Bu yazımızda; mevzuat, doktrin ve Yargıtay kararları doğrultusunda, ceza yargılamalarında bilirkişilerin, tarafların asli veya tali kusurlu olduklarına dair değerlendirme yapmalarının hukuka aykırı olup olmadığı değerlendirilecektir.

1. Ceza Yargılamasında Bilirkişi

Esasen bilirkişi incelemesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.62 ila 73’de düzenlenmiştir. CMK m.63/1’e göre; “Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re’sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak, genel bilgi veya tecrübeyle ya da hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez”.

Bu çalışmamızda yer alan açıklamalar, CMK m.63/3 gereğince soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı tarafından bilirkişi atanmasında da geçerlidir. 

Bilirkişi; 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu m.2/1-b, 30143 sayılı Bilirkişilik Yönetmeliği m.4/1-c ve 25832 sayılı “Ceza Muhakemesi Kanununa Göre İl Adli Yargı Adalet Komisyonlarınca Bilirkişi Listelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmelik” madde 3’de; “Çözümü; uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde oy ve görüşünü sözlü ya da yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya tüzel kişi,” şeklinde tanımlanmıştır.

Ceza yargılamasını yürüten hakimin, maddi ve hukuki sorun olmak üzere iki hususta bir sonuca varması gerekmektedir. Maddi sorunda; CMK m.225/1 uyarınca bağlı olduğu iddianamede gösterilen fiilin gerçekleşip gerçekleşmediği, iddianamede şüpheli olarak yer alan kişi tarafından icra edilip edilmediği, iddianamede anlatılan şekilde oluşup oluşmadığı hususları konusunda değerlendirme yapacaktır. Bu konuda yeterli araştırma yapıldıktan ve iddianamede gösterilen fiilin sübut ettiği, failden sadır olduğu anlaşıldıktan sonra, hukuki sorun olarak belirttiğimiz, bu fiilin ceza kanunlarında gösterilen suç ve cezalara göre karşılığı belirlenerek, sanık hakkında nihai kararını açıklayacaktır.

Mahkemenin, hukuki değerlendirmesi kendi bilgisi ve değerlendirmesine dayanmakta olup, bu konuda bilirkişi görevlendirmesi yapılamayacaktır. Mahkemenin, iddianamede gösterilen fiilin hangi suçu oluşturduğuna dair bilirkişi raporu alması hukuka aykırıdır. Aynı şekilde bilirkişinin de, yapacağı teknik araştırmanın yanında, yaptığı değerlendirme neticesinde hangi suçun oluştuğuna dair tespitte bulunması bilirkişiliğin kapsamında değildir.

Bunun yanında maddi sorunun çözümünde hukuk biliminin dışında kalan, özel bilgi gerektiren hususlar bulunabilir. Örneğin, bir trafik kazasında araçların ne sebeple kaza yaptığı, hız durumları, kazaya etki eden dış faktörlerin tespiti hukuki bilginin dışında kalmaktadır. İşte bu tür konularda hakim veya soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı tarafından bilirkişi raporu alınabilecektir. Ancak bilirkişi, tarafların dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışlarının tespitinden öteye giderek kusur derecelendirmesi yapamaz. Esasen bu kural, taksir derecesinde sübjektif sorumluluğu düzenleyen TCK m.22’den kaynaklanmaktadır.

6754 sayılı Kanun m.3/2’ye göre; “Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz”. 30143 sayılı Bilirkişilik Yönetmeliği m.55/4’e göre;Bilirkişi, raporunda ve sözlü açıklamaları sırasında hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz”.

“Bilirkişinin atanması” başlıklı CMK m.63’e göre; “Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re’sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafinin veya kanuni temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak, genel bilgi veya tecrübeyle ya da hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez”.

“Bilirkişi raporu, uzman mütalaası” başlıklı CMK m.67/3’e göre; “Bilirkişi, raporunda ve sözlü açıklamaları sırasında çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hakim tarafından yapılması gereken hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz”.

Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü Bilirkişilik Daire Başkanlığı’nın 07.09.2020 tarihinde yayımladığı, “Bilirkişilerin Uyacağı Rehber İlkeler ve Bilirkişi Raporlarında Bulunması Gereken Standartlar” başlıklı m.16’da; “Somut olayda özel veya teknik bilgiye gerek olup olmadığı ve bunların belirlenmesi hukuksal bir işlem olup hakimin görevidir. Bu nedenle, bilirkişi, raporunu hazırlarken hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. Tereddüt ettiği hallerde, görevlendirmeyi yapan merciden hukuk sorunu ve inceleme alanının kapsam ve sınırları hakkında bilgi istemelidir”.

Yukarıda yer verdiğimiz düzenlemelerde görüldüğü üzere, bilirkişi hakimin görev alanına giren hususta değerlendirmede bulunamayacaktır. Aksi halde, hakimin görev alanına giren bir hususta değerlendirme yapan bilirkişi raporunun hukuka aykırı delil olduğu ve hükme esas alınamayacağı, sadece bu nitelikteki bilirkişi raporuna dayanarak mahkumiyet kararı verilmesinin de açıkça hukuka aykırı olduğunu belirtmek gerekmektedir. Ancak uygulamada, yukarıda yer verdiğimiz yeni yasal düzenlemelere rağmen, hala bilirkişilerin karar verici gibi hareket edebildikleri veya hakimin ve mahkemenin bilgisi dahilinde olan hukuki görüşlerde ve yorumlarda bulunup, karar yerine geçen sonuçları raporlarına yazabildikleri görülmektedir ki, bu konuda bilirkişilerin de şikayetçi olduğu, iş yoğunluğu veya değişik gerekçelerle mahkemelerin kendilerinden karar yerine geçebilecek veya mahkeme kararlarının esasını teşkil edebilecek hukuki değerlendirmelerde bulunmalarını isteyebildiği bilinmektedir.

2. Kusur Tespitinin Bilirkişi Tarafından Yapılması Sorunu

Bilirkişinin faaliyeti esas olarak üç şekilde gerçekleşebilir:

İlk olarak, mahkemeye uzmanlığı sayesinde bilgi sahibi olduğu genel tecrübe kuralını bildirebilir. Örneğin, bir bebeğin midesinin veya bağırsağının doğumundan aşağı yukarı altı saat sonra hava ile dolduğunu bildirmek gibi.

İkinci olarak, sadece belirli bir uzmanlık bilgisi ile algılanabilecek veya ayrıntılı olarak anlaşılabilecek ve değerlendirilebilecek olan bir olayı saptayabilir. Örneğin, öldürülmüş olan bebeğin bağırsağında hava bulunmadığını bildirmek gibi.

Üçüncü olarak da, sadece belirli bir uzmanlığa sahip olmak dolayısıyla bilimsel kurallara göre sonuç çıkarabilir. Örneğin, ilk iki örnekteki bilginin birleşimi sayesinde bebeğin ilk altı saat içerisinde öldürülmüş olduğu sonucunu çıkarmak gibi.

Mahkeme bilirkişiden bu üç faaliyetten birisini yerine getirmesini isteyebileceği gibi, bunların birden fazlasının (ki genellikle böyledir) birlikte yerine getirilmesini de isteyebilir[1].

Uygulamada, özellikle taksirli sorumluluğun gündeme geldiği yargılamalarda, mahkemeler tarafından görevlendirilen bilirkişilerin, raporlarında asli/tali kusurlu şekilde tespit ve değerlendirmelerde bulunduğu, mahkemelerin de bu değerlendirmelere bağlı kalarak, kişilerin ceza sorumluluklarına gittikleri görülmektedir.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, dosyaya gelen bilirkişi raporunda yer alan tespitlerin mahkumiyete esas alınabilmesi için yapılan değerlendirmelerin uzmanlığa, özel ve teknik bilgilere dayanıp dayanmadığına dikkat edilmesi, bu kapsamda gelişi güzel ve soyut gerekçelerle, varsayımlarla yapılan değerlendirmelerin gözönüne alınmaması gerekmektedir.

TCK m.22’nin gerekçesine göre;“Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle ancak olay hakimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hakim tarafından belirlenen kusurluluk gözönünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.

Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. (…) ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlal edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hakimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hakimin yerine geçmeyi ifade eder.

Hakim, bu teknik veriler çerçevesinde somut olayda failin kusurlu olup olmadığını takdir edecektir. Failin kusurlu bulunması durumunda, kusurun ağırlığı ve diğer sebepleri de gözönünde bulundurmak suretiyle suçun kanuni tanımındaki cezanın alt ve üst sınırı arasında bir cezaya hükmedecektir”.

TCK m.22’nin gerekçesinde görüldüğü üzere, kusur değerlendirmesi ancak hakim tarafından yapılmalıdır. Bilirkişinin görevi, hangi dikkat ve özen yükümlülüğünün yargılama konusu olaya sebebiyet verdiğinin tespitidir. Bilirkişi bununla yetinmeli, olayda yer alan kişilerin veya dış faktörlerin etkisi belirtilmeli, bu tespitler doğrultusunda hakim, kusurun derecesini tespit ederek faili cezalandırma yoluna gitmelidir.

Belirtmek isteriz ki; gerekçede yer alan, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kurallarının ne suretle ihlal edildiğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yapılabileceği biçimindeki ifade hatalıdır. Bir olayda aracın hızının belirlenmesi veya aracın hızının yasal hız sınırının üzerinde olup olmadığı gibi teknik konularda bilirkişi incelemesi yaptırılabilirse de hukuksal bir inceleme gerektiren trafik kuralının ihlal edilip edilmediğinin saptanması yargılamayı yapan mahkeme tarafından yapılacaktır[2].

Bilirkişilerin, 765 sayılı mülga Ceza Kanununun yürürlükte olduğu dönemde yer alan (TCK m.455/3 ve m.459/2) ve yine hatalı olarak uygulanan 8 dereceli kusurun (cezanın, kusurun derecesine göre 1/8’ine kadar indirilebileceğine dair hükümlerin) uygulama alanı kalmadığı gibi, bunun yerine günümüzde tatbikatta yaygınlaşan ve çoğunlukla Yargıtay tarafından da kabul edildiğini gördüğümüz asli/tali kusur ayırımı da kanuna ve hukuka uygun değildir. Bilirkişiler, kusur değerlendirmesi yapacak merciler değildir. Bu yetki, yargılama yetkisini kullanan mahkemelerindir.

“Bilirkişilerin Uyacağı Rehber İlkeler ve Bilirkişi Raporlarında Bulunması Gereken Standartlar” m.27’de; “Kusurun tespiti normatif bir değerlendirmeyle mümkündür ve sadece hakimin yetkisindedir. Bilirkişi münhasıran hakimin yetkisinde olan kusurluluk konusunda (asli/tali kusurlu. kusursuz. yüzdelik kusur oranı) herhangi bir değerlendirme yapamaz. Aksi yöndeki tutum bilirkişilik görevinin sınırlarını aşmayı ve hakimin yerine geçmeyi ifade eder.” açıklamalarına yer vererek, kusur değerlendirmesinin sadece hakimin yetkisinde olduğu belirtilmiştir. Bilirkişiler de yukarıda belirttiğimiz mevzuat ve kendilerine yönelik çıkarılan bu standartlara uygun şekilde rapor hazırlamaları gerekmektedir.

Bu konuda Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin emsal haline gelen, 05.09.2013 tarihli, 2012/19402 E. ve 2013/19286 K. sayılı kararında; “Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk değerlendirmesi ancak mahkeme hakimi tarafından yapılabilecektir. Bu nedenle 5237 sayılı TCK'da, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesinden vazgeçilmiştir. Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, konunun teknik bilgiyi gerektirmesi, hakimin hukuk bilgisiyle sorunu çözemeyeceği durumlarda, bilirkişi incelemesi yaptırılması da gerekebilir, ancak, bu durumlarda dahi, bilirkişinin inceleme yetkisi kusurlulukla ilgili olmayıp, işin tekniği ve norma aykırı davranışın belirlenmesi ile sınırlıdır.

5271 sayılı CMK'nın 62, 63. ve 67. maddelerinde de bilirkişinin atanması, bilirkişi raporu ve uzman mütalaası alınmasına ilişkin düzenlemelere yer verilerek çözümü uzmanlığı özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşüne başvurulacağı belirtilmiştir. Ancak, bilirkişi raporlarının mahkemeyi bağlayıcı değil, delilleri değerlendirme vasıtalarından biri olduğu, mahkemelerin gerekçelerini açıklamak suretiyle bilirkişi raporlarına itibar edip etmeme hususunda takdir ve değerlendirme hakkına haiz bulunduğu bilirkişi tarafından münhasıran hakimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmaması gerekmekle birlikte, bu yöndeki bir değerlendirmenin de hakimi bağlayıcı bir yönünün bulunmadığı unutulmamalıdır.” açıklamalarına yer vererek, kusurluluk değerlendirmesinin münhasıran mahkeme tarafından yapılacağını ifade etmiştir[3].

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 18.01.2016 tarihli, 2015/2911 E. ve 2016/466 K. sayılı kararında; “Kusur tespitinin bizzat hakimin yetki ve görevi kapsamında bulunmasına göre, bilirkişi raporları arasındaki farklılıkların her seferinde yeni bir rapor alınması yolu ile giderilmesinin mümkün olmaması, bilakis teknik uzmanlığı gerektiren belirlemeler dışında olan kusur değerlendirmesinin hakimin uzmanlığı alanında bulunması karşısında, tebliğnamedeki (2) nolu bozma görüşüne iştirak edilmemiştir”.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 17.12.2015 tarihli, 2015/1547 E. ve 2015/19324 K. sayılı kararında; “20.05.2011 günü, saat 22.10 sıralarında sanık sürücü ... yönetimindeki … plaka sayılı otomobil ile ... yolu istikametinden ...Caddeyi takiben ... istikametine doğru seyretmekte iken olay mahalli ışıklı trafik işaret cihazı ile kontrollü kavşağa geldiğinde bölünmüş yolun karşı yol platformundan gelerek sanık...’nın sağ tarafında kalan .... Sokağa dönüşe geçen sanık sürücü ... yönetimindeki ... plaka sayılı otomobil ile çarpışması şeklinde gerçekleşen olayda, kusur tespitinin bizzat hakimin yetki ve görevi kapsamında bulunmasına göre, bilirkişi raporları arasındaki farklılıkların her seferinde yeni bir rapor alınması yolu ile giderilmesinin mümkün olmaması, bilakis teknik uzmanlığı gerektiren belirlemeler dışında olan kusur değerlendirmesinin hakimin uzmanlığı alanında bulunması, somut olayda hangi sürücünün kırmızı ışık ihlali yaptığını tespit etmenin de mahkemenin yetkisinde olduğu, mahkemece hangi sürücünün kırmızı ışıkta geçtiği tespit edilememiş ise de, sözkonusu ışıklı kavşakta bütün sürücülerin kendilerine yanan trafik ışığının rengi ne olursa olsun, mahal şartlarına uygun bir hız ile seyir halinde bulunmaları gerektiği, sanık ...'in olayın oluş şekli dikkate alındığında hızını mahal şartlarına uydurmadığı ve tali derecede kusurlu olduğunun kabulü ile atılı suçtan mahkumiyeti yerine, yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,” kanuna aykırı bulunmuştur[4].

Yargıtay kararlarında asli/tali kusur değerlendirmesi yapılan bilirkişi raporlarında kusur bakımından çelişki bulunması durumunda yeni bir rapor alınması gerektiği yönünde kararlara da rastlanıldığı gibi[5], yukarıda yer verdiğimiz şekilde, kusur değerlendirmesinin bilirkişi tarafından yapılamayacağına dair yerleşik ve güncel Yargıtay kararları bulunmaktadır. Kusur değerlendirmesinin hakim bakımından bağlayıcılığı olmadığından bahisle, bilirkişi raporlarında bu konuda değerlendirme yapılmasına izin vermek, hem mevzuata ve hem de bilirkişi kurumunun mantığına aykırıdır.

3. Sonuç ve Değerlendirme

Ceza Hukukumuzda kusur, suçun manevi unsurunun içinde veya isnad kabiliyetinin varlığı halinde objektif sorumluluk kabul edilmeyip, sübjektif sorumluluk cezalandırmanın dayanağı olduğundan, temelde kast ve kanun koyucunun özel hüküm koyduğu hallerde de taksir derecesinde kusurun varlığı, failin cezalandırılabilmesinin şartı olup, bir anlamda fiili suç sayan ve karşılığında ceza öngören, toplumun suça dönük hoşnutsuzluğunu ve bunu işleyen failin kınanabilirliğini ifade eder. Bu konuda yapılacak değerlendirme hukuki bir değerlendirme olup, çözülmesi uzmanlığı, özel ve teknik bilgiyi gerektiren bir konu değildir. Bu sebeple, bilirkişi raporlarında yargılama konusu olaya dahili olan kişilerin ve/veya diğer dış faktörlerin olay ile illiyet bağını kurmalarının ötesinde kusur derecelendirmesi veya sınıflandırması yapması görevi kapsamında değildir.

Örneğin; ölümlü ve/veya yaralanmalı bir trafik kazasında kazanın gerçekleşmesine etki eden faktörler tespit edilmeli, bu kapsamda tarafların hızının, dikkat ve özen yükümlülüklerine aykırılıkların etkisi (Hızı 80 km/h olması gerekirken 120 km/h saat hızla gittiği, yayanın yolu kontrol etmeden koşarak yola girerek dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davrandığı, kırmızı ışıkta geçmesinin kazaya sebebiyet verdiği gibi) belirtilmelidir. Bu aşamadan sonra, failin kusurunu tespit edecek olan ve TCK m.22/4’e göre ceza tayini yoluna gidecek olan sadece ve sadece bağımsız ve tarafsız mahkemelerdir. Kanunun bilirkişilere verdiği görev bununla sınırlıdır.

CMK m.63’ün gerekçesinde de belirtildiği üzere; “Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel (yani herkese ortak toplumsal kültür verileri) ve hukuki bilgilerle çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi atanamayacak ve dinlenmeyecektir. Madde ile güdülen amaç (maddenin ‘ratio legis’i) bilirkişiyi gerçek rolüne döndürmek ve bilirkişi adaleti olarak adlandırılan uygulamalara son vermektir”.

Ölümlü bir trafik kazasında kazaya neden olan birden çok sebep olabileceği gibi, hayatını kaybeden kişinin de dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışı bulunabilir. Burada teknik bilgiler verilerek, örneğin, yayanın kırmızı ışıktan geçerek kazanın gerçekleşmesine sebebiyet verdiği tespitine yer verilebilirse de, ölenin asli veya tali kusurundan bahsedilemeyecektir. Bunun sebebi; kusur değerlendirmesinin bilirkişi tarafından yapılamayacağına dair kesin kuralın yanında, ölen kişinin cezalandırılması mümkün olmadığından kusurundan da söz edilemeyecek olmasıdır. Yargılamada kusurluluğu değerlendirilecek olan kişi sadece ve sadece faildir. Diğer kişilerin kusurlarının ceza yargılaması bakımından önemi bulunmamaktadır.

Uygulamada yaygınlaşan asli/tali kusur tespiti şeklindeki hatalı yaklaşıma son verilmelidir. Kusur tespiti ve değerlendirmesi hakime aittir. Bilirkişi özel veya teknik bilgileri doğrultusunda, objektif ve tarafsız olarak, incelediği olaylara sebep olan unsurları belirtmekle yetinmelidir. Bilirkişi; elbette maddi hakikate ve adalete ulaşılmasına yardımcı olmalı, bunun için de uzmanı veya bilgisi olduğu konuda görüşünü ortaya koymalı, fakat adaleti dağıtma ve tesis etme görevine müdahil olmamalıdır. Çünkü adaleti tesis görevi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemeler ile hakimlere verilmiş, çok özel ve bir başkasına devri mümkün olmayan yetkiyi kapsar.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Alperen Gözükan

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

---------------

[1] Ali Kemal Yıldız, “Ceza Muhakemesi Hukukunda Bilirkişilik” EÜHFD, C X, S. 3-4, (2006), s.276.

[2] Ali Kemal Yıldız, a.g.e., s.285.

[3] Aynı yönde bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 08.11.2022 tarihli, 2022/1225 E. ve 2022/8136 K. sayılı kararı; Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 15.03.2022 tarihli, 2021/8725 E. ve 2022/2000 K. sayılı kararı; Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 23.06.2021 tarihli, 2020/11110 E. ve 2021/5188 K. sayılı kararı; Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 11.01.2021 tarihli,2019/7593 E. ve 2021/72 K. sayılı kararı.

[4] Aynı yönde bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 27.05.2014 tarihli, 2013/19332 E. ve 2014/12952 K. sayılı kararı; Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 01.12.2014 tarihli, 2013/30014 E. ve 2014/24286 K. sayılı kararı.

[5] Bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 07.12.2020 tarihli, 2019/13976 E. ve 2020/6756 K. sayılı kararı; Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 06.02.2019 tarihli, 2017/5094 E. ve 2019/1494 K. sayılı kararı; Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 13.03.2019 tarihli, 2017/7899 E. ve 2019/3507 K. sayılı kararı.