Bireylerin mülkiyet haklarıyla ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması veya böyle bir zararın oluşması durumunda kamu makamlarınca uygun yöntem ve vasıtalarla makul sürede giderimin sağlanması gerekmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir.

İlgili Kararlar:

♦ (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018)
♦ (Sevil Gümüş, B. No: 2014/13956, 9/1/2019)
♦ (Necdet Üner, B. No: 2014/2317, 10/1/2019)  
♦ (Nihal Soydan, B. No: 2015/3112, 23/1/2019)
♦ (Bülent Kerimoğlu, B. No: 2015/13109, 6/2/2019)  
♦ (Ethem Öbek, B. No: 2015/17483, 9/5/2019)  
♦ (Malaklar İnşaat Taahhüt Gıda Maden Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2016/5174, 28/5/2019)  
♦ (Ali Cem Baysal, B. No: 2016/15865, 24/10/2019)
♦ (Ayşe Sevinç ve diğerleri (2), B. No: 2017/25385, 27/2/2020)
♦ (Şükrü Karahasanoğlu, B. No: 2016/8346, 18/6/2020)
♦ (Şevket Budan, B. No: 2017/23296, 8/9/2020)
♦ (Saner Eren, B. No: 2018/1718, 12/1/2021)
♦ (Yakup Ziya Genç, B. No: 2018/18585, 16/6/2021)
♦ (Emre Alpkıray ve diğerleri, B. No: 2018/32768, 16/11/2021)
♦ (Ayşe Sabahat Gencer [GK], B. No: 2018/34950, 20/10/2022)
♦ (Cem Çanga ve diğerleri, B. No: 2019/22027, 19/1/2023)
♦ (Z.A., B. No: 2020/1178, 31/1/2023)
♦ (Hülya Göktaş, B. No: 2019/10233, 8/2/2023)
♦ (Mustafa Canıtez, B. No: 2020/3015, 8/2/2023)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

HESNA FUNDA BALTALI VE BALTALI GIDA HAYVANCILIK SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/17196)

 

Karar Tarihi: 25/10/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 18/12/2018-30629

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucular

:

1. Hesna Funda BALTALI

 

 

2. Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Fadime Eda BAYSAL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; ihtiyati haciz kararı verilmesi ve bu ihtiyati haczin uzun süredir devam etmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/10/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

7. Birinci Bölüm tarafından 20/9/2017 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. İcra Takibi ve Menfi Tespit Davası Süreci

9. Alacaklı hamil G.B. tarafından borçlular lehdar K.E. ve keşideci C.A. aleyhine 500.000 TL bedelli bonoya dayalı olarak İzmir 17. İcra Müdürlüğünün 2007/306 Esas sayılı dosyasında kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile icra takibi başlatılmıştır. Bononun keşide tarihi 12/5/2006, ödeme tarihi ise 5/3/2007 olarak düzenlenmiştir.

10. Ödeme emri borçluya 8/3/2007 tarihinde tebliğ edildikten sonra icra takibinin kesinleşmesi üzerine borçlu C.A., alacaklı ile lehdar aleyhine 6/4/2007 tarihinde İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde menfi tespit davası açmıştır. Borçlu, dava dilekçesinde bu senetten dolayı lehdara bir borcunun bulunmadığını ve yapılan ciroların usulsüz olduğunu iddia etmiştir. Borçlu ayrıca, senet arkasına yazılan "...teminat senedidir, kullanılamaz veya hatır senedidir kullanılamaz..." şeklindeki ibarelerin tahrif edildiğini ileri sürmüştür.

11. Yapılan yargılama neticesinde 21/11/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, bonoya "Emre yazılı değildir" veya bu anlama gelen "Ciro edilemez" gibi ibarelerin yazılmasının bononun kambiyo senedi niteliğini değiştirmeyeceği belirtilmiştir. Mahkeme, senedin keşideci ve lehdar arasındaki karşılıklı edimlerin teminatı olarak verildiği iddiasının hamile karşı ispat edilemediği takdirde hamil aleyhine ileri sürülemeyeceğini kabul etmiştir. Mahkemeye göre bononun ön yüzünde ve sadece "teminat" ibaresinin bulunması onun kambiyo senedi vasfını ve bu senetlere mahsus özel yol ile takibe dayanak yapılmasını engellemez. Kararda, takip dayanağı bononun hangi ilişkinin teminatı olduğunun anılan ibarede açıklanmış olmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme ayrıca, alınan imza karşılaştırmasına ilişkin bilirkişi raporlarına göre senetteki imzaların borçlu ve lehdara ait olduğunu belirtmiştir. Kararda, bilirkişi raporuna göre senedin arka yüzünde tahrifat yapıldığı kabul edilmekle birlikte bu hususun sonuca etkili görülmediği ifade edilmiştir. Mahkeme, bononun teminat maksadıyla verildiği iddiasının yazılı delil ile ispat edilemediği, ayrıca ciro zincirinde kopukluk bulunmadığı ve hamilin senedi kötü niyetle devraldığının kanıtlanamadığı kanaatiyle davanın reddi gerektiği sonucuna varmıştır.

12. Borçlu C.A. tarafından temyiz edilen hüküm, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 20/10/2015 tarihli ve E.2015/7801, K.2015/13131 sayılı ilamıyla onanmıştır. Borçlunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 9/11/2016 tarihli ve E.2016/6656, K.2016/14470 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

B. Ceza Davası Süreci

13. C.A. 9/4/2007 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığında suç duyurusunda bulunmuştur. Şikâyetçi, aralarındaki hukuki ilişki gereği K.E.ye teminat olarak bono verdiğini ve senedin arkasında “Kullanılamaz veya ciro edilemez” ibaresinin yazılı olduğunu belirtmiştir. Şikâyetçi, şüpheli K.E.nin bu ibareyi şerit düzeltici ile tahrif ederek üçüncü kişilere ciro ettiğini iddia etmiştir.

14. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2009 tarihli ve 2009/12458 sayılı iddianamesiyle, şüpheliler K.E. ve G.B.nin resmî belgede sahtecilik suçundan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 204. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 53. maddesi uyarınca cezalandırılması talebiyle dava açılmıştır.

15. İzmir 28. Asliye Ceza Mahkemesince iddianamenin kabulüne karar verilerek yapılan yargılamanın 23/8/2017 tarihli 46. oturumunda sanıkların resmî belgede sahtecilik suçundan ayrı ayrı beraatine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; takip konusu bononun İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin kararına göre geçerli bir bono olduğunun kabul edildiği, bu sebeple sanıkların üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmadığı belirtilmiştir. Karara karşı istinaf başvurusunda bulunulmuş olup Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan sorgulama sonucuna göre istinaf incelemesinin devam ettiği anlaşılmaktadır.

C. Başvuruya Konu Tasarrufun İptali Davası ve İhtiyati Haciz Süreci

1. Yargılama Süreci

16. İcra takibinin alacaklısı G.B., davalılar C.A. ve E.B. ile başvurucular aleyhine 4/7/2007 tarihinde İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tasarrufun iptali davası açmıştır. Dava, İzmir'in Urla ilçesine bağlı Bademler köyünde bulunan 21.709 m² yüz ölçümlü 153 ada 2 parsel sayılı taşınmazda mevcut 2/32 arsa paylı bodrumlu dubleks mesken niteliğindeki 3 numaralı bağımsız bölümün satışına ilişkindir. Davacı, borçlu C.A.nın keşide ettiği senet borcunu ödemediğini belirtmiştir. Davacıya göre keşide tarihinden üç gün sonra borçlu, bu bağımsız bölümü değerinin çok altında bir fiyatla tapuda E.B.ye satmıştır. Davacı; senedin ödeme günü yaklaştığında bu kişinin söz konusu taşınmazı eşi başvurucu Hesna Funda Baltalı'ya hibe ettiğini, icra takibi henüz kesinleşmeden de bu kişinin taşınmazı aslında kendisinin de eşiyle birlikte ortağı olduğu başvurucu Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti.ne (Şirket) 350.000 TL bedelle sattığını ifade etmiştir. Davacı, bu hibe ve satış işlemlerinin alacağına kavuşmasını engellemek amacıyla kötü niyetle yapıldığını belirterek tasarrufun iptali ile taşınmazın icra yoluyla satışını talep etmiştir. Davalı C.A. ise 30/10/2007 tarihli cevap dilekçesi ile davanın reddini talep etmiştir.

17. Mahkeme 28/12/2017 tarihinde davanın kabulüne ve uyuşmazlığa konu taşınmaza yönelik tasarrufların iptaline karar vermiştir. Mahkeme bu çerçevede davacıya İzmir 17. İcra Dairesinin E.2007/306 sayılı icra dosyasındaki alacak ve ferîleri ile sınırlı olmak üzere dava konusu taşınmaz üzerinde cebri icra yetkisi tanınmasına karar vermiştir. UYAP'tan sorgulandığında kararın davalı C.A. tarafından temyiz edildiği ve istinaf incelemesinin devam ettiği görülmektedir.

2. İhtiyati Haciz Süreci

18. Davacı ayrıca dava konusu taşınmazın tapu kaydına ihtiyati haciz konulmasını talep etmiştir. Mahkeme 3/7/2008 tarihli 4. oturumda, davacının ihtiyati haciz talebinin celse arası değerlendirilmesine karar vermiştir. Mahkemenin 10/7/2008 tarihli ara kararıyla, dava konusu taşınmazın tapuda davalı Şirket adına kayıtlı olması durumunda taşınmaza ihtiyati haciz konulmasına karar verilmiştir. Mahkeme 16/4/2012 tarihinde yapılan ihtiyati haciz duruşmasında, konulan ihtiyati haciz için 10.000 TL tutarında teminatın yatırılması için davacı tarafa iki hafta kesin süre vermiştir. Ara kararında, İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen menfi tespit davası ile İzmir 5. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen özel belgede sahtecilik suçundan açılan davaların sonuçlanmasının beklendiği açıklanmıştır.

19. Başvurucular 4/7/2012 tarihinde ihtiyati hacze itiraz etmiş, ihtiyati haczin teminat karşılığında kaldırılmasını talep etmişlerdir. İtiraz dilekçesinde davacının iddia ettiği alacağın çok üzerinde bir teminatın mevcut olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, ihtiyati haczin kaldırılması isteğinin duruşmalı olarak değerlendirilmesine karar vermiştir. 10/8/2012 tarihinde yapılan duruşmada, ihtiyati haciz konulan taşınmazların -diğer davalının taşınmazı ile birlikte- rayiç değerinin belirlenmesi yönünden bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda Urla Asliye Hukuk Mahkemesine talimat yazılmış, taşınmazların değeriyle ilgili olarak bilirkişilerden rapor alınması istenmiştir. Talimat mahkemesince alınan 18/12/2012 tarihli bilirkişi raporunda taşınmazların güncellenmiş değerinin 1.200.000 TL olduğu belirtilmiştir. İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesi ayrıca takibin yapıldığı İzmir 17. İcra Müdürlüğünün 2007/306 sayılı dosyasında borcun ferîleri ile birlikte ulaştığı tutarı sormuştur. İcra Müdürlüğünün 10/8/2012 tarihli cevap yazısında borç miktarının 1.216.026,22 TL'ye ulaştığı bildirilmiştir.

20. Bilirkişi raporu ile İcra Dairesinin yazısını değerlendiren Mahkeme 25/1/2013 tarihinde başvurucuların ihtiyati haczin kaldırılması talebini reddetmiştir. Ara kararında; dava konusu taşınmazın tamamının değerinin borcu karşılamadığı, aciz belgesinin verildiği tarihten itibaren geçen dört yılı aşkın sürede aciz belgesinde belirtilen borcun bir misline yakın arttığı belirtilmiştir. Mahkeme, bekletici mesele yapılan menfi tespit davası ile ceza davasının sonuçlanması uzunca bir süre alacağından ve bu arada takip konusu olan ve ödenmeyen borç miktarına faiz işlemeye devam edeceğinden borç miktarının artacağı gerekçesiyle ihtiyati haczin kaldırılması talebinin reddi gerektiği sonucuna varmıştır.

21. Başvurucular 17/1/2014 tarihinde yeniden ihtiyati haczin kaldırılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır. İhtiyati haczin kaldırılması isteğinin duruşmalı olarak değerlendirilmesine karar verilmiştir. 26/9/2014 tarihinde yapılan duruşmada başvurucular ihtiyati haczin uzun süredir devam etmesi sebebiyle mağdur olduklarını belirterek ihtiyati haczin kaldırılması talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme, davanın niteliği gereği ve 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'ndaki hükümlere uygun olarak ihtiyati haciz kararı verildiğini belirtmiştir. Mahkeme, yargılamanın uzadığını kabul etmiş ancak bu durumun ihtiyati haczin kaldırılmasını gerektirmediğini ifade etmiştir. Bu karar, duruşma sırasında başvurucular vekiline tefhim edilmiştir.

22. Başvurucular 27/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

a. İhtiyati Hacze İlişkin Düzenlemeler

23. 2004 sayılı Kanun'un "İhtiyati haciz şartları" kenar başlıklı 257. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklariyle diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir.

..."

24. 2004 sayılı Kanun'un "İhtiyati haciz kararı" kenar başlıklı 258. maddesi şöyledir:

"İhtiyati hacze 50 nci maddeye göre yetkili mahkeme tarafından karar verilir. Alacaklı alacağı ve icabında haciz sebepleri hakkında mahkemeye kanaat getirecek deliller göstermeğe mecburdur.

Mahkeme iki tarafı dinleyip dinlememekte serbesttir.

 (Ek fıkra:17/7/2003 – 4949/60 md.; Değişik: 2/3/2005-5311/16 md.) İhtiyatî haciz talebinin reddi halinde alacaklı istinaf yoluna başvurabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir."

25. 2004 sayılı Kanun'un "İhtiyati hacizde teminat" kenar başlıklı 259. maddesi şöyledir:

"İhtiyati haciz istiyen alacaklı hacizde haksız çıktığı taktirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96 ncı maddesinde yazılı teminatı vermeğe mecburdur.

Ancak alacak bir ilama müstenid ise teminat aranmaz.

Alacak ilam mahiyetinde bir vesikaya müstenid ise mahkeme teminata lüzum olup olmadığını takdir eder.

Tazminat davası ihtiyati haczi koyan mahkemede dahi görülür."

26. 2004 sayılı Kanun'un uyuşmazlık ve dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan 17/7/2003 tarihli ve 4949 sayılı Kanun'un 63. maddesi ile değişik "İhtiyati haciz kararına itiraz ve temyiz" kenar başlıklı 265. maddesi şöyledir:

"Borçlu kendisi dinlenmeden verilen ihtiyatî haczin dayandığı sebeplere, mahkemenin yetkisine ve teminata karşı; huzuriyle yapılan hacizlerde haczin tatbiki, aksi hâlde haciz tutanağının kendisine tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde mahkemeye müracaatla itiraz edebilir.

Menfaati ihlâl edilen üçüncü kişiler de ihtiyatî haczi öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde ihtiyatî haczin dayandığı sebeplere veya teminata itiraz edebilir.

Mahkeme, gösterilen sebeplere hasren tetkikat yaparak itirazı kabul veya reddeder.

İtiraz eden, dilekçesine istinat ettiği bütün belgeleri bağlamaya mecburdur. Mahkeme, itiraz üzerine iki tarafı davet edip gelenleri dinledikten sonra, itirazı varit görürse kararını değiştirebilir veya kaldırabilir. Şu kadar ki, iki taraf da gelmezse evrak üzerinde inceleme yapılarak karar verilir.

İtiraz üzerine verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Yargıtay bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir. Temyiz, ihtiyatî haciz kararının uygulanmasını durdurmaz."

27. 2004 sayılı Kanun'un 265. maddesinin 2/3/2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile değişik beşinci fıkrası şöyledir:

"İtiraz üzerine verilen karara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir. İstinaf yoluna başvuru, ihtiyatî haciz kararının icrasını durdurmaz."

28. 2004 sayılı Kanun'un "İhtiyati haczin kaldırılması" kenar başlıklı 266. maddesi şöyledir:

"Borçlu, para veya mahkemece kabul edilecek rehin veya esham yahut tahvilat depo etmek veya taşınmaz rehin yahut muteber bir banka kefaleti göstermek şartı ile ihtiyati haczin kaldırılmasını mahkemeden istiyebilir. Takibe başlandıktan sonra bu yetki, icra mahkemesine geçer."

29. 2004 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi şöyledir:

"Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar İcra ve İflâs Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümleri uygulanır."

b. Tasarrufun İptali ile İlgili Düzenlemeler

30. 2004 sayılı Kanun'un "İptal davası ve davacılar" kenar başlıklı 277. maddesi şöyledir:

"İptal davasından maksat 278, 279 ve 280 inci maddelerde yazılı tasarrufların butlanına hükmettirmektir. Bu davayı aşağıdaki şahıslar açabilirler:

1 – Elinde muvakkat yahut kati aciz vesikası bulunan her alacaklı,

2 – İflas idaresi yahut 245 inci maddede ve 255 inci maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hallerde alacaklıların kendileri."

31. 2004 sayılı Kanun'un "Acizden dolayı butlan" kenar başlıklı 279. maddesi şöyledir:

"Aşağıdaki tasarruflar borcunu ödemiyen bir borçlu tarafından hacizden veya mal bulunmaması sebebile acizden yahut iflasın açılmasından evvelki bir sene içinde yapılmışsa yine batıldır:

1 – Borçlunun teminat göstermeği evvelce taahhüt etmiş olduğu haller müstesna olmak üzere borçlu tarafından mevcut bir borcu temin için yapılan rehinler;

2 – Para veya mutat ödeme vasıtalarından gayrı bir suretle yapılan ödemeler;

3 – Vadesi gelmemiş borç için yapılan ödemeler.

4. (Ek : 9/11/1988 - 3494/54 md.) Kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhler.

Bu tasarruflardan istifade eden kimse borçlunun hal ve vaziyetini bilmediğini ispat eylerse iptal davası dinlenmez."

32. 2004 sayılı Kanun'un "Zarar verme kastından dolayı iptal" kenar başlıklı 280. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu malî durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde iptal edilebilir. Şu kadar ki, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflâs yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır."

2. Yargıtay İçtihatları

33. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 21/2/2014 tarihli ve E.2013/1, K.2014/1 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"Dava; Anayasanın 36 maddesi ile 'hak arama' hürriyeti kapsamında herkese tanınmış, olan temel bir hukuki koruma ve korunma yöntemidir. Dava yönteminin yasalarla önceden belirlenmiş bir süreci vardır ve bu süreç de ayrıntılı bir incelemeyi gerektirir. Bu süreçlerin tamamlanması aşamasında, hakkın özünün zarar görmemesi için geçici hukuki korumalara hep ihtiyaç duyulmuş ve bu konudaki gereklilik gün geçtikte önem kazanmaktadır. Bazen geçici tedbir taleplerinin karşılanması, asıl yargılamanın önüne geçmektedir.

Bu bağlamda gerek davadan önce gerekse dava sırasındaki geçici hukukî korumalar, kişilerin haklarının korunması bakımından ve özellikle hak arama hürriyetinin etkin olarak gerçekleşmesi bakımından hayati bir misyona sahiptir. Diğer bir ifadeyle, hukukî korunma talebini günümüzde, hak arama hürriyetinin en etkin bir 'unsuru', 'enstrümanı' ya da 'ayrılmaz bir parçası' olarak tanımlanabilir.

Bir hukuk devletinde herhangi bir hakkın anayasalarla salt tanınmış olması yeterli olmayıp, bunun yanında devlete bu hakların etkin kullanılması ve kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılması bakımından bir takım pozitif ödevler yüklenmiştir.

Bu pozitif yükümlülüğün bir gereği olarak devletin sadece yalın olarak hak arama ve hukukî korunma yollarını düzenlemesi ve bunları yürürlükte tutması yeterli değildir. Çağdaş devletler; aynı zamanda bu yolların etkinliğini sağlamak amacıyla verilecek kararların uygulanabilir olması için gerekli önlemleri almak, hukukî korunma ihtiyacını etkin karşılayabilmek için gerekli kuralları koymak, gerekli kurumları oluşturmak ve tüm bunları uygulamak, uygulatmak ve uygulamayı izleyerek gerekli önemleri almak gibi yükümlülükleri de yerine getirmelidir.

...

2. İhtiyati Haciz Kararları

...“ihtiyati tedbir” ile “ihtiyatı haciz” aynı mahiyette olduğu halde bunların temyiz kapsamında olmadığı kabulü üzerinden yasa koyucu bu konudaki iradesini aşağıdaki belirtilen düzenlemelerle sadece ihtiyati haciz için İcra İflas Kanunu’nda yaptığı özel bir düzenlemeyle ortaya koymuştur.

İhtiyati haciz geçici hukuki korumanın bir türü olup, tabi olduğu kanun yolu bakımından HMK’nun 341/(1) maddesine göre aynı usule (istinaf yoluna) tabi kılınmaktadır. Yine 406/(2) maddesi gereği ihtiyati hacze ilişkin kararlarla ilgili diğer kanunlarda yer alan özel kanun hükümlerinin saklı olduğu ifade edilmektedir.

Nitekim eski düzenlemede, ihtiyati haciz talebinin reddi halinde temyiz yoluna başvurma imkânı yokken 17.7.2003 tarihli ve 4949 sayılı Kanunun. 64 ve 65 maddeleriyle İİK’nın 258 ve 265 inci maddelerinde değişiklik yapılmış ve böylece buna ilişkin karara karşı da temyiz yolu açılmıştır.

...

İcra ve İflas Kanunun 265. maddesinde değişiklik yapan bu kanunun 64. maddesinin gerekçesinde: '...Maddeyle, Kanunun 258 inci maddesinde yapılan değişikliğe paralel olarak, birinci fıkrada yer alan ve ihtiyati haczin temyiz edilemeyeceğine ilişkin olan hüküm, madde metninden çıkartılmıştır.

Maddeye eklenen fıkra ile, menfaati ihlal edilen üçüncü kişilere ihtiyati hacze "itiraz" olanağı getirilmiştir. Nitekim İsviçre İcra ve İflas Kanununda yapılan değişiklikle, üçüncü kişilere de bu olanak tanınmıştır. Zira ihtiyati haciz geçici bir hukuki koruma olup, bu karar bazen karşı taraf dinlenmeden ve ispat aranmadan verilebilmektedir. Bunun sonucu olarak, borç ilişkisinin dışında kalan üçüncü kişileri de doğrudan doğruya etkileyecek tarz ve içerikte ihtiyati haciz kararı verilebilmekte, üçüncü kişilerin bu durum karşısında kendilerini açık bir hükümle koruma olanağı bulunmamaktadır. Üçüncü kişinin ileri sürebileceği itiraz sebebinin ihtiyati haciz nedenlerine veya teminata ilişkin olabileceği belirtilmek suretiyle itiraz konusundaki tereddütlerin ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Görev konusu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre belirleneceğinden maddede ayrıca belirtilmemiştir. İhtiyati haciz talebine esas teşkil eden alacak para alacağı olduğundan, alacağın miktarına göre sulh veya asliye hukuk mahkemesi görevli olacaktır.

Maddede, borçlunun veya üçüncü kişinin yaptığı itiraz üzerine yargılama yapıp karar veren mahkemenin bu kararına karşı temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiş ve konunun ivediliği nedeniyle başvurunun Yargıtayca öncelikle ve kesin olarak sonuçlandırılacağı hükme bağlanmıştır. Ayrıca uygulamada ortaya çıkabilecek duraksamaları gidermek amacıyla, ihtiyati haciz kararına itiraz üzerine verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulması halinde bu başvurunun ihtiyati haciz kararının uygulanmasını durdurmayacağı hükme bağlanmıştır.' denilmektedir.

Daha sonra Bölge Adliye Mahkemelerinin kuruluşuna uyum sağlamak amacıyla 2.3.2005 tarih ve 5311 sayılı Kanunun 17. maddesi ile: ... şeklinde yeniden değişiklik yapılmış ve 'kanun yolu olarak daha önceden öngörülen temyiz, istinaf olarak' değiştirilmiştir.

İcra ve İflas Kanunundaki bu düzenleme konusunda bir geçiş hükmü öngörülmediğinden, mevcut ve yürürlükteki düzenlemeye göre istinaf yolu fiilen faaliyete geçmediğinden temyiz yolunun ve istinaf yolunun ihtiyati haciz kararlarına yapılan itirazın reddi kararlarının da temyiz yolu ile incelenmesinin mümkün olup olmadığı bizim tartışma konumuz değildir.

Yasa koyucu sadece uygulamada önem arzeden ihtiyati tedbir ve ihtiyatı hacze karşı istinaf yolunu açmış diğer geçici hukuki tedbirler (delil tespiti, defter tutma gibi) bu kapsama dâhil edilmemiştir."

34. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 11/11/2008 tarihli ve E.2008/4062, K.2008/4893 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"İİK 257 maddesi hükmünde, rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısına, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacakları ile diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilme hakkı tanınmış olup, aynı kanunun 259. maddesi hükmünde de ihtiyati haciz istiyen alacaklının, hacizde haksız çıktığı taktirde borçlu ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan sorumlu olduğu açıklanmıştır. Öğreti ve uygulamada İİK'nun 259 maddesi hükmü ile getirilen bu sorumluluğun kusursuz sorumluluk olduğu ve ancak maddi tazminat talepleri yönünden uygulanabileceği kabul edilmektedir.

İhtiyati haciz nedeniyle maddi tazminata hükmedilebilmesi için davalı tarafın istemi üzerine verilmiş ve uygulanmış bir ihtiyati haciz kararının bulunması, ihtiyati haczin herhangi bir nedenle kendiliğinden kalkması veya itiraz üzerine kaldırılması ya da açılan istihkak davasının davacı taraf lehine sonuçlanması, davacının ihtiyati haczin uygun sonucu olarak maddi bir zararının meydana geldiğinin kanıtlanması yeterlidir..."

B. Uluslararası Hukuk

35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında kişilerin diğer özel kişilerden olan alacaklarına kavuşmaları için bir icra sisteminin kurulması ve işletilmesi devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri kapsamında incelenmiştir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005; §§ 88-93; Zuzane/Letonya (k.k.), B. No: 33674/02, 21/5/2013, §§ 62-66; Dimitrova ve diğerleri/Bulgaristan (k.k.), B. No: 54833/07, 3/11/2016, §§ 26-41).

36. AİHM, mülkiyet hakkı bağlamında yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmadığına ilişkin iddia ve şikâyetleri -ister bir suç isnadı isterse de bir medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin olsun- yargılama sırasında uygulanan tedbirlerin mülkiyet hakkına etkileri kapsamında değerlendirmektedir. AİHM ayrıca mülkiyeti sınırlandıran tedbirlerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 33; Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 61; Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36).

37. Poiss/Avusturya (B. No: 9816/82, 23/4/1987) kararında, başvurucunun taşınmazını geçici olarak kullanmasının ve taşınmazı üzerinde tasarruf etmesinin önüne geçen bir tedbirin uygulanması mülkiyet hakkına müdahale olarak görülmüştür. AİHM, başvuruyu mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş ve müdahaleye konu tedbirin yirmi dört yıldır devam etmiş olduğuna dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (Poiss/Avusturya, §§ 61-70).

38. Diğer taraftan Köktepe/Türkiye (B. No: 35785/03, 22/7/2008) kararında, taşınmazın tapu kaydına konulan şerhin mülkiyet hakkına etkisi ayrıntılı olarak tartışılmıştır. AİHM; derece mahkemelerinin anayasal gerekçelerle başvurucunun mülkünün bir bölümüne tahdit getirdiği, bu mahrumiyetin doğanın ve çevrenin korunması şeklindeki kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu, dolayısıyla hukuka aykırı ve keyfî hiçbir işlem bulunmadığını kabul etmiştir. AİHM, başvurucunun taşınmazı 1993 yılında iyi niyetle edindiğini de vurgulamıştır. Mülkiyet hakkına yapılan bu müdahaleye karşın iç hukukta etkin bir tazminat yolunun mevcut olmadığı ise kararda özellikle belirtilmiştir. AİHM, başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasının engellenmesine rağmen bir tazminat ödenmemiş olması nedeniyle kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır. Bu doğrultuda başvurucunun şahsi olarak olağan dışı ve aşırı bir yüke katlanmış olduğu kanaatiyle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Köktepe/Türkiye, §§ 67-93).

39. Son olarak Joannou/Türkiye (B. No: 53240/14, 12/12/2017) kararında ise herhangi bir tedbir uygulanmasa dahi mülkiyet hakkını ilgilendiren bir sürecin belirsizliğe yol açacak şekilde makul olmayan bir süre devam etmesi mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür (Joannou/Türkiye, §§ 88-106). AİHM mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükleri bağlamında kamu makamlarının zamanında, makul ve uygun bir biçimde hareket etme yükümlülüğü olduğuna işaret etmiştir (Joannou/Türkiye, § 90).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

40. Mahkemenin 25/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

41. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

42. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

43. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

44. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 11-14).

45. Ferat Yüksel kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).

46. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

47. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

49. Başvurucular, davalı sıfatıyla yer aldıkları tasarrufun iptali davasında davacının talebi üzerine İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesince İzmir'in Urla ilçesine bağlı Bademler köyünde bulunan 153 ada 2 parsel sayılı taşınmazda mevcut 2/32 arsa paylı 3 numaralı bağımsız bölümün tapu kaydına haksız ve hukuka aykırı olarak ihtiyati haciz konulduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca ihtiyati haciz kararı verilmesinden bu yana yaklaşık yedi yıl gibi bir süre geçmesi karşısında uygulanan ihtiyati haczin tedbirden çok bir cezaya dönüştüğünü ifade etmişlerdir. Başvuruculara göre davacıların ihtiyati haciz konulan taşınmaz dışında alacaklarını tahsil edebilmek için yeterli teminatları mevcuttur. Dolayısıyla başvurucular, ihtiyati haciz kararı konulmasının gerekli olmadığını iddia etmişlerdir.Başvurucular, konulan ihtiyati haciz sebebiyle mülklerini kullanamadıklarını ve bu taşınmazla ilgili hiçbir tasarrufta bulunamadıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular sonuç olarak taşınmaza ihtiyati haciz konulması ve bu sürecin uzaması nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

1. Başvurucu Hesna Funda Baltalı'nın Şikâyeti Yönünden

50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.

51. Buna göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun güncel bir hakkının ihlal edilmesi, bu ihlalden dolayı kişinin kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması, bunların sonucunda başvurucunun kendisinin mağdur olduğunu ileri sürmesidir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

52. Bir başvurunun kabul edilebilmesi için başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp ihlalden doğrudan etkilendiğini yani mağdur olduğunu göstermesi veya mağdur olduğu konusunda Anayasa Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi de mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli değildir (Ayşe Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/2/2014, § 24).

53. Somut olayda ise başvuru formunda, tasarrufun iptali davasına konu taşınmaz ile ilgili olarak verilen ihtiyati haciz kararından yakınılmaktadır. Bu davanın konusu ise İzmir'in Urla ilçesine bağlı Bademler köyünde bulunan 153 ada 2 parsel sayılı taşınmazda başvurucu Şirket adına tapuda kayıtlı olan 2/32 arsa paylı 3 numaralı bağımsız bölümdür. İhtiyati haciz kararının da 10/7/2008 tarihinde söz konusu taşınmaza ilişkin olarak verildiği görülmektedir. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu ihtiyati haciz konulan taşınmaz tapuda başvurucu Hesna Funda Baltalı adına kayıtlı olmayıp diğer başvurucu Şirket adına tescillidir. Başvurucu Hesna Funda Baltalı ise söz konusu taşınmazın önceki malikidir. Bu başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu ihtiyati haciz kararı bakımından kişisel olarak doğrudan ve güncel bir hakkının etkilenmediği anlaşıldığından, mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden başvurucu Hesna Funda Baltalı'nın mağdur sıfatı bulunmamaktadır.

54. Açıklanan gerekçelerle başvurucu Hesna Funda Baltalı'nın mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Başvurucu Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti.nin Şikâyeti Yönünden

a. İhtiyati Haczin Konulmasına İlişkin Şikâyet

55. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

56. 2004 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesine göre gerek ihtiyati haciz kararının verildiği ve gerekse de başvuru tarihi itibarıyla yürürlükte olan aynı Kanun'un 265. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca itiraz üzerine mahkemece verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir (bkz. §§ 26, 29, 33). Somut olayda başvurucu ihtiyati haciz kararının haksız ve hukuka aykırı olarak verildiğini ileri sürmekte ise de anılan kanun hükmüne göre başvurucunun bu iddialarını temyiz aşamasında dile getirebileceği açıktır. Dolayısıyla somut olayda başvurucu, iddialarını ileri sürebileceği temyiz olağan kanun yolunu tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunmuştur.

57. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. İhtiyati Haciz Sürecinin Makul Sürede Sonuçlanmadığına İlişkin Şikâyet

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

58. Somut olayda başvurucu, ihtiyati haciz sürecinin altı yılı aşkın bir süreden beri devam ediyor olmasından şikâyet etmektedir. Bu durumda başvurucunun bu şikâyetinin incelenebileceği, etkili ve objektif olarak sonuç alabileceği bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.

59. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkisi bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).

60. 2004 sayılı Kanun'un 259. maddesinde, borçlu ve üçüncü kişinin ihtiyati haczin haksız çıkması hâlinde uğradığı zararların tazmini için ihtiyati haciz isteyen alacaklı aleyhine dava açabileceği hüküm altına alınmıştır. Buna göre açılacak dava sonucunda tazminata hükmedilebilmesi için haciz talep edenin haksız çıkması ve hacizden dolayı bir zararının doğmuş olması gerekmektedir. Ancak ihtiyati haciz talebinin haksız çıkması koşuluna bağlı olarak açılabilecek bu davanın ihtiyati hacze ilişkin bütün zararların giderimini kapsamadığı görülmektedir. Ayrıca bu davanın yalnızca ihtiyati haciz talep edenin sorumluluğu ile sınırlı olduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 34).

61. Diğer taraftan alacaklı taraf aleyhine açılabilecek böyle bir dava, ihtiyati haciz süreci ile ilgili mülkiyet hakkı yönünden devletin pozitif yükümlülüklerinin bir unsuru olarak değerlendirilmelidir. Buna göre müdahalenin mülkiyet hakkının korunması için gerekli diğer ölçütlerin de yerine getirilip getirilmediği dikkate alınmak suretiyle uygulanan sürecin bütün yönleriyle birlikte incelenmesi zorunludur. Somut olay bakımından da başvuruya konu olayda uygulanan usulün bütünü gözetilerek şikâyet edilen ihtiyati haciz süreci kapsamında Anayasa'nın 35. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının korunması için gerekli bütün tedbirlerin alınıp alınmadığı incelenmelidir.

62. Başvuru konusu olayda yukarıda değinildiği üzere 2004 sayılı Kanun'un 259. maddesinde öngörülen tazminat davası, yalnızca yargılama sonunda lehine tedbir konulan tarafın haksız çıkması durumunda açılabilecek bir başvuru yolu olduğundan -somut olay bakımından- iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici ve etkili bir yol olarak görülmemiştir.

63. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, yargılamanın henüz sonuçlanmamış olduğunu dikkate almaktadır. Dolayısıyla gerek yargılamanın devam ediyor olması gerekse de bireysel başvurunun ikincil doğası gereği ihtiyati tedbir uygulanmasının haklı veya adil olup olmadığıyla ilgili bir değerlendirme yapılması söz konusu değildir. Bununla birlikte başvurucunun ihtiyati tedbirin uzun bir süre devam ediyor olmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığı yönündeki iddiası, yargılamanın sonucuna bağlı bir iddia niteliği taşımamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun belirtilen bu şikâyeti ile ilgili olarak etkili bir başvuru yolunun mevcut olmadığı da gözetildiğinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

64. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

65. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

66. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, haksız ve hukuka aykırı olarak ihtiyati haciz kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de başvurucunun temel iddiasının ihtiyati haciz kararı verilmesi ve bu sürecin uzun sürmesi üzerine mülkiyetinden yararlanma ve tasarruf etme yetkisinin kısıtlanması nedeniyle mülkiyet hakkı ile ilgili olduğu anlaşılmış; başvurucunun bu iddiasının bir bütün hâlinde mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

67. Başvuruya konu ihtiyati haciz konulan taşınmazın başvurucu adına tapuda kayıtlı olduğu anlaşıldığından başvurucunun taşınmazının ekonomik değer ifade eden bir mülk teşkil ettiği hususu tartışmadan varestedir.

 (1) Genel İlkeler

68. Başvuru konusu olayda özel kişiler arasındaki borç ilişkisi nedeniyle alacaklının alacağının zamanında ödenmesinin teminat altına alınması amacıyla borçlunun taşınmazı üzerindeki tasarruf yetkisinin bir mahkeme kararına dayalı olarak geçici şekilde kısıtlanması söz konusudur. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kararında kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda dahi devlete düşen pozitif yükümlülükler olduğunu kabul etmiştir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44; Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, §§ 36-41).

69. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., § 44).

70. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bazı durumlarda devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılması da mümkün olamamaktadır. Üstelik devletin ister pozitif isterse de negatif yükümlülükleri söz konusu olsun, uygulanacak ilkeler de çoğunlukla önemli ölçüde benzeşmektedir.

71. Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası uyuşmazlıklar ile ilgili olsun ya da olmasın- yargı kararlarının uygulanması ve kişilerin alacaklarına kavuşması bakımından etkili bir icra sistemi kurma sorumluluğu bulunmaktadır. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri, karşılıklı hak ve menfaatler dengesine dayanmaktadır. Alacakların icrasına ilişkin süreç bakımından da durum böyledir. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da ifade edildiği üzere icra edilebilir nitelikteki alacak hakları da Anayasa'nın 35. maddesine göre mülkiyet hakkının kapsamındadır. Dolayısıyla bir tarafta alacaklının mülkiyet hakkı kapsamında bulunan bir alacak söz konusudur. Diğer tarafta ise alacaklının bu alacağa kavuşması için, borçlunun haczedilerek satılması öngörülen, mülkiyet hakkı kapsamındaki mal varlığı bulunmaktadır.

72. Devlet bu sistemi kurarken gerek alacaklının gerekse de borçlu ve diğer ilgili üçüncü kişilerin hak ve menfaatlerini gözetmek, kişilerin mülkiyet haklarının korunması için gerekli tedbirleri almak durumundadır. Buna göre bir yandan alacaklının mülkiyet hakkında bulunan alacağına kavuşması için etkin bir icra yolunun oluşturulması, diğer yandan da icradan etkilenen borçlu ve diğer ilgili kişilere, mülkiyet haklarına yapılan müdahalelerin keyfî veya hukuka aykırı olduğunu ileri sürebilmeleri için etkin biçimde itiraz edebilme olanağının tanınması gerekmektedir.

73. Diğer taraftan mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekir. Bireylerin mülkiyet haklarıyla ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması veya böyle bir zararın oluşması durumunda kamu makamlarınca uygun yöntem ve vasıtalarla makul sürede gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

74. Somut olay bağlamında kanun koyucu, 2004 sayılı Kanun'u düzenleyerek bir yandan alacaklının alacağına geç olmadan ve parasının değerini kaybetmeden kavuşabilmesi için diğer yandan da borçlunun hak ve menfaatlerinin gözetildiği bir sistem kurmayı amaçlamıştır. Bu Kanun'da alacakların icrası ve ilamların yerine getirilmesi için icra ve iflas daireleri ile icra mahkemelerinin kurulması ve böylelikle icra sürecinin devletin gözetimi ve sorumluluğu altında işlemesi öngörülmüştür. Kanun ile, alacaklının talebi üzerine başlatılacak icra takibinde icra müdürlüğü aracılığıyla borçlunun mallarının haczedilmesi ve haczedilen malların satılarak paraya çevrilmesi neticesinde alacaklının alacağına kavuşmasına imkân tanınmıştır. Borçluya ise yapılan bu işlemlere karşı çeşitli itiraz ve dava açma yolları tanınmıştır.

75. Yargıtay içtihadında, ihtiyati haciz özetle alacaklının para alacağının zamanında ödenmesini teminat altına almak için borçlunun malları üzerindeki tasarruf yetkisinin bir mahkeme kararına dayalı olarak icra müdürlüğünce geçici olarak kısıtlanması olarak tanımlanmaktadır (bkz. § 33). Bu kararlarda alacaklının alacak konusu paraya nihai süreç sonunda kavuşabilmesini sağlayacak olan takibin teminat altına alınması amacıyla konulan ihtiyati haczin geçici bir hukuki koruma tedbiri olduğu ifade edilmektedir. Böylece ihtiyati haciz yoluyla borçlunun mevcut veya müstakbel icra takibini etkisiz ve başarısız kılmaya yönelik davranışlarına engel olunmaya çalışılmaktadır. İhtiyati haciz tedbiri, kural olarak borçlunun paraya çevrilebilecek mal varlığına yöneliktir.

76. Taşınmazın tapu kaydına mahkeme tarafından ihtiyati haciz şerhi konulmasıyla başvurucu mülkünden -mevcut aşama itibarıyla- yoksun bırakılmamıştır. Ayrıca taşınmaza fiilen el atılmadığı, başvurucunun taşınmazı fiilen kullanması ve yararlanması yönünde herhangi bir engelin de bulunmadığı görülmektedir. Bunun yanında tedbirin yalnızca uyuşmazlığa konu taşınmaz ile sınırlı olarak uygulandığı da dikkate alınmalıdır. Ancak bu tedbir şerhi nedeniyle başvurucunun taşınmazı ile ilgili ekonomik ve hukuki tasarruflarda bulunması önemli ölçüde sınırlandırılmıştır. Üstelik söz konusu sınırlandırmanın taşınmazın değeri üzerinde olumsuz bir etkisinin bulunduğu da açıktır.

77. Başvurucu esas itibarıyla tasarrufun iptali davasına konu icra takibinin asıl borçlusu değildir. Bununla birlikte alacaklı taraf, borçlunun alacağına kavuşmasını engellemek amacıyla uyuşmazlık konusu taşınmazı başvurucuya sattığını iddia ederek tasarrufun iptali davasını açmıştır (bkz. §§ 16, 17). Mahkeme ise söz konusu davada 2004 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerini gözeterek ve ihtiyati hacze ilişkin aynı Kanun'daki hükümler doğrultusunda davanın ve takibin sonuçsuz kalmaması için başvurucunun taşınmazına ihtiyati haciz konulmasına karar vermiştir (bkz. §§ 18-21). Dolayısıyla ihtiyati haczin alacaklının mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının korunması yönündeki meşru amaç doğrultusunda belirli, öngörülebilir ve ulaşılabilir mahiyetteki kanun hükümlerine dayalı olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan başvurucuya, uygulanan ihtiyati hacze etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağının tanındığı da görülmektedir.

78. Dava konusu mal varlığı değerine ihtiyati haciz konulmasının esas amacı, alacaklının para alacağının zamanında ödenmesini güvence altına almaktır. Buna göre somut başvuruya konu davada yalnızca dava konusu taşınmaz ile sınırlı olarak ve alacağın güvence altına alınmasını sağlamak amacıyla taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisini sınırlayacak şekilde ihtiyati haciz şerhi konulmasının kamu makamlarının takdir yetkisi kapsamında kaldığı değerlendirilmektedir. Ancak başvuru konusu olayda başvurucunun taşınmazının tapu kaydına konulan ihtiyati haciz şerhinin 10/7/2008 tarihinden bu yana yaklaşık 10 yıl 3 aydır devam ettiği görülmekte olup süreç bir bütün olarak dikkate alındığında bu sürenin makul olmadığı kuşkusuzdur.

79. Bu itibarla muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında -somut olayda olduğu gibi- devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde taşınmaz üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi mevcut ise de bu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerekmektedir. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir.

80. Somut olayda ise başvurucunun taşınmazı ile ilgili olarak uygulanan ihtiyati haczin yaklaşık on yılı aşkın bir süredir devam etmesinin mülkiyet hakkı sınırlandırılan başvurucuyu -bu sürenin uzunluğu dikkate alındığında- makul olandan daha fazla bir zarara uğrattığı anlaşılmaktadır. Buna rağmen başvurucunun kamu makamlarının kusuruna dayalı olarak tedbirin uzun sürmesi nedeniyle uğradığı söz konusu zararın giderimine ilişkin herhangi bir hukuk yolu mevcut değildir. Dolayısıyla başvurucunun taşınmazı üzerinde hukuki tasarruflarda bulunmasını sınırlandıran başvuruya konu ihtiyati haciz şerhinin yaklaşık on yılı aşkın bir süreden beri devam ettiği, başvurucunun bu yüzden doğan zararının ise giderilmediği gözetildiğinde uygulanan tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin olarak somut olay bağlamında devletin pozitif yükümlülüklerinin tam ve etkin bir biçimde yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.

81. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

82. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

83. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

84. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

85. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, § 56).

86. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

87. Başvurucular, ihtiyati haciz kararının kaldırılması talebinde bulunmuş olup maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmamıştır.

88. Anayasa Mahkemesi, ihtiyati haczin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin, yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

89. Başvurucu haczin kaldırılmasını talep etmekle birlikte somut olay bakımından ihtiyati haczin uygulanması ile ilgili şikâyet yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Dolayısıyla ihtiyati haciz sürecinin makul bir sürede sonuçlanmadığı tespit edilerek mülkiyet hakkının ihlaline karar verildiği gözetildiğinde üçüncü bir kişinin de hakkını etkileyecek şekilde ihtiyati haczin kaldırılmasına karar verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Buna göre Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı ihtiyati haczin kaldırılmasını gerektirmemektedir.

90. Sonuç olarak başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Ancak başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmamıştır. Bu sebeple ihlalin tespitiyle yetinilmesine ve bilgilendirilmesi amacıyla kararın bir örneğinin İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

91. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvurucu Hesna Funda Baltalı yönünden kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvurucu Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti.nin ihtiyati haczin konulması yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvurucu Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti.nin ihtiyati haczin makul sürede sonuçlanmadığı yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

E. Kararın bir örneğinin İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2007/257) GÖNDERİLMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SEVİL GÜMÜŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/13956)

 

Karar Tarihi: 9/1/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Sevil GÜMÜŞ

Vekili

:

Av. Süleyman COŞKUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın tapu kaydı üzerine konulan ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/8/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Olaylar

8. Başvurucu ile müteahhit A.U. arasında 12/7/1990 tarihinde noter aracılığıyla arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlenmiştir. Sözleşme ile, Balıkesir ili Gönen ilçesi Rüstem Mahallesinde bulunan ve başvurucu adına kayıtlı olan 290 ada 1 parsel sayılı taşınmaz üzerine bina yapma yükümlülüğü karşısında müteahhit A.U.ya sekiz dairenin verilmesi kararlaştırılmıştır. Müteahhit ile üçüncü kişiler arasında noter aracılığıyla bu sekiz daireye ilişkin bağımsız bölüm satış vaadi sözleşmesi düzenlenmiştir.

9. Başvurucu, müteahhit tarafından arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan edimin yerine getirilmediği gerekçesiyle Gönen (Balıkesir) Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) sözleşmenin feshi davası açmıştır. Mahkemece 1/7/2004 tarihli karar ile sözleşmenin feshine karar verilmiştir. Bu karar 6/3/2006 tarihinde kesinleşmiştir.

10. Diğer taraftan müteahhit A.U. ile bağımsız bölüm satış vaadi sözleşmesi yapan kişiler, yapmış oldukları sözleşme kapsamındaki haklarının korunması ve teslim edilmeyen bağımsız bölümler için ödenen bedellerin sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iade edilmesi talebiyle müteahhit A.U. ile başvurucu aleyhine 16/12/2005 tarihinde aynı mahkemede dava açmışlardır. Davacılar aynı zamanda ihtiyati tedbir talebinde de bulunmuş olup bu talep Mahkemece kabul edilerek dava konusu taşınmazın tapu kaydına aynı tarihte ihtiyati tedbir konulmuştur.

11. Başvurucu 15/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Olaylar

12. Mahkeme 28/11/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme davanın eser sözleşmesinden kaynaklandığını ve binanın iskân ruhsatının bulunmadığını, son katının da kaçak olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre yapının mevcut hâliyle kullanılabilir olmayıp güçlendirme de yeniden yapım maliyetine çok yakın bir maliyete yol açacaktır. Mahkeme ayrıca iskân ruhsatı bulunmayan, deprem yönetmeliğine uygun olmayan ve bir katının da kaçak olduğu görülen inşaatın ekonomik bir değer de taşımadığını vurgulamıştır.

13. Karar, Yargıtay 13. Hukuk Dairesince 21/10/2015 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, davanın konut satışından kaynaklandığı ve bu yüzden tüketici mahkemesi sıfatıyla davaya bakılması gerektiği belirtilmiştir.

14. Bozma üzerine tüketici mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama neticesinde mahkeme aynı gerekçelerle 19/7/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.Taraflarca temyiz edilmeyen karar 20/4/2018 tarihinde kesinleşmiştir.

15. Başvurucunun 15/5/2018 tarihli talebi üzerine Mahkeme 17/10/2018 tarihinde dava konusu taşınmazın tapu kaydı üzerindeki ihtiyati tedbir şerhinin kaldırılması için tapu müdürlüğüne müzekkere yazmıştır. Gönen Tapu Müdürlüğünün cevap yazısında söz konusu şerhin 17/10/2018 tarihinde kaldırıldığı bildirilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

16. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 101. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hakim iki taraftan birinin talebiyle davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve şekillerde ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:

1 - Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı ise bunun haciz veya yeddiadle tevdiine,

2 - Münazaalı şeyin muhafazası için lazım gelen her türlü tedbirlerin ittihazına,

..."

17. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 389. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir."

B. Uluslararası Hukuk

18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. (GK), B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-39.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 9/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

20. Başvurucu, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

21. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

22. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

23. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).

24. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

25. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

29. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

30. Anayasa Mahkemesi muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

31. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için ise gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

32. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Nitekim başvurucunun taşınmazının tapu kaydına 16/12/2005 tarihinde ihtiyati tedbir şerhi konulmuş ve bu şerh ancak davanın reddine ilişkin karar kesinleştikten sonra 17/10/2018 tarihinde kaldırılabilmiştir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir sürecinin yaklaşık on iki yıl on ay sürdüğü tespit edilmiştir. Bu tedbir süreci bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı ise kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği, başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin olarak somut olay bağlamında devletin pozitif yükümlülüklerinin tam ve etkin bir biçimde yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.

33. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

35. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).

36. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

37. Başvurucu ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

38. Anayasa Mahkemesi, ihtiyati tedbirin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin, yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

39. Başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

40. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

41. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Gönen Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/36, K.2017/578) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NECDET ÜNER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/2317)

 

Karar Tarihi: 10/1/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Necdet ÜNER

Vekili

:

Av. Bahadır DOĞANCI

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mirastan feragat sözleşmesinin iptali talebiyle aleyhe açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; dava konusu taşınmazlar üzerine konulan ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/2/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda bildirilen görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini ifade etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. İstanbul'un Çatalca ilçesine bağlı Muratbey köyünde bulunan 332, 1279 ve 1758 ile yine aynı ilçeye bağlı Ferhatpaşa Mahallesinde bulunan 237 ada 15 ve 242 ada 31 parsel sayılı taşınmazlar tapuda başvurucunun murisi M.Ü. adına kayıtlıdır. M.Ü. ile mirasçıları arasında Çatalca 1. Noterliğinde 6/10/1998 tarihinde mirastan feragat sözleşmesi düzenlenmiştir. M.Ü. 27/4/2001 tarihinde vefat etmiştir.

9. Mirasçılardan başvurucunun kardeşleri olan N.G., N.Ö., N.Y. ve N.D., muvazaalı olarak murisleri tarafından başvurucuya devredildiğini ileri sürdükleri taşınmazlara ilişkin ihtiyati tedbir talebinde bulunmuşlar, Çatalca Sulh Hukuk Mahkemesinin 26/6/2001 tarihli kararı ile asıl dava açılıncaya kadar bu taşınmazların tapu kayıtları üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmiştir.

10. Başvurucunun kardeşleri, muvazaalı olarak murisleri tarafından başvurucuya devredilen taşınmazlara ilişkin olarak başvurucu aleyhine 2/7/2001 tarihinde Çatalca 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Dava dilekçesinde ayrıca dava konusu taşınmazlara ilişkin ihtiyati tedbir konulması talebinde bulunulmuştur. Mahkeme 31/10/2001 tarihinde anılan taşınmazların tapu kayıtları üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar vermiştir. Mahkeme, taraflar arasında 6/10/1998 tarihinde noter huzurunda düzenlenmiş mirastan feragat sözleşmesini dikkate alarak 9/12/2003 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Bu karar Yargıtay 1. Hukuk Dairesince 22/4/2004 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 11/10/2004 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

11. Başvurucunun kardeşleri aynı taşınmazlara ilişkin olarak Çatalca Sulh Hukuk Mahkemesinden yeniden ihtiyati tedbir talebinde bulunmuşlardır. Talebi kabul eden Mahkeme 26/12/2003 tarihinde asıl dava açılıncaya kadar anılan taşınmazların tapu kayıtları üzerine ihtiyati tedbir şerhi konulmasına karar vermiştir.

12. Başvurucunun kardeşlerince 6/10/1998 tarihli mirastan feragat sözleşmesinin iptali talebiyle 5/1/2004 tarihinde Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde başvurucu aleyhine dava açılmıştır. Mahkeme 25/3/2011 tarihinde davanın reddine, dava konusu taşınmazları tapu kaydı üzerine konulan ihtiyati tedbirin ise karar kesinleşinceye kadar devamına karar vermiştir.

13. Temyiz edilen karar, Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 24/1/2013 tarihinde onanmıştır. Ancak davacıların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/10/2013 tarihli kararı ile kabul edilerek ilk derece mahkemesinin kararı bozulmuştur. Yargıtay kararının gerekçesinde, önceki davanın muvazaa hukuki sebebine dayalı olduğu, bu nedenle o davada verilen hükmün ehliyetsizliğe dayalı olarak açılan bu davada kesin hüküm teşkil edemeyeceği vurgulanmıştır. Daire murisin ehliyetsizliği sebebiyle davanın kabulü ile 6/10/1998 tarihli sözleşmenin hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

14. Başvurucu 19/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

15. Bozma kararına uyan Mahkeme 17/4/2014 tarihinde davanın kabulüne ve miras sözleşmesinin hükümsüzlüğüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 29/4/2016 tarihli kararı ile onanmış ve 20/6/2016 tarihinde kesinleşmiştir.

16. Mahkeme 3/12/2018 tarihinde söz konusu taşınmazlar üzerindeki ihtiyati tedbir şerhlerinin kaldırılması için Çatalca Tapu Müdürlüğüne müzekkere göndermiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

17. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 101. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hakim iki taraftan birinin talebiyle davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve şekillerde ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:

1 - Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı ise bunun haciz veya yeddiadle tevdiine,

2 - Münazaalı şeyin muhafazası için lazımgelen her türlü tedbirlerin ittihazına,

..."

18. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 389. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir."

B. Uluslararası Hukuk

19. Konu ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-39.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 10/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

21. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

22. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

23. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

24. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel,§ 26).

25. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

26. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

27. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

30. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

31. Anayasa Mahkemesi muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

32. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için ise gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

33. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucu 31/10/2001 tarihinden itibaren ihtiyati tedbir şerhinin devam ettiğini belirtmektedir. Ancak 31/10/2001 tarihinde konulmakla başlayan ihtiyati tedbir süreci Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce 11/10/2004 tarihinde sona ermiştir. Kaldı ki başvuru formunda da başvurunun, Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava ile ilgili ihtiyati tedbir sürecine ilişkin olduğu açık olarak belirtilmiştir. Buna görebaşvurucunun taşınmazının tapu kaydına 26/12/2003 tarihinde ihtiyati tedbir şerhi konulmuş ve bu şerh ancak davanın reddine ilişkin karar kesinleştikten iki yıl beş ay sonra sonra 3/12/2018 tarihinde kaldırılabilmiştir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir sürecinin yaklaşık 14 yıl 11 ay sürdüğü tespit edilmiştir. Bu tedbir süreci bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı ise kuşkusuzdur. Bu durumdamülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği, başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin olarak somut olay bağlamında devletin pozitif yükümlülüklerinin tam ve etkin bir biçimde yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.

34. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

36. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).

37. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

38. Başvurucu ihlalin tespiti ile 20.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

39. Anayasa Mahkemesi, ihtiyati tedbirin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin, yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

40. Başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

41. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

42. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL maddi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/522, K.2014/337) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NİHAL SOYDAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/3112)

 

Karar Tarihi: 23/1/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Nihal SOYDAN

Vekili

:

Av. Zeki SOYDAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru ihtiyati haciz yüzünden uğranılan zararın giderilmemesi ve bu tedbirin makul bir süreyi aşması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/2/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu avukat olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. Edirne ili Uzunköprü ilçesine bağlı Harmanlı köyünde bulunan 153 ada 26 parsel sayılı akaryakıt istasyonu vasfındaki taşınmazın tapu kaydına göre maliki olan V.S., S. Petrol Tic. Ltd. Şti.nin bir bankadan kullandığı krediye müştereken ve müteselsilen kefil olmuştur. Banka 8/7/1997 tarihli bir ihtarname göndererek 4.532 TL tutarındaki alacağın ödenmesini talep etmiş, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 22/8/1997 tarihli kararı ile V.S.ye ait taşınmazların tapu kaydına ihtiyati haciz konulmuştur. Banka 28/8/1997 tarihinde İstanbul 6. İcra Müdürlüğünde ilamsız icra takibi başlatmıştır.

10. Bu arada başvurucu ile V.S. arasında 9/6/1997 tarihinde söz konusu taşınmaza yönelik olarak satış vaadi sözleşmesi düzenlenmiş, bu taşınmazın tapu kaydına İstanbul 9. İcra Müdürlüğünce 12/6/1997 tarihinde haciz şerhi ile başvurucu lehine satış vaadi sözleşmesi; İstanbul 6. İcra Müdürlüğünce de 9/7/1997 tarihinde haciz şerhi konulmuştur.

11. Borçluların itirazı üzerine Banka, İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde itirazın iptali davası açmış, 15/12/1998 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte bu karar kesinleşmiştir. Ancak kararın kesinleşmesinden itibaren iki yıl içinde haczedilen taşınmazların satışının istenilmemesi nedeniyle 3/3/2001 tarihinde hacizler fekkedilmiştir. Kayıt maliki V.S. 21/1/2004 tarihinde vefat etmiş, 15/3/2005 tarihinde alacaklı vekilinin talebi ile icra takibi yenilenmiştir.

12. Alacaklı vekilinin talebiyle 18/7/2001 tarihinde borçlular hakkında aciz belgesi verilmiş ancak başvurucunun aynı konu hakkındaki ilk şikâyetinin reddedilmesine rağmen ikinci bir şikâyeti üzerine İstanbul 8. İcra Hukuk Mahkemesi 1/5/2008 tarihinde icra müdürlüğünce tasarrufun iptali davasına esas olmak üzere aciz belgesi tanzim edilemeyeceği gerekçesiyle şikâyetin kabulüne ve muvakkat aciz belgesinin iptaline karar vermiştir.

B. Tasarrufun İptali Davası ve İhtiyati Tedbir Süreci

13. Banka tarafından 5/11/1998 tarihinde İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tasarrufun iptali davası açılmıştır. Mahkeme davacının talebiyle uyuşmazlık konusu taşınmazın tapu kaydındaki satış vaadi gereğince satış vaadi lehdarı Nihal Soydan adına tescil yapılmaması ve satış vaadi akdinin üçüncü şahıslar lehine devir ve temlik edilmemesi için ihtiyati tedbir konulmasına karar vermiştir.

14. Mahkeme 30/11/1999 tarihinde tasarrufun iptali şartlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Bu karar Yargıtay 15. Hukuk Dairesince 10/4/2000 tarihinde bozulmuştur.

15. Bozma kararına uyan Mahkeme 20/11/2001 tarihinde bu defa dava şartlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Temyiz edilen karar aynı Daire tarafından 25/9/2002 tarihinde bozulmuştur.

16. Mahkeme 16/3/2006 tarihinde; kesin mehil içinde aciz vesikasının ibraz edilmediği, yenilenen icra dosyasının takipsiz bırakıldığı, konulan haczin İcra Müdürlüğünce kaldırıldığı gerekçeleriyle davanın reddine karar vermiştir. Bununla birlikte temyiz edilen hüküm, yargılama sırasında ölen davalı V.S.nin terekesinin defterinin tutulması işleminin sonucunun beklenilmesi gerektiği belirtilerek Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 30/10/2007 tarihli kararıyla bozulmuştur.

17. Bozma kararı sonrası Mahkeme 26/6/2008 tarihinde taraflarca takip edilmeyen davanın işlemden kaldırılmasına karar vermiş, 20/10/2008 tarihinde de üç aylık kanuni süresi içinde yenilenmediği gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca 12/12/2008 tarihinde ihtiyati haciz ve tedbir kararlarının kaldırılması için ilgili yerlere müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Temyiz edilen karar Daire tarafından 16/11/2009 tarihinde onanmıştır. Bu mahkemenin kapatılması üzerine dava dosyası İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmiş, bu dosyada davacı Bankanın karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 25/2/2010 tarihinde davanın açılmamış sayılması kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir.

C. Tazminat Davası Süreci

18. Başvurucu 4/5/2009 tarihinde davalı Banka aleyhine İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde haksız ihtiyati tedbirden doğan maddi ve manevi zararlarının giderilmesi talebiyle tazminat davası açmıştır. Bu mahkemenin kapatılması üzerine yargılamaya dosyanın devredildiği İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkemece maddi zararın hesabı yönünden alınan 6/3/2012 tarihli bilirkişi raporunda; avukat olan başvurucunun taşınmazı işletemeyeceği, bununla birlikte akaryakıt istasyonunun işletilmemesinden doğan zararın 239.970,15 TL olarak hesaplandığı, başvurucunun kendi işletemese de kiraya vererek işletebileceği taşınmazda gelir kaybının ise keşif yapılarak belirlenebileceği bildirilmiştir.

19. 4/10/2012 tarihinde maddi tazminat yönünden davanın reddine, manevi tazminat yönünden ise davanın kabulüne ve 5.000 TL tutarındaki manevi tazminatın davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir.

20. Kararın gerekçesinde, başvurucunun avukat olup davalı Bankanın borçlusu V.S.nin vekili Z.S.nin eşi olduğu, buna göre borçlu olduğunu bildiği V.S.den mal alarak dava açılmasına kendisinin sebebiyet verdiği vurgulanarak reddedilen şikâyetine rağmen başvurucunun ikinci kez şikâyette bulunarak aciz vesikasının iptalini ve tasarrufun iptali davasının sonuçsuz kalmasını sağladığı belirtilmiştir. Kararda davalı Bankanın işlemlerinin alacağın tahsiline yönelik olduğu, kendi haksız davranışlarıyla mal edinen başvurucunun bu taşınmazı işletemediği gerekçesiyle davalıdan maddi tazminat talep edemeyeceği ifade edilerek bununla birlikte davalı tarafından açılan tasarrufun iptali davasının açılmamış sayılmasına karar verilmesiyle yine davalının talebiyle konulan haczin haksız haciz konumuna düştüğü kabul edilmiş ve bu durumun manevi tazminatı gerektirdiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca hükmedilen manevi tazminata, davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği 20/10/2008 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmiştir.

21. Karar taraflarca temyiz edilmiştir. Davalı Bankanın temyiz talebini süre yönünden reddeden Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 25/3/2014 tarihinde başvurucunun temyiz talebini de reddederek ilk derece mahkemesinin hükmünü onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 18/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

22. Nihai karar başvurucuya 23/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 19/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

24. İlgili hukuk için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. (GK), B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-39.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 23/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İhtiyati Tedbirin Haksız Olduğu Şikâyeti Yönünden Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

26. Başvurucu, tasarrufun iptali davasında satış vaadi sözleşmesine konu taşınmazın kendisine devrinin engellenmesi için ihtiyati tedbir konulduğunu belirtmiştir. Başvurucu yargılama sonunda davanın açılmamış sayılmasına karar verilmekle haksız olduğu belirlendiği hâlde bu tedbir nedeniyle uğradığı maddi zararlarının tazmini talebinin reddedildiğinden yakınmıştır. Başvurucuya göre tedbiri koyduran Banka, objektif kusursuz sorumluluk hükümlerine göre haksız çıkan tedbirden sorumlu olmalıdır. Başvurucu tazminat talebinin reddine ilişkin hükme esas alınan icra mahkemesine yaptığı ikinci şikâyetin farklı bir hukuki sebebe dayandığını ve ayrıca söz konusu taşınmazın iktisabının haklı olup olmadığının da davanın konusu olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu bu sebeple talep dışında ve ilgisiz bir gerekçeyle davanın reddedildiğini, Yargıtay kararlarında da gerekçe bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

27. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, haksız ve hukuka aykırı olarak ihtiyati haciz kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de başvurucunun temel iddiasının ihtiyati haciz kararı verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile ilgili olduğu anlaşılmış; başvurucunun bu iddiasının bir bütün hâlinde mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

29. Başvuruya konu ihtiyati haciz konulan taşınmaz tapuda başvurucu adına kayıtlı değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazın 1997 yılında satış vaadi sözleşmesine konu olduğu, bu sözleşme çerçevesinde bedeli mukabilinde taşınmazın başvurucuya satışının vaad edildiği, bu sözleşmenin tapu kaydına da şerh edildiği görülmektedir. Ancak taşınmazın kayıt malikinin borcu sebebiyle Banka tarafından açılan tasarrufun iptali davasında Mahkemece verilen ihtiyati tedbir kararıyla taşınmazın başvurucuya tapuda devri engellenmiştir. Dolayısıyla ekonomik bir değer ifade eden satış vaadi sözleşmesi çerçevesindeki edimin başvurucu yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil ettiği hususu tartışmadan varestedir (benzer yönde bkz. İlyas Yılmaz, B. No: 2015/1927, 22/3/2018, §§ 53-54).

a. Genel İlkeler

30.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

31. Başvuru konusu olayda özel kişiler arasındaki borç ilişkisi nedeniyle alacaklının alacağının zamanında ödenmesini teminat altına almak amacıyla borçlunun taşınmazı üzerindeki tasarruf yetkisinin bir mahkeme kararına dayalı olarak geçici olarak kısıtlanması söz konusudur. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kararında kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda dahi devlete düşen pozitif yükümlülükler olduğunu kabul etmiştir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44; Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, §§ 36-41).

32. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir.Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi A.Ş., § 44).

33. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bazı durumlarda devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılması da mümkün olamamaktadır. Üstelik devletin ister pozitif isterse de negatif yükümlülükleri söz konusu olsun uygulanacak ilkeler de çoğunlukla önemli ölçüde benzeşmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 70) .

34. Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası uyuşmazlıklar ile ilgili olsun ya da olmasın- yargı kararlarının uygulanması ve kişilerin alacaklarına kavuşması bakımından etkili bir icra sistemi kurma sorumluluğu bulunmaktadır. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri, karşılıklı hak ve menfaatler dengesine dayanmaktadır. Alacakların icrasına ilişkin süreç bakımından da durum böyledir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 71).

35. Devlet bu sistemi kurarken gerek alacaklının gerekse de borçlu ve diğer ilgili üçüncü kişilerin hak ve menfaatlerini gözetmek, kişilerin mülkiyet haklarının korunması için gerekli tedbirleri almak durumundadır. Buna göre bir yandan alacaklının mülkiyet hakkında bulunan alacağına kavuşması için etkin bir icra yolunun oluşturulması, diğer yandan da icradan etkilenen borçlu ve diğer ilgili kişilere, mülkiyet haklarına yapılan müdahalelerin keyfî veya hukuka aykırı olduğunu ileri sürebilmeleri için etkin biçimde itiraz edebilme olanağının tanınması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 72).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

36. Somut olayda başvurucunun satış vaadi sözleşmesine konu taşınmazın tapu kaydına, kayıt malikinden alacaklı olan Banka tarafından açılan tasarrufun iptali davasında ihtiyati tedbir şerhi konulmuştur. İhtiyati tedbir şerhiyle satış vaadi sözleşmesi çerçevesinde taşınmazın başvurucuya devri engellenmiştir. Ancak yapılan yargılama sonunda tedbir şerhinin konulduğu bu davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu ihtiyati tedbir şerhi haksız çıktığı hâlde maddi zararlarının karşılanmadığından yakınmaktadır.

37. Başvurucu belirtilen iddiasını derece mahkemeleri önünde de dile getirmiştir. İlk derece mahkemesinin kararında, başvurucunun borcu bilerek taşınmazı satın aldığı ve ilk şikâyeti reddedilmesine rağmen aynı konudaki ikinci şikâyetiyle aciz vesikasını iptal ettirdiği için tasarrufun iptali davasının sonuçsuz kaldığı belirtilmiştir. Anılan kararda esas itibarıyla davalı Bankanın yasal hakları çerçevesinde ihtiyati haczi koydurduğu gerekçesiyle başvurucunun maddi tazminat talep edemeyeceği kabul edilmiştir.

38. İhtiyati haczin hukuka aykırı veya haksız olup olmadığının tespiti -kural olarak- öncelikle delilleri ilk elden değerlendirme imkânına sahip olan derece mahkemelerinin takdirindedir. Buna göre Anayasa Mahkemesinin açıkça keyfî olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına müdahalesi söz konusu olamaz. Anayasa Mahkemesinin görevi somut olay bağlamında özel kişiler arasında görülen uyuşmazlığın çözümüyle ilgili olarak mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerine uygun hareket edilip edilmediği ve devlete düşen pozitif yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğini tespit etmekten ibarettir.

39. Başvuru konusu olayda da başvurucu ihtiyati haczin hukuka aykırı olarak konulduğuna dair iddia ve itirazlarını sunabilme imkânı bulmuş, derece mahkemeleri tarafların delillerini ilgili hukuk kuralları çerçevesinde yorumlamak suretiyle bir sonuca olayın maddi tazminatı gerektirmediği sonucuna varmışlardır. İlk derece mahkemesinin maddi tazminata ilişkin kararındaki gerekçenin keyfî olmayıp konu ile ilgili ve yeterli olduğu değerlendirilmiştir. Yargıtay Dairesinin kararlarında, temyiz edilen söz konusu kararı usul ve kanuna uygun gördüğünü belirtmiş olması da kararların gerekçesiz olduğunu göstermez.

40. Bu durumda ihtiyati haczin haksız konulduğu şikâyeti yönünden devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirildiği sonuca varıldığından, bu şikâyet yönünden bir ihlalin olmadığı açıktır.

41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. İhtiyati Tedbir Sürecinin Makul Sürede Sonuçlanmadığı Şikâyeti Yönünden Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

42. Başvurucu ayrıca ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmadığından yakınmıştır. Başvurucuya göre söz konusu tedbirin 10 yıl 1 ay sürmesi yargılama makamlarından ve dolayısıyla kamu gücü işleminden kaynaklanmıştır. Başvurucu tedbirin bu şekilde makul süreyi aşmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Öncelikle sadece ihtiyati haciz talep edenin sorumluluğu ile sınırlı olarak tazminat ödenmesini öngören 2004 sayılı Kanun'un 259. maddesindeki tazminat davası kamu makamlarının sorumluluğu ile ilgili ihtiyati haczin makul süreyi aştığı şikâyeti yönünden etkili bir hukuk yolu değildir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 58-62). Dolayısıyla başvurucunun belirtilen bu şikâyeti ile ilgili olarak etkili bir başvuru yolunun mevcut olmadığı da gözetildiğinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

44. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

45. Anayasa Mahkemesi muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

46. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için ise gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Bireylerin mülkiyet haklarıyla ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması veya böyle bir zararın oluşması durumunda kamu makamlarınca uygun yöntem ve vasıtalarla makul sürede gideriminin sağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

47. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Nitekim başvurucunun satış vaadi alacaklısı olduğu taşınmazın tapu kaydına 5/11/1998 tarihinde devir işlemini engelleyici mahiyette bir ihtiyati tedbir şerhi konulmuş ve bu şerh ancak davanın açılmamış sayılmasına karar verildikten sonra 12/12/2008 tarihinde kaldırılabilmiştir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir sürecinin yaklaşık 10 yıl 1 ay sürdüğü tespit edilmiştir. Bu tedbir süreci bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı ise kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği, başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin olarak somut olay bağlamında devletin pozitif yükümlülüklerinin tam ve etkin bir biçimde yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.

48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

50. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).

51. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

52. Başvurucu ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

53. İhtiyati haczin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bu sebeple somut başvuruda ihlalin, yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

54. Başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

55. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İhtiyati haczin haksız olduğu şikâyeti yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İhtiyati haczin makul sürede sonuçlanmadığı şikâyeti yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, başvurucunun diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,

D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul (Kapatılan) 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin ilgili dosyasının (E.2008/117, K.2008/204) devredildiği İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BÜLENT KERİMOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/13109)

 

Karar Tarihi: 6/2/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Bülent KERİMOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 29/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenilmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu ile D.K. 30/8/1996 tarihinde evlenmiş ancak açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün kesinleşmesiyle 25/12/2001 tarihinde boşanmışlardır.

9. Başvurucu İstanbul ili Ataşehir Evlerinde bulunan iki odalı bir meskeni Emlak Bankasından %25'i peşin ve kalanı 36 ay taksitle ödenmek üzere 2.300.000.000 TL (eski TL ile) bedelle 30/1/1995 tarihinde satın almıştır. Başvurucu daha sonra taksit miktarı ve sayısı değişmeden 2.565.000.000 TL (eski TL ile) fark ödemek suretiyle üç odalı bir mesken olan 1896 ada 1 parsel sayılı 3 numaralı bağımsız bölümü satın almış ve taksitlerin de tamamını ödemiştir. Bu taşınmazın tapuda ferağ işlemi 27/11/2002 tarihinde yapılmıştır.

10. Başvurucu aleyhine boşandığı eşi D.K. tarafından 6/12/2001 tarihinde Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) katkı payı alacağı davası açılmıştır. Mahkeme 16/10/2003 tarihinde aile mahkemelerinin 17/7/2003 tarihi itibarıyla faaliyete geçtiğinden bahisle dosyanın aile mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Kadıköy 1. Aile Mahkemesi de 18/2/2004 tarihinde karşı görevsizlik kararı vermiş, bunun üzerine dosyanın merci tayini için gönderildiği Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 9/9/2004 tarihinde Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğuna karar vermiştir.

11. Yargılamaya Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiş olup Mahkeme 22/5/2006 tarihinde davacının talebini kabul ederek anılan bağımsız bölümün dava konusu 1/2 payına ilişkin olarak tapu kaydına "üçüncü kişilere devrinin önlenmesi için dava sonuna kadar" ihtiyati tedbir şerhi konulmasına karar vermiştir.

12. Mahkeme konu hakkında bilirkişi incelemeleri yaptırmış ve 8/3/2010 tarihli bilirkişi ek raporunu hükme esas alarak 27/5/2010 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davacının taşınmazın alımına katkısının 11.175 TL olduğu, talebe göre bunun da dava tarihi itibarı ile Amerikan Doları (Dolar) kuru üzerinden 7.550 Dolar olarak belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme bu gerekçeyle 7.550 Doların dava tarihi olan 6/12/2001 tarihinden itibaren T.C. Merkez Bankasının bir yıl vadeli dövize uygulamış olduğu en yüksek faiz ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar vermiştir.

13. Taraflarca temyiz edilen hükmün Yargıtay 8. Hukuk Dairesince 15/2/2011 tarihinde bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; düzenli olarak çalışan ve başvurucuya yakın bir gelir sahibi olan davacının katkısının olmadığının düşünülemeyeceği, buna göre dava konusu taşınmazın satın alınmasına davacının yaptığı katkı payının %45,62 olduğunun kabul edilmesi yerine eksik hesaplamaya dayalı bilirkişi raporunun hükme esas alınamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca davacının boşanma davası sırasında tazminattan feragat ettiği yönündeki iddiasının da araştırılması gerektiği açıklanmıştır.

14. Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin kapatılmasıyla yargılamaya İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiştir. Bozma kararına uyan bu Mahkeme konu hakkında yeniden bilirkişi raporu almış, 17/4/2014 tarihinde davanın kısmen kabulü ile 20.664,17 Dolar tutarındaki alacağın dava tarihinden itibaren işleyecek ilgili faizi ile birlikte başvurucudan alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir.Kararın gerekçesinde; her iki tarafın da evlilik öncesinde ve sırasında çalışmakta olduğu, davacının hem evin satın alınmasında hem de bankada bulunan mevduatta katkısının bulunduğu belirtilmiş ve tedbirin karar kesinleşinceye kadar devamına karar verilmiştir.

15. Temyiz edilen hüküm Yargıtay tarafından 21/4/2015 tarihinde onanmıştır. Taraflarca karar düzeltme yoluna gidilmediğinden hüküm 9/9/2015 tarihinde kesinleşmiştir.

16. İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucunun 5/10/2015 tarihli talebi üzerine 9/11/2015 tarihinde ihtiyati tedbir şerhinin kaldırılmasına karar vermiş, 17/11/2015 tarihinde de tedbir şerhinin kaldırılması için Ataşehir Tapu Müdürlüğüne müzekkere göndermiştir.

17. Başvurucu 29/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 101. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hakim iki taraftan birinin talebiyle davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve şekillerde ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:

1 - Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı ise bunun haciz veya yeddiadle tevdiine,

2 - Münazaalı şeyin muhafazası için lazımgelen her türlü tedbirlerin ittihazına,

..."

19. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 389. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir."

B. Uluslararası Hukuk

20. İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. (GK), B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-39.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 6/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

22. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

23. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

24. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

25. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

26. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

27. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

30. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

31. Anayasa Mahkemesi muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

32. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

33. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucunun taşınmazının 1/2 payı için tapu kaydına 22/5/2006 tarihinde ihtiyati tedbir şerhi konulmasına karar verilmiş ve bu şerhin kaldırılması için 17/11/2015 tarihinde Tapu Müdürlüğüne müzekkere gönderilmiştir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir sürecinin yaklaşık 9 yıl 5 ay sürdüğü tespit edilmiştir. Bu tedbir süreci bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna varılmıştır.

34. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

36. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).

37. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

38. Başvurucu ihlallerin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

39. Anayasa Mahkemesi, ihtiyati tedbirin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin, yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

40. Başvuru konusu olayda şikâyete konu ihtiyati tedbirin kaldırıldığı görülmektedir. Buna göre ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminata hükmedilmesidir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

41. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

42. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,

D. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2011/532, K.2014/171) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ETHEM ÖBEK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/17483)

 

Karar Tarihi: 9/5/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Heysem KOCAÇİNAR

Başvurucu

:

Ethem ÖBEK

Vekili

:

Av. Mustafa DURMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat isteğiyle aleyhe açılan davada taşınmazların tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konulması ve bu tedbirin uzun süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi ve gerçekleşen kazada sorumluluğun bulunmadığının dikkate alınmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/11/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı

8. 20/5/1999 tarihinde A.Z.Ü. adlı şahsa ait trafo yerine takılmak üzere kaldırıldığı sırada başvurucuya ait vincin kırılması sonucunda trafo altında kalan A.K. vefat etmiş, Y.P. ise yaralanmıştır.

9. Meydana gelen ölüm ve yaralanma olayında kusurlu olduğu tespit edilen, aralarında başvurucunun da bulunduğu kişiler aleyhine kamu davası açılmıştır.

10. Niğde Ağır Ceza Mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonucunda başvurucunun tedbirsizlik ve dikkatsizlikle bir kişinin ölümüne ve bir kişinin de hayati tehlike arz edecek şekilde yaralanmasına neden olma suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiş ve hükmü ertelemiştir. Hüküm, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 20/12/2006 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir.

B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci

11. 20/5/1999 tarihli iş kazasında yaralanan Y.P. 8/9/2000 havale tarihli dilekçesiyle, meydana gelen iş kazası neticesinde sürekli şekilde malul kaldığı iddiasıyla aralarında başvurucunun da bulunduğu sorumlular hakkında maddi ve manevi tazminat isteğiyle dava açmıştır.

12. Y.P. dilekçesinde ayrıca başvurucu adına kayıtlı araç ve taşınmazların üçüncü kişilere devrinin önlenmesi için tedbir isteğinde de bulunmuştur. Niğde Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 8/9/2000 tarihli tensip zaptı ile ihtiyati tedbir talebini kabul ederek başvurucu adına kayıtlı bulunan 886 ada 9 parsel, 48 ada 48 parsel, 2817 ada 7, 8, 9, 11, 12 ve 17 parsel, 808 ada 7 parsel, 1646 ada 4, 5, 6, parsel, 1667 ada 5 parsel ve 688 ada 1 parsel sayılı taşınmazlar ile 51 AY 124 ve 06 ETM 08 plakalı araçlara tedbir uygulamıştır.

13. Bu arada aynı kazada hayatını kaybeden A.K.nın mirasçıları da aynı kişiler aleyhine maddi ve manevi tazminat isteğiyle dava açmış; her iki dava, aralarındaki hukuki ve fiilî bağlantı nedeniyle birleştirilmiştir.

14. Başvurucunun talebi üzerine 51 AY 124 plakalı araç ve 48 ada 48 parsel üzerindeki tedbir sırasıyla 29/6/2011 ve 7/9/2011 tarihinde kaldırılmıştır.

15. Mahkeme 16/1/2013 tarihli kararla davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Anılan kararda Y.P lehine hükmedilen 66.646,20 TL maddi tazminatın 2.000 TL'sinin başvurucu ile diğer davalılardan ve kalan miktarının davalılardan yalnızca A.Z.Ü.den tahsiline, A.K. mirasçıları lehine hükmedilen toplam 33.247 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminatın ise bütün davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.

16. Hüküm temyiz edilmiştir. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi davacılar arasında zorunlu ya da ihtiyari dava arkadaşlığı bulunmadığı hâlde her iki davanın birleştirilip yeterli bir araştırma ve inceleme yapılmadan karar verilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle hükmü bozmuştur.

17. Mahkeme bozma ilamına uyarak A.K.nın mirasçıları yönünden davayı tefrik etmiştir. 6/9/2014 tarihinde Y.P. yönünden yargılamaya son verilerek 16/1/2013 tarihli karar yeniden verilmiştir. Gerekçeli karar incelendiğinde daha önce verilen tedbir kararının devamına ya da ortadan kaldırılmasına yönelik herhangi bir ibarenin bulunmadığı saptanmıştır.

18. Temyiz edilen hüküm 8/9/2015 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.

19. Nihai karar 14/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 10/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. İbrahim Geçer (B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 19-31) kararı.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 9/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

22. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

23. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

24. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

25. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).

26. Ferat Yüksel kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).

27. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

28. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

29. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Adil Yargılanma Hakkına İlişkin Diğer İhlal İddiaları

30. Başvurucu eyleminin, sahip olduğu vinci rica üzerine bedelsiz olarak A.Z.Ü.ye vermekten ibaret olduğunu ve kazanın meydana gelmesine neden olan vince parça ekleme işinin kendisi tarafından meydana getirilmediğini belirterek iş kazasından sorumlu tutulmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

31. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).

32. Somut olayda başvurucu, iş sahibi A.Z.Ü.nün vince parça eklemesinin illiyet bağını ortadan kaldırdığını ileri sürerek gerçekleşen sonuçtan sorumlu tutulmasının doğru olmadığını ileri sürmektedir. Başvurucu tarafından ileri sürülen bu iddia, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğindedir.

33. Açıklanan gerekçelerle başvuruların bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

34. Başvurucu, ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

36. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

37. Anayasa Mahkemesi muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

38. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

39. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucunun on dört taşınmazına 8/9/2000 tarihli tensiple birlikte tedbir kararı uygulanmıştır. Başvurucunun talebi üzerine yargılama sürecinde bir taşınmaz üzerindeki tedbir kararı kaldırılmış ise de diğer taşınmazlar üzerindeki tedbir yargılamanın sonuna kadar kaldırılmamıştır. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir süresinin yaklaşık 15 yıl olduğu tespit edilmiştir. Bu tedbir süresi bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna varılmıştır.

40. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

42. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).

43. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

44. Başvurucu, ihlallerin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

45. Anayasa Mahkemesi, ihtiyati tedbirin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

46. Somut olayda, 8/9/2000 tarihli tedbir kararları yargılamanın sonuna kadar verilmiş olup hükmün kesinleşmesiyle 8/9/2015 tarihinde kendiliğinden ortadan kalktığından Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı ihtiyati tedbirin kaldırılmasını gerektirmemektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkat çekmektedir.

47. Buna göre başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

48. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zararı ortaya koyan somut bilgi veya belgeler sunması gerekmektedir. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

49. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkına ilişkin diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 226,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Niğde 1.Asliye Hukuk (İş) Mahkemesine (E.2014/384) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MALAKLAR İNŞAAT TAAHHÜT GIDA MADEN SANAYİ VE TİCARET A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/5174)

 

Karar Tarihi: 28/5/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Malaklar İnşaat Taahhüt Gıda Maden Sanayi ve Ticaret A.Ş.

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, el atmanın önlenmesi ve alacak talebiyle açılan davada mal varlığına ilişkin olarak uygulanan ihtiyati tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/3/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Afyon İl Özel İdaresi tarafından 14/1/1991 tarihinde Afyon'un Bolvadin ilçesi Hamidiye köyünde mülkiyeti Hazineye ait taşınmazın 8.030 m²lik alanını taş ve kum ocağı olarak işletmesi amacıyla başvurucu Şirkete ruhsat verilmiştir. 22/2/1994 tarihinde yapılan sözleşme ile de ruhsat süresi beş yıl uzatılmıştır. Bu beş yıllık süre dolmadan 29/12/1995 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından 53.500 m² alanda mermer ocağı işletmek üzere ruhsat alınmıştır.

9. Başvurucu Şirketin mermer işletme ruhsatı aldığı yeri taş ocağı olarak kullanması nedeniyle 21/6/2002 tarihinde Hazine tarafından başvurucu aleyhine el atmanın önlenmesi, yıkım ve alacak davası açılmıştır.

10. Bolvadin Asliye Hukuk Mahkemesince (Mahkeme) 21/6/2002 tarihli tensip zaptında tedbir talebinin kabulüne ve gerekli yerlere müzekkere yazılmasına karar verildiği belirtilmiştir.

11. Mahkeme 12/11/2004 tarihli ek karar ile tedbirin kaldırılması talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, tensiple konulan bir kısım tedbirin kaldırılmasına karar verildiği ve başvurucu Şirkete ait, Afyon'un Merkez ilçesine bağlı Çetinkaya Mahallesi'nde bulunan 4112 ada 5 parsel sayılı taşınmaz üzerine tedbir konulduğu ifade edilmiştir. Mahkeme tedbirin sadece bu taşınmaz üzerinde bırakıldığını açıkladıktan sonra ihtiyati tedbirin kaldırılmasını gerektiren bir durumun olmadığını belirtmiştir.

12. Başvurucunun başvuru formu ekinde sunduğu delillerden;

i. Afyon İl Emniyet Müdürlüğünün 17/3/2005 tarihli yazısında, başvurucu Şirkete ait 03 DE 201 ve 03 EA 696 plakalı araçların dosyalarına haciz şerhi işlendiği belirtilmiştir.

ii. Bolvadin Tapu Sicil Müdürlüğünün 15/3/2005 tarihli yazısında, Afyon'un Bolvadin ilçesi Hamidiye köyü 1321 parsel sayılı taşınmazın kaydına tedbir şerhi düşüldüğü belirtilmiştir.

iii. Mahkemenin Afyon İl Emniyet Müdürlüğüne yazdığı 15/8/2006 tarihli müzekkeresinde, 03 DE 201 plakalı araç üzerindeki ihtiyati tedbirin kaldırılarak bunun yerine 03 DY 161 plakalı araç üzerine ihtiyati tedbir konulması gerektiği belirtilmiştir.

13. Mahkeme 7/11/2003 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararda ihtiyati tedbire ilişkin bir hükme yer verilmemiştir.

14. Temyiz edilen karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14/9/2004 tarihli kararıyla bozulmuştur.

15. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 13/10/2010 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararda ihtiyati tedbire ilişkin yine herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Temyiz edilen karar, Dairenin 14/7/2011 tarihli kararıyla bir kez daha bozulmuştur.

16. Bir kez daha bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 29/6/2016 tarihinde yine davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. İhtiyati tedbire ilişkin bir hükme yer verilmeyen karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup dosya temyiz aşamasındadır.

17. Başvurucu 17/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. İbrahim Geçer (B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 19-31) kararı.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 28/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

20. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

21. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

22. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

23. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).

24. Ferat Yüksel kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).

25. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

26. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

27. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

28. Başvurucu, ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

30. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ([GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 64-81) başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

31. Anayasa Mahkemesi, muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

32. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

33. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucunun araçları, taşınmazları ve bankadaki mevduatları için 21/6/2002 tarihli tensiple birlikte tedbir kararı verilmiştir.

34. 12/11/2004 tarihli tedbirin kaldırılması talebinin reddine ilişkin ek karardan anlaşıldığı kadarıyla tensiple konulan bir kısım tedbirin kaldırılmasına karar verildiği ve sadece Afyon'un Merkez ilçesine bağlı Çetinkaya Mahallesi 4112 ada 5 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki tedbirin devam ettiği anlaşılmıştır. Bununla birlikte daha sonra Bolvadin Tapu Sicil Müdürlüğünün 15/3/2005 tarihli yazısından Hamidiye köyü 1321 parsel sayılı taşınmazın kaydına da tedbir şerhi düşüldüğü tespit edilmiştir. Ayrıca Afyon İl Emniyet Müdürlüğünün 17/3/2005 tarihli yazısından başvurucu Şirkete ait 03 DE 201 ve 03 EA 696 plakalı araçların dosyalarına haciz şerhi işlendiği ve daha sonra Mahkemenin Afyon İl Emniyet Müdürlüğüne yazdığı 15/8/2006 tarihli müzekkeresinden 03 DE 201 plakalı araç üzerindeki ihtiyati tedbirin kaldırılarak yerine 03 DY 161 plakalı araç üzerine ihtiyati tedbir konulduğu da tespit edilmiştir.

35. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun yukarıda belirtilen mal varlığı ile ilgili olarak uygulanan ihtiyati tedbirin yaklaşık onyedi yıldan bu yana devam etmesinin mülkiyet hakkı sınırlandırılan başvurucuyu -bu sürenin uzunluğu dikkate alındığında- makul olandan daha fazla zarara uğrattığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mal varlığı üzerinde hukuki tasarruflarda bulunmasını sınırlandıran başvuruya konu ihtiyati tedbirin yaklaşık onyedi yıldır devam ettiği ve başvurucunun bundan doğan zararının ise giderilmediği gözetildiğinde müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği anlaşılmaktadır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

36. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

38. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

39. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

40. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

41. Başvurucu, tazminat talebinde bulunmuştur.

42. Anayasa Mahkemesi, ihtiyati tedbirin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin, yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

43. Somut olayda Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı ihtiyati tedbirin kaldırılmasını gerektirmemektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkati çekmektedir.

44. Buna göre başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 13.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

45. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucu uğradığını iddia ettiği maddi zararı ortaya koyan somut bilgi veya belgeler sunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 13.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâletinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ortaca 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/188) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ CEM BAYSAL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/15865)

 

Karar Tarihi: 24/10/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Ali Cem BAYSAL

Vekili

:

Av. Mehmet Çağrı BAĞATUR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tasarrufun iptali davasında taşınmaza ilişkin olarak uygulanan ihtiyati haczin makul süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/9/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenilmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. İstanbul'un Beyoğlu ilçesi Kuloğlu Mahallesi 476 ada 23 parsel sayılı taşınmazın 20/100 hissesi 31/3/1997 tarihinde başvurucu tarafından Güneş Özdural'dan satın alınmıştır.

9. Başvurucu aleyhine 7/12/1998 tarihinde tasarrufun iptali davası açılmıştır.İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesince anılan taşınmaz hakkında 21/12/1998 tarihinde ihtiyati haciz kararı verilmiş ve 31/12/1998 tarihinde taşınmazın tapu kaydına ihtiyati haciz şerhi konulmuştur.

10. İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesince 8/8/2016 tarihinde başvurucuya ait hisse üzerindeki ihtiyati haczin kaldırılmasına karar verilmiştir.

11. Tasarrufun iptali davasının esasına ilişkin başvurucu hakkında yapılan yargılama 13/3/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Ancak dosyanın diğer tarafları yönünden davanın esasına ilişkin yargılama hâlen devam etmektedir. Buna göre başvurucu, davanın esası hakkında yargılama devam ederken 6/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

12. İhtiyati haczin makul süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına yönelik ilgili hukuk için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ([GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-29 ve §§ 33-39) kararı.

13. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına yönelik ilgili hukuk yolu için bkz. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14) kararı.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

14. Mahkemenin 24/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

15. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

16. Bireysel başvuru sonrasında, 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

17. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Komisyon) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

18. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

19. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

20. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

21. Başvurucu ihtiyati haciz sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

23. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

24. Anayasa Mahkemesi muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

25. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

26. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Bu ilkeler ışığında somut olay incelendiğinde ise ihtiyati haciz talebinin 21/12/1998 tarihinde kabul edildiği ancak itiraz üzerine 8/8/2016 tarihinde kaldırıldığı görülmektedir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran ihtiyati haciz sürecinin yaklaşık on sekiz yıl sürdüğü tespit edilmiştir. Bu ihtiyati haciz süreci bir bütün olarak ele alındığında yaklaşık on sekiz yıl mülkiyet hakkı sınırlandırılan başvurucuyu -bu sürenin uzunluğu dikkate alındığında- makul olandan daha fazla bir zarara uğrattığı anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucunun taşınmazı üzerinde hukuki tasarruflarda bulunmasını sınırlandıran başvuruya konu ihtiyati haczin yaklaşık on sekiz yıldır devam ettiği ve başvurucunun bu yüzden doğan zararının ise giderilmediği gözetildiğinde müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

27. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

29. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

30. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

31. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

32. Başvurucu 50.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

33. Anayasa Mahkemesi, ihtiyati haciz uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin, yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

34. Somut olayda Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkati çekmektedir.

35. Buna göre başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 13.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

36. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zararı ortaya koyan somut bilgi veya belgeler sunması gerekmektedir. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

37. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam 2.714,50 TL tutarındaki yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 13.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam 2.714,50 TL tutarındaki yargılama giderlerinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesine (E.2016/311) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYŞE SEVİNÇ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2017/25385)

 

Karar Tarihi: 27/2/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Umut FIRTINA

Başvurucular

:

1. Ayşe SEVİNÇ

 

 

2. Fatma ORHAN

 

 

3. M. Nurullah TERECE

 

 

4. Mehmet Salih BAKTAŞ

 

 

5. Mehmet Sıddık TERECE

 

 

6. Mekiye ÖZDEMİR

 

 

7. Sema BAKTAŞ

 

 

8. Zekeriya TERECE

Vekili

:

Av. Aladdin İRAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur.

3. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/25385 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Batman'ın Tayyar köyünde bulunan 1, 2, 12, 13, 14, 33, 36, 37, 44, 47, 49, 51, 52, 53, 58, 59, 64, 77, 78, 80, 81, 82, 83, 84 ve 90 parsel sayılı taşınmazlar tapuda başvurucuların murisi adına kayıtlı iken eski malikin mirasçıları tarafından başvurucuların murisi aleyhine Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde 21/1/1998 tarihinde tapu iptali ve tescili davası açılmıştır.

9. Davacı eski malikin mirasçılarının talebi üzerine Batman Asliye Hukuk Mahkemesince 20/5/1998 tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmazların üçüncü kişilere devrinin önlenmesi amacıyla ihtiyati tedbir konulmasına ve Tapu Sicil Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar verilmiştir.

10. Batman 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) kurulmasının ardından dava dosyası Mahkemenin E.2005/404 sayılı dosyasına kaydedilerek yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 28/4/2006 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda ihtiyati tedbire ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 8/5/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur.

11. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 5/11/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda ihtiyati tedbire ilişkin yine herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin (Daire) 3/11/2015 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 18/4/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

12. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

13. Mahkemenin 13/11/2019 tarihli yazısından başvurucuların mal varlığı yönünden uygulanan tedbirin 18/5/2017 tarihinde kaldırıldığı anlaşılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

14. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. İbrahim Geçer (B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 19-31) kararı.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

15. Mahkemenin 27/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

16. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

17. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

18. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

19. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

20. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

21. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucular ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

24. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. (B. No: 2014/17196, 25/10/2018) başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

25. Anayasa Mahkemesi muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

26. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

27. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucuların taşınmazlarının tapu kaydına 20/5/1998 tarihinde ihtiyati tedbir şerhi konulmuş ve bu şerh ancak 18/5/2017 tarihinde kaldırılabilmiştir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir sürecinin yaklaşık 19 yıl sürdüğü tespit edilmiştir. Bu tedbir süreci bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna varılmıştır.

28. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

30. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

31. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018)kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir, Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

32. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

33. İncelenen başvuruda ihtiyati tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

34. Somut olayda Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı ihtiyati tedbirin kaldırılmasını gerektirmemektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkati çekmektedir.

35. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara net 20.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

36. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olmaları nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

37. Dosyadaki belgelerden tespit edilen -ekli tabloda belirtilen- harçların, ayrıca 3.000 TL vekâlet ücretinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara müştereken net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. Ekli tabloda belirtilen harçların BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

E. 3.000 TL vekâlet ücretinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Batman 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2008/640, K.2014/531) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞÜKRÜ KARAHASANOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/8346)

 

Karar Tarihi: 18/6/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Şükrü KARAHASANOĞLU

Vekili

:

Av. Eyüp ERASLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; bir bankaya el konulması sürecinde ihtiyati tedbir uygulanması ve tedbirin makul süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının, davanın sonradan yürürlüğe giren bir kanun hükmüne dayalı olarak durdurulması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, başvurucunun itirazlarının yargılama sürecinde dikkate alınmaması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/4/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, özelleştirme çerçevesinde 2/3/1998 tarihinde N. Grubu ile M. Grubunun ortağı olduğu M.İ. Holdinge satılan Etibank A.Ş.ye (Banka) 2/3/1999 tarihinde genel müdür olarak atanmış; 5/3/1999 tarihinden itibaren de Yönetim Kurulu üyesi ve başkan vekili olarak görev yapmıştır. Başvurucu 25/2/2000 tarihinde bu görevinden kendi isteğiyle çekilmiştir. N. Grubu özelleştirmeden kısa bir süre sonra hisselerini M. Grubuna satmıştır.

10. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) 27/10/2000 tarihinde Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetimi ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF/Fon) devrine karar vermiştir. Kararda, bankacılık mevzuatı gereği alınması gereken tedbirlerin alınmadığı ve Bankanın yükümlülüklerinin değerinin varlıklarının toplam değerini aştığı vurgulanmıştır. BDDK ayrıca Bankanın faaliyetlerinin sürdürülmesinin mevduat sahiplerinin hakları ile mali sistemin güven ve istikrarını tehlikeye düşürdüğünü açıklamıştır. Son olarak Bankanın kaynaklarının emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde hissedarlarının oluşturduğu hâkim ortak gruba aktarıldığı belirtilmiştir.

11. Fon Yönetim Kurulu 27/10/2000 tarihinde mevcut Yönetim ve Denetim Kurulu üyelerini değiştirmiş; aynı tarihli kararla Banka ortakları ile aralarında başvurucunun da olduğu Banka yöneticileri haklarında mal beyannamesi talep edilmiştir.

12. TMSF tarafından başvurucu ile Bankanın ortakları ve diğer yöneticilerine karşı 16/3/2001, 19/10/2001, 19/11/2001, 21/1/2002 ve 22/1/2002 tarihlerinde İstanbul 1. ve 3. Asliye Ticaret Mahkemelerinde tazminat ve şahsi iflas talepli sekiz ayrı dava açılmıştır. Dava konularının değeri 14.279.994,77 TL, 2.060.528,88 TL, 22.487.732,46 TL, 10.324.210,72 TL, 33.251.361,43 TL, 12.419.803,77 TL, 10.552.728,84 TL, 12.419.803,77 TL ve 112.402.403,13 TL olarak gösterilmiştir. TMSF bu davalarda ayrıca davalıların mal varlıkları hakkında tedbir uygulanmasını talep etmiştir. Bu davalar daha sonra İstanbul 1. ve 2. Asliye Ticaret Mahkemelerinde görülmeye devam edilmiştir.

13. Bu arada Banka adına Denetim Kurulu Üyeleri tarafından başvurucu ile Bankanın ortakları ve diğer yöneticilerine karşı İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde 25/6/2001 tarihinde 510.151.355 TL tazminat talepli dava açılmıştır. Davacılar, başvurucu ile diğer davalıların mal varlıkları ile üçüncü şahıslar nezdindeki hak ve alacakları üzerine ihtiyati haciz zımnında ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

14. Mahkeme 12/7/2001 tarihinde talebi kabul ederek başvurucu dâhil olmak üzere "davalıların tüm mal varlıkları ve 3.üncü şahıslardaki hak ve alacakları üzerine aynî ve şahsi haklarla kısıtlanmamak ve 3. şahıslara devir ve temlik edilmemek üzere ihtiyati haciz zımmında ihtiyati tedbir konulmasına" karar vermiştir. Kararda 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'nun 17. maddesi ile 14. maddesinin (5) numaralı fıkrasının (b) ve (c) bentleri dayanak olarak gösterilmiştir.

15. Başvurucunun söz konusu tedbir kararına karşı yaptığı itiraz Mahkemece 7/9/2001 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun dava sürecinde çeşitli tarihlerde bu tedbirin kaldırılması yönündeki talepleri yine reddedilmiştir.

16. 4389 sayılı mülga Kanun'da 12/12/2003 tarihli ve 5020 sayılı Kanun ile bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu Kanun değişikliği 26/12/2003 tarihli ve 25328 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Ayrıca yargılama sırasında 4389 sayılı Kanun'u ilga eden 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu 1/11/2005 tarihli ve 25983 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.

17. Bu arada TMSF ile M. Grubu arasında ilk defa 17/11/2003 tarihinde bir protokol düzenlenmiştir. Bu protokol ile M. Grubundan olan Fon alacağının 27/10/2000 tarihi itibarıyla toplam 890.000.000 Amerikan doları (dolar) olduğu belirlenmiştir. Gruba bağlı A.-S. Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün satış sürecine bağlı olarak Fon Kurulunun 23/10/2008 tarihli kararı ile M. Grubu ve Fon arasında 28/11/2008 tarihli bir protokol imzalanmıştır. Bu protokol ile söz konusu Ticari ve İktisadi Bütünlüğün ihale bedelinden Fona kalacak tutarın M. Grubunun Fona olan borçlarına mahsubu düzenlenmiştir. İhale bedeline ilişkin sıra cetvelinin kesinleşmesi protokolün şartlarındandır. Bu sıra cetveli 2/12/2008 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış olmakla birlikte bazı kamu bankaları dâhil olmak üzere M. Grubundan alacaklı olan kişi ve kurumların iptali talepli davaları nedeniyle kesinleşmemiştir.

18. Başvurucu ise makul sürede yargılanma hakkının ve diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 6/8/2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM Murat Haçikoğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 21786/04, 8/4/2014)kararıyla, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasının 6384 sayılı Kanun ile kurulan İnsan Hakları Tazminat Komisyonunu işaret ederek iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurunun geri kalan kısmının incelenmesi ise ertelenmiştir.

19. Tazminat Komisyonu 1/6/2015 tarihinde başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ve kendisine 15.800 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Dilekçede yer verilen sair ihlal iddiaları yönünden ise Komisyonun görev alan kapsamına girmediği için bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

20. TMSF tarafından yapılan talep üzerine Mahkeme 9/2/2009 tarihinde 4389 sayılı Kanun'un 15. maddesinin (3) numaralı fıkrası, 5411 sayılı Kanun'un 132. maddesinin onuncu fıkrası ve geçici 11. maddesi uyarınca A.-S. Ticari ve İktisadi Bütünlüğü sıra cetvelinin kesinleşmesine kadar ilgili taraflar arasında imzalanan anlaşma süresince ve protokol hükümleri uyarınca görülen söz konusu davaların durdurulmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu hakkındaki ihtiyati tedbir kararlarının da devamına hükmetmiştir. Temyiz edilen kararlar Yargıtay 11. Hukuk Dairesince 25/5/2012 tarihinde onanmıştır.

21. Başvurucu 7/5/2014 tarihinde, zararın güvence altına alındığı ve tedbirin sürdürülmesinin hiçbir hukuki gerekçesinin kalmadığını belirterek ihtiyati tedbirin kaldırılmasını, aksi hâlde davanın canlandırılmasını talep etmiştir.

22. Mahkeme 12/3/2015 tarihinde başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; TMSF ile M. Grubu arasındaki protokol gereğince sıra cetveli kesinleşinceye kadar davanın durdurulduğunu, sıra cetvelinin ise henüz kesinleşmediğini belirtmiştir. Mahkeme buna göre söz konusu protokolün henüz yürürlüğe girmediğini, bu yüzden tedbirin kaldırılmasını veya değiştirilmesini gerektirir bir hukuki nedenin bulunmadığını vurgulamıştır. Mahkeme tedbirin kaldırılması hâlinde hakkın elde edilmesinin zorlaşacağını veya imkânsız hâle geleceğini ve ciddi bir zararın oluşabileceğini belirtmiştir. Kararın temyize tabi olduğu hüküm yerinde gösterilmiştir.

23. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Daire 17/2/2016 tarihinde ihtiyati tedbire itiraz niteliğindeki söz konusu kararın temyize tabi olmadığını belirterek temyiz talebini reddetmiştir.

24. Bu karar başvurucu vekiline 31/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucu 28/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. 4389 sayılı mülga Kanun’un 17. maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Bir bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları ve imzaları bankayı ilzam eden memurlarının kanuna aykırı karar ve işlemleriyle bankanın iflasına neden olduklarının tespiti halinde, bankaya verdikleri zararlarla sınırlı olarak bunların şahsi sorumlulukları yoluna gidilerek, Fon Kurulu kararına istinaden ve Fon'un talebi üzerine doğrudan şahsen iflaslarına mahkemece karar verilebilir. Bu karar ve işlemler bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklara menfaat temini amacıyla yapıldığı takdirde, menfaat temin eden ortaklar hakkında da temin ettikleri menfaat üzerinden aynı hüküm uygulanır.

2. Bu madde, 14 üncü maddenin (3), (4) ve (5) numaralı fıkraları gereğince temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi veya hisseleri Fona devrolunan bankaların bu maddenin (1) numaralı fıkrasında sayılan ortakları ile anılan maddenin (4) numaralı fıkrasında belirtilen işlemler ile (3) numaralı fıkrasının uygulanmasına neden olan işlemlerde sorumluluğu bulunan ve bu maddenin (1) numaralı fıkrasında sayılan banka görevlileri hakkında da bankanın iflası aranmaksızın uygulanır.

3. 14 üncü maddenin (5) numaralı fıkrasının (b) bendindeki mal beyannamesine ve muhafaza tedbirlerine ilişkin hükümler bu maddede de kıyasen uygulanır.”

27. 4389 sayılı mülga Kanun’un 14. maddesinin (5) numaralı fıkrasının (b) ve (c) bentlerinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Fon, (4) numaralı fıkra hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın;

ba) Anılan fıkrada belirtilen şekilde kullanılan kaynaklarının veya uğradığı zararın vereceği süre içinde iade veya tazmin edilmesini ve hisselerin Kurulca uygun görülecek gerçek ve tüzel kişilere devredilmesini istemeye,

bb) Yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortakları ile tüzelkişi ortaklarının sermayesinin yüzde onundan fazlasına sahip gerçek kişi hissedarlarından kendilerine, eşlerine ve velayet altındaki çocuklarına ait taşınmaz mal ve iştiraklerini, haczi caiz olan taşınır mal, hak ve alacaklarını ve menkul kıymetlerini ve her türlü kazanç ve gelirleri ve ayrıca bildirimden önceki iki yıl içinde ivazlı veya ivazsız olarak iktisap ettikleri veya devrettikleri taşınmaz mal, haczi caiz taşınır mal, hak, alacak ve menkul kıymetlerini gösterir birer mal beyannamesi vermelerini istemeye,

bc) Yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının malvarlıkları üzerine teminat aranmaksızın ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz kararları ile ilgililerin yurtdışına çıkmasına yasaklama dahil, alacaklıların menfaati için zorunlu olan her türlü muhafaza tedbirinin alınmasını ilgili mahkemeden istemeye yetkilidir.

Bu bend hükümlerine göre istenen mal beyannamesinin en geç yedi gün içinde Fona verilmesi zorunludur. Bu mal beyanının hüküm ve sonuçları hakkında 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun ilgili hükümleri geçerlidir. Bu bend hükümleri çerçevesinde alınan tedbir ve haciz kararları, karar tarihinden itibaren altı ay içinde dava veya icra veya iflas takibine konu olmazsa kendiliğinden ortadan kalkar. Fonun ilgililer hakkında 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun Onbirinci Bap hükümlerine göre açacağı iptal davasında aciz vesikası şartı aranmaz.

Bu maddenin (4) numaralı fıkrasında belirtilen şekilde kullanılan kaynaklar veya uğranılan zarar verilen süre içinde iade veya tazmin edilmediği takdirde bu zarar veya kullanılan kaynakların miktarına bakılmaksızın bu ortaklara ait hisseler Fona intikal eder. Bu kaynaklar veya uğranılan zarar, verilen süre içinde iade veya tazmin edilse dahi uğranılan zararın özkaynakları aştığının tespiti halinde ise bankanın hisselerinin tamamı başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Fona intikal eder.

c) Bu Kanun hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimleri Fona intikal eden bankaların, tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen bankaların iflas idarelerinin ve hisseleri kısmen veya tamamen Fona intikal eden bankaların Fon tarafından borçlarının ve/veya taahhütlerinin üstlenilmesi ve/veya alacaklarının devralınması halinde Fonun, üstlendiği borçlar ve/veya taahhütler ile devraldığı alacaklarla ilgili devir ve temlik sözleşmeleri, her türlü teminatın tesisi ve kaldırılması, sözleşmelerin bozulması, dava ve icra takipleri ile bu borçlar ve/veya alacaklar ve/veya taahhütlerle ilgili diğer her türlü işlemler ve bu işlemlerle ilgili düzenlenen kağıtlar, eğitime katkı payı hariç olmak üzere her türlü vergi, resim, harç, fonlar ve 2548 sayılı Cezaevleri ile Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkumlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesi hükmünden istisnadır. Borçlu tarafından ödenmesi gereken tahsil harcı dahil her türlü vergi, resim, harç ve masraflar Fon alacağından mahsup edilemez. Bu işlemlerden kaynaklanan döner sermaye ücreti ödenmez ve diğer kesintiler yapılmaz. Ayrıca, alacağa karşılık menkul veya gayrimenkul bir malın rızaen veya icraen Fon tarafından veya yönetim ve denetimleri veya hisseleri Fona intikal eden bankalar Tarafından satın alınması halinde bu işlemlerle ilgili olarak tarafların ödemekle yükümlü olduğu vergi, resim, harç (eğitime katkı payı hariç) ve döner sermaye ücreti gibi malî yükümlülükler aranmaz. Bu bankalar ile tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen bankaların iflas idarelerinin ve Fonun, mahkeme ilâmını alması ve tebliğe çıkartması işlemlerinde karşı tarafa yükletilmiş olan harcın ödenmiş olması ve her türlü ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve tehir-i icra taleplerinde teminat şartı aranmaz. Bu alacaklara ilişkin davalarda 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seri muhakeme usulü hükümleri uygulanır.

..."

28. 5520 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile eklenen 4389 sayılı mülga Kanun'un 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:

"Mal bildiriminde bulunması gerekenlerin, bildirimde belirtmedikleri veya gerçeğe aykırı olarak bildirdikleri her türlü taşınır ve taşınmaz mal, hak ve alacak, gelir ve harcamalar da haksız mal edinme hükümlerine tâbidir. Haksız mal edinmediğini ispat edene bu hüküm uygulanmaz.”

29. 5520 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"4389 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin (3) numaralı fıkrasının dokuzuncu cümlesinden sonra gelmek üzere 'Borçlu veya borçlunun malları başka mahallerde bulunduğu takdirde, Fon, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerini, kendi tahsilat dairesi aracılığı ile uygulayabileceği gibi, tahsil dairesi bulunmadığı hâllerde talebi üzerine, uygulama o mahaldeki Maliye Bakanlığı Tahsil Dairesi tarafından yapılır.' cümlesi, ondördüncü cümlesine 'Fon, devraldığı ve dava veya iflâs takibine konu etmekle görevli ve yetkili olduğu alacakları' ifadesinden sonra gelmek üzere 've 6183 sayılı Kanuna göre takip ettiği ve/veya edeceği alacakları' ibaresi ve bu fıkraya son cümle olarak 'Fon aslen veya devir suretiyle sahip olduğu her türlü alacağının teminatını teşkil etmek üzere Türk parası ve/veya taşınmaz rehni ve/veya taşınır rehni dahil olmak üzere her türlü aynî ve şahsî teminat almaya ehil ve yetkilidir.' cümlesi eklenmiş, (4) numaralı fıkrası ile (7) numaralı fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (b) bendine aşağıdaki paragraflar eklenmiş, (9) numaralı fıkrasının (c) bendinde yer alan 'Fon bakımından dokuz ay süreyle durur.' ibaresi, 'Fon bakımından üç ay süreyle durur.' şeklinde değiştirilmiş ve aynı fıkraya aşağıdaki (e) bendi ve maddeye aşağıdaki fıkra (10) numaralı fıkra olarak eklenmiştir.

..."

30. 5411 sayılı Kanun’un 132. maddesinin onuncu fıkrası şöyledir:

"Fon, takip ettiği alacaklar ile ilgili olarak iskonto da dâhil olmak üzere her türlü tasarrufta bulunmaya, sulh olmaya, satmaya, geri almaya, alacağına mahsuben menkul ve gayrimenkul mallar ile her türlü hak ve alacakları belirleyeceği koşullar ile devralmaya ve alacağın yeniden itfa planına bağlanması da dâhil olmak üzere borçlularla anlaşma yapmaya ve borçlularla yaptığı anlaşmalar kapsamında Fon Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar dâhilinde muhafaza tedbiri uygulayıp, uygulamamaya, dava açıp açmamaya veya açılmış bulunan hukuk davalarının yapılan anlaşma süresince durdurulmasını mahkemeden istemeye yetkilidir."

31. 5411 sayılı Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

"Fon alacaklarının tahsilini teminen, Fon tarafından bu Kanun hükümleri çerçevesinde açılan ve/veya takip edilen dava ve takiplerde verilen ihtiyatî haciz veya tedbir kararları uyarınca üzerine ihtiyatî haciz veya tedbir konulan para, her türlü mal, hak ve alacaklar, bu davalara konu alacakların yasal teminatını oluşturur ve karar kesinleşinceye veya takip sonuçlanıncaya kadar devam eder. Mahkemece karara bağlanan alacaklar, tedbir konulan para, mal, her türlü hak ve alacakların bedelinden, Devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Kanun kapsamındaki alacaklarından sonra gelmek üzere, imtiyazlı alacak olarak öncelikle tahsil olunur. "

32. 5411 sayılı Kanun’un geçici 11. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun yayımı tarihinden önce, 26.12.2003 tarihine kadar temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetim Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilişkili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü Fon alacakları tahsil edilinceye kadar bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun 14, 15, 15/a, 16, 17, 17/a ve 18 inci maddeleri, ek 1, 2, 3, 4, 5 ve 6 ncı maddeleri ile geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasına devam edilir.

...

Bu Kanunun yayımı tarihinden önce mülga 3182 sayılı Bankalar Kanununun 64 ve 65 inci maddeleri ile, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesi uyarınca işlem yapılan bankalar ile tasfiyeye tâbi tutulan veya tasfiye işlemi başlatılan bankalar hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları hükümlerinin uygulanmasına devam edilir."

B. Uluslararası Hukuk

33. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler ile ilgili uluslararası hukuk için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-39.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 18/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

36. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

37. Ferat Yüksel (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

38. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

40. Başvurucu; aleyhine açılan davada delillerin toplanmadığını, kendisine ispat hakkı tanınmadığını, iddia ve itirazlarının dikkate alınmadığını belirterek silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

41. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).

42. Somut olayda başvurucunun şikâyet ettiği yargılamanın devam ettiği tespit edilmiştir (bkz. § 20). Buna göre sıra cetveli kesinleşinceye kadar durdurulan davanın esası hakkında bir karar verilmemiş olup başvurucunun silahların eşitliği ilkesinin ihlali iddiası kapsamında dile getirdiği söz konusu şikâyetler ise ancak yargılama sona erdiğinde başvuruya konu edilebilecek nitelikte görülmüştür. Bu durumda başvurucunun bu başlık altındaki şikâyetlerine ilişkin hukuk sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.

43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

44. Başvurucu, davanın sonradan yürürlüğe giren bir kanun hükmüne dayalı olarak durdurulması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

45. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

46. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen, § 58; Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 33).

47. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru amaç ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

48. Somut olayda başvurucu aleyhine açılan şahsi iflas davasında görülen yargılama 5411 sayılı Kanun'un geçici 11. ve 132. maddesinin onuncu fıkrası uyarınca TMSF ile M. Grubu arasındaki protokol çerçevesinde ilgili Ticari ve İktisadi Bütünlüğün sıra cetvelinin kesinleşmesine kadar durdurulmuştur. Buna göre yargılamanın durdurulması yönündeki müdahalenin ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir bir kanuni dayanağının bulunduğu açıktır. Diğer taraftan kamu alacağının diğer borçlulardan tahsil edilip edilemeyeceği ancak sıra cetveli kesinleştikten sonra belirlenebileceğinden müdahalenin kamu alacağının tahsilinin sağlanması yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmaktadır.

49. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi uyarınca anılan sınırlamaların mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen hukuki veya fiilî sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

50. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

51. Ölçülülük ilkesi; öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38). Müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken ilgili kanuni düzenlemelerle birlikte somut olayın koşulları ve başvurucunun tutumu da gözönünde bulundurulmalıdır (Ahmet Ersoy ve diğerleri, B. No: 2014/4212, 5/4/2017, § 50).

52. Başvuru konusu olayda yargılamanın sıra cetveli kesinleşinceye kadar durdurulmasına karar verilmekle birlikte dava henüz sonuçlandırılmadığına göre müdahalenin belirtilen kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında orantılı olduğu ve bu durumun başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmadığı anlaşıldığından mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.

53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda bir ihlal bulunmadığı açık olan başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. İhtiyati Tedbirin Haksız Olduğu Şikâyeti Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

55. Başvurucu, zararın teminat altına alınması amacının dışına çıkılarak mal varlığı üzerine ihtiyati tedbir konulduğunu belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

56. Bakanlık başvurucunun haksız ihtiyati tedbirlerden dolayı tazminat davası açabileceğini ancak böyle bir yolu tüketmediğini belirtmiştir. Bakanlık uyuşmazlığın esası yönünden ise ihtiyati tedbirin belirli ve öngörülebilir bir kanuni dayanağının bulunduğunu, müdahalenin yargı kararının etkisizleşmesini önleme yönünde meşru bir amacının da olduğunu ifade etmiştir. Bakanlık orantılılık yönünden ise başvurucunun uyuşmazlık konusu tedbir kararından ötürü hangi mal varlığı kaleminde ne gibi bir zarara uğradığının belirtilmediğini açıklamıştır.

57. Başvurucu cevap dilekçesinde başvuru formundaki beyanlarını yinelemiş, ihtiyati tedbirin amacından saptırılarak keyfî bir uygulamaya dönüştüğünden yakınmıştır. Başvurucu ayrıca sonuçlanmayan bir davada verilen ihtiyati tedbirden kaynaklanan zararın tazmini ile ilgili etkili bir başvuru yolunun olmadığını belirtmiştir. Başvurucu son olarak ihtiyati tedbir kararının başvurucunun bütün mal varlığı hakkında uygulandığını ifade etmiştir.

b. Değerlendirme

58. Başvurucunun mal varlığı üzerine ihtiyati tedbir konulmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur (benzer yönde değerlendirme için bkz. İbrahim Geçer, B. No: 2014/19056, 19/2/2019, § 54).

59. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

60. Somut olayda başvurucunun şikâyetine konu tedbirin 4389 sayılı mülga Kanun'un 17. maddesi ile 14. maddesinin (5) numaralı fıkrasının (b) ve (c) bentlerine dayalı olarak konulduğu görülmektedir. Bu durumda mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir nitelikte kanuni bir dayanağının olduğu sonucuna varılmıştır.

61. Öte yandan geçici bir hukuki koruma türü olan ihtiyati tedbir yoluyla ileride açılacak veya görülmekte olan bir davanın sonucunun etkisiz veya anlamsız kalmaması hedeflenmektedir. Buna göre müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı da bulunmaktadır.

62. Son olarak müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.

63. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

64. Somut olayda başvurucunun genel müdür, Yönetim Kurulu üyesi ve başkan vekili olarak görev yaptığı Bankanın kaynaklarının emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde hissedarlarının oluşturduğu hâkim ortak gruba aktarıldığı gerekçesiyle yönetimi ve denetiminin TMSF'ye devrine karar verilmiştir. Bunun üzerine yol açılan kamu zararının tazmini için başvurucu ile Bankanın diğer ortakları ve diğer yöneticilerine karşı İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde 25/6/2001 tarihinde dava açılmış ve başvuruya konu tedbir de bu davada konulmuştur. Anılan davanın konusu 510.151.355 TL tutarında tazminat ödenmesi talebine ilişkindir (bkz. §§ 9-13).

65. Şikâyete konu tedbirin yukarıda değinilen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Bunun yanında başvurucu bu tedbirin niçin gerekli olmadığını da somut bir biçimde ortaya koyamamıştır.

66. Başvurucu söz konusu tedbire karşı yargılamanın çeşitli aşamalarında etkin bir biçimde itiraz edebilme imkânı da bulabilmiştir. Ayrıca başvurucunun mal varlığına konulan tedbirin geçici nitelikte olduğu ve haksız olduğunun anlaşılması hâlinde davadan sonra tazminat davası açılabileceği de gözetilmelidir. Son olarak tedbirin konulduğu davanın değerinin (bkz. § 64) oldukça yüksek olduğu, başvurucunun ise bu değer ile karşılaştırmaya elverişli somut bir belge de sunmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak ihtiyati tedbirin haksız yere uygulandığı iddiası yönünden yapılan müdahalenin kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasındaki adil dengeyi bozmadığı ve ölçülü olduğu kanaatine varılmıştır. Bu durumda belirtilen şikâyet yönünden bir ihlalin olmadığı açıktır.

67. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda bir ihlal bulunmadığı açık olan başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, § 24).

68. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. İhtiyati Tedbir Sürecinin Makul Sürede Sonuçlanmadığı Şikâyeti Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları

69. Başvurucu, ihtiyati tedbirin makul bir sürede sonuçlanmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

i. Kabul Edilebilirlik

70. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

71. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

72. Anayasa Mahkemesi muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

73. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için ise gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

74. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Nitekim başvurucunun mal varlığı üzerine 12/7/2001 tarihinde konulan ihtiyati tedbir şerhinin devam ettiği görülmektedir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir sürecinin yaklaşık on sekiz yıl on bir aydır devam ettiği tespit edilmiştir. Bu tedbir süreci olayın koşulları çerçevesinde bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı ise kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği ve ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

75. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

76. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

77. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

78. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

79. Başvurucu, ihlallerin ve bu aşamada saklı tutulan maddi ve manevi tazminat hakkının varlığının tespiti talebinde bulunmuştur.

80. Başvuruda ihtiyati tedbirin makul bir sürede sonuçlanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı ihtiyati tedbirin kaldırılmasını gerektirmemektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkat çekmektedir.

81. Buna göre başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Başvurucu ise başvuru formunda bu bireysel başvuru kapsamında açıkça maddi veya manevi bir tazminat talebinde bulunmamıştır. Dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlalinin tespiti ile yetinilmesine karar verilmesi gerekir.

82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ihtiyati tedbirin haksız olduğu şikâyeti yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmadığı şikâyeti yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

E. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesine (E.2001/1299, K.2009/28) GÖNDERİLMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞEVKET BUDAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/23296)

 

Karar Tarihi: 8/9/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Şevket BUDAN

Vekili

:

Av. Hacı Bayram Veli ARIKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tapu iptali ve tescili talebiyle açılan davada taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konulmasına karar verilmesi ve bu tedbirin uzun süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/5/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Malatya'nın Battalgazi ilçesinin Hüseyinbey ve Beldek Mahalleleri ile Ağyazı, Atabey ve Kuluşağı köylerinde bulunan muhtelif taşınmazlara ilişkin olarak başvurucunun da dâhil olduğu taraflar aleyhine İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 12/3/1991 tarihinde muris muvazaası nedenine dayalı tapu iptali ve tescili-tenkis davası açılmıştır. Davayı açan diğer mirasçı; tapuda murisleri adlarına kayıtlı olan taşınmazların mirastan mal kaçırmak için devredildiğini, bu şekilde yapılan işlemlerin mirasçılardan mal kaçırmaya yönelik ve muvazaalı olduğunu ileri sürmüştür.

9. Davacı mirasçının talebi üzerine Mahkemece 1/4/1991 tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmazlardan Malatya'nın Battalgazi ilçesinin Kuluşağı köyünde bulunan taşınmazların üçüncü kişilere devrinin önlenmesi amacıyla ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmiş ve bu karar doğrultusunda tapu kayıtlarına şerh konulması hususu aynı tarihte Tapu Müdürlüğüne bildirilmiştir. Tapu Müdürlüğü, anılan tarihte söz konusu taşınmazların tapu kaydına Mahkemece konulmasına karar verilen ihtiyati tedbir şerhlerini tescil etmiştir.

10. Mahkeme 7/10/2010 tarihinde, davacının tenkis yönündeki beyanlarını, gayrimenkullerin değer tespitine ilişkin raporları ve bilirkişi raporunu esas almış; S.Ş. mirasçıları davalılar A.K.B., M.G.B., N.Z. ve S.İ. aleyhine açılan davalar ile S.Ş. adına kayıtlı taşınmazlarla ilgili davanın feragat nedeni ile reddine, davalılar Şevket Budan ile Ş.B. varisleri hakkında açılan davanın kısmen kabulü ile bilirkişi raporu ile hesaplanan 7.917,90 TL'nin Şevket Budan'dan 23.279,79 TL'nin mirasçılık belgesine göre Ş.B. mirasçılarından yasal faizi ile birlikte bu davalılardan tahsiline karar vermiştir.

11. Temyiz edilen karar; Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 27/6/2011 tarihli ilamıyla ve tapuları iptal edilmeyen temliklerde söz konusu taşınmazların temlik edilen tereke içinde yer alacak şekilde tenkis hesabı yapılması, tapuları iptal edilip terekeye dönen taşınmazlar yönünden ise temlik harici tereke içinde yer alacak şekilde tenkis hesabı yapılması gereğine dikkat edilmemesi, temliklerin saklı paylı mirasçılara yapılması, tenkis hesabı yapılırken davalıların saklı payları düşülmeden 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 503. maddesine aykırı şekilde sabit tenkis oranının hesaplanması, tenkis davalarında mecburi dava arkadaşlığı bulunmadığından hükmün her davalı yönünden ayrı ayrı tesis edilmesi gereğinin gözetilmemesi, ayrıca seçimlik hakkın kullanıldığı tarihten itibaren tenkis alacağına faiz işletilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerekçesiyle bozulmuştur.

12. Bozma ilamına uyan Mahkemece feragat edilmeyen davalı Ş.B. ve Şevket Budan adına kayıtlı taşınmazlarla ilgili olarak Mahkemece yeniden bilirkişiden rapor alınmış, tereke tespiti ile sabit tenkis oranı tespit edilmiş, sunulan bilirkişi raporunda feragat edilmeyen davalılar adına kayıtlı taşınmazlar ile ilgili davalıların seçimlik hakkını kullandığı tarih itibarıyla güncel değer hesabı yapılmış ve sabit tenkis oranı uygulandığında davalı Şevket Budan'dan tenkisi gereken miktarın 26.502,07 TL, davalı Ş.B.den tenkisi gereken miktarın ise 63.508,53 TL olduğu rapor edilmiştir. Mahkeme 26/12/2017 tarihinde sonuç olarak davanın davalılar M.K.B., A.K.B., N.Z. ve S.İ. yönünden feragat nedeniyle reddine, diğer davalılar yönünden ise kabulü ile 26.502,07 TL'nin davalı Şevket Budan'dan alınarak davacıya verilmesine, 63.508,53 TL'nin Ş.B. mirasçıları olan davalılar Ö.K., H.B., F.İ., E.B., M.Y. ve C.Y.'den müşterek ve müteselsilen olmak üzere alınarak davacıya verilmesine karar vermiştir.

13. Ayrıca kararda, davalı Şevket Budan ile Ş.B. ve mirasçıları adına kayıtlı olanlar dışındaki taşınmazlara konmuş tedbirlerin derhâl kaldırılması için tapu müdürlüklerine müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. 13/6/2018 tarihli müzekkeresi üzerine de Battalgazi Kaymakamlığı Tapu Müdürlüğü 20/6/2018 tarihli ihtiyati tedbir terkini işlemi ile ihtiyati tedbir kararını kaldırmıştır.

14. Tapu iptali ve tescil-tenkis davası tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine 13/4/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Buna karşılık başvurucu, henüz davanın esası hakkında yargılama devam ederken ihtiyati tedbir kararı da devam ettiği için 10/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

15. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. İbrahim Geçer, B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 19-31.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 8/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

17. Başvurucu, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmadığını ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

18. Bireysel başvuru sonrasında, 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

19. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

20. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.

21. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

22. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

23. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu; dava konusu taşınmaza mahkemece ihtiyati tedbir şerhi konulduğunu, bu tedbir şerhinin yaklaşık yirmi altı yıldır devam ettiğini ve bu şerh yüzünden taşınmazı üzerinde tasarrufta bulunamadığını ifade etmiştir. Başvurucu bu sebeple mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

26. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. (B. No: 2014/17196, 25/10/2018) başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

27. Anayasa Mahkemesi, muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

28. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

29. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucunun taşınmazlarının tapu kaydına 1/4/1991 tarihinde ihtiyati tedbir şerhi konulmuş ve bu şerh ancak 20/6/2018 tarihinde kaldırılabilmiştir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir sürecinin 27 yıl 2 ay 19 gün sürdüğü tespit edilmiştir. Bu tedbir süreci bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna varılmıştır.

30. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

32. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 1.000.000 TL maddi tazminat ve 1.000.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

33. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

34. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

35. İncelenen başvuruda, ihtiyati tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

36. Somut olayda Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkati çekmektedir.

37. Buna göre başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

38. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zararı ortaya koyan somut bilgi veya belgeler sunması gerekmektedir. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

39. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/3) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SANER EREN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/1718)

 

Karar Tarihi: 12/1/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Kamber Ozan TUTAL

Başvurucu

:

Saner EREN

Vekili

:

Av. Mehmet Rıfat İNAL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tapu iptali ve tescili talebiyle açılan davada mal varlığı hakkında haksız olarak ihtiyati tedbir kararı verilmesi ve bu tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/1/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun da içerisinde bulunduğu davalılar aleyhine 24/11/2004 tarihinde muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescili davası açılmıştır. Davacı, dava dilekçesinde; murisin mal varlığının tamamını muvazaalı olarak davalılara sattığını, söz konusu satışların saklı payına tecavüz niteliğinde olduğunu ve miras hakkından mahrum bırakıldığını iddia etmiştir. Davacı ayrıca dava konusunu oluşturan mal varlığı değerleri hakkında ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir.

9. Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 20/12/2004 tarihinde davacının ihtiyati tedbir talebini kısmen kabul etmiştir. Mahkeme, başvurucu ile birlikte davalıların birtakım mal varlığı değerleri hakkında ihtiyati tedbir kararı vermiştir. Mahkemenin hakkında ihtiyati tedbir kararı verdiği başvurucuya ait mal varlığı değerleri şunlardır:

i. Ankara ili Çankaya İlçesi Çankaya Mahallesi 4866 ada 1 parselde kayıtlı bağımsız bölüm,

ii. Ankara ili Çankaya İlçesi Güzeltepe Mahallesi 7052 ada 3 parselde kayıtlı bağımsız bölüm,

iii. İstanbul ili Kadıköy İlçesi İbrahimağa Mahallesi 1304 ada 3 parselde kayıtlı bağımsız bölüm,

iv. Başvurucunun lehtarı olduğu 4/3/2004 keşide ve 5/3/2005 vade tarihli 50.000 TL bedelli bono.

10. Başvurucu aleyhine açılan dava Mahkeme önünde derdesttir. Başvurucu, yargılamanın devam ettiğini belirterek 19/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

11. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. İbrahim Geçer, B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 19-31.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

12. Mahkemenin 12/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

13. Başvurucu, davanın henüz sonuçlandırılmadığını belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

14. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

15. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

16. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.

17. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

18. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

19. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. İhtiyati Tedbirin Haksız Olduğu Şikâyeti Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu, ihtiyati tedbir talebinin dava konusu olan miras payı ile sınırlı tutulması gerekmesine rağmen Mahkemece talep aşılarak tüm mal varlığı hakkında tedbir kararı verildiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

21. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir.

22. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

23. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 394. maddesinde ihtiyati tedbir kararına karşı itiraz düzenlenmiştir. Buna göre, ihtiyati tedbir kararına karşı tedbiri veren mahkemede itirazda bulunulabilecektir. İtiraz hakkında verilen karara karşı ise kanun yoluna başvurulabilecektir. Somut olayda başvurucu ihtiyati tedbir kararına karşı yaptığı itirazların her seferinde reddedildiğini belirtmiştir. Buna karşı başvurucu bireysel başvuru öncesinde, mal varlığı hakkında verilen ihtiyati tedbir kararına Mahkeme önünde itiraz ettiğini ve bu itirazın reddi üzerine de kanun yolunu tükettiğini gösterir herhangi bir bilgi ve belge sunmamıştır. Dolayısıyla başvurunun ihtiyati tedbirin haksız olduğuna ilişkin iddiaları yönünden 6100 sayılı Kanun'da öngörülen itiraz yolunu tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.

24. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. İhtiyati Tedbir Sürecinin Makul Sürede Sonuçlanmadığı Şikâyeti Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu; taşınmazları hakkında verilen ihtiyati tedbir kararının 2004 yılından beri devam ettiğini, yargılamanın henüz sonuçlandırılmadığını ve taşınmazlar üzerindeki tasarruf hakkının kısıtlandığını ifade etmiştir. Başvurucu bu sebeple mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

27. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. (B. No: 2014/17196, 25/10/2018) başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

28. Anayasa Mahkemesi, muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

29. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanıdığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

30. Benzer nitelikteki başvuruya konu olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucunun taşınmazlarının tapu kaydına 20/12/2004 tarihli Mahkeme kararı ile ihtiyati tedbir şerhi konulmuştur. Söz konusu tedbir kararı bireysel başvurunun inceleme tarihi itibarıyla de devam etmektedir. Bu tedbir süreci bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna varılmıştır.

31. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

32. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

33. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 10.000 TL maddi tazminat ile 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

34. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

35. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

36. İncelenen başvuruda, ihtiyati tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

37. Somut olayda Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkati çekmektedir.

38. Buna göre başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

39. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zararı ortaya koyan somut bilgi veya belgeler sunması gerekmektedir. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

40. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ihtiyati tedbirin haksız olduğu şikâyeti yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ihtiyati tedbir sürecinin makul sürede sonuçlanmadığı şikâyeti yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2004/542) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YAKUP ZİYA GENÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/18585)

 

Karar Tarihi: 16/6/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Yakup Ziya GENÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı üzerine uzun süredir elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 4/7/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu hakkında rüşvet almak ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan 2/3/2010 tarihinde soruşturma başlatılmış olup bu soruşturma kapsamında başvurucunun evinde yapılan aramada ele geçen 6.400 TL, 36.850 avro ve 100 Amerikan dolarına el konulmuştur.

9. Ardından Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 8/7/2011 tarihinde; sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin satın alınması, taşınması bulundurulması, özel belgede sahtecilik, basit yaralamaya azmettirme, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kamu kurum veya kuruluşlarının ihalesine fesat karıştırma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarından cezalandırılmaları istemiyle başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında iddianame düzenlenmiştir.

10. Başvurucu 30/4/2018 tarihli dilekçesiyle el konulan paraların iadesini istemiştir. İddianame kapsamında isnat edilen suçlardan kovuşturmanın yapıldığı Adana 1. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) başvurucunun iade isteği 31/5/2018 tarihli oturumda reddedilmiştir.

11. Başvurucu bunun üzerine iade talebinin reddine dair ara kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesince 6/6/2018 tarihinde, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.

12. Bu karar başvurucuya 6/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

13. Başvurucu 4/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

14. Bireysel başvurudan sonra 27/12/2018 tarihinde de elkoyma tedbirinin kaldırılması talep edilmiş ancak Mahkemece, bu talebin daha önce de reddine karar verilmiş olduğu belirtilerek yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

15. İlgili ulusal hukuk için bkz. Hamit Alihansoy ve diğerleri, B. No: 2017/35581, 29/9/2020, §§ 19-21.

16. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Şeyhmus Terece [GK], B. No: 2017/26532, 23/7/2020, §§ 27-31.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Mahkemenin 16/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu; kendisine isnat edilen suçlar ile el konulan paralar arasında herhangi bir bağ kurulmadan, hukuka aykırı olarak el konulması ve itirazların gerekçesiz reddedilerek uzun süredir elkoyma tedbirinin devam etmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

19. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de paralar üzerine konulan tedbirin uzun süredir devam ettiğine yönelik şikâyetinin esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından başvurucunun bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

22. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvurucunun el konulan paralarının mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

23. Anayasa Mahkemesi daha önce müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yönündeki tedbirlerin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiş ve mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açsa dahi niteliğini ve amacını gözeterek müdahaleleri mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 57, 58; Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 67-70; Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 62-67; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 58-62).

24. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucuya ait paralar üzerindeki elkoyma tedbirinin uzun süredir devam etmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açık olup suçtan mülk edinilmemesini amaçlayan müdahalenin yukarıda değinildiği gibi üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

25. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

26. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

i. Kanunilik

27. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

28. Somut olayda başvurucu hakkında yürütülen soruşturma kapsamında başvurucuya ait paralara 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 128. maddesi uyarınca elkoyma tedbiri uygulandığı anlaşılmaktadır. Bu kanun hükmünün belirli, öngörülebilir ve ulaşılabilir olduğunda bir tereddüt bulunmadığından müdahalenin kanuni bir dayanağı mevcuttur.

ii. Meşru Amaç

29. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

30. Müsadere veya müsadereyle suçta kullanılan, kullanılmak üzere hazırlanan veya suçtan meydana gelen eşyanın mahkûmiyete rağmen suçlunun elinde bırakılmamasıyla suçtan gelir elde edilmemesi, ayrıca suçla ilgili veya bizatihi suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi amaçlanmıştır. Böylece suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesi ve suça konu tehlike arz eden mülkün kullanılması ile dolaşımının engellenmesi hedeflenmektedir (Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, § 69).

31. Somut olayda paralara el konulması caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmaması için gerekli görüldüğü anlaşılmaktadır. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 128. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphe bulunması hâlinde ilgili taşınmaz, hak, alacak ve diğer mal varlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması hâlinde dahi, elkoyma işleminin yapılabileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla suçta kullanıldığı gerekçesiyle paralara el konulmasının belirtilen şekilde kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 61).

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

32. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

33. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44).

34. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bazı durumlarda devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılması da mümkün olamamaktadır. Üstelik devletin ister pozitif isterse de negatif yükümlülükleri söz konusu olsun, uygulanacak ilkeler de çoğunlukla önemli ölçüde benzeşmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, § 70).

35. Mülkiyet hakkına üçüncü kişiler tarafından müdahalede bulunulması durumunda, bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Bu bağlamda, hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus, kural olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal edilmiş olur (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, § 48).

36. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

37. Anayasa Mahkemesi, muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

38. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanıdığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Elkoyma tedbirinin uygulanmasının kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olduğu kuşkusuzdur. Gereklilik ölçütü yönünden ise öncelikle suçla mücadele çerçevesinde eşyaya el konulması bakımından kamu makamlarının belirli bir takdir yetkisinin olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte bu takdir yetkisi çerçevesinde yapılan müdahale yönünden kamu makamlarının Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği güvenceleri de sağlamaları zorunludur.

40. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi tedbir süresinin uzunluğu bağlamında müdahalenin orantılı olup olmadığını da değerlendirerek sonuca varacaktır.

41. Somut olayda başvurucuya ait paralara 2/3/2010 tarihinde el konulmuş ve bireysel başvurudan önce başvurucu en son 30/4/2018 tarihli dilekçesiyle el konulan paraların iadesini istemiştir. Mahkemece gerekçe belirtilmeksizin 31/5/2018 tarihli duruşmada ara kararıyla talebin reddine karar verilmiştir. Bu ara karara karşı yapılan itiraz ise 6/6/2018 tarihinde, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.

42. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada, bireysel başvurunun yapıldığı 4/7/2018 tarih itibarıyla elkoyma tedbirinin devam ettiği ve kovuşturmanın ilk derece mahkemesinde derdest olduğu görülmüştür. Buna göre başvuru tarihine kadar 8 yıl 4 ay 2 gün süren elkoyma tedbirinin de hâlen devam ettiği anlaşılmaktadır.

43. Kişilerin mal varlığı değerleri üzerine konulan tedbirin ölçülü olduğundan bahsedebilmek için uzayan süreç nedeniyle orantısız, dolayısıyla ölçüsüz hâle dönüşmemesi gerekir. Her olayın özelliğine göre bu sürenin makul olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği de açıktır. Somut olayda başvurucunun mal varlığı değerleri üzerinde 2/3/2010 tarihinden bu yana devam eden tedbir kararının süresinin öngörülebilir ve makul olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Kaldı ki derece mahkemelerince tedbir kararının kaldırılması talebinin hangi gerekçeyle reddedildiği ve niçin tedbirin devamına ihtiyaç duyulduğu da açıklanamamıştır. Dolayısıyla uygulanan tedbir kararlarının uzun süredir devam etmesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, bu sebeple müdahalenin kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu ve ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

44. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

45. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

46. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini ve mal varlığı değerleri üzerine konulan tedbirin kaldırılması talebinde bulunmuştur.

47. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

48. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

49. İncelenen başvuruda elkoyma tedbirinin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla ihlalin yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

50. Somut olayda Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı elkoyma tedbirinin kaldırılmasını gerektirmemektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkati çekmektedir (benzer değerlendirme için bkz. Hamit Alihansoy ve diğerleri, § 66).

51. Buna göre başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu, tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 8.000 TL manevi tazminat ödenmesine, maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 8.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, maddi tazminat talebinin REDDİNE,

D. 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Adana 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/213) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EMRE ALPKIRAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/32768)

 

Karar Tarihi: 16/11/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Emre ALPKIRAY

 

 

2. Eşref ALPKIRAY

 

 

3. Gülsüm KETE

 

 

4. Hicran ARIKİZ

 

 

5. Kader YOLAGELE

 

 

6. Şerife ALPKIRAY

 

 

7. Zeynep BİLDİK

Başvurucular Vekili

:

Av. Serhat CEBBA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tapu iptali ve tescili talebiyle açılan davada uygulanan ihtiyati tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/11/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular 3/11/2012 tarihinde vefat eden E.A.nın mirasçılarıdır.

9. Bingöl'ün Kültür Mahallesi Yukarı Güsüman mevkiinde kâin 696 ada 2 parsel numaralı taşınmaz dosyadan anlaşılamayan bir tarihteki kadastro çalışmaları sırasında Hacı Hasan Oğulları M. ve Ş. adına tespit ve tescil edilmiştir. M. ve Ş.nin ölümlerinden sonra anılan taşınmaz mirasçıların sadece bir kısmı adına tapuda tescil edilmiştir. Taşınmazın adlarına tescil edildiği bazı paydaşlar ise hisselerini satmıştır. Başvurucuların murisi E.A. da söz konusu taşınmazın paydaşları arasındadır.

10. M. ve Ş.nin tapuda adlarına tescil kaydı bulunmayan mirasçıları, taşınmazın adları tescil edilen mirasçıları ile taşınmazın hisselerini satış yoluyla edinen kişiler (müdahillerle birlikte 56 kişi) aleyhine Bingöl 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 28/7/1993 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; bir kısım mirasçının diğer mirasçıların bilgisi dışında temin ettikleri ve gerçeği yansıtmayan veraset ilamına dayanarak taşınmazı sadece kendi adlarına tescil ettirdikleri ileri sürülmüş, bu sebeple tapunun bir kısım hisse yönünden iptal edilerek adlarına tescil edilmesine karar verilmesi talep edilmiştir.

11. Başvurucuların murisi E.A. 11/8/1993 tarihli cevap dilekçesinde, taşınmazın hissesini miras yoluyla değil 23/6/1983 tarihinde A.A.dan satın alma yoluyla edindiğini ileri sürmüştür.

12. Davacıların ihtiyati tedbir talebi Mahkemenin 28/9/1995 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve taşınmazın tapu siciline ihtiyati tedbir şerhi uygulanmıştır.

13. Mahkeme 15/2/2005 tarihli kararıyla davayı kısmen kabul etmiş, kısmen reddetmiştir. Mahkeme, bir kısım mirasçının diğerlerinin bilgisi dışında temin ettiği ve gerçeğe aykırı olan veraset ilamına istinaden taşınmazı sadece kendi adlarına tescil ettirdiği vakıasını kabul etmiştir. Başvurucuların murisine ait hisse yönünden Mahkeme bu hissenin satın alma yoluyla edinildiğini ve satış işleminin muvazaalı olduğuna dair bir kanıtın bulunmadığını belirterek davanın bu kısmını reddetmiştir.

14. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtları incelendiğinde bazı taraflarca 2014 yılı içinde Mahkemeye temyiz dilekçeleri sunulduğu görülmektedir. Yine UYAP kayıtları incelendiğinde bazı tarafların dosyanın Yargıtaya gönderilmesi için 2019 yılı içinde Mahkemeye dilekçeler verdikleri ve dosyanın 29/12/2020 tarihinde Yargıtaya gönderildiği gözlemlenmektedir. Dosya hâlen Yargıtayda derdesttir.

15. Başvuruculardan Emre Alpkıray 28/5/2018 tarihinde Mahkemeye başvurarak ihtiyati tedbirin kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme 19/10/2018 tarihli kararıyla bu talebi reddetmiştir.

16. Başvurucular 2/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. İlgili hukuk için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-39; İbrahim Geçer, B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 17-31.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Anayasa Mahkemesinin 16/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

19. Başvurucular, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

21. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

22. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

23. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında yaklaşık 28 yıllık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

24. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

25. Başvurucular, dava konusu taşınmaza uygulanan ihtiyati tedbir şerhinin yaklaşık yirmi beş yıldır devam ettiğini ve bu şerh yüzünden taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunamadıklarını ifade etmişler; bu sebeple mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

27. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

28. Anayasa Mahkemesi, muhtemel bir alacağın güvence altına alınarak etkisizleşmesinin önüne geçilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında kamu makamlarının mülk üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak söz konusu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu doğrultuda hukuki ilişkinin diğer tarafının haklarını korumak için tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 79).

29. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için kapsamı ve süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulanması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireye şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği takdirde ölçülü görülebilir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin söz konusu olduğu durumlarda tedbiri uygulayan kamu makamlarının ivedi olarak ve özenli bir biçimde davranma yükümlülükleri bulunmaktadır. Aksi hâlde yani tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi, mülkiyet hakkının tanındığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklemiş olur (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., §§ 73-80).

30. Benzer nitelikteki somut olay bakımından da bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucuların murisinin de paydaşı olduğu taşınmazın tapu kaydına 28/9/1995 tarihinde ihtiyati tedbir şerhi konulmuş ve bu şerh hâlen varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla olayda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbir sürecinin yaklaşık 26 yıldan beridir devam ettiği tespit edilmiştir. Bu tedbir süreci bir bütün olarak ele alındığında söz konusu sürenin makul olmadığı kuşkusuzdur. Bu durumda mülkiyet hakkını sınırlandıran tedbirin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna varılmıştır.

31. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

32. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

33. Başvurucular, ihlallerin tespit edilmesini istemiş ve her biri için 100.000 TL maddi, 100.000 TL manevi olmak üzere toplam 200.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.

34. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

35. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

36. İncelenen başvuruda; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, ihtiyati tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlallerin mahkemenin işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

37. Somut olayda Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkati çekmektedir.

38. Buna göre başvuru konusu olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara net 10.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

39. Öte yandan makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvuruculara net 70.200 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

40. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zararı ortaya koyan somut bilgi veya belgeler sunması gerekmektedir. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

41. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara net 80.200 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Bingöl 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.1993/302, K.2005/153) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

AYŞE SABAHAT GENCER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/34950)

 

Karar Tarihi: 20/10/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 11/1/2023-32070

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucu

:

Ayşe Sabahat GENCER

Vekili

:

Av. Ahmet EROL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarının bloke edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

4. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

6. Asya Katılım Bankası A.Ş. (Banka) 24/10/1996 tarihinde faaliyetine başlamış ve 20/12/2005 tarihinde Asya Finans Kurumu Anonim Şirketi olan şirket unvanı Asya Katılım Bankası Anonim Şirketi olarak değiştirilmiştir.

7. Anılan Banka ile ilgili olarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK/Kurum) tarafından 26/8/2014 tarihinde "Banka hakkında Kanun'un 67. maddesine istinaden alınabilecek önlemler" konulu rapor düzenlenmiştir. Bu raporda;

i. 2014 yılının ilk sekiz aylık döneminde 7 milyar TL civarında katılım fonu çıkışı gerçekleştiği, bunun 2 milyar TL'sinin son on yedi iş gününde yapıldığı, yine bu süre içinde Bankanın likit varlıklarının %50,74 azaldığı belirlenmiştir.

ii. Bankanın 22/8/2014 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında (TCMB) serbest olarak tuttuğu 192.454.000 TL tutarındaki zorunlu karşılığı çektiği, 25/8/2014 tarihi itibarıyla ihtiyaç anında kullanabileceği likit değerlerinin 723.591.000 TL, TCMB'den onay alarak kullanabileceği zorunlu karşılık yabancı para hesabının toplam 725.886.000 TL olduğu belirtilmiştir.

iii. Son on yedi iş gününde günlük ortalama katılım fonu çıkışının 124.061.000 TL olduğuna işaret edilerek Bankanın anılan likit değerleriyle söz konusu fon çıkış tutarını mevcut koşulların devamı hâlinde yaklaşık beş iş günü (723.591/124.061=5,83) daha karşılayabileceği, sonrasında başka bir önlem alınmadığı takdirde TCMB bloke zorunlu karşılıklarının çözülmesi durumunun gündeme gelebileceği vurgulanmıştır.

iv. Katılım fonu çıkışı kaynaklı likidite sıkışıklığı nedeniyle 15-28 Ağustos 2014 dönemi TL zorunlu karşılık tutarının eksik tutulması olasılığının yüksek olduğu ve söz konusu trendin devam etmesi hâlinde Bankanın yükümlülüklerini vadesinde yerine getirememesi riski doğmasının kuvvetle muhtemel olacağı açıklanmıştır.

v. Likiditeye ilişkin olarak alınacak önlemlerin derhâl, bir gün daha gecikmeye mahal verilmeksizin hayata geçirilmesinin önem arz ettiği belirtilmiştir. Bu bağlamda Bankanın öncelikle likidite durumunun iyileştirilmesine dair önlemlerin süratli şekilde hayata geçirilerek likiditeye ilişkin sorunun çözülmesi gerektiği ifade edilerek likidite durumunu iyileştirerek Bankanın yükümlülüklerini vadesinde yerine getirememe tehlikesini ortadan kaldıracak her türlü tedbirin kanunda hangi maddede yer aldığına bakılmaksızın alınmasının önem arz ettiği ve kurum ve/veya kurulca kanunda öngörülen tedbirlerden uygun olanların ivedilikle alınmasının yerinde olacağı ifade edilmiştir.

8. BDDK 28/8/2014 tarihinde raporda yer alan tespitler çerçevesinde Bankanın 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun ''Kısıtlayıcı önlemler'' kenar başlıklı 70. maddesi kapsamına alınmasına karar vermiştir.

9. Bu kapsamda Bankadan istenen hususlar şöyledir:

i. İmtiyazlı paya sahip ortaklarının derhâl nakit sermaye artırımına gitmesi

ii. Acil likidite ihtiyacı dikkate alındığında nakdî sermaye artırımında kullanılacak fonun ortaklarca sermaye artırımı süreci başlamadan ivedilikle Bankaya muvazaadan ari (reel) nakit girişi sağlayacak şekilde Banka nezdinde hesaba yatırılarak bloke edilmesi ve nakit sermayenin Banka nezdinde bloke edilmesini takiben ortaklarca gerçekleştirilecek sermaye artırımına ilişkin olarak Kuruma yazılı taahhüt verilmesi

iii. Ortaklarca sermaye artırımı dışındaki kaynakların da Bankaya aktarılması, kredi portföyü dâhil olmak üzere muhtelif teminatların devreye sokulması seçeneği de dikkate alınarak Bankaca katılım fonu dışında da uzun vadeli, uygun maliyetli kredi ve benzeri fon temin edilmesi

iv. Sigortaya tabi katılım fonu tutarını aşmamak ve yeterli teminatı hâkim ortakların hisse senetlerinden veya diğer mal varlıklarından karşılanmak üzere uzun vadeli kredi sağlaması, satış kabiliyeti yüksek olanlardan başlamak üzere krediler de dâhil aktiflerin elden çıkarılması suretiyle likidite temin edilmesi

v. Banka risk grubu ile hissedarlara nakdî ve gayrinakdî kredi kullandırılmasının durdurulması

vi. Likidite durumu iyileşene kadar orta ve uzun süreli fon kullandırılmaması, mensuplarına her ne ad altında olursa olsun düzenli olarak ödenenler dışındaki ödemelerin durdurulması da dâhil olmak üzere işletme ve yönetim giderlerini azaltacak tüm tedbirlerin alınması

vii. Yeni yatırımların durdurulması, uzun vadeli veya duran varlıkların elden çıkarılması, Bankanın mevcut ve gelecekteki likidite durumunu güçleştirecek şekilde üçüncü kişiler ile yapacağı işlemlerde emsallerine göre önemli derecede farklılık arz edecek yükümlülüklerin altına girmemesi, gereken durumlarda Kurumdan ön izin alması

viii. Aktif kalitesindeki bozulmanın temel nedeni olan sorunlu kredilerin tahsili ve/veya satışı için gerekli girişimlerde bulunulması, Bankanın öz kaynaklarının güçlendirilmesine yönelik her türlü tedbirin alınması

10. Daha sonra BDDK tarafından söz konusu talimatların yerine getirilmesi konusunda Bankanın nitelikli pay sahibi ortaklarının gerekli mali güç ve itibara sahip olup olmadıkları ile şeffaf ve açık ortaklık yapısının bulunup bulunmadığı hususlarının ortaya konulabilmesi açısından 185 adet (A) grubu nitelikli paya sahip ortakların kurucularda aranan şartları taşıdıklarını gösterir belgelerin sunulması istenmiştir.

11. Banka tarafından gerekli tedbirlerin alınmadığı ve eksikliklerin giderilmediği gerekçesiyle BDDK'nın 3/2/2015 tarihli kararı kapsamında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulunun (Fon Kurulu) aldığı 3/2/2015 tarihli kararla 5411 sayılı Kanun'un 18. maddesinin beşinci fıkrasına istinaden Bankanın M. Turizm Ticaret ve Sanayi A.Ş.ye ve (A) grubu imtiyazlı paya sahip diğer 122 pay sahibine ait imtiyazlı hisselerin temettü hariç ortaklık haklarının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından kullanılmasına karar verilmiş ve gerekli atamalar yapılarak Banka yönetimi TMSF tarafından devralınmıştır.

12. Bankaya ilişkin olarak 28/5/2015 tarihinde mali durum tespit raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda, Bankanın bankacılık ilke ve teamüllerine aykırı çok sayıda uygulama ve faaliyetinin bulunduğu tespiti yapılmış; Bankanın uygulama ve faaliyetlerinin katılım fonu sahiplerinin hak ve menfaatlerine halel getirecek nitelikte olduğuna işaret edilmiştir. Öte yandan Bankanın açık ve şeffaf olmayan ortaklık yapısı ve organizasyon şemasının mali sistemin güven ve istikrarı açısından tehlike arz ettiği ve BDDK'nın 5411 sayılı Kanun’un 70. maddesinde belirtilen tedbirlerin alınmasını içeren 28/8/2014 tarihli talimat yazısında yer alan üç talimata aykırı uygulamalar yapıldığı tespitine de yer verilerek Banka hakkında anılan Kanun’un 71. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde ifade edilen “faaliyetine devamının mevduat ve katılım fonu sahiplerinin hakları ve malî sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arz ettiğinin ortaya çıkması” durumunun oluştuğu ve Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin -zararın mevcut ortakların sermayesinden indirilmesi kaydıyla- kısmen veya tamamen devri, satışı veya birleştirilmesi amacıyla TMSF'ye devredilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı ifade edilmiştir.

13. BDDK 29/5/2015 tarihinde Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetimi ve denetiminin kısmen veya tamamen devri, satışı veya birleştirilmesi amacıyla 5411 sayılı Kanun'un 71. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince TMSF'ye devredilmesine karar vermiştir. Bu karar uyarınca Bankanın yönetim ve denetim yetkisi TMSF tarafından kullanılmaya başlanmıştır.

14. Fon Kurulunun almış olduğu 18/7/2016 tarihli kararla Bankanın bankacılık faaliyetlerinin 5411 sayılı Kanun'un 107. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir.

15. Fon Kurulu 21/7/2016 tarihinde, yapılandırma çalışmaları sonuçsuz kalan Bankanın 5411 sayılı Kanun'un 107. maddesinin son fıkrası kapsamında faaliyet izninin kaldırılmasının BDDK'dan talep edilmesine karar vermiştir. Bu talebi kabul eden BDDK 22/7/2016 tarihinde Bankanın faaliyet iznini kaldırmıştır.

16. 5411 sayılı Kanun'un 63. ve 106. maddeleri ile 23/2/2007 tarihli ve 26443 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Faaliyet İzni Kaldırılan Bankalardaki Sigortalı Mevduat ve Sigortalı Katılım Fonunun Ödenmesi ile Bu Bankaların İflas ve Tasfiyesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) 10. maddesi uyarınca Banka nezdinde bulunan sigortaya tabi katılım fonunun doğruluğunun hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde tespiti amacıyla komisyon kurulmuştur. Komisyonun 24/11/2016 tarihli kararıyla, Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) Başkanlığı tarafından TMSF Varlık Yönetimi Daire Başkanlığına haklarında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) bağlantılı inceleme bulunduğu bildirilen kişiler ve FETÖ/PDY'ye finansman sağlanması, sigorta kapsamından yararlanmak amacıyla muvazaalı şekilde hesap açılması, Bankaya nakit girişi sağlamak amacıyla 5.000 TL ve üzerinde para yatırılması, FETÖ yapılanması ile irtibatın bulunması gibi konular nedeniyle Banka Teftiş Kurulu Başkanlığı ile TMSF Denetim Daire Başkanlığı inceleme ve denetim raporlarında adı geçen kişilerin hesaplarının doğrulukları konusunda bu aşamada tereddütlerin bulunması nedeniyle söz konusu kişilere ait sigorta kapsamındaki tutarların bloke edilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir.

17. Fon Kurulunun 24/11/2016 tarihli ve 2016/348 sayılı kararıyla, Banka nezdinde bulunan sigortalı katılım fonunun Komisyon raporunda yer verilen tespit ve kanaatler doğrultusunda ödemesinin gerçekleştirilmesine karar verilmiştir.

B. Banka Tarafından Açılan İptal Davası ve Bireysel Başvuru Süreci

18. Bankanın TMSF'ye devredilmesine ilişkin 29/5/2015 tarihli BDDK kararına karşı (B) grubu hissedar olan Kenan Işık, Ankara 13. İdare Mahkemesinde (13. İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır.

19. 13. İdare Mahkemesi 22/4/2016 tarihli kararında davanın reddine karar vermiştir. Yapılan temyiz istemi Danıştay Onüçüncü Dairesince 27/3/2017 tarihinde reddedilmiş ve karar onanmıştır.

20. Kenan Işık, bu karara karşı 30/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

21. Anayasa Mahkemesi, Kenan Işık (B. No: 2017/2629, 17/7/2019) bireysel başvurusunu mülkiyet hakkı kapsamında incelemiştir. Kararda, başvurucu Kenan Işık'ın hissedarı olduğu bankaya gerekli tedbirleri alması için bildirimde bulunulmasına rağmen bankanın mali durumundaki bozulmanın devam ettiği, bunun da mevduat ve katılım fonu sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arz edebileceği dikkate alındığında bankanın yönetiminin ve kontrolünün TMSF'ye devredilerek tasfiyesi suretiyle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile elde edilmek istenen kamu yararı karşılaştırıldığında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulmadığı kanaatine varıldığı ifade edilmiş ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.

C. Başvurucu Aleyhine Başlatılan Ceza Soruşturması Süreci

22. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan inceleme neticesinde başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından 2017 yılı içinde FETÖ/PDY üyeliği suçundan soruşturma başlatıldığı, Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğince 9/7/2019 tarihinde yakalama kararı çıkarıldığı ve soruşturmanın devam ettiği anlaşılmıştır.

23. Devam eden soruşturma hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmış ve başvurucunun başvurusuna ilişkin olarak;

i. Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2019/111000 soruşturma dosyası veya başka bir soruşturma dosyası ile başvurucunun Banka nezdinde bulunan hesap ya da hesaplarına herhangi bir nedenle Cumhuriyet Başsavcılığı ve/veya mahkeme kararı ile tedbir konulup konulmadığının tespit edilmesi,

ii. Başvurucu hakkında 13/11/1996 tarihli ve 4208 sayılı mülga Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun ya da 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun kapsamında bir soruşturma yürütülüp yürütülmediği, yürütülüyorsa bu konuda TMSF'ye ya da faaliyet izni kaldırılan Bankaya resmî bir bildirimde bulunulup bulunulmadığının bildirilmesi ve bu hususlara ilişkin belgelerin gönderilmesi istenmiştir.

24. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen cevapta, başvurucu hakkında yalnızca FETÖ/PDY üyeliği suçundan soruşturma yürütüldüğü, yakalama kararı ve emri bulunduğu, başvurucuyu yakalama çalışmalarının devam ettiği ve dosya içinde başvurucunun herhangi bir mal varlığına tedbir konulmasına ilişkin karar bulunmadığı ifade edilmiştir.

D. Başvurucu Tarafından Bankada Hesap Açılmasına ve Bu Hesaplara Tedbir Konulmasına İlişkin Süreç

25. Anayasa Mahkemesi tarafından TMSF veVakıf Katılım Bankası A.Ş.den (Vakıf Katılım Bankası) somut başvuruya ilişkin olarak aşağıda belirtilen hususlarda bilgi/belge istenmiştir:

i. Başvurucunun Banka nezdindeki hesap veya hesaplarının açılış tarihi ile bu hesap ya da hesaplardaki para hareketleri

ii. Katılım hesabına ya da diğer hesaplarına konulan bloke işlemi veya işlemlerinin tarihleri ve hangi merci (idari veya yargısal) tarafından konulduğu

iii. Bloke işlemi ya da işlemlerinin devam edip etmediği, devam etmiyor ise hangi tarihte kaldırıldığı

iv. Bloke konulan hesap ya da hesapların doğruluğuna ilişkin olarak yapılan araştırmada ne gibi sonuçlara ulaşıldığının tespit edilerek bildirilmesi ve bu hususlara ilişkin belgelerin gönderilmesi

26. TMSF tarafından verilen 25/11/2021 tarihli cevapta;

i. 5411 sayılı Kanun'un 63. maddesi ile 7/11/2006 tarih ve 26339 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sigortaya Tabi Mevduat ve Katılım Fonları ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca Tahsil Olunacak Primlere Dair Yönetmelik (7/11/2006 tarihli Yönetmelik) hükümleri ve25/9/2019 tarihli ve 30899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sigortaya Tabi Mevduat ve Katılım Fonları ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca Tahsil Olunacak Primlere Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik hükümlerine göre, Türkiye'de faaliyet gösteren bir kredi kuruluşunun yurt içi şubelerinde gerçek kişiler adına açılmış olan ve münhasıran çek keşide edilmesi dışında ticari işlemlere konu olmayan Türk lirası, döviz ve kıymetli maden cinsinden katılma hesapları birim hesap değerlerinin ve özel cari hesapların her bir gerçek kişi için 150.000 TL'ye (100.000 TL iken yapılan değişiklikle) kadar olan kısmının mevduat sigortası kapsamında TMSF'nin güvencesi altında olduğu,

ii. Banka nezdinde bulunan sigortaya tabi katılım fonunun şahıs ve tutar bazında ve doğruluğunun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde tespiti amacıyla Komisyon kurulduğu ve 5411 sayılı Kanun'un 63. ve 106. maddeleri ile Yönetmelik'in 10. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında inceleme yapıldığı,

iii. Bankanın FETÖ/PDY yapılanmasının finansmanında kritik önemi olduğu ve örgüt liderinin 2014 yılı başında kamuoyuna yansıyan Bankaya destek çağrıları sonrasında organize ve planlı bir şekilde ekonomik saikler dışında örgüte finansman desteği sağlanması kastıyla para girişlerinin gerçekleştiği, Banka Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan raporlarda, 2013 yılından sonra Bankadan yoğun para çıkışı olmasına rağmen aynı dönemde hayatın olağan akışına aykırı ve ekonomik gerekçelerle açıklanamayacak şekilde FETÖ/PDY'yi desteklemek amacına matuf olduğu intibasını uyandıracak mahiyette yeni hesaplar açan ya da mevcut hesapların bakiyelerini artıranlardan yaşı, mesleği, daha önceki dönemde banka nezdinde gerçekleştirmiş olduğu işlemler ile belirtilen dönemde gerçekleştirilenlerin uyumu gibi kriterler dikkate alındığında bir kısım işlemin şüpheli olarak değerlendirildiği, ticari nitelikteki katılım fonları başta olmak üzere mevduat sigortası kapsamında yer almayan katılım fonlarının veya gerçek kişilere ait yüksek tutarlı katılım fonlarının mevduat sigortasına tabi azami haddi (100.000 TL) aşan kısmının mevduat sigortası kapsamı içerisinde bırakmaya matuf olarak gerçekleştirilen ve bu bakımdan muvazaa içerdiği belirlenen işlemlerin mevcut olduğu, bir kısım hesapların FETÖ/PDY'ye finansman sağlanması için aktif olarak kullanıldığı, MASAK Başkanlığınca düzenlenen raporlarda FETÖ/PDY ile bağlantılı şüpheli işlemlerde isimlerinin geçmesi nedeniyle TMSF Denetim Daire Başkanlığı tarafından incelemeye konu edilenlerin adlarına açılan hesaplar hakkında kuvvetli şüpheler oluştuğu, nitekim iletişim kurulan bazı hesap sahiplerinin hesapların kendilerine ait olmadığı yönünde beyanda bulundukları, bu dönemde ekonomik gerçeklerle açıklanamayacak şekilde hesap açanların yaklaşık %50'sinin ev hanımı ve öğretmen olduğu, ayrıca Aralık 2013 itibarıyla Bankada bulunan katılım fonu tutarının toplam katılım fonlarına oranı yaklaşık %37 iken Mart 2015'te bu oranın yaklaşık %60'a yükseldiği,

iv. Kurum denetim birimlerince yapılan incelemeler sonunda perde arkasında örgütün kullanımında olduğu veya örgütün yönlendirmesiyle bankaya girişinin sağlandığına yönelik karineler nedeniyle doğrulukları konusunda şüphe bulunan hesaplardan kaynaklanan katılım fonu tutarları üzerine incelemeler sonuçlandırılıncaya ve hesapların doğruluğu konusunda oluşan şüpheler giderilinceye kadar TMSF Kurulunun 24/11/2016 tarihli ve 2016/348 sayılı kararıyla (idari kararla) 5411 sayılı Kanun'un 63. maddesi ile Yönetmelik'in10. maddesi uyarınca tedbiren bloke tesis edildiği,

v. Fon Kurulunun 14/11/2019 tarihli ve 2019/543 sayılı kararında, haklarında FETÖ/PDY kapsamında devam eden başkaca bir ceza davası veya savcılık soruşturması olmaması kaydıyla şahsıyla alakalı yürütülen FETÖ/PDY yargılamaları takipsizlik, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, hüküm verilmesine yer olmadığı kararlarından (kesinleşme kararı aranmaksızın) herhangi biri ile neticelenen mudilere veya haklarındaki yargılama devam etse bile sigortalı katılım fonu tutarları üzerinde tesis edilen mahkeme/savcılık tedbirleri sonradan yine yargı mercilerince kaldırılan mudilere ait sigortalı katılım fonu tutarları üzerinde tesis edilen TMSF/teftiş başlıklı blokelerin kaldırılmasına karar verildiği,

vi. Fon Kurulunun 22/10/2020 tarihli ve 2020/331 sayılı kararında, hakkında FETÖ/PDY kapsamında yürütülen yargılama süreci devam etmekle birlikte mal varlıkları/banka hesapları üzerine tedbir konulmadığı, konulan tedbir varsa kaldırılması gerektiği veya var olan tedbirlerin kaldırılmasında mahkeme dosyası açısından bir sakınca bulunmadığı hususu yargı mercilerince açıkça ifade edilen hesaplar ile hakkında FETÖ/PDY kapsamında yürütülen yargı süreçleri mudi lehine veya aleyhine sonuçlanmakla birlikte (kesinleşme kararı aranmaksızın) hesaplar üzerine mahkemelerce tesis edilmiş herhangi bir kısıtlama kararının bulunmadığı belirlenen hesaplar üzerinde tesis edilen TMSF blokesi/teftiş başlıklı blokelerin kaldırılmasına karar verildiği,

vii. Başvurucunun 24/11/2008 ile 2/11/2015 tarihleri arasında Bankada açılan on altı hesabı bulunduğu, bunlardan on ikisinin FETÖ/PDY tarafından kamuoyuna yansıyan destek çağrılarının yapıldığı 2014 yılı başını da kapsamak üzere 29/1/2014 ile 2/11/2015 tarihleri arasında açıldığı, 3/2/2009 ile 22/7/2016 tarihleri arasında iki yüz altmış altı hesap hareketi bulunduğu,

viii. Başvurucu adına Banka nezdinde açılan Türk lirası cinsinden özel cari hesapta 5.088,02 TL, Amerikan doları (USD) cinsinden katılım hesabında 40.869,12 TL ve USD cinsinden katılım hesabında 46.156,86 TL olmak üzere toplam 92.113,99 TL bulunduğu, bu tutarın 2/12/2016 tarihinde başvurucu adına Vakıf Katılım Bankasına aktarıldığı, başvurucunun USD cinsinden hesaplarının TL karşılığının 7/11/2006 tarihli Yönetmelik'in 6. maddesi uyarınca Bankanın faaliyet izninin kaldırıldığı 22/7/2016 tarihindeki Merkez Bankası döviz alış kuru esas alınarak belirlendiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun hesapları üzerine TMSF Kurulunun 24/11/2016 tarihli ve 2016/348 sayılı kararıyla (idari kararla) 5411 sayılı Kanun'un 63. maddesi ile Yönetmelik'in 10. maddesi uyarınca tedbiren bloke tesis edildiği, başvurucunun beyanlarının aksine hakkında devam eden soruşturma dosyalarının bulunduğunun Bakanlık tarafından bildirilmiş olması nedeniyle 2020/331 sayılı Fon Kurulu kararındaki kriterler sağlanmadığından başvurucu hesapları üzerinde bulunan blokelerin kaldırılmadığı ve devam ettiği belirtilmiştir.

27. Vakıf Katılım Bankası tarafından verilen cevapta;

i. Başvurucunun hesap aktarım tarihi olan 30/12/2016 tarihinde 92.113,99 TL hesap bakiyesinin olduğu, 2/11/2021 tarihi itibarıyla başvurucunun hesabında 146.537,33 TL (fon hesabında değerlendirildiğinden) hesap bakiyesinin bulunduğu,

ii. Hesap üzerinde TMSF'nin 16/12/2016 tarihli yazısına istinaden TMSF teftiş blokesi bulunduğu, bu nedenle başvurucunun hesabından ödeme alamayacağı ifade edilmiştir.

E. Başvurucu Tarafından Açılan Dava ve Bireysel Başvuru Süreci

28. TMSF tarafından verilen cevaba göre başvurucunun Bankada bulunan hesaplarından birinin özel cari hesap, diğer ikisinin katılım hesabı niteliğinde olduğu ve toplam üç hesabında 92.113,99 TL bulunduğu anlaşılmıştır. Fon Kurulunun 24/11/2016 tarihli kararına istinaden Banka nezdindeki sigortaya tabi katılım fonunun hak sahiplerine ödenmesine (Komisyon tarafından ödenmesi gerektiği belirtilen) 5/12/2016 tarihinden itibaren Vakıf Katılım Bankası aracılığıyla başlanmıştır.

29. Başvurucu 31/10/2017 tarihinde Vakıf Katılım Bankasına ve TMSF'ye başvurmuş ve katılım fonu üzerinde bloke varsa hukuki dayanağının belirtilerek kaldırılmasını istemiş; ayrıca bu başvuruda, hakkında yürütülen bir soruşturma ve davaya bağlı olarak banka hesabına ilişkin tedbir kararı bulunmadığını ifade etmiştir.

30. Vakıf Katılım Bankasınca verilen 4/11/2017 tarihli cevapta, başvurucunun merkez şubede 97.567,55 TL bakiyesi bulunan hesabı olduğu, TMSF tarafından Bankanın mudilerine ait sigortalı katılım fonlarının ödenmesine aracılık edildiği ve TMSF kayıtlarına göre başvurucunun alacağı üzerinde mahkeme tedbiri blokesi ile FETÖ/PDY blokesi bulunduğundan ödeme yapılamayacağı ve tedbirin kaldırılmasına ilişkin bilginin TMSF'den temin edilebileceği belirtilmiştir.

31. TMSF tarafından verilen 15/12/2017 tarihli cevapta ise başvurucuya ait katılım fonu üzerine TMSF ve müflis Banka denetim birimlerince yürütülen FETÖ/PDY soruşturmaları ve bu kapsamda düzenlenen teftiş raporlarına istinaden TMSF Kurulu kararıyla bloke tesis edildiği belirtilmiş, bu aşamada söz konusu katılım fonu ile ilgili olarak ödeme yapılmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir.

32. Başvurucu, konulan blokenin kaldırılması talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin TMSF işleminin iptali ve hesabı üzerindeki blokenin kaldırılması istemiyle 2/1/2018 tarihinde İstanbul 6. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, FETÖ/PDY soruşturmaları gerekçe gösterilerek hesabı üzerine bloke konulduğunun ifade edildiğini ancak hakkında FETÖ/PDY üyeliği suçlaması ile açılmış bir dava veya bu amaçla yürütülen bir soruşturma bulunmadığı gibi tedbir konulmasına yönelik alınmış bir mahkeme kararı da olmadığını vurgulamıştır. TMSF tarafından sunulan cevap dilekçesinde ise yukarıda yer verilen beyanlar tekrar edilmiştir (bkz. § 26).

33. Mahkeme 25/4/2018 tarihinde davanın 15/12/2017 tarihli işlem yönünden reddine, başvurucunun hesabı üzerinde blokenin kaldırılmasına ilişkin talebi yönünden incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle;

i. BDDK'nın 22/7/2016 tarihinde 5411 sayılı Kanun'un 107. maddesinin son fıkrası çerçevesinde Bankanın faaliyet iznini kaldırdığı ve Banka nezdinde bulunan katılım fonlarından sigorta kapsamında bulunan hesaplar üzerinde, FETÖ/PDY'yle ilintili ya da örgütü desteklemek amacına matuf olup olmadığı yönünden inceleme yapıldığı belirtilmiştir.

ii. Bu amaçla kurulan komisyon tarafından 2013 yılı sonundan itibaren Bankadan yoğun bir para çıkışı yaşanmasına rağmen aynı dönemde hayatın olağan akışına aykırı ve ekonomik gerekçelerle açıklanamayacak şekilde, FETÖ/PDY'yi desteklemek amacıyla yapıldığı intibası uyandıracak mahiyette yeni hesaplar açan ya da mevcut hesapların bakiyelerini artıranlardan yaşı, mesleği, daha önceki dönemde Banka nezdinde gerçekleştirmiş olduğu işlemler ile belirtilen dönemde gerçekleştirilenlerin uyumu gibi kriterler dikkate alınarak bir kısım işlemin şüpheli olarak değerlendirildiği ifade edilmiştir.

iii. Banka nezdindeki sigortalı katılım fonlarının TMSF tarafından ödenebilmesi için söz konusu katılım fonlarının bankacılık mevzuatı kapsamında doğruluğu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlanmış olması gerektiğine işaret edilmiş, dolayısıyla şüpheli olarak değerlendirilen hesaplara tedbiren bloke işlemi tesis edilebileceğinin açık olduğu vurgulanmıştır.

iv. Başvurucu adına Bankada açılmış bulunan hesapta sigorta kapsamında 92.112,99 TL'nin olduğunun tespit edildiği, bu tutarın başvurucu adına Vakıf Katılım Bankasına 2/12/2016 tarihinde aktarıldığı ve bu hesabın TMSF kararıyla 5411 sayılı Kanun'un 63. maddesi ile Yönetmelik'in 10. maddesi uyarınca şüpheli hesap olarak değerlendirilerek üzerine tedbiren bloke konulduğu belirtilmiştir.

v. Bu durumda incelemeler sonuçlandırılıncaya ve hesapların doğruluğu konusunda oluşan şüpheler giderilinceye kadar tedbir mahiyetinde tesis edilen bloke işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varıldığı ifade edilmiştir.

vi. Son olarak başvurucunun hesabı üzerindeki blokenin kaldırılmasına ilişkin talep hakkında herhangi bir karar verilemeyeceği gibi idari eylem ve işlem niteliğindeki bu talebin inceleme olanağının da bulunmadığı belirtilmiştir.

34. Başvurucu tarafından bu karara karşı yapılan istinaf istemi, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Onuncu İdare Dava Dairesince (Bölge İdare Mahkemesi) 27/9/2018 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.

35. Nihai karar 25/10/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

36. Başvuru tarihinden sonra tedbirin devam edip etmediği hususunda TMSF'ye yazılan 11/4/2022 tarihli yazıya verilen cevapta, başvurucunun hesabı üzerine konulan tedbiren blokenin kaldırıldığı ve bu hususta Vakıf Katılım Bankasına 4/4/2022 tarihinde yazı yazıldığı ifade edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

37. 5411 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanmasına, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasına, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir."

38. 5411 sayılı Kanun'un “Tanımlar ve kısaltmalar” kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Kurum: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunu,

...

Fon: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunu,

Fon Kurulu: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulunu,

...

Katılım bankası: Bu Kanuna göre özel cari ve katılma hesapları yoluyla fon toplamak ve kredi kullandırmak esas olmak üzere faaliyet gösteren kuruluşlar ile yurt dışında kurulu bu nitelikteki kuruluşların Türkiye'deki şubelerini

...

Katılım fonu: Katılım bankaları nezdinde açtırılan gerçek ve tüzel kişilere ait özel cari hesap ve katılma hesaplarında yer alan parayı,

..."

39. 5411 sayılı Kanun'un "Mevduatın ve katılım fonunun sigortalanması " kenar başlıklı 63. maddesinin olay tarihindeki hâli şöyledir:

''Kredi kuruluşları nezdlerindeki tasarruf mevduatı ve gerçek kişilere ait katılım fonları, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından sigorta edilir.

Kredi kuruluşları, nezdlerindeki tasarruf mevduatı ve gerçek kişilere ait katılım fonlarını, sigortaya tâbi kısım üzerinden sigorta ettirmek ve bunun üzerinden prim ödemek zorundadır.

Sigortaya tâbi olacak tasarruf mevduatı ve gerçek kişilere ait katılım fonlarının kapsamı ve tutarı, Merkez Bankası, Kurul ve Hazine Müsteşarlığının olumlu görüşü alınmak suretiyle Fon Kurulu tarafından belirlenir. Risk esaslı sigorta priminin oranı, yıllık bazda sigortaya tâbi tasarruf mevduat ve katılım fonunun binde yirmisini aşamaz. Risk esaslı sigorta priminin tarifesi, tahsil zamanı, şekli ve diğer hususlar Kurulun görüşü alınmak suretiyle Fon Kurulu tarafından belirlenir.

Kredi kuruluşlarının iflası hâlinde mevduat ve katılım fonu sahipleri, Fonun imtiyazlı alacaklarından ve Devlet ile sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Kanun kapsamındaki alacaklarından sonra gelmek üzere sigortaya tâbi olmayan kısım için 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesindeki üçüncü sıra anlamında imtiyazlı alacaklıdırlar.

Kredi kuruluşlarınca Fona ödenen sigorta primleri kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak kabul edilir.

Faaliyet izni kaldırılan kredi kuruluşları nezdinde bulunan ve doğruluğu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlanan mevduat ve katılım fonunun sigorta kapsamındaki kısmı, Fon kaynaklarından ödenir."

40. 5411 sayılı Kanun'un "Faaliyet izninin kaldırılması" kenar başlıklı 106. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bir bankanın bu Kanun hükümlerine göre faaliyet izninin kaldırılması hâlinde yönetim ve denetimi Fona intikal eder.

İznin kaldırılmasına ilişkin Kurul kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihten itibaren, banka hakkındaki ihtiyatî tedbir dahil her türlü icra ve iflas takibatı durur ve yeni icra ve iflas takibi yapılamaz. Banka hakkında Fon haricinde üçüncü kişiler tarafından açılmış tüm dava, icra ve iflas takipleri mahkeme, icra ve iflas dairesi tarafından derhal Fona bildirilir.

Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankadaki sigortalı mevduatı ve sigortalı katılım fonunu doğrudan veya ilân edeceği başka bir banka aracılığı ile ödeyerek, mevduat ve katılım fonu sahipleri yerine bankanın doğrudan doğruya iflasını ister. Bu görev ve yetki münhasıran Fona aittir. Bu şekilde yapılacak iflas isteminde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 178 inci maddesinin ikinci fıkrası ve 179 uncu maddesinin iflasın ertelenmesine ilişkin hükümleri uygulanmaz.

Fonun iflas talebi hakkında 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seri muhakeme usulü hükümleri uygulanır ve en geç altı ay içerisinde iflas talebi hakkında karar verilir.

Yönetim ve denetimi Fona intikal eden banka hakkında iflas kararı verilmesi hâlinde Fon, iflas masasına 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesinde yer alan üçüncü sıradaki tüm imtiyazlı alacaklılardan önce, ancak Devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Kanun kapsamındaki alacaklarından sonra gelmek üzere imtiyazlı alacaklı sıfatıyla iştirak eder. Fon, bu Kanunun uygulanması ile sınırlı olmak üzere 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 166 ncı, 218 inci, 219 uncu, 223 üncü, 234 üncü, 236 ncı, 249 uncu, 251 inci ve 254 üncü maddelerindeki yetki ve görevler hariç olmak üzere iflas dairesi, alacaklılar toplantısı ve iflas idaresi görev ve yetkilerine sahip olarak bankayı tasfiye eder.

İflasına hükmolunan bankanın Fona olan borçları, masanın nakit durumuna göre 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 232 nci maddesinde gösterilen sıra cetvelinin kesinleşmesi beklenmeksizin ödenir. Alacaklılar sıra cetvelinin düzenlenmesinde İcra ve İflas Kanununun 232 nci maddesinde öngörülen üç aylık sürenin yetersiz kalması hâlinde iflas idaresinin talebi üzerine, Fon Kurulu tarafından üçer aylık ek süreler verilebilir.

..."

41. 5411 sayılı Kanun'un "Fona devredilen bankalar ile ilgili hükümler" kenar başlıklı 107. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''Fon, bu Kanunun 71 inci maddesi hükümlerine göre ortaklarının temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankalarla ilgili yetkilerini maliyet etkinliğini sağlama ve malî sistemin güven ve istikrarını koruma ilkeleri doğrultusunda kullanır.

Fon, bu Kanunun 71 inci maddesi hükümlerine göre ortaklarının temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın faaliyetlerini Fon Kurulunca belirlenecek süre ile geçici olarak durdurmaya ve/veya devir tarihi itibarıyla düzenlenecek bilançosunu esas almak suretiyle;

...

d) Faaliyet izninin kaldırılmasını Kuruldan istemeye,

Yetkilidir.

...''

42. Yönetmelik'in "Sigortalı mevduat ve katılım fonunun tespiti ve ödenme süresi" kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''(1) Faaliyet izni kaldırılarak yönetim ve denetimi Fona intikal eden banka nezdinde bulunan ve 5411 sayılı Kanunun 63 üncü maddesi kapsamındaki sigortalı mevduat ve sigortalı katılım fonlarının doğruluğu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile adli ve idari mercilerin tespitleri ve alınan kararları, hesap sahipleri tarafından ibraz edilen belgeler, Sigorta ve Risk İzleme Daire Başkanlığı nezdinde tutulan kayıtlar ile banka kayıtları ve ilgili diğer belgeler esas alınarak, Tasfiye Daire Başkanlığının koordinasyonunda Hukuk İşleri Daire Başkanlığı, Sigorta ve Risk İzleme Daire Başkanlığı ve Denetim Daire Başkanlığı personelinden oluşacak bir komisyon tarafından incelenmek suretiyle tespit edilir.

...

(3) Doğruluğu hiç bir şüpheye yer vermeyecek şekilde tespit edilen mevduat ve katılım fonunun sigorta kapsamındaki kısmının tespiti ve ödeme süresi, bankanın faaliyet izninin kaldırıldığı tarihten itibaren 3 aydır. Gerektiğinde bu süre üç ay uzatılabilir. Zorunlu nedenlerle üç aylık uzatma süresinin yetersiz kalması halinde bu süre Fon Kurulunca her biri üç ayı geçmemek üzere iki kez daha uzatılabilir. Ödemeler, Fon Kurulu kararı ile doğrudan veya Fon tarafından ilan edilecek bir banka aracılığıyla gerçekleştirilir.

(4) Doğruluğu hiç bir şüpheye yer vermeyecek sigortaya tabi mevduat ve sigortaya tabi katılım fonunun tespiti için, ilgili kurum ve kuruluşlarla koordinasyonun sağlanması suretiyle teknik ve idari alt yapı oluşturulur.

...

(10) Ödeme talebinde bulunan hak sahibi ile ilgili olarak, Fona veya faaliyet izni kaldırılan bankaya, 13/11/1996 tarihli ve 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun nedeni ile soruşturma başlatıldığının resmi merciler tarafından bildirilmesi halinde, yargılama sonuçlanıncaya kadar herhangi bir ödeme yapılmaz. Bu fıkra kapsamındaki tasarruf mevduatı ve katılım fonu yargılama sonuçlanıncaya kadar bloke hesapta tutulur.

(11) Yargı veya icra organları tarafından haklarında haciz ve/veya tedbir kararı bulunan hak sahiplerinin hesapları, yargı veya icra organlarının, tedbirin veya haczin kaldırılmasına dair kararına kadar hak sahiplerine ödenmez. Ödemelere bir bankanın aracılık etmesi halinde, hesap üzerindeki takyidatlarla birlikte blokeli olarak gönderilir.

(12) Sigortalı mevduat ve katılım fonunun tespitine ve hak sahiplerine ödenmesine ilişkin diğer hususlar 5411 sayılı Kanun ile belirlenen usul çerçevesinde Fon Kurulu tarafından belirlenir.''

43. Yönetmelik'in "Sigortalı mevduat ve katılım fonunun ödenmesi" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:

'' (1) Faaliyet izni kaldırılarak yönetim ve denetimi Fona intikal eden bankada 10 uncu maddenin birinci fıkrasındaki esaslar çerçevesinde tespit edilen sigortalı mevduat ve sigortalı katılım fonunun hak sahiplerine ödenmesi, 13/2/2006 tarihli ve 2006/10169 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Teşkilat Yönetmeliğinin 14 üncü maddesi uyarınca Finansman Daire Başkanlığı tarafından Fon kaynakları kullanılarak gerçekleştirilir.''

B. Uluslararası Hukuk

44. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

45. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin kamu otoritelerince mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayanmasını zorunlu kıldığını ifade etmiştir. AİHM ayrıca demokratik toplumun temel ilkelerinden olan hukuk devletinin Sözleşme'de mündemiç bir kavram olduğunu vurgulamıştır (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, B. No: 71243/01, 25/10/2012, § 95).

46. Ancak AİHM, kanunilik ilkesinin sağlanması bakımından müdahalenin iç hukukta yasal bir temelinin varlığının tek başına yeterli olmadığını, kanunun belli bir kaliteye de sahip olması gerektiğini vurgulamış; bu bağlamda kanunun hukuk devleti ilkesine uygun olmanın yanında keyfîliğe karşı güvenceler içermesi gerektiğine de işaret etmiştir(Vistins ve Perepjolkins/Letonya, § 96). AİHM'e göre mülkiyetten yoksun bırakma yetkisi tanıyan bir kanun kuralının kanunilik kriterini taşıdığından söz edilebilmesi için yeterli düzeyde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olması gerekir. Öngörülebilirliğin derecesinin tespitinde söz konusu kanunun içeriği, düzenlediği alanın mahiyeti ve temas ettiği kişilerin sayısı ve statüsü büyük önem taşımaktadır. Öngörülebilirlik, özellikle kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı koruma önlemleri getirilmiş olmasını gerektirmektedir. Öte yandan kanunun öngörülebilirlik ilkesinin önemiyle orantılı asgari usule ilişkin güvenceler içermesi gerekir (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, § 97).

47. AİHM, her hukuk sisteminde kanun hükümlerinin yargısal yoruma tabi tutulmasının kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. AİHM'e göre müphem hususların açıklığa kavuşturulması ve değişen koşullara uyum sağlanması her zaman için bir ihtiyaçtır. Kesinlik, ziyadesiyle arzulanan bir husus olduğu hâlde bu, aşırı katı olma sonucunu doğurabilmekte ve kanunun değişen koşullara uyumuna engel teşkil edebilmektedir. Birçok kanun kaçınılmaz olarak -az veya çok- belli bir derecede muğlaklık içerir. Muğlaklık barındıran bu kanunların yorumlanması ve uygulanması ise bir pratik sorunudur. Bu çerçevede kanunların müphem yönlerini açıklığa kavuşturmak ve yorumda ortaya çıkan şüpheleri dağıtmak mahkemelerin görevidir (OAO Neftyanaya Kompaniya Yukos/Rusya, B. No: 14902/04, 20/9/2011, § 568). Bu yüzden kanunilik şartı, hukuk kurallarının yargısal makamlarca yorumlanmasını dışladığı biçiminde anlaşılamaz (OAO Neftyanaya Kompaniya Yukos/Rusya, § 569).

48. AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının öncelikli olarak ulusal otoritelerin yetkisinde olduğuna dikkat çekmektedir. Bununla birlikte AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının sonuçlarının Sözleşme ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu olup olmadığını denetlemenin görevi olduğunu ifade etmektedir (Shchokin/Ukrayna, B. No: 23759/03, 37943/06, 14/10/2010, § 52).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Anayasa Mahkemesinin 20/10/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

50. Başvurucu; hakkında yürütülmekte olan hiçbir soruşturma olmamasına ve FETÖ/PDY ile ilgisi bulunmamasına rağmen Bankadaki hesabının şüpheli görülerek üzerinde inceleme yapıldığını, somut verilere dayanmayan bu inceleme ve işlemi uygun bulan mahkeme kararı nedeniyle ispat yükünün ters çevrilerek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, Bankada bulunan hesabına konulan tedbirin mahkeme kararına dayanmadığını, FETÖ/PDY talimatıyla para yatırdığına ilişkin somut veri olmadığını, geçici de olsa tedbirin mülkünü yıllarca kullanamamasına ve maddi zararının ortaya çıkmasına yol açtığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

51. Bakanlık görüşünde;

i. Gerçekleştirilen işlemlerin dayanağının 5411 sayılı Kanun'un 63., 106. ve 107. maddeleri olduğu, bu Kanun hükümlerinin açık ve öngörülebilir mahiyette olup yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca FETÖ/PDY'nin finansmanının tespiti için yalnızca Bankadaki şüpheli görülen hesapların denetlendiği, konulan tedbirin öncelikli amacının terörizmin finansmanının ve suç işlenmesinin önlenmesi olduğu, böylelikle 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan ve ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine neden olan olayların tekrarlanmamasının engellenmeye ve kamu düzeninin ülke genelinde korunmasının temin edilmesine çalışıldığı ifade edilmiştir.

ii. Başvurucunun hesabına bloke konulması işleminin geçici mahiyette olduğu gözönünde bulundurulduğunda başvurucunun mülkiyet hakkının sınırlandırılması sonucu elde edilmek istenen kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasındaki adil dengenin bozulmadığı belirtilmiş, UYAP üzerinden yapılan incelemede, başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında devam etmekte olan bir soruşturma bulunduğu ve İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğince verilen 9 Temmuz 2019 tarihli tutuklama kararı olduğunu belirtmiştir.

iii. Son olarak başvurucunun hesabına bloke konulması tedbirinin Türkiye’nin Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi ile Avrupa Konseyi Terörizmin Finansmanı ve Suçtan Elde Edilen Gelirlerin Aklanması, Aranması, Elkonması ve Müsaderesine İlişkin Sözleşme'den kaynaklanan terörle ve organize suç örgütleriyle mücadele, bu örgütlerin finansal kaynaklarını ortadan kaldırma ve suçtan elde edilen gelirlerin aklanmasını önleme alanlarındaki uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesinden ibaret olduğu ve başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğu ifade edilmiştir.

52. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyanında, konulan tedbirin kanuni dayanağı olarak gösterilen Yönetmelik'in 10. maddesinde, 4208 sayılı mülga Kanun nedeniyle soruşturma başlatıldığının resmî merciler tarafından bildirilmesi hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar herhangi bir ödeme yapılmayacağının, bu kapsamdaki tasarruf mevduatı ve katılım fonunun yargılama sonuçlanıncaya kadar bloke hesapta tutulacağının belirtildiğini oysa hakkında 4208 sayılı mülga Kanun kapsamında soruşturma yapılmaması nedeniyle konulan tedbirin kanuni dayanağının bulunmadığını, yapılan işlemlerin keyfî ve ölçüsüz olduğunu ileri sürmüştür.

53. Başvurucu, TMSF ve Vakıf Katılım Bankası tarafından gönderilen yazılara karşı sunduğu beyanında önceki şikâyetlerini tekrar etmiştir.

B. Değerlendirme

54. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

55. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkı ile birlikte masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun hesaplarının bulunduğu Bankanın yönetimi ve kontrolünün devredilmesi sonrası hesaplar üzerine konulan tedbire ilişkin şikâyetinin esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından başvurucunun bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

56. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

57. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvurucunun bloke konulan banka hesabındaki paranın mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

58. Anayasa Mahkemesi daha önce müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yönündeki tedbirlerin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiş, mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açsa dahi niteliğini ve amacını gözeterek müdahaleleri mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 57, 58; Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 67-70; Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 62-67; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 58-62).

59. Somut olayda bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla 5411 sayılı Kanun'un 106. ve 107. maddeleri uyarınca BDDK tarafından faaliyet izni kaldırılan Bankada bulunan katılım fonu üzerine aynı Kanun'un 63. maddesi uyarınca şüpheli alacak (FETÖ/PDY ile irtibatı olabileceği) olduğu gerekçesiyle konulan tedbirin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açık olup müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

60. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

61. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

i. Kanunilik

62. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

63. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

64. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

65. Somut olayda 5411 sayılı Kanun'un 106. ve 107. maddeleri uyarınca BDDK tarafından faaliyet izni kaldırılarak TMSF'ye devredilen Bankada bulunan mevduata şüpheli alacak (FETÖ/PDY irtibatı olabileceği) olduğu gerekçesiyle aynı Kanun'un 63. maddesi uyarınca tedbir konulduğu anlaşılmaktadır. 5411 sayılı Kanun'un 63. maddesinde faaliyet izni kaldırılan kredi kuruluşları nezdinde bulunan ve doğruluğu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlanan mevduat ve katılım fonunun sigorta kapsamındaki kısmının Fon kaynaklarından ödeneceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla doğruluğunda şüphe bulunduğu değerlendirilen alacakların Yönetmelik'in 10. maddesinin ilgili kısmına göre yapılacak inceleme ve araştırma tamamlanıncaya kadar ödenmemesi yönünde tesis edilen tedbiren bloke işleminin 5411 sayılı Kanun'un 63. maddesi uyarınca şeklî anlamda bir kanuni dayanağı bulunmaktadır.

66. Bununla birlikte tedbire dayanak teşkil eden 5411 sayılı Kanun'un 63. maddesinin son fıkrasındaki ''...doğruluğu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlanan mevduat ve katılım fonunun sigorta kapsamındaki kısmı, Fon kaynaklarından ödenir.'' şeklindeki ibare açıkça hangi mudilere ödeme yapılacağı hususunu düzenlemektedir. Derece mahkemeleri ise mefhum-u muhaliften yola çıkarak hangi mudilere ödeme yapılabileceğine ilişkin bu ibarenin hangi mudilere ödeme yapılmayacağı hükmünü de içerdiği kabulünden hareket etmiştir. Doğruluğu hususunda herhangi bir şüphe bulunmayan mevduat ve katılım fonlarının TMSF tarafından ödeneceğine ilişkin hüküm yorumlanmak suretiyle bu nitelikte bulunmayan varlığı şüpheli bulunan hesapların tedbiren ödenmeyeceği yönünde bir sonuca ulaşılması keyfî ya da öngörülemez değildir. Ancak 5411 sayılı Kanun tedbir uygulanan mevduat ve katılım paylarına ilişkin olarak uygulanacak usule ilişkin herhangi bir hüküm içermemektedir. 5411 sayılı Kanun uyarınca çıkarılan Yönetmelik'in 10. maddesi bu hususlara ilişkin bir kısım düzenleme içermekte ise de bu usule uyulmamasının sonuçları ve kişilerin bu hâllerde hangi mercilere ne şekilde başvurabileceği açıkça düzenlenmemiştir. Anılan bu hususlar dayanak kanun hükmünün kalitesi ve buna bağlı olarak kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığı hususunda tereddüte neden olmuş ise de başvurucunun yargısal yolları tüketme imkânını elde etmiş olması karşısında somut olayın özelliği dikkate alındığında ihlal bulunup bulunmadığı konusunda nihai değerlendirmenin ölçülülük ilkesi yönünden yapılmasının daha uygun olacağı kanaatine varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

67. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

68. Müsadere veya müsadereyle suçta kullanılan, kullanılmak üzere hazırlanan veya suçtan meydana gelen eşyanın mahkûmiyete rağmen suçlunun elinde bırakılmamasıyla suçtan gelir elde edilmemesi, ayrıca suçla ilgili veya bizatihi suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi amaçlanmıştır. Böylece suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesi ve suça konu tehlike arz eden mülkün kullanılması ile dolaşımının engellenmesi hedeflenmektedir (Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, § 69).

69. Somut olayda 5411 sayılı Kanun ve Yönetmelik hükümleri ile TMSF'ye devredilen Bankada bulunan alacakların doğruluğu hiç bir şüpheye yer vermeyecek şekilde tespit edilmesi ve sigorta kapsamındaki kısmının belirlenerek belirli bir süre içerisinde ödenmesi öngörülmüştür. Bu düzenlemelerin doğruluğu hakkında şüphe bulunmayan alacakların tespit edilmesi suretiyle kamu zararının oluşmasının önlenmesini hedeflediği açıktır. Dolayısıyla müdahalenin kamu yararına dayalı, meşru bir amacının olduğu kuşkusuzdur.

iii. Ölçülülük

70. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacın gerçekleştirilmesi için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

 (1) Genel İlkeler

71. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

72. Mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için her şeyden önce öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması zorunludur. Diğer taraftan müdahalede bulunulurken ilgili kamu yararı amacını gerçekleştirmeye en uygun aracın seçilmesi gerekmektedir. Bu alanda hangi araçların tercih edileceği ise öncelikli olarak daha isabetli karar verebilecek konumda olan ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu nedenle hangi aracın tercih edileceğinin belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 108; Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 67).

73. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

74. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme imkânının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı, § 71).

75. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme imkânının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, § 115).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

76. Somut olayda 5411 sayılı Kanun'un 106. ve 107. maddeleri uyarınca BDDK tarafından 22/7/2016 tarihinde faaliyet izni kaldırılarak TMSF'ye devredilen Bankada bulunan katılım fonuna TMSF'nin 24/11/2016 tarihli kararıyla şüpheli alacak (FETÖ/PDY ile irtibatı olabileceği) olduğu gerekçesiyle aynı Kanun'un 63. maddesi ile Yönetmelik'in 10. maddesi uyarınca tedbiren bloke konulduğu görülmüştür.

77. Başvurucu, uzun süredir devam eden tedbirin mülkünü yıllarca kullanamamasına ve maddi zarara uğramasına yolaçtığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

78. Somut olayda geçici nitelikte olduğu anlaşılan tedbir ile yapılan müdahalenin gerçekliği şüpheli olan alacakların ödenerek kamunun zarara uğramasının önlenmesi amacını gerçekleştirmek için elverişli bir araç olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.

79. 5411 sayılı Kanun'da şartları yerine getirmediğinden öncelikle yönetim ve denetimi TMSF'ye devredilen ve sonrasında BDDK tarafından faaliyet izni kaldırılan Bankada bulunan mevduatların gerçekliğinden duyulan şüphe nedeniyle bu mevduatların sahiplerine ödenmesi geçici olarak durdurulmuştur. TMSF'nin devlet malı niteliğindeki mal varlığının kaybına ve kişilerin sebepsiz zenginleşmesine neden olmamak amacıyla yapılan ve geçici nitelikteki bu tedbirin ulaşılmak istenen amaç bakımından kişiler üzerindeki etkisinin alternatif olabilecek diğer yöntemlere göre en az düzeyde olduğu değerlendirildiğinden yapılan müdahalenin gerekli olduğu da tartışmasızdır.

80. Mahkeme tarafından Banka nezdinde bulunan katılım fonlarından sigorta kapsamında bulunan hesaplarda FETÖ/PDY'yle ilintili ya da örgütü destelemek amacına matuf olup olmadığı yönünden inceleme yapıldığı, inceleme sonuçlandırılıncaya ve hesapların doğruluğu konusunda oluşan şüpheler giderilinceye kadar tedbir mahiyetinde tesis edilen bloke işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. TMSF'nin 25/11/2021 tarihli cevabına göre tedbirin kaldırılmadığı ancak daha sonra 4/4/2022 tarihli cevapta ise tedbirin kaldırıldığının bildirildiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla TMSF'nin 24/11/2016 tarihli kararıyla konulan ve 25/11/2021 tarihinden sonra kaldırıldığı anlaşılan tedbir kararına yönelik şikâyet tedbir süresinin uzunluğu bağlamında müdahalenin orantılı olup olmadığı yönünden değerlendirilerek sonuca varılacaktır.

81. 5411 sayılı Kanun'un 63. maddesi ile Yönetmelik'in 10. maddesi birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara varılmaktadır: Faaliyet izni kaldırılan kredi kuruluşları nezdinde bulunan mevduat ve katılım fonu hesaplarının doğruluğu Yönetmelik'in 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen usulle komisyon tarafından incelenecektir. Komisyon tarafından sigortalı mevduat ve sigortalı katılım fonlarının doğruluğu hakkında yapılacak değerlendirme, BDDK ile adli ve idari mercilerin tespitleri ve alınan kararları, hesap sahipleri tarafından ibraz edilen belgeler, Sigorta ve Risk İzleme Daire Başkanlığı nezdinde tutulan kayıtlar ile banka kayıtları ve ilgili diğer belgeler esas alınarak bankanın faaliyet izninin kaldırıldığı tarihten itibaren üç ay içinde tamamlanacaktır. Gerektiğinde bu süre üç ay uzatılabilecek ve zorunlu nedenlerle üç aylık uzatma süresinin yetersiz kalması hâlinde bu süre TMSF Fon Kurulunca her biri üç ayı geçmemek üzere iki kez daha uzatılabilecektir. Buna göre komisyon tarafından bankanın faaliyet izninin kaldırıldığı tarihten itibaren en geç bir yılın sonunda mevduat ve katılım fonu hesaplarının doğruluğu hususunda bir karar verilmesi gerektiği açıktır. Ancak somut olayda, Bankanın faaliyet izninin kaldırılmasına karar verilen 22/7/2016 tarihinden 25/11/2021 tarihine kadar başvurucunun mevduat ve katılım fonu hesaplarının doğruluğu hususunda bir karar verilmediği gibi Yönetmelik'te belirlenen usule göre herhangi bir araştırma veya inceleme yapıldığını gösteren bilgi veya belgeye de rastlanmamıştır.

82. Kişilerin mal varlığı değerleri üzerine konulan tedbirlerin ölçülü olduğundan bahsedilebilmesi için tedbir işleminin makul bir gerekçesinin bulunması yanında bu kararların sürdürülmesini haklı gösteren nedenlerin de ortaya konulması gerektiği açıktır. Ayrıca sürenin uzunluğu nedeniyle tedbirin orantısız, dolayısıyla ölçüsüz hâle dönüşmemesi de gerekir. Somut olayda derece mahkemesi tedbir kararının kaldırılmasına ilişkin talebi hesapların doğruluğu konusundaki incelemenin devam ettiği gerekçesiyle reddetmiştir. Mahkeme gerekçesi incelendiğinde TMSF'nin 5411 sayılı Kanun'un 63. maddesi ile Yönetmelik'in 10. maddesi hükümlerine uygun şekilde inceleme yapıp yapmadığına ve tedbirin devam ettirilmesini haklı gösteren nedenlerin bulunup bulunmadığına yönelik bir değerlendirmeye yer verilmediği görülmüştür. Dolayısıyla TMSF işlemleri denetlenmediği gibi tedbir kararının 5 yıl 4 ayı aşan bir süre devam ettiği anlaşılmıştır. Tedbirin uzun süredir devam etmesinde başvurucuya atfedilebilecek bir kusurun bulunduğunun tespit edilememesi ve Yönetmelik'te belirlenen bir yıllık sürenin aşılmasını makul gösterecek bir gerekçenin de ortaya konulamaması karşısında başvurucunun banka hesabı üzerinde 5 yıl 4 ayı aşan bir süre devam eden tedbir kararının süresinin öngörülebilir ve makul olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla uygulanan tedbir kararının uzun süredir devam etmesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, bu sebeple müdahalenin kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu ve ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

83. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. Giderim Yönünden

84. Başvurucu, ihlalin tespitini, blokenin kaldırılarak hesabında bulunan 97.567,55 TL'nin bloke tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte ödenmesini talep etmiştir.

85. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

86. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu tazminat olarak görülmektedir. İhlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle 13.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Bireysel başvuru incelemesinin devam ettiği aşamada başvurucunun hesabı üzerindeki bloke kaldırılmış olduğundan mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yalnızca manevi tazminata hükmedilmesi yeterli görülmüştür.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya 13.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 6. İdare Mahkemesine (E.2018/7 K.2018/667) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CEM ÇANGA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/22027)

 

Karar Tarihi: 19/1/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucular

:

1. Cem ÇANGA

 

 

2. Necmi ALTUNER

 

 

3. S.S. Bağdat Konut Yapı Kooperatifi

Başvurucular Vekili

:

Av. Ertan GÜNDÜZ

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; ortaklığın giderilmesi davasına konu taşınmazlara uygulanan tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Devam eden yargılamada başvurucular 13/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

2. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ([GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için kapsamı ve süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerektiği ve tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesinin, mülkiyet hakkının tanıdığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklediği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

3. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Güher Ergun ve diğerleri (B. No: 2012/13, 2/7/2013) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede yargılama süresinin makul olmadığı gerekçesiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılamanın yaklaşık 16 yıl 5 aydır devam ettiği anlaşıldığından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

4. Başvurucular; ihlalin tespiti ile adil yargılanma hakkı yönünden ayrı ayrı 50.000TL manevi tazminat, mülkiyet hakkı yönünden ise ayrı ayrı 50.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvuruculara manevi zararları karşılığında makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlali yönünden toplam net 100.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucular maddi zarara ilişkin olarak bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara net 100.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Kayseri 2. Sulh Hukuk Mahkemesine (E.2006/1296) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/1/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Z.A. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/1178)

 

Karar Tarihi: 31/1/2023

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Z.A.

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 4/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 2/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

2. Ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun adli yardım ve gizlilik taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Ayşe Sabahat Gencer ([GK], B. No: 2018/34950, 20/10/2022) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede tedbir kararının uzun süredir devam etmesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da başvurucunun banka hesabı üzerindeki tedbirin 6 yılı aşan bir süre devam ettiği anlaşıldığından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

3. Başvurucu, ihlalin tespiti ile miktar belirtmeksizin maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru konusu olayda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu, tazminat olarak görülmektedir. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi zararları karşılığında net 18.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmayıp başvurucu da yeterli bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

 

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

C. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

D. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

E. Başvurucuya net 18.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 12. İdare Mahkemesine (E.2018/1381 K.2019/860) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/1/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HÜLYA GÖKTAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/10233)

 

Karar Tarihi: 8/2/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Hülya GÖKTAŞ

Vekili

:

Av. Nükhet TEKİN

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; tasarrufun iptali davasına konu taşınmaza uygulanan tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Devam eden yargılamada başvurucu 22/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

2. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ([GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için kapsamı ve süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerektiği ve tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesinin, mülkiyet hakkının tanıdığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklediği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda, tedbirin on yılı aşkın süredir devam ettiği dikkate alındığında anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

3. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Güher Ergun ve diğerleri (B. No: 2012/13, 2/7/2013) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede yargılama süresinin makul olmadığı gerekçesiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılamanın 10 yıl 7 ay 13 gün sürdüğü anlaşıldığından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

4. Başvurucu; ihlalin tespiti ile 100.000 TL manevi tazminat, 200.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi zararları karşılığında makul sürede yargılanma ve mülkiyet hakları yönünden toplam net 46.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili yeterli bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 46.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için YASAL FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Kayseri 6. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/539, K.2018/203) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/2/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA CANITEZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/3015)

 

Karar Tarihi: 8/2/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Mustafa CANITEZ

Vekili

:

Av. Seyit DOĞAN

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; tapu iptali ve tescil-tenkis davasına konu taşınmazlara uygulanan tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Devam eden yargılamada başvurucu 27/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

2. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ([GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için kapsamı ve süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerektiği ve tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesinin, mülkiyet hakkının tanıdığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklediği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. İhtiyati tedbirin 8 yılı aşkın bir süredir devam etmekte olduğu somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

3. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Güher Ergun ve diğerleri (B. No: 2012/13, 2/7/2013) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede yargılama süresinin makul olmadığı gerekçesiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılamanın yaklaşık 8 yılı aşkın bir süredir devam ettiği anlaşıldığından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

4. Başvurucu; ihlalin tespiti ile 50.000 TL maddi tazminat, 100.000 TL de manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi zararları karşılığında makul sürede yargılanma ve mülkiyet hakları yönünden net 40.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili yeterli bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 40.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Kayseri 6. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/273, K. ) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/2/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.