“Suçlunun kendi yolunu seçme özgür iradesine sahip olmadığı sürece, ceza olarak ceza kabul edilemez”. Clarence Darrow

“Suçları cezalandırmaktansa önlemek daha iyidir”. Cesare Beccaria

“Mutlak zorunluluktan kaynaklanmayan her ceza zalimcedir”. Cesare Beccaria

“Demokrasi geriliyor. Şeffaflık, hukukun üstünlüğü, hesap verebilirlik ve insan onuruna saygı gibi liberal değerler geniş çapta ayaklar altına alınıyor. Otokratlar ve hatta bazı Batılı politikacılar açıkça korku, yabancı düşmanlığı ve paranoya ticareti yapıyor.”  Washington Post Editorial Board, 2016.

 

Hukukun uygulamasında oldukça farklılıklara tanık olunmaktadır. Bu farklılık gerçeklik yargısında olduğu kadar değer yargısında da olmaktadır.1 Gerçekte, bu farklılıkları girdideki (suçun ciddiyeti, işleniş biçimi ve suçlunun karakteristikleri gibi) değişkenlerle açıklamak mümkün değildir. Tüm araştırma sonuçlarına karşın uygulamacıların savunması ise, her dava veya suçlunun özel olduğu ve niceliksel araştırmanın bu öznelliği asla ölçemeyeceği şeklindedir. Öte yandan, aynı tür işleyenlere yaklaşık aynı ceza verilse bile, bu cezaların kişilere özgü etkisi, bulundukları cezaevi ortamına göre değiştiği gibi suçlunun kişisel özelliklerine göre de değişiklik göstermektedir.

Ekseri araştırmalar, hâkimlerin aynı uyarıcı materyal karşısında ekseriya farklı kararlar verdiğini göstermiş ve burada kişinin önemi vurgulanmıştır.  Bu bağlamda ceza yaptırımlarındaki farklılık daha da çarpıcı bir görüntü sergilemektedir. Öncelikle, ABD, Türkiye ve bazı ülkelerde uzun hapis cezaları ile kabarık cezaevi nüfusuna tanık olunmaktadır.2 Bu yaklaşımın, bir insanın ne kadar uzun süre hapiste kalacağının belirlenmesi ötesinde sembolik bir anlamı olduğu da belirtilmektedir.  Bu açıdan bakıldığında, cezaların sembolik ve uygulanabilirlik işlevleri anlamında birbiriyle çatışması modern ceza adalet sisteminin (CAS) bir özelliği olarak belirmektedir(!?)3

İşte bu soruların irdelendiği kriminoloji bilimine insanları çeken başlıca sorular şunlardır:

- Hangi partinin iktidarda olması bizim ne kadar suç yaşadığımızı etkiliyor mu? Neden bazı ülkelerde diğerlerinden daha fazla suç işleniyor? Ve nasıl şekillendireceğiz?

- Kurumlar, organizasyonlar ve süreçler suç seviyelerini ne ölçüde sınırlamakta veya suç işlendik- ten sonra en iyi şekilde nasıl tepki vermektedirler?

Bireylere cezai yaptırım uygulama yetkisi (ius puniendi) geleneksel olarak bir devlet ayrıcalığı olarak kabul edilir ve ulus devletin iktidar tekeline ve ulusal egemenliğin kullanılmasına   bağlıdır. Belirli bir suç için uygun cezanın belirlenmesi, belirli bir toplumun belirli norm ve değerlere verdiği ağırlığın doğruluğunu kanıtlar.

Ceza yaptırımları uygulaması ile hükmedilen hürriyeti bağlayıcı ceza süresi bakımından ülkeler arasında farklılıklar olduğu gibi aynı ülkedeki mahkemeler arasında da farklılıklara tanık olunmaktadır. Ülkeler arasında suçlar için hükmedilen cezalar bakımından büyük farklılık yasal düzenleme ve kamuoyundan kaynaklanmakta ise de uzun süreli hapislerin vatandaşları daha güvenli yaptığı anlamına gelmediği bilinmelidir.

Hükümlülerin nispeten kısa sürede salıverilmesi toplumdaki suç işleme olasılıklarını fazlaca artırmayacaktır. Af kanunları sonrası olduğu gibi büyük çapta salıverme kohortı’nın suç oranı üzerinde bazı etkileri olsa da genelde bu riskin küçük olacağını düşündüren iyi nedenler vardır.

Cezaevinde kalış süresi ile mükerrir suçluluk arasında negatif bir korelasyon da yoktur. Böylece kısa süreli mahkumiyetler insanların salıverilme sonrası suç işleme olasılıklarını artırmayacaktır. Bu suçlulardan bazıları salıverilme sonrası yeniden suç işleyeceklerdir-bu insanların daha geç tahliyelerinde de suç işleyeceklerini düşünebiliriz.

Ülke içi karşılaştırmalar Kanada, Avustralya, ABD, İngiltere ile Türkiye için yapılmış olup; İngiltere’de otuz sulh ceza mahkemesini kapsayan çalışmada, bir mahkemenin, önüne gelen suçluların % 46’sını para cezasına mahkum ettiği, diğerinde para cezası uygulamasının % 76’ya ulaştığı; hürriyeti bağlayıcı ceza uygulamasında ise, mahkemeler arasındaki değişimin % 3 ile % 19 arasında olduğu saptanmıştır. Ne var ki, anılan mahkemelerde yıllar itibariyle bir değişime tanık olunmamıştır. Türkiye’de ceza uygulaması bakımından mahkemeler arasında görülen farklılığa ise, özellikle kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaya seçenek ceza ve tedbirlerin uygulanmasında tanık olunmuştur. Nitekim, 31/12/1986 tarihinde yapılan bir saptamaya göre, Türkiye genelinde bu oran %9 iken, Ağır Ceza Merkezleri arasında bu yüzdenin (0)’dan (38)’e kadar değiştiği görülmüştür. Bu değişimde Ağır Ceza Merkezlerinden %73’ü Türkiye ortalaması altında kalırken (Bergama, Ceyhan, Dinar, Karaman, Sandıklı, Siverek ve Zile’de (0) iken) % 27’si ise ortalamanın üstünde bir görünüm (en fazla yüzde gösteren merkezlerden, 6 aydan az cezaya hükümlü yüzdesinin 30'dan fazla olduğu Bakırköy, Boğazlayan ve Kartal) sergilemektedir.

Bu farklılık yalnızca seçenek ceza ve tedbirlere özgü olmayıp, tüm yaptırımlar için de geçerli olmaktadır. Nitekim, 1993 yılına ait seçilmiş metropol adliyeleri ceza mahkemelerince verilen mahkûmiyet kararlarındaki yaptırımların oransal dağılımı, bu görünümü destekler niteliktedir. Şöyle ki;

Ceza Mahkemelerince Hükmedilen Yaptırımların Dağılımı

(2014-2021)

    Yıl       Hapis   %       Para Cezası %            Erteleme %

2014   381,141 (26,2)        371,823 (25,5)          90,247 (6,2)

2015   431, 081 (28,1)       404 663 (26,4)          92,207 (6,0)

   2016   376,172  (26,3)       335 899 (23,5)          71 994 (5,0)

 2017   387,743 (26,7)        302 413 (20,8)           64 399 (4,4)

 2018   549,216 (28,0)        386 777 (19,8)           74 544 (3,8)

 2019   592,668 (28,5)        458 817 (22,0)           80 609 (3,9)

 2020   436,918 (28,3)        351 084 (22,8)          62 530 (4,1)

   2021   738,681 (29,2)        544 578 (21,5)          110 269(4,4)

 

Yukardaki her iki tabloya bakıldığında ağır ceza merkezleri itibariyle Türkiye ortalamasından sapmalara tanık olunduğundan ceza yaptırımları algoritmasının geliştirilmesinin gereksinme vardır.

Ceza Mahkemelerince karara bağlanan davalarda mahkûmiyet kararlarının Türkiye ortalaması % 49.2’dir. TCK’nun ihlali bakımından verilen mahkûmiyet karar oranları ise, ağır ceza merkezlerine göre önemli değişimler göstermektedir.4

Ekseri araştırmalar, adli karar yapımcılarının aynı uyarıcı materyal karşısında ekseriya farklı kararlar verdiğini göstermiştir. Bu bağlamda aktör kişinin önemi vurgulanmıştır. İşte bu farklılıklardaki psiko-sosyal dinamikleri belirlemek üzere sesli düşünme yöntemiyle bir metropol adliyesindeki on Cumhuriyet savcısına (oldukça ciddi ve fazlaca zaman alıcı veya rutin nitelikte dosyalar dışında) verilen on hazırlık dosyasına ait işlemleri sesli düşünerek teybe kaydettirmeleri şeklinde bir araştırma projesi geliştirilebilir. Bu projede savcılarca söylenen her şeyin teybe alınması ve her bir dosyadaki sanık/lar hakkındaki kararın bir savcı tarafından verilmesi kararlaştırılabilir. Bu bağlamda, her savcının diğer dosyalar hakkında da (bir savcının izin, tatil ve hastalığı halinde diğerinin bakması düşünülerek) karar vermesi istenilebilir. Hollanda’da bu türde yapılan bir araştırma sonucuna göre, savcılar arasında  bilgi işlenmesi stili bakımından  önemli farklılıklar saptanmıştır: Bazıları çok az bilgiye gerek duyarken diğerlerinin, mevcut tüm bilgilerle donatılmasına karşın bazen karar vermede güçlük çektikleri görülmüş; genelde, savcıların karar vermek için ihtiyaç duydukları bilginin oldukça sınırlı olduğu; ekseri davalarda eldeki bilginin çok azı irdelenerek karar verilirken, savcılar arasında önemli kişisel farklılıklar bulunduğu; yalnızca bazı davalarda sanığın kişiliği veya sosyal öz geçmişi hakkında ek bilgilere gerçekten ihtiyaç duyulduğu ve bu fazla bilgi ihtiyacının yalnızca daha fazla nesnel bilgi sağlamak istemi yanında emin olmadıkları veya istemedikleri bir kararı ertelemek istemiyle belirlendiği ortaya çıkmıştır. Bu araştırmada saptanan en önemli bulgu ise, bu karar verme işleminin zannedildiği kadar girift olmadığıdır.

İşte bu amaçla, Yargıtay’da bağımsız bir birim olarak Yaptırımlar Kurulu5 oluşturulması ve bu kurulun

a) TCK’nu bağlamında rehber ilkeler geliştirmesi;

b) İlk derece ve adli bölge mahkemeleri ve Yargıtay ceza daireleri ile iş birliği içinde yaptırımların izlenmesi, tutarlı ve orantılı yaptırım uygulamasına rehberlik etmesi;

c) Cezai yaptırımlar ve onların etkilerine ilişkin ülke çapında siyaset gelişimi, bilgi derlenmesi, araştırma ve çalışmalar yapılması;

d) Bilgi, deneyim ve CAS’ın öğelerine ve halka özgü toplumsal değerleri derlemek ve onları irdelemek üzere çalışmalar yürütülmesi; ve

e) Ceza siyasetinde yer eden amaçlarla tutarlı tasarruflar için araştırmalar yapılması ve açıklamalar sağlaması ön görülmelidir.

Kuşkusuz, yaptırımlara özgü ceza siyaseti hiçbir zaman çözümlenmiş bir sorun olmak yerine geliştiril- meye elvermeli ve devamlı olarak değerlendirilmelidir.

Kuşkusuz, cezalarda eşitlik (nicelik) ne kadar sağlanırsa sağlansın; bu eşitliğin ancak görünüşte kalacağı unutulmamalıdır.6 Keza, her ceza yaptırımının etkisinin algılanışı; aynı duyarlığı gösterebilen hükümlüler açısından, Bayramiç Cezaevi ile Marmara Cezaevinde çekilen birer günlük hürriyeti bağlayıcı cezanın (nitelik açısından) eş değerde olmaması gibi herkes için farklıdır.

Damgalama

Potansiyel suçlu ve normdan sapanlar için damgalama, cezadan daha fazla önleme etkisine sahiptir. Damgalama korkusunun, kişiyi etkilemesi nedeniyle, cezanın genel önleme işlevinde özel bir yeri vardır. Kişi toplumdaki yerini, işini veya iş ortaklarını kaybetmekten ve toplumca soyutlanmaktan korkmaktadır. Bu nedenle, damgalanma korkusu, normlara uyarlığı sağlamakta temel bir öğe olarak yer almaktadır (negatif feed back işlevi).

Damgalanmanın iki yönlü işlevi vardır:

1. Yeteri derecede üst beni gelişmiş, sosyal statü sahibi bireylerin normdan sapma türünden bir davranışta bulunmalarını önleyen (negatif feed back işlevi) yanı ile toplumsal düzenin sağlanması ve korunması;

2. Suçlu hakkındaki mahkûmiyet sonucu beliren kısıtlılıklar nedeniyle eski hükümlülerin topluma entegre edilmesinin engellenmesi (pozitif feed back işlevi).

Damgalanma birinci işlevi ile düzenleyici sistemin asli bir öğesi olarak toplum için bir gereksinme ise de ikinci işlevin eski hükümlüler üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle nötrleştirilmesi konusu her zaman güncelliğini korur olmuştur.

Damgalanmanın kendisi yaptırım olabileceği gibi cezai yaptırımlara ek olarak da belirebilir. Damgalanma, kuşkusuz, normlardan sapma halinde grubun tepkisini yansıtmakta ve bu niteliği ile normun kuvvet derecesinin ölçülmesinde bir endeks işlevini görebilmektedir. Nitekim, normun güçlülük derecesi ile damgalama arasında olumlu bir korelasyon saptanmıştır: Damgalama yoğunlaştığında grubun normdan sapma karşısındaki tepkisi de yaptırımın şiddet ve tabiatına bağlı olmaksızın şiddetli olmakta ve normun gücüde o derece büyük olmaktadır.

Joseph Relph'i Eski Bailey'de Damgalamak, 1778, Criminal London:

a Pictorial History from Medieval Times to 1939 (2002). © Mark Herber

Damganın tarihsel boyutuna bakıldığında, dini, yasal veya sosyal normların ihlali karşısında verilen en eski ceza, suçluya mal edilen kirlilik damgasıdır. Kirlilik bulaşıcı olarak kabul edildiğinden, damgalanan suçlu toplumdan tecrit edilmekte idi. Antropolog Frazer, damgalı kirliliğin örneklerini vermektedir: "Eski Attika'da katiller kanun dışı ilan edilerek toplumdan tecrit edilmekte ve herkes, sorumlu olmaksızın, onu yaralayabilmekte veya öldürebilmektedir. Bir katile diğer bir suç isnat edildiğinde kendisinin sahile çıkmasına izin verilmeyerek hâkimler duruşmayı sahilden yürümekte idiler. Toprak ve halkı kirletmemesi için suçlunun sahile çıkmasına izin verilmiyordu".

Thucydides, annesini öldürdükten sonra dünya üzerinde dolaşan Alcameon'un hikayesini anlatmaktadır: "Apollo ilahı, Alcmeon'a annesini öldürdüğü zaman dünyada var olmayan veya güneş görmemiş bir yer buluncaya değin sulh ve sükûn içerisinde olamayacağını; dünyanın diğer yanları kendisi için lanetlenmiş olduğundan, ancak böyle bir yerde kalabileceğini bildirmiştir". Kenya'daki Kikuyu kabilesi insanları, katil ile tesadüfi karşılaşma sonucu kendilerinin temizlenmesi gerektiğine; katilin dokunduğu hayvan ve eşyanın da yok edilmesine inanmışlardı Eski uygarlıklar ile bugün var olan ilkel kültürlerde sayısı çoğaltılabilecek bu örnekler, grubun normdan sapanlar karşısındaki tepkisinde damgalanmış kirliliğin öncelikle yer aldığını göstermektedir.

Günümüzde ise Yaşar Kemal'in "zilli kurt" deyimi tutarlı bir anlatım sergilemektedir: “Çobanlar, koyunlarını yiyip duran bir kurda çok kızdılar mı, onu yakalayıp öldürmek yerine boynuna küçük bir çıngırak bağlayarak salıverirlermiş. Çıngırağın sesini duyan tüm canlılar, kurdun geldiğini anlayınca hemen kaçarlarmış. Sonunda ise, kurt acından kıvrana kıvrana ölürmüş."

Modern yasalarda, damgalama hüküm sonrası kişi haklarının kısmen veya tümden kaybedilmesinde şekillenmektedir: Memur olabilme, seçme ve seçilme, tanık olabilme, mukavele yapabilme vs. hakları gibi. Damgalamanın şekli olan bu resmî sonuçları hükmü takip eden ve resmi olmayan sosyal ve ekonomik sonuçlardan ayrılmıştır. Kuşkusuz, yaptırımlara ek olarak beliren (mütemmim veya feri cezalar) ve yasaca öngörülen kısmı veya tümden ölümün çeşitli şekilleri eski Roma'daki "şerefsizlik" ile Alman "kurt" tanımının, modern zamandaki karşılıkları niteliğindedir (damgalamanın pozitif feed back işlevi). Damgalamanın çağdaş şekli (5352 sayılı Adli Sicil Kanunu ile) adli sicil kaydı olmaktadır.

Damgalamadaki psikolojik dinamizm kendini şu şekilde sergilemektedir: Damgalanan birey kendisi hakkındaki düşünce değişimi ile rahatsız olmakta; pozitif feed-back (geribildirim) bireyin ego (ben) dengesi üzerine çalışarak bireyin takılan sıfatla ortaya çıkmasını sonuçlandırmaktadır. Kısır döngü biçimindeki pozitif feed-back devresi, genellikle, toplumla suçlu arasında görülmektedir. Bu devrenin kesilmesi için toplumun eski hükümlülere anlayış göstermesi, işverenlerin eski-hükümlülere iş verme konusundaki yasal sorumluluklarını içtenlikle yerine getirmesi gerekmektedir.

Yaptırıma Özgü İlkeler

Suçların önlenmesi doğrultusunda cezaların oynadığı/oynaması gerektiği işlev bakımından göz önünde tutulması gerekli başlıca ilkeler ise şunlardır:

1) Cezanın kesinliği: Cezalar, ancak suç işleyenin yanına kar kalmadığında, diğer bir anlatımla, suç işleyen çoğu kişilerin yakalanması ve yakalanan çoğu kişilerinde cezalandırılması halinde kesinlik kazanabilecektir.7

Suçluları, cezanın kaçınılmazlığının korkutacağına inanan Beccaria, en etkili cezanın en çabuk uygulanan ceza olduğunu söylemektedir. Ne var ki, 2000 yılı verilerine göre; Cumhuriyet Başsavcılıkları hazırlık evresindeki faili meçhul dosya oranı (772.426) %29.0; DGM Başsavcılıklarında ise (18.247) % 63.3’ü bulur ve toplam 117.941 dosya zamanaşımına uğrar ve bu oranlar güncelliğini korur; ve mahkumiyet oranları da Batılı ülkeler ve Japonya’ya oranla daha düşük iken, bu önermenin Türkiye açısından geçerliliği pek olası görülmemektedir. Bu bağlamda; cezalandırmayı da failin yalnızca geçmişte işlediği bir suç nedeniyle cezalandırıl- masına indirgemek akıllı bir insanın davranışı değildir.

                    Yıllar İtibariyle Daimî Arama Kararı Verilenler Sayısı

 2015        2016        2017        2018         2019        2020         2021       2021         2023

242,481   230,209   246,614   283,636   284,787   291,328   393,007   332,222    186,509

Anayasanın 17. maddesi 3. fıkrasında “...Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya tabi tutulamaz” hükmüne yer verilerek ceza yaptırımına nasıl bir gözle bakılması gerektiği ilkesi konulmuştur.  Bu doğrultuda diğer bir ilke de önleyici yaptırımların ekonomik bir nitelik sergileyerek gereğinden fazla elem verici olmamasıdır.

2) Toplumsal bütünleşme: Suçluların cezalandırılması, halk katında saldırganca dürtülerin zararsız biçimde kanalize edilmesine olanak sağlarken; grup dayanışması ve benzeri diğer sosyal değerler de bu şekilde pekiştirilmektedir. “Bir toplumu sapıkları kadar hiçbir şey bir araya getiremez” önermesi, suç olgusunun diğer etmenlerden daha fazla halkı kaynaştırıcı olduğunu vurgulamaktadır.8

3) Özel norm ve değerlerin pekiştirilmesi: Toplumsal örgütlenmeyi ayakta tutmak için sosyal normlara gereksinme vardır. İşte bu şekilde her suç failine karşı gösterilen yargısal tepkiyle halka ceza normlarının varlığı hatırlatılmakta; suçluya verilen ceza ile de suç konusu eylemle tehdit edilen kolektif duygular pekiştirilmektedir.

4) Yeniliğe açılım: Suçlunun ortaya koyduğu değerin halk katında kabul görmesi sonucu toplumsal değerler de zenginleşebilmektedir. Hukuka Sokrat türü uyarlık gösterme kadar “düşünce suç”unun işlenmesiyle beliren kısa vadeli yeniliklerin, toplumun istikrar ve refahına katkı yaptığı inancı da vardır. Kuşkusuz, “iyi”,“kötü”, “suç”, “doğru”, “yanlış” ve “iyi” gibi terimlerin, içeriği zamanla ve mekanla değişen kabuk sözcükler olduğu unutulmamalıdır.

5) Cezada oranlılık ilkesi: Cezanın verilmesinin nedeni ve ölçüsü işlenen suçtur. İhlal edilen değer ile yasaca öngörülen ceza arasında makul bir oran bulunması adil olmak için gereklidir. Nitekim, vasıflı müessir fiil, basit hırsızlıktan, kasıtlı müessir fiil taksirliden daha ağır bir ceza taşımaktadır. Yasa koyucu tarafından cezalar ile suçlar arasındaki oranın korunmasına (en ciddi suçlar için hafif cezalar öngörülmemesine) özen gösterilmelidir.  Alman Anayasa Mahkemesi kararlarında, kusur ilkesi ile oranlılık  arasında çok yakın bir ilişki kurulmakta; öngörülen cezanın, eylemin ağırlığı ve failin kusurunun derecesi ile adil bir oranda bulunması gerektiği belirtilmektedir (BverfGE 17, 108/117).9 Türk Ceza Kanunu’nda, “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” normu ile bu ilkeye yer verilmiştir.10Yalnız görülen odur ki, suçlar bir saatin çarkları gibi ayarlı olmadığı gibi cezalar da ince ayarların ürünü değildir.

6) Yasal ceza yaptırımı bir eyleme yönelik iken, cezalandırma tekniği ise bir yaşama yönelik olduğundan hükümlünün yaşam hikayesi bilinmelidir. Düzeltilmesi hedeflenen kişinin yaşam tekniği söz konusu olmaktadır. Eğitim kusurları, kötü örneklerin bulaşması/sirayet etmesi, aylaklık ve diğer faktörlerin suçları doğurduğu göz önüne alınarak, cezaevlerinde hüküm sürmesi gereken düzen hükümlünün yeniden doğumuna güçlü katkılarda bulunabilir.

Af

Merhamet duygusuna yer veren ve özü bakımından bir ahlak konusu olan af, kamu davası ve cezayı düşüren nedenler arasında yer almaktadır. Af, genel af (amnesty) ve özel af(pardon) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Genel af, cezayı ve suçu ortadan kaldırırken, özel af yalnızca cezayı ortadan kaldırmaktadır. Ülkemizde, her hükümlü bu düşle girer cezaevine, bu düşle nefes alıp verir ve bu düşle yaşar. Yalnız affı içerdekiler kadar dışardakilerin de beklediği unutulmamalıdır.

J.Bentham’a göre, cezaların affı, yasaların sert ve şiddetli olması gerekçesine dayanıyorsa, yapılacak şey cezaların hafifletilmesidir. Cezanın toplum korunması açsından gerekli olduğu kabul edildikten sonra, af yoluna gidilmesi ne mantıki ve de yararlıdır. Yasa koyucu ancak ayaklanmalar, ihtilaller ve genel karışıklıklardan sonra af yetkisini kullanabilir. Bu durumlarda af yoluna başvurmak da zaruridir. Bu yolla toplumun geçirdiği buhranın etkilerini azaltmak mümkün olur.  Af konusunda adi suçlara özgü aflar, amaçları itibarıyla siyasi suçlara özgü aflardan ayırt edilmelidir. Bu çerçevede adi suçluların topluma entegre olması veya insani amaçla (yaşlı, sakat, hasta, çocuklara özgü) af uygulamalarına tanık olunmaktadır.  Bize göre genel nitelikli af kanunları çıkarılmasının altında yatan gizli veya açık neden, bazen insan hakları açısından da sakıncalı olan, kabarık cezaevi nüfusunun azaltılmasıdır.  İşte 1974 yılında Türkiye (Cumhuriyetin 50 nci yılı nedeniyle), Fransa ve Portekiz’de hayata geçirilen af uygulamaları bu doğrultuda olmuştur. Nitekim, 1974 yılında çıkarılan 1803 sayılı genel af kanunu ile ceza infaz kurumlarından 20.638’i erkek, 331’i kadın olmak üzere toplam 20.969 hükümlü salıverilmiştir. 1960 yılı Af Kanunu ile 51.477 kişiden 18.188’i hükümlü olmak üzere 20.344’ü (% 39.5); 1962 yılı Af Kanunu ile de 45.899 kişiden 8.740’ı hükümlü olmak üzere 11.781 kişi (% 25.6) serbest bırakılmıştır. İstatistik verilere göre, en kapsamlı af 1950 yılında gerçekleştirilmiş olup, 19.020 kişiden 15.144’ü (% 79.6) hükümlü serbest bırakılmıştır. Siyasi suçluları da kapsamak üzere 1991 yılında 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde (dolaylı af) genişletilmiş şartlı salıverme ve suç olmaktan çıkarılan fiiller nedeniyle 19.630 hükümlü/tutuklu ve 2000/2001 yılında 4616 sayılı Şartlı Salıverme ve Erteleme yasası uyarınca on yıllık indirimden yararlanan hükümlü sayısı ayrık olmak üzere Haziran 2002 tarihi itibariyle toplam 40.000 kişi salıverilmiş ve yaklaşık 400.000 sanık da ertelemeden yararlanmıştır. Anayasa Mahkemesince iptal edilen hükümleriyle de kanıtlandığı üzere, bu son af kanunu en kötü teknisyenlik örneği olmakla kalmayıp, sözde erteleme yanı ile “yargıdaki kırtasiyeciliği” de yoğunlaştırmıştır.11  Soruşturması/davası ertelenen 400.000 zanlıdan beş yıl içerisinde yeniden suç işleyenlerden kesinleşen mahkumiyeti olanlar hakkında ertelenen işlerin takip edilebileceğini düşünebi- liyor musunuz? Geçen zaman içerisinde kanıtların/tanıkların bozulması/ölümü üzerine inşa edilecek yargılamadan ne verim beklenebilir ki? İşte kırtasiyecilik yaratma ötesinde işlev ve anlamı olmayan böyle garip bir yasanın toplumsal zararı, afla çıkanların işledikleri yeni suçlarla, ürkütücü boyutta olmuştur. Sonuç olarak af ancak kamu düzenini sağladığı, barış ve huzur ortamını yeniden tesis ettiğinde iyi karşılanabileceğinden bu öngörüden yoksun affın meşruiyeti sorgulanacaktır.12

1967-2022 yılları Cezaevleri Nüfusu Değişim  Tablosu

  Yıllar   Hükümlü  Değişim  Tutuklu Değişim Toplam Değişim

1967      18890    100         20049    100         38939    100

1968      27120    144         24305    121         51425    132

1969      27800    147         24729    123         52529    135

1970      31830    169         25584    128         57414    147

1971      30764    163         26139    130         56903    146

1972      30600    162         27655    138         58255    150

1973      27210    144         25835    129         53045    136

1974        5101      27         18417      92         23518    60

1975      13063    69          21134    105         34197    88

1976      17274      91         23550    117         40824    105

1977      24187    128         26101    130         50288    129

1987      31638    167         17259      86         48897    126

1988      30456    161         16996      85         47452    122

1989      29162    154         16873      84         46035    118

1990      29506    156         15704      78         45210    116

1991      10883      58         13283      66         24166      62

1992      13152      70         13935    70          27087    70

1993      15540      82         18483    92          34023    87

1994      20894    111         22645    113         43539    112

1995      26315    139         23009    115         49324    127

1996      31317    166         24965    125         56282    145

1997      33121    175         24383    122         57504    148

2000      24855    131         24657    122         49512    127

2001      27541    145         28068    139         55609    142

2002      30637    162         28550    142         59187    151

2020     224924  1190        41907     209       266831  685

2022     293495  1553        42820    213        336315  863

 

Ceza İnfaz Kurumu Sayısı (2016-2023)

2016      2017      2018       2019      2020      2021      2022      2023

382           386        389         362        370        384        399        403


 

Yukardaki iki tablonun ülkedeki ceza siyasetini ciddi şekilde sorgular nitelikte olduğu görülmektedir.14

“Cezaevi Nüfusu Demir yasası”: Cezaevi nüfusu girenler sayısı ile medyan kalış süresine bağlı bulunmaktadır. Bu faktörlerden biri değiştiğinde cezaevi nüfusu da değişecektir. Bu yasanın paralel çıkarımı da aynı derecede önemlidir: Cezaevine girenler veya medyan kalış süresini azaltmadan nüfus kabarıklığını gidermenin çaresi yoktur. Öte yandan, kabarık cezaevi nüfusuna devamla suç oranında önemli derecede zorunlu bir azalmaya tanık olunamayacağı bilinmelidir. Bu kapsamlı afların nedenlerini açıklayıcı nitelikteki başlıca faktörler şunlardır: Aşırı derecede uzun olan hürriyeti bağlayıcı ceza süresi, baba veya çocuğun mahkumiyeti nedeniyle kötüleşen aile ekonomisi, cezaevlerinin fazlaca kalabalık oluşu, T.B.M.M. üyelerine yapılan baskılar ile siyasal amaçlardır. Bunların sonucunda geçmişte beliren genel kanı, ceza süresi ne kadar olursa olsun çıkarılan aflarla suçlular serbest bırakılmasa bile, ceza sürelerinin azaltılacağı merkezinde idi ve bu suretle aflar psiko-sosyal bir gereklilik ifadesi olarak belirmiştir. Bu gerçek bilinçli veya bilinçsizce kişiler veya topluluklarca göz önünde tutulmaya ve affı paradoksal bir ifade ile içerdekilerden ziyade dışardakiler istemeye başlamıştı. Aflar genelde cezaevlerindeki tretman faaliyetlerindeki randımanı da etkilemektedir.

Salıverilen hükümlülerden bazılarının tretman ihtiyaçları olmadığı gibi ilerde suç işleme olasılığı zayıf bulunmaktadır. Bu bağlamda seri katiller örneğinde olduğu gibi akıl hastalığı ürünü olan şahsa karşı işlenen suçlar dışında kalan adam öldürme suç faillerinin mükerrirlik oranı oldukça düşük bulunmak- tadır. Buna karşılık mala karşı suçlar ile sapıklık derecesindeki cinsel suç faillerinin kısa süre içinde cezaevine avdet ettikleri gözlenmekte ve genelde bunlardaki mükerrirlik oranı oldukça yüksek olmaktadır. Bu oran bazı ülkelerde % 50’yi bulmaktadır.15 Nitekim, 1803 sayılı Af Kanunundan yararlanan hükümlülerden cezaevine dönen 4463 kişiden büyük miktarının mala karşı suç işleyenler olduğu rahatlıkla belirtilebilir. Araştırma sonuçlarına göre, önceki suçluluk sayısı, yaş, büyük kentlerde yaşam, madde bağımlılığı, mala karşı suç işleme gibi faktörlerle mükerrirlik arasında bir ilişki saptanmıştır.16

1803 sayılı Af Yasası (1974 yılı) ile boşalan cezaevlerinin yeniden dolduğu görülmüştür:

 Yıllar   Hükümlü   Tutuklu

1973    27210    25835

1974    5101      18417

1975    13063    21134

1976    17274    23550

Kuşkusuz, mükerrirlik oranlarını belirlemede şu sınırların olduğu unutulmamalıdır:

- Suçlara özgü faili meçhul suçlarda (karanlık sayı) olduğu gibi tüm mükerrirlik olaylarını saptamanın da asla mümkün olmaması;

- Ekseri suç türlerinde “suçun açığa çıkarılma oranı” çok düşük olduğundan yeniden suç işlemenin gerçek seviyesinin mükerrirlik oranlarında düşük olarak tahmin edilmesi;

- Tutuklanma ve yeniden hüküm giyme şansını etkilemesi bakımından suçun açığa çıkarılmasında kolluk güçleri arasında farklılık belirmesi;

- Mükerrirlik saptamalarında göz önüne alınan sürenin farklılık göstermesi; genelde bu sürenin iki yıl olarak saptandığı; TCK 58-2 nci maddesinde ise üç/ beş yıllık süre öngörüldüğü;

- Süre başlangıcı olarak, hapis cezalarında hükümlünün cezaevinden çıktığı tarih, diğer yaptırımlarda ise hüküm tarihinin esas alındığıdır.

Almanya’da adli sicil veri tabanı üzerinde yapılan bir araştırmada, 1980 yılı içinde adli sicil kaydı oluşturulan hükümlülerden %53.2’sinin 1981-1985 döneminde bir kaydının daha oluştuğu ve bunların % 17.8’sinin para cezasına, % 35.4’ünün ise hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edildikleri saptanmıştır (Karl-Heinz Gross). 1/6/2000 tarihi itibariyle ülkemiz Adli Sicil veri tabanı taramasında 1994 yılında hakkında ceza fişi oluşturulan 480.289 hükümlüden % 19.5 inin (94.074) 1994-1999 yıllarında birden çok suç işlediği ve ortalama suç sayısının 2 olduğu saptanmış; bunların % 6.7 si hapis ve para cezasına, % 52.6’sı para cezasına ve % 40.5’i de hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edildiği görülmüştür. 2023 yılı için yeni bir saptama Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce gerçekleştirilebilir!

Davaların Aşınması

Ceza adaleti sistemine giren sanık sayısı ile sistemin son evresindeki (örneğin cezaevine giren) hükümlü sayısı arasında belirgin bir farka tanık olunmakta ve bu fark davaların sistemin evrelerinde aşınması sonucu belirmektedir. Bu farkın az olduğu ülkelerin, sistemin en son evresine (cezaevine) az sayıda davanın ulaştığı ülkelerden daha iyi görev yaptıklarını ileri sürmek pek anlamlı olmayacaktır. Nitekim, ceza adaletinde kaydedilen en son gelişmelerdeki belirgin özellik, kolluk ve Savcılıkta beliren alternatif işlem seçeneklerine artan ölçüde başvurularak mahkemelere daha az iş gönderilmesi merkezindedir. Davaların aşınma oranındaki yükseklik ise, tamamen farklı üç noktayı ifade etmektedir: Kolluk, Savcılık ve Mahkemelerin, tutuklama (kamu davası, mahkûmiyet) için seçtikleri davalarda isabet kaydetmedik- lerini, davaların zamanaşımına (TCK Madde 66) uğradığını veya sistemin ceza mahkemeleri dışında çok gelişmiş alternatif süreçleri olduğunu göstermektedir. Hükmedilen/verilen ceza yaptırımlarının tam olarak yerine getirilmediği; ceza zamanaşımı (TCK Madde 68) ve sık çıkarılan aflar sonucu cezaların kesinliği ilkesinin erozyona uğradığı kriminolojik bir olgu olarak belirmektedir. 

Ceza Yaptırımında Yeni Model Arayışı

Salt kefaret anlayışına dayalı olmak uğruna kasten başkasının evini yakanın da kendi evinin yakılması nasıl ödeşmede “ifratı” temsil edecekse, hırsız için çaldığı kadarının banka hesabından alınması da o derece “tefrit” şeklinde yetersizlik ifadesi olacaktır. Cezada ödeşme doğrultusundaki ceza siyaset ve uygulaması şimdiye dek istenilen etkiyi sağlayamadığından geleneksel ceza adaleti modeli karşısında toplumsal adalet modeli yeni bir vizyon olarak görülmektedir. Bu yeni modelde tarafların savaşımı yerine taraflar arasında iş birliğine vurgu egemen olmakta; cezai olmayan alternatifler uygulanmakta ve mağdurun tatmin edilmesi ağırlık kazanmaktadır. Bu modelin gerekliliği aşağıda klasik modelin irdelenmesi ile gün ışığına çıkacaktır.

Klasik Model

Uyarıcı-Tepki (stimulus-response) üzerine kurulu bu model televizyon işletim sistemi ile şematize edilebilir.

Üçlü Ayar Sistemi:

1.Kaba ayar: Yasama

2.Orta ayar: Ceza mahkemeleri (TCK Md. 61)

3.İnce ayar: İnfaz kurumları

Geleneksel uygulamada cezanın (önleme, nötrleştirme, iyileştirme ve hak ediş) amaçlarından her birine yer veren bir ceza oluşturulmasını öngörmektedir-birleştirme teorisi. Şimdi bu girift sürecin neleri gerektirdiğini irdeleyelim.

Önleme amacı- Önleme etkisini maksimize edecek bir yaptırımın biçimlendirilmesinde hâkimin önleme etkisini sağlayabilecek şu faktörleri bilmesini gerektirmektedir: Hangi tür suçlular önlenebilir, hangileri önlenemez? Ne türden suçlular için özel bir önleme mesajı verilmesine gereksinme vardır? Ender olması nedeniyle ne tür suçlulara özgü, özel nitelikte bir önleme mesajı verilmesine gereksinme yoktur? Potansiyel suçluların, suç işlediklerinde ne kadar kazanç elde edebileceklerini, yakalanma ve ceza görme riskinin ne derece olduğunu ve öngörülen yaptırımdan ne derece kaçınmak istedikleri göz önüne alınarak; hükmedilecek ceza ne miktarda olmalı ki, önleme etkisini gösterebilsin? 17

Nötrleştirme amacı-Tehlikeli bir suçlunun nötrleştirilmesi amacını maksimize edecek bir yaptırımı biçimlendirmek üzere yukarda sorulara benzer soruların yanıtlanması gerekmektedir: Hangi tür suçlular mükerrir suçlu olabilecek; hangileri olmayacaktır? Cezaevleri bir nötrleştirme mekanizması ise, her suçluya özgü hürriyeti bağlayıcı ceza süresi ne kadar olmalıdır? Diğer bir anlatımla, gelecekteki suç işleme tehlikesinin geçmesi için hükümlü cezaevinde ne kadar süre kalmalıdır? Gereksinme duyulan nötrleştirme sürecinin topluma bedeli işlenmesinden korkulan suçun bedeli ile karşılaştırıldığında tavır ne olacaktır? Cezaevinde bir hükümlü için harcanacak milyonlarca ₺.ye karşılık işlenecek cüzi bedelli bir hırsızlık karşısında hâkim tereddüt içinde kalmayacak mı? İlerde suç işleyecekleri tahmin edilenlerden ne kadarı hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilmese idi, suç işlemeyeceklerdi (ikame teorisi)?

İyileştirme amacı- Bu amacın gerçekleştirilmesi için elde geniş bilgi ile yeterli zaman ve kaynakların varlığına gereksinme vardır. Bu amaca özgü sorular ise şunlardır: Hangi tür suçlular başarılı bir şekilde iyileştirilebilir?  İyileştirilebilir hükümlüler için hangi programlar hangi hükümlü grubu için iyi çalışmaktadır? İşlevsel programlardan hangileri hangi gruptaki hükümlüler için daha etkili olabilmektedir? Fail suçu başka nedenlerden dolayı (örneğin kör olduğu için artık sahtecilik suçu) işleyemeyecekse ona ceza uygulanması caiz midir?

Hak ediş amacı- Bu amaç geçmişte işlenmiş bir suça kanunda öngörülen yaptırım verilmesiyle yerine getirilmektedir. Önceki üç amaç yararcı niteliği ile geleceğe yönelik iken, sonuncu amaç, geçmişe yönelik, salt hak edilen yaptırıma hükmedilmesidir.

Bunlar ceza kanunun ne amaç beslemesi hakkındaki temel görüş ayrılığını yansıtmaktadır. Bu yalnızca teorik bir görüş ayrılığıyla sınırlı kalmayıp, hükmedilecek yaptırımlara özgü pratik sonuçlar açısından da önemli farklılıklar sergilemektedir.18 En önemlisi de gelecekte işlenecek suçları önlemeyi amaçlayan “yararcı yaklaşım” ile “hak ettiği cezanın verilmesi” yaklaşımı arasındaki çatışmadır. Şimdi bu çatışmanın yansıyan görüntülerini irdeleyelim.

Örnek olarak, akıl hastalığı nedeniyle suç işleyen bir kişiyi ele alalım. Cezai sorumluluğu olmayan bu suçluya hak ettiği ceza verilemeyecektir. Öte yandan, yarar ilkesine göre, kişinin sorumlu tutulması için birçok neden bulunmaktadır: Suçlu tehlikeli olduğundan nötrleştirilmelidir; bu kişi cezalandırıldığında, genel ceza hukuku normu vurgulanmakta ve genel önleme amacına hizmet edilmektir; bu tür suçlular, toplumun korunması amacıyla rehabilite edilmek ihtiyacındadırlar. İşte yarar ilkesini yansıtan üç amaca, kişinin sorumlu görülerek hükmedilen yaptırımla hizmet edilirken; hak ediş ilkesine göre, suçlanamayan kişinin cezai sorumluluğu olmayacaktır.

Yukarıdaki örneğin karşıtı olan bir davaya bakıldığında, hak ediş ilkesine göre yaptırım uygulanabilecek bir kişiye, yarar ilkesi, ceza verilmesine izin vermeyecektir. Bu hal “işlenmez suç” örneğinde belirgin olmaktadır: Aids’li bir hastanın ölümcül hastalığını başkasına tükürerek geçirmek eylemi bu türdendir. Tükürükle Aids’in bulaşmayacağı gerçeği karşısında “işlenmez suç” savunması devreye girecektir. Bu konumdaki kişinin eylemi zararsız ve kişi tehlikeli olmadığından, yarar ilkesine göre, bu kişiye cezai yaptırım uygulanması bir kaynak israfı olacaktır. Buna karşılık “hak ediş” ilkesi uyarınca, kişinin adam öldürmeye teşebbüs eylemi cezayı gerektirir bir suçluluk kanıtı olarak ele alınacaktır.

Yarar ve hak ediş arasındaki farklılık, hükmedilecek ceza yaptırımda göz önüne alınacak faktörler açısından da belirgindir. Tehlikeli suçlunun nötrleştirilmesi, yaptırım için yegâne belirleyici olduğunda, hürriyeti bağlayıcı ceza, gelecekte suçluluğu tahmine esas alınacak faktörlere göre belirlenecektir. Ciddi bir suç işleme olasılığı gelecekte ne derece yüksek olursa, hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûmiyet gereği de o derece fazla ve ceza süresi de doğal olarak uzun olacaktır. Gelecekteki suçluluğun en iyi belirleyicilerinden biri de cahil bir suçlunun uzun süre işsiz kalmasıdır.  Hükümlünün bu niteliği yaptırım süresini artırabilecektir. Yine 21-29 yaş grubunda bulunan veya anne/baba sevgi ve disiplinden yoksun yetişmiş bulunan bir suçlunun uzun süreli bir cezaya mahkumiyeti de aynı gerekçeye dayalı olabilir. Gerçekte, nötrleştirmek için tehlikeli suçlunun suç işlemesini beklemek yerine toplumdaki tehlike sinyalleri veren kişileri ayıklayarak tehlikeli olduğu ve nötrleştirilmesi gereği belirlenenleri mahkûm etmek suçluluğu önlemek bakımından en etkili yöntem olacaktır.

Sorumluluk ve yaptırım saptama açısından önleme ilkesi esas alındığında ise, potansiyel suçluların yakalanma olasılığını algılama derecesi etkili bir önleme için gerekli olan yaptırımın belirlenmesinde göz önüne alınmalıdır. Algılama derecesi düşük olduğunda, bunu telafi edecek şekilde cezalar artırılmalıdır.

Potansiyel suçluların mahkûmiyet olasılığını algılaması da güçlü bir etmen olabilir. Bu doğrultuda, C. Savcıları açısından kanıtlanma zorluğu çekilen kast, ihmal ve benzeri sorumluluk gereklerini sonlandırmak yararlı olacaktır. Bu suretle mahkûmiyet olasılığı çok artacaktır.

Öte yandan, saf önleme ilkesi de mantıken sorumluluğun, yaptırıma özgü aleniyetin genişliğine dayalı olmasını gerektirecektir.  Reklam veren bir şirket, halkın büyük çoğunluğuna ulaşan bir reklam için yüklü bir bedel ödemeye istekli ise, daha ağır bir cezanın bedeli, önleme mesajının çokça kişiye ulaşması sonucu iyi bir yatırım olarak görülmelidir.  Böylece kitle iletişim araçlarında bir davanın uzun süre yer alması hükmedilecek cezayı artıracaktır.

Hükümlünün iyileştirilmesine odaklanıldığında ise, kişinin iyileştirilmeye veya tretmana yatkınlığı esas alınacaktır. Bu amaçla cezaların infazında (örneğin bir süre A.B.D.’de) gayrı muayyen süreli ceza (indeterminate sentence) uygulamasına tanık olunmuştur: Hükümle saptanmayan ceza süresi, iyileşme durumunun gerektirdiği süre ile belirlenmekte idi. Bu doğrultuda, hafif bir suç işleyen suçlu için kişilik profili nedeniyle mükerrirliği önleme amaçlı uzun süreli bir tretman gerekirken, ciddi bir suç için hiçbir yaptırım söz konusu olmayabilecektir.

Özet olarak, her üç amaca özgü yarar ilkesi kapsamında sorumluluk ile yaptırımı belirleyen faktörler, hak edişe özgü faktörlerden oldukça farklıdır. Tehlikeli bir suçlunun nötrleştirilmesinde, hürriyeti bağlayıcı ceza süresini artıracak uzun süreli işsizlik ve diğer faktörler ceza süresini artırabilirken, hak ediş’te bu nedenlerle ceza artırılması söz konusu olamaz. Bu son ilkeye göre de algılanan yakalanma olasılığı az olduğunda ceza artırılamayacaktır. 

Bu amaçları gerçekleştirmek üzere, bir hâkim ekonomi, kriminoloji ve sosyal psikoloji gibi disiplin- lerden istediği bilgileri elde etse bile, kendisi zorlu bir soruyla karşı karşıya kalmaktadır: İşte yaptırıma özgü bu farklı amaçlara ait genelde birbiriyle çelişen önerilerin nasıl uyumlaştırılabileceğidir? Etkili bir önleme etkili bir nötrleştirmeden farklı bir yaptırıma çağrı yaparken; nötrleştirme de etkili iyileştirme için olanından farklı bir yaptırıma çağrı yapmaktadır. Hâkim her davaya özgü olmak için bu amaçlardan hangisinin en önemli olduğuna nasıl karar verecektir? İşte bu sorular yumağından rasyonel bir yaptırım uygulaması oluşturmak nasıl mümkün olabilecektir?19

Rasyonel yaptırım kadar önemli olan bir hususta suç teorilerinden “rasyonel seçim teorisidir.

Rasyonel seçim teorisi, suçluların kişisel menfaatleri peşinde koştukları ve bunun yeterince rasyonel olduğunu dile getirmektedir. Gerçekte suçlular, tıpkı bizlerin normal yaşamımızda yaptığımız gibi, kusursuz planlar yapmaktan çok eksik bilgiyle hareket etmekte; yeterince özen göstermemekte, risk alarak, hata yapabilmektedirler. Teorinin yardımcı olacağı husus şudur: Suçluların nasıl suç işlediğini öğrenmek, neden işlediklerini bilmek kadar önemlidir. 

Görüldüğü üzere bu model suçluya odaklanmakta ve mağdur göz ardı edilmektedir. Ne var ki, mevcut suç ve ceza siyasetlerinin suçu bastırmada veya suç oranını azaltmadaki belirgin başarısızlığına ek olarak ceza adaleti sisteminin aşağıda özetlenen tutarsızlıklarına ve yetersizliklerine işaret eden gerçekler de göz önüne alınmalıdır:

-  Ceza adaletinin el atması gereken suçlardan çoğunun rapor edilmemesi nedeniyle sistem dışı kaldığı;

- Açığa çıkarılan suç oranının düşük olması ile sistemde davaların erimesi sonucu suç işleyenlerden çok azının yargılandığı ve çok daha azının da mahkûm olduğu- bu konudaki tahminlerin % 5 ile % 10 arasında değiştiğidir.20

Sonuç

Suç sorunu çözümlenecekse, yalnızca suçlara/suçlulara odaklanılması yaklaşımı terk edilmelidir. Bu öğenin yanında mağdurlar, durumlar ve kanunlar vardır. Her suçlu, davranışı ile kendisi hakkında olduğu kadar toplum hakkında da bir yorum getirmektedir. Davranışın içerdiği toplumsal yorum bazen yanlış, bazen de gerçekçi olabilmektedir. Diğer bir anlatımla, suçlu kişiler topluma kötü bir uyum içinde olabilecekleri gibi toplum da suçlulara karşı kötü bir uyum içinde olabilir. Bu bağlamdaki kuramsal yaklaşım, daha fazla kişiyi suçlu yaparak damgalamak yerine daha fazla sorunla uğraşmaya ihtiyacımız olduğu merkezindedir.

Amaç suçluluğun olabildiğince geç yaşta işlenmesi ve bu amaçla önleme paradigması bağlamında kriminolojik olan ve olmayan aşağıdaki değişkenler tablosu göz önünde bulundurulmalıdır.

Kriminolojik Olan

Kriminolojik Olmayan

-Suça yönelik eğilimler (suçlu davranışı

  destekleyen düşünce, değer ve duygular),

-Anti-sosyal kişilik (düşük irade kontrolü,

  düşmanlık besleme, maceracı, tatmin arayışında

  olmak, ötekileri hiçe saymak ve kabalık),

-Suça eğilimli olanlarla arkadaşlık,

-Sosyal başarısızlık (eğitim, iş açısından),

-Aile durumu (evlilik, sorunlu bir evlilik,

 çocukların davranışını yönetmede başarısızlık,

 suçluluk),

-Uyuşturucu madde bağımlılığı, ve

-Boş zamanları değerlendirme yoksunluğu.

- Kişilik tablosu,

-Duygusal rahatsızlık (kaygı,

  soyutlanma duygusu),

-Major akıl hastalıkları (Şizofreni,

 depresyon),

-Hırs/ihtiras eksikliği,

-Mağdurluk özgeçmişi, ve

-Fiziki faaliyet eksikliği

Suç sayısında görülmemiş derecede bir azalma saptanan ülkelerde, bazı nesnelerin orantısız ölçüde “yanlış” olduğu; halkın kıtlıktan veya epidemiden ölmesi, suç işleme enerjisini yitirmesi veya tüm hürriyetlerden yoksun kalınması gibi olasılıklarla karşılaşılabilmektedir. Bu çerçevede, her demokratik ülkedeki suç oranı aralığının 021

Suç tabiatı icabı sosyal bir olgudur ve bu nedenle, yalnızca suçlunun gruplarla ilişkileri değiştirildiğinde değiştirilebilir. Suçluluğu destekleyen grup ilişkileri, sifilisten mustarip bir hastanın durumunun bir klinik ortamda değiştirilebildiği gibi değiştirilemez; bunlar suçluya yalnızca yeni sosyal ilişkiler sağlanarak veya bir şekilde mevcut grup ilişkilerin tabiatı değiştirilerek elde edilebilir.

“Bıçağı” kesen bir şey olarak tanımlarsak, bir şeyi kesemeyen bıçak, ne kadar yapay olarak gerçek bıçaklara benzese de bıçak olmadığı gibi pratik bir farklılık yaratamayan, davranışı yönlendirmede etkili olmayan bir hukuk kuralının da hukuk kuralı olmadığı(!) hiç düşünülmedi mi? Bu salt normatif düzenlemelerle, yargıda adalet değil, atalet olduğu yakarışları azalacak mı? Tüm bu değişiklerin getireceği mali yükün/zayiatın ne olacağı saptandı mı? En son olarak da sokaktaki insan kendini daha fazla güven içinde mi hissetmeğe başladı? Güçsüz olan kişileri etkilemekte olan koşullar göz ardı mı edilmektedir. Şöyle ki,

Suç ve ceza siyasetinde temel uygulamanın ceza adaleti sistemiyle somutlaştığı ve öğretide sisteme odaklanıldığı görülmekte ise de sistem öncesi (suçluluğun önlenmesi) kadar sistem ötesinin (koşullu salıverilen hükümlülerin korunmasının) de çok önemli olduğu yeterince algılanmamıştır. Her şeyden önce, ceza adaleti sistemi için yapılan harcamalar getirisinin minimal ölçüde olduğu görülmektedir. Önlemenin ne derece ekonomik yarar boyutu olduğu toplam nüfustaki (2023) çocuk nüfus oranı (%34) ile eski hükümlülerin işlenen suçlardaki payının küçümsenmeyecek oranda olması göz önüne alındığında belirmekte; bireysel/ toplumsal boyuttaki önleme tedbiri için harcanan ₺’nin, suçlu yakınları ve suç mağdurları için beliren kayıplar ile tretman bedeli toplamının çok altında olacağı bilinmektedir.

Suçların önlenmesi tek boyutlu bir uğraş olmak yerine farklı sektörleri içeren kolektif bir yaklaşım gerektirmektedir. Örneğin aile içi şiddet bir taraftan kolluk ve adalet hizmetlerini, öte yandan sağlık ve sosyal hizmet kurumlarının müdahalesini gerektirmektedir.

Aynı derecede önemli olan diğer bir parametre de potansiyel suçluların yakalanma riskinin yüksek olması bilincidir. Ne var ki, suç işleme biçimlerine bakıldığında bu algılamanın yeterince/hiç olmadığı görülmektedir.  Suçluların yakalanması/yakalandığında cezalandırılması/ cezasını çekmesi kesinlik içermeyen CAS’ın bu mesajı vermesi beklenemez. Genel önleme üzerine yapılan araştırmalardan önemli bir çıkarımı da polis baskınları ve benzeri girişimlerin genelde sınırlı bir süre için etkili olduğu ve bu etkinin zamanla buharlaştığıdır.

Cezalar ve infazı bakımından 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanunun (1965) ülkeye getirdiği optimum ruh ve anlamın popülist yaklaşıma feda edilmesi CAS ve ülke için çok pahalı olmamış mıdır? Yeni ceza siyaseti, cezaevlerinin toplum için ne yapabileceği konusunda gerçekçi olmayan beklentiler yaratarak bir kriz (crisis of penal excess) oluşturulmadı mı?22

"Her şey zaten söylendi, ama kimse dinlemediğinden her zaman yeniden başlamalıyız."

Andre Gide

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

--------------------

1 Satranç oyunu, yaz tatili planı veya bir resmin veya müzik parçasının tasarımı sorun çözme (ve kuşkusuz bilgi işleme) biçimleri olduğu gibi ceza davalarında hüküm verilmesi de sorun çözme olarak yorumlanabilir. Satranç oyunu gibi sorunlarda, kişi çözümün doğru olup olmadığını genellikle bilebilirse de bu yargı ceza mahkemesi kararları için geçerli değildir.  Kişi ancak oldukça sınırlı sayıdaki davalara ilişkin çözümün doğruluğundan emin olabilir: Kural olarak, adli sorun çözümleyicisi için verdiği kararın doğruluğunu test için başvurabileceği tartışmasız bir ölçüt yoktur. Bu doğrultuda çeşitli sorun türleri iki kategoride toplanabilir (Sorun çözme ve bilgi işleme teorisi):

- İyi tanımlanmış sorunlar: Bunlar, doğru çözümleri sorun çözümleyici tarafından kesinlikle test edilebilecek sorunlar- dır.

- Açık sorunlar: Bunlar, test için nesnel ölçütlerinin olmadığı sorunlar olduğundan sorun çözümleyici, çözümün doğru olduğunu saptayamaz.

Ayrıca bkz. D. Falco ve J.S.Martin. “Examining Punitiveness: Assessing Views Toward the Punishment of Offenders Among Criminology and Non-Criminology Students” Journal of Criminal Justice Education, Haziran 2012, Vol.23, Sayı.2, ss.205-232. Ayrıca bkz. G. Akdeniz. “What Makes a Crime Serious? Testing Warr’s Model of Offence Seriousness” Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi Cilt 8- Sayı 1- 5 May 2020, ss.1-31.

2 Council of Europe. White Paper on Prison Overcrowding, 23 August 2016; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ve onun Sekreterliği'nin cezaevlerinin aşırı kalabalıklaşmasına ilişkin yapısal soruna ilişkin tavsiyeleri(6/03/ 2024).

3 Ayrıca bkz.  T. Newburn ve T. Jones. Polislik, “ceza ve karşılaştırmalı ceza” The British Journal of Criminology, C. 62, Sayı 5, Eylül 2022.

4 Bkz. Council of Europe. Disparities in Sentencing: Causes and Solutions, Strasbourg, 1989; ABD’de Federal düzeyde mahkemelerce hükmedilen adil olmayan ceza farklılığını gidermek üzere suçları ciddiyet derecesine göre sınıflandıran, kişinin sabıka durumunu göz önüne alan 43 seçenekli bir şemayı içeren rehber ilkeler (Federal Sentencing Guidelines) vaz edilmiş ise de, son yıllarda bu ilkelerden (downward) sapma gösteren ceza mahkumiyetleri yoğunluk göstermektedir: R.W. Zobel. “An Overview of the United States Sentencing Guidelines” Resource Material Series no.55 (UNAFEI) Fuchu, Tokyo (March 2000) pp.357-376; bkz. “Her şey aynı ceza farklı” Hürriyet (15/11/2010) s.5: aynı suç için yanlışlıkla açılan iki kamu davası nedeniyle aynı asliye ceza mahkemesince hükmedilen hapis cezaları arasında on aylık bir fark olmuştur. Yargıtay 10. Ceza Dairesi uyuşturucu madde suç failleri hakkında hükmedilen yaptırımları eşitlemek üzere Aralık 2008 tarihinde 73 Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ile düzenlediği seminer sonucu hata oranının % 90’dan % 5’e indiği saptanmıştır (Daire üyesi Ali Kınacı ile yapılan özel söyleşi-9/12/2010).

5 “Yaptırımlar Kurulu” üyeliği şunları kapsamaktadır:

     a) Yargıtay başkanı veya başkanca görevlendirilecek bir ceza dairesi üyesi,

     b) Adli Bölge Mahkemesi ceza bölümünden bir üye,

     c) HSY tarafından görevlendirilecek üç ceza hâkimi ile iki savcı,

     d) TBB tarafından görevlendirilecek iki avukat,

     e) YÖK tarafından ceza adaleti konularda araştırma yapanlar arasından belirlenecek bir akademisyen ve

     f)  Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce görevlendirilecek bir cezaevi müdürü.

6 “Hükmedilen cezada sapma” ceza usulünde evrensel bir olgudur. Bu olguyu etkileyen faktörler arasında hâkimlerin psikolojisi çok önemli bir öğedir. Gerçek ceza usulünde durumlar, tanıklar ve dinleyicilerin farklı karakterleri ve düşünceleri gibi davaların sosyal yapısı özneldir. Tümünün hâkimlerin psikolojisini etkileyerek beliren psikolojik dengesizlik sonucunda kararda sapma olabilmekte ve ceza adaleti sisteminde eşit muamele ilkesi tahrip edilmektedir. Bu sonuç olgu kaçınılmaz görünse de amacımız ceza adaleti sistemi ve teknolojiyi reform ederek aynı türde davaların eşit işleme tabi tutulması ideal amacına olabildiğince yaklaşılmasıdır.

7  XVIII. Yüzyıl Osmanlı’sında “sertlik ve şiddet rejiminde, ne gariptir ki, cezasız kalma ümidi her tarafta hakim!  Toprak mülkiyeti emniyeti yok; bu sebeple de toprağı işletme gayreti de son derece yavaş!  Hükümeti icra edenlerin keyfi muamelelerine karşı koyabilecek ne bir sıfat ne de bir hak mana taşıyabiliyor.” Montesquieu. İran Mektupları, Hüsnütabiat Matbaası, İst., 1963, s.91.

8 Richard Titmuss, II. Dünya Savaşı’nda hava akınlarının yoğunlaştığı 1940-41 yıllarında İngiliz sivil halkın morali üzerine yaptığı analizde; savaş öncesi yapılan tahminde bombardıman sırasında halkta kitlesel histeri tahmin edilmesine karşın, hareket sırasında   nevrotik ve akıl hastaları sayısında  bir artış olmadığı gibi  intihar sayısında azalma ve alkoliklerde de yarısından  fazla düşme olduğunu belirtti: Ailedeki fiziki çözülme  sonucu  çocuk suçluluğundaki artış dışında sokakta  asayişi bozucu davranışlar azaldı. Halktaki moral yüksekliğinin en pozitif göstergesi “müşterek tehlikenin” genelde toplumu ve özelde aileyi fazlaca kenetlediğidir. Halk, ilk kez, yaşamlarında sınıf farkı olmaksızın güçlü bir dayanışma duygusuna kapıldı. Dış tehdit karşısında, sosyal farklılıklar unutularak İngiltere kısa bir süre için gerçekten birlik içinde oldu. R.M.Titmuss. “Argument of Strain” Man Alone-Alienation in Modern Society (Ed.by E ve M. Josephson) Dell Publishing Co., New York, 1964, pp.506-516.

9 Suç ve ceza arasında adalete uygun bir oranın bulunup bulunmadığının saptanmasında o suçun toplumda yarattığı infial ve etki, kişiler üzerinde oluşturduğu tehlike, zarar görenin kişiliği ile ona verilen zararın azlığı veya çokluğu, işlenme oranındaki azalma veya artış gibi faktörlerin de dikkate alınması gerekir (Anayasa Mahkemesi Esas Sayısı :2013/14, Karar Sayısı :2013/56 Karar Günü :10/04/2013).

10 Sabıka kaydı temel cezanın belirlenmesinde “ölçü” değildir(!?). Bkz. Ceza Genel K.K.E. 2009/8-124,K.2009/224:TCK 3,58,61 md.’leri analizi ile orantılılık saptaması yapılmıştır.

11 4616 sayılı Kanunun genel gerekçesinde “Toplumda meydana gelen sosyal ve ekonomik değişimlerin, suçların çeşitliliğinin ve miktarının artmasında etken olduğu görülmektedir.  Bu suçları işleyenlerin topluma yeniden kazandırılmaları ve toplumla bütünleşmeleri bakımından cezalarının toplamından on yıl indirim yapılmaktadır” önermesi haklı olarak şu soruyu davet etmektedir: Sosyal ve ekonomik koşullarda ne türden bir iyileşme olmuştur ki, hakkaniyet ve nesafet adına önceki koşulların ürünü olan suçlar için böyle bir indirim öngörülmüştür?  742 sayılı Kanunla yapılan infaz düzenlemesi ile 1/11/2020 tarihinde 104,000 hükümlü denetimli serbesti ile tahliye edilmiş; 85,000 hükümlü de Covit-19 nedeniyle izinli sayılmıştır. Bkz. T. Akyol. “Savcı Dava Açmaya Mecbur” Karar (31/05/2021).

12 G.Bettiol. “Suç ve Cezanın Sukutu Meselesi” (Çev. F.Erem) Ank.Hukuk Fak. Derg. C.XII, Sayı 1-2, 1955 ss.14-15.

14 Mustafa T. Yücel. https://www.hukukihaber.net/bir-ceza-siyasetimiz-var-mı? TBB. Tutuklama Raporu, 2011-Genişletilmiş 2. Baskı. Ayrıca bkz. Mustafa T. Yücel. “Tutuklama Paradoksu” TBB Dergisi, 2010, S.91; İstanbul Barosu. Tutuklama ve Makul Süre, 2009.

15 ABD’de salıverilen hükümlülerden üç yıl içinde geri dönen (mükerrirlik) oranı % 52’dir. Bkz. Langan, P. ve Levin, D. Recidivism of Prisoners Released in 1994. Washington: US Department of Justice, 2002. Yapılan çalışmalar, etkili islah programları ile mükerrirliğin ancak %5 veya 10 oranında azaltılabileceğine işaret etmektedir. Bkz. F. T. Cullen ve P. Gendreau, “Assessing Correctional Rehabilitation: Policy, Practice, and Prospects,” Criminal Justice 3 (2000),ss.109–175.  İtalya’da hapis cezasına hükümlü olanların mükerrirlik oranı % 68,9 iken, seçenek yaptırım uygulananlara ilişkin mükerrir- lik oranı ise % 19’a düşmektedir. “Emin olduğumuz tek şey, erkek ya da kadın, neredeyse tüm seri katillerin kurban olarak başladıkları çocukluk dönemlerinin acımasız havuzunda oluştuklarıdır. Her seri katil kendi tarihindeki ilk kurbandır: Sevilmesi, bakılması, beslenmesi gereken, fakat bunları yaşayamayan küçük kız ve oğlan çocukları.” Bkz.  P. Vronsky. Kadın Seri Katiller, İthakı, 2006, s.494. Mükerrirlik için ayrıca bkz.  Ministry of Justice. Comparing International Criminal Justice Systems, London, Avam Kamarası Adalet Komisyonu için rapor (National Audit Office), 2012, ss.32-36. Ayrıca bkz.M. Kaygısız. Türkiye'deki Seri Katiller, Seçkin, 2022.

16 1923-Temmuz 1998 tarihleri arasında çıkarılmış özel /genel af kanunlarını içeren liste için bkz.M.A. Atapek “Af” Yasa Hukuk Dergisi Yıl 21 (Temmuz 1998) ss.761-764; Z.Kızmaz Cezaevi Müdavimleri:İnatçı Suçlular Orion Yayınevi, Ank.,2006; ilk defa suçluların çoğu (%71) altı yıl içinde yeniden mahkum olmazken, beş veya daha fazla önceki mahkumiyeti olanlar (%87) altı yıl içinde yeniden hüküm giymektedirler. Bkz.G. Phlpotts ve L.Lancucki. Previous Convictions. Sentence and Reconviction, Home Office Research Study, No.53 (HMSO, 1979) p.16. İngiltere Adalet Bakanlığı’nca (2014) suçluları mükerrir olmaktan uzaklaştırmada yardımcı faktörler üzerine yapılan araştırma dokuz kritik faktör saptandı:

1.        Yaşlanmak ve olgunlaşmak,

2.        Aile ve akrabalıklar/dostluklar,

3.        İtidal,

4.        Bir işte çalışmak,

5.        Umut ve motivasyon,

6.        Ötekilere verilecek bir şeyleri olmak,

7.        Sosyal bir grup içinde yer edinmek,

8.        Suçlu bir kişiliği olmamak, ve

9.        İnançlı olmak.

Bu faktörler bağlamında mükerrirlikle savaşım açısından, arkaik bir nitelik arz eden ceza artırımı yerine suçluların yetenekleri geliştirme, güçleri ve olumlu yanlarına odaklanmak siyaset ve uygulama açısından benimsenmelidir. Ministry of Justice. Transforming Rehabilitation: A Summary of Evidence on Reducing Reoffending (2.bası), London, 2014.

17 Cezaların önleme teorisine eleştirel bir yaklaşım için bkz. K.D.Tomlinson “An Examination of Deterrence Theory:Where Do We Stand?” Federal Probation Vol.80, S.3, Dec.2016, ss.33-38. Ayrıca bkz. J.Goh. “Proportionality-An Unattainable Ideal in the Criminal Justice System” Manchester Student Law Review Vol. 2, 2013, ss.41-73: Orantılılık uygulama bakımından oldukça sorunlu bir ilke olarak belirmektedir.

18 Yararcı amaçlar örneğin suçlunun topluma yeniden entegre olması yaptırım sisteminin meşru ve arzulanan amaçlarından olarak, makul ölçüde mümkün ve adalet sınırları içinde olduğunda izlenmelidir. Yararcı amaçlar her olayda uygulanabilir olmadığı gibi bazılarında da istenilmesine karşın gerçekçilik bağlamında elde edilemez. Örneğin mağdursuz suçlar için tazmin ve iade işlevsel değildir; bireysel yaptırım kararlarıyla genel önlemenin gerçekleştirilmesi zordur ve mükerrirlik riski/tehlikesi olmayan sanıklar için mahpusluk amaçsız kalmaktadır.

19 Bkz. R.E.Redding. “Evidence Based Sentencing: The Science of Sentencing Policy and Practice”, Chapman Journal of Criminal Justice, Vol.1:1, 2009, ss.1-19.

20 Hazırlık soruşturmasında tanık olduğumuz davaların erime/buharlaşması olgusuna yargılama evresi sonucundaki beraat karar oranı (%) ile de tanık olmaktayız.

Yıl        Mahkûmiyet              Beraat

2022      867 397(%70)          375 232 (%30)

2023      881 669 (%71)         360 049 (%29)   

     

21 “İl Emniyet Komisyonu”na Cumhuriyet Savcılarının katılması hakkındaki Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 1/01/2006 gün ve sayılı Genelgesi.

22 Ceza Kanunları süpermarket’inden yapılan siparişlerle ulusal bir ceza kanunu yapılır mı(!?) Bkz. Mustafa T. Yücel. Yeni Türk Ceza Siyaseti   Üzerine (Sosyolo-Juridik Bir İnceleme) 2. Bası, 2024. Ayrıca bkz. Loic Wacquant. Causal Explanation Punishing the Poor, The Sage Handbook of Punishment and Society, 2009. Avrupa Konseyi şu anda “Türkiye'de Ceza Adaleti Sisteminin ve Adalet Profesyonellerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İhlallerinin Önlenmesine İlişkin Kapasitesinin Güçlendirilmesi” konulu ortak bir Proje yürütmektedir. Ayrıca bkz. Mustafa T. Yücel. Kriminoloji ve Hukuk Sosyolojisi Denemeleri, Yetkin, 2024. 1 Haziran 2005 Türk Ceza Hukuku Reformunun 19. Yılında Temel Ceza Kanunlarında Yapılan Değişikliklerin Değerlendirilmesi (19. TÜRK CEZA HUKUKU GÜNLERİ,  1-4  Haziran 2024) Forum programında yer alan konular  normatif eksersizlerin ötesine gidememiştir.