30 Ekim 2020 tarihinde İzmir’de gerçekleşen ve çevre illerden de hissedilen deprem neticesinde haber kaynaklarından alınan son bilgilere göre can kaybının 114 olduğu ve 137 kişinin de tedavisinin halen sürdüğü bilinmektedir. İzmir'de meydana gelen depremin ardından İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yıkılan binalarla ilgili soruşturma başlatıldığı ve 9 kişinin gözaltına alındığı, 2 kişinin de aranıyor olduğu bilgisi kamuoyunun malumudur.

İzmir depremi neticesinde bir kez daha görüldü ki; aynı sokakta bulunan bazı binalar yıkılırken, sokak üzerinde bulunan komşu binalar ise depremden nerdeyse hiç zarar görmeden işlevine devam etti. Elbette bu durumun sebeplerinin hukuki olarak incelenmesi ve varsa sorumluların ortaya çıkarılması gerekir.

Deprem sebebiyle yıkılan binalara ilişkin müteahhitlerin ve varsa diğer sorumluların (fenni mesul, malikler) cezai ve hukuki sorumluluklarının doğması, söz konusu binaların hukuki normlara tam uygun şekilde yapılmamış olmasına bağlıdır. Binanın inşa edilmesinden sonra ise fenni şartlarına zarar verecek aykırılıkların meydana getirilmiş olması ise ayrı bir sorumluluğu gündeme getirmektedir. Deprem neticesinde meydana gelen zarardan müteahhidin ve ilgililerin sorumluluğu ancak kusurları oranında söz konusu olur. Eğer bina yapıldığı dönem itibariyle yasal yükümlülüklere uygun malzeme ve teknikle, yapı ruhsatına uygun olarak inşa edilmişse, inşa faaliyetini yerine getirenler bakımından özen yükümlülüğüne aykırılıktan bahsedilemeyecek ve ceza sorumluluğu gündeme gelmeyecektir. Bunun tespiti için yıkılan binalar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak, binada kullanılan malzemelerin ve tekniğin yeterliliği araştırılmalı, fiilin gerçekleştiği tarihteki yapı inşa mevzuatının gereklilikleriyle karşılaştırılmalıdır. Belirtelim ki, binanın inşası bakımından eksik görülen hususların tayini, binanın inşasının gerçekleştiği dönemin teknikleri ve yasal yükümlülükleri çerçevesinde araştırılmalıdır. Burada binanın inşası sırasında görev alanların ceza sorumluluğunu gündeme getirecek husus, ilgili görevlinin gerekli özeni göstermemesi ve bu özensizliğin neticenin, yani binanın yıkılmasına katkı sağlaması, yani netice bakımından nedensel bir etki göstermesidir. Dolayısıyla, şayet binanın yapımında bir kusur var ise salt binanın yapımı sırasında görev almak ceza sorumluluğunu gündeme getirmeyecek, yerine getirilmeyen, eksik bırakılan hususun neticenin gerçekleşmesine katkısı araştırılarak sorumlular belirlenecektir.

Bina yükümlülüklere uygun inşa edilmesine rağmen, sonradan binanın inşasının ardından binanın sağlığına etki edecek faaliyetlerin gerçekleştirilmesi (örneğin işyeri tadilatı sırasında taşıyıcı kolonşarın kesilmesi) de, şayet binanın yıkılmasına katkı sağlamışsa ceza sorumluluğunu gündeme getirecektir. Bu durum, binanın yapımı sırasındaki kusurlarla birleşirse, her sorumlu meydana gelen neticeden kusuru oranında sorumlu olacaktır.

Tüm bu bilgiler ışığında, deprem sebebiyle binalarda meydana gelen zararların, hatta yıkılmalarının neticesinde meydana gelen can kaybı ve yaralanmaların mücbir sebep kapsamında değerlendirilmesi de söz konusu değildir. Zira bir binanın inşası sırasında, binanın sağlamlığı bakımından esas alınan en önemli dışsal etki depremdir. Dolayısıyla deprem belirli bir şiddete kadar, binanın yapımı sırasında dikkate alınan bir ihtimal olduğundan, sadece depremin gerçekleşmesi nedeniyle sorumluluğun ortadan kalktığını iddia etmek mümkün değildir.

Bu itibarla depremden sonra yıkılan binalarda meydana gelen ölüm ve yaralanma olaylarında “taksirle öldürme veya taksirle yaralama” suçları söz konusu olur. Bu suç da TCK madde 85 kapsamında düzenlenmiştir. Madde 85 uyarınca; “(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Son olarak depremin meydana gelmesi ile binanın yapım tarihi arasında oldukça uzun bir zaman farkının olması söz konusu olduğunda zamanaşımı sebebiyle sorumluların akıbetlerinin nasıl olacağı konusu da oldukça mühimdir. Bu konu ile ilgili Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2001/ 2636 E., 2001/ 2900 K., 19.11.2001 tarihli içtihadında “Deprem nedeniyle bina yıkılmasında suç tarihi, binanın yıkıldığı tarihtir” diyerek zamanaşımı konusuna açıklık getirmiştir. Bu itibarla Yargıtay eğer bina yıkılmışsa suç tarihi de binanın yıkıldığı tarihtir diyerek tartışmalara son noktayı koyduğunu ifade etmek gerekir.