Avukat aynı işte menfaati zıt bir tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa, teklifi reddetmek zorundadır. (Av.K.m.38,1-c; Meslek Kuralları m.36,I) Avukatlık meslek kurallarının 35.maddesine göre, avukat aynı davada birinin savunması öbürünün savunmasına zarar verebilecek durumda olan iki kişinin BİRDEN vekaletini kabul edemez.AK m.38/II’de “Bu zorunluluk, avukatların ortaklarını ve yanlarında çalıştırdıkları avukatları kapsar”
Kamu hizmeti yapan avukatlar müvekkilinin her talebini yerine getirmek zorunda değildir. Yapılan taleplerin yolsuz ve haksız olması halinde veya yasa ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre reddedilecek ise, yapılan iş teklifini reddetmek zorundadır.Sırf karşı tarafı taciz etmek amacıyla yolsuz ve haksız iş talebini kabul ederek veya icra takibi yapılması avukatlık mesleği ile bağdaşmaz. Hüsnü Aldemir Sy. 307
Avukat kendisine yapılan teklifi yolsuz veya haksız görür yahut sonradan yolsuz veya haksız olduğu kanısına varırsa, teklifi (işi) reddetmek zorundadır. (Av.K.m.38/a) Teklifin sonradan yolsuz veya haksız olduğunun anlaşılması halinde avukat işi reddetmiş ise aldığı ücreti iade zorunda değildir ve hatta bakiye ücrete de hak kazanır. TBB Disiplin Kurulu Kararı 08.11.2013,372-862.
''...Avukatlık Kanunu ile izlenen amacın avukatın aldığı vekalet sonucu vakıf olduğu sırları önceki müvekkilinin aleyhine kullanmayı önlemek ve avukatlık mesleğine olan güvenin korunması olduğu göz önünde bulundurulduğunda, davacının somut olayda 15.05.2012 tarihinde G.Mesken Üretim İnş.San.Tic.Ltd.Şti tarafından vekil tayin edildikten sonra 21.05.2012 tarihli vekaletname ile L.A.tarafından vekil olarak tayin edildiği,15.05.2012 ile 31.05.2012 tarihleri arasında G.Mesken Üretim şirket vekili olarak ilgili şirket lehine işlemler yürütttüğü, 28.05.2012 tarihinde ise davacı avukatın G.Mesken şirketi aleyhibe L.A vekili olarak icra takibi başlattığı, bu haliyle tarafların menfaatleri arasında açık çelişkiye rağmen bahsi geçen işlemleri yürüttüğü görülmüştür.Tüm hususlar dikkate alındığında davacı avukat ile G.Mesken şirketi arasındaki vekaletname örneğinin süresiz ve genel bir vekaletname olduğu , sonrasında AZİL veya ÇEKİLME gibi BİR İŞLEM DE BULUNMADIĞI görüldüğünden, ilgili ŞİRKETLE MÜVEKKİL İLİŞKİSİ DEVAM EDERKEN L.A. Tarafından vekil tayin edildiğinden avukatlık mesleğinin karşılıklı güven ve sadakat mesleği olduğu,davacının daha sonra kabul ettiği vekillik nedeniyle eski müvekkilinin güveninin yitirme ihtimali doğabileceği, bu durumun avukatlık mesleğine olan inancı zedeleyeceği sonucuna ulaşıldığından, davacının kınama cezası ile tecziyesine ilişkin işlem ile anılan işleme yapılan itirazın reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Ankara 11.İdare Mahkemesi 06.11.2015,132-1573, TBB Disiplin Kurulu 04.09.2015,500-726, 31.05.2015,355-424''
Ceza muhakemesinde sanıklar arasında menfaat çatışması hali kamu düzeninden olup mahkemece resen gözetilmesi gerekir.
Avukatlık Yasası 38/b özü ve sözü ile birlikte yorumlandığında yasanın çok geniş anlamda uygulanmasının haklı ve adil sonuçlar vermeme olasılığına karşın hükmün uygulanması için ''aynı iş- TBB Disiplin Kurulu kavramı geniş yorumlamaktadır'' ve buna bağlı olarak ''menfaat zıtlaşması'' '' Eş zamanlılık'' gibi ölçütler getirilerek sınırlama konulmuştur. TBB Disiplin Kurulu Kararı 15.02.2015,37-144. TBB Disiplin Kurulu, itirazın iptali davasında temsilini üstlendiği iş sahibine karşı açılan boşanma davasında kocanın temsilinin aynı avukat tarafından üstlenmesini yasağa aykırı saymıştır.TBBDK 7.2.2014, 102/67. Doktrinde ise Buna karşılık eş zamanlılık ortadan kalktığında, avukatın önceki müvekkiline karşı başka bir davada vekâlet alabileceği kabul edilmektedir. Ancak TBBDK aynı iş kavramını geniş yorumlayarak eş zamanlılık ortadan kalksa bile vekilin vekalet ilişkisi devam ettiği sürece başka dava veya takip de olsa müvekkili aleyhine alamayacağını kabul etmektedir.“Taraf değiştirme (vekalet alamama) yasağı aynı uyuşmazlık veya aynı iş ile sınırlıdır. Yoksa taraflardan birinin boşanma davasına bakan avukat üstlendiği boşanma davası ile ilgili çalışması bittikten sonra aleyhine boşanma davası açtığı kişinin üçüncü bir kişideki alacağının tahsili için avukatlık yapmasında hiçbir sakınca yoktur. Aksi düşünce, avukatın çalışma alanını haksız bir biçimde daraltacak, onu serbestçe çalışmaktan alıkoyacak bir yükümlülük haline dönüşecektir.” Güner, s.420.
Avukat kendi kendine de bağımsızlığını korumak zorunda olması nedeniyle, menfaatleri zıt olan kişilerin vekaletnamelerinin AYNI ZAMAN DİLİMİ İÇERİSİNDE alınması Avukatlık Kanunu'nun 34,38/b, 134 ve TBB Meslek Kuralları 2,3,4 ve 36 maddelerinin ihlali suretiyle disiplin suçunu oluşturur. TBB Dis.K.Kararı 26.07.2013,100-562
''Belli bir işi takipten veya savunmadan isteği ile çekilen avukatın o işe ait vekalet görevi, durumu müvekkiline tebliğden itibaren 15 gün süre ile devam eder. Bu süreçte menfaat çatışmasına yol açacak yeni vekaletname alamaz'' TBBDK Y.30.01.1993, 1993/7 E.1993/11 K.-1998/77 E.1998/108 K.
'' Taraflar arasındaki vekil müvekkil ilişkisinin karşılıklı olarak anlaşma ile 11.06.2001 tarihinde bitirilmesi, kooperatif aleyhine alınan dava ve takip dosyalarının bu tarihten sonra olması karşısında Avukatlık Yasasının 38/b maddesindeki ''aynı işte menfaati zıt tarafa avukatlık yapmış veya mütalaa vermiş olmak'' koşulları gerçekleşmediğinden ve kooperatifden elde edinilen bilgi ve belgeleri bilahare aleyhlerine kullanıldığına ilişkin kesin, inandırıcı ve yeterli delil elde edilemediğinden disiplin suçu oluşmayacağına...'' TBBDK, 21.06.2003, 2003/89 E. 2003/203 K.
Maddi olaylar farklı olmakla beraber taraflar arasındaki bağlantı her iki davada veya takipte ortaksa iş, AYNI sayılır.
Taraflardan birinin savunulması ancak diğer tarafın suçlanmasıyla sağlanabiliyorsa, çıkarların çatıştığı ve müdafilerin değişik kişiler olması gerektiği kabul edilir.Nur Centel Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi,İstanbul,2013,10.bası.s.172
Usulüne uygun şekilde VEKİLLİKTEN ÇEKİLEN bir avukat, kanuni 2 haftalık süreden sonra karşı tarafın vekaletini alarak duruşmalara katılması ve taraflar arasında sır sayılabilecek bir bilgi de kullanılmamış ise avukatın eylemi Av.K.m.38/b 'e aykırılık sayılmaz. TBB Disiplin Kurulu Kararı 30.01.2016,2015/938-2016-104
'' Dosya kapsamına göre Şikayetli avukatın muris H.Ö.Miraşçıları vekili olarak... Kadastro Mahkemesinin 2007/665,2007/568 Esas sayılı dosyalarda vekil olduğu,3. Şahıslara karşı davalara baktığı, bu davaların bir kısmının Mahkeme kararı ile bir kısmının da tarafların feragati ile sonuçlandığı, bizzat F.G.tarafından 12.09.2012 tarihinde ...Kadastro Mahkemesinin 2012/555 esasında açılan davanın yukarda dosya numarası bildirilen parsellerle ilgili olmayıp, doğrudan kadastro tespiti esnasında şikayetçi N.Ö ve Ö.Ö. Aleyhine açılan dava olduğu görülmektedir.Şikayetli avukat şikayetçilerin vekilliğinden 06.09.2012 tarihinde usulüne uygun olarak VEKİLLİKTEN ÇEKİLMİŞ ve Yasanın öngördüğü 15 günlük süreden sonra 10.10.2012 tarihinde dosyaya sunulduğu, 15.02.2013 tarihli duruşmaya katılmış ve dosya kapsamına göre önceye ait sır sayılabilecek nitelikte bilgi ve belge sunmamış olduğu dosya kapsamı ile tartışmasızdır. Bu nedenlerle Baro Disiplin Kurulunca yapılan hukuksal değerlendirme isabetli olmakla itirazın reddi ile kararın onanması gerekmiştir.
SANIKLAR ARASINDA MENFAAT ÇATIŞMASI SONRADAN ORTAYA ÇIKARSA ; Her ne kadar avukatın reddetmekle yükümlü olduğu işi bir kez üstlendikten sonra derhal istifa etmesi etmesi gerektiği söylenebilirse de, istifanın sadece menfaat çatışmasına yol açan sonraki iş bakımından mı, yoksa her iki vekalet görevi bakımından mı söz konusu olacağı sorusunun cevabı açıkça verilmelidir. Sanıklar arasında menfaat çatışması çıktıktan sonra avukatın sonraki vekaletten istifa edip ilkine devam etmesinin yasakla konulan amaca aykırı olduğu söylense de Yargıtay ve TBBDK ; önceki-sonraki vekalet ayrımı yapmaksızın avukatın taraflardan birini tercih ederek dava veya takibe devam edebileceği görüşünde olduğu görülmektedir.Yrd.Nejat AdayERÜHFD,C.X,S.2 (2015)
Y.8.HD.T.6.6.2014,11103/11731: '' Mahkemece davacılar vekiline davada çıkarları çatışan taraflardan sadece bir tarafı temsil edebileceği hatırlatılarak, kendisinden davacılardan hangisini temsil edeceğinin sorulması, temsil etmeyeceği davacı veya davacılar için vekillikten kanunen çekildiği kabul edilerek, bunların davayı kendilerinin veya atadıkları takdirde başka vekil aracılığıyla takip edebilecekleri dikkate alınmadan, bu şekilde vekillikle ilgili yasaya aykırılık giderilmeden davanın esasına girilip yazılı şekilde karar verilmesi....''Y.1.HD,T,17.02.2011,417/1711-Y.10.HD.01.11.2011,3779/15177-Y.12 HD,22.01.2007,22501/669
''..Şikayetli avukat, makul bir süre içinde derhal iki vekillikten birine usulüne uygun olarak son vermeli, kamunun avukatlık mesleğine olan güven ve itibarını sarmamalıdır.'' TBBDK 21.06.2003,87/202 ( M.Haşim Mısır, Avukatlık Disiplin Hukuku, Ankara 2008,s.535)
Av.K.m.38/b hükmü anlamında '' zıt menfaatlerden'' söz edilebilmesi için avukatın tekel kapsamında bir işte vekalet görevi üstlenmiş olması gerekir. Yargıtay bu anlamda üstlenilen işlerin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabilmesi için üstlenilen işlerin Av.K.m.35/1 gereğince avukatlık tekeli kapsamına girmesini de zorunlu görmüştür. Y.5.CD.T.15.06.2015,10197/12513
Avukatlık Yasası Md 38/b bağlamında bir aykırılığın söz konusu olabilmesi için müdafii tarafından yürütülen işin Avukatlık Tekeli kapsamında bir iş olması gerekir; Av.Kanunu Md 35; Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek (Dava açmak-davayı takip etmek), bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir.Baroda yazılı avukatlar birinci fıkradakiler dışında kalan resmi dairelerdeki bütün işleri de takip edebilirler.
“İstanbul Barosuna kayıtlı avukat olan sanığın, 13.09.1995 tarihli vekaletnameyle kardeşi İ.S.'nun vekilliğini üstlenerek işlerini takip etmekteyken 03/04/2003 tarihli vekaletnameyle mağdur N. (R.) Y.'nun vekilliğini de üstlenerek adına kayıtlı taşınmaz hissesinin satışını yaptığı, 04/10/2007 tarihinde ise İ. S. vekili olarak mağdur aleyhine icra takibinde bulunduğu, bu şekilde aynı işte menfaati zıt taraflara avukatlık ederek 1136 sayılı Kanunun 38. Maddesine aykırı davranmak suretiyle görevi kötüye kullanma suçunu işlediği kabul edilerek mahkumiyetine karar verilmiş ise de; ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet kararı verilebilmesi için suç oluşturan fiilin sanık tarafından işlendiğinin hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak, herkesi inandıracak biçimde kanıtlanması ve şüphenin masumiyet karinesinin gereği olarak sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği (Anayasa m.38/4, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.6/2, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi m.11, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi m.14/2) ancak sanığın aşamalarda değişmeyen savunmaları, 04/06/2008 tarihli protokol ve taahhütname hükümleri, Beykoz 1. Noterliğince düzenlenen 03/04/2003 tarih ve 7609 yevmiye no.lu düzenleme şekilde vekaletnamenin mağdurun mirasçılarından intikal eden ve Beykoz ilçesi sınırları içerisinde bulunan taşınmaz mallara ilişkin intikal ve satış yetkileri yanında dava yetkilerini içermekte ise de, mağdurun hiç bir aşamada dava açması veya icra takibi yapması için de yetki verdiğine ilişkin iddiasının bulunmaması, vekaletnamenin hisse satışı dışında kullanılmamış olması, vekalet tarihi ile icra takibi arasında 4 yıl gibi bir sürenin geçmiş olması ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, sanığın atılı suçu işlediğine dair kesin, inandırıcı ve yeterli delil bulunmadığı, savunmasının aksine vekaletnamenin 1136 sayılı Kanunun 35/1. maddesinde yazılı münhasıran avukatlar tarafından yapılabilecek işler için verildiği hususunun şüpheli kaldığı, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince de beraatine karar verilmesi gerektiği…” Y 5. CD, T. 15.6.2015, 10197/12513
“… Sanıklar Suat ve Bekir. . ile Adem ve Veysel'in aralarında menfaat çatışması bulunması ve ortak müdafiin hukuki yardımından yararlanmalarının sanıkların savunmalarında zafiyet oluşturması nedeniyle savunmalarının başka müdafiler tarafından üstlenilmesinin sağlanması gerektiği nazara alınmadan, yerel mahkemece duruşmaya devam edilerek hüküm kurulması, hem yukarıda açıklanan kanun ve meslek kurallarına aykırı, hem de AİHS'nin 6. Maddesinde asgari şartları belirtilen adil yargılama ilkesinin ihlali niteliğindedir.” (Y CGK, T.29.4.2014, 1-214/212;
Ceza yargılaması açısından CMK m.152’de “Yararları birbirine uygun olan birden fazla şüpheli veya sanığın savunması aynı müdafie verilebilir” şeklinde bir düzenleme yer almaktadır.
Y CGK, 19.11.2013, 8-114/463 (Kazanci MİBB). Yargıtay, savunmaların aynı yönde olması halinde menfaat çatışmasının bulunmadığına hükmetmektedir. “Sanıkların, aşamalarda birbirlerini suçlayıcı ya da çıkar çatışması sonucunu doğurucu farklı savunmalarda bulunmadıkları ve aynı müdafinin hukuki yardımından yararlandıkları davada birisinin savunmasının öbürünün savunmasına zarar verebilecek nitelikte olmadığı gibi,ortak müdafileri tarafından da aynı doğrultuda savunma yapılmış olup, birisinin lehine, öbürünün aleyhine olacak biçimde savunmada zafiyete sebebiyet verilmediği dolayısıyla da sanıkların savunma haklarının kısıtlanmadığı anlaşılmaktadır.” Y CGK, 15.5.2012, 1-872/198
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2011/6395
K. 2013/744
T. 17.01.2013
CMK’nın 151 inci maddesi gereği, zorunlu müdafiin görevini yapmadığı hallerde mahkemenin başka bir müdafi görevlendirilmesini sağlaması gerekmekte ise de, bu işlemin fiilen aynı duruşmada gerçekleştirilmesi mümkün olmadığı gibi. mahkemenin bu yönde bir atama yapmamış olması da, o dosyada görevlendirilmiş olan müdafiin yasal yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Başka deyişle, böyle bir durumda dahi müdafiin duruşmaya katılmama eylemi ile, sanığın hukuki yardımdan mahrum kalması (mağduriyet şartı) arasında illiyet bağı da gerçekleşmiş sayılır.
Avukat vekalet ilişkisi sona ermeden farklı konu da olsa müvekkiline karşı vekalet alamaz. Şikâyetli avukatın vekâlet ilişkisi sona ermeden ve eş zamanlı olarak konusu başka da olsa Şikâyetçi aleyhine davalar açarak iş üstlendiği dosya kapsamı ile tartışmasız olmakla eylem Avukatlık Yasası 38/b maddesine aykırılıktır.
TBB DİSİPLİN KURULU KARARI
Tarih - Esas No - Karar No Konu
T. 07.02.2014
E. 2013/102
K. 2014/67
Şikâyetli avukatın vekâlet ilişkisi sona ermeden ve eş zamanlı olarak konusu başka da olsa Şikâyetçi aleyhine davalar açarak iş üstlendiği dosya kapsamı ile tartışmasız olmakla eylem Avukatlık Yasası 38/b maddesine aykırılıktır.
İtirazın süresinde olduğu anlaşılmakla gereği görüşülüp düşünüldü:
Şikâyetli avukat hakkında, “... 1 Asliye Hukuk. Mahkemesi’nin 2010/12 esas sayılı dosyasında vekili iken Şikâyetçi eşi Ş.S. tarafından ... Aile Mahkemesi’nin 2010/911 Esas sayılı Boşanma davasında aleyhine vekâlet üstlenerek dava açtığı ve bu nedenle Avukatlık Yasası 34, 38/b 134 ve TBB Meslek Kuralları 3, 4, 36. maddelere aykırı davrandığı iddiası ile açılan disiplin kovuşturması sonucu eylem sabit görülmeyerek disiplin cezası tayinin yer olmadığına karar verilmiştir.
Şikâyetli avukat önceki ve Disiplin Kuruluna verdiği savunmasında özetle; Şikâyetçinin kendisine Avukat A.T.H. ile birlikte vekâlet çıkardığını, aslında kendisine değil Avukat A.T.H.’e vekâlet çıkaracak iken kendisinin de büroda bulunması ve davanın ...’de olması nedeniyle kendisine de vekâlet çıkarıldığını, ... l. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davaya vekâletin konulduğunu, 27.07.2010 tarihinde dava şikâyetçi lehine sonuçlandığını ve vekâletin sadece bu işi için alındığından vekâlet ilişkisi sona ediğini, hatta 03.09.2010 tarihinde şikâyetçi vekâletten azlettiğinden hükmedilen avukatlık ücretini de alınamadığını, 12.08.2011 tarihinde şikâyetçinin eşi Ş.S.in vekâletini alarak boşanma davası işlemlerini başlattığını, bu tarihte şikâyetçinin dosyasının neticelendiği için kusurunun olmadığını, suçsuz olduğunu belirtmiştir.
İncelenen dosya kapsamından Şikâyetli avukatın ... 18.Noterliği’nin 16.02.2010 gün ve … Yevmiye No.lu vekâletnamesi ile vekil edildiği,
... 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/12 Esasındı a kayıtlı itirazın iptali davasına Şikâyetçi vekili olarak katıldığı,
Şikâyetli avukatın Şikâyetçi eşi Ş.S.’in ... 2. Noterliği’nin … Yevmiye No.lu vekâletnamesi ile vekil edildiği,
Şikâyetli avukatın ve ... %. Aile Mahkemesi’nin 2010/88 D.İş Esasında 06.08.2010 tarihinde 4320 Sayılı Yasaya göre Şikâyetçi aleyhine dava açtığı ve Mahkeme’nin 10.08.2010 günlü kararı ile talebin kabulü ile Yasa’nın 1/a maddesi hükmüne göre karar verildiği,
Şikâyetli avukatın ... Aile Mahkemesi’nin 2010/911 Esasında Şikâyetçi aleyhine 12.08.2010 tarihinde boşanma davası açtığı
Şikâyetli avukatın ... 2. Noterliği’nin 03.09.2010 gün ve 31495 Yevmiye No.lu azilnamaesi ile azledildiği,
Şikâyetli avukatın disiplin sicilinde ceza olmadığı, görülmektedir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 03.0.7.1995 tarih ve 8691-7761 sayılı kararında, “Avukatlık Yasası’nın 38/b Maddesinde, avukata aynı işte menfaati zıt bir tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa, işi ret etmesi gerektiği kuralı yer almaktadır. Yasa ile izlenen amaç, avukatın aldığı vekâlet sonucu vakıf olduğu sırları önceki müvekkilinin aleyhine kullanmayı önlemektir. Yasa Maddesi ile öngörülen husus kamu düzeni ile ilgili olup mahkemece resen gözetilir. Somut olayda davacı vekili, taraflar arasında boşanma ve yoksulluk nafakasına karar verilen ilk davada kocanın vekili olmuştur. Nafakanın takdirine esas olan mali konuda kocanın (bu davadaki davalının) sırlarını ve gücünü öğrenmiştir. Bu durumda Av. ...’nun huzuru ile davaya bakılması usul ve yasasa aykırıdır.” gerekçesi ile maddenin bir amacı belirtildiği gibi, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 03.10.2000 tarih ve 2000/6961-7836 sayılı kararında da, “Avukatlık, karşılıklı güven ve sadakat isteyen bir meslek olup, vekâlet de bu inanç doğrultusunda verilir. Davalı avukat, davacının bu inancını kötüye kullanarak hasım tarafın kendisini vekil tayin etmesine karşı koymamış, onun vekilliğini üstlenmiştir. Bu durum müvekkil davacının davalı avukatına karşı beslediği güvenin sarsılmasına neden olduğunun kabulünde duraksamaya yer yoktur. O nedenle davacı müvekkil salt bu nedeni ileri sürmek suretiyle dahi azilde haklıdır.” denilmek suretiyle Avukatlık Yasası M. 38/b ve Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları madde 36, salt öğrenilen sırların önceki müvekkile karşı kullanılmasını önlemek amacıyla değil, karşılıklı güven ve sadakat nedeniyle de konulmuş bulunduğunu açıkça belirtmektedir.
Avukatlık Yasası’nın 34. maddesi, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliği’nce belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.”
Avukatlık Yasası M. 38/b, “Aynı işten menfaati zıt tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa" teklifi reddetmek zorundadır.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın 3. maddesi, “Avukat, mesleki çalışmasını kamunun inancını ve mesleğe güveninin sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür.”
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın 2. maddesi, “Mesleki çalışmasında avukat bağımsızlığını korur; bu bağımsızlığı zedeleyecek iş kabulünden kaçınır.” Gerçektende bu sebepledir ki, Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın 36. Maddesi “Bir anlaşmazlıkta taraflardan birine hukuki yardımda bulunan avukat yararı çatışan öbür tarafın vekâletini alamaz, hiçbir hukuki yardımda bulunamaz.” hükmü ile avukat, işi retle yükümlendirilmiştir.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın 4. maddesi, “Avukat, mesleğin itibarını sarsacak her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır.”, hükümleri ile belirlenen ilkeler göz önünde bulundurulduğunda, m.nin amacının esas itibarıyla mesleğe olan güveni sarsmamak olduğu tartışmasızdır.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın madde. 36, “Bir anlaşmazlıkta taraflardan birine hukuki yardımda bulunan avukat yararı çatışan öbür tarafın vekâletini alamaz, hiçbir hukuki yardımda bulunamaz. Ortak büroda çalışan avukatlar da, yararları çatışan kimseleri temsil etmemek kuralı ile bağlıdır.” hükmünü amirdir.
Avukat kendi kendine karşı da bağımsızlığını korumak zorundadır.
Avukatlık, “doğruluk karinesi”nden yararlanan mesleklerdendir. Kişilerin bu mesleğin mensuplarına inançları asıldır. Bu nedenle avukatların, kolektif inanca ters düşecek ve bu inancı sarsacak davranışlardan dikkatle kaçınmaları gerekir.
Şikâyetli avukatın vekâlet ilişkisi sona ermeden ve eş zamanlı olarak konusu başka da olsa Şikâyetçi aleyhine davalar açarak iş üstlendiği dosya kapsamı ile tartışmasızdır.
Bu nedenlerle şikâyetli avukatların eylemi Avukatlık Yasası 34, 38/b ve TBB Meslek kuralları 2, 3, 4, 36. maddelere aykırı olmakla disiplin suçu olduğundan eylemin disiplin suçu olmadığına ilişkin hukuksal değerlendirme isabetli bulunmamış ve şikâyetçi itirazının kabulü ile disiplin cezası tayini gerekmiştir.
Sonuç olarak Şikâyetçi A.F.S.’in itirazının kabulü ile ... Barosu Disiplin Kurulu’nun “Disiplin Cezası Verilmesine Yer Olmadığına” ilişkin 03.12.2012 gün ve 2012/D.142 Esas, 2012/642 Karar sayılı kararının KALDIRILARAK, Şikâyetli avukat E.C.D.’in “KINAMA CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA”, katılanların oybirliği ile karar verildi.
T.C. |
||
Esas No |
: 2014/8012 |
|
Karar No |
: 2014/38228 |
|
Tarih |
: 03.12.2014 |
- AVUKATLIK ÜCRETİ ÖDEMESİ
- VEKÂLET ÜCRETİ ALACAĞININ TAHSİLİ İÇİN YAPILAN İCRA TAKİBİNE VAKİ İTİRAZIN İPTALİ İSTEMİ
- HAKLI NEDENE DAYANMADAN İSTİFA
İÇTİHAT METNİ
ÖZET :
Davacı avukatın istifa ettiği tarih itibariyle davalının vekili olarak takip ettiği davaların hiç birisinin sonuçlanmadığı, halen derdest olduğu anlaşılmaktadır. Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre, iş sonuçlandırılmadan avukatlık ücreti talep edilemeyeceğinden davacının vekâlet ücreti ödenmediği iddiasıyla istifa etmesi haksızdır.
DAVA :
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR :
Davacı, avukat olduğunu, davalı ile sözlü olarak yaptığı ücret anlaşması uyarınca bazı davalarda davalının vekilliğini üstlendiğini, vekalet ücretinin davaların başında ödenmesi gerekirken davaların bir çoğunun karar aşamasına gelmesine rağmen vekalet ücretinin ödenmediğini, 11 Temmuz 2011 tarihinde ihtarname gönderdiğini ancak yine ödeme yapılmaması üzerine Kadıköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ nin 2010/158 Esas, Kadıköy 4. Asliye Hukuk mahkemesi’ nin 2010/36 esas ve 2010/174 Esas, Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/167 esas sayılı dava dosyaları yönünden Avukatlık asgari ücret tarifesi üzerinden 44.620.TL asıl alacak ve 11.01.TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 44.631.01.TL’ nın tahsili için icra takibinde bulunduğunu ancak takibe davalının haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek vaki itirazın iptali ile %40 icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davacının davalar bitmeden ücret istemesinin ve istifasının haksız olduğunu savunarak, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, istifanın haklı olduğu kabul edilerek davanın kısmen kabulü ile asıl alacağın 43.040.00.TL’ lık bölümüne yapılan itirazın iptali ile asıl alacağın %40’ı olan 17.216.00.TL icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Borçlar Kanununa göre vekillikten istifa her zaman mümkün olup, bu istifa vekalet ilişkisini ileriye doğru sona erdiren bozucu ve yenilik doğuran bir işlemdir. Ancak istifa haklı değil ve müvekkil de bu nedenle zarara uğramışsa, vekil bu zarardan sorumludur. Avukatlık Kanununda ise haksız istifa halinde, vekil yönünden Borçlar Kanunundaki düzenlemelere göre daha ağır bir sorumluluk esası getirilmiştir. Gerçekten de, Avukatlık Kanununun 174/1 maddesinde “üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat ücret talebinde bulunamaz.” hükmü mevcut olup, bu hükümle, vekaletten haklı bir neden olmadan istifa eden avukatın, Borçlar Kanunundaki vekalet akdine ilişkin genel düzenlemelerden farklı olarak, herhangi bir zarar şartı olmadan da müvekkile karşı sorumlu tutulduğu görülmektedir. Anılan düzenlemeye göre, haksız olarak işi bırakan, Vekaletten istifa eden avukat, ücrete hak kazanamadığı gibi, aksine bir hüküm mevcut değilse aldığı peşin ücretleri, kullanmadığı masraf avanslarını da iş sahibine iade etmek zorundadır.
Avukatlık Kanununun 171/1 maddesinde düzenlenen “Avukat üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder.” ve “Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi”nin 2. maddesinde düzenlenen “…avukatlık ücreti, kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır.” hükümleri gereğince de avukat, aksine sözleşme yoksa, işi sonuna kadar takip edip sonuçlandırmadan ücretini talep edemez. (Bkz. Aynı doğrultuda HGK. 23.3.1983 4/562-156; HGK. 3.7.1987 3/92-599; 13. HD. 2005/15433 E. 2008/3694 K.; 13. HD.2008/6280 E. 2008/11580 K.) Ancak Haksız azil halinde olduğu gibi, avukatın haklı olarak vekillikten istifa etmesi halinde de, işe devam etme olanağı mevcut olmadığından, avukat, haklı istifa tarihi itibariyle muaccel olan vekalet ücreti alacağının ödetilmesini talep edebilir.
Öte yandan, vekâlet ilişkisi bir bütün olup, vekâletten azil gibi, istifa da, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet eder. Zira azil ve istifa ile birlikte vekâlet akdinin en önemli unsurlarından olan “güven ilişkisi” de sona ermektedir. Vekaletten çekilme/istifa ile müdafilik/vekillik görevinden çekilme, farklı kavramlardır. Vekaletten çekilme, tüm dosyalara sirayet eder ve yeniden müdafilik/vekillik halinde yeni tarihli vekaletname alınmasını gerektirir.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; dava, vekâlet ücreti alacağının tahsili için yapılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkin olup, 26.03.2010 tarihinde verilen vekâletname ile avukat olan davacının davalıya hukuki yardımda bulunmaya başladığı, vekâlet ilişkisinin 25.04.2012 tarihli istifa ile sona erdiği, davacı avukatın istifa ettiği tarih itibariyle davalının vekili olarak takip ettiği davaların hiç birisinin sonuçlanmadığı halen derdest olduğu anlaşılmaktadır. Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre, iş sonuçlandırılmadan avukatlık ücreti talep edilemeyeceğinden davacının vekâlet ücreti ödenmediği iddiasıyla istifa etmesi haksızdır. O halde mahkemece haklı nedene dayanmadan istifa etmesi nedeniyle davacının ücrete hak kazanamayacağı gerekçesi ile açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanlış gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre, davalının diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ :
Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, 2. bent gereğince davalının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan 2500,45 TL harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. CEZA DAİRESİ
E. 2013/10197
K. 2015/12513
T. 15.6.2015
* AYNI İŞTE MENFAATİ ZIT TARAFLARA AVUKATLIK ETMEK (Avukat Olan Sanığın Hem Kardeşinin Hem De Mağdurun Vekilliğini Üstlendiği/Mağdurun Hiç Bir Aşamada Avukat Sanığın Dava Açması Veya İcra Takibi Yapması İçin Yetki Verdiğine İlişkin İddiasının Bulunmadığı/Vekaletnamenin Hisse Satışı Dışında Kullanılmamış Olduğu/Vekalet Tarihi İle İcra Takibi Arasında Dört Yıl Geçmiş Olduğu - Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi Gereği Sanığın Beraatine Karar Verileceği)
* AVUKATIN GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK SUÇUNDAN MAHKUM EDİLMESİ (Fiilin Sanık Tarafından İşlendiğinin Kuşkuya Yer Bırakmayacak Herkesi İnandıracak Biçimde Kanıtlanması ve Şüphenin Masumiyet Karinesinin Gereği Olarak Sanık Lehine Değerlendirilmesi Halinde Mahkumiyet Hükmü Kurulabileceği - Vekaletnamenin Münhasıran Avukatlar Tarafından Yapılabilecek İşler İçin Verildiği Hususunun Şüpheli Kaldığı/Beraatine Karar Verilmesi Gerektiği
* ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ (Avukat Sanığın Aynı İşte Menfaati Zıt Tarafların Vekilliğini Üstlendiği - Sanığın Atılı Suçu İşlediğine Dair Kesin İnandırıcı Ve Yeterli Delil Bulunmadığı/Vekaletnamenin Münhasıran Avukatlar Tarafından Yapılabilecek İşler İçin Verildiği Hususunun Şüpheli Kaldığı/Sanığın Mahkumiyetine İlişkin Verilen Kararın İsabetsizliği)
* AVUKATIN İŞİ RED ZORUNLULUĞU (Sanığın Kardeşinin Vekili İken Mağdurun Vekilliğini De Üstlenerek Adına Kayıtlı Taşınmaz Hissesinin Satışını Yaptığı - Sanığın Aynı İşte Menfaati Zıt Taraflara Avukatlık Ederek Görevi Kötüye Kullanma Suçunu İşlediği Kabul Edilerek Karar Verilmesinin İsabetsizliği/Atılı Suçu İşlediğine Dair Kesin İnandırıcı Ve Yeterli Delil Bulunmadığı/Beraatine Karar Verilmesi Gerektiği)
1136/m. 38
5237/m. 53, 257
ÖZET : Avukat olan sanığın, kardeşinin vekilliğini üstlenerek işlerini takip etmekteyken mağdurun vekilliğini de üstlenerek adına kayıtlı taşınmaz hissesinin satışını yaptığı, kardeşinin vekili olarak mağdur aleyhine icra takibinde bulunduğu, bu şekilde aynı işte menfaati zıt taraflara avukatlık ederek görevi kötüye kullanma suçunu işlediği kabul edilerek mahkumiyetine karar verilmiş ise de; sanığın atılı suçu işlediğine dair kesin, inandırıcı ve yeterli delil bulunmadığı, savunmasının aksine vekaletnamenin münhasıran avukatlar tarafından yapılabilecek işler için verildiği hususunun şüpheli kaldığı, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince de beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması doğru değildir.
DAVA : Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
KARAR : İstanbul Barosuna kayıtlı avukat olan sanığın, 13.09.1995 tarihli vekaletnameyle kardeşi İ.. S..'nun vekilliğini üstlenerek işlerini takip etmekteyken 03.04.2003 tarihli vekaletnameyle mağdur N.. (Rüzgar) Y..'nun vekilliğini de üstlenerek adına kayıtlı taşınmaz hissesinin satışını yaptığı, 04/10/2007 tarihinde ise İ.. S.. vekili olarak mağdur aleyhine icra takibinde bulunduğu, bu şekilde aynı işte menfaati zıt taraflara avukatlık ederek 1136 sayılı Kanunun 38. maddesine aykırı davranmak suretiyle görevi kötüye kullanma suçunu işlediği kabul edilerek mahkumiyetine karar verilmiş ise de; ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet kararı verilebilmesi için suç oluşturan fiilin sanık tarafından işlendiğinin hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak, herkesi inandıracak biçimde kanıtlanması ve şüphenin masumiyet karinesinin gereği olarak sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği (Anayasa m. 38/4, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m. 6/2, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi m. 11, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi m. 14/2) ancak sanığın aşamalarda değişmeyen savunmaları, 04/06/2008 tarihli protokol ve taahhütname hükümleri, Beykoz 1. Noterliğince düzenlenen 03.04.2003 tarih ve 7609 yevmiye nolu düzenleme şekilde vekaletnamenin mağdurun mirasçılarından intikal eden ve Beykoz ilçesi sınırları içerisinde bulunan taşınmaz mallara ilişkin intikal ve satış yetkileri yanında dava yetkilerini içermekte ise de, mağdurun hiç bir aşamada dava açması veya icra takibi yapması için de yetki verdiğine ilişkin iddiasının bulunmaması, vekaletnamenin hisse satışı dışında kullanılmamış olması, vekalet tarihi ile icra takibi arasında 4 yıl gibi bir sürenin geçmiş olması ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, sanığın atılı suçu işlediğine dair kesin, inandırıcı ve yeterli delil bulunmadığı, savunmasının aksine vekaletnamenin 1136 sayılı Kanunun 35/1. maddesinde yazılı münhasıran avukatlar tarafından yapılabilecek işler için verildiği hususunun şüpheli kaldığı, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince de beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
Kabule göre de;
TCK'nın 257/1. maddesinde objektif cezalandırma şartları olarak öngörülen kişi mağduriyeti, kamu zararı veya kişilere haksız menfaat sağlama unsurlarının ne şekilde gerçekleştiği denetime imkan verecek şekilde gerekçeleriyle karar yerinde tartışılıp açıklanmadan mahkumiyet hükmü kurulması,
TCK'nın 53/1-e maddesindeki hak ve yetkinin kötüye kullanılması suretiyle suçu işleyen sanık hakkında aynı Yasanın 53/5. maddesinin uygulanmaması,
SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK'nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 15.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/14-742 Esas , 2014/16 Karar sayılı ilamında '' Sanık Müdafii 06.09.2012 günü yüzüne karşı verilen hükme yönelik olarak, bir haftalık temyiz süresinin son günü olan 13.09.2012 tarihinde adliyeye müracaat ederek hükmü temyiz etmek istediğini gösteren dilekçesini ibraz etmiş ve bu dilekçesi aynı gün dijital ortamda dosyaya aktarılmıştır. Bu aşamadan sonra adliyenin iç işleyişinden kaynaklanan gecikme ya da sorunların sanık aleyhine değerlendirilmemesi gerekir. Mahkeme yazı işleri müdürünün temyiz dilekçesini bir gün sonra onaylayarak temyiz defterine geç kaydetmesi sanığın temyiz hakkını ortadan kaldırmamalıdır...'' olduğunu belirterek kalem defterine kayıt ve dilekçenin mahkeme kalemine ibraz tarihini esas almış, adliyenin iç işleyişinden kaynaklanan gecikme ve sorunlara dikkat çekmiştir.
Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/872 Esas, 2012/198-Y CGK, 19.11.2013, 8-114/463 Karar sayılı ilamlarında ve diğer dairelerin istikrarlı kararlarında belirtildiği üzere ; menfaat çatışması sanıkların susması veya suçlamaları kabul etmemesi halinde ortaya çıkmaz. Menfaat çatışması “Sanıkların, aşamalarda birbirlerini suçlayıcı ya da çıkar çatışması sonucunu doğurucu farklı savunmalarda bulunmaları'' durumunda ortaya çıkar.
Vekilin istifasının, mahkeme ve davanın diğer tarafı için hukuki sonuç doğurabilmesi için, istifasının mahkemeye ve diğer tarafa bildirilmesi gerekir. Vekilin İstifa durumu duruşma esnasında dile getirilmiş veya söz konusu çekilme hali tarafların hazır olduğu duruşmada belirtilmişse karşı taraf ve mahkeme vekilin istifa ettiğini öğrenmiş sayılır. Tarafların hazır olmadığı duruşmada veya duruşma dışında vekilin istifa ettiğinin-vekalet görevini bıraktığının karşı tarafa tebliğ suretiyle bildirilmesi halinde öğrenilmiş olduğu kabul edilir.Hüsnü Aldemir s.676. Gıyabında duruşma yapılan ve öncesinde ibraz edilen vekaletten çekilme dilekçesi tarafa tebliğ edilmedikçe hukuki sonuç doğurmaz. Tebliğden kasıt bildirimdir. Çekilme-istifa üzerine vekilin duruşmalara katılma yükümlülüğü dışındaki hak kaybına sebebiyet verebilecek usuli görevleri; durumun tarafa tebliğinden veya duruşma esnasında tarafın istifadan haberdar olmasından itibaren 15 gün süre ile devam eder. CMK da bulunmayan hükümler açısından HMK daki hükümlere atıf yapılacağından ; 6100 sy.HMK nın Md 81 gereğince azil ve istifanın hukuken sonuç doğurabilmesi için; dilekçeyle ilgilisine ( müvekkile veya mahkemeye ) bildirilmesi veya tutanağa bağlanması gerektiğinde tebligat giderinin de peşin olarak ödenmesi gerekir.YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/12335 Karar : 2017/4394 Tarih : 30.03.2017
HMK Madde 81:(1) Vekilin azli veya istifasının, mahkeme ve karşı taraf bakımından hüküm ifade edebilmesi için, bu konudaki beyanın dilekçeyle bildirilmesi veya tutanağa geçirilmesi ve gerektiğinde ilgilisine yapılacak tebligat giderinin de peşin olarak ödenmesi zorunludur.,,6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 18/3 maddesinde tacirler arasında, diğer tarafı temerrüde düşürmeye , sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye, ilişkin ihbarlar veya ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak elektronik posta sistemi ile yapılır hükmüne yer verilmiştir. Tek taraflı sona erdirmelerin öngörülen şekil şartına uygun yapılması gerekir. Ancak hükmün gerekçesinde ifade edildiği üzere öngörülen şekil; GEÇERLİLİK ŞARTI OLMAYIP, İSPAT ŞARTIDIR. Yüksek mahkemenin ve Hukuk Genel Kurulu'nun istikrarlı kararlarında açıkça belirtildiği üzere vekaletten istifa veya azil şekle bağlı değildir.
Mahkemelere veya adli makamlara ibraz edilen dilekçelerde hakim tarafından yazılan havale tarihi veya uyap bilişim sistemi üzerinden gönderilme tarihi veya fiziken ibraz edilmesi durumunda mahkeme defterine kayıt tarihi esas alınır. Esas olan fiziken ibraz edilen dilekçelerin müdafii tarafından hakim tarafından havalesinin alınarak mahkeme kalemine bırakılmasıdır. Mahkeme kalemi tarafından yürürlükteki mevzuat uyarınca ibraz edilen dilekçe üzerine ilgilisine alındı belgesi verilmesi zorunlu olmasına karşın, uygulamada bu hüküm nadiren uygulandığından, havalesi alınan dilekçenin birer fotoğrafının çekilerek ilgilisince muhafaza edilmesinde yarar bulunmaktadır. Dilekçe uyap sisteminden gönderilmesine karşın mahkeme yazı işleri müdürü tarafından dilekçenin geç onaylanması ve havalesinin sonradan alınması durumunda, dilekçenin uyap üzerinden gönderilme tarihi esas kabul edileceğinden hak düşürücü sürelerin bu sebeplerle geçirildiğinden bahsedilemez. Ancak koşulların oluşması durumunda herhangi bir mağduriyetin oluşması halinde süresinde işlem yapmayan mahkeme kalem çalışanlarının veya Savcılık Katiplerinin Görevi İhmal Suçunu işledikleri gündeme gelebilecektir.
Avukata karşı suç teşkil eden bir eylemde bulunulması, müvekkilin mali yükümlülüklerini zamanında yerine getirmemesi, avukata yanlış ve yanıltıcı bilgi ve belge verilmesi,izin alınmaksızın başka avukata vekalet verilmesi, bitmiş dosyalardaki vekalet ücretinin ödenmemiş olması gibi nedenlere dayanılarak yapılan istifaların haklı olduğu kabul edilir.13.HD. 09.03.2017, 2015/37115-2017/2989
İstifa ve azil olmaksızın tarafların karşılıklı olarak vekalet sözleşmesini sonlandırmaları da mümkündür. Karşılıklı anlaşarak vekalet görevinin yazılı olarak sonlandırılmasında vekil edene ayrıca bildirim ve tebliğe gerek yoktur. Vekalet ilişkisi bir bütün olup; vekaletten azil gibi istifa da, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet eder. Zira vekaletten çekilen vekilin; çekilme dilekçesinin tarafa tebliğ edilmesi veya durumdan tarafın duruşma esnasında haberdar olması, veya vekilin durumu kendisine ispata elverişli bir vasıta ile bildirmesi halinde ; tarafın, 15 günlük sürenin geçmesinden sonra önceki vekaletnameye dayanarak başkaca dava ve takiplerini sürdürebilmesi mümkün değildir. Bu halde vekilin taraftan yeni tarihli bir vekaletname alması; ceza davalarında ise yeni tarihli vekalet veya tarafın vekalete sözlü olarak rıza göstermesi gerekir.Azil, İstifa ve tarafların karşılıklı anlaşarak vekalet ilişkisini sonlandırması durumunda, vekalet akdinin en önemli unsurlarından olan '' GÜVEN İLİŞKİSİ'' de sona ermektedir.
Avukatın vekillik görevi azilnamenin dosyasına veya kendisine tebliği ile sona erer ve azledilen avukat müvekkili leh ve aleyhine hiçbir işlem yapamaz. Av.Yas. 34, 134 TBB Mes. Kur 3, 4
T. 13.06.2015
E. 2015/232
K. 2015/466
İtirazın süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü;
Şikâyetli avukat hakkında “Davalı vekili sıfatıyla takip ettiği müşteki F. tarafından müvekkili S. aleyhine ... Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2008/1613 Esasına kayden açılan kira bedelinin tespiti davasında, davanın takip edilmemesine ve tarafların karşılıklı olarak vekâlet ücreti alacağı taleplerinin bulunmayacağına dair şikâyetçi ile davalı asil arasında yapılan sözlü anlaşmadan haberdar olmasına rağmen, müvekkilinin bilgisi olmadan 04.06.2009 tarihli duruşmaya katılıp, davacı vekilinin hazır olmadığı duruşmayı davalı vekili olarak kendisinin takip edeceğini belirterek Mahkemece 2009/759 sayı ile davanın reddine dair karar verilmesini sağladıktan sonra Mahkemece hükmedilen … Türk lirası vekâlet ücretine istinaden davalı asilin haberi olmadan alacaklı vekili sıfatıyla, 11.09.2009 tarihinde şikâyetçi hakkında ... İcra Müdürlüğünün 2009/19081 sayılı dosyası üzerinden icra takibi başlattığı, olayları öğrenen müvekkili tarafından ... Noterliğince düzenlenen 29.09.2009 tarihli azilnamesi ile azledilmesine rağmen, bahse konu icra takibine devam edip, alacağın tahsiline dair 17.03.2011, 28.04.2011 ve 10.04.2011 tarihlerinde işlemler yaptığı” iddiası üzerine …Barosu Yönetim Kurulu’nun 13.02.2014 günlü ve 2014/395 sayılı kararı ile başlatılan kovuşturmada, eylem sabit görülmediğinden disiplin cezası tayin edilmemiştir.
Şikâyetli avukat 26.07.2012 ve 24.04.2014 kayıt tarihli savunma dilekçelerinde özetle, şikâyet eden tarafın kendi müvekkili olmadığını, karşı taraf (borçlu) olduğunu, yani aleyhine verilen karar ile haksızlığı kesinleşmiş mahkeme kararı ile sabit olan kişi olduğunu, sırf yasal sorumluluğundan kurtulabilmek için kendisini haksız yere şikâyet ettiğini, iddia edildiği gibi müvekkilinin yazılı veya sözlü olarak duruşmaya girmemesi konusunda talimatı veya bilgilendirmesinin söz konusu olmadığını, böyle bir yazılı belge olmadan duruşmaya girmemesi durumundan görevini ihmal etmesinin söz konusu olacağını ve bu halde müvekkiline karşı sorumluluğunun doğacağını, ayrıca avukatlık ücretlerinin müvekkili ve şikâyetçi tarafından halen dahi ödenmediğini, kesinlikle suç işleme kastının olmadığını, kaldı ki şikâyetçinin kendisini şikâyete hakkı ve yetkisinin olmadığını, ceza usul hükümlerine göre şikâyet konu olayın hukuki bir sorun olduğunu, şikâyetçinin olaydan suçtan zarar gören ya da mağdur olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığını, takip borçlusunun takip alacaklısının vekiliyle olan içi ilişkisi sebebiyle borcunu ödememesinin de söz konusu olamayacağını, BK’da ve İİK’da borcu sona erdiren sebeplerin belli olduğunu, şikâyetçi borçlunun borcunu ödemediğini, ödediğine dair bir belge de sunamadığını, açıklanan sebeplerle şikâyetin reddini talep etmiştir.
İncelenen dosya kapsamında, şikâyetli avukat hakkında Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 08.08.2012 tarihli “Olur”u ile “Avukatlık Kanununun 164/son maddesinde ‘Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yükletilecek vekâlet ücreti avukata aittir.’ şeklinde düzenlemenin bulunduğu, adı geçen avukatın yasal hakkını kullanarak icra takibi başlattığı, bu sebeple, iddianın kısmen doğrulanmadığı, kısmen de eylem muahezeyi gerektirmediği” kovuşturma yapılmasının gerekli olmadığının düşünüldüğü,
… Barosu Yönetim Kurulu’nun 31.01.2013 günlü ve 2013/163Karar sayılı kararı ile şikâyetli avukat hakkında disiplin kovuşturması açılmasına yer olmadığına karar verildiği,
Şikâyetçinin itirazı üzerine Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu’nun 09.09.2013 günlü ve 2013/523 Esas, 2013/800 Karar sayılı kararıyla İstanbul Barosu Yönetim Kurulu’nun kararının kaldırılmasına oy çokluğu ile karar verildiği,
Şikâyetçi F. vekili Avukat S. tarafından S. aleyhine … Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/1613 Esas sayılı dosyası ile kira parasının tespiti davası açıldığı, davada Serpil Sökmen’in vekillik görevini şikâyetli Avukat C.’nun üstlendiği, Mahkemece 04.06.2009 günlü ve 2009/759 Karar sayılı ilam ile davanın husumet yönünden reddine, davalı lehine ...-TL vekâlet ücretine hükmedildiği,
Şikâyetli avukat tarafından, S. vekili sıfatıyla ... Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/1613 Esas, 2009/759 Karar sayılı 04.06.2009 günlü kararına istinaden dava karşı yan vekâlet ücreti alacağının tahsili için ... İcra Müdürlüğü’nün 2009/19081 Esas sayılı dosyası ile 11.09.2009 tarihinde şikayetçi aleyhine ilamlı icra takibi başlattığı,
... Noterliğinin 29.09.2009 günlü ve 10245 yevmiye numaralı azilnamesi ile S.’in Şikâyetli Avukat C.’nu azlettiği, aynı zamanda 27.06.2012 havale tarihli dilekçe ile bilgisi ve talimatı olmadan kendi adına alacaklı olarak açılan ... İcra Müdürlüğünün 2009/19081 Esas sayılı icra dosyasından feragat ettiği,
Şikâyetli vekili Avukat S. tarafından ... İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/550 Esasına kayden S. aleyhine açılan şikâyet davasında Mahkeme tarafından 12.07.2012 günlü ve 2012/845 Karar sayılı ilam ile “Dosya içerisinde bulunan azilname örneğinden davalı alacaklının şikâyete konu takipte görev yapan vekilini 29.09.209 tarihinde azlettiği, azilnamenin davalı vekiline 09.10.2009 tarihinde tebliğ edildiği bellidir. Azilname tarihi dikkate alınarak davalı vekilinin davacı hakkında takip yapmasında ve vekil sıfatı ile görev ifa etmesinde yasal bir engel bulunmasa da azledildiğini bilen davalı vekilinin bu tarihten sonra 17.03.2011 – 28.04.2011 – 29.12.2011 – 10.04.2012 tarihlerinde değişik haciz taleplerinde bulunması ve icra müdürlüğünce istemlerin kabul edilerek haciz işlemleri yapılması usul ve yasaya aykırıdır. Takibe konu alacağın vekâlet ücreti olması ve alacağın mahkemece tarifeye göre hükmedilen vekâlet ücreti niteliğinde bulunması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü vekâlet ücreti vekil adına değil davalı adına hükmedilmiştir. Vekilin hükmedilen vekâlet ücretini iç ilişki içinde ancak müvekkilinden talep etmesi mümkündür. Bu nedenle icra müdürlüğünün kararı usul ve yasaya aykırı olmakla kararın iptaline ve azilnamenin tebliğ tarihinden sonraki tüm haciz işlemlerinin ve takip işlemlerinin iptaline, davalı vekilinim müdahil olma talebinin reddine” karar verildiği,
Dosya içerisinde, ... İcra Müdürlüğünün 2009/19081 Esas sayılı takip dosyasının fotokopisinin, ... İcra Hukuk Mahkemesinin 12.07.2012 günlü ve 2012/550 Esas, 2012/845 Karar sayılı ilamının örneğinin, ... Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/1613 Esas, 2009/759 Karar sayılı 04.06.2009 günlü kararı örneğinin, azilname ve vekâletname örneklerinin yer aldığı,
Şikâyetli avukatın disiplin sicil özetinde, hakkında verilmiş herhangi bir disiplin cezasının olmadığı görülmüştür.
Şikâyetçi vekili Avukat S. 30.01.2015 kayıt tarihli itiraz dilekçesinde özetle; şikâyetli avukatın ... Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/1613 Esas sayılı dosyasında müvekkilinin kiracısı S.in vekili iken, tarafların avukatların duruşmaya girmemeleri suretiyle anlaşarak birbirlerinden masraf ve ücreti vekâlet istemeksizin davaya sonlandırmaya karar verdiklerini, ancak kendisi, duruşmaya, girmezken şikâyetli avukatın duruşmaya girerek kendi lehine ücreti vekâlet takdir ettirerek davayı bitirdiğini, dava karşı yan vekâlet ücretine ilişkin müvekkili aleyhine icra takibi başlattığını, şikâyetli avukatın azledilmesine rağmen söz konusu icra dosyasında işlem yapmaya devam ettiğini, … Barosu Disiplin Kurulu tarafından her cümlesi yanlış ve yetki aşımı ile karar verildiğini, azledilmiş bir avukatın haciz işlemlerinin muhatabı olan müvekkilinin haksız ve hukuksuz işlemlere karşı şikâyet hakkının bulunduğunu, kararda vekâlet ücretini bertaraf etmek için azilname düzenlediğine ilişkin ibarelerin yer almasının yetki aşımı olduğunu, bu hususta karar verme yetkisini mahkemelerde olduğunu, otuz beş yıllık mensubu bulunduğu İstanbul Barosu’nun, haksızlığı ve hukuksuzluğu mahkeme kararı ile sabit bir avukatını koruma adına, bu haksız ve hukuksuzluktan zarar görmüş bir vatandaşın hakkını aramasına direnmesini içine sindiremediğini, açıklanan nedenlerle Disiplin Kurulu’nun haksız, hukuksuz ve anlamsız kararının itirazen kaldırılmasını talep etmiştir.
Avukatlık Yasasının 34. maddesi, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler ”
Avukatlık Yasası’nın 134. maddesi, “Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, mesleki çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır.”
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 3.maddesi, “Avukat mesleki çalışmasını ve kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür”
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 4. maddesi, “Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır.” hükümlerini amirdir.
Şikâyetli avukatın ... Noterliğinin 29.09.2009 günlü ve 10245 yevmiye numaralı azilnamesi ile S. tarafından azledilmesine ve bu azilnamenin kendisine 09.10.2009 tarihinde tebliğ edilmesine karşın takip dosyasında ... İcra Müdürlüğünün 2009/19081 Esas sayılı takip dosyasında 17.03.2011 – 28.04.2011 – 29.12.2011 – 10.04.2012 tarihlerinde değişik haciz taleplerinde bulunduğu dosya kapsamı ile tartışmasızdı
Avukatın vekillik görevi azilnamenin dosyasına veya kendisine tebliği ile sona erer ve azledilen avukat müvekkili leh ve aleyhine hiçbir işlem yapamaz.
Avukatlar özen ve doğruluk kurallarına göre hareket etmek, kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde sadakatle davranmak mesleğin itibarını sarsacak her türlü davranıştan kaçınmak zorundadır.
Bu nedenlerle eylem Avukatlık Yasası 34, 134 ve TBB Meslek Kuralları 3, 4. Maddelere aykırı olduğundan Baro Disiplin Kurulu’nca yapılan hukuksal değerlendirme isabetli olmamakla Şikâyetçi F. vekili avukat S.’nin itirazının kabulü ile disiplin cezası tayini gerekmiştir.
Sonuç olarak Şikâyetçi F. vekili avukat S.’nin itirazının kabulü ile;
1-… Barosu Disiplin Kurulu’nun “Disiplin Cezası Verilmesine Yer Olmadığına” ilişkin 13.10.2014 günlü ve 2014/D.183 Esas, 2014/826 Karar sayılı kararının KALDIRILARAK, Şikâyetli avukat M.’nun “Kınama Cezası İle Cezalandırılmasına”,
“somut olayda; şikayetçi Avukat Cemal Duygu iş bu davasını müvekkili Alaattin Özer'den almış olduğu 04.06.1999 tarihli vekaletnameye istinaden açmıştır. Oysaki şikayete konu senetler ile ilgili olarak alacaklı Semiha Özmen tarafından bu avukata 01.01.2005 tarihinde noterden düzenlenmiş vekaletname verilerek avukat müvekkil ilişkisinin kurulduğu ve bu vekaletden de herhangi bir şekilde çekilme ve azil olmadığı anlaşılmaktadır. Tarafları ve konusu (takibe konu senetler) aynı olan ve bu iş sebebi ile alacaklı Semiha Özmen'den vekalet alan vekilin eski müvekkili aleyhine görev kabul etmesi ve vekil olarak alacaklı tarafından verilen bilgileri (Sırları) borçlu vekili olarak açmış olduğu bu davada delil olarak kullanması Avukatlık Yasasının 38/b maddesine aykırıdır.” Y 12. HD, 22.1.2007, 22501/669
“Disiplin kovuşturmasına konu olayda, Şikayetli avukatın aynı işte menfaat zıt taraflara avukatlık etmediği görülmekte ise de, bir avukatın aynı zaman dilimi içerisinde, ayrı işlerde de olsa bir kişinin hem yararına hem de zararına avukatlık yapması etik açıdan uygun olmadığı kadar TBB. Meslek Kurallarının 3 maddesinde kabul edildiği gibi kamunun inancı ve mesleğe güveni de sarsar niteliktedir. Aksi düşüncenin, maddenin açık ifadesi ve amacı yönünden kabulü mümkün değildir./Bu sebeplerle, aynı zaman dilimi içinde hem Şikayetçinin, hem de, Şikayetçi adına dava açıp, lehe sonuçlanan ve icra takibi başlatılan karşı şahsın vekili olarak başka bir işten dolayı vekilliğini devam ettiren Şikayetlinin eylemi disiplin suçu oluşturduğundan, Baro Disiplin Kurulunun eylemin disiplin suçu oluşturduğuna ilişkin değerlendirmesinde hukuki isabetsizlik görülmemiştir.” TBBDK, 30.09.2005, 228/314
Yargıtay’ın da “konuları ilintili” olan iki ayrı davada avukatın menfaat çatışması bulunan kişilerin vekâletini üstlenemeyeceği yolunda kararları bulunmaktadır. Y 17. HD, 13.5.2010, 3081/4539
ÖNEMLİ ! Her ne kadar Yargıtay Ceza Genel Kurulu, iddianamede veya kolluk fezlekesinde atılı suçlardan birinin sanıklardan biri veya bir kaçı tarafından üstlenilmesi ; diğer sanıkların ise suçu işlediklerini inkar etmeleri durumunda menfaat çatışmasının mevcut olduğu ve farklı müdafilerle savunma yapılması gerektiği yönünde 20.10.2009, 2009/85 Esas, 2009/242 Karar sayılı ilamı mevcut ise de Genel Kurul bu görüşünden; 15.05.2012 tarih 2011/872 Esas, 2012/198 Karar sayılı oyçokluğu ilamı ile dönmüştür. Bu haliyle güncel genel kurul kararı doğrultusunda; sanıkların aşamalarda birbirlerini suçlayıcı ya da çıkar çatışması sonucunu doğurucu farklı savunmalarda bulunmadığı ve aynı müdafiin hukuki yardımından yararlandıkları davada birisinin savunması öbürünün savunmasına zarar verebilecek nitelikte olmadığı, ortak müdafileri tarafından da farklı doğrultuda savunma yapılmadığı,, birisinin lehine öbürünün aleyhine olacak şekilde savunmada zaafiyet verilmediği sürece ''Menfaat Çatışması'' nın varlığından söz edilemez. Avukatlık Kanunu Md.38/b açısından bir aykırılığın çıkar çatışması bağlamında vuku bulabilmesi için sanıklar arasındaki menfaat çatışmasının, ihtimale ve olasılığa dayalı değil; somut olarak mevcut olması ve beyanlardan anlaşılması gerekir. Sanıkların şüpheli olarak kolluktaki beyanları, sorgu aşamasındaki beyanları ve kovuşturma aşamasındaki beyanları bu bağlamda tetkik edilerek çıkar çatışmasının varlığı somut olarak tespit edilmelidir. Sanıklar arasında çıkar çatışması doğuracak beyanların ortaya çıkmasından sonra, savunmalarda zaafiyet oluşturmayacak ve biribirleriyle örtüşecek şekilde bir kısım sanıkların çıkar çatışması doğuran önceki beyanlarından sonradan dönmeleri durumunda da , mahkemenin sanıkların hangi beyanlarına üstünlük tanıyacağı hükme kadar belirsiz kabul edildiğinden , menfaat çatışmasının artık ortadan kalkmayacağı ve sanıkların aynı müdafi ile temsil edilemeyeceği bilinmelidir. Bu bağlamda menfaat çatışması sanıklar arasında somut olarak bir kez vuku bulması durumunda; sanıkların savunmada zaafiyet oluşturmayacak sonraki yeni beyanları ile çıkar çatışması ortadan kalkmaz. Kolluğun savcı veya hakim talimatı olmaksızın şüpheliler arasındaki menfaat çatışmasını tespit etme yetkisi bulunmamaktadır. Bu yönde savcı veya hakimin verdiği sözlü talimatın yazılıya dökülerek tutanak haline getirilmesinde fayda bulunmaktadır.Aksi halde müdafi tercihinde bulunan şüphelinin savunma hakkının kısıtlandığı ve hukuki yardımdan yoksun bırakıldığı iddiası gündeme gelebilir.
Vekilin müvekkil tarafından azli noter dışında sms,mektup veya mahkemeye verilecek dilekçe ile de olabilir. Zira azil veya istifa şekle bağlı değildir. Azil veya Vekaletten istifa beyanı açıkça olabileceği gibi zımnen (üstü örtülü) de olabilir. Müvekkil tarafından verilen/gönderilen dilekçe-sms kaydı-e-mail, telgraf, mektup vs. mahiyeti itibariyle vekalet ilişkisini sonlandırmaya yönelikse veya müvekkilin tavır ve davranışlarının vekalet veya güven ilişkisinin zedelendiğini açıkça ortaya koyması halinde (saygısızca tutumlar, vekili tehdit vs) irade beyanı azil niteliğinde kabul edilebilinir.Vekilin azledilmesi durumunda mahkemeye veya tarafa bildirim külfeti; vekaletten istifanın aksine müvekkildedir. Vekilini azletmiş olmasına karşın bu husustaki beyanını mahkemeye bildirmemiş olan müvekkil açısından oluşabilecek mağduriyetlerden vekil sorumlu kılınamaz. Vekilin azledilmesi durumunun duruşma esnasında vekil yokluğunda yapılması halinde mahkemece bu durumun vekile tebliğ edilmesi gerekir. Her halükarda duruşma dışında başka vasıta ile yapılan azlin vekilce öğrenilmiş olması halinde, vekil; müvekkil leh ve aleyhine hiç bir işlem yapamaz. Azledilen vekilin davadaki görevi de son bulur.Bundan sonra azilden haberdar olan mahkeme, azledilen vekilin huzuru ile veya ona karşı hiçbir usuli işlemi yapamaz. Azledilen vekil huzurunda mahkeme duruşma yapamayacağı gibi, azledilen vekile tebligat da yapamaz. Azledilen vekilin temyiz veya istinaf yetkisi de yoktur. Azilden haberdar olma üzerine kararın asile tebliği gerekeceğinden, mahkemenin, sadece vekile tebliği durumunda temyiz veya istinaf süresi işlemeye başlamaz, temyiz süresinin geçirilmesi ile de hüküm kesinleşmez.Hak düşürücü süreler açısından bir mağduriyet oluşmaması için vekilini azleden tarafın azil durumunu mahkemeye veya icra dairesine bildirmesi gereklidir. Aksi halde azilden haberdar olmayan mahkemece azledilen vekile yapılan tebligatla süreler işlemeye devam eder. (12. Hukuk Dairesi 2018/7358 E. , -2018/12714 K.(Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, C.5.S 5540) Mahkemece durumun öğrenilmesi halinde asile tebliğ gerkecektir.Avukatın azledilmesi ile yargılama başka güne bırakılamaz.Vekilini azletmiş müvekkil sonraki duruşma gününü öğrenip duruşmaya gelmek zorundadır.Mahkemenin azli öğrenmesinden sonra Azledilen vekil duruşmaya alınamaz. Vekil vekaletten çekilip istifa ettiğini müvekkile yazılı olarak tebliğ etmesine karşın mahkemeye bildirmemiş ise usulen tebligatlar kendisine yapılmaya devam edeceğinden ve mahkemece halen görevli olduğu kabul edileceğinden, bu hususta bir mağduriyet oluşması halinde vekilin görevi ihmal suçu veya tazminat sorumluluğu doğabilir. Vekaletten istifa halinde zira vekilin görevi 15 gün süreyle de yine devam eder. Vekil veya müdafi vekaletten istifa ettiğini müvekkile yazılı dilekçe ile bildirebileceği gibi kısa mesaj, yüze karşı ifade etme, posta, telgraf, e-mail vs. gibi yöntemlerle de bildirebilir. Bu halde vekaletten çekilme tarafa ulaşmakla taraf açısından sonuç doğurur ve güven ilişkisi sona erer. Ancak mahkemeye veya resmi dairelere karşı vekaletten çekilmenin hüküm doğurabilmesi için mahkeme veya ilgili kuruma bildirilmesi zaruridir. Vekaletten çekilme veya azlin, tanık, mahiyeti itibariyle bu yöndeki sms kaydı,e-mail, dilekçe vs. deliller de ispatı olanaklıdır. Sanığın birden fazla vekilinin olması ve vekillerden birinin istifa veya azli durumunda, taraf veya mahkemeye bildirim yükümlülüğü yoktur. Ancak birden fazla vekil bulunması durumunda Tebligat Yasası ilgili hükümleri uyarınca tebligatın ilk ulaştığı vekil yönünden sürelerin başlayacağı gözden kaçırılmamalıdır. Müvekkilin birden çok dava ve iş takibini gerçekleştiren avukatın takibini sürdürdüğü davalardan birinden vekaletten istifa etmesi halinde müvekkili lehine diğer dava ve hukuki işleri takip edebilmesi için ; yeni tarihli vekaletname alması veya vekaletnamenin alınmasının mümkün olmaması durumunda ise; kovuşturma-soruşturma veya yargılama aşamasında müvekkilinin bu yöndeki sözlü beyanının tutanağa geçirilmesi gerekir. Sanıkların yakın akraba olması (baba-oğul-yeğen,karı-koca vs. veya sanıkların çok samimi arkadaş olmaları) halinde Yüksek Mahkeme Daire kararları uyarınca menfaat çatışmasının mevcut olduğu ve sanıkların farklı müdafilerce temsilinin gerektiği kabul edilmektedir.Müvekkil; Objektif olarak kendisinden beklenen saygıyı göstermeyen vekiline yönelik güvenini sürdürmeye zorlanamaz. Aynı kıstas müvekkilin vekile karşı davranışları ve eylemleri içinde geçerlidir. Kural olarak vekaletten çekilme/istifanın taraf yokluğunda olması durumunda;tarafa tebliğ edilmekle hüküm ve sonuçlarını doğuracağı kabul edilmektedir. Vekilin İstifa dilekçesini mahkemeye veya daireye vermesine karşın, mazur görülemeyecek ve makul olmayan bir süre geçmiş ancak istifa beyanı halen tarafa tebliğ edilmemiş ise, bu halde doğacak taraf mağduriyetinden vekil sorumlu kılınamaz. Bu halde sorumlu daire çalışanlarının veya mahkeme üyelerinin sorumlulukları söz konusu olacaktır. Zira istifa dilekçesi tarafa tebliğ edilene kadar vekilin görevinin devam ettiği kabul edilmektedir. Tarafa tebliğ külfeti vekilde değildir.
Hukuk davalarında davacı ile davalı taraf arasında , ceza davalarında ise sanıklar ile müşteki-mağdur arasında başından itibaren menfaat çatışması bulunduğundan, yargılamanın değişik safhalarında olsa bile aynı davada hem müşteki hem sanık veya hem davacı ve hem davalı vekilliği yürütülemez. Mahkeme de önceki tarafa ait vekaletten istifa veya azilname olsa bile, taraf değiştirme yasağı uyarınca her iki tarafa ilişkin aynı vekile ait vekaleti kabul edemez. Bu halde bir mağduriyetin vuku bulması durumunda sorumluluk sadece vekile yüklenemez. Zira menfaat çatışması ve taraf değiştirme yasağı kamu düzeninden olup mahkemelerce resen gözetilmesi gerekir. Özellikle boşanma davalarında vekilin aynı davada taraf değiştirmesi; vekaletten istifa veya azil olsa bile, avukatın sır saklama yükümlülüğü ve elde ettiği bilgileri önceki müvekkiline kullanma yasağı bulunduğundan, eylem, Avukatlık Yasası Md 38/b açısından doğrudan disiplin suçunu oluşturur. Ancak Hukuk davalarında davacıların kendi arasında veya davalıların kendi aralarında sonradan menfaat çatışmasının çıkması durumunda vekilin davacılardan veya davalılardan birini tercih ederek avukatlık yapması mümkündür.Bu tercih davalılar veya davacılar vekili olması durumunda mümkündür. Vekilin davacı taraf vekilliğinden istifa ederek davalı vekili olması olanaklı değildir. Müdafiin de aynı şekilde sanıklar arasında sonradan menfaat çatışması çıkması durumunda sanıklardan birinin vekilliğini tercih hak ve yetkisi bulunmaktadır. Aynı dava değil de ; Farklı dava veya işler açısından önceki müvekkile yönelik aleyhe takipler yönüyle Avukatlık Yasası md 38/b bağlamında bir yasağın söz konusu olabilmesi için ;önceki müvekkilin vekilliğinden istifa veya azilin mevcut olmaması ve EŞ ZAMANLILIK ölçütünün gerçekleşmesi gerekir. Önceki müvekkile ait vekaletten istifa eden ve 15 günlük beklemesi süresini geçiren veya kendisine azil çekilen vekilin, konusu farklı olay ve davalarda, önceki müvekkil aleyhine avukatlık yapmasında engel bulunmamaktadır. İstifa ve azilin mevcut olmaması durumunda önceki müvekkil tarafından verilmiş vekaletnamenin süresi ve hangi işlere yönelik olarak verildiğinin tespit edilerek çıkar çatışmasının buna yönelik olarak tespit edilmesi gerekir. Önceki müvekkile yönelik takip edilen aleyhe dava ve işlerde, vekaletten istifa veya azil olsa bile , vekillik süresince önceki müvekkile ait öğrenilen sırların sonraki dava ve takiplerde kullanıldığının somut olarak tespit edilmesi halinde, eylem her ne kadar Avukatlık Kanunu Md 38/b ye aykırılık oluşturmasa da; meslek kuralları gereğince disiplin suçunu oluşturacaktır. Münhasıran belli bir iş için vekaletnamenin verilmiş olması ve bu işin sonuçlanmış(=kesinleşmiş) olması durumunda, vekilin vekaletnamesindeki süre dolmamış olsa dahi önceki müvekkili aleyhine farklı bir dava veya işte vekillik sürdürmesinde yasal olarak engel bulunmamaktadır. Ancak münhasıran belli bir iş için vekaletname verilmiş olması ve bu işin halen sonuçlanmamış olması durumunda EŞ ZAMANLI OLARAK farklı bir iş veya davanın müvekkil aleyhine takibinin sürdürülmesi halinde, güven ilişkisi sarsılacağından; eylem disiplin suçunu oluşacaktır.
HMK-Madde 83 - (1) Vekil ile takip edilen davada, vekilin azli halinde vekalet veren, davayı takip etmez ve iki hafta içinde bir başka vekil de görevlendirmez ise tarafın yokluğu halinde uygulanacak hükümlere göre işlem yapılır .
Aynı davada (Hukuk Davalarında) , önce davacı tarafın avukatlığını yaptıktan sonra bilahare davalı tarafın vekilliği üstlenilemez, Mahkemece de bu vekalet kabul edilemez. Yine aynı ceza davasında müşteki vekili iken istifa edilerek sanık müdafiliği yapılamaz. Bu gibi haller taraf değiştirme yasağına tabidir. Zira bu hallerde çıkar çatışması başından itibaren mevcuttur. Vekilin veya müdafinin önceki müvekkilden öğrenmiş olduğu sırları aleyhine kullanma olanağı mevcuttur. Vekalet ilişkisinin tespitinde noterden alınmış vekaletname zorunlu değildir; duruşma tutanaklarındaki beyanlardan ve dosya kapsamından avukat-vekil-müdafi ilişkisi açıkça belirlenebiliniyorsa vekalet ilişkisi mevcut kabul edilmektedir.Benzer şekilde beraat eden sanık veya müşteki lehine vekalet ücretine hükmedilmesi için noter onaylı vekaletnameye gerek bulunmamaktadır. Vekil-Müdafi ilişkisinin dosya kapsamında tespit edilmesi yeterli kabul edilmektedir. “Avukat;Aynı işte menfaati zıt olan bir tarafa avukatlık etmiş veya mütalâa vermiş olursa,teklifi reddetmek zorunluğundadır.”(Av.K. 38/b)“Vekâlet dava şartı olup, kamu düzeniyle ilgili ve görevi gereği mahkemelerce kendiliğinden gözetilmesi gereken 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 38/b maddesi hükmünce işin reddi zorunluluğu bulunduğundan, davada menfaatleri çatışan tarafların yargılamanın değişik safhalarında olsa dahi aynı avukat tarafından temsil edilmiş olmaları açıkça kanuna aykırıdır.”
T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 2017/769
K. 2018/985
T. 15.3.2018
Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davalılar vekillerince istenmiş ve temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Dava, davalı … ile davacıların murisi … arasında kurulan eser sözleşmesinin ifası sırasında, …’in elektrik akımına kapılarak ölmesi sebebiyle destekten yoksunluk sebebiyle maddi ve yakınlarının ölümü sebebiyle manevi tazminat alacaklarının davalılardan tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece ıslahla artırılan miktar da dikkate alınarak davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalılar vekillerince temyiz edilmiştir.
Avukat …, 26.09.2013 tarihli duruşmaya davacılar vekili olarak katılmış yetki belgesini sunmak için verilen süre üzerine davacılar vekili olarak davayı açan Avukat … tarafından imzalanan 26.09.2013 tarihli yetki belgesini de 07.11.2013 tarihli duruşmada ibraz edilip, davacılar vekili olarak duruşmalara kabulünden ve 23.01.2014, 13.03.2014, 12.06.2014 tarihli duruşmalara katıldıktan sonra, … Noterliği’nde düzenlenen 09.05.2014 gün 1420 yevmiye numaralı vekâletname ile davalı … Belediyesi vekili olmuş, 27.05.2015 tarihli duruşmada vekâletinin ve verdiği yetki belgesinin kabulüne karar verilmiş, 30.09.2015, 25.11.2015, 23.12.2015, 03.02.2016, 27.04.2016, 29.06.2016 duruşmalar ve 19.07.2016 tarihli karar duruşmasına davalı vekili olarak katılmış, 07.11.2016 tarihli dilekçeyle nihai kararı davalı … vekili ile birlikte temyiz etmiştir.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere Avukat … davacılar vekili olarak bir süre dava ve duruşmaları takip ettikten sonra, davalı belediyeden aldığı vekâletname ile belediyeyi de temsil etmiştir. Davacıların maddi ve manevi tazminat istemlerine davalı … Belediyesi’nce karşı çıkıldığı ve davanın reddi talep edildiğine göre aralarında menfaat çatışması bulunmaktadır. Vekâlet dava şartı olup, kamu düzeniyle ilgili ve görevi gereği mahkemelerce kendiliğinden gözetilmesi gereken 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 38/b maddesi hükmünce işin reddi zorunluluğu bulunduğundan, davada menfaatleri çatışan tarafların yargılamanın değişik safhalarında olsa dahi aynı avukat tarafından temsil edilmiş olmaları açıkça kanuna aykırıdır.
Bu durumda mahkemece işi reddetme zorunluluğuna rağmen kabul ederek davalı belediyeyi temsil eden Avukat …’nün vekilliğinin kabulüne dair karar kaldırılıp adı geçen avukatın bu dosyada davalı belediyeyi temsil edemeyeceği kabul edilip, davalı belediyeye başka bir vekille davayı takip etmesi veya yetkili temsilcisi tarafından takip etmesi gerektiği konusunda meşruhatlı davetiye çıkartılıp, bu şekilde taraf teşkili tamamlandıktan sonra işin esasının incelenip sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, dava şartı ve kamu düzeninden olan bu husus gözden kaçırılarak yargılamaya devamla, davanın sonuçlandırılması doğru olmamış, kararın bozulması uygun görülmüştür.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davalıların temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalıların diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, ödedikleri temyiz peşin harçlarının istenmesi halinde temyiz eden davalılar … ile …’ne iadesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 15.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
1136 sayılı Av.K.-İŞİN REDDİ ZORUNLULUĞU
Madde 38 – Avukat;
a) Kendisine yapılan teklifi yolsuz veya haksız görür yahut sonradan yolsuz veya haksız olduğu kanısına varırsa,
b) Aynı işte menfaati zıt olan bir tarafa avukatlık etmiş veya mütalâa vermiş olursa,
c) (Değişik: 4667 – 2.5.2001 / m.26) Evvelce hakim, hakem, Cumhuriyet savcısı, bilirkişi veya memur olarak o işte görev yapmış olursa,
d) Kendisinin düzenlediği bir senet veya sözleşmenin hükümsüzlüğünü ileri sürmek durumu ortaya çıkmışsa,
e) (…) (Madde 38 in (e) bendi, Anayasa Mahkemesinin 2 Haziran 1977 gün ve E.1977/43, K.1977/84 sayılı kararıyle iptal edilmiştir.)
f) Görmesi istenilen iş, Türkiye Barolar Birliği tarafından tespit edilen meslekî dayanışma ve düzen gereklerine uygun değilse,
Teklifi reddetmek zorunluğundadır.
Bu zorunluluk, avukatların ortaklarını ve yanlarında çalıştırdıkları avukatları kapsar.
(….) (Madde 38 in (f) bendinin 3. fıkrası, Anayasa Mahkemesinin 21 Ocak 1971 tarih ve E.1970-19, K.1971-9 sayılı karariyle iptal edilmiştir.)
(…) (Madde 38 in son fıkrası, Anayasa Mahkemesinin 2 Haziran 1977 tarih ve E.1977/43, K.1977/84 sayılı karariyle iptal edilmiştir.)
- Yargıtay CGK 20.10.2009, 2009/85 Esas, 2009/242 ; '' Menfaat zıtlığını dar anlamda yorumlamamak gerekir. Burada önemli olan savunmanın hiçbir şekilde zafiyete uğramamasıdır. Nitekim öğretide de aynı görüş benimsenmiş, şüpheli veya sanıklardan birisinin savunulması ancak diğerinin suçlanmasıyla sağlanabiliyorsa, çıkarların çatıştığı ve müdafilerinin değişik kişiler olması gerektiği belirtilmiştir. (Prof.Dr.Nur Centel-Doç.Dr.Hamide Zafer,Ceza Muhakemesi Hukuku,6.Bası sh.170) Somut olayda, sanıkların birlikte suç işledikleri iddia edilmiş olup, suçun yalnızca bu sanıklardan birisi tarafından üstlenilmiş olması karşısında, diğer sanıkların bu suçu işlemediklerinin savunulmasının gerektiği ve bu durumun, suçu işlediğini ikrar eden sanık yönünden savunmada zaafiyet yaratacağı açıktır.Zira diğer sanıkların savunmalarını güçlendirmek adına, suçu işleyen sanığın bu işi tek başına gerçekleştirildiğinin ileri sürülmesi söz konusudur. Bu itibarla, yerel mahkemenin sanıklar arasında menfaat çatışması bulunmadığı görüşüne dayalı direnme gerekçesi,yukarıda açıklanan yasa ve meslek kurallarına aykırı olup, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.'' Genel Kurul bu görüşünden; 15.05.2012 tarih 2011/872 Esas, 2012/198 Karar sayılı oyçokluğu ilamı ile dönmüştür.
Menfaat çatışmasının mevcut olması ve sanıkların savunmalarının aynı müdafii tarafından gerçekleştirilmesi savunmada zaafiyet yaratacağından, savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle hükmedilen kararın BOZULMASINA sebebiyet verecektir.
Her ne kadar Menfaat Çatışması halinin kamu düzeninden olup mahkemelerce resen gözetilmesi gerekmekte ise de; uygulamada bu kuralın mahkemelerce çoklukla göz ardı edildiğinden hareketle, çıkarları zıt sanık veya şüphelilerin savunmalarının aynı müdafi tarafından yürütülmesi, vekil yönüyle objektif cezalandırma koşullarından birisinin gerçekleşmesi halinde TCK Md 257 de zikredilen '' Görevi Kötüye Kullanma '' suçunu oluşturacağından meslektaşlarımızdan tarafından titizlikle dikkat edilmesi gereken bir husustur.
AVUKAT, TARAFLARIN RIZALARI OLSA DAHİ, MENFAATİ ZIT TARAFIN VEKİLLİĞİNİ YAPAMAZ !
TBB DİSİPLİN KURULU KARARI
Tarih - Esas No - Karar No Konu
T. 01.11.2013
E. E.2012/479
K. K.2013/26
Avukat, menfaat çatışması olan işte, her iki tarafın da haberdar olması, hatta rıza gösterilmesi halinde bile menfaati zıt olan tarafın vekâletini alamaz. Aksi takdirde, taraflardan her biri yeterli savunulmadığı duygusuna kapılır ki, bu da avukata duyulması gereken güveni kökten sarsar.Av. Yas. 34, 38,134 ve TBB Mes. Kur 3,4, 36
Şikâyetçilerin 04.08.2008 tarihinde …Emniyet Müdürlüğü KOM Şube Müdürlüğünde şüpheli olarak ifadeleri alınırken müdafii olarak şikâyetli avukatın görev üstlendiği, 500,00.-TL. sı vekalet ücreti aldığı, daha sonra şikayetçiler hakkında … 1. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada şikayetli avukatın karşı taraf müştekiler vekili olarak görev üstlendiği, yine aynı şekilde …Asliye Hukuk Mahkemesinde derdest olan ve aleyhlerine açılan davada da karşı taraf vekili olarak davayı takip ettiği, iddiası üzerine başlatılan disiplin kovuşturması sonucunda Baro Disiplin Kurulunca şikayetli avukatın eyleminin disiplin suçunu oluşturmadığı kanaati ile disiplin cezası tayin edilmemiş, karara karşı şikayetçilerden … … ... tarafından itiraz edilmiştir.
Şikâyetli avukat savunmalarında, CMK görevlisi olarak nöbette olduğu gün şikâyetçiler hakkındaki kooperatifi şahsi amaçları için kullandıkları, yapı ortaklığının aidatlarını farklı usullerle yapıldığı ve genel olarak bu kişilerin usulsüzlük yaptıkları gibi gerekçelerle suçlanmaları üzerine görev üstlenerek sorgularında bulunduğunu, görevinin o aşamada sonlandığını, aradan uzun bir süre geçtikten sonra 53 kişinin bürosuna gelerek şikâyetçilerin yönetimde olduğu kooperatifte bir takım işlerin yapılmadığı veya eksik ve hatalı yapıldığından bahisle müracaatları üzerine vekâletlerini alarak bu defa savcılık nezdinde şikâyette bulunduğunu ve tazminat davası açtığını, bu işlemlerin aynı zaman dilimi içinde olmadığını ve aynı konuda da olmadığını bildirmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden, şikâyetçiler hakkında M.... E... Sitil isimli şahsın zimmet, Kooperatifler Kanununa ve Vergi Usul Kanununa muhalefet sebebiyle Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şikâyette bulunması üzerine şikâyetli avukatın CMK görevlisi olarak şikâyetçilerin Emniyet Müdürlüğündeki sorgusunda 08.04.2008 tarihinde hazır bulunduğu, sorguda suçlamaları kabul etmediğini beyan ederek sorgu tutanağını imzaladığı,
Daha sonra 53 kişinin vekâletnamesi ile şikâyetçiler hakkında “ zimmet, dolandırıcılık, sahtecilik “ suçlamalarıyla Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde 05.02.2009 tarihinde şikâyette bulunarak şikâyetçilerin cezalandırılmasını talep ettiği,
Şikâyeti değerlendiren savcılık makamının 02.02.2011 tarihli iddianamesi ile şikâyetçilerin Kooperatifler Yasası ile TCK. nun 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmasının talep edildiği, iddianamenin 11.02.2011 tarihinde ... 1. Ağır Ceza Mahkemesince kabulüne karar verilerek 2011/29 esasa kaydının yapılarak duruşmalara başlandığı,
… 1.Ağır Ceza Mahkemesinde 2011/29 esasa kaydedilerek yargılamaya başlanan dosyanın şikâyetçileri … … … ile … …’ın “ Zimmet, Görevi Kötüye Kullanmak “ suçlamaları ile şüpheli sıfatıyla yargılanmaya başladıkları, şikâyetli avukatın CMK. Görevlisi olarak hazır bulunarak işbu dosya şikâyetçilerini savunduğu ve şikâyetçisinin M.... E.... Sitil olduğu suçlamalarla ilgili gerekli soruşturma yapıldıktan sonra bu dosyada şikâyetli avukatın şikâyetçi olduğu ve … 1. Ağır Ceza Mahkemesinde 2011/29 esasa kayıtlı dosya ile birleştirilmiş olduğu,
Her ne kadar Ağır Ceza Mahkemesinin tensip zaptında şikâyetli avukatın şikâyetçilerden … … …’inde vekili olduğu görünüyor ise de vekâletnamesinin bulunmadığı, bu yanlışlık adı geçen kişinin şikâyeti ile şikâyetli avukatın şikâyeti sonucu açılan davaların birleştirilmesi sonucu olduğu, bu konuda adı geçen kişinin de mahkemeye verdiği 15.02.2012 tarihli dilekçesiyle duruma açıklık getirmiş olduğu,
…1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/ 29 Esasında kayıtlı olarak devam eden yargılamaya şikâyetli avukatın 22.02.2012 tarihinde dilekçe vererek müdahillik görevinden çekilme talebinde bulunduğu, bu talebinin 23.02.2012 tarihli duruşmada dikkate alındığı ve bu duruşmaya kadar şikâyetli avukatın bahis konusu davada şikâyetçi olan 53 müvekkili adına görev üstlenerek işbu dosya şikâyetçileri aleyhine görev üstlenmiş olduğu, belirlenmiştir.
Şikâyetli avukat ayrıca yine bu dosyanın şikâyetçileri aleyhine … 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde 03.07.2009 tarihinde tazminat talepli ve tedbir talepli 2009/ 347 Esasa kayıtlı davayı açarak 53 müvekkilinin vekâlet görevini üstlenmiş olup bu davada halen derdesttir.
Şikâyetli avukatın CMK görevi nedeniyle aldığı ücretin dışında ayrıca şikâyetçilerinde 500,00.-TL. sı vekalet ücreti verdiği iddiası mevcut ise de bu konuda dosyada şikayetçilerin iddiasının dışında bir belge ve bilgi bulunmamaktadır.
Şikâyetli avukat, CMK nöbeti sırasında üstlendiği görev ile daha sonra 53 müvekkili adına şikâyette bulunduğu olayın aynı konuda olmadığını ve aynı zamanda da gerçekleşmediğini ileri sürmekte ise de, 08.04.2008 tarihinde şikâyetçiler zimmet ve benzeri suçlarla suçlanmış, olayın üzerinden bir süre geçtikten sonra bu defa şikâyetli avukat 53 müvekkili adına yine aynı suçlamalarla işbu dosyanın şikâyetçileri aleyhine savcılık nezdinde şikâyette bulunmakla haklarında dava açılmış, diğer şikâyet dosyası da bu dosya ile birleşmiştir. Bu nedenle suçlamalar aynı olup şikayetli avukatın her iki tarafta da görev üstlendiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır..
1136 sayılı Avukatlık Yasasının altıncı kısmında yer alan 34. maddesi “ Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve Avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarına uymakla yükümlüdürler “ 134. maddesi “ Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlara, mesleki çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır.” ,
Avukatlık Yasasının 38/b.maddesi, “Aynı işte menfaati zıt tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa, teklifi reddetmek zorunluluğundadır .” ,
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 3. maddesi “ Avukat, mesleki çalışmasını kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür. “ 4. maddesi ise “ Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır. “,
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 36.maddesi , “Bir anlaşmazlıkta, taraflardan birine hukuki yardımda bulunan avukat yararı çatışan öbür tarafın vekâletini alamaz, hiçbir hukuki yardımda bulunamaz.” hükümlerini içermektedir.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 03.10.2000 tarih ve 2000/6961–7836 sayılı kararında da, “Avukatlık, karşılıklı güven ve sadakat isteyen bir meslek olup, vekâlet de bu inanç doğrultusunda verilir. Davalı avukat, davacının bu inancını kötüye kullanarak hasım tarafın kendisini vekil tayin etmesine karşı koymamış, onun vekilliğini üstlenmiştir. Bu durum müvekkil davacının davalı avukatına karşı beslediği güvenin sarsılmasına neden olduğunun kabulünde duraksamaya yer yoktur. O nedenle davacı müvekkil salt bu nedeni ileri sürmek suretiyle dahi azilde haklıdır.” denilmek suretiyle Avukatlık Yasasının 38/b ve Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 36. maddesinin, salt öğrenilen sırların önceki müvekkile karşı kullanılmasını önlemek amacıyla değil, karşılıklı güven ve sadakat nedeniyle de konulmuş bulunduğunu açıkça belirtmektedir.
Avukat, menfaat çatışması olan işte, her iki tarafın da haberdar olması, hatta rıza gösterilmesi halinde bile menfaati zıt olan tarafın vekâletini alamaz. Aksi takdirde, taraflardan her biri yeterli savunulmadığı duygusuna kapılır ki, bu da avukata duyulması gereken güveni kökten sarsar.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 2.maddesinde, "Mesleki çalışmasında avukat bağımsızlığını korur; bu bağımsızlığı zedeleyecek iş kabulünden kaçınır " denilmekte, her ne sebeple olursa olsun, avukatın kendine karşı da bağımsızlığını korumak durumunda olduğu açıkça bildirilmektedir.
Avukatlık Kanununun 136/ 1 maddesi “ Bu kanunun avukatların hak ve ödevleri ilgili altıncı kısmında yazılı esaslara uymayanlar hakkında ilk defasında en az kınama, tekrarında, davranışın ağırlığına göre, para veya işten çıkarma cezası ..... uygulanır.” Hükmünü taşımaktadır.
Şikâyetli avukatın eylemi Avukatlık Yasasının 34, 38/b.maddesi ile Türkiye Barolar Birliği Meslek kurallarının 2, 3, 4 ve 36.maddelerine aykırı olmakla eylem disiplin suçunu oluşturmaktadır.
Bu nedenlerle, Adıyaman Barosu Disiplin Kurulunun şikâyetli avukat hakkında “Disiplin cezası verilmesine yer olmadığına” ilişkin kararında hukuki isabet görülmemiş, kararın kaldırılarak şikâyetli avukatın eylemi aynı zamanda Avukatlık Yasasının 34 ve 38/b maddesine de aykırı olmakla Aynı Yasanın 136/1.maddesi uyarınca en az kınama cezası tayini gerektiğinden, başkaca araştırılacak ve incelenecek bir hususta bulunmadığından şikâyetli avukatın kınama cezası ile cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.
Sonuç olarak, şikâyetçinin itirazlarının kabulü ile … Barosu Disiplin Kurulunun şikâyetli avukat hakkındaki “Disiplin cezası verilmesine yer olmadığına “ ilişkin 19.04.2012 tarih 2012/1 Esas, 2012/1 Karar sayılı kararın KALDIRILARAK Şikâyetli Avukat … …’in KINAMA CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA, oybirliği ile karar verildi.
TBB DİSİPLİN KURULU KARARI
Tarih - Esas No - Karar No Konu
T. 05.09.2008
E. 2008/198
K. 2008/327
Avukatlık Yasasının 34, 38/b ve Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 3, 4, 36 maddelerine aykırılık.
Şikâyetli avukat hakkında, Avukatlık Yasasının 34, 38/b ve Türkiye Barolar Birliği Meslek Krallarının 3, 4, 36 maddelerine aykırı davrandığı iddiasıyla açılan disiplin kovuşturması sonucu eylem sabit görülerek disiplin cezası tayin edilmiştir.
Şikâyetli avukat soruşturma ve kovuşturma aşamalarında savunma vermemiş ve Baro Disiplin Kurulu kararına itiraz da etmemiştir.
İncelenen dosya kapsamından, şikâyetlinin Akçakale Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2004/174 Esas sayılı dosyasına müdahil M.D vekili olarak katıldığı, sanıklar arasında Akçakale Sulh Hukuk Mahkemesinin 2006/129 esasında kayıtlı davada şikâyetçinin davalısı durumunda olan A.M. ve M. B. vekilleri olarak duruşmalara katıldığı anlaşılmıştır.
Avukatlık ilişkisinin temelinde güven duygusu vardır. Avukata güvenerek davasını veren veya danışmada bulunan kimse, bir şekilde davasında onu karşısında görmemelidir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 03.0.7.1995 tarih ve 8691–7761 sayılı kararında, “Avukatlık Yasasının 38/b maddesinde, avukata aynı işte menfaati zıt bir tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa, işi red etmesi gerektiği kuralı yer almaktadır. Yasa ile izlenen amaç, avukatın aldığı vekâlet sonucu vakıf olduğu sırları önceki müvekkilinin aleyhine kullanmayı önlemektir. Yasa maddesi ile öngörülen husus kamu düzeni ile ilgili olup mahkemece resen gözetilir. Somut olayda davacı vekili, taraflar arasında boşanma ve yoksulluk nafakasına karar verilen ilk davada kocanın vekili olmuştur. Nafakanın takdirine esas olan mali konuda kocanın ( bu davadaki davalının ) sırlarını ve gücünü öğrenmiştir. Bu durumda Av. …’nun huzuru ile davaya bakılması usul ve yasasa aykırıdır.” gerekçesi ile maddenin bir amacı belirtildiği gibi,
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 03.10.2000 tarih ve 2000/6961–7836 sayılı kararında da, “ Avukatlık, karşılıklı güven ve sadakat isteyen bir meslek olup, vekâlet de bu inanç doğrultusunda verilir. Davalı avukat, davacının bu inancını kötüye kullanarak hasım tarafın kendisini vekil tayin etmesine karşı koymamış, onun vekilliğini üstlenmiştir. Bu durum müvekkil davacının davalı avukatına karşı beslediği güvenin sarsılmasına neden olduğunun kabulünde duraksamaya yer yoktur. O nedenle davacı müvekkil salt bu nedeni ileri sürmek suretiyle dahi azilde haklıdır.” denilmek suretiyle Avukatlık Yasasının 38/b ve Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 36.maddesinin, salt öğrenilen sırların önceki müvekkile karşı kullanılmasını önlemek amacıyla değil, karşılıklı güven ve sadakat nedeniyle de konulmuş bulunduğunu açıkça belirtmektedir.
Avukatlık Yasasının 34. maddesi “ Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.”
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 3. maddesi “ Avukat, mesleki çalışmasını kamunun inancını ve mesleğe güveninin sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür.”
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 4. maddesi “ Avukat, mesleğin itibarını sarsacak her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır.”, hükümleri ile belirlenen ilkeler göz önünde bulundurulduğunda, maddenin amacının esas itibarıyla mesleğe olan güveni sarsmamak olduğu tartışmasızdır.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 2. maddesine göre, “ Mesleki çalışmasında avukat bağımsızlığını korur, bu bağımsızlığı zedeleyecek iş kabulünden kaçınır.” Gerçekten de Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 36. maddesi “ Bir anlaşmazlıkta taraflardan birine hukuki yardımda bulunan avukat yararı çatışan öbür tarafın vekâletini alamaz, hiçbir hukuki yardımda bulunamaz.” hükmü ile avukatı, işi retle yükümlendirilmiştir.
Avukat kendi kendine karşı da bağımsızlığını korumak zorundadır.
Avukatlık, “ doğruluk karinesi ”nden yararlanan mesleklerdendir. Kişilerin bu mesleğin mensuplarına inançları asıldır. Bu nedenle avukatların, kolektif inanca ters düşecek ve bu inancı sarsacak davranışlardan dikkatle kaçınmaları gerekir.
Avukatlık mesleğinin ruhu ve etik değerleri ve geleceği nazara alındığında maddelerin geniş olarak yorumlanması zorunluluğu hasıl olmaktadır. Bu nedenle müvekkille eş zamanlı olarak hasım tarafın vekâletnamesinin üstlenilmesinde, bu vekâletname kime karşı ve ne sebeple kullanılırsa kullanılsın, yasaya ve meslek kurallarına aykırılık kabul edilmelidir. Salt “ aynı iş ” kavramıyla dar yorumlama, Avukatlık mesleğine olan güveni sarsacak, kamuoyunda itibarını azaltacaktır.
Şikâyetli Avukatın, müvekkili ile olan vekâlet ilişkisinin devamı esnasında eş zamanlı olarak hasım tarafın da vekâletini üstlenmesi, Avukatlık Yasasının 34, 38/b, Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 2, 3, 4, 36. maddelerine aykırı olmakla disiplin suçu oluşturduğundan, Baro Disiplin Kurulu’nca yapılan hukuki değerlendirmede isabetsizlik görülmemiş, ancak eylemin Avukatlık Yasası 6. kısımda bildirilen suçlardan olması ve bu sebeple en az kınama cezası tayini gerekirken uyarma cezası verilmesi doğru bulunmamıştır.
Bu nedenle şikâyetçi itirazının kabulü ile, yeniden inceleme ve araştırmayı gerektirir bir husus bulunmadığından, uyarma cezasının kınama cezasına çevrilmek suretiyle kararın düzeltilerek onanması gerekmiştir.
Sonuç olarak, Şikâyetçinin itirazının kabulü ile, Şanlıurfa Barosu Disiplin Kurulu’nun uyarma cezası verilmesine ilişki kararının kınama cezasına çevrilmesi suretiyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA ve Şikâyetli Avukat’ın KINAMA CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA, oybirliği ile karar verildi.
T.C. |
||
Esas No |
: 2014/8012 |
|
Karar No |
: 2014/38228 |
|
Tarih |
: 03.12.2014 |
- AVUKATLIK ÜCRETİ ÖDEMESİ
- VEKÂLET ÜCRETİ ALACAĞININ TAHSİLİ İÇİN YAPILAN İCRA TAKİBİNE VAKİ İTİRAZIN İPTALİ İSTEMİ
- HAKLI NEDENE DAYANMADAN İSTİFA
İÇTİHAT METNİ
ÖZET :
Davacı avukatın istifa ettiği tarih itibariyle davalının vekili olarak takip ettiği davaların hiç birisinin sonuçlanmadığı, halen derdest olduğu anlaşılmaktadır. Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre, iş sonuçlandırılmadan avukatlık ücreti talep edilemeyeceğinden davacının vekâlet ücreti ödenmediği iddiasıyla istifa etmesi haksızdır.
DAVA :
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR :
Davacı, avukat olduğunu, davalı ile sözlü olarak yaptığı ücret anlaşması uyarınca bazı davalarda davalının vekilliğini üstlendiğini, vekalet ücretinin davaların başında ödenmesi gerekirken davaların bir çoğunun karar aşamasına gelmesine rağmen vekalet ücretinin ödenmediğini, 11 Temmuz 2011 tarihinde ihtarname gönderdiğini ancak yine ödeme yapılmaması üzerine Kadıköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ nin 2010/158 Esas, Kadıköy 4. Asliye Hukuk mahkemesi’ nin 2010/36 esas ve 2010/174 Esas, Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/167 esas sayılı dava dosyaları yönünden Avukatlık asgari ücret tarifesi üzerinden 44.620.TL asıl alacak ve 11.01.TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 44.631.01.TL’ nın tahsili için icra takibinde bulunduğunu ancak takibe davalının haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek vaki itirazın iptali ile %40 icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davacının davalar bitmeden ücret istemesinin ve istifasının haksız olduğunu savunarak, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, istifanın haklı olduğu kabul edilerek davanın kısmen kabulü ile asıl alacağın 43.040.00.TL’ lık bölümüne yapılan itirazın iptali ile asıl alacağın %40’ı olan 17.216.00.TL icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Borçlar Kanununa göre vekillikten istifa her zaman mümkün olup, bu istifa vekalet ilişkisini ileriye doğru sona erdiren bozucu ve yenilik doğuran bir işlemdir. Ancak istifa haklı değil ve müvekkil de bu nedenle zarara uğramışsa, vekil bu zarardan sorumludur. Avukatlık Kanununda ise haksız istifa halinde, vekil yönünden Borçlar Kanunundaki düzenlemelere göre daha ağır bir sorumluluk esası getirilmiştir. Gerçekten de, Avukatlık Kanununun 174/1 maddesinde “üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat ücret talebinde bulunamaz.” hükmü mevcut olup, bu hükümle, vekaletten haklı bir neden olmadan istifa eden avukatın, Borçlar Kanunundaki vekalet akdine ilişkin genel düzenlemelerden farklı olarak, herhangi bir zarar şartı olmadan da müvekkile karşı sorumlu tutulduğu görülmektedir. Anılan düzenlemeye göre, haksız olarak işi bırakan, Vekaletten istifa eden avukat, ücrete hak kazanamadığı gibi, aksine bir hüküm mevcut değilse aldığı peşin ücretleri, kullanmadığı masraf avanslarını da iş sahibine iade etmek zorundadır.
Avukatlık Kanununun 171/1 maddesinde düzenlenen “Avukat üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder.” ve “Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi”nin 2. maddesinde düzenlenen “…avukatlık ücreti, kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır.” hükümleri gereğince de avukat, aksine sözleşme yoksa, işi sonuna kadar takip edip sonuçlandırmadan ücretini talep edemez. (Bkz. Aynı doğrultuda HGK. 23.3.1983 4/562-156; HGK. 3.7.1987 3/92-599; 13. HD. 2005/15433 E. 2008/3694 K.; 13. HD.2008/6280 E. 2008/11580 K.) Ancak Haksız azil halinde olduğu gibi, avukatın haklı olarak vekillikten istifa etmesi halinde de, işe devam etme olanağı mevcut olmadığından, avukat, haklı istifa tarihi itibariyle muaccel olan vekalet ücreti alacağının ödetilmesini talep edebilir.
Öte yandan, vekâlet ilişkisi bir bütün olup, vekâletten azil gibi, istifa da, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet eder. Zira azil ve istifa ile birlikte vekâlet akdinin en önemli unsurlarından olan “güven ilişkisi” de sona ermektedir.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; dava, vekâlet ücreti alacağının tahsili için yapılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkin olup, 26.03.2010 tarihinde verilen vekâletname ile avukat olan davacının davalıya hukuki yardımda bulunmaya başladığı, vekâlet ilişkisinin 25.04.2012 tarihli istifa ile sona erdiği, davacı avukatın istifa ettiği tarih itibariyle davalının vekili olarak takip ettiği davaların hiç birisinin sonuçlanmadığı halen derdest olduğu anlaşılmaktadır. Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre, iş sonuçlandırılmadan avukatlık ücreti talep edilemeyeceğinden davacının vekâlet ücreti ödenmediği iddiasıyla istifa etmesi haksızdır. O halde mahkemece haklı nedene dayanmadan istifa etmesi nedeniyle davacının ücrete hak kazanamayacağı gerekçesi ile açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanlış gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre, davalının diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ :
Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, 2. bent gereğince davalının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan 2500,45 TL harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
ÜÇÜNCÜ HUKUK DAİRESİ
Esas |
: 2020/4983 |
Karar |
: 2021/284 |
Tarih |
: 20.01.2021 |
Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 512/1. (eski BK 396/1.) maddesine göre, vekillikten istifa her zaman mümkün olup, bu istifa vekalet ilişkisini ileriye doğru sona erdiren bozucu yenilik doğuran bir işlemdir. Ancak istifa haksız ve müvekkil de bu nedenle zarara uğramışsa, vekil bu zarardan sorumludur. Avukatlık Kanunu'nda ise haksız istifa halinde, vekil yönünden Borçlar Kanunu’ndaki aynı konuya ilişkin düzenlemelere göre daha ağır bir sorumluluk esası getirilmiştir. Gerçekten de, Avukatlık Kanununun 174/1 maddesinde “üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat ücret talebinde bulunamaz.” hükmü mevcut olup, bu hükümle, vekaletten haklı bir neden olmadan istifa eden avukatın, Borçlar Kanunundaki vekalet akdine ilişkin genel düzenlemelerden farklı olarak, herhangi bir zarar şartı olmadan da müvekkile karşı sorumlu tutulduğu görülmektedir. Anılan düzenlemeye göre, haksız olarak işi bırakan, vekaletten istifa eden avukat, ücrete hak kazanamadığı gibi, aksine bir hüküm mevcut değilse aldığı peşin ücretleri, kullanmadığı masraf avanslarını da iş sahibine iade etmek zorundadır.
Avukatlık Kanununun 171/1 maddesinde düzenlenen “Avukat üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder.” ve “Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi”nin 2. maddesinde düzenlenen “...avukatlık ücreti, kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır.” hükümleri gereğince de avukat, aksine sözleşme yoksa, işi sonuna kadar takip edip sonuçlandırmadan ücretini talep edemez. (Bkz. Aynı doğrultuda HGK. 23.3.1983 4/562-156; HGK. 3.7.1987 3/92-599; 13. HD. 2005/15433 E. 2008/3694 K.; 13. HD.2008/6280 E. 2008/11580 K.) Ancak, haksız azil halinde olduğu gibi, avukatın haklı olarak vekillikten istifa etmesi halinde de, işe devam etme olanağı mevcut olmadığından, avukat, haklı istifa tarihi itibariyle muaccel olan vekalet ücreti alacağının ödetilmesini talep edebilir. Öte yandan, vekalet ilişkisi bir bütün olup, vekaletten azil gibi, istifa da, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet eder. Zira, azil ve istifa ile birlikte vekalet akdinin en önemli unsurlarından olan “güven ilişkisi” de sona ermektedir. Haksız istifa halinde ise davacı avukat, sadece istifa tarihi itibariyle tamamlanmış işlerden dolayı vekalet ücretine hak kazanır.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas |
: 2011/707 |
Karar |
: 2011/769 |
Tarih |
: 14.12.2011 |
Azil ve istifa beyanı yenilik doğuran tek yanlı bir işlemdir ve irade beyanının karşı tarafa ulaşması ile vekalet ilişkisini "tasfiye edilmesi gerekli" bir ilişki durumuna sokar (Hatemi/Serozan/Arpacı Borçlar Hukuku Özel Bölüm. İstanbul 1992 s.435).
Azil ve istifa beyanı herhangi bir şekle tabi değildir. Bu husus üstü kapalı olarak da yapılabilir. Verilmiş olan vekaletle bağdaşmayacak hukuki eylemler aracılığıyla da azil ve istifa mümkündür. Örneğin müvekkil işi kendisi görürse ya da vekil tarafından kiraya verilmesi gereken ev veya dükkanı satarsa ya da vekalete bağlı olan temsil yetkisini geri alırsa yahut verilen vekaletle bağdaşması olanaksız koşullar koyarsa, durum böyledir. Bununla birlikte, BK.m 396. 2.fıkrada uygun olmayan zamanda vekaletten azil veya ondan istifa eden kimsenin, diğer tarafın zararını tazminle yükümlü olduğu açıklanmıştır. Yine, BK'nun 398. maddesi; vekilin vekaletinin son bulduğunu öğrendiği andan önce yaptığı işlerden, müvekkilinin veya mirasçılarının, vekalet mevcut imiş gibi sorumlu olacaklarını hükme bağlamıştır.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas |
: 2017/589 |
Karar |
: 2021/95 |
Tarih |
: 16.02.2021 |
Eldeki davada uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 396/1. maddesinde “Vekaletten azil ve ondan istifa her zaman caizdir. Şu kadarki münasip olmayan bir zamanda vekaletten azil veya ondan istifa eden kimse diğerinin zararını zamin olur.” düzenlemesi yer almaktadır ve vekâlet sözleşmesi vekil ile müvekkil arasında güven unsuruna dayanan bir sözleşme olması nedeniyle yanlar dilediği zaman sözleşme ilişkisine son vermek hakkına sahiptir. Bu durumda sözleşme ilişkisi devam ederken vekil her zaman istifa edebileceği gibi müvekkil de onu her zaman azledebilir. İstifa ve azil hakkı tek taraflı ve karşı yana varması gereken irade beyanı ile kullanılır ve sözleşmeyi ileriye etkili olarak sona erdirdiği gibi azil ve istifa beyanı herhangi bir şekle bağlı değildir (Yalçınduran, T.: Vekalet Sözleşmesinde Ücret, Ankara 2007, s. 97, 98).
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2017/634 E. , 2021/59 K.
"İçtihat Metni"
Vekâlet sözleşmesi, somut olayda uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 386. maddesinin 1. fıkrasında “Vekalet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.” şeklinde tanımlanmıştır.
14. Vekâlet sözleşmesi ile vekil, müvekkiline karşı iş görme borcu altına girer. Bu bir hizmet edimi, geniş anlamda iş edimi, bir başkası lehine faaliyet de olabilir. Hukuki fiillere ilişkin vekâlette vekil, müvekkilinin menfaatine olarak hukuki işlemler gerçekleştirmek, özellikler subjektif haklar iktisap etmek, kullanmak ve devretmeyi yükümlenir (Yalçınduran T.: Vekalet Sözleşmesinde Ücret, Ankara 2007, s. 35).
15. Avukatlık sözleşmesi ise, her iki tarafa borç yükleyen, ücret karşılığında ivazlı nitelikte olan, belli bir hukuki yardımın yapılmasını öngören ve sözleşmenin bir tarafının mutlaka avukatın oluşturduğu sözleşme türüdür.
16. Avukat ile müvekkil arasında imzalanan sözleşme de vekâlet sözleşmesi niteliğindedir. Ancak genel bir vekâlet sözleşmesinden farklı olarak 1136 sayılı Avukatlık Kanunu gereğince “ücret”, sözleşmenin zorunlu unsurudur. Avukat bu sözleşme ile hukuki yardımda bulunmayı, müvekkil ise yapılan hukuki yardım karşılığında bir ücret ödemeyi üstlenmektedir. Ücretin sözleşme ile belirlenmesi zorunlu olmayıp işin görülmesinden önce veya sonra kararlaştırılması mümkündür. Yanlar arasında ücret konusunda yazılı veya sözlü bir sözleşmenin yapılmaması hâlinde ücret, Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Asgâri Ücret Tarifesine göre belirlenir (Kurtoğlu T.: Akdi Vekalet Ücreti ve Avukatın Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2016, s. 24, 25).
17. Vekâlet ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeleri için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makul bir ücret almaları gerekir (Anayasa Mahkemesinin 03.03.2004 tarihli ve 2004/8 E., 2004/28 K. sayılı kararı).
Avukatlık sözleşmesi, sözleşme ile üstlenilen edimin yerine getirilmesi veya sürenin dolması ile sona erebileceği gibi avukatın istifası ya da müvekkilin azli ile de sona erebilir.
21. BK’nın 396/1. maddesi “Vekaletten azil ve ondan istifa her zaman caizdir. Şu kadarki münasip olmayan bir zamanda vekaletten azil veya ondan istifa eden kimse diğerinin zararını zamin olur.” hükmünü içermekte olup, vekâlet sözleşmesi vekil ile müvekkil arasında güven unsuruna dayanan bir sözleşme olması nedeniyle yanlar dilediği zaman sözleşme ilişkisine son vermek hakkına sahiptir. Bu durumda sözleşme ilişkisi devam ederken vekil her zaman istifa edebileceği gibi müvekkil de onu her zaman azletme hakkına sahiptir. İstifa ve azil hakkı tek taraflı ve karşı yana varması gereken irade beyanı ile kullanılır ve sözleşmeyi ileriye etkili olarak sona erdirdiği gibi azil ve istifa beyanı herhangi bir şekle bağlı değildir (Yalçınduran, s. 97, 98).
T.C Vekâlet sözleşmesi ile, müvekkiline karşı iş görme borcu altına girer. Bu bir hizmet edimi, geniş anlamda iş edimi, bir başkası lehine faaliyet de olabilir. Hukuki fiillere ilişkin vekâlette vekil, müvekkilinin menfaatine olarak hukuki işlemler gerçekleştirmek, özellikler subjektif haklar iktisap etmek, kullanmak ve devretmeyi yükümlenir (Yalçınduran T., Vekalet Sözleşmesinde Ücret, Ankara 2007, s. 35). Avukatlık sözleşmesi ise, her iki tarafa borç yükleyen, ücret karşılığında ivazlı nitelikte olan, belli bir hukuki yardımın yapılmasını öngören ve sözleşmenin bir tarafının mutlaka avukatın oluşturduğu sözleşme türüdür. Avukat ile müvekkil arasında imzalanan sözleşme de vekâlet sözleşmesi niteliğindedir ancak genel bir vekâlet sözleşmesinden farklı olarak 1136 sayılı Avukatlık Kanunu gereğince “ücret”, sözleşmenin zorunlu unsurudur. Avukat bu sözleşme ile hukuki yardımda bulunmayı müvekkil ise yapılan hukuki yardım karşılığında bir ücret ödemeyi üstlenmektedir. Ücretin sözleşme ile belirlenmesi zorunlu olmayıp işin görülmesinden önce veya sonra kararlaştırılması mümkündür. Yanlar arasında ücret konusunda yazılı veya sözlü bir sözleşmenin yapılmaması hâlinde ücret, Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Asgâri Ücret Tarifesine göre belirlenir (Kurtoğlu T., Akdi Vekalet Ücreti ve Avukatın Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2016, s. 24, 25). Avukatlık sözleşmesi, sözleşme ile üstlenilen edimin yerine getirilmesi veya sürenin dolması ile sona erebileceği gibi avukatın istifası ya da müvekkilin azli ile de sona erebilir. BK’nın 396/1. maddesi “Vekaletten azil ve ondan istifa her zaman caizdir. Şu kadarki münasip olmayan bir zamanda vekaletten azil veya ondan istifa eden kimse diğerinin zararını zamin olur.” şeklinde düzenlenmiş olup, vekâlet sözleşmesi vekil ile müvekkil arasında güven unsuruna dayanan bir sözleşme olması nedeniyle yanlar dilediği zaman sözleşme ilişkisine son vermek hakkına sahiptir. Bu durumda sözleşme ilişkisi devam ederken vekil her zaman istifa edebileceği gibi müvekkil de onu her zaman azletme hakkına sahiptir. İstifa ve azil hakkı tek taraflı ve karşı yana varması gereken irade beyanı ile kullanılır ve sözleşmeyi ileriye etkili olarak sona erdirdiği gibi azil ve istifa beyanı herhangi bir şekle bağlı değildir (Yalçınduran T., s. 97, 98). |
T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO: 2019/13-15
KARAR NO: 2020/749
TARİH: 13/10/2020
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi
24. BK’nın 396/1. maddesi “Vekaletten azil ve ondan istifa her zaman caizdir. Şu kadarki münasip olmayan bir zamanda vekaletten azil veya ondan istifa eden kimse diğerinin zararını zamin olur.” hükmünü içermekte olup, vekâlet sözleşmesi vekil ile müvekkil arasında güven unsuruna dayanan bir sözleşme olması nedeniyle yanlar dilediği zaman sözleşme ilişkisine son vermek hakkına sahiptir. Bu durumda sözleşme ilişkisi devam ederken vekil her zaman istifa edebileceği gibi müvekkil de onu her zaman azletme hakkına sahiptir. İstifa ve azil hakkı tek taraflı ve karşı yana varması gereken irade beyanı ile kullanılır ve sözleşmeyi ileriye etkili olarak sona erdirdiği gibi azil ve istifa beyanı herhangi bir şekle bağlı değildir (Yalçınduran; s. 97, 98).
HSK Görüşü (Avukatların Dosya İncelemesi) ; Öncelikle avukatların vekâlet ilişkisinin tesisi bakımından cumhuriyet başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin, 'Soruşturma evrakının incelenmesi ve örnek alınması' kenar başlıklı 54’üncü maddesinin ikinci ve beşinci fıkrası uyarınca şüpheli, mağdur, şikâyetçi ve suçtan zarar görenin soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilmesi ve istediği belgelerin bir örneğini fizikî ya da elektronik ortamda harçsız olarak alabilmesi karşısında, avukatların şüpheli, mağdur, şikâyetçi ve suçtan zarar görenden soruşturma belgelerinin bir örneğinin getirmesini istemesi suretiyle işlem yapılması, hayatın olağan akışı içerisinde pratikte her zaman bu durumun mümkün olamaması ve avukatların şüpheli, mağdur, şikâyetçi ve suçtan zarar görenden aldıkları sözlü irade veya yazılı beyan veya talepname ile doğrudan ilgili soruşturma dosyasını inceleme ve sonrasında yapacakları değerlendirme neticesinde vekâletname düzenleme konusunda karar verme ihtiyacı duymaları halinde;
a-Sebep ve gerekçe ile şüpheli ya da mağdur ve şikâyetçiden hangisi için inceleme yapmaya gereksinim duyduğunu dilekçesinde veya talepnamesinde açık bir şekilde belirtmeleri ve bu belgeye cumhuriyet savcısının havalesi ile soruşturmayı geciktirmemek kaydıyla evrakın cumhuriyet savcısının belirleyeceği personel huzurunda kalemde veya ön büroda incelenmesi,
b- İncelemenin yapıldığına dair düzenlenen dosya inceleme tutanağının, dosyayı inceleyen ile nezaret eden görevli tarafından imzalandıktan sonra taranarak UYAP’a aktarılması,
c-Bu dilekçelerin ve inceleme tutanağının denetime imkân sağlayacak biçimde dosyasında ve UYAP’ta muhafaza edilmesi,
UYAP Sisteminde kayıtlı belirli bir soruşturmaya ilişkin olup, doğrudan esası ilgilendirmeyen ve gizlilik ilkesinin ihlali ya da kişisel verilerin korunması kapsamında değerlendirilmeyen “soruşturmanın; açıldığı tarih ve numarası ile görevli cumhuriyet savcısı ve soruşturmanın devam edip etmediği, soruşturma tamamlanmış ise bu konuya ilişkin olarak, düzenlenen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ya da iddianamenin tarih ve sayısı ile açılan davanın görüleceği mahkeme bilgilerinin” dilekçe ile talep hâlinde cumhuriyet savcısının uygun görmesi üzerine verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adlî Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik
(6) İncelemenin yapıldığına ya da belge örneği alındığına dair düzenlenen dosya inceleme veya belge örneği alma tutanağı, dosyayı inceleyen ya da belge örneği alan ile nezaret eden görevli tarafından imzalandıktan sonra taranarak UYAP’a aktarılır.
(7) Soruşturma evrakı soruşturmayı geciktirmemek kaydıyla Cumhuriyet savcısının belirleyeceği personel huzurunda kalemde veya ön büroda incelenir.
Savcılık aşamasındaki dosyanın avukatlarca incelenmesi; şüphelinin el yazısını içeren onay dilekçesi veya vekaletnamesini mevcut olması halinde mümkündür. Soruşturma işlemleri gizli olduğundan salt avukat sıfatıyla soruşturma dosyalarının incelenebilmesi olanaklı değildir. Dosya kapsamından örnek veya belge almak, her halükarda vekaletname ibrazına bağlıdır. Soruşturma dosyasında gizlilik kararı bulunması halinde avukat tarafından incelenmesi mümkün olmadığı gibi vekaletname ibrazına bağlı olarak örnek veya belge almak da olanaklı değildir. Ancak gizlilik kararı bulunan dosya kapsamındaki kriminal raporu, adli tıp raporu, ön inceleme raporları gibi teknik evrak örneklerinin vekaletname ibrazıyla alınması mümkündür.
T.C.
Yargıtay
8. Ceza Dairesi
2019/3753 E., 2021/19443 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇLAR : Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması, 6136 sayılı Yasaya aykırılık
HÜKÜMLER : Mahkumiyet, beraat
Gereği görüşülüp düşünüldü:
1-) Sanık ... müdafiinin temyiz talebinin incelenmesinde;
Kendisini vekil ile temsil ettiren ve hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçlarından açılan kamu davasında beraatine hükmedilen sanık ... müdafiinin temyiz isteminin sanık lehine vekalet ücreti hükmedilmemesine yönelik olup temyizde hukuki yararı bulunduğu, bu hususta İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 20.01.2014 tarih, 2014/50 Değişik iş sayılı kararıyla vekalet ücretinin hükmedilmesine yönelik kararın hukuken geçersiz olduğu belirlenerek yapılan incelemede;
Her ne kadar sanık ile müdafii arasında yazılı bir vekaletname ilişkisi bulunmasa da, vekalet ilişkisinin yazılı bir şekle bağlanamayacağı gözetilerek, kendisini vekil ile temsil ettiren ve beraat eden sanık yararına, Hazine aleyhine karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlı Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. madde ve fıkrası uyarınca maktu vekalet ücretine hükmolunması gerektiğinin gözetilmemesi,
Yasaya aykırı ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususun, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 322. maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasına "Sanık kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. maddesine göre 3.000,00 Türk Lirası maktu vekalet ücretinin hazineden alınarak sanığa verilmesine" ibaresinin eklenmesi suretiyle hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
2-) Sanıklar ..., ... ve ... hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan hükümlere yönelik sanıklar müdafiinin temyiz talebinin incelenmesinde;
5237 sayılı TCK'nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suçun işlenmesi gerektiği; somut olayda, sanık ...'ün motosikletine ait aksesuarların çalındığı yönünde sanığın tahmini ve çevreden edindiğini belirttiği duyum dışında dosyada haksız fiilin gerçekleştiğine dair delil bulunmadığı anlaşıldığından, tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre, sanıklar müdafiinin, TCK'nın 110. Maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması gerektiğine yönelik yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA, 21.10.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2006/13-610 E.
Karar No : 2006/339 K.
Tarih: 11.10.2006
'' Karşılıklı güven'' kavramının, her iki tarafın vekalet sözleşmesi çerçevesinde gerçekleşen ilişkilerinde '' KARŞILIKLI SAYGI''unsurunun varlığını evleviyetle içereceği ve gerektireceği açıktır. Olaya vekil yönünden bakıldığında yapılması gereken saptama şudur; Borçlar Kanunu'nun 390/1 maddesi gereğince genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin hükümlere tabi bulunan vekil, hukukun belirlediği bu statünün gereği olarak, müvekkili ile ilişkilerinde, hem bu ilişkinin hukuksal niteliğine ve doğasına uygun saygının kendisine gösterilmesini müvekkilinden isteme hakkına sahip ve hem de asgari olarak aynı düzeyde bir saygıyı ona göstermekle yükümlüdür. Müvekkil, bu yükümlülüğüne uygun davranmayan, objektif olarak kendisinden beklenen saygıyı göstermeyen vekiline yönelik güvenini sürdürmeye zorlanamaz. Aynı kıstas müvekkilin vekile karşı davranışları ve eylemleri içinde geçerlidir.
Avukatın duruşmalara mazeretsiz katılmaması ve bu eylemine istinaden görevi ihmal suçunun işlendiğinin tespitinde, atılı suçun unsuru olan objektif cezalandırılma kriteri '' Mağduriyetin'' belirlenmesinde eylemin nihai karara etki edip etmediğinin kriter olarak görülmediği, ceza yargılamasında resen araştırma ilkesi egemen olsa da müdafilerin yargılamaya katılmamasının yargılamanın sonucuna tesir etmeyeceği şeklindeki bir kabülün müdafilik kurumunun varlığını da tartışmalı hale getireceğinden hareketle, tarafın/sanığın salt hukuki yardımdan yoksun/mahrum bırakılmış (Hak Kaybı) ve yargılamanın gereksiz uzamasına sebebiyet vermiş (Kamu Zararı)-Adaletin gecikmesi (Kişi Mağduriyeti) olmanın yeterli olduğu kabul edilmektedir. Ancak mazeretsiz olarak şikayetli avukatın duruşmalara katılmamış olmasının yanında, süreçte, tarafın/sanığın başkaca bir avukatla temsilinin gerçekleştirilmiş olunması halinde, hukuki yardımdan yoksun kalmadığı belirli olduğundan görevi ihmal suçundan mahkumiyet kararı verilemez. Bu halde koşullarının oluşması halinde şikayetli avukatın tazminat sorumluluğu söz konusu olacaktır. Avukatın duruşmalara mazeretsiz katılmamış olmamış olduğunun tespiti yanında, yargılama sonucunda sanık hakkında beraat kararı verilmesi veya hukuk mahkemelerinde yargılamanın lehe sonuçlanmış olması hallerinde, mağduriyet söz konusu olamayacağından yine atılı suçun unsurları oluşmayacaktır. Atılı suçun oluşmasında yine, sanık/taraf aleyhine karar verilmesiyle avukatın mazeretsiz olarak duruşmalara katılmaması eylemi arasında illiyet bağı aranmaktadır.Avukatın vekalet ücretini alamaması nedeniyle duruşmalara iştirak etmemesi haklı bir gerekçe olarak kabul edilmemektedir. Vekâlet ücretini temin edemeyen vekil, müvekkile uygun vasıta ile yazılı bildirimde bulunarak ödeme hususunda süre tanımalı, akabinde usulüne uygun şekilde vekâletten çekilmelidir. Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 2013/13367 E., 2015/16106 K., 10.11.2015 T., 2014/1048 E., 2016/2720 K., 14.03.2016 T. Yargıtay “9. Ceza Dairesi 2020/5807 E. , 2021/3109 K.
Yargıtay: Azilnamenin Noterden Gönderilmesi Şart Değildir
Davacı avukata noterden gönderilen bir azilname olmasa da, aslı davacı avukat tarafından mahkemeye sunulan ve davalı tarafından imzalanmış “İbraname“ başlıklı belgede; vekalet ücretine konu dava ve icra dosyasının Av...’den geri alındığı, bu tarihten itibaren dosyasını kendisinin takip edeceği, avukatı tüm görev ve sorumluluklarından ibra ettiği yazılı olup, iş bu belge mahiyeti itibariyle azil niteliğini taşımaktadır.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi
2013/32828 E.
2014/18796 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Adana 2. Sulh Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 11/09/2013
NUMARASI : 2011/1919-2013/1257
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı ile davalılardan H. A. ile C. K. avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR
Davacı, davalıların vekili sıfatı ile davalar açtığını ve icra takipleri başlattığını, haksız olarak azledildiğini, karşı yan vekalet ücretleri ile taraflar arasında düzenlenen sözleşmede kararlaştırılan vekalet ücretlerinin ödenmediğini ileri sürerek, davalı S. Ö. için karşı tarafa yüklenen vekalet ücreti olarak 645-TL, icra dosyasındaki vekalet ücreti olarak 752-TL, davalı C. K. için karşı tarafa yüklenen vekalet ücreti olarak 575-TL, icra dosyasındaki vekalet ücreti olarak 220-TL, davalı H.A. için karşı tarafa yüklenen vekalet ücreti olarak 645-TL, icra dosyasındaki vekalet ücreti olarak 340-TL ve sözleşme gereğince 4500-TL akdi ücreti vekalet alacağı olmak üzere toplam 7.677-TL'nin yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, azlin haklı olduğunu savunarak davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, davanın kısmen kabul, kısmen reddi ile davalı S. Ö. yönünden davanın reddine, davalı C. K. yönünden 2.435,60-TL.'nin, davalı H.A.yönünden 2.437,00-TL.'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalılar H. A. ve C. K. tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalılar H. A. ve C. K. tüm, davacının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Dava, haksız azil nedeni ile ödenmeyen vekalet ücretinin tahsili talebine ilişkindir. Avukatlık Kanunu’nun 174/2 maddesinde düzenlendiği üzere, haksız olarak azledilen avukat, takip ettiği her dava ve takip için avukatlık ücretinin tamamına hak kazanır. Avukatın bu ücret alacağı kapsamında müvekkili ile arasında yapılan ücret sözleşmesi gereğince hesaplanan vekalet ücreti ile Kanunun 164/son maddesi gereğince aksine sözleşme yapılmadığı için avukata ait olacağı açıklanan ve hasma tahmil edilmesi gereken vekalet ücretinin de bulunduğunda duraksama olmamalıdır. Zira, avukat haksız azledilmekle dava ve takipleri sonlandırmak ve yasal vekalat ücreti alacağını tahsil etmek hakkı elinden alınmış olmaktadır.Somut olayda, davalı S. Ö. tarafından davacı avukata noterden gönderilen bir azilname olmasa da, 28.04.2010 tarihli, aslı davacı avukat tarafından mahkemeye sunulan ve davalı Serdar tarafından imzalanmış “İbraname“ başlıklı belgede; vekalet ücretine konu dava ve icra dosyasının Av...’den geri alındığı, bu tarihten itibaren dosyasını kendisinin takip edeceği, avukatı tüm görev ve sorumluluklarından ibra ettiği yazılı olup, iş bu belge mahiyeti itibariyle azil niteliğini taşımaktadır. Zira, yukarıda bahsedilen ibraname ile davacı avukatın dava ve takipleri sonlandırmak ve yasal vekalat ücreti alacağını tahsil etmek hakkı elinden alınmış olmaktadır. Hal böyle olunca, vekalet ücretine konu dava ve icra dosyaları yönünden davacı avukat ve davalı Serdar arasındaki vekalet ilişkisinin devam ettiğinden bahsedilemez. Bu durumda davacının davalı Serdar’dan da dava ve icra dosyaları nedeniyle karşı yan vekalet ücretini isteyebileceğinin kabulü gerekir. Mahkemece, yanlış değerlendirme ve henüz tahsilat gerçekleşmediği gerekçesi ile bu kalem yönünden davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
3-Davacı avukat, her üç davalı hakkında ayrı ayrı davalar açmış ve icra takipleri başlatmıştır. Bu durumda, her bir davalı yönünden kabul edilen meblağ üzerinden karar tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre hesaplanacak nispi vekalet ücretinin davalılardan ayrı ayrı tahsiline karar verilmesi gerekirken davanın kabul edilen kısmı üzerinden hesaplanan tek bir nispi vekalet ücretinin davalılar H. A. ve C. K. müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalılar H. A. ve C.K. tüm, davacının sair temyiz itirazlarının reddine, 2 ve 3 nolu bentlerde açıklanan nedenlerle kararın temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, 249.34 TL kalan harcın davalılardan C. K. ile H. A. alınmasına, peşin alınan 24.30 TL harcın istek halinde davacıya iadesine, HUMK’nun 440/III-2 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.6.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E.2011/6395
K.2013/744
T.1703.2013 KARARI
“MÜDAFİİ’NİN MAZERETSİZ DURUŞMAYA KATILMAMASI İHMALİ DAVRANIŞLA GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇUNU OLUŞTURMAKTADIR”
ÖZET:Suça sürüklenen çocuğa, mahkemenin istemiyle baro tarafından müdafi olarak görevlendirilen sanık avukatın, 29.11.2007 ile 25.09.2008 tarihleri arasında yapılan dört duruşmaya mazeretsiz katılmayarak sanığın anılan duruşmalarda hukuki yardımdan mahrum kalmasına ve yargılamanın uzamasına yol açarak mağduriyetine neden olması dolayısıyla ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçunun oluştuğu gözetilmelidir.
T.C.
YARGITAY
YİRMİBİRİNCİ HUKUK DAİRESİ
Esas |
: 2018/5821 |
Karar |
: 2019/2185 |
Tarih |
: 21.03.2019 |
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 56/5 hükmüne göre " (Ek fıkra: 02/05/2001 - 4667/36. md.) Avukatlar veya avukatlık ortaklığı başkasını tevkil etme yetkisini haiz oldukları bütün vekaletnamelerini kapsayacak şekilde bir başka avukata veya avukatlık ortaklığına vekaletname yerine geçen yetki belgesi verebilir. Bu yetki belgesi vekaletname hükmündedir."Dosya kapsamının incelenmesinden davacı vekilinin tutuklanması nedeniyle ikinci kez takipsiz bırakılmasının mazerete dayandığı iddia edilmiş ise de davacı vekili Avukat ... tarafından tevkil yetkisine dayanarak Avukat Remzi Başkan'a yetki belgesi verildiği, vekaletnamedeki tüm yetkilerin devredildiği görülmektedir. Dolayısıyla davacının birden fazla avukatının bulunduğu, asıl avukatın tutuklanmış olması halinde yetkilendirilen Avukat Remzi Başkan'ın duruşmaları takip edebileceği zira istifa veya azlin bulunmadığı görülmekle mazeretin kabul edilebilir olmadığına ilişkin ilk derece mahkemesi kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
T.C.
YARGITAY
ONDOKUZUNCU CEZA DAİRESİ
Esas |
: 2018/260 |
Karar |
: 2018/8686 |
Tarih |
: 11.09.2018 |
Avukatlık Kanunu’nun 56/5. maddesi uyarınca avukatın başkasını tevkil yetkisini haiz olduğu bütün vekaletnamelerini kapsayacak şekilde başka bir avukata vekaletname yerine geçecek yetki belgesi verebileceği, bu yetki belgesinin vekaletname hükmünde olduğu, dosyada şikayetçi, vekaletnamesinde birden fazla avukat tarafından tarafından temsil edildiği, şikayetçinin dosyada ise birden fazla vekille temsil edildiği gözetildiğinde, vekillerden sadece Avukat ...’in mazeret beyanında bulunduğu, diğer vekillerin mazeret beyanında bulunmadığı anlaşılmakla tebliğnamedeki bozma görüşüne iştirak edilmemiştir.
T.C.
YARGITAY
DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ
Esas |
: 2016/8501 |
Karar |
: 2018/4116 |
Tarih |
: 14.05.2018 |
Gerekçeli karar tebliğinin "Davacı ... vekili Avukat ..." adına "Yönetim Caddesi Valilik Binası Kat: 4 ...-..." adresinde yetkili evrak kayıt memuruna teslim edilerek 22/12/2015 tarihinde usulüne uygun olarak yapıldığı, HMK’nun 75. maddesi gereğince, dava için birden fazla vekil görevlendirilmiş ise vekillerden her birinin vekaletten kaynaklanan yetkileri, diğerinden bağımsız olarak kullanabileceği, aksi yöndeki sınırlamaların karşı taraf bakımından geçersiz olduğu, diğer taraftan 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 11. maddesi gereğince vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılmasının yeterli olduğu yönündeki yasal düzenlemeler de dikkate alındığında; gerekçeli karar tebliğinin ... merkezdeki İl Milli Eğitim Müdürlüğü adresine yapıldığı, davacı kurum vekili olarak sağlık mazereti sebebiyle eski hale getirme isteminde bulunan Avukat ... dışında diğer kurum vekillerince de davanın takip edildiği, eski hale getirme koşullarının oluşmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin eski hale getirme isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.
T.C.
YARGITAY
ONDOKUZUNCU CEZA DAİRESİ
Esas |
: 2016/8626 |
Karar |
: 2017/11692 |
Tarih |
: 26.12.2017 |
Avukatlık Kanunu’nun 56/5. maddesi uyarınca avukatın başkasını tevkil yetkisini haiz olduğu bütün vekaletnamelerini kapsayacak şekilde başka bir avukata vekaletname yerine geçecek yetki belgesi verebileceği ,bu yetki belgesinin vekaletname hükmünde olduğu ,dosyada şikayetçi, vekaletnamesinde birden fazla avukat tarafından tarafından temsil edildiği ,şikayetçinin dosyada ise toplam iki ayrı vekille temsil edildiği gözetildiğinde, vekillerden sadece Avukat ...’ın mazeret beyanında bulunduğu, diğer vekilin mazeret beyanında bulunmadığı anlaşılmakla tebliğnamedeki bozma görüşüne iştirak edilmemiştir.
T.C.
YARGITAY
ONYEDİNCİ HUKUK DAİRESİ
Esas |
: 2016/5073 |
Karar |
: 2017/9838 |
Tarih |
: 31.10.2017 |
Anılan yasa maddesinin uygulanması için taraflara duruşma gününün usulüne uygun şekilde tebliğ edilmesi gerekmektedir. Somut olayda, davacı şirket önce Avukat ... tarafından takip edilirken bu şahıs azledilmeden ve istifa etmeden 23.12.2013 tarihli dilekçe ile davacıyı temsilen Avukat ...'ta davacıyı temsil edeceğini belirterek vekaletnamesini sunmuş ve tebligat adresini belirtmiştir. Bu tarihten itibaren davacı iki avukat tarafından temsil edilir hale gelmiştir. HMK'nun 75.maddesine göre birden fazla vekilin görevlendirilmesi halinde ,bu yetkisini diğerinden bağımsız olarak kullanabilir bir vekile yapılan tebligat diğeri içinde geçerlidir. Bu itibarla davacı vekillerinden Avukat ...'un kendisine tebligat yapılmadığı iddiası yerinde değildir. Ancak, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği,27.10.2015 tarihli duruşma günü vekillerden Avukat ...'na bildirilmiş ise de yapılan tebligatın usule uygun olmadığı anlaşılmıştır. Belirtilen tebligat evrakında muhatabın adliyede olması nedeni ile geçici olarak adresten ayrıldığının öğrenildiği belirtilerek kapıya ihbar belgesi yapıştırılıp tebligat muhtara bırakılmıştır. Muhtar imzası alınmış ancak kapıcı ve komşu ismi belirtilmemiş ve imzası alınmadan Tebligat Kanunun 21.maddesine göre tebliğ edilmiştir
T.C.
YARGITAY
DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ
Esas |
: 2015/11539 |
Karar |
: 2015/12511 |
Tarih |
: 05.11.2015 |
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine, özellikle uyap üzerinden mazeret dilekçesi gönderilebileceği gibi davacı tarafın duruşmalarda birden fazla avukatla temsil edildiği, Avukat S.. D.. raporlu olduğu günde diğer avukatların duruşmaya katılması mümkün olduğuna göreyerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA 05/11/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
SEKİZİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas |
: 2000/19048 |
Karar |
: 2000/17607 |
Tarih |
: 30.10.2000 |
1-Kurumlara ilişkin vekaletnamelerde birden fazla avukatın isminin yazılması-nın, ismi yazılı avukatların davayı birlikte takip etmeleri anlamına gelmeyeceği gözetilmeden ve şikayetçi vekilinin mazeretinin kabul edilmemesinin başka nedenleri de gösterilmeden yazılı biçimde davanın düşürülmesine karar verilmesi,
T.C.
YARGITAY
DOKUZUNCU CEZA DAİRESİ
Esas |
: 2021/310 |
Karar |
: 2021/2484 |
Tarih |
: 25.05.2021 |
Sanık ...'ın katılan ... ile sadece İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/324 esas sayılı davası için anlaşması ve bu davanın 06/02/2013, 04/04/2013, 26/11/2013, 20/03/2014 tarihli celselerine mazeretsiz olarak katılmamasının tek suç oluşturması karşısında, TCK'nın 43/1. maddesi uyarınca artırım yapılarak fazla ceza tayini,
Avukat Mazeretinde Sebep Belirtmese Dahi, Mazeret Dilekçesi Geçerli Kabul Edilerek Yargılamaya Devam Edilmesi Gerekir.
YARGITAY 21. Hukuk Dairesi
Esas No: 2019/5897
Karar No: 2020/2229
Karar Tarihi: 11.06.2020
Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir.Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.
Karar:
Dava iş kazası sonucu sigortalının vefatı iddiasına dayalı hak sahiplerinin maddi ve manevi zararların giderilmesi istemine ilişkindir.Mahkemece, 03/07/2019 tarihinde davanın 2. kez takipsiz bırakıldığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesine göre İş Mahkemelerinde uygulanan şifahi yargılama usulünü düzenleyen HUMK’un 473 vd. maddeleri 6100 sayılı HMK’nın 450. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Yasa’nın 316/d bendine göre “hizmet ilişkisinden doğan davalara”, 316/g maddesine göre de “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işlere” basit yargılama usulünün uygulanması gerektiğinden eldeki uyuşmazlığa basit yargılama usulünün uygulanması gerektiği açıktır.
Basit yargılama usulüne ilişkin kurallar HMK’nın 316-322.maddelerinde düzenlenmiş olup Yasa’nın 320/4 maddesine göre basit yargılama usulüne tabi davalarda, işlemden kaldırılmasına karar verilmiş olan dosya, yenilenmesinden sonra takipsiz bırakılırsa, davanın açılmamış sayılmasına karar verilir ve Yasa’nın 322/1 maddesine göre bu Kanun ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hâllerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır.
HMK’nın 150. maddesine göre usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar, sürenin dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır.6100 HMK’nın 30. maddesine “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür” ve HMK’nın 150/2 maddesinde ifade edildiği üzere “geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemez”.
Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde; Anayasa’nın 141/son ve HMK’nın 30. maddelerine göre “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması” biçiminde açıklanan temel ilke çerçevesinde davacı tarafın veya davayı takip edeceğini bildiren davalı tarafın duruşmaya katılmama gerekçesi “geçerli bir özür” olarak kabul edilebilir ise davacı tarafın veya davayı takip edeceğini bildiren davalı tarafın “geçerli bir özrü nedeniyle duruşmaya katılmadığı” kabul edilerek dosya işlemden kaldırılmamalıdır.
Davacı vekilinin 01/07/2019 tarihli mazeret dilekçesi mahkemeye intikal etmiş olması, mazerette sebep belirtilmemiş ise de elektronik ortamdan vekilin duruşma gününün görülebileceği ve böylelikle hak kaybına yol açılmayacağı anlaşıldığından mazeret dilekçesi geçerli kabul edilerek, yargılamaya devam edilmesi gerekirken HMK 150. maddesi gereğince davanın 2.defa takipsiz bırakılması nedeniyle açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
Sonuç:
Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 11/06/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Mahkeme; o ana kadar tutuksuz yargılanan sanık hakkında tutuklama kararı verme ihtimalinin ortaya çıktığı anda, zorunlu müdafilik şartlarının oluşup oluşmadığına bakmaksızın, tutuklama kararının tatbik edilme ihtimali karşısında sanığa avukat tayin edilmesini beklemekle yükümlüdür, çünkü mahkemenin tutuklama kararı verme ihtimali sebebiyle, CMK m.101/3’de öngörülen zorunlu müdafiliğin şartları oluşmuş olacaktır ki, bu durumda sanığın yanında bir müdafi bulunmak zorundadır. Tutuklama istenildiğinde veya mahkemece re’sen tutuklama kararı verilme ihtimali gündeme geldiğinde; şüpheli veya sanık kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirileceği bir müdafi yardımından yararlanır, aksi durumda tutuklama hukuka aykırı olacaktır.İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin 24.05.1991 tarihli Quaranta v. İsviçre davasında, kararın 33. paragrafının son kısmında; bir davada avukatın sanığa hukuki yardımda bulunması, suçun ciddiyeti nedeniyle gerekli olduğunda, sanığın avukatın hukuki yardımından faydalanmaması 6/3-c ye aykırı bulunmuştur. Kovuşturma aşamasında, cumhuriyet savcısının istemine veya mahkemenin re’sen kararına bağlı olarak tutuklama tedbirinin tatbiki gündeme geldiğinde, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlayacak tutuklama tedbirinin ciddiyeti nedeniyle, zorunlu müdafilik olsun veya olmasın CMK m.101/3’e göre sanığın yanında avukatı bulunmalıdır. Hükümde ifade edilen zorunlu müdafiliğin yegane sebebi ve kriteri “tutuklama” olup; mahkemenin re’sen tutuklama kararı verme ihtimali, CMK m.101/3 kapsamında sanığın yanında avukat bulunmasını zorunlu kılmaktadır.CMK m.101/3; her ne kadar re’sen “tutuklama kararı verildiğinde” ibaresine yer vermese de, kapsamını sadece savcının tutuklama talebiyle sınırlandırmamıştır. Ayrıca; kanun koyucu hükümde “talep etmek” fiilini değil “istemek” fiilini kullanıp, mahkemenin re’sen tutuklama istemesini de hükme katarak, hükme geniş bir uygulama kapsamı tanımıştır. Bu bakış açısından hareketle; mahkemenin re’sen tutuklama kararı vermesini, mahkemenin re’sen tutuklama istemesi olarak da dile getirmek mümkündür. Konuyu sadece cumhuriyet savcısının istemi doğrultusunda ele alıp, hükmün mahkemenin vereceği re’sen tutuklama kararını kapsamadığını ileri sürmek maddenin özüne ve gerekçesine aykırı, sanığın aleyhine ve çok dar bir bakış açısıyla yorumlanması anlamına geldiği tartışmasızdır.CMK m.101/1’e bakıldığında, tutuklama talebinin cumhuriyet savcısı tarafından yapılacağı, katılana veya şikayetçiye bu hakkın tanınmadığı, bununla birlikte CMK m. 234/1-b’de mağdur ile şikayetçinin hakları arasında sayılmasa bile, CMK m.237 ila 243 kapsamında davaya katılması kabul edilen müdahil tarafından sanığın tutuklanması talep edildiğinde, bu talep CMK m.101/3’e göre bir talep olarak değerlendirilmeli, mahkemece sanık tutuklanmışsa bu tutuklamada mahkemenin re’sen verdiği karar olarak tanımlanmalıdır.Prof.Ersan Şen.
Ceza Genel Kurulu 2018/441 E. , 2020/468 K.
- İhtiyari ve zorunlu müdafilik
- Tutuklama yargılamasında zorunlu müdafilik
- Müdafiliğin mahiyeti ve uygulama
- Silahlı örgüt üyeliği suçu zorunlu müdafilik kapsamında değildir
Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tutuklama istendiğinde, şüpheli veya sanık kendi seçeceği ya da baro tarafından görevlendirilecek bir müdafinin yardımından yararlanacaktır. Gerek soruşturma gerekse kovuşturma evresinde tutuklama talep edildiğinde müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa mutlaka müdafi görevlendirilmesi yapılacaktır. Kural bu olmakla birlikte, kanun tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda müdafi bulundurmanın zorunluluğundan bahsetmemiştir. Burada belirtilmek istenen asıl husus, şüpheli veya sanığa savunma hakkını kullanmasına imkân tanımaktır.
TBB DİSİPLİN KURULU KARARLARI - 2016
TBB DİSİPLİN KURULU KARARI
T. 13.09.2014 |
Avukat ücret sözleşmesi ile anlaştığı bir işte gerekli makul masrafı almadan işe başlayıp dava açtıktan sonra hala masraf alamıyorsa, masraf isteğini yazılı olarak müvekkiline bildirip, makul süre içinde masraf yatırılmadığı taktirde davanın takip edilmeyeceğini bildirmesi gerekir. (Av. Yas. 34, 134 TBB Mes. Kur 3, 4, 42) |
İtirazın süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü;
Şikâyetli avukat hakkında, şikâyetçinin … Sulh Ceza Mahkemesi ve … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 2011/348 Esas sayılı davalarının duruşmalarına gitmeyerek tazminat davasının düşmesine neden olduğu ve düşen davayı yenilemediği iddiası ile başlatılan kovuşturma sonucunda şikâyetli avukatın cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Şikayetli avukat savunma ve itirazlarında özetle; Şikayetçinin iş kazası nedeniyle tazminat davası açmak üzere kendisine vekalet verdiğini, davanın yetki nedeniyle …-…’da açıldığını, kendisine her hangi bir ücret ödemesi yapılmadığı için birkaç celse dışında mazeret vermek suretiyle istemeyerek de olsa davayı takip ettiğini, şikâyetçiyle irtibata geçilmesine rağmen masraf ödenmemesi nedeniyle, 26.09.2012 tarihli duruşmaya mazeret gönderildiğini, mazeretinin Mahkeme tarafından kabul edilmemesi nedeniyle dosyanın düşürüldüğünü, ertesi gün ise davanın kendisi tarafından yenilendiğini,
Ancak dosyayı yenilemesine rağmen şikâyetçinin kendisini azlettiğini, azil nedeninin belli olmadığını, muhtemelen emeğinin karşılığı olan ücretin ödememek amacıyla bu azlin yapıldığını düşündüğünü,
Şikâyet dilekçesinde Sulh Ceza dosyasından bahsedilmekte ise de söz konusu dosyayla ilgili bir anlaşması olmadığını, bu dosyada vekil olarak görev yapmadığını,
Bu nedenle de suçlamaları kabul etmediğini, şikâyetçinin aynı konuda Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduğunu ancak hakkında kovuşturma izni verilmediğini,
Müvekkilden masraf ve ücreti vekâlet almadan avukatlık yapılamayacağını, işlerinin yoğunluğu nedeniyle yazılı bildirimde bulunamadığını ancak şikâyetçinin konuyu bildiğini ve kendini oyaladığını belirtmiş, kendisine verilen uyarma cezasının kaldırılmasını talep etmiştir.
Dosyanın incelenmesinde; Baro Yönetim Kurulunun, şikâyetli avukatın disiplin kuruluna sevkine yer olmadığına ilişkin muhakkik üye raporu doğrultusunda verdiği 13.02.2013 tarih ve 2013/120 sayılı kararı, şikâyetçinin itirazı üzerine TBB Yönetim Kurulu Başkanlığının 09.09.2013 tarihli kararıyla; “Şikâyetli avukatın, dava için gerekli giderlerin yazılı olarak talep edilmesi, ödenmediği takdirde davanın takip edilmeyeceğinin bildirilmesi gerekirken bildirilmediği gibi, masraf verilmediği gerekçesiyle mazeret dilekçesi gönderildiği, mahkemenin mazereti kabul etmeyerek dosyanın düşürülmesine karar verdiği, ertesi gün yenileme dilekçesi verildiği belirtilmesine rağmen yenileme dilekçesinin 18.10.2012 günü şikâyetçi tarafından verildiği, şikâyetlinin 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 34. maddesinde belirtilen “Özen ve Doğruluk” borcuna aykırı hareket ettiği gerekçesiyle ortadan kaldırılmış ve disiplin kovuşturması açılmasına karar verilmek üzere … Barosu Başkanlığına gönderildiği,
… Asliye Hukuk (İş Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesi’nin, 2011/348 Esas sayılı dosyasında 6 No.lu celsede şikâyetli davacı vekilinin mazeretini belgelendirmediğinden, mazeretinin reddi ile H.M.K. 150. maddesi gereğince, dosyanın 26.09.2012 tarihinde işlemden kaldırılmasına karar verildiği,
19.10.2012 tarihli yenileme tensip tutanağından, 18.10.2012 tarihli dilekçe ile dosyanın davacı tarafından yenilendiği, dosya içindeki belgelerden şikâyetli avukatın davanın kendisi tarafından yenilenmesine ilişkin bir belge ve bilgisine ulaşılamadığı,
Şikâyetçinin 01.11.2012 tarihli azil name ile şikâyetli avukatı vekilliğinden azlettiği,
Taraflar arasında akdedilen Avukatlık Ücret Sözleşmesinin 1. maddesinde “iş kazası nedeniyle açılacak davaları kapsadığı”, 2. maddesinde “müddeabihin %30’u oranında ücret ödeneceği”, 5. maddesinde. “yazılı olduğu üzere, dava masraflarının müvekkile ait olduğu istendiğinde avukata veya merciine ödeneceği”nin belirtildiği, 10. maddesinde “ücretin dava kesinleştiğinde peşin olarak ödeneceğinin” kararlaştırıldığı,
Şikâyetli avukatın sicil özetinde, 12.07.2012 tarihinde kesinleşen Uyarma Cezasının bulunduğu görülmüştür.
Avukatlık Yasasının 34. maddesi “ Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve T.B.B.’nce belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.”
Avukatlık Yasasının 134. maddesi “Avukatlık onuruna, düzen ve gerekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, mesleki çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu Kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır.”
T.B.B. Meslek Kuralları 3. maddesi “Avukat, mesleki çalışmasını kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür.”
T.B.B. Meslek Kuralları 4. maddesi “Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır. Avukat, özel yaşantısında da buna özenmekle yükümlüdür.” Hükümlerini taşımaktadır.
Dosya kapsamına göre şikâyetli avukatın yolluk ve masrafları alamadığı iddiası ile duruşmalara gerekçesiz mazeret göndererek girmemesi ve davanın müracaata bırakılmasına neden olduğu tartışmasızdır. Avukat ücret sözleşmesi ile anlaştığı bir işte gerekli makul masrafı almadan işe başlayıp dava açtıktan sonra hala masraf alamıyorsa, masraf isteğini yazılı olarak müvekkiline bildirip, makul süre içinde masraf yatırılmadığı taktirde davanın takip edilmeyeceğini bildirmesi gerekir. Bunları yapmadan duruşmaya gerekçesiz mazeret dilekçesi gönderilip, duruşmaya görmemezlik yapılamaz.
Avukatlar özen ve doğruluk kurallarına göre hareket etmek, kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde sadakatle davranmak, mesleğin itibarını sarsacak her türlü davranıştan kaçınmak zorundadır.
Baro Disiplin Kurulu, şikâyetli avukatın eyleminin disiplin suçu olduğuna ve Avukatlık Yasasının 34. 134 maddesine aykırı bulunduğuna ilişkin hukuksal değerlendirmesi yerinde ise de; Avukatlık Yasasının 136/1. maddesine aykırı olarak uyarma cezası tayini yerinde görülmemiş ve aleyhe itiraz olmadığından itirazın reddi ile kararın onanması gerekmiştir.
Sonuç olarak Şikâyetli Av. K. A.’ın itirazının reddi ile;
1-… Barosu Disiplin Kurulu’nun “Uyarma Cezası Verilmesine” ilişkin 07.03.2014 gün ve 2013/39 Esas 2014/8 Karar sayılı kararının aleyhe itiraz olmadığından ONANMASINA
2- Kurulumuz kararının tebliğini izleyen günden itibaren 60 gün içerisinde Ankara İdare Mahkemesi’nde dava yolu açık olmak üzere,
Oybirliğiyle karar verildi.
Avukatın Yargıtay Duruşmasına Katılmaması Haklı Azil Sebebidir !
Yargıtay duruşması ayrı bir iş olmayıp bu duruşmaya katılmayan avukatın bu nedenle azli haklı sayılır.
ÖZET: Avukat, üstlendiği işi sonuna kadar takip etmekle yükümlü olup, hukuki yardım konusu bir dava ise, bu davayı temyiz ve karar düzeltme aşamaları da dahil olmak üzere kesinleşinceye kadar takip etmekle yükümlüdür. Yargıtay aşamasında duruşmalı yapılan temyiz istemi sonucunda haklı çıkan taraf yararına ayrıca bir duruşma vekalet ücretine hükmedilmesi, mahkemenin kabulünün aksine, davanın bu aşamasının, ayrı bir iş olduğu sonucunu doğurmaz.
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün davalı A.. Ş.. avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde temyiz eden davalı A.. A.. Ş.. ve vekili avukat S.. K.., diğer davalı Asiller N.. Y.., K.. T.. ile davacı vekili avukat M.. M.. Çe..'nın gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR
Davacı, davalılardan A.. Ş.., N.. Y.. ve R.. Y..’ın vekili olarak Bursa 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/418 esas ve Bursa 6.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/382 esas sayılı dosyalarını takip ettiğini, verilen kararların Yargıtay'ca onandığını, Bursa 9.icra Müdürlüğünün 2012/6559 ve 2012/7223 esas sayılı dosyaları üzerinden ilamlı takip başlattığını, ancak bu sırada vekaletten azledildiğini, davalılardan A.. Ş.., N.. Y.. ve R.. Y..'ın gerek dava, gerekse icra vekalet ücretinden, diğer davalı K.. T..'nün ise sadece icra vekalet ücretinden sorumlu olduğunu, ayrıca her iki icra dosyası için de takip masraflarının kendisi tarafından yapıldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, tüm davalılar yönünden Bursa 9. İcra Müdürlüğünün her iki dosyası için toplam 11.991,00 TL icra vekalet ücreti ile K.. T.. dışındaki davalılar yönünden toplam 5.560,00 TL dava vekalet ücreti ve 5.660,00 TL dava nedeniyle karşı taraf vekalet ücretinin yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiş, ıslah dilekçesiyle talebini 49.391,07 TL’ye çıkarmıştır.
Davalılar, davacı avukatın Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/418 ve Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/382 esas sayılı dosyalarında davalılardan K.. T..’nün vekili olmadığı halde, yazılı talimat almadan diğer davalıların yanında K.. T..’nün de dava haklarını icra takibine konu ettiğini, bu durumu anlamaları üzerine davacıya olan güvenlerinin sarsıldığını, ayrıca davacının ecrimisil davasının duruşmalarına katılmadığı gibi, temyiz aşamasında da Yargıtay’da yapılan duruşmaya katılmadığını, haklı olarak azledilen avukatın ücret talep edemeyeceğini savunarak, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, “özellikle davacının Yargıtay’daki duruşmaya katılmaması, haklı azil nedeni olarak ileri sürülmüşse de, Yargıtay’daki davaların takibinin ayrı ücreti gerektirdiği, bu nedenle bu beyana itibar edilmediği, kaldı ki azilnamelerde azil nedeninin de belirtilmediği, icra dosyalarında alacağın teminat altına alındığı, Yargıtay’ca verilen onama kararlarından sonra gerçekleşen azillerin haklı olmadığı, davacı avukatın tam ücrete hak kazandığı” belirtilerek, davanın kısmen kabulüne, 6.719,85 TL'nin davalı A.. Ş..'den, 6.719,85 TL'nin davalı N.. Y..'dan, 2.479,60 TL'nin davalı R.. Y..'dan, 6.410,62 TL'nin davalı K.. T..'den dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizleriyle birlikte tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş, hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
1-Avukatın, vekil olarak borçları Türk Borçlar Kanunu’nun 505. (Mülga Borçlar Kanunu’nun 389) ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanun’nun 506. maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özenle ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır.
“Özen borcu” ile ilgili Avukatlık Kanunu’nun 34. maddesinde mevcut olan, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Türk Borçlar Kanunu’nun 506. (Mülga Borçlar Kanununun 390.) maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir.
Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır.
Avukatlık Kanunu’nun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre haklı azil halinde ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Zira vekalet ilişkisi bir bütün olup azil, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet edeceğinden, azlin haklı olduğunun kabul edilmesi halinde, davacının azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşmeyen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edebilmesi mümkün değildir. Buna karşılık haksız azil halinde ise avukat, hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işin tüm vekalet ücretini talep etme hakkına sahiptir.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa, davacı avukat, vekaletten haksız olarak azledildiğini ileri sürerek, vekalet ücreti alacağının tahsili için eldeki davayı açmış, davalılar ise azlin haklı olduğunu savunmuşlardır. Bu durumda davada öncelikle çözümlenmesi gereken husus, azlin haklı olup olmadığına ilişkindir. Davalılar, her ne kadar azil ihtarında “gördüğüm lüzum üzerine” açıklamasıyla herhangi bir azil nedenine dayanmamışlarsa da, iş bu davadaki savunmalarında, davacının vekil olarak gerekli özeni göstermediğini, sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığını, duruşmalara girmediğini, davalılardan K.. T.. adına da talimatı olmadan ilamlı takip başlattığını, tüm bu nedenlerle davacıyı haklı olarak azlettiklerini belirtmişlerdir.
Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, “azilnamede azil gerekçesinin gösterilmediği, soyut olarak belirtilen azil beyanının haksız azil olarak kabul edilmesi gerektiği” belirtilmiş, mahkemece de davalıların savunmalarında bildirmiş oldukları tüm azil nedenleri üzerinde inceleme ve değerlendirme yapılmadan hüküm kurulmuştur. Oysa ki, Türk Borçlar Kanunu’nun 512/1. (Mülga Borçlar Kanunu’nun 396/1.) maddesinde, vekaletten azlin ve vekillikten istifanın her zaman caiz olduğu belirtilmiş, azil iradesinin bildirimi, gerek azil sebepleri ve gerekse zaman itibariyle hiçbir sınırlandırmaya tabi tutulmamıştır. Söz konusu maddenin 2. fıkrasındaki, azil ve istifanın münasip olmayan bir zamanda gerçekleşmesi halinde, bundan dolayı karşı tarafın uğradığı zararın tazmin yükümlülüğüne ilişkin hüküm ise, azil ve istifayı herhangi bir yönden sınırlandırıp kısıtlayan değil, tersine, bu hakkın kullanılmasına ilişkin serbestiyi teyit eden ve sadece münasip olmayan bir zamanda gerçekleştiği takdirde bunun olası sonuçlarını düzenleyen bir içeriktedir. Yine Avukatlık Kanunu’nun 174. maddesi de, vekaletten azil veya istifaya, bunların haklı nedenlere dayalı olup olmamasına göre değişen farklı sonuçlar bağlanmıştır. Tüm bu nedenlerle somut olayda, davalı tarafın, azil iradesinin bildirimine ilişkin ihtarnamesinde açıkladığı azil sebebiyle bağlı bulunmadığı, görülmekte olan davada yeni ve başkaca azil sebeplerini bildirebileceği, azlin haklı olduğu yönündeki savunmasını da bu sebeplere dayandırabileceği kabul edilmelidir. Aksinin kabulü, Anayasa’da düzenlenip güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Esasen bu yorum tarzı, vekalet sözleşmesinin hukuksal niteliğine, özellikle de vekalet ilişkisinin kurulmasının adeta ön koşulunu oluşturan ‘karşılıklı güven’ unsuruna, dahası bu unsurla yakın bir ilgisi bulunan, kanunda açıkça düzenlenmemekle birlikte öğretide ve yargısal uygulamalarda vekilin borçlarından biri olarak kabul edilen ve vekalet ilişkisinin sona ermesinden sonra dahi varlığını devam ettireceği benimsenen ‘sır saklama yükümlülüğü’ne de uygun bir sonucu ortaya koymaktadır.(Bkz. HGK’nun T. 11.10.2006, E.2006/13-610, K.2006/639 sayılı kararı)
O halde mahkemece, taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık konusu olan, “azlin haklı olup olmadığı” hususu ile ilgili, davalıların iş bu davada ileri sürmüş oldukları tüm azil nedenleri incelenip, değerlendirilmelidir.
Öte yandan mahkemece, davalı tarafça iş bu davada dayanılan azil nedenlerinden biri olan, “davacı avukatın Yargıtay’daki duruşmaya katılmamış olmasının” haklı bir azil nedeni olamayacağı belirtilmişse de, mahkemenin bu kabulünde de isabet bulunmamaktadır. Zira avukat, üstlendiği işi sonuna kadar takip etmekle yükümlü olup, hukuki yardım konusu bir dava ise, bu davayı temyiz ve karar düzeltme aşamaları da dahil olmak üzere kesinleşinceye kadar takip etmekle yükümlüdür. Yargıtay aşamasında duruşmalı yapılan temyiz istemi sonucunda haklı çıkan taraf yararına ayrıca bir duruşma vekalet ücretine hükmedilmesi, mahkemenin kabulünün aksine, davanın bu aşamasının, ayrı bir iş olduğu sonucunu doğurmaz. Yine mahkemece, hukuki yardım konusu alacağın teminat altına alındığından bahsedilmişse de, müvekkile ait alacağın teminat altına alınmış olması da, sırf bu nedenle azlin haksız olduğunu kabul etmek için yeterli değildir.
Açıklanan tüm bu nedenlerle, mahkemece öncelikle davalıların bildirmiş oldukları tüm azil nedenleri, Yargıtay’daki duruşma aşaması da dahil olmak üzere incelenip değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik ve yanlış değerlendirmelerle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.
SONUÇ :
- bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün davalılar yararına BOZULMASINA,
- bent gereğince davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, 1100,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, peşin alınan 381,34 TL. temyiz harcının istek halinde iadesine, 03/11/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2008/2254
K. 2008/15675
T. 7.7.2008
• GÖREVİ SAVSAMA ( Katılanın Masraflarını Vermemesi Nedeniyle Avukatın Duruşmalara Katılmaması - Davanın Takipsiz Bırakılıp Katılanın Mağduriyetine Neden Olunması Eyleminin Görevi Savsama Suçunu Oluşturacağı )
• GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMA ( Katılanın Masraflarını Vermemesi Nedeniyle Avukatın Duruşmalara Katılmaması - Davanın Takipsiz Bırakılıp Katılanın Mağduriyetine Neden Olunması Eyleminin Görevi Savsama Suçunu Oluşturacağı )
• VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI ( Katılanın Masraflarını Vermemesi Nedeniyle Avukatın Duruşmalara Katılmaması - Davanın Takipsiz Bırakılıp Katılanın Mağduriyetine Neden Olunması Eyleminin Görevi Savsama Suçunu Oluşturacağı )
• AVUKATIN DURUŞMALARA KATILMAMASI ( Katılanın Masraflarını Vermemesi Nedeniyle - Davanın Takipsiz Bırakılıp Katılanın Mağduriyetine Neden Olunması Eyleminin Görevi Savsama Suçunu Oluşturacağı )
5237/m. 257/2
1136/m.34, 41
ÖZET : Avukat olan sanığın, katılan hakkında açılan davayı takip etmek hususunda anlaşıp vekalet almasından sonra; katılanın masraflarını vermemesi nedeniyle duruşmalara katılamaması karşısında, davayı takip etmeyeceğini katılana bildirmesi gerektiği gözetilerek, davanın takipsiz bırakılıp, katılanın mağduriyetine neden olunması eyleminin görevi savsama suçunu oluşturacağı gözetilmelidir.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak; bir hukuki uyuşmazlık nedeniyle başkasını temsil etme görevini kabul ederek vekalet ilişkisi kurulmasını sağlayan avukat, müvekkilinin menfaatine ve iradesine uygun bir sonuca yönelen bir iş görmeyi, zaman kaydına tabi olmaksızın ve nispeten bağımsız olarak yapma borcunu, amacın elde edilememesinden doğacak sonuç ona ait olmamak üzere yürütür. Duruşmalara katılmayan avukatın o işe ait vekalet görevini 1136 sayılı Avukatlık Yasası'nın 41. maddesine göre durumu müvekkiline tebliğinden itibaren onbeş gün süre ile sürdürmesi ve aynı Yasa'nın 34. maddesi uyarınca bu sürede görevini "özen, doğruluk ve onur" içerisinde yerine getirmesinin zorunlu bulunduğu gözetildiğinde, avukat olan sanığın, katılanla hakkında açılan tenkis davasını, adına takip etme hususunda anlaşıp vekalet almasından sonra, katılanın masraflarını vermemesi nedeniyle duruşmalara katılamaması karşısında anılan Yasa'nın 41. maddesi uyarınca davayı takip etmeyeceğini müvekkili katılana bildirmesi gerektiği gözetilmeden, davayı takipsiz bırakarak katılanın mağduriyetine neden olması biçimindeki eyleminin 5237 sayılı TCY'nin 257/2. maddesine uyan görevi savsama suçunu oluşturduğu gözetilmeden yasal temelden yoksun gerekçelerle beraat kararı verilmesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve katılan Esra'nın temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden ( HÜKMÜN BOZULMASINA ), yargılamanın bozma öncesinden başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 07.07.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
10. CEZA DAİRESİ
E. 2005/17676
K. 2006/10584
T. 26.9.2006
• DAVAYA MÜDAHALE ( Sanık Aleyhinde Sonuçlara Götürmeye Yönelik Taleplerin Bu Nitelikde Görüldüğü - Müşteki Vekilinin "Başka Mahkemede Duruşmasının Bulunması Nedeniyle Mesleki Mazeretinin Kabulü" Dilekçesinin Müdahale Talebi Niteliğinde Bulunmadığı )
• DAVAYA KATILMA ( Sanık Aleyhinde Sonuçlara Götürmeye Yönelik Taleplerin Müdahale Niteliğinde Görüldüğü )
• AVUKATIN MAZERET DİLEKÇESİ ( Başka Mahkemede Duruşmasının Bulunması Nedeniyle Duruşmaya Katılamaması Dilekçesinin Davaya Müdahale Talebi Niteliğinde Bulunmadığı )
• MAZERET DİLEKÇESİ ( Müşteki Vekilinin "Başka Mahkemede Duruşmasının Bulunması Nedeniyle Mesleki Mazeretinin Kabulü" - Davaya Müdahale Talebi Niteliğinde Bulunmadığı )
5271/m. 237, 238
1412/m. 365
ÖZET : Müdahale talebinin varlığının kabulü için suçtan zarar görenlerin davanın kendilerince takip iradesini açığa koymaları yeterli olup, verilen dilekçelerde sanığın cezalandırılması, soruşturmanın genişletilmesinin istenilmesi, tanık listesinin verilmesi, yeni kanıtlar sunulması gibi sanık aleyhinde sonuçlara götürmeye yönelik talepler müdahale niteliğinde görülmektedir. Müşteki vekilinin dilekçelerinde "Aynı saatlerde başka mahkemelerde duruşmalarının bulunması nedeniyle duruşmaya katılamayacağından mesleki mazeretinin kabulünü" talep ettiği anlaşılmakla, söz konusu dilekçeler 1412 sayılı CMVK.'nun 365. ve devamı maddeleri uyarınca yapılmış bir müdahale talebi niteliğinde bulunmamaktadır.
DAVA : Karşılıksız çek keşide etmek suçundan sanık A.'ün yapılan yargılaması sonucunda mahkumiyetine ilişkin ( B. ) 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nce yapılan yargılama sonunda verilen 05.04.2004 tarih ve 2000/33 esas 2004/259 karar sayılı hükme karşı vaki temyiz talebinin reddine dair aynı mahkemenin 26.05.2004 tarih ve 2004/52 müteferrik sayılı ek kararın Yargıtay'ca incelenmesi müşteki vekilleri tarafından istenmekle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bozma isteyen tebliğnamesi ekinde dava dosyasının 27.11.2005 tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 10.06.1997 tarih ve 4/148-158 sayılı kararı ile süreklilik arz eden diğer kararlarında da ifade edildiği üzere; müdahale talebinin varlığının kabulü için suçtan zarar görenlerin davanın kendilerince takip iradesini açığa koymaları yeterli olup, verilen dilekçelerde sanığın cezalandırılması, soruşturmanın genişletilmesinin istenilmesi, tanık listesinin verilmesi, yeni kanıtlar sunulması gibi sanık aleyhinde sonuçlara götürmeye yönelik talepler müdahale niteliğinde görülmekle birlikte, müşteki vekilinin 06.06.2000 ve 14.07.2003 tarihli dilekçelerinde "Aynı saatlerde başka mahkemelerde duruşmalarının bulunması nedeniyle duruşmaya katılamayacağından mesleki mazeretinin kabulünü" talep ettiği anlaşılmakla, söz konusu dilekçelerin 1412 sayılı CMVK.'nun 365. ve devamı maddeleri uyarınca yapılmış bir müdahale talebi niteliğinde bulunmadığı nazara alınarak tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir.
SONUÇ : Temyiz isteminin reddine dair 26.05.20054 tarih ve 2004/52 müteferrik sayılı kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından müşteki vekillerinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, red kararının ONANMASINA, 26.09.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Avukatın Davayı Takip Etme Yükümlülüğü Temyiz Sürecini de Kapsar !
TBB DİSİPLİN KURULU KARARI
Tarih - Esas No - Karar No Konu
T. 03.01.2015
E. 2014/746
K. 2015/19
Avukatın bağımsızlığı, hiçbir etki ve baskı altında kalmadan hukuka uygun bir şekilde müvekkilinin haklarını savunmayı ve üzerine aldığı işi Avukatlık Yasasının 171 maddesine göre sonuna kadar takip etmeyi gerektirmektedir. Temyiz aşaması da “Davanın sonuna kadar takibini” içermektedir.
(Av. Yas 34,134,171 TBB Mes. Kur. 3, 4)
İtirazın süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü;
Şikâyetli avukat hakkında Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 29.01.2013 gün ve 68215580-101-05-06-0346-2013/… sayılı Oluru” ile “Dolandırıcılık suçundan yargılanan müştekinin müdafii sıfatıyla takip ettiği ... 17. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2007/1072 Esas sayılı kamu davasında verilen müştekinin 1 yıl 6 ay hapis ve 3.000,00 Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına dair 05.03.2009 tarihli ve 2009/362 sayılı karar kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen süresinde temyiz etmeyerek aleyhe kesinleşmesine sebebiyet verdiği.” İddiası ile açılan disiplin kovuşturması sonucu eylem sabit görülerek disiplin cezası tayin edilmiştir.
Şikâyetli avukatın 23.08.2013, 21.04.2014 kayıt tarihli savunma ve 06.11.2014 kayıt tarihli itiraz dilekçelerinin hemen hemen birbiri ile aynı olduğu, özetle; Müşteki iddialarının haksız ve gerçek dışı olduğunu, ... 17. Asliye Ceza Mahkemesi’nce tarafına yapılan hukuken geçerli bir tebligat bulunmadığını, tebligatın şirketin sekreteri tarafından alındığını, tarafına bildirimin çok sonra yapıldığını, kendisine usulüne uygun tebligat yapılmaması ve nedeniyle temyiz süresinin geçtiğini, Şikâyetçinin tarafına herhangi bir vekâlet ücreti ödemediği gibi, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanması için defalarca aranmışsa da kendisine ulaşılamadığını, şikâyetçinin öğretmen olduğunu ... 17. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2007/1072 E. sayılı dosyasının ilgili kararı nedeni ile meslekten ihraç edildiğini bildirmiş ise de ihraç edildiği yönündeki iddiasının somut delillerle belgelendirilemediğini, şikâyetçinin aktif şekilde ticari faaliyette bulunduğunu, müştekiye ulaşamamasının nedeninin müştekinin sürekli adaletten kaçması olduğunu, görevi kötüye kullanmak suçunun yasal unsurlarının oluşmadığını, yargılama sırasında tüm duruşmalara katıldığını ve yazılı savunma sunduğunu, ... 17. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2007/1072 Esas sayılı dosyasının temyiz edilmiş olması halinde dahi mevcut delil durumuna göre sonucun müşteki için değişmeyecek durumda olduğunu ve bu nedenle zarar unsurunun gerçekleşmediğini, iyi niyetinin suiistimal edildiğini beyanla takdir olunan cezanın itirazen kaldırılmasını talep ettiği görülmektedir.
İncelenen dosya kapsamından eylem nedeniyle ... 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2013/348 Esasında “görevi kötüye kullanmak” iddiası ile açılan kamu davasında Mahkeme’nin 13.05.2014 gün ve 2014/163 Karar sayılı kararı ile TCK 257/2, 62/1 maddeler gereği neticeten 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, kararın 01.07.2014 tarihinde kesinleştiği,
Mahkeme karar gerekçesinde “Katılan hakkında dolandırıcılık suçundan ... 17. Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/1072 esasına kayden açılan kamu davasında, katılanın vekilliğini üstlenen sanık avukatın, davanın son iki duruşmasına katılmadığı ve yokluğunda verilen gerekçeli kararı usulüne uygun olarak kendisine tebliğ edilmesine rağmen süresinde temyiz etmeyerek kesinleşmesine sebebiyet vermek suretiyle kesinleşen hapis ve adli para cezasını infaz etmek mecburiyetinde kalan müvekkilinin mağduriyetine neden olduğu,” sözlerinin yazılı olduğu,
Şikâyetli avukatın disiplin sicil özetinde ceza olmadığı, görülmektedir.
Avukatlık Yasasının 34. maddesi “ Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler ”
Avukatlık Yasası’nın 134. maddesi “Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, mesleki çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır.”
Avukatlık Yasası’nın 171. Maddesi “Avukat, üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 3. maddesi “Avukat mesleki çalışmasını ve kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür”
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 4. maddesi “Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır.” hükümlerini amirdir.
Bir haktan vazgeçmeyi gerektiren işlemlerde vekil edenin yazılı muvafakatinin alınması zorunlu olup, avukat kararın temyizinde hukuksal yarar görmediği kanısında ise, görüşünü iş sahibine yazılı olarak bildirmek ve nedenlerini açıklamakla yükümlü olduğundan dosya içerisinde şikâyetli avukatın şikâyetçiye kararın temyizinde hukuki yarar görmediğini bildirdiğine ve şikâyetçinin mahkeme kararının temyiz edilmemesine ilişkin yazılı hiçbir belge bulunmamaktadır.
Avukatın bağımsızlığı, hiçbir etki ve baskı altında kalmadan hukuka uygun bir şekilde müvekkilinin haklarını savunmayı ve üzerine aldığı işi Avukatlık Yasasının 171 maddesine göre sonuna kadar takip etmeyi gerektirmektedir. Temyiz aşaması da “Davanın sonuna kadar takibini” içermektedir.
Şikâyetli Avukatın yukarıdaki ilkeler dikkate alındığında işine ve müvekkiline karşı gerekli özeni göstermediği anlaşıldığından, eylemi disiplin suçunu oluşturmaktadır.
Avukatlar özen ve doğruluk kurallarına göre hareket etmek, kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde sadakatle davranmak mesleğin itibarını sarsacak her türlü davranıştan kaçınmak zorundadır.
Baro Disiplin Kurulu, şikâyetli avukatın eyleminin disiplin suçu olduğuna ve Avukatlık Yasası’nın 34. maddesine aykırı bulunduğuna ilişkin hukuksal değerlendirme yerinde ise de; Avukatlık Yasası 136/1. maddesine aykırı olarak uyarma cezası tayini yerinde görülmemiş ve aleyhe itiraz olmadığından itirazın reddi ile kararın onanması gerekmiştir.
Sonuç olarak Şikâyetli avukat B.T.’in itirazının reddi ile;
1- ... Barosu Disiplin Kurulu’nun “Kınama Cezası Verilmesine” ilişkin 11.09.2014 gün ve 2014/46 Esas, 2014/166 Karar sayılı kararının ONANMASINA,
2- Kurulumuz kararının tebliğini izleyen günden itibaren 60 gün içinde Ankara İdare Mahkemesi’nde dava yolu açık olmak üzere,
Oy birliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
Esas No:2015/7350
Karar No:2015/31650
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün davalı A.. Ş.. avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde temyiz eden davalı A.. A.. Ş.. ve vekili avukat S.. K.., diğer davalı Asiller N.. Y.., K.. T.. ile davacı vekili avukat M.. M.. Çe..'nın gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR
Davacı, davalılardan A.. Ş.., N.. Y.. ve R.. Y..’ın vekili olarak Bursa 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/418 esas ve Bursa 6.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/382 esas sayılı dosyalarını takip ettiğini, verilen kararların Yargıtay'ca onandığını, Bursa 9.icra Müdürlüğünün 2012/6559 ve 2012/7223 esas sayılı dosyaları üzerinden ilamlı takip başlattığını, ancak bu sırada vekaletten azledildiğini, davalılardan A.. Ş.., N.. Y.. ve R.. Y..'ın gerek dava, gerekse icra vekalet ücretinden, diğer davalı K.. T..'nün ise sadece icra vekalet ücretinden sorumlu olduğunu, ayrıca her iki icra dosyası için de takip masraflarının kendisi tarafından yapıldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, tüm davalılar yönünden Bursa 9. İcra Müdürlüğünün her iki dosyası için toplam 11.991,00 TL icra vekalet ücreti ile K.. T.. dışındaki davalılar yönünden toplam 5.560,00 TL dava vekalet ücreti ve 5.660,00 TL dava nedeniyle karşı taraf vekalet ücretinin yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiş, ıslah dilekçesiyle talebini 49.391,07 TL’ye çıkarmıştır.
Davalılar, davacı avukatın Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/418 ve Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/382 esas sayılı dosyalarında davalılardan K.. T..’nün vekili olmadığı halde, yazılı talimat almadan diğer davalıların yanında K.. T..’nün de dava haklarını icra takibine konu ettiğini, bu durumu anlamaları üzerine davacıya olan güvenlerinin sarsıldığını, ayrıca davacının ecrimisil davasının duruşmalarına katılmadığı gibi, temyiz aşamasında da Yargıtay’da yapılan duruşmaya katılmadığını, haklı olarak azledilen avukatın ücret talep edemeyeceğini savunarak, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, “özellikle davacının Yargıtay’daki duruşmaya katılmaması, haklı azil nedeni olarak ileri sürülmüşse de, Yargıtay’daki davaların takibinin ayrı ücreti gerektirdiği, bu nedenle bu beyana itibar edilmediği, kaldı ki azilnamelerde azil nedeninin de belirtilmediği, icra dosyalarında alacağın teminat altına alındığı, Yargıtay’ca verilen onama kararlarından sonra gerçekleşen azillerin haklı olmadığı, davacı avukatın tam ücrete hak kazandığı” belirtilerek, davanın kısmen kabulüne, 6.719,85 TL'nin davalı A.. Ş..'den, 6.719,85 TL'nin davalı N.. Y..'dan, 2.479,60 TL'nin davalı R.. Y..'dan, 6.410,62 TL'nin davalı K.. T..'den dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizleriyle birlikte tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş, hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
1- Avukatın, vekil olarak borçları Türk Borçlar Kanunu’nun 505. (Mülga Borçlar Kanunu’nun 389) ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanun’nun 506. maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özenle ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır.
“Özen borcu” ile ilgili Avukatlık Kanunu’nun 34. maddesinde mevcut olan, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Türk Borçlar Kanunu’nun 506. (Mülga Borçlar Kanununun 390.) maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir.
Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır.
Avukatlık Kanunu’nun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre haklı azil halinde ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Zira vekalet ilişkisi bir bütün olup azil, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet edeceğinden, azlin haklı olduğunun kabul edilmesi halinde, davacının azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşmeyen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edebilmesi mümkün değildir. Buna karşılık Haksız azil içtihatları">Haksız azil halinde ise avukat, hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işin tüm vekalet ücretini talep etme hakkına sahiptir.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa, davacı avukat, vekaletten haksız olarak azledildiğini ileri sürerek, vekalet ücreti alacağının tahsili için eldeki davayı açmış, davalılar ise azlin haklı olduğunu savunmuşlardır. Bu durumda davada öncelikle çözümlenmesi gereken husus, azlin haklı olup olmadığına ilişkindir. Davalılar, her ne kadar azil ihtarında “gördüğüm lüzum üzerine” açıklamasıyla herhangi bir azil nedenine dayanmamışlarsa da, iş bu davadaki savunmalarında, davacının vekil olarak gerekli özeni göstermediğini, sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığını, duruşmalara girmediğini, davalılardan K.. T.. adına da talimatı olmadan ilamlı takip başlattığını, tüm bu nedenlerle davacıyı haklı olarak azlettiklerini belirtmişlerdir.
Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, “azilnamede azil gerekçesinin gösterilmediği, soyut olarak belirtilen azil beyanının haksız azil olarak kabul edilmesi gerektiği” belirtilmiş, mahkemece de davalıların savunmalarında bildirmiş oldukları tüm azil nedenleri üzerinde inceleme ve değerlendirme yapılmadan hüküm kurulmuştur. Oysa ki, Türk Borçlar Kanunu’nun 512/1. (Mülga Borçlar Kanunu’nun 396/1.) maddesinde, vekaletten azlin ve vekillikten istifanın her zaman caiz olduğu belirtilmiş, azil iradesinin bildirimi, gerek azil sebepleri ve gerekse zaman itibariyle hiçbir sınırlandırmaya tabi tutulmamıştır. Söz konusu maddenin 2. fıkrasındaki, azil ve istifanın münasip olmayan bir zamanda gerçekleşmesi halinde, bundan dolayı karşı tarafın uğradığı zararın tazmin yükümlülüğüne ilişkin hüküm ise, azil ve istifayı herhangi bir yönden sınırlandırıp kısıtlayan değil, tersine, bu hakkın kullanılmasına ilişkin serbestiyi teyit eden ve sadece münasip olmayan bir zamanda gerçekleştiği takdirde bunun olası sonuçlarını düzenleyen bir içeriktedir. Yine Avukatlık Kanunu’nun 174. maddesi de, vekaletten azil veya istifaya, bunların haklı nedenlere dayalı olup olmamasına göre değişen farklı sonuçlar bağlanmıştır. Tüm bu nedenlerle somut olayda, davalı tarafın, azil iradesinin bildirimine ilişkin ihtarnamesinde açıkladığı azil sebebiyle bağlı bulunmadığı, görülmekte olan davada yeni ve başkaca azil sebeplerini bildirebileceği, azlin haklı olduğu yönündeki savunmasını da bu sebeplere dayandırabileceği kabul edilmelidir. Aksinin kabulü, Anayasa’da düzenlenip güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Esasen bu yorum tarzı, vekalet sözleşmesinin hukuksal niteliğine, özellikle de vekalet ilişkisinin kurulmasının adeta ön koşulunu oluşturan ‘karşılıklı güven’ unsuruna, dahası bu unsurla yakın bir ilgisi bulunan, kanunda açıkça düzenlenmemekle birlikte öğretide ve yargısal uygulamalarda vekilin borçlarından biri olarak kabul edilen ve vekalet ilişkisinin sona ermesinden sonra dahi varlığını devam ettireceği benimsenen ‘sır saklama yükümlülüğü’ne de uygun bir sonucu ortaya koymaktadır.(Bkz. HGK’nun T. 11.10.2006, E.2006/13-610, K.2006/639 sayılı kararı)
O halde mahkemece, taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık konusu olan, “azlin haklı olup olmadığı” hususu ile ilgili, davalıların iş bu davada ileri sürmüş oldukları tüm azil nedenleri incelenip, değerlendirilmelidir.
Öte yandan mahkemece, davalı tarafça iş bu davada dayanılan azil nedenlerinden biri olan, “davacı avukatın Yargıtay’daki duruşmaya katılmamış olmasının” haklı bir azil nedeni olamayacağı belirtilmişse de, mahkemenin bu kabulünde de isabet bulunmamaktadır. Zira avukat, üstlendiği işi sonuna kadar takip etmekle yükümlü olup, hukuki yardım konusu bir dava ise, bu davayı temyiz ve karar düzeltme aşamaları da dahil olmak üzere kesinleşinceye kadar takip etmekle yükümlüdür. Yargıtay aşamasında duruşmalı yapılan temyiz istemi sonucunda haklı çıkan taraf yararına ayrıca bir duruşma vekalet ücretine hükmedilmesi, mahkemenin kabulünün aksine, davanın bu aşamasının, ayrı bir iş olduğu sonucunu doğurmaz. Yine mahkemece, hukuki yardım konusu alacağın teminat altına alındığından bahsedilmişse de, müvekkile ait alacağın teminat altına alınmış olması da, sırf bu nedenle azlin haksız olduğunu kabul etmek için yeterli değildir.
Açıklanan tüm bu nedenlerle, mahkemece öncelikle davalıların bildirmiş oldukları tüm azil nedenleri, Yargıtay’daki duruşma aşaması da dahil olmak üzere incelenip değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik ve yanlış değerlendirmelerle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2- Bozma nedenine göre davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.
SONUÇ: 1. bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün davalılar yararına BOZULMASINA, 2. bent gereğince davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, 1100,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, peşin alınan 381,34 TL. temyiz harcının istek halinde iadesine, 03/11/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Şikâyetli avukatın vekâlet ilişkisi sona ermeden ve eş zamanlı olarak konusu başka da olsa Şikâyetçi aleyhine davalar açarak iş üstlendiği dosya kapsamı ile tartışmasız olmakla eylem Avukatlık Yasası 38/b maddesine aykırılıktır.
TBB DİSİPLİN KURULU KARARI
Tarih - Esas No - Karar No Konu
T. 07.02.2014
E. 2013/102
K. 2014/67
Şikâyetli avukatın vekâlet ilişkisi sona ermeden ve eş zamanlı olarak konusu başka da olsa Şikâyetçi aleyhine davalar açarak iş üstlendiği dosya kapsamı ile tartışmasız olmakla eylem Avukatlık Yasası 38/b maddesine aykırılıktır.
İtirazın süresinde olduğu anlaşılmakla gereği görüşülüp düşünüldü:
Şikâyetli avukat hakkında, “... 1 Asliye Hukuk. Mahkemesi’nin 2010/12 esas sayılı dosyasında vekili iken Şikâyetçi eşi Ş.S. tarafından ... Aile Mahkemesi’nin 2010/911 Esas sayılı Boşanma davasında aleyhine vekâlet üstlenerek dava açtığı ve bu nedenle Avukatlık Yasası 34, 38/b 134 ve TBB Meslek Kuralları 3, 4, 36. maddelere aykırı davrandığı iddiası ile açılan disiplin kovuşturması sonucu eylem sabit görülmeyerek disiplin cezası tayinin yer olmadığına karar verilmiştir.
Şikâyetli avukat önceki ve Disiplin Kuruluna verdiği savunmasında özetle; Şikâyetçinin kendisine Avukat A.T.H. ile birlikte vekâlet çıkardığını, aslında kendisine değil Avukat A.T.H.’e vekâlet çıkaracak iken kendisinin de büroda bulunması ve davanın ...’de olması nedeniyle kendisine de vekâlet çıkarıldığını, ... l. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davaya vekâletin konulduğunu, 27.07.2010 tarihinde dava şikâyetçi lehine sonuçlandığını ve vekâletin sadece bu işi için alındığından vekâlet ilişkisi sona ediğini, hatta 03.09.2010 tarihinde şikâyetçi vekâletten azlettiğinden hükmedilen avukatlık ücretini de alınamadığını, 12.08.2011 tarihinde şikâyetçinin eşi Ş.S.in vekâletini alarak boşanma davası işlemlerini başlattığını, bu tarihte şikâyetçinin dosyasının neticelendiği için kusurunun olmadığını, suçsuz olduğunu belirtmiştir.
İncelenen dosya kapsamından Şikâyetli avukatın ... 18.Noterliği’nin 16.02.2010 gün ve … Yevmiye No.lu vekâletnamesi ile vekil edildiği,
... 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/12 Esasındı a kayıtlı itirazın iptali davasına Şikâyetçi vekili olarak katıldığı,
Şikâyetli avukatın Şikâyetçi eşi Ş.S.’in ... 2. Noterliği’nin … Yevmiye No.lu vekâletnamesi ile vekil edildiği,
Şikâyetli avukatın ve ... %. Aile Mahkemesi’nin 2010/88 D.İş Esasında 06.08.2010 tarihinde 4320 Sayılı Yasaya göre Şikâyetçi aleyhine dava açtığı ve Mahkeme’nin 10.08.2010 günlü kararı ile talebin kabulü ile Yasa’nın 1/a maddesi hükmüne göre karar verildiği,
Şikâyetli avukatın ... Aile Mahkemesi’nin 2010/911 Esasında Şikâyetçi aleyhine 12.08.2010 tarihinde boşanma davası açtığı
Şikâyetli avukatın ... 2. Noterliği’nin 03.09.2010 gün ve 31495 Yevmiye No.lu azilnamaesi ile azledildiği,
Şikâyetli avukatın disiplin sicilinde ceza olmadığı, görülmektedir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 03.0.7.1995 tarih ve 8691-7761 sayılı kararında, “Avukatlık Yasası’nın 38/b Maddesinde, avukata aynı işte menfaati zıt bir tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa, işi ret etmesi gerektiği kuralı yer almaktadır. Yasa ile izlenen amaç, avukatın aldığı vekâlet sonucu vakıf olduğu sırları önceki müvekkilinin aleyhine kullanmayı önlemektir. Yasa Maddesi ile öngörülen husus kamu düzeni ile ilgili olup mahkemece resen gözetilir. Somut olayda davacı vekili, taraflar arasında boşanma ve yoksulluk nafakasına karar verilen ilk davada kocanın vekili olmuştur. Nafakanın takdirine esas olan mali konuda kocanın (bu davadaki davalının) sırlarını ve gücünü öğrenmiştir. Bu durumda Av. ...’nun huzuru ile davaya bakılması usul ve yasasa aykırıdır.” gerekçesi ile maddenin bir amacı belirtildiği gibi,
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 03.10.2000 tarih ve 2000/6961-7836 sayılı kararında da, “Avukatlık, karşılıklı güven ve sadakat isteyen bir meslek olup, vekâlet de bu inanç doğrultusunda verilir. Davalı avukat, davacının bu inancını kötüye kullanarak hasım tarafın kendisini vekil tayin etmesine karşı koymamış, onun vekilliğini üstlenmiştir. Bu durum müvekkil davacının davalı avukatına karşı beslediği güvenin sarsılmasına neden olduğunun kabulünde duraksamaya yer yoktur. O nedenle davacı müvekkil salt bu nedeni ileri sürmek suretiyle dahi azilde haklıdır.” denilmek suretiyle Avukatlık Yasası M. 38/b ve Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları madde 36, salt öğrenilen sırların önceki müvekkile karşı kullanılmasını önlemek amacıyla değil, karşılıklı güven ve sadakat nedeniyle de konulmuş bulunduğunu açıkça belirtmektedir.
Avukatlık Yasası’nın 34. maddesi, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliği’nce belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.”
Avukatlık Yasası M. 38/b, “Aynı işten menfaati zıt tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa" teklifi reddetmek zorundadır.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın 3. maddesi, “Avukat, mesleki çalışmasını kamunun inancını ve mesleğe güveninin sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür.”
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın 2. maddesi, “Mesleki çalışmasında avukat bağımsızlığını korur; bu bağımsızlığı zedeleyecek iş kabulünden kaçınır.” Gerçektende bu sebepledir ki, Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın 36. Maddesi “Bir anlaşmazlıkta taraflardan birine hukuki yardımda bulunan avukat yararı çatışan öbür tarafın vekâletini alamaz, hiçbir hukuki yardımda bulunamaz.” hükmü ile avukat, işi retle yükümlendirilmiştir.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın 4. maddesi, “Avukat, mesleğin itibarını sarsacak her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır.”, hükümleri ile belirlenen ilkeler göz önünde bulundurulduğunda, m.nin amacının esas itibarıyla mesleğe olan güveni sarsmamak olduğu tartışmasızdır.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın madde. 36, “Bir anlaşmazlıkta taraflardan birine hukuki yardımda bulunan avukat yararı çatışan öbür tarafın vekâletini alamaz, hiçbir hukuki yardımda bulunamaz. Ortak büroda çalışan avukatlar da, yararları çatışan kimseleri temsil etmemek kuralı ile bağlıdır.” hükmünü amirdir.
Avukat kendi kendine karşı da bağımsızlığını korumak zorundadır.
Avukatlık, “doğruluk karinesi”nden yararlanan mesleklerdendir. Kişilerin bu mesleğin mensuplarına inançları asıldır. Bu nedenle avukatların, kolektif inanca ters düşecek ve bu inancı sarsacak davranışlardan dikkatle kaçınmaları gerekir.
Şikâyetli avukatın vekâlet ilişkisi sona ermeden ve eş zamanlı olarak konusu başka da olsa Şikâyetçi aleyhine davalar açarak iş üstlendiği dosya kapsamı ile tartışmasızdır.
Bu nedenlerle şikâyetli avukatların eylemi Avukatlık Yasası 34, 38/b ve TBB Meslek kuralları 2, 3, 4, 36. maddelere aykırı olmakla disiplin suçu olduğundan eylemin disiplin suçu olmadığına ilişkin hukuksal değerlendirme isabetli bulunmamış ve şikâyetçi itirazının kabulü ile disiplin cezası tayini gerekmiştir.
Sonuç olarak Şikâyetçi A.F.S.’in itirazının kabulü ile ... Barosu Disiplin Kurulu’nun “Disiplin Cezası Verilmesine Yer Olmadığına” ilişkin 03.12.2012 gün ve 2012/D.142 Esas, 2012/642 Karar sayılı kararının KALDIRILARAK, Şikâyetli avukat E.C.D.’in “KINAMA CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA”, katılanların oybirliği ile karar verildi.,
Yapılacak Bir İşlem Olmasa Dahi Avukat Duruşmaya Gitmek Zorundadır!
Avukat, yüklendiği davayı, sonuna kadar özenle takip etmekle yükümlüdür. Delillerin toplanmış olması veya herhangi bir işlem yapılmayacak dahi olsa avukat davanın her celsesine katılarak, davayı takip etmek zorunda olup, eylemin disiplin suçunu oluşturması için bir zararın doğması şartı da gerekmemektedir.
Avukatlık Yasasının 140/3.maddesine göre eylemin işlenmemiş veya sanığı tarafından yapılmamış olması sebebiyle beraat hali müstesna, beraatla sonuçlanmış bir ceza davasının konusuna giren eylemlerden dolayı disiplin kovuşturması o eylemin ceza kanunu hükümlerinden ayrı olarak başlı başına disiplin kovuşturmasını gerektirir mahiyette olmasına bağlıdır. Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararı şikayetli avukatın kastı ve şikayetçinin bir zararının bulunmadığı gerekçesi ile verilmiş olduğundan ceza davası kararından ayrı olarak eylemin disiplin suçu oluşturup oluşturmadığı incelenmiştir.
Avukatlık Yasasının 34. maddesine göre “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve Avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen Meslek Kurallarına uymakla yükümlüdürler.” Aynı Yasanın 171.maddesine göre de “ Avukat üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder.”.
TBB DİSİPLİN KURULU KARARI
Tarih - Esas No - Karar No Konu
T. 20.01.2012
E. 2011/530
K. 2012/8
*Avukat, yüklendiği davayı, sonuna kadar özenle takip etmekle yükümlüdür.
*Delillerin toplanmış olması veya herhangi bir işlem yapılmayacak dahi olsa avukat davanın her celsesine katılarak,
Şikâyetçi, Gelibolu 2.Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 2009/193 Esasına kayıtlı izin tecavüzü ve askeri firar suçlarından sanık olarak yargılandığını ve şikâyetli avukatın vekili olmasına rağmen birçok duruşmaya girmediğini, iddia etmesi üzerine başlatılan disiplin kovuşturması sonucunda Baro Disiplin Kurulunca eylem sabit görülmüş ve disiplin cezası tayin edilmiştir.
Şikâyetli avukat savunmasında, oğlunun Amerika’da kaza geçirmesi nedeniyle bir süre yurt dışında bulunduğunu bu nedenle duruşmalara giremediğini, şikâyetçinin herhangi bir zararının olmadığını, bildirmiştir.
Baro Disiplin Kurulu, şikâyetli avukatın şikâyetçi vekili olarak takip ettiği davanın duruşmalarına mazeret bildirmeksizin katılmadığını, eyleminin disiplin suçunu oluşturduğunu kabulle, şikâyetli avukatın uyarma cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş, karara şikâyetli avukat tarafından itiraz edilmiştir.
Şikâyetli avukatın disiplin kovuşturmasına konu eylemi ile ilgili olarak görevi kötüye kullanmak suçundan dolayı Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/213 Esasına kayıtlı olarak açılan kamu davasında Mahkemece şikâyetli avukatın kastı ve şikâyetçinin bir zararı bulunmadığı gerekçesi ile beraatına karar verilmiş, karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden, şikayetli avukatın, şikâyetçi aleyhinde Gelibolu 2.Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 2009/193 Esasında kayıtlı olan davada şikâyetçinin müdafiliğini üstlenmesine ve ücret de almasına rağmen, davanın 28.08.2008, 19.11.2007, 31.12.2007, 31.03.2008, 12.06.2008, 25.09.2008, 04.12.2008 ve 23.03.2009 tarihli duruşmalarına mazeretsiz olarak katılmadığı, anlaşılmıştır.
Avukat, yüklendiği davayı, sonuna kadar özenle takip etmekle yükümlüdür. Delillerin toplanmış olması veya herhangi bir işlem yapılmayacak dahi olsa avukat davanın her celsesine katılarak, davayı takip etmek zorunda olup, eylemin disiplin suçunu oluşturması için bir zararın doğması şartı da gerekmemektedir.
Avukatlık Yasasının 140/3.maddesine göre eylemin işlenmemiş veya sanığı tarafından yapılmamış olması sebebiyle beraat hali müstesna, beraatla sonuçlanmış bir ceza davasının konusuna giren eylemlerden dolayı disiplin kovuşturması o eylemin ceza kanunu hükümlerinden ayrı olarak başlı başına disiplin kovuşturmasını gerektirir mahiyette olmasına bağlıdır. Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararı şikayetli avukatın kastı ve şikayetçinin bir zararının bulunmadığı gerekçesi ile verilmiş olduğundan ceza davası kararından ayrı olarak eylemin disiplin suçu oluşturup oluşturmadığı incelenmiştir.
Avukatlık Yasasının 34. maddesine göre “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve Avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen Meslek Kurallarına uymakla yükümlüdürler.” Aynı Yasanın 171.maddesine göre de “ Avukat üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder.”.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 3.maddesi gereğince “Avukat, mesleki çalışmasını kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür” ilkesine yer verildikten sonra 4. maddede “Avukat, mesleğinin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır.” kuralına yer verilmiştir.
Şikâyetli avukatın, vekil olarak takip ettiği davanın birçok duruşmasına mazeretsiz olarak katılmamasından ibaret eylemi Avukatlık Yasasının 34. ve 171.maddeleri ile Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 3 ve 4.maddelerine aykırı olmakla disiplin suçunu oluşturmaktadır.
Şikayetli Avukatın eylemi Avukatlık Yasasının altıncı kısmında bulunan 34.maddeye de aykırı olmakla, Avukatlık Yasasının 136/1.maddesi uyarınca en az kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi gerekmesine karşın, uyarma cezası tayininde isabet görülmemiş ise de, aleyhte itiraz olmadığından bu hususa değinilmekle yetinilmiş ve Baro Disiplin Kurulu kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
Sonuç olarak, şikâyetli avukatın itirazının reddi ile Baro Disiplin Kurulunun “Uyarma Cezası Verilmesine” ilişkin kararının “ONANMASINA, oy birliği ile karar verildi.
Kaynak: Hukuk Medeniyeti
MAZERET DİLEKÇESİNİN BELGELENDİRİLMEDİĞİ GEREKÇESİYLE REDDİ
Davacı Vekilinin Mazeret Dilekçesinin Mahkemeye İntikal Etmiş Olması Duruşmaların Esas Numaralarını da Belirterek Meslekî Mazeretini Somutlaştırması ve UYAP Sisteminden de Bu Durumun Tespit Edilebilecek Olmasına Göre Mazeret Dilekçesi Geçerli Kabul Edilerek Yargılamaya Devam Edilmesi Gerekirken Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilmesinin Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu
T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/14282
K. 2016/15585
T. 26.12.2016
* MAZERET DİLEKÇESİNİN BELGELENDİRİLMEDİĞİ GEREKÇESİYLE REDDİ (Davacı Vekilinin Mazeret Dilekçesinin Mahkemeye İntikal Etmiş Olması Duruşmaların Esas Numaralarını da Belirterek Meslekî Mazeretini Somutlaştırması ve UYAP Sisteminden de Bu Durumun Tespit Edilebilecek Olmasına Göre Mazeret Dilekçesi Geçerli Kabul Edilerek Yargılamaya Devam Edilmesi Gerekirken Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilmesinin Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu)
* DİĞER DURUŞMALARIN ESAS NUMARALARI DA BELİRTİLEREK MESLEKİ MAZERET İBRAZI (Davacı Vekilinin Mazeretini Belgelendirmediği ve Ara Karar Gereklerinin Yerine Getirilmediği Gerekçesiyle Mazeretin Reddedildiği/Davacı Vekilinin Mazeret Dilekçesinin Mahkemeye İntikal Etmiş Olması Duruşmaların Esas Numaralarını da Belirterek Meslekî Mazeretini Somutlaştırması ve UYAP Sisteminden de Bu Durumun Tespit Edilebilecek Olmasına Göre Mazeret Dilekçesi Geçerli Kabul Edilerek Yargılamaya Devam Edileceği)
* DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASINA KARAR VERİLMESİ (Davacı Vekilinin Mazeret Dilekçesinde Başka Dosyalarının Duruşması Sebebiyle Duruşmaya Katılamayacağını Beyan Ettiği Mahkemece Davacı Vekilinin Mazeretini Belgelendirmediği ve Ara Karar Gereklerinin Yerine Getirilmediği Gerekçesiyle Mazeretin Reddedilmesinin Davacı Vekilinin Mazeret Dilekçesinin Mahkemeye İntikal Etmiş Olması Duruşmaların Esas Numaralarını da Belirterek Meslekî Mazeretini Somutlaştırması ve UYAP Sisteminden de Bu Durumun Tespit Edilebilecek Olmasına Göre Mazeret Dilekçesi Geçerli Kabul Edilerek Yargılamaya Devam Edilmesi Gerektiği)
6100/m.150
ÖZET : Dava, iş kazası sebebiyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekilinin mazeret dilekçesinde başka dosyalarının duruşması sebebiyle duruşmaya katılamayacağını beyan ettiği, Mahkemece davacı vekilinin mazeretini belgelendirmediği ve ara karar gereklerinin yerine getirilmediği gerekçesiyle mazeretin reddine, dosyanın 3.kez işlemden kaldırılma tarihi itibariyle davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği anlaşılmakla, davacı vekilinin mazeret dilekçesinin mahkemeye intikal etmiş olması, duruşmaların esas numaralarını da belirterek meslekî mazeretini somutlaştırması ve UYAP sisteminden de bu durumun tespit edilebilecek olmasına göre, mazeret dilekçesi geçerli kabul edilerek, yargılamaya devam edilmesi gerekirken davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : Dava, iş kazası sebebiyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, HMK 150. maddesi uyarınca davanın 07.02.2012 tarihi itibariyle açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Somut olayda, davacı vekilinin 07.02.2012 tarihli mazeret dilekçesinde başka dosyalarının duruşması sebebiyle duruşmaya katılamayacağını beyan ettiği, Mahkemece, davacı vekilinin mazeretini belgelendirmediği ve ara karar gereklerinin yerine getirilmediği gerekçesiyle mazeretin reddine, dosyanın 3.kez işlemden kaldırılma tarihi olan 07.02.2012 itibariyle davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davacı vekilinin, mazeret dilekçesinin mahkemeye intikal etmiş olması, duruşmaların esas numaralarını da belirterek meslekî mazeretini somutlaştırması ve UYAP sisteminden de bu durumun tespit edilebilecek olmasına göre, mazeret dilekçesi geçerli kabul edilerek, yargılamaya devam edilmesi gerekirken HMK 150. maddesi gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 26.12.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2010/11-133
K. 2010/184
T. 5.10.2010
• İSTEM ÜZERİNE GÖREVLENDİRİLEN MÜDAFİİ ( Yargılama Aşamasında Duruşmalar İçin Bir Kez Mazeret Dilekçesi Vermek ve Bir Oturuma Katılmak Dışında Herhangi Bir İşlem Yapmaması - Mahkemece Derhal Başka Bir Müdafiin Görevlendirilmesi Gerektiği )
• MÜDAFİİ TAYİNİ ( İstemi Üzerine Görevlendirilen Müdafiin Yargılama Aşamasında Duruşmalar İçin Bir Kez Mazeret Dilekçesi Vermek Ve Bir Oturuma Katılmak Dışında Herhangi Bir İşlem Yapmamasının "Görevini Yerine Getirmekten Açıkça Kaçınma" Olarak Kabul Edildiği )
• GÖREVİNİ YERİNE GETİRMEKTEN AÇIKÇA KAÇINMA ( Kaçındığı Anlaşılan Avukat İle Sanık Arasında C.M.K.Anlamında Hukuken Geçerli Bir Müdafilik İlişkisinin Kalmadığı - C.M.K.Hükümleri Uyarınca Sanığa Bir Müdafii Görevlendirilmesi Gerektiği )
• DURUŞMALARA KATILMAYAN MÜDAFİİ ( İstem Üzerine Görevlendirilen/Duruşmalar İçin Bir Kez Mazeret Dilekçesi Vermek ve Bir Oturuma Katılmak Dışında Herhangi Bir İşlem Yapmaması - Derhal Başka Bir Müdafiin Görevlendirilmesi Gerektiği )
5271/m.150,151
ÖZET : Sanığa C.M.K.nın 150. maddesi uyarınca istemi üzerine görevlendirilen müdafiin yargılama aşamasında duruşmalar için bir kez mazeret dilekçesi vermek ve bir oturuma katılmak dışında herhangi bir işlem yapmamasını sanığın savunmasına ilişkin "görevini yerine getirmekten açıkça kaçınma" olarak kabul edilmiştir. Mahkemece derhal başka bir müdafiin görevlendirilmesi için C.M.K. nın 151. maddesine göre işlem yapılması gerekir. Görevini yerine getirmekten açıkça kaçındığı anlaşılan avukat ile sanık arasında C.M.K.anlamında hukuken geçerli bir müdafilik ilişkisi kalmamıştır. Yerel mahkeme tarafından 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren C.M.K.hükümleri uyarınca sanığa bir müdafii görevlendirilmesi gerekir.
DAVA : Sanık A. B. hakkında yağma suçundan açılan kamu davasında Kozan Ağır Ceza Mahkemesince 15.4.2004 gün ve 77-89 sayı ile verilen yetkisizlik kararı üzerine, dosyanın gönderildiği Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesince 2.6.2005 gün ve 175-132 sayı ile verilen; sanığın 5237 Sayılı T.C.K.nın 37, 157 ve 53. maddeleri uyarınca sonuç olarak 1 yıl hapis ve 600 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 15.5.2007 gün ve 8733-3392 sayı ile;
"... Suç tarihinde yaşı küçük olan sanık H. G. ile müdafii atanmasına ilişkin talebi kabul edilip Baroya yazılan müzekkere cevabı beklenmeyen sanık A. B.'a müdafii tayin edilmeden ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 5271 Sayılı C.M.K.nun 150. maddesinin 2 ve 3. fıkraları gözetilmeden yargılamaya devamla yazılı şekilde karar verilmek suretiyle sanıkların savunma haklarının kısıtlanması..." isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmuştur. Yerel mahkeme ise 11.3.2008 gün ve 208-82 sayı ile;
"… sanık A.'nın önce müdafi istemeden savunmasını yaptığı, daha sonradan cezaevinden müdafi talep ettiği, müdafi teminine çalışıldığı, ancak süreç içerisinde müdafi isteğinden vazgeçip eski savunmalarını tekrarladığı, esas hakkındaki savunmasını da müdafi talepsiz yaptığı gözetildiğinde yapılan usul işlemlerin kanuna uygun olduğu" gerekçesiyle ilk hükmünde direnmiştir.
Bu hükümün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının "onama" istekli 31.5.2010 gün ve 180150 Sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay 1. Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanığın dolandırıcılık suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığa müdafii tayin edilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkindir.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükümün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma… gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Savunma, Anayasamızın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafii de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafii aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır.
Savunma hakkı, uluslararası belgelerde de değerine uygun yerini almıştır. Bunlardan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 121/I., Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Milletlerarası Antlaşmanın 14/3-b-d, Avrupa İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesinin 6/3-b-c maddeleri sanığın müdafiden yararlanması konusunda açık düzenlemeler getirmiştir.
5271 Sayılı C.M.K.savunma hakkı konusunda oldukça hassas davranmış, bunun bir sonucu olarak da isteğe bağlı müdafiliğin yanında, bazı hallerde zorunlu müdafiliği benimsemiştir.
Bu bağlamda Yasanın 147. maddesinde; şüphelinin müdafi seçme hakkının bulunduğu, onun hukuki yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceğini kendisine bildirilmesi gerektiği, 148. maddesinde; müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifadenin, hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağı, 149. maddesinde; sanığın kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabileceği, avukatın, sanık ile görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkının engellenemeyeceği ve kısıtlanamayacağı, 153. maddesinde; müdafi, kovuşturma evresinde dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebileceği ve istediği tutanak ve belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabileceği, 154. maddesinde; sanığın vekaletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebileceği hükme bağlanmıştır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren anılan Yasanın "müdafiin görevlendirilmesi" başlıklı 150. maddesi ise;
" ( 1 ) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
( 2 ) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
( 3 ) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada 2. fıkra hükmü uygulanır.
( 4 ) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir" şeklinde iken, 19.12.2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 Sayılı Kanunun 21. maddesiyle maddenin 3. fıkrasında değişiklik yapılarak bu zorunluluk, "alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren" suçlardan yargılanan sanıklarla sınırlandırılmıştır.
Bu maddenin 3. bendi uyarınca, mahkeme tarafından sanığa zorunlu olarak müdafii görevlendirilmesi için aranılacak "alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren" suç, iddianame veya iddianame yerine geçen belgelerde, sanık için gösterilen sevk maddelerindeki ceza miktarına göre belirlenecektir. Suç vasfının sonradan değiştiğinden bahisle yargılama sırasında C.M.K.nın 226. maddesi uyarınca ceza miktarı daha az olan bir yasa maddesinden ek savunma alınmış ya da hükümde sanığın daha az cezayı gerektiren bir suçtan cezalandırılmış olması da müdafii görevlendirilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.
Müdafii görevlendirmenin usulü ise "Müdafiin görevlendirilmesinde usul" başlıklı 156. maddenin 1/a maddesinde;
"150 nci maddede yazılı olan hallerde, müdafi;
a- ) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hakimin istemi üzerine,
b- ) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,
Baro tarafından görevlendirilir..." şeklinde düzenlenmiş, ayrıca ilk hükümden sonra ancak direnme kararından önce 2.3.2007 gün ve 26450 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren "Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin" müdafi veya vekillerin görevlendirilmesine ilişkin 5. maddesinde de;
" ( 1 ) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, görevlendirilecek müdafie yapılacak ödemelerin yargılama giderlerinden sayılacağı ve mahkumiyeti halinde kendisinden tahsil edileceği hususu hatırlatılarak talep ettiği takdirde barodan bir müdafi görevlendirmesi istenir.
… ( 6 ) Müdafi veya vekil görevlendirilmesi; soruşturma evresinde ifadeyi alan merci veya sorguyu yapan hakim, kovuşturma evresinde ise mahkeme tarafından barodan talep edilir" hükmüne yer verilmiştir.
Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ise C.M.K.nın 151. maddesinde; "150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hakim veya mahkeme derhal başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir" şeklinde belirtilmiş anılan Yönetmeliğin 6. maddesinin 6. fıkrasında da aynı doğrultuda düzenleme yapılmıştır.
Sanığa iddianamede atılı yağma suçunun düzenlendiği 765 Sayılı T.C.K.nın 495/1. maddesinde öngörülen ceza, "on seneden yirmi seneye kadar", bu maddenin karşılığı olan 5237 Sayılı T.C.K.nın 148/1. maddesinde ise "altı yıldan on yıla kadar" hapis cezasıdır. Kozan Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen yetkisizlik kararında bahsolunan 765 Sayılı T.C.K.nın 504/3. maddesinde öngörülen ceza miktarı da; "iki yıldan beş yıla kadar ağır hapis"tir. Ancak Kozan Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği yetkisizlik kararında eylemin vasıflandırmasına ilişkin yapılan bu değerlendirmenin, yetkisizlik kararları görevsizlik kararları gibi dava açan belge niteliğinde olmadığından hukuksal bir değeri bulunmamaktadır.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Sanık hakkında Kozan C. Başsavcılığınca düzenlenen 14.4.2004 tarihli iddianamede, sanığın eylemi "müştekiyi korkutarak, kendisinden zorla hazır kart şifresi aldığı... müştekiden zorla maddi menfaat sağladıkları" şeklinde nitelendirilerek yağma suçundan 765 Sayılı T.C.K.nın 495/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Kozan Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış,
Kozan Ağır Ceza Mahkemesi ise 15.4.2004 tarihinde, eylemin 765 Sayılı T.C.K.nın 504/3. maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturabileceği görüşünü de eklemek suretiyle yetkisizlik kararıyla dosyayı Gaziantep nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Bu dosyadan tutuklanan, ancak başka bir suçtan dolayı da Giresun Kapalı Cezaevinde bulunan sanığın savunması talimat yoluyla Giresun Ağır Ceza Mahkemesince 16.7.2004 tarihinde alınmış, savunmasının alınmasından önce kendisine CYUY'nın 135. maddesindeki hakları hatırlatılmış, sanık müdafii talebinde bulunmamıştır.
25.1.2005 tarihinde bizzat mahkeme huzurunda yine CYUY'nın 135. maddesindeki hakları hatırlatılmak suretiyle ifadesi alınmış, sanık yine müdafii isteminde bulunmamıştır.
Sanığın talimat yoluyla ve mahkeme huzurunda alınan bu savunmaları o tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 1412 Sayılı CYUY'na uygun ve geçerlidir.
Sanık 26.1.2005 tarihinde Gaziantep Kapalı Cezaevinden mahkemeye gönderdiği dilekçede, "maddi durumum elvermediği için savunma yapabilmem için avukat tutamıyorum, kendimi ifade edemiyorum, yüce mahkemenize sığınıyorum" şeklinde beyanda bulunmuş,
Dilekçedeki bu beyanların mahkemece müdafii istemi olarak kabul edilmesi sebebiyle 22.2.2005 tarihli oturumda sanığa müdafii tayinine karar verilerek baroya yazı yazılmış, baro tarafından yanıt verilmemesi üzerine 18.3.2005 tarihli oturumda bu yazının tekidine karar verilmiştir.
19.4.2005 tarihli oturumda barodan yine cevap gelmemesi üzerine sanığın; "ben artık bu aşamada avukat istemiyorum, daha önceki savunmalarım geçerlidir, tekrar ederim" şeklinde beyanda bulunmuş,
5271 Sayılı C.M.K.nın yürürlüğe girmesinden sonra da 2.6.2005 tarihinde yapılan oturumda, hazır bulunan sanıktan, müdafii olmaksızın son savunması ve son sözü sorulmak suretiyle mahkumiyet hükmü tesis edilmiş,
Bozmadan sonra ise, Özel Daire bozma ilamı sanığa tebliğ edilmiş, gelmemesi üzerine yokluğunda direnme kararı verilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde;
Sanığın talimat yoluyla 16.7.2004 ve mahkeme huzurunda 25.1.2005 tarihinde alınan savunması, o tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 1412 Sayılı CYUY'na uygun ve geçerli bir savunmadır. Ancak 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren ve derhal uygulanması gereken 5271 C.M.K.nın 150/2. maddesinin; "üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada istemi aranmaksızın bir müdafiinin görevlendirileceğine" ilişkin hükmü uyarınca, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasının öngörüldüğü 765 Sayılı T.C.K.nın 495/1. maddesinde düzenlenen yağma suçundan yargılanan sanığa istemi aranmaksızın derhal müdafii görevlendirilmesi yasal bir zorunluluktur.
Yerel mahkemenin ilk hükmünden sonra yürürlüğe giren 5560 Sayılı Kanun ile 5271 Sayılı C.M.K.nın 150/3. maddesindeki "üst sınır" ifadesinin 5560 Sayılı Kanun ile "alt sınır" olarak değiştirilmesi de yağma suçuna ilişkin gerek 765 Sayılı T.C.K.gerekse 5237 Sayılı T.C.K.nda öngörülen ceza miktarı sebebiyle bu sonuca etki etmeyecektir.
Sanığın 1 Haziran 2005 tarihinden önce, yürürlükte bulunan CYUY hükümlerine göre usulüne uygun savunmasının alınmış olması, 5271 Sayılı C.M.K.nın yürürlüğe girmesi sebebiyle sanığa müdafii görevlendirilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Çünkü 5271 Sayılı C.M.K.ile getirilen ve yukarda ayrıntılı biçimde açıklanan sistemde müdafiin görevi sadece savunmasının alınması sırasında sanığın yanında bulunmakla sınırlı olmayıp her aşamada sanığın yanında olmasından her türlü hukuki yardımda bulunmasına kadar savunmaya ilişkin diğer bütün işlemleri de kapsamaktadır. Nitekim C.M.K.nın 151. ve "Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin" 6/6. maddelerinde, 150. madde uyarınca görevlendirilen müdafiin, duruşmada hazır bulunmaması veya çekilmesi veya görevini yerine getirmekten kaçınması halinde mahkeme tarafından derhal başka bir müdafiin görevlendirilmesi gerektiği ve bu yeni bir müdafii görevlendirilinceye kadar oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebileceği hüküm altına alınmıştır. Bu hükümle yasa koyucunun bu madde kapsamında bir müdafii görevlendirilmesini yeterli görmediği, bunun yanında müdafiin ceza yargılaması boyunca sanığın yanında yer almasını savunma hakkının kullanılması açısından zorunlu gördüğü, bu konuda görevini yeterince yapmayan müdafiin de derhal değiştirilmesi gerektiğini amaçladığı anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulu da 10.6.2008 gün ve 148-169 Sayılı kararında; sanığa C.M.K.nın 150. maddesi uyarınca istemi üzerine görevlendirilen müdafiin yargılama aşamasında duruşmalar için bir kez mazeret dilekçesi vermek ve bir oturuma katılmak dışında herhangi bir işlem yapmamasını sanığın savunmasına ilişkin "görevini yerine getirmekten açıkça kaçınma" olarak kabul etmiş ve mahkemece derhal başka bir müdafiin görevlendirilmesi için C.M.K. nın 151. maddesine göre işlem yapılması gerektiğine hükmederek görevini yerine getirmekten açıkça kaçındığı anlaşılan avukat ile sanık arasında C.M.K.anlamında hukuken geçerli bir müdafilik ilişkisi kalmadığını açıkça vurgulamıştır. Bu nedenle, yerel mahkeme tarafından 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren C.M.K.hükümleri uyarınca sanığa bir müdafii görevlendirilmesi gerekirken, yargılamaya devam edilerek 2 Haziran 2005 tarihinde hüküm kurulması ve Özel Daire bozma ilamı sonrasında da yine sanığa müdafii görevlendirilmeden direnme kararı verilmesi suretiyle C.M.K.nın 150/3-2. maddesine aykırı davranılması, sanığın savunma hakkının açıkça kısıtlanması anlamına gelmektedir.
Bu itibarla isabetsiz bulunan yerel mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- ) Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 11.3.2008 gün ve 208-82 Sayılı direnme hükmünün, saptanan usul yanılgısı sebebiyle diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- ) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na TEVDİİNE, 5.10.2010 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme aykırı olarak oybirliği ile karar verildi.
Av. Tuncay İLÇİM
Bursa Barosu