olmak üzere bir kapasite üstü kullanım söz konusu değildir.

 …

 Sünger yatak kullanımı olay anında her türlü cezaevinin genel uygulamasıdır. Cezaevinde hükümlü ve tutukluların kullandığı yatakların süngerden imal edilmiş olmaları şüpheli idarecilerin bir kusuru değildir. Bütün cezaevlerinde aynı türden yatak kullanılmaktadır. Cezaevinde sünger yatak kullanılmasının yangın çıkması olayı ile doğrudan bir ilgisi olmadığından bu konuda kimseye yüklenebilir bir kusur bulunmamaktadır. Uygulama mevzuata ve kişilerin güvenliğine uygun bir tercihtir.

 Sünger yerine yanmayan veya daha geç yanan yada yansa bile fazla boğucu gaz ve partikül çıkarmayan maddelerden yatakların imal edilmesinin daha uygun olacağı düşünülmekle birlikte şüphelilerin böyle bir yetkilerinin bulunmadığı gözetilerek ceza hukuk yönüyle bu konuda bir sorumluluklarının bulunmadığı tespit edilmiştir.

 …

 Ceza İnfaz Kurumunda bulunan personel sayısının yangını söndürmeye yeterli olduğu, yangının başladığı anda nöbetçi infaz koruma memurlarınca fark edildiği, söndürmek için çalışmalara başlandığı, yangının hızla büyümesi, kapının hemen girişinde yatakların kasten yakılması sebebiyle söndürülemediği anlaşılmıştır.

 Yangın çıktıktan sonra bir çok infaz koruma memuru yangını söndürmek için çalışmış ve toplam on üç kişi yaralanmıştır. Yaralanmayan infaz koruma personelleri de dikkate alındığında idarenin yangını söndürmek için ciddi gayret gösterdiği, her türlü imkanı kullandığı, C-14 koğuşundaki hükümlü ve tutuklulardan yardım aldığı, süresinde itfaiyeye ve acil sağlık ekiplerine haber verdiği ancak ellerinden gelen çabayı göstermelerine rağmen ölümlerin yine de açıklanan sebeplerle meydana geldiği, olay anında yangını söndürmek için yeterli personel bulunduğu, buna göre şüphelilerin bu konuda suç olarak iddia edilebilecek bir ihmal veya kusurlarının bulunmadığı anlaşılmıştır.

 …

 Cezaevlerinde yangını dumandan algılayan ve otomatik alarm veren bir sistem, koğuşlarda sigara içilmesi yasak olmadığı için kurulamamaktadır. Koğuşta sigara içilip çıkan dumanın alarm sistemini otomatik devreye sokacağı ve pratikte bu alarmı kurmanın hiç bir fayda sağlamayacağı açıktır.

 …

 Su hortumunun yangın çıkan koğuşa yetişmediği, başka bir hortumun kesilerek eklendiği ve yangına müdahale edildiği tespit edilmiştir.

 Su hortumunun yangın çıkan koğuşa yetişmemesi, ekleme yapılması, her tür söndürme gayretine rağmen ölümlerin meydana gelmesi karşısında, nedensel bir değer taşımamaktadır. Yangın söndürme suyu hortumu koğuşa yetişse bile sonucu tek başına değiştirecek ölümleri önleyecek değildir. Yangın, kasten hükümlü/tutuklularca çıkarılmıştır. Büyük bir yangında cezaevindeki su hortumunun yeterli olamaması, yangının meydana geldiği koğuşa ulaşmaması, önceden yangın tatbikatları sırasında bu eksikliğin fark edilip giderilmemesi, ilgililer yönünden ceza hukuku reaksiyonunu gerektirecek kadar yeterli haksızlık derecesini karşılamaması sebebiyle bir disiplin fiilidir. Su hortumunun yetişmediğini tatbikatlarda test etmeyen ilgililerin ölüm neticesinden değil, disiplin fiilleri nedeniyle cezalandırılması gerekir. Disiplin cezasının gerektiren bu fiilin suç oluşturmadığı kanaatine varılmıştır.

 …

 İdarenin bazı hükümlü ve tutukluların koğuşlarını değiştirmesi kararı, bu çapta protesto etmeyi gerektirecek önemde bir husus değildir. Yangını başlatanlardan S.K.’nin içe kapanık ve bozuk ruh hali ve F.Y.’nin aldığı mahkûmiyetlere kızması, durumuyla ilgilenilmediğini düşünmesi ve sıkıntılı depresif ruh hali dikkate alındığında idarenin hiç bir fiilinin gerçekte yangına sebep olmadığı ve idareci şüphelilerin olayda bir kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Yangının başlatılmasını doğuran sebepleri cezaevi idaresinin hazırlamadığı, yönetici şüphelilerin iradesi dışında gerçekleştiği ve ceza sorumluluğunun doğmadığı anlaşılmaktadır.

 Sonuç olarak yangında ceza sorumluluğu olduğu iddia edilen cezaevinin yöneticisi şüphelilerin yukarıda sıralanan fiillerinin kanunda suç olarak tanımlanmadığı, tipiklik unsurunun bulunmadığı, gerçekleşen neticeye yönelik nedensellik bağı bulunan hiç bir taksirli hareketlerinin olmadığı, kasten ölenlerin başlattığı yangında, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi gereğince, ceza sorumluluklarının doğmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.

34. Yangından sağ kurtulan şüpheliler hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının gerekçesi ise şöyledir:

 “...Soruşturma sırasında gözlemlenen duruma ve sağ kurtulan şüphelilerin ifadeleri arasındaki tutarlılığa, olay yerinde elde edilen delillerle bu ifadelerin uyuşmasına göre, yangından sağ kurtarılan şüphelilerin beyanlarının doğru ve gerçek olduğu kanaatine varılmıştır. Yangından kurtarılmaları tamamen tesadüfi şanslarına gelişen bir olaydır.

 Yangından sağ kurtarılan şüpheliler, kasten yangını çıkarmamış ve diğerlerini kasten yakarak öldürmemişlerdir. Suç sayılabilecek hiç bir aktif veya pasif hareket içerisinde bulunmadıkları, gerçekte suçtan etkilendikleri ve mağdur oldukları, olayın faili olmadıkları sonuç ve kanaatine varılmıştır. Yangından sağ olarak kurtarılanların, ölenlerin çıkardıkları yangın fiiline iştirak ettiklerine dair makul şüpheyi doğrulayan hiç bir delil elde edilemediğinden ayrı ayrı haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir...

35. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itiraz, Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 31/7/2013 tarihli ve 2013/2043 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.

36. Bu karar 9/9/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

37. Başvurucu 25/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

5. Yangına İlişkin Yürütülen Disiplin Soruşturması Süreci

38. Bakanlık tarafından başvuru konusu olaya ilişkin sunulan görüşte, olayın ardından yürütülen disiplin soruşturmasına ilişkin şu bilgilere yer verilmiştir:

39. Ceza İnfaz Kurumunun olayın meydana geldiği tarihteki birinci müdürü hakkında başlatılan disiplin soruşturmasında önce 1/8 oranında aylıktan kesme cezası verildiği, ardından bu karara yapılan itiraz üzerine Adalet Bakanlığı Disiplin Kurulu Başkanlığının 27/3/2014 tarihli ve 301 sayılı kararıyla itirazın kabul edilerek söz konusu cezanın ortadan kaldırıldığı anlaşılmıştır.

40. Ayrıca olayın ardından Ceza İnfaz Kurumu ikinci müdürü, bir infaz ve koruma başmemuru, on bir infaz ve koruma memuru hakkında da disiplin soruşturması başlatılmış; yapılan disiplin soruşturması sonucunda anılan görevliler hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

6. Başvurucu ile Bakanlık Arasındaki Uzlaşma

41. Başvuru konusu olayda yaşamını yitiren Y.E.nin annesi (başvurucu) ve diğer kardeşleri ile Bakanlık arasında 5/11/2012 tarihinde uzlaşma yoluna gidilmiş ve başvurucu anne için 30.000 TL maddi ve 45.000 TL manevi olmak üzere toplam 75.000 TL, müteveffanın üç kardeşinden her biri için ise 10.000 TL manevi tazminat ödenmesi konusunda sulh olunmuştur.

42. 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gereği yapılan uzlaşma kapsamında tutulan tutanakta “sulh olunan miktarın bu tutanağın imzalandığı tarihten itibaren 2 (iki) ay içinde veya daha sonradan icra yoluyla ilgililere idarece ödenmesi halinde uzlaşmayı kabul edenler tarafından maddi veya manevi tazminat istemi ile ilgili ulusal veya uluslar arası mahkemelerde herhangi bir dava açılamayacak ve talepte bulunulamayacaktır.” ifadesine yer verilmiştir.

B. İlgili Hukuk

43. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” başlıklı 153. maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:

“(1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.

(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir.

(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.

(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.

(5) Bu maddenin içerdiği haklardan suçtan zarar görenin vekili de yararlanır.

44. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:

(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:

a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.

b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.

f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.

…”

45. 7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’un “ Tütün ürünlerinin yasaklanması” kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:

 “ (1) Tütün ürünleri;

 a) Kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında,

 b) Koridorları dahil olmak üzere her türlü eğitim, sağlık, üretim, ticaret, sosyal, kültürel, spor, eğlence ve benzeri amaçlı özel hukuk kişilerine ait olan ve birden çok kişinin girebileceği (ikamete mahsus konutlar hariç) binaların kapalı alanlarında,

 c) Hususi araçların sürücü koltukları ile taksi hizmeti verenler dâhil olmak üzere karayolu, demiryolu, denizyolu ve havayolu toplu taşıma araçlarında,

 ç) Okul öncesi eğitim kurumlarının, dershaneler, özel eğitim ve öğretim kurumları dahil olmak üzere ilk ve orta öğrenim kurumlarının, kültür ve sosyal hizmet binalarının kapalı ve açık alanlarında,

 d) Özel hukuk kişilerine ait olan lokantalar ile kahvehane, kafeterya, birahane gibi eğlence hizmeti verilen işletmelerde,

 tüketilemez.

 (2) Ancak;

 a) Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde, cezaevlerinde,

 ….

 tütün ürünleri tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulabilir. Bu alanlara onsekiz yaşını doldurmamış kişiler giremez.

46. 659 sayılı KHK’nın “İdari uyuşmazlıkların sulh yoluyla halli ve vazgeçme yetkileri” başlıklı 12. maddesi şöyledir:

(1) İdari işlemler dolayısıyla haklarının ihlal edildiğini iddia edenler idareye başvurarak, uğramış oldukları zararın sulh yoluyla giderilmesini dava açma süresi içinde isteyebilirler. İdari eylemler nedeniyle hakları ihlal edilenlerce, idari dava açmadan önce 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca yapılan başvurular da sulh başvurusu olarak kabul edilir ve bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde incelenir.

(2) Sulh istemine ilişkin başvuru, işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Başvuru sonuçlanmadan dava açılamaz.

(3) Sulh başvurularının altmış gün içinde sonuçlandırılması zorunludur. Sulh başvurusu altmış gün içinde sonuçlandırılmamışsa istek reddedilmiş sayılır.

(4) Sulh başvurusu, belli bir konuyu ve somut bir talebi içermiyorsa, idari makam tarafından reddedilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnameye uygun olarak yapılan ve idare tarafından reddedilmeyen başvurular, hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonuna gönderilir. Hak ihlaline neden olan birden fazla idarenin varlığı halinde, ortak hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonu oluşturulabilir.

(5) Sulh başvurularının incelenmesinde, başvurunun konusu, zarara yol açan olay ve nedenleri, zararın idari eylem veya işlemden doğup doğmadığı ve meydana geliş şekli, idarenin tazmin sorumluluğunun olup olmadığı, zararın miktarı ve ödenecek tazminat tutarı tespit edilir. Hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonu tarafından, bilirkişi incelemesi dahil olmak üzere gerekli her türlü araştırma ve inceleme yapılır, olayla ilgili bilgisi bulunan kişiler dinlenebilir.

(6) Hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonunun inceleme sonunda hazırlayacağı rapor 11 inci madde uyarınca karar vermeye yetkili mercilere sunulur. Bu mercilerin sulh başvurusunu kabul etmesi halinde başvuru sahibine, hazırlanan sulh tutanağının imzalanması için en az onbeş günlük süre verilir. Davet yazısında, belirtilen tarihte gelmesi veya yetkili temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulh tutanağını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının bulunduğu belirtilir.

(7) Tazminat miktarı ve ödeme şekli üzerinde idare ve istemde bulunanın sulh olmaları halinde buna ilişkin bir tutanak düzenlenir ve taraflarca imzalanır. Bu tutanak ilam hükmündedir. Sulh olunan miktar idare bütçesinden ödenir. Vadeye bağlanmamış alacaklarda tutanağın imzalandığı tarihten itibaren iki aylık sürenin dolmasından, vadeye bağlanmış alacaklarda ise vadenin dolmasından önce tutanak icraya konulamaz.

(8) Sulh tutanağının kabul edilmemesi veya kabul edilmemiş sayılması hallerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye verilir.

(9) Sulh olunan konu ya da miktara ilişkin olarak dava yoluna başvurulamaz.

(10) Bu madde kapsamındaki idari uyuşmazlıkların sulhen halli ile idari davaların açılmasından, takibinden, davayı kabul ve feragatten, kanun yollarına başvurulmasından vazgeçilmesi, 11 inci maddede belirtilen esaslara ve tutarlara göre belirlenir.

47. 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” başlıklı 5. maddesinin şöyledir:

“(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:

a) Hükümlüler, kurumlarda, güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar,

b) Kurumlarda, hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, 5275 sayılı Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir,

c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır,

d) İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir,

e) Cezanın infazında adalet esaslarına uygun hareket edilir. Bu maksatla kurumlar, kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenir,

f) Kurumlarda, hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur,

g) Hükümlünün, infazın amacına uygun olarak mevzuat hükümlerine uyması zorunludur,

h) Kanunlarda gösterilen tutum, davranış ve eylemler ile kurum düzenini ihlâl edenler hakkında 5275 sayılı Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır. Disiplin cezalarına karşı disiplin soruşturmasında yapılan savunma ve itirazlarda aynı Kanunun gösterdiği esas ve usuller uygulanır.”

48. Anılan Tüzük’ün “İçki, uyuşturucu maddeler ve sigara yasağı” başlıklı 130. maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:

 “Alkollü içkiler içmek, esrar, afyon, morfin veya bu gibi uyuşturucu maddeler kullanmak yasaktır.

 Yatılan yerlerde, atelyelerde ve okulda sigara içmek yasaktır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Mahkemenin 4/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 25/9/2013 tarihli ve 2013/7586 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

50. Başvurucu, 16/6/2012 tarihinde Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen yangında aralarında oğlunun da bulunduğu on üç kişinin hayatını kaybettiğini, oğlunun yangının çıkmasından yaklaşık on gün önce idareye dilekçe vererek “bulunduğu koğuşta sürekli kavga olduğunu ve korktuğunu” belirtip koğuşunun değiştirilmesini istediğini, ayrıca olaydan bir hafta önce Cezaevi telefonundan kendisini arayarak “koğuşunun sıkıntılı olduğunu, değiştirilmesini istediğini, ancak değiştirilmediğini, başına geleceklerden korktuğunu” söylediğini, Savcılık tarafından bu konuda herhangi bir araştırma yapılmadığını, soruşturmadaki çelişkilerin giderilmediğini, ayrıca yasal koşulları oluşmadığı hâlde uzun bir süre soruşturma dosyasına erişimin engellendiğini, Cezaevi yönetiminin ise gerek yangının çıkmasına engel olacak tedbirleri almaması gerekse de yangına zamanında müdahale etmemesi nedeniyle kusurlu olduğunu, bu şartlar altında etkili bir soruşturma yapılmaksızın kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, anılan karara yaptıkları itirazın da gerekçesiz olarak reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 12., 17., 19. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 19. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüşse de başvurucunun bu yöndeki şikâyetleri Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenecektir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

52. Yaşam hakkına yönelik yapılacak bir incelemede öncelikle başvurucunun, başvuru ehliyeti ve ihlal iddiasının incelenmesinde menfaatinin bulunup bulunmadığı denetlenmelidir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru, ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucu, başvuru konusu olayda ölen kişinin annesi olup başvuru konusu olaya ilişkin yürütülen ceza soruşturmasına etkin bir şekilde katılmış ve soruşturma sürecini takip etmiştir. Bu nedenle gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili yürütülen soruşturmanın, Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşam hakkının ihlali niteliğinde olduğunun tespitinde başvurucunun meşru menfaati olacağı anlaşıldığından başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik görülmemiştir.

53. Başvuru konusu olayda, kamu görevlilerince müteveffanın yaşamını korumak için gerekli önlemlerin alınmaması ve ölüm olayına ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönünde başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Bunun sonucunda başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

54. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinin -Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin- kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.

55. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

56. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

57. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

58. Başvuru konusu olayda başvurucu, kamu görevlilerince müteveffanın yaşamını korumak için gerekli önlemlerin alınmadığı ve ölüm olayına ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediği ileri sürmektedir. Bu nedenle başvurucunun yaşam hakkının ihlaline ilişkin iddialarının -yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde- devletin, müteveffanın yaşamını koruma konusunda gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü ile ölüm olayına ilişkin etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü kapsamında ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.

 a. Yaşamı Korumak İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiası Yönünden

59. Başvurucu, Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda çıkan yangında Cezaevi yönetiminin, gerek yangının çıkmasına engel olacak tedbirleri almaması gerekse de yangına zamanında müdahale etmemesi nedeniyle kusurlu olduğunu ileri sürmüştür.

60. Bakanlığın görüş yazısında, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) devletin yaşamı koruma yükümlülüğünü devletin egemenlik alanında bulunan kişilerin yaşamlarının korunması için uygun tedbirlerin alınmasını da kapsayacak şekilde yorumladığı belirtildikten sonra konuya ilişkin kararlarına yer verilmiştir. AİHM’in bu konudaki kararlarında, bireyin kendisine karşı bir risk oluşturduğunu biliyor olması veya bilmesi gerektiği hâlde makul tedbirleri almamasının devlete sorumluluk yükleyeceği, bu itibarla her türlü özgürlükten mahrum olmanın -doğası gereği- tutuklu veya hükümlü kişinin psikolojisinin bozulmasına neden olduğu ve dolayısıyla kişinin kendisine zarar verme riskini artırabileceği, bu yüzden ulusal mevzuatların; cezaevi yetkililerine bu kişiler hakkında daha duyarlı ve dikkatli olma görevi yüklediği, tutuklu veya hükümlü kişilerin hayatlarının tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler getirdiği belirtilmiştir. Bununla birlikte modern toplumlarda güvenlik sağlama hususundaki zorluklar, insan davranışlarının tahmin edilemezliği ve öncelikler ile kaynaklar açısından yapılması gereken operasyona ilişkin seçimler dikkate alındığında pozitif yükümlülük kapsamının, yetkililere imkânsız veya orantısız bir yük getirmeyecek şekilde yorumlanması gerektiği ifade edilmiştir.

61. Bakanlığın görüş yazısında ayrıca mağdur sıfatının ortadan kalkmasının, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararın varlığının devam edip etmediğine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün niteliğini göz önünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, aynı zamanda Anayasa Mahkemesi önünde işaret ettiği durum için idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir.

62. Bakanlığın görüş yazısında, somut olaya ilişkin olarak başvurucu ile Bakanlık arasında imzalanan uzlaşma tutanağında olaya ilişkin adli soruşturmanın uzlaşma tarihi itibarıyla devam etmekte olduğu, bu nedenle henüz kusur tespiti yapılmadığı ancak idarenin bir kusuru olmasa dahi hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak ve idari yargı makamları önünde olayın dava konusu yapılmasına mahal verilmemesi için 659 sayılı KHK uyarınca sulh yoluna gidildiği belirtilerek başvurucuya 30.000 TL maddi ve 45,000 TL manevi tazminat ödendiği bilgisine yer verilmiştir.

63. Başvurucu Bakanlığın görüş yazısına karşı sunduğu dilekçede, özetle Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen yangının Kurum şartlarının kötü olmasından kaynaklandığına yönelik iddialarını tekrar etmiştir.

64. Devletin -yaşam hakkını koruma konusundaki pozitif yükümlülüğü kapsamında- yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse de kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (bkz. § 56).

65. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin, kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 74). Cezaevlerinde gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olabilecek bu yükümlülüğün ortaya çıkması için cezaevi yetkililerinin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir (Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015, § 72; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, 3/4/2001, § 92, Tanrıbilir/Türkiye, B. No: 21422/93, 16/11/2000, § 72). Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz önüne alındığında pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 74). Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun cezaevi yetkililerine atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir.

66. Tutuklanan veya hürriyeti bağlayıcı cezasının infazına başlanan kişilerin -daha önce sahip oldukları pek çok özgürlükten mahrum kalmaları ve günlük yaşamlarında ciddi nitelikte bir değişim yaşamalarının doğal bir sonucu olarak- ruh sağlıkları bozulabilmekte, dolayısıyla kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan bu kişilerin kendilerine zarar verme riski artabilmektedir. Bu nedenle yasal ve ikincil düzenlemelerin; cezaevi yetkililerine bu kişiler hakkında daha duyarlı ve dikkatli olma görevi yüklemesi, tutuklu veya hükümlü kişilerin hayatlarının tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler alınmasını sağlaması gerekmektedir. Bu amaçla öncelikle cezaevinde kalan kişilerin davranışlarının ve sağlık durumlarının takip edilmesi, gerektiğinde bu kişiler için doktor muayenesine başvurulması, diğer yandan kendisine zarar verme konusunda meyli olduğu anlaşılanlar açısından kendileri için en uygun yerlerde kalmalarının temin edilmesi gerekmektedir (Mehmet Kaya ve Diğerleri, § 73; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Keenan/Birleşik Krallık, § 90, 91, Tanrıbilir/Türkiye, § 74).

67. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Ancak bu yükümlülük her olayda mutlaka ceza soruşturması yürütülmesini gerektirmemektedir. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 55, 59).

68. Öte yandan ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60)

69. Somut olayda Ceza İnfaz Kurumunun fiziki yeterliliği, C-15 koğuşunda kalan tutuklu ve hükümlülerin psikolojik durumları hakkındaki tespitler ve yangının hemen ardından alınan bilirkişi raporlarındaki değerlendirmeler dikkate alındığında Ceza İnfaz Kurumunun aşırı kalabalık olması, koğuş içerisinde ve koridorlarda kamera bulunmaması, yine koğuşlarda yangını algılayacak nitelikte bir alarm sisteminin bulunmaması, koğuşta bulunan bazı eşyaların hızlı yanma özelliğine sahip olması ve yangın hortumunun yanan koğuşa kadar uzanmaması gibi olguların, devletin kontrolü altında bulunan kişilerin yaşamını koruma konusundaki pozitif yükümlülüğüne etkisini değerlendirmek gerekmektedir. Nitekim başvuru konusu olayda devlete atfedilebilecek basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun varlığı, ancak söz konusu değerlendirmenin yapılması neticesinde ortaya çıkarılabilecektir.

70. Olaya ilişkin yürütülen soruşturma sonucunda Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca yangının çıkış sebebinin tutuklu ve hükümlüler tarafından Ceza İnfaz Kurumu idaresine gözdağı vermek ve onları zor durumda bırakmak olduğu sonucuna ulaşılmış, gerçekten de yangının çıktığı tarihten önceki günlerde C-15 koğuşunda çeşitli huzursuzluklar yaşanmıştır. Örneğin 8/6/2012 tarihinde başvurucunun oğlu Y.E. ile B.Ş. kavga etmiş ve her ikisi de 2 ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılma cezası almıştır. Daha sonra 15/6/2012 tarihinde yani yangından bir gün önce, aralarında başvurucunun oğlunun da bulunduğu pek çok tutuklu ve hükümlünün birbiri ile sözlü tartışmaları, oda kapısına tekme atmaları, müşahede odasına gönderilen Y.E.’yi istemekte ısrarlı tutum ve davranışlar sergilemeleri neticesinde Cezaevi disiplinini bozucu bazı eylemler gerçekleşmiştir. Bunların dışında yürütülen soruşturma kapsamında C-15 koğuşunda yaşanan ve koğuşun huzur ve güvenliğini olumsuz etkileyen başka bazı olaylar da tespit edilmiştir (bkz. § 31).

71. Somut olayda olayın genel gelişimine bakıldığında müteveffalardaki yangın çıkarma konusundaki iradenin, çok dar bir zamanda ortaya çıktığı ve eyleme geçirildiği anlaşılmaktadır. Ancak yangının müteveffalar tarafından çıkartılmış olması, devletin denetimi ve gözetimi altında bulunan tutuklu ve hükümlülerin vücut bütünlüklerinin korunması kapsamında Cezaevinde yangın ihtimaline karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin ayrı bir değerlendirme yapılmasını engellemeyecektir. Bu çerçevede C-15 koğuşunun sürekli şekilde disiplin olaylarının gerçekleştiği bir koğuş olması, ayrıca koğuşta kapasitenin çok üzerinde tutuklu ve hükümlünün barındırılıyor olması, Cezaevi yetkililerine tutuklu ve hükümlülerin yaşamını koruma konusunda yüklenen dikkat ve özen yükümlülüğünü daha da artırmaktadır. Zira disiplin olaylarının sıklıkla yaşandığı C-15 koğuşunda tutuklu ve hükümlüler tarafından Cezaevinin güvenliğini tehlikeye sokacak nitelikte bir eylemin gerçekleştirilebileceği öngörülebilir bir durumdur.

72. Devletin -cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin ruhsal anlamda kırılgan bir yapıya sahip olabilecekleri de düşünüldüğünde- olası bir tehlike anında bu kişilerin güvenliğinin yeterli ölçüde sağlanması konusunda gerekli önlemleri alması gerekmektedir. Söz konusu yükümlülük, olası risklerin tutuklu ve hükümlülerin kasıtlı fiilleriyle veya ihmalleriyle gerçekleşmesinden bağımsız şekilde alınması gereken tedbirlere ilişkindir. Bu kapsamda ceza infaz kurumlarının inşası, organizasyonu, iç işleyişinin düzenlenmesi ile teknik ve fiziki yeterliliği konusunda görevlendirilmiş kamusal makamların, cezaevlerinin güvenliği konusunda gerekli tedbirleri alması beklenir. Yangın gibi vücut bütünlüğünün korunması noktasında ciddi bir tehlike oluşturan olaylar açısından da olaya hızlıca müdahale edilip tutuklu ve hükümlülerin tehlikeli alandan kısa sürede uzaklaştırılmalarına imkân sağlayacak uygun araçların temin edilmesi gerekmektedir. Yaşanacak bu tip tehlikeli olaylarda ciddi sonuçların meydana gelmesini engellemek adına yapısal eksikliklerin önceden öngörülmesi ve gerekli tedbirlerin alınması büyük bir öneme sahiptir.

73. Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen yangın açısından da somut olayın mevcut koşullarına bakıldığında yangın ihtimaline karşı etkili bir müdahalenin sağlanması ile tutuklu ve hükümlülerin tehlikeli alanlardan bir an önce uzaklaştırılması konusunda öngörülmesi beklenebilecek bazı eksikliklere rastlanmaktadır.

74. Yangının ardından alınan bilirkişi raporlarında, C-15 koğuşunda bulunan bazı eşyaların hızlı yanma ve zehirleme özelliğine sahip olduğu belirtilmiştir. Bu çerçevede anılan raporlarda koğuşta battaniye, sünger yatak ve duvarlarda yağlı boya bulunmasının yangını hızlandırıcı ve kontrol altına alınmasını güçleştirici bir etki oluşturduğundan bahsedilmiştir. Cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin günlük yaşamlarında ciddi nitelikte bir değişim yaşamalarının doğal bir sonucu olarak kırılgan bir yapıya bürünmeleri ve kendilerine veya başkalarına zarar verme riski olduğu gerçeği karşısında devletin, cezaevinde kalan tutuklu ve hükümlülerin kullanımına verilecek eşyalar konusunda daha hassas davranması gerektiğinden bahsedilebilecektir. Bu çerçevede Ceza İnfaz Kurumu idaresince tercih edilen eşyaların çabuk yanıcı ve zehirleyici nitelikte olması, tutuklu ve hükümlülerin vücut bütünlüğünün korunması hususunda potansiyel bir risk oluşturmaktadır.

75. Ceza İnfaz Kurumunda yer alan oda ve koğuşlar ile koridorlarda güvenlik kamerası sistemi bulunmamaktadır. Oda ve koğuşlarda güvenlik kamerası bulunmamasının özel hayatının gizliliğinin korunması amacına hizmet ettiği kabul edilmekle birlikte koridorlarda kamera sisteminin bulunmaması, olası bir tehlikenin fark edilip daha çabuk müdahalede bulunulabilmesini engelleyici niteliktedir.

76. Ayrıca Kurumda yangını algılayacak nitelikte bir alarm sistemi de yoktur. Soruşturma dosyasında bu durumun sebebi olarak koğuşlarda sigara içmenin yasak olmaması nedeniyle yangın alarmı takılmasının pratik bir faydasının bulunmayacağı gösterilmiştir. Oysa 4207 sayılı Kanun, kural olarak cezaevlerindeki kapalı bölümlerde tütün ürünlerinin tüketilmesini yasaklamakla birlikte istisnai olarak anılan ürünlerin tüketilebileceği alanların oluşturulabileceğini düzenlemiştir. Somut olayda ise Ceza İnfaz Kurumunda hangi bölgelerde sigara içilebileceğine yönelik bir uygulama saptanamamıştır. Yangını algılayacak nitelikte bir alarm sisteminin somut olay açısından taşıdığı önem dikkate alındığında bu yöndeki bir belirsizliğin ciddi riskler taşıdığı açıktır.

77. Meydana gelen olayda, su hortumunun yangın çıkan koğuşa yetişmediği ve bu nedenle başka bir hortumun kesilerek diğer hortuma eklenmesi suretiyle yangına müdahalede bulunulduğu tespit edilmiştir. Cezaevinde belirli aralıklarla yangın söndürme tatbikatı yapıldığı, en son tatbikatın ise yangından yaklaşık 6 ay önce yapıldığı, anılan tatbikatlarda yangın hortumunun C-15 koğuşuna ulaşmada yetersiz kaldığının tespit edilmesinin beklenebilecek bir durum olduğu, dolayısıyla bu eksikliğin giderilmemesi noktasında da bir kusurdan bahsedilebileceği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda yangının büyüklüğü karşısında anılan yangın hortumuyla yapılacak müdahalenin meydana gelen sonuç açısından nedensel bir değer taşımadığına ilişkin tespit, çok kısa bir sürenin bile meydana gelebilecek olası sonuçları önleme konusunda büyük bir etkiye sahip olabileceği bu tür olaylarda devletin yaşam hakkı kapsamında alması gereken tedbirler konusundaki sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.

78. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde disiplin olaylarının sıklıkla yaşandığı C-15 koğuşundaki tutuklu ve hükümlülerin Ceza İnfaz Kurumunun güvenliğini tehlikeye sokabilecek eylemlerde bulunabileceklerine dair öngörülebilir belirtiler bulunmasına rağmen bu konuda gerekli tedbirlerin alınmadığı görülmektedir. Bu kapsamda Ceza İnfaz Kurumunda kullanılan eşyaların çabuk yanıcı ve zehirleyici özellikte olması, yangın ihtimaline karşı daha hızlı ve etkili müdahalede bulunulabilmesi için koğuşlarda yangını haber veren alarm sistemi, koridorlarda ise kamera sistemi bulunmaması, Kurumda bulunan yangın hortumunun da belirli aralıklarla yapılan yangın söndürme tatbikatlarına rağmen C-15 koğuşuna ulaşabilecek uzunlukta olmaması ve somut olayın gerçekleşme koşulları birlikte değerlendirildiğinde yangının çıkmasının engellemesi, yangının ardından tutuklu ve hükümlülerin hızlı ve güvenli bir şekilde tahliyelerinin sağlanmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınması ve yangına etkili şekilde müdahale edilebilmesine yarayacak uygun araçların sağlanması konusundaki eksikliklerin giderilmemesi nedeniyle ciddi ihmallerin bulunduğu ve bu ihmallerin basit bir dikkatsizliği veya değerlendirme hatasını aştığı anlaşılmıştır. Bu nedenle müteveffanın yaşamını korumak için gerekli önlemlerin alınmamasına ilişkin şikâyetlerin, başvurucu lehine hükmedilecek bir tazminatla giderilebilecek nitelikte olmadığı (bkz. § 68) değerlendirilmiştir.

79. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkının gerektirdiği yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

80. Nuri NECİPOĞLU bu görüşe katılmamıştır.

 b. Yaşam Hakkı Kapsamında Yürütülen Ceza Soruşturmasının Etkili Olmadığı İddiası Yönünden

81. Başvurucu, Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda çıkan yangında oğlunun hayatını kaybettiğini, bu olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediğini, soruşturma dosyasına erişiminin hukuka aykırı olarak engellendiğini ve soruşturma sonucunda verilen karara yaptığı itirazın gerekçesiz olarak reddedildiğini ileri sürmüştür.

82. Bakanlığın konu hakkındaki görüş yazısında, AİHM içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları; soruşturmanın, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul bir hızlılık içinde yürütülmesi, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olması gerektiği ifade edilmiştir.

83. Bakanlık görüşünde, yine AİHM kararlarına dayanılarak somut olayda varılan sonuçla ilgili değil, bu sonucu doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almaları gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar verebileceği, etkili bir yargısal denetim oluşturma şeklindeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını veya her ceza davasında mahkûmiyet kararı verilmesini gerektirmediği, mağdurlara idari ve hukuki dava yollarının açık olmasının da yeterli görülebileceği belirtilmiştir.

84. Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak olay sonrasında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldığı, yangın sonucunda ölen tutuklu ve hükümlülerin ölü muayene ve otopsi işlemlerinin yapıldığı, yangının çıkış nedenine yönelik olarak farklı uzmanlık alanlarına sahip kişilerden bilirkişi raporları alındığı, olayla ilgili bilgi sahibi olabilecek hükümlü ve tutuklular ile ilgili kurum memuru ve müdürlerinin ifadelerine başvurulduğu, başvurucunun da müşteki sıfatıyla ifadesinin alındığı, yapılan soruşturma sonucunda Ceza İnfaz Kurumu görevlileri ve yangından sağ kurtulan şüpheliler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği ve bu karara başvurucu tarafından yapılan itirazın da reddedildiği belirtilmiştir.

85. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde somut olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediğini, müteveffanın koğuşunun değiştirilmesi yönünde bir talebinin olmadığına dair Bakanlık görüşünün kuşku ile karşılandığını, zira idarenin kendi aleyhine olan bir dilekçenin ortaya çıkmasını istemeyeceğini, soruşturma kapsamında verilen gizlilik kararının hukuka aykırı olduğunu, gizlilik kararının kapsamı dışında olan bilirkişi raporları ve kendi ifadesinin yer aldığı tutanağı yazılı olarak talep etmesine rağmen soruşturmayı yürüten savcı tarafından dilekçeye derkenar yazılmak suretiyle bu talebinin reddedildiğini, anılan ret yazısının soruşturma dosyasında olduğunu ancak dosya kendisine verilmediğinden bu yazıya ulaşamadığını, ayrıca Şanlıurfa Cezaevinde meydana gelen olayın Cezaevinin bağlı bulunduğu Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturulması nedeniyle soruşturmanın tarafsız olarak yürütülemediğini ifade etmiştir.

86. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir resmî soruşturma yürütmekle yükümlüdür. (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

87. Yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil; uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17. maddesi hükümleri başvuruculara üçüncü tarafları belirli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği veya devlete tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

88. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve Ddiğerleri, § 57, Sadık Koçak ve diğerleri, § 94 ).

89. Ölüm olayına ilişkin yapılacak etkili bir soruşturma kapsamında yetkililerin; tanıklarının ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde yaralanmalar ile ilgili eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması, ölüm sebebinin objektif analizinin yapılması ve söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tüm tedbirlerin alması gibi işlemleri yapmaları gerekmektedir. Ölüm sebebinin veya olası sorumlulukların tespit edilmesini olumsuz yönde etkileyecek nitelikteki her türlü eksiklik, etkili bir soruşturma yürütülmesi açısından risk teşkil edebilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 301; Mehmet Köse/Türkiye, B. No: 10449/06, 1/4/2014, § 64).

90. Ayrıca soruşturmada görevli kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olmaları gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı bulunmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 55721/07, 13/9/2002, § 138).

91. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de -teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için- soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ek olarak her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

92. Yaşanan bir ölüm olayına ilişkin delillerin değerlendirilmesi, idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün “şüpheli” olduğuna dair iddialarının soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68).

93. Devletin yaşam hakkı kapsamında etkili bir ceza soruşturması yürütme yükümlülüğü kapsamında somut olayda öncelikle başvurucunun, Şanlıurfa Cezaevinde meydana gelen olayın Cezaevinin bağlı bulunduğu Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturulması nedeniyle soruşturmanın tarafsız olarak yürütülemediğine ilişkin iddialarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

94. Genel olarak tarafsızlık, davanın çözümünü etkileyecek bir önyargı, tarafgirlik ve menfaate sahip olunmaması, davanın tarafları karşısında ve onların leh ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate sahip olunmamasını ifade eder (Rıfat Bakır ve diğerleri, § 83).

95. Tarafsızlığın öznel ve nesnel olmak üzere iki boyutu olup bu kapsamda hâkimin birey olarak mevcut davadaki kişisel tarafsızlığının yanı sıra kurum olarak mahkemenin, kişide bıraktığı izlenimin de dikkate alınması gerekmektedir (AYM, E. 2005/55, K. 2006/4, 5/1/2006). Yargılamayı yürüten mahkeme üyelerinin taraflardan biriyle veya anlaşmazlık konusu ile maddi veya manevi yakın bir bağının bulunması veya yargılama sürecinde sarf ettiği ifadeleri ile tarafsız olamayacağı yönünde meşru bir kanaat uyandırması, bunun yanı sıra davadan önce dava ile doğrudan bağlantılı bir konumda bulunması da tarafsızlığı ihlal edebilir. Ancak belirli bir uyuşmazlıkta yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir delil bulunmadığı ve bu husus kanıtlanmadığı müddetçe tarafsız olduğunun bir karine olarak varsayılması zorunludur. Bunun yanı sıra yargılama makamının tarafsızlığına ilişkin herhangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek yeterli güvenceleri sunması da gerekmekte olup bu husus tarafsızlığın nesnel boyutuna işaret etmektedir (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, § 40).

96. Başvuruya konusu olayda, Şanlıurfa (E) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda çıkan yangına ilişkin yürütülen soruşturmada Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının ve itiraz merciinin resen elde edilen veya idare ile başvurucu tarafından sunulan bilgi ve belgeleri değerlendirmek suretiyle söz konusu olayın gerçekleşme koşullarının ve olası sorumluların tespitine ilişkin kararlar verdiği anlaşılmıştır. Bu kapsamda başvuruya konu yargılama faaliyeti açısından ilgili usul hükümleri uyarınca soruşturma ve yargılama faaliyetini devam ettiren makamların, tarafların adil yargılanmaya ilişkin meşru beklentileri üzerinde menfi etkide bulunacak bir izlenime sahip olunmadığı gibi -hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde- soruşturmayı yürüten Savcılığın ve itirazları inceleyen Mahkeme üyelerinin taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir bulgu da saptanmamıştır.

97. Diğer taraftan başvurucu, somut olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediğini, soruşturma dosyasına erişimin hukuka aykırı olarak engellendiğini ve soruşturma sonucunda verilen karara yaptığı itirazın gerekçesiz olarak reddedildiğini ileri sürmüştür.

98. Somut olaya ilişkin yapılan soruşturmada, C-15 koğuşunda kalan tutuklu ve hükümlülerin Cezaevinde bulunma nedenlerinin, Cezaevinde bulundukları sürede sergiledikleri davranışların, karıştıkları disiplin olaylarının ve bu durumun yangının çıkış sebebine olan olası etkilerinin araştırıldığı, Ceza infaz Kurumunca yangın çıkma ihtimaline yönelik alınan tedbirlerin niteliğinin ve yeterliliğinin değerlendirildiği, olayın meydana gelmesinin ardından da yangının çıkış sebebine ve yangına daha etkili müdahale edilebilmesi noktasında alınması gerekli olan tedbirlere ilişkin alanında uzman pek çok bilirkişiden çeşitli raporlar alındığı anlaşılmıştır.

99. Bu kapsamda yapılan soruşturmada, somut olayda kusurlu olabileceği düşünülen Ceza İnfaz Kurumu görevlileri ve C-15 koğuşunda bulunup da yangından sağ kurtulan tutuklu ve hükümlülerin cezai anlamdaki sorumlulukları ayrıntılı bir şekilde incelenmiş ve kendilerine atfedilebilecek herhangi bir cezai sorumluluklarının bulunmadığından bahisle haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bunun yanında olaya ilişkin yürütülen ceza soruşturmasından ayrı olarak Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında ayrı bir disiplin soruşturması daha yürütülmüş ve ilgili görevliler hakkında herhangi bir disiplin cezasına hükmedilmemiştir.

100. Bununla birlikte somut olayda C-15 koğuşunda meydana gelen yangının mevcut koşullarına bakıldığında yangın ihtimaline karşı etkili bir müdahalenin sağlanması ile tutuklu ve hükümlülerin tehlikeli alanlardan bir an önce uzaklaştırılması konusunda öngörülmesi beklenebilecek bazı eksikliklere bağlı olarak devletin kontrolü altında bulunan tutuklu ve hükümlülerin yaşam haklarının korunması noktasında ciddi ihmallerin bulunduğu tespit edilmiştir (bkz. §§ 69-79). Ancak olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın, kapsamı ve sonuçları itibarıyla söz konusu ihmallerin ortaya çıkarılmasını ve sorumluların cezalandırmasını sağlayacak nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır.

101. Bu nedenle başvurucunun oğlunun da aralarında bulunduğu tutuklu ve hükümlülerin ölümüyle sonuçlanan yangına müdahale edilmesi konusunda, yukarıda bahsedilen ihmal ve eksikliklerin de değerlendirilip sorumluların tespit edilmesini sağlayacak nitelikte yeni bir ceza soruşturması yapılması gerekmektedir.

102. Açıklanan nedenlerle somut olayda yürütülen ceza soruşturmasında yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

103. Nuri NECİPOĞLU bu görüşe katılmamıştır.

104. Yaşam hakkının usule ilişkin boyutuna dair verilen ihlal kararı doğrultusunda yeni bir ceza soruşturması yürütüleceğinden başvurucunun, soruşturma dosyasına erişimin hukuka aykırı olarak engellendiğine ve soruşturma sonucunda verilen karara yaptığı itirazın gerekçesiz olarak reddedildiğine dair iddiaları için ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

 3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

105. Başvurucu, başvuru konusu olayda anayasal haklarının ihlalinin tespitiyle 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

106. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

107. Mevcut başvuruda yaşamı koruma yükümlülüğü yönünden Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olduğundan ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için dosyanın ihlal kararında belirtilen hususlarda yeniden değerlendirme yapılmak üzere ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi ve ayrıca kararın bir örneğinin de bilgi edinilmek üzere Bakanlığa gönderilmesi gerekir.

108. Başvurucu, her ne kadar yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşsa da Bakanlıkla yaptığı uzlaşma neticesinde kendisine 30.000 TL maddi ve 45.000 TL manevi olmak üzere toplam 75.000 TL tazminat ödendiği dikkate alınarak Anayasa Mahkemesince başvurucu lehine ayrı bir manevi tazminata hükmedilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

109. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden, KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

B. Başvuru konusu olayda, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında yaşamı koruma yükümlülüğü ile etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE, Nuri NECİPOĞLU'nun karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

C. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince, başvurucuya manevi tazminat ödenmesine yer olmadığına, OYBİRLİĞİYLE,

D. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için, kararın bir örneğinin, gereği yapılmak üzere Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,

E. Kararın bir örneğinin, bilgi edinilmesi için Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,

F. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE

4/11/2015 tarihinde karar verildi.

 

 

 

MUHALEFET ŞERHİ

Başvurucu, 16/6/2012 tarihinde Şanlıurfa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen yangında aralarında oğlunun da bulunduğu 13 kişinin hayatını kaybettiğini, oğlunun, yangının çıkmasından yaklaşık 10 gün önce idareye dilekçe vererek “bulunduğu koğuşta sürekli kavga olduğunu ve korktuğunu” belirtip koğuşunun değiştirilmesini istediğini, ayrıca olaydan bir hafta önce Cezaevi telefonundan kendisini arayarak “koğuşunun sıkıntılı olduğunu, değiştirilmesini istediğini, ancak değiştirilmediğini, başına geleceklerden korktuğunu” söylediğini, Savcılık tarafından bu konuda herhangi bir araştırma yapılmadığını ve soruşturmadaki çelişkilerin giderilmediğini, ayrıca yasal koşulları oluşmadığı halde uzun bir müddet soruşturma dosyasına erişimin engellendiğini, Cezaevi yönetiminin ise gerek yangının çıkmasına engel olunmaması, gerekse de yangına zamanında müdahale edilmemesi nedeniyle kusurlu olduğunu, bu şartlar altında etkili bir soruşturma yapılmaksızın kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, anılan karara yaptıkları itirazın da gerekçesiz olarak reddedildiğini belirterek, Anayasa'nın 12., 17., 19. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmadığı iddiası bulunulmuş ise de, somut olayda, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun oğlunun da hayatını kaybettiği olaya ilişkin derhal soruşturma başlatıldığı, olaya ilişkin delillerin elde edilmesine yönelik ayrıntılı bir çalışma yapıldığı, olayın öncesinde ve olay anında yaşanan gelişmelerin detaylarıyla birlikte araştırıldığı, yangının çıkması ve yangına gerekli şekilde müdahale edilmesi noktasında kusur sayılabileceği düşünülen bütün durumlar hakkında ayrı ayrı değerlendirme yapıldığı ve bu surette somut olayın aydınlatılmasına yönelik yeterli çabanın gösterildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucunun, soruşturma dosyasına erişimin haksız ve hukuka aykırı olarak engellendiği, kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karara yapılan itirazı inceleyen mercii tarafından matbu cümlelerle itirazının reddedildiği ve soruşturmanın tarafsız olarak yürütülemediği yönündeki iddialarının da soruşturmanın etkililiği açısından herhangi bir hak ihlali oluşturmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğinden;

 Yaşamı korumak için gerekli tedbirlerin alınmadığı iddiası yönünden ise somut olayda, başvurucunun oğlunun ölümünde kamu görevlilerinin kasıt veya ağır ihmallerinin bulunmadığı, olaya ilişkin yürütülen soruşturma devam ederken başvurucu tarafından müteveffanın ölümünde kamu görevlilerinin kusuru olduğundan bahisle tazminat talebinde bulunulduğu, anılan talep doğrultusunda başvurucu ile Adalet Bakanlığı arasında sağlanan uzlaşma kapsamında başvurucuya maddi ve manevi tazminat olarak toplam 75.00,00 TL ödendiği, belirlenen tazminat miktarları ile somut olayın koşulları ve başvurucunun uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, idarenin yaşanan olaylara ilişkin olası bir sorumluluk ihtimaline karşı Adalet Bakanlığı tarafından yeterli miktarda tazminat ödenmesinin, başvurucunun yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırdığından;

Çoğunluğun kararına katılamadım.

 

 

 

 

 

Üye

Nuri NECİPOĞLU

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜLSÜN KARAMAN VE ŞERİF KARAMAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/16239)

 

Karar Tarihi: 12/11/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 5/12/2019 - 30969

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Mustafa ARI

Başvurucular

:

1. Gülsün KARAMAN

 

 

2. Şerif KARAMAN

Vekili

:

Av. Ahmet DOĞAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucuların ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan oğlunun kamu görevlilerinin ihmali dolayısıyla hayatını kaybetmesi ve olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/9/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucuların oğlu olan 1986 doğumlu T.K. birden fazla kişiyle gece vakti silahla yağma yapma suçundan hükümlü olarak tutulduğu Seydikemer-Eşen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) 19/1/2015 tarihinde isteğe bağlı sevk ile gelmiştir.

10. Ceza İnfaz Kurumuna kabulü sırasında Psikososyal Yardım Servisi ile görüşemeyen T.K. 26/1/2015 tarihli dilekçesine istinaden kurum psikoloğu D.S.E. ile görüşmüştür. Görüşme sonrası D.S.E. dilekçenin üzerine "Ağır ilaçlar kullanmış ve kendi isteği ile ilaçları bırakmış, dışarıda kokain kullanımı var, çocuk yaşta maddeye başlamış, 2 kere intihar girişimi var. Kız arkadaşı Malatya'da, kendisine zarar verme dav. var. İlaçlarına tekrar başlamak istiyor. Doktora yönlendirildi. Amcası cezaevinde kendisini asmış. İlaçla intihar girişimi var."şeklinde not düşerek dilekçeyi imzalamıştır.

11. T.K. 28/1/2015 tarihinde psikotik bozukluk tanısıyla Fethiye Devlet Hastanesi (Hastane) Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiş, 30/1/2015 tarihinde psikiyatri uzmanı tarafından yapılan muayenesinin ardından T.K.ya bipolar bozukluk tanısıyla reçete düzenlenmiştir.

12. Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Yardım Servisi 26/1/2015 tarihli görüşmeden sonra T.K. ile herhangi bir görüşme gerçekleştirmemiştir. Ancak Ceza İnfaz Kurumu psikoloğu D.S.E. ilk görüşmeden sonra 8/6/2015 tarihinde T.K. hakkında Hükümlü-Tutuklu Tanıma Formu hazırlamıştır.

13. T.K. 3/7/2015 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne dilekçe vererek kendisine psikolojik baskı yapıldığını, bu nedenle açlık grevine gittiğini belirtmiştir. Anılan dilekçeye istinaden T.K. Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Yardım Servisi ile görüşme yapmak üzere 6/7/2015 tarihinde çağrılmış fakat T.K.nın görüşme yapmak istemediğini bildirmesi nedeniyle herhangi bir görüşme gerçekleştirilememiştir.

14. Hastanenin Psikiyatri Polikliniğinde yeniden muayene edilen T.K. hakkında düzenlenen 1/9/2015 tarihli sağlık kurulu raporunda, hastanın davranış bozukluğu tanısıyla Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkinin uygun olduğu belirtilmiştir.

15. Ceza İnfaz Kurumunun C-18 koğuşunda kalan E.Ç. ile T.K. arasında yaşanan kavga üzerine Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından disiplin soruşturması başlatılmış ve T.K. 16/9/2015 günü saat 16.42 sıralarında üst araması yapılarak tedbiren A-120 No.lu tekli odaya alınmıştır.

16. Tekli odada bulunan T.K.ya aynı gün saat 17.44 sıralarında yemek verilmiş, saat 19.10 sıralarında boş yemek karavanları toplanmış, saat 20.08 sıralarında tekli odalar mazgaldan kontrol edilmiş, saat 20.37 sıralarında sayım kontrolü mazgaldan yapılmış ve saat 21.05, 21.17, 22.20, 22.24, 22.28 ve 23.20 sıralarında tekli odalar yeniden kontrol edilmiştir. Kontroller sırasında Ceza İnfaz Kurumu personeli tekli odalara girmemiştir.

17. 17/9/2015 günü saat 03.10 sıralarında T.K. kaldığı A-120 No.lu tek kişilik odadaki yatağı kapı arkasında duvara yaslamak ve dolabı yatağın üzerine devirmek suretiyle yatağı ateşe vererek yangın çıkarmıştır. Tek kişilik odadan dumanlar çıktığının anlaşılması üzerine koridorda bulunan iki nöbetçi infaz ve koruma memuru tarafından olaya derhâl müdahale edilmiş, saat 03.12 sıralarında odanın kapısı açılmaya çalışılmış fakat bu esnada demir kapı kolu kırıldığından ilk aşamada odaya girilememiştir. Saat 03.13 sıralarında mazgaldan yangın hortumu ile odanın içine su sıkılmış, saat 03.15 sıralarında ise başka bir kapı kolu yardımıyla kapı açılmıştır.

18. İnfaz ve koruma memurlarının yoğun duman altında bulunan tek kişilik odaya müdahalesinin ardından saat 03.20 sıralarında T.K. odadan baygın şekilde çıkarılmış ve ambulansla hastaneye sevk edilmiştir.

19. Genel durumu kötü olan ve bilinci kapalı olarak hastaneye getirilen T.K. 18/9/2015 tarihinde Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiş ve burada tedavisine devam edilirken 24/9/2015 tarihinde hayatını kaybetmiştir.

A. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci

20. Yaşanan olayla ilgili olarak Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) derhâl bir soruşturma başlatmıştır.

21. T.K.nın tedavi gördüğü Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hayatını kaybetmesi nedeniyle Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 24/9/2015 tarihinde ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiş ve kesin ölüm nedeninin tespiti için ceset üzerinde klasik otopsi yapılmasına karar verilmiştir.

22. Muğla Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 15/12/2015 tarihli otopsi raporunda, şahsa ait tüm adli tahkikat dosyası içeriği ile tıbbi evrakların İstanbul Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesine gönderilerek ölüm nedeninin buradan sorulmasının uygun olacağı belirtilmiştir.

23. Anılan otopsi raporu üzerine tüm adli tahkikat dosyası içeriği ve tıbbi evraklar Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kuruluna gönderilmiş olup düzenlenen 8/2/2016 tarihli otopsi raporunda; T.K.nın sağ hyoid kemik kırığı ile epiglosttis ve trakea girişindeki lezyonların tıbbi müdahale işlemleri sırasında oluşmasının mümkün olduğu, kişinin zehirlenerek veya travmatik bir tesirle öldüğüne ilişkin tıbbi delilin bulunmadığı, kronik kalp ve damar hastalığı bulunan kişide ölümün yangın ortamında kalmaya bağlı olarak dumandan boğulma, oksijensiz kalma ve sonrasında gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği mütalaa edilmiştir.

24. Başsavcılık tarafından T.K.nın kaldığı A-120 No.lu tek kişilik odanın kapı koridorunu gören kamera görüntüleri inceletilmiş, T.K.nın infaz dosyası temin edip Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı ve Bakanlığa hitaben yazdığı dilekçeleri incelenmiş, dilekçelerde geçen iddialar araştırılmıştır.

25. T.K.nın 2013 yılında İnebolu M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda iken Bakanlığa yazdığı dilekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...benim amcam da Elazığ E Tipinde intihar etti, ben de yaşamıma son vereceğim, üç kere intihar ettim ölmedim. Allah (c.c.) nasip ederse dördüncü de olacak efendim..."

26. T.K. tarafından Ceza İnfaz Kurumu vasıtasıyla Afyon Kocatepe Üniversitesi psikiyatri uzmanına hitaben yazılan 26/1/2015 tarihli dilekçenin ilgili kısmı ise şu şekildedir:

"...kötü rüyalar kabuslar ve geçmişe dayalı unutamadığım sorunlarım var intiharı düşünüyorum. Siz değerli büyüğüm bana bir yıl kullan ben senin tedavin için Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine tedavi için yollayacam diye arz etmiştiniz R.. ilacımı ve A.. içmediğimde kötü şeyler vs. rüyalar aklımdan çıkmıyor intihar saplantım var. Elim ayağım titriyor. Sayın Büyüğüm ben ilaç tedavisinden kurtulmak istiyorum. Fakat bir bir psikiyatri uzmanından yardım almak istiyorum. Çocuk yaştan beri uyuşturucu madde kullanıyorum. Ben kendi irademle Kastamonu Devlet Hastanesinde heyete çıktım. Tüm doktorlara iyi olduğumu söylemiştim. Çünkü çok aşırı ilaç almıştım. Ama olmuyor. Bir uzmandan yardım almadan bırakamıyorum. Üç defa intihar ettim, midem yıkandı, kendimi defalarca kestim. Siz değerli büyüğümden tarafıma yardım etmenizi önemle arz ederim..."

27. Yürütülen soruşturma kapsamında Başsavcılık olaya ilk müdahalede bulunan nöbetçi infaz ve koruma m