“Deprem değil, bina öldürür” sözünün acı gerçeğiyle yeniden yüzleştik…

Türkiye, 1999 Marmara Depremi nedeniyle Çınarcık’ta çöken binalarla ilgili olarak soruşturma gereği gibi yürütülmemiştir. AİHM, Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. İmar ve ruhsat izinleri veren idare hakkında gerekli soruşturma izni verilmemiş ve usuli yükümlülüklerin yerine getirilmemiş olması sebebiyle de Türkiye hakkında AİHS m.2 uyarınca ihlal kararı verilmiştir.

M. Özel ve diğerleri /Türkiye davasında[1]; Marmara Depremi sonrası Çınarcık’ta bulunan Çamlık Sitesi ve Kocadere Sitesi’nde 195 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştır.

Depremde toplamda 17.840 kişi yaşamını yitirmiştir.

Deprem sonrası C. Savcılığınca olay yerinde yapılan inceleme neticesinde düzenlenen ilk bilirkişi raporunda, betona midye kabuklarının bulunduğu, binanın inşasında kullanılan kumun deniz kumu olduğu dolayısıyla çimentonun bağlayıcı etkisinin kaybolduğu tespitine yer vermiştir; ayrıca  bodrum kat oluşturmak için yapılan değişiklik, çakılların elenmeksizin kullanımı, deniz kumunun ve çakılların yıkanmamış olması sonucunda deniz kumunun demiri aşındırması, binanın  teknik denetime tabi tutulmaması ve projede yer alandan farklı olarak bir  kat eklenerek inşa edilmesi neticesinde depremde can ve mal kaybı yaşanmıştır.

V.G’nin müteahhitliğini yaptığı siteye ilişkin olarak hazırlanan bilirkişi raporunda projelerin incelenmesi, zemin çalışmalarının bahse konu inşaat alanında yapıldığını doğrulayan belgelerin de bulunmadığı tespitine yer verilmiştir.

Müteahhit V.G hakkında dava açılmış ve dava o tarihte Konya Ağır Ceza mahkemesinde görülmüştür. İdarenin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmemesi üzerine dönemin belediye başkanı, fenni mesul müdürü, mimarlar hakkında İçişleri Bakanlığı ceza soruşturması yönünden soruşturma izni vermiştir. Danıştay 2. Dairesi İçişleri Bakanlığının vermiş olduğu ceza soruşturma iznini kaldırmıştır. Belediye başkanı ve diğer görevliler hakkında ise dava açılmamıştır.

Başvurucular AİHS kapsamına m.2 (yaşam hakkı) ve Ek. 1 numaralı Protokolün 1’inci maddesi uyarınca (mülkiyet hakkı) ihlali iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.

AİHS ‘nin Yaşam Hakkı başlıklı 2’nci maddesi;

“1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez (…)”

Mahkeme, Sözleşme’nin 2. maddesinin, devlete yalnızca, kasten ölüme sebebiyet verilmesini engelleme zorunluluğu getirmediğini, aynı zamanda kendi yargı yetkisi altında bulunan kişilerin hayatını korumaya yönelik gerekli tüm tedbirleri alma yükümlülüğü de getirdiğini, bu yükümlülüğün yaşam hakkını söz konusu edecek nitelikte, kamuya özgü olan ya da olmayan her türlü faaliyet bağlamında geçerli olduğu şeklinde yorumlanması gerekse bile, yaşam hakkının doğal bir afet ile tehdit edilmesi durumunda da geçerli olduğunu hatırlatmıştır.[2]

 Mahkeme, felaketlerin önlenmesi hususunun, özellikle arazi düzenlemesini ve imar denetimini kapsadığı kanısına varmıştır. Somut olayda, Mahkeme, dosyadaki belgeleri dikkate alarak, ulusal makamların felakete uğrayan bölgenin deprem riski taşıdığının tamamen bilincinde olduklarını gözlemlemiştir. Böylelikle, bu bilgi, arazi düzenlemesine ilişkin planlara dâhil edilmiş ve depremin yaşandığı bölge "afet bölgesi" olarak sınıflandırılmıştır. Aynı şekilde, bu bölgeye imar izni verilmesi, özel koşullara tabi tutulmuştur. Mahkeme, yapı ruhsatlarının verilmesi yoluyla arazilerin işgalini ve kullanımını düzenlemekle yetkili olan yerel makamların risklerin önlenmesinde rol oynayarak, birincil sorumluluğa sahip olduğu sonucuna varmıştır.[3]

Mahkeme, depremin, söz konusu bölgeye uygulanması gereken, güvenlik ve inşaat ile ilgili standartlara uymayan binaların yıkılması nedeniyle insan hayatı bakımından feci sonuçlara yol açtığı tespitine yer vermiştir. Bu bağlamda, söz konusu sorunu incelemekle yetkili olan ulusal mahkemeler önünde yürütülen davalar sırasında varılan tespitler dikkate alındığında, bu yapıları kontrol etmek ve denetlemekle görevli olan yerel makamların bu konuya ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmediklerinin tespit edildiği kanaatindendir.[4]

Mahkeme Sözleşmenin 2’nci maddesinin usul yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir.

Mahkeme yaşam hakkı açısından pozitif, negatif ve usuli yükümlülükleri de kararında açıklamıştır. Devletin kasten ölüme sebebiyet verilmesini engelleme zorunluluğu pozitif yükümlülüğünü; devletin kendi yargı yetkisi altında bulunan kişilerin hayatını korumaya yönelik gerekli tüm tedbirleri alması negatif yükümlülüğü, devletin bir olay karşısında gerekli soruşturma ve kovuşturma yapma yükümlülüğü ise usuli yükümlülüğü kapsamındadır. Usuli sorumluluk genel olarak ölümle sonuçlanmış vakalara ilişkin taraf devletin resmi makamlarınca etkili bir soruşturma yürütülmesiyle ilişkilidir.[5]

Türkiye’nin deprem bölgesi içinde yer aldığı bilinen bir gerçektir. Sağlam binaların yapılmaması ya da idarenin gereğini yapmaması halinde insanların yaşamını yitireceği öngörülebilir bir gerçektir. Öngörülen durumlar karşısında kişilerin hukuka aykırı hareket etmesini hukuk düzeni elbette korumayacaktır.

Boudaïeva ve diğerleri /Rusya Davasında[6]; Başvurucular Tirnaouz şehri (Rusya)’da yaşamaktadır. Tirnaouz Şehri 1937’den beri her yıl çamur akmasına maruz kalan bir bölgede bulunmaktadır. 2000 yazında yedi gün boyunca bu bölge bir dizi çamur akmasına maruz kalmıştır. Bu olay sonrasında birinci başvurucunun kocasının da içinde bulunduğu en az sekiz kişi hayatını kaybetmiştir. Birinci başvurucunun en küçük oğlu ağır bir şekilde yaralanmıştır. İkinci başvurucu ile kızının vücudunda sürtünmeden kaynaklanan ciddi yanıklar oluşmuştur. Başvurucuların ev, mal ve mülkleri ise yok olmuştur. İlgililere ücretsiz yeni lojman tahsis edilmiş ve bir miktar acil mali yardımda bulunulmuştur.  Doğal afetten sonra başvurucuların sağlık durumları kötüye gitmiştir. Savcılık afetle veya kaza olarak değerlendirdiği birinci başvurucunun ölümüyle ilgili ceza soruşturması yapmamaya karar vermiştir. Başvurucular yetkililer hakkında açmış olduğu tazminat davası da yerel halkın medya aracılığıyla tehlike konusunda bilgilendirildiği ve tehlikeyi azaltmak için makul tüm tedbirlerin alındığı gerekçesiyle reddedilmiştir.      

Afeti takip eden hafta, savcılık, birinci başvurucunun eşinin ölümüyle ilgili olarak soruşturma başlatmama konusundaki kararını almıştır.  Yapılan tahkikat ölümün doğrudan nedenleriyle sınırlı kalmış ne güvenlik kurallarına saygı ne de yetkililerin sorumluluğu konusu incelenmiştir. Bu sorular cezai, idari veya teknik soruşturma konusu da yapılmamıştır. Koruma yapıtlarının kötü bakımı veya yetkililerin alarm sistemi kurmadaki kusurlarına ilişkin sayısız iddianın araştırılması amacıyla hiçbir tedbir alınmamıştır. Başvurucuların tazminat talepleri, ulusal yargı organları tarafından, ilgililerin devletin kusurunun ne düzeyde doğal bir afetin kaçınılmaz sonuçlarını aşan ek bir zarar doğurduğunu gösteremedikleri gerekçesiyle reddedilmiştir. Savcılıkça bilirkişi incelemesi yaptırılmamış ve başvurucular kendilerini aşan bir kanıt yükü altına sokulmuşlardır. Devlet yetkili organlarınca gerekli soruşturma yapılmadan başvurucuların ekstra bir delil sunma yükümlülüğü altına sokulması nedeniyle Rusya hakkında m.2 uyarınca usuli yükümlülüğün yerine getirilmemiş olması nedeniyle ihlal kararı verilmiştir.

Sözleşme'nin 2. maddesi bakımından devletin pozitif yükümlüğü, insan yaşamını korumak amacıyla bütün uygun tedbirleri ve önlemleri almasıdır. [7]

“Pozitif yükümlülükleri negatif yükümlülüklerden ayıran şey şudur ki pozitif yükümlülükler devletlerin pozitif müdahalesini gerektirirken, negatif yükümlülükler müdahaleden imtina etmeyi gerektirmektedir.”[8]

Devletler, vatandaşı olsun ya da olmasın sınırları ya da fiili hakimiyeti içinde bulunan kişilerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü altındadır. Ölüm meydana gelmesi halinde ise bunun gecikmeksizin yetkili makamlar aracılığıyla soruşturulması, delil toplanması ve olayla ilgili tahkikatın neticelendirmesi devletin yükümlülüğüdür. Kişilerin haklarına kavuşamaması, eksik inceleme ve soruşturma yapılması adil yargılanma hakkının ihlali kapsamına girmekteyse de AİHM olayın özelliklerine göre daha ağır olarak nitelendirerek yaşam hakkının usuli yönden ihlal edildiğine karar verebilmektedir.

Av. İlknur GÜNGÖRDÜ

-------------

[1] M.Özel ve diğerleri/Türkiye Davası, AİHM İkinci Bölüm, B.No: 14350/05, 15245/05, 16051/05

[2] M. Özel ve Diğerleri/Türkiye Davası, para. 170

[3] Para.173

[4] Para. 174

[5] DUVAN ÖZKAN Ayşe, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2. Maddesi Çerçevesinde Yaşam Hakkının Korunmasında Devletin Yükümlülüğü, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi • Cilt 24, Sayı 2, Aralık 2018, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/60758 erişim tarihi 06.02.2023

[6] Boudaïeva ve diğerleri/Rusya, B.No.15339/02

[7] İLKİZ Fikret, Devletin Deprem Sorumluluğu, https://m.bianet.org/bianet/siyaset/133736-devletin-deprem-sorumlulugu, erişim tarihi 06.02.2023

[8] https://inhak.adalet.gov.tr/Resimler/Dokuman/10122019112811poizitif_yukumluluk.pdf, s. 11, erişim tarihi 06.02.2023