Geçmişten günümüze Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en önemli tabii afetlerden biri de depremlerdir. Bilindiği üzere, ülkemiz dünyanın en aktif deprem kuşaklarından birinin üzerinde yer almaktadır ve ülkemizin hemen her bölgesinde deprem riski bulunmaktadır. Nitekim deprem her ne kadar önlenemez bir doğa olayı olsa da deprem gerçekleştikten sonra oluşacak zararların en aza indirilebilmesi mümkündür. Gerçekten de mimarinin, mühendisliğin, inşaatın ve denetimin kötü olması, meydana gelen bir deprem sonucunda hem maddî hem de manevî olarak birçok zarara sebep olmaktadır. Bunun için idarenin kusurlu davranışlardan doğan sorumluluğu yanında, müteahhitlerin de yeterli denetim olmaksızın meydana gelen zarardan sorumlu tutulmaları gerekmektedir.[1]
Kural olarak müteahhitler “gerekli özenin gösterilmemesinden” ve “ruhsata aykırı şekilde bina inşa etmesinden” doğan zararlardan sorumludurlar. Türkiye gibi deprem riskinin yüksek olduğu bir ülkede bu olgunun gerektirdiği kurallara uygun olarak yapılaşma gerekmektedir. Dolayısıyla müteahhidin cezai ve hukuki bir sorumluluğunun doğması için bu binayı kural ve kaidesine uygun yapmaması gerekmektedir. Bununla birlikte kullanılan malzemenin uygun olmaması, statiğin hesaplanmaması, plan ve projenin uygun olarak çizilmemesi gibi eksik veya hatalı olarak yapılması gerekmektedir. Yani müteahhidin bir kusuru olmalıdır. Aksi halde her şeyi uygun olarak yapması hâlinde şayet deprem yine de bir yıkıma neden olursa illiyet bağının kesilmesi sebebiyle, müteahhide bir sorumluluk yüklenemeyecektir.[2] Bu kapsamda müteahhitler; kolon ve kirişlerin bağlantısında sorun olması, etriye demirinin eksik kullanılması, beton kalitesinin düşük olması, yıkanmamış deniz kumu kullanılması, kolonların gereğinden fazla kısa olması yahut ucuz işçilik gibi sebeplerle meydana gelecek tüm hasarlardan sorumlu olacaklardır.[3]
Öte yandan müteahhidin hukuki sorumluluğu ve cezai sorumluluğu birbirinden farklı olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda hukuki sorumluluk için öngörülen süre, cezai sorumluluk için geçerli değildir. Nitekim müteahhit tarafından yapılan binanın yıkılması hâlinde zamanaşımı, bu yapının tamamlanıp yapı kullanma izninin alındığı tarihten değil; yıkılma tarihinden itibaren başlayacaktır. Zira, neticesi hareketten ayrılabilen suçlarda zamanaşımı fiilin değil, neticenin gerçekleşmesi ile işlemeye başlar. Bu sayede soruşturmalar zamanaşımı engeline takılmayacaktır.[4] Bu konuda müteahhidin hukuki bir sorumluluğundan bahsedebilmek için inşa edilen binanın mevzuata uygun olmayan bir şekilde yapılması gerekir. Bununla beraber malzemenin uygun standartlarda olmaması, bina statiğinin doğru hesaplanmaması, plan veyahut projenin mevzuatta gösterilen şekil şartlarını taşımaması gibi eksik veya hatalı işlem sonucu inşa edilmesi gerekir. Kısaca binayı inşa eden müteahhidin bir kusurunun mevcut olması gerekir. Kusurun ortaya çıkmasının akabinde müteahhidin ayıba karşı tekeffül sorumluluğundan söz edebiliriz. Müteaahhidin ayıba karşı tekeffül sorumluluğuna gidebilmek için eserin teslimi yani tamamlanan eserin iş sahibinin emrine verilmesi ve iş sahibinin eserin doğrudan zilyetliğini elde etmesi gereklidir. Ayrıca teslim sonrası iş sahibi eseri muayene etmeli ve eksiklikleri vakit kaybetmeden müteahhide bildirmelidir. Nitekim iş sahibinin bahsedilen ihbar ve muayene sorumluluğu sadece açık ayıplar için öngörülmüştür. bunun yanında muayene sırasında herhangi açık bir ayıp tespit edilememiş fakat riskli bir durum meydana geldikten sonra (örneğin deprem) binada bir kusur meydana gelmiş ise iş sahibi öncelikle durumu müteahhide bildirmelidir.
İhbar Sonrası İş Sahibinin Tbk 475.Maddesi Uyarınca Seçimlik Hakları
Kusurun Giderilmesini İsteme
Deprem sonrası meydana gelen kusurun giderilmesi için iş sahibi müteahhitten söz konusu kusurun giderilmesini isteyebilir. Ancak kusurun giderilmesi olduğundan fazla bir masraf gerekiyor ise (binanın inşası gibi) bu durumda kusurun giderilmesi istenemeyecek ve iş sahibi ancak aşağıdaki yollardan birini tercih edebilecektir. Şöyle ki;
Bedel iadesi: İş sahibi ikinci seçimlik hak olarak kusurdan dolayı müteahhitten ödemiş olduğu bedelin belirli bir oranda iade edilmesini talep edebilmektedir. Örneğin dairelerden biri kullanılamaz durumda ise iş sahibi ilgili dairenin bedelini müteahhitten talep edebilir veya dairenin kullanılabilir hale gelmesi için yaptığı masrafı müteahhide rücu edebilir.
Sözleşmeden Dönme: Deprem sonrası eserde esaslı bir kusur meydana gelmiş ise iş sahibi sözleşmeden hakkı bulunmaktadır. Binanın tümüyle yıkılması halinde iş sahibi kusur oranında ödemiş olduğu bedelin iadesini ve hatta bina hafriyatının temizletilmesi ifasını dahi talep edebilmektedir. Ayrıca müteahhitin kusuru %100 ise ödediği bedelin tamamını talep edebilecektir. Yine müteahhidin ayıplı inşaatı, malzeme eksiltmesi nedeniyle insanlar göçük altında kalmış vefat etmişse veya yaralanmış ve sakat kalmışsa haksız fiil genel hükümlerince tazminat davası açılabilecektir.
Yaralanma Durumunda: Deprem nedeniyle yaralanma durumunda tedavi masrafları, ilaç masrafları, ameliyat masrafları, tedavi boyunca çalışılamayan sürede mahrum kalınan kazanç, maaş, ücretler, kalıcı sakatlık nedeniyle eski eforun kaybedilmesinden kaynaklı tazminat ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar ( dizi oyuncusunun yüzünde kalan yara izi nedeniyle bedensel engeli olmaksızın TV kariyerinin sonlanması gibi ) talep edilebilmektedir.
Ölüm Durumunda: Ölenin desteğinden yoksun kalan yakınların yani eş, kardeş, anne, baba gibi yakınların maddi ve manevi tazminat hakları ölümden önce iyileşme çabasıyla yapılan tüm tedavi, ameliyat ve hastane masrafları ve defin giderleri gibi talep edilebilmektedir.
Müteahhidin İnşaat Yıkılması Sonucu Vermiş Olduğu Maddi Zarar Kalemleri: Binanın inşaat maliyeti, Bina içindeki TV, klima, teknolojik aletler, zayi olan ziynet eşyaları Kira bedeli gibi başlıklar altında toplanmaktadır.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi Esas: 2009 / 14535 Karar: 2010 / 8121 Karar Ve 07.06.2010 Tarihli İlamı;
Müteahhit evde zarar gören eşyalardan sorumludur
‘Davalı yükleniciler tarafından ayıplı olarak inşa edilen konutların depremde yıkılmış olması nedeniyle kullanılamaz hale gelen konut nedeniyle tazminat isteğinde bulunmuştur. Mahkemece bilirkişi raporuna göre belirlenen daire ve eşyaların bedelinden hakkaniyet indirimi uygulanmak suretiyle hüküm kurulmuş ise de olayda hakkaniyet indirimi uygulanmak suretiyle hüküm kurulması mümkün değildir. Zira müteahhit satıcı davalılar davacıya karşı hükümlerine göre sorumlu olup binanın tekniğine uygun olmayan şekilde eksik ve kusurlu yapılmasından dolayı depremde oluşan davacı zararının tamamından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarının kabulü gerekir. Mahkemece aksine düşüncelerle hakkaniyet indiriminde bulunmak suretiyle karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.’ şeklindedir.
Deprem Nedeniyle Müteahhidin Sorumluluğu Kaç Yıl Devam Eder?
Bu konuda Türk Borçlar Kanunu 478. Maddesinde yüklenici müteahhidin zamanaşımını düzenlenmiştir. İlgili maddede de belirtildiği üzere, “Yüklenici ayıplı bir eser meydana getirmişse, bu sebeple açılacak davalar, teslim tarihinden başlayarak, taşınmaz yapılar dışındaki eserlerde iki yılın; taşınmaz yapılarda ise beş yılın ve yüklenicinin ağır kusuru varsa, ayıplı eserin niteliğine bakılmaksızın yirmi yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.” Dolayısıyla ayıplı inşa edilen taşınmazda müteahhidin sorumluluğu inşaatı teslimden itibaren 5 yıldır. Bu bağlamda çatı akması, banyo giderinin durduk yere tıkanması, kalebodurların çatlaması ve camların su alması gibi basit ayıplar için 5 yıllık süre geçerlidir. Ancak müteahhidin inşa ettiği binanın çökmesi yıkılması durumunda basit ayıptan söz edilemez. Bu durumda artık müteahhidin ağır kusuru gündeme gelecektir. Bu konuda müteahhit kuvvetle muhtemel demir ve çimentodan eksilterek inşaat yapmış, kandırma ve aldatma ile iradeyi sakatlamıştır. Böylelikle ağır kusurlu olan müteahhide karşı açılacak davalarda zamanaşımı süresi 20 yıldır.
Müteahhide Karşı Açılacak Davalarda Zamanaşımı Hangi Tarihten Başlar?
Bu hususta zamanaşımının bina yıkıldığı tarihten mi yoksa inşaatın teslim tarihinden mi başlatılacağı sıklıkla sorulmaktadır. TBK 72. maddesinde haksız fiilde zamanaşımını düzenlenmiş olup, zamanaşımının başlangıcı olarak da zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren hesaplanmıştır. İlgili kanun maddesinden anlaşılacağı üzere, deprem nedeniyle oluşan zararda, binanın yıkılması ile zarar oluşmuş öğrenilmiş ve dava edilebilir nitelik kazanmış olduğundan, zamanaşımı da haklı olarak deprem tarihinden itibaren 20 yıl olacak şekilde hesaplanacaktır. Nitekim TBK 478. maddesi gerekçesinde de bu durum açıkça belirtilmiştir. “818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 363 üncü maddesinin birinci fıkrasından ve bu fıkrayı karşılayan kaynak İsviçre Borçlar Kanunu’nun birinci fıkrasından farklı olarak, Tasarıda, kendisine ayıplı mal teslim edilen alıcının, ayıptan doğan haklarının tâbi olduğu zamanaşımı süresine yollama yapılması yerine, çeşitli olasılıklar ve eserin niteliği göz önünde tutularak, her birinin tâbi olduğu zamanaşımı süresi ayrı ayrı belirtilmiştir. Buna göre:
1. Yüklenicinin, eserin ayıplı olarak meydana getirilmesinde ağır kusurunun (kastının veya ağır ihmalinin) bulunmaması koşuluyla açılacak davalar, eserin teslim tarihinden başlayarak, taşınmaz yapılar dışındaki eserlerde iki yıllık; taşınmaz yapılarda ise beş yıllık zamanaşımına tâbi olacaktır.
2. Yüklenicinin, eserin ayıplı olarak meydana getirilmesinde ağır kusuru varsa bu takdirde açılacak davalar, eserin niteliğine bakılmaksızın, teslim tarihinden başlayarak yirmi yıllık zamanaşımına tâbi olacaktır.”
Belirtildiği üzere, müteahhidin hukuki sorumluluktan kurtulması için yaptığı binanın teslimden itibaren 20 yıl ayakta kalması yeterli olmaktadır. Dolayısıyla müteahhidin yaptığı bina 20 yıl +1 gün sonra yıkılmışsa bu durumda müteahhit zamanaşımı defi ileri sürecektir. Bu konuda emsal bir kararda Yargıtay 23 Hukuk Dairesi mevzuatı aynen yukarıdaki şekilde uygulanacağına dikkat çekmiştir. Karar şöyle ki;
Yargıtay 23. Hukuk Dairesi Esas: 2016 / 9647 Karar: 2020 / 1388 Karar Ve 26.02.2020 Tarihli İlam;
“6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ilgili maddesine göre ‘Yüklenici ayıplı bir eser meydana getirmişse, bu sebeple açılacak davalar, teslim tarihinden başlayarak, taşınmaz yapılar dışındaki eserlerde iki yılın; taşınmaz yapılarda ise beş yılın ve yüklenicinin ağır kusuru varsa, ayıplı eserin niteliğine bakılmaksızın yirmi yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.’ Buna göre yüklenicinin ağır kusurundan kaynaklanan gizli ayıplarda zamanaşımı süresi 20 yıldır. Mahkemece teslimin 2004 tarihinde yapıldığı kabul olunduğuna göre dava tarihi itibariyle henüz zamanaşımı süresinin dolduğundan bahsedilemez. Bu durumda mahkemece işin esası hakkında inceleme yapılıp karar verilmesi gerekir.” şeklindedir.
Müteahhide Karşı İspat Yükü Kimdedir?
Müteahhide karşı ispat yükü kural olarak davacıda olmaktadır. Bu durumda binanın çürük olduğunun, eksik malzeme kullanıldığının, beton kalitesinin yetersiz olduğunun ispatı dava esnasında mahkemece görevlendirilecek bilirkişiler tarafından rapor olarak mahkemeye sunulur. Böylece bilirkişi beton kalitesinin, demir sayısının, demir kalınlığının, işçilik yönteminin, beton kalitesinin ve beton mukavemetinin derecesi gibi tüm unsurları inceleyerek hazırlamış olduğu raporu mahkemeye sunacaktır. Şayet bina yıkılmış veya ağır hasar görmüşse ve bina çok eski tarihli değilse, bu durumda müteahhidin kusuru ve ihmali büyük ihtimalle ortaya çıkacaktır. Nitekim 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 219. maddesine göre; satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur. Satıcının sattığı nesnedeki ayıptan sorumluluğu, mülkiyeti ve zilyetliği geçirme borcunun tamamlayıcısıdır. Zira satımda alıcının amacı, kullanabileceği yararlı bir nesneye sahip olmaktır. Dolayısıyla satıcı, sattığı nesnenin değerini ve yararını azaltan eksiklikler bulunmadığına ilişkin güvence vermese dahi, kanuna göre sorumlu olmaktadır. Ayrıca satılanın satımdan beklenen amacı sağlayacak nitelikleri taşıması ticari doğruluk gereğidir. O halde satıcı, satılandan beklenen yararları, kullanma amacını, değerini ve elverişliliğini kaldıran ya da azaltan bir eksikliğin bulunmamasını sağlama borcu altındadır. Bu durumda satıcının borcunun söz konusu olabilmesi için, satılanda ne tür eksikliklerin var olduğunu bilmesi gerekmediği gibi, satılanda bulunması gereken nitelikleri ayrıca açıklamasına ve güvence vermesine de gerek yoktur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011/19-597 Esas, 2012/80 Karar Sayılı Ve 15.2.2012 Tarihli İlamı;
Hukuki Ayıplı Olan Malın Ayıbından Satıcının Sorumluluğu
“… Kamu hukukuna dayanan bir sınırlamanın varlığı; örneğin, ithal edilen bir aracın ithalatında problem olması hukuki ayıp olarak kabul edilebilir. Ancak bu ayıbın sözleşmede yarar ve hasarın alıcıya geçmesi anında satılanda var olması, mevcut ayıbın gizli olması ve o malın değerini veya kullanım amacını ciddi surette azaltması veya kaldırması gerekir… Hal böyle olunca; satın alan davacı açısından o maldan elde edeceği faydanın dava konusu menkule resmi makamlarca kamu gücüne dayanılarak el konulması tarihinde ortadan kalktığının kabulü gerekir ve böylece ortaya çıkan hukuki ayıptan – satıcının ayıba karşı tekeffül- hükümlerine göre davalı satıcı şirket sorumludur; burada davalının hukuki ayıbın ortaya çıkmasında kusurlu olup olmaması da sonu etkili değildir…” şeklinde belirlenmiştir.
Av. Gülnaz OĞUZ
Kaynakça :
1- Doç. Dr. Veysel Başpınar, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Altunkaya – Depremden Doğan Zararların Tazmininde Zamanaşımının Başlaması ve Süresi 1-
2- Av. Esra Aydın Ekici – Depremde Hukuki ve Cezai Sorumluluk Kime Ait?
3- Av. Oğuz Yavuz – Müteahhidin Sorumlulukları Nelerdir?
4- Av. Berfin Doğru – Deprem Sonrası Binalarda Müteahhidin Yıkılan Binalardan Sorumluluğu