Anılan yükümlülük muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir.

Gözaltında oldukları için dış dünyayla ilişkileri kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucuların bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılması mümkündür.

İlgili Kararlar:

♦ (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014)
♦ (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014)
♦ (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015)
♦ (Arif Haldun Soygür, B. No: 2013/2659, 15/10/2015)
♦ (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015)

♦ (Zeki Bingöl (2), B. No: 2013/6576, 18/11/2015)
♦ (Yalçın Atlı, B. No: 2015/19711, 15/1/2020)
♦ (Feride Kaya (2), B. No: 2016/13985, 9/6/2020)
♦ (Ahmet Aşık, B. No: 2017/27330, 26/5/2021)
♦ (Fikret Ataç, B. No: 2019/14460, 22/9/2022)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CEZMİ DEMİR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/293)

 

Karar Tarihi: 17/7/2014

R.G. Tarih-Sayı: 22/10/2014-29153

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Özcan ÖZBEY

Başvurucular

:

Cezmi DEMİR

 

 

Ertan DAĞABAKAN

 

 

Hicrettin DAĞABAKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, telefon teli hırsızlığı şüphesi ile 3/11/2001 – 6/11/2001 tarihleri arasında Hamur İlçe Jandarma Komutanlığında gözaltında bulundukları süre içinde kolluk görevlileri tarafından işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını, gerek bu eylemleri gerçekleştiren Jandarma personeli gerekse muayene edildikleri hastanelerde, işlenen suçu gizlemek amacıyla, yanıltıcı rapor düzenleyen doktorlar hakkında yaptıkları şikâyet kapsamında başlatılan soruşturma ve kovuşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediğini, bir kısım sanıkların beraat ettiğini, bir sanık hakkındaki davanın zamanaşımına uğradığını ve yargılamanın 11 yıldan fazla sürdüğünü belirterek, Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular, 3/1/2013 tarihinde Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinde Komisyona sunulmalarına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/10/2013 ve 25/2/2014 tarihlerinde, İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/3/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Başvurucuların yaptıkları başvuruların incelemesinde, konu yönünden hukuki irtibat bulunduğu tespit edildiğinden, Bölüm tarafından 25/4/2014 tarihinde, 2013/294 ve 2013/545 numaralı dosyaların 2013/293 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir.

5. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 7/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculardan Hicrettin ve Ertan Dağabakan’a 6/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular tarafından herhangi bir karşı görüş Anayasa Mahkemesine sunulmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Başvuruculara İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

9. Başvurucular, Ağrı ili Aşağı Karabal Köyü mevkiinde bulunan Türk Telekom’a ait bakır tellerin kesilerek çalındığı ihbarı üzerine İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından 3/11/2001 tarihinde yapılan operasyon sonucunda, saat 22.30 sularında olay bölgesinde yakalanmışlardır.

10. Başvuruculardan Ertan Dağabakan 1985 doğumlu olup, iddia edilen olayın meydana geldiği tarihte 16 yaşında iken, diğer iki başvurucu 18 yaşından büyüktüler.

11. Başvurucular, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığı talimatı ile 3/11/2001 ila 6/11/2001 tarihleri arasında toplam üç gün Jandarma Merkez Karakol Komutanlığında gözaltında tutulmuşlardır.

12. Cumhuriyet Savcılığınca 6/11/2001 tarihinde başvurucuların ifadeleri alınarak, tutuklama talebiyle Hamur Sulh Ceza Mahkemesine sevkleri gerçekleştirilmiş ve anılan Mahkemenin 6/11/2001 tarih ve 2001/29 müteferrik sayılı kararıyla başvurucular “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve hırsızlık” suçlarından tutuklanarak Ağrı Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmişlerdir. Başvurucular, aynı Mahkemenin 6/12/2001 tarihli kararıyla tahliye olmuşlardır.

13. Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca, Hz.2001/306 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında, anılan Savcılığın 30/11/2001 tarih ve 2001/28 sayılı tefrik kararı gereğince; “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” ve “hırsızlık” suçları tefrik edilerek, başvurucular hakkında Hamur ilçesinde yapılan bakır tel hırsızlığı suçu Hz.2001/306 sayılı dosya üzerinden, Ağrı ili sınırları içinde yapılan bakır tel hırsızlığı suçu Hz.2001/311 sayılı dosya üzerinden, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçu Hz.2001/315 sayılı dosya üzerinden soruşturulmaya devam edilmiştir.

14. Başvurucular hakkında yürütülen soruşturma kapsamında, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak iddiasına ilişkin olarak Hz.2001/315 sayılı soruşturma dosyası 20/12/2001 tarih ve 2001/13 sayılı Fezleke ile, Hamur ilçesi sınırları dışında meydana gelen hırsızlık suçuyla ilgili olan Hz.2001/311 sayılı dosya ise yetkisizlikle Hamur Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

15. Bunun üzerine başvurucular hakkında, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığının 28/12/2001 tarih ve 2001/709 numaralı iddianamesi ile “hırsızlık” suçundan kamu davası açılmış ve Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, anılan Mahkemenin 28/2/2002 tarih ve E.2001/799, K.2002/87 sayılı kararı ile “müsnet suçu işlediğine dair Jandarmadaki ifadesinden başka delil olmadığı, bu ifadenin de işkence altında alındığının iddia edildiği, işkence şüphelerinin bulunduğu bir ortamda yapılan sorgudaki ikrarın da tek başına delil kabul edilemeyeceği” gerekçesi ile başvurucular beraat etmiş ve bu karar temyiz edilmeyerek 8/3/2002 tarihinde kesinleşmiştir.

16. Ayrıca, başvurucular hakkında Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığının 31/1/2002 tarih ve 2002/8 numaralı iddianamesi ile de “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış olup, yapılan yargılama sonucunda, anılan Mahkemenin 2/4/2002 tarih ve E.2002/20, K.2002/56 sayılı kararı ile başvurucuların “isnat edilen suçu işlediklerine dair yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulanmadığı” gerekçesi ile beraatlarına karar verilmiş olup, bu karar da temyiz edilmeyerek 10/4/2002 tarihinde kesinleşmiştir.

17. Başvurucular hakkında Hamur ilçe sınırları içerisinde işlendiği iddia edilen ve 2001/306 hazırlık numarası üzerinde yürütülen hırsızlık suçu ile ilgili de Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/12/2001 tarihinde Hamur Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış ve Mahkemenin E.2001/88 numarası üzerinden yargılamaları yürütülmüştür.

2. Başvurucuların Kötü Muamele Şikâyetleri Üzerine Yapılan İşlemler

a. Başvurucuların Kötü Muamele İddiaları

18. Başvurucular Ertan Dağabakan ile Cezmi Demir 5/11/2001 tarihinde avukatları olmaksızın Jandarmada, görevli Karakol Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. huzurunda vermiş oldukları ifadelerinde, Telekoma’a ait direklerdeki kabloları kesmek amacıyla olay yerinde bulunduklarını, Jandarma aracını görünce saklandıklarını, ancak suç konusu eşyalar ile birlikte yakalandıklarını, daha önceden de birkaç benzer suç işlediklerini kabul ederlerken, başvurucu Hicrettin Dağabakan, bir şahsın ücret karşılığında pancar taşıtma istemi üzerine olay bölgesine gittiklerini, ancak bu kişi ve olay yerinde bulunan iki arkadaşının telleri traktör römorkuna yüklediklerini görünce bunu kabul etmeyip indirttiğini, bu sırada Jandarmanın geldiğini görünce daha önceden tanımadığı sadece iş amaçlı anlaştıkları diğer üç şahsın kaçtığını, kendilerinin ise kaçmayarak yakalandıklarını söylemiştir.

19. Başvurucular H. Dağabakan ve C. Demir 6/11/2001 tarihinde Savcılıkta verdikleri ifadelerinde, tanımadıkları bir kişi ile yaptıkları anlaşma üzerine pancar taşımak amacıyla olay yerine gittiklerini, söz konusu yerde başka şahısları da gördüklerini, bu sırada Jandarma gelince diğer şahısların kaçtıklarını, kendilerinin yakalandığını, atılı suçu işlemediklerini belirtmişlerken, başvurucu E. Dağabakan suçu kabul etmiş, ayrıca başvurucu Cezmi Demir işkence gördüğü için Jandarmada ikrarda bulunduğunu söylemiştir. Yine üç başvurucu da, gözaltında iken devamlı surette kötü muamele gördüklerini, söz konusu suç ile birlikte başka olayları da kabul etmek için cop, tekme ve yumrukla vücutlarının değişik yerlerinden darp edildiklerini, gözlerinin bağlandığını, sinkaflı sözlerle hakarete maruz kaldıklarını, başlarından soğuk su döküldüğünü, bu nedenle görevlilerden şikâyetçi olduklarını ifade etmişlerdir. Bu iddia üzerine Savcılık aynı gün soruşturmaya başlamış ve başvurucuları yeniden raporlarını aldırmak üzere Sağlık Ocağına sevk etmiştir. Görevli Doktor G. Ö., başvurucularda herhangi bir darp ve cebir izinin bulunmadığı yönünden rapor düzenlemiştir.

20. Üç başvurucu, 6/11/2001 tarihli sorgularında ise suçu kabul etmeyerek, Jandarmadaki ifadelerinin kötü muamele altında alındığını, elbiselerinin çıkarıldığını ve darp edildiklerini, korktukları için ikrarda bulunduklarını söylemişlerdir. Başvurucu E. Dağabakan, Savcılıktan sonra yeniden Karakola götürülecekleri ve tekrar baskı görebileceği endişesi ile Savcılıkta da suçu kabul ettiğini belirtmiştir. Başvurucular aynı gün tutuklanmışlardır.

21. Başvurucular Ağır Ceza Mahkemesindeki benzer şikâyetlerinde de özetle, yüklenen suçu kabul etmek için gözaltında iken gözlerinin bağlandığını, soyularak çıplak vaziyette soğuk bir garaj-depo gibi yerde ayrı ayrı gece boyunca bekletildiklerini, kendilerini donmuş vaziyette hissettiklerini, hortum ile üzerlerine su püskürtüldüğünü, sopa ile değişik yerlerinden darp edildiklerini, saçlarından tutulup yerde sürüklendiklerini, İ. Ö. tarafından bazen gözlerinin açılarak adam oldunuz mu şeklindeki sorusuna muhatap olduklarını, tuvalet ihtiyaçlarını bile karşılamalarına izin verilmediğini, bir aletle cinsel organlarının sıkıldığını, cop sokmaya kalkışıldığını, üç gün aç-susuz bırakıldıklarını, kendilerine ve ailelerine yönelik ağır küfür ve tehditlere maruz kaldıklarını, daha çok bu eylemleri Karakol Komutanı İ. Ö.’nün yaptığını, H. A.’nın da yanında olduğunu, Hamur Sağlık Ocağında doktorun kendileri üzerinde bir muayene yapmadan rapor düzenlediğini, Ağrı Devlet Hastanesinde kendileri için düzenlenen raporu sanık İ. Ö.’nün okuduktan sonra sinirlenerek yeniden içeri girdiğini, bir buçuk saat beklediklerini, daha sonra sanık İ. Ö.’nün gelerek ilçeye geri döndüklerini, gözaltı süresince sürekli işkenceye maruz kalmaları nedeniyle sanıklardan şikâyetçi olduklarını beyan ederek davada katılan sıfatıyla yer almışlardır.

b. Başvurucuların İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları

22. Başvurucuların gözaltına alındıkları 3/11/2001 tarihinde, Hamur Sağlık Ocağı’nda yapılan sağlık kontrolü sonrasında haklarında düzenlenen aynı içerikli raporlarda “yapılan muayenesi sonucu herhangi bir bulguya rastlanılmadığı, gözaltına alınmasında sakınca olmadığı” tespitine yer verilmiştir.

23. Başvurucular, 6/11/2001 tarihinde, saat 08.30 sıralarında gözaltından çıkarılarak Savcılığa sevk edilmeden önce, Hamur Sağlık Ocağı’nda sağlık kontrolünden geçirilmiş olup, anılan Sağlık Ocağı doktorlarından G. Ö. tarafından düzenlenen 6/11/2001 tarihli ilk raporda, üç başvurucu hakkında “herhangi bir darp izine rastlanılmadığı” belirtilmiştir.

24. Başvurucuların Savcılıkta verdikleri benzer ifadelerinde, “gözaltında iken kötü muameleye maruz kaldıklarını” belirtmeleri üzerine, yeniden aynı Sağlık Ocağı ve aynı Doktordan alınan 6/11/2001 tarihli ikinci raporda da benzer saptamada bulunulmuştur.

25. Başvurucuların avukatı, Cumhuriyet Savcılığına hitaben yazdığı 7/11/2001 tarihli dilekçede, “müvekkillerinin gözaltında kaldıkları süre içerisinde görevlilerce işkence yapıldığını, işkence izlerinin halen vücutlarında mevcut olduğunu ve müvekkilleri ile cezaevinde yaptıkları görüşme sırasında kendisinin de bizzat izleri gözlemlediğini, karakolda görevli bulunan komutanlardan birisinin eşinin, adı geçen sağlık ocağında çalışıyor olması nedeniyle, gerçeğe aykırı rapor tanzim edildiğini” belirterek, müvekkillerinin yeniden hastaneye sevk edilip doktor raporu aldırılmasını talep etmiştir.

26. Bu talep üzerine başvurucular, kendilerine kötü muamelede bulunduğu iddia edilen karakol komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. ile diğer görevliler gözetiminde tutuklu oldukları cezaevinden alınarak 7/11/2001 tarihinde sağlık kontrolü için Ağrı Devlet Hastanesine sevk edilmiş ve hastane doktorlarından Y. İ. ve Y. O. tarafından saat 18.40’da yapılan muayeneleri sonucunda düzenlenen 7/11/2001 tarihli raporda; başvurucu Cezmi Demir ile ilgili olarak “hastada yaklaşık 8-12 saat içinde olduğu düşünülen, sırtta sağ üstte yaygın hematom olduğu, yeni oluşan darp-cebir izine rastlanmadığı, hayati tehlikenin olmadığı, iş ve güç kaybının bulunmadığı”, başvurucu Hicrettin Dağabakan ile ilgili olarak “hastada yaklaşık 8-12 saat içinde olduğu düşünülen sol bacakta arkada kızarıklık, sağ bacak iç kısmında kızarıklık, sağ alt kadron batında kızarıklık mevcut olduğu, yeni oluşan darp ve cebir izine rastlanılmadığı, hayati tehlike, iş ve güç kaybının bulunmadığı” ve başvurucu Ertan Dağabakan ile ilgili olarak da “hastada yaklaşık 8-12 saat içinde olduğu tahmin edilen, sağ üst kolda hematom, batında ciltte kızarıklık mevcut olduğu, yeni oluşan darp-cebir izine rastlanmadığı, hayati tehlikenin olmadığı, iş ve güç kaybının bulunmadığı” ifadelerine yer verilmiştir.

27. Ancak başvurucuların avukatının 9/11/2001 tarihli dilekçesi ile “7/11/2001 tarihli raporun gerçeği yansıtmadığını, Doktor Y. İ.’nin Jandarma güvenlik güçlerinin baskısı altında söz konusu raporu tanzim ettiğini” iddia ederek Savcılığa itirazda bulunması üzerine, Cumhuriyet Savcısı, başvurucuların yeniden sağlık kontrolünden geçirilmeleri için Ağrı Devlet Hastanesine sevklerini sağlamıştır.

28. Başvurucuların bu kez Ağrı Devlet Hastanesi uzman doktorları tarafından muayene edilmeleri sonucunda düzenlenen 12/11/2001 tarihli raporda; başvurucu Cezmi Demir ile ilgili olarak “sağ skapula üzerinde yaklaşık 5x6 cm’lik alanda yer yer yeşilimtrak ekimoz ve hassasiyet mevcuttur. Bu haliyle hasta, hayati tehlikeye maruz kalmamış, 3 gün iş ve güç kaybı olmuş, çehrede sabit eser yoktur”, başvurucu Hicrettin Dağabakan ile ilgili olarak “sağ ve sol bacak önyüzde 1x1 cm’lik yeşilimtrak ekimoz, sol ön kol ön yüzde ve sol kol ön yüzde 4x5 cm’lik iki adet yeşilimtrak ekimoz, siternum üzerinde 1x2 cm’lik, sağ omuz ön yüzde2x3 cm’lik, sağ kol ön yüzde 2 cm’lik, sağ lomber bölgede 5x3 cm’lik alanda yer yer yeşilimtrak ekimoz mevcut olduğu, hayati tehlikeye maruz kalmadığı, 5 gün iş ve güç kaybına uğradığı” ve başvurucu Ertan Dağabakan ile ilgili olarak “sağ McBurney noktasında 1x2 cm’lik krutlu yara, sağ kol ön yüzünde 2 x2 cm’lik bölgede yeşilimtrak ekimoz mevcuttur. Bu haliyle hasta, hayati tehlikeye maruz kalmamış, 1 gün iş ve güç kaybı olmuş, çehrede sabit eser yoktur” tespiti yapılmıştır.

29. Adı geçen doktorlar (§ 32, 33; G. Ö., Y. İ., Y. O.) hakkında açılan dava sonrasında Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinin 5/6/2002 tarihli yazısı ile başvurucular hakkında düzenlenen 6/11/2001, 7/11/2001 ve 12/11/2001 tarihli raporlar arasındaki farklılığın değerlendirilmesinin istenilmesi üzerine, Adli Tıp Kurumunun 12/7/2002 tarihli yazısı ile başvuruculara ilişkin raporlar açısından aynı ve özetle “12/11/2001 tarihli rapordaki bulguların künt travmatik bir etkenle meydana geldiği, bu bulguların 7/11/2001 tarihli rapordaki lezyonlarla aynı lezyonlar olduğu, bu durumun son rapor tarihinden önceki 7 ila 12 günlük bir zaman dilimi içinde meydana gelmiş olduğu” hususları belirtilmiştir.

30. Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan 2/1/2006 tarihli raporda da, başvurucu Cezmi Demir yönünden her ne kadar 7/11/2001 tarihinde yapılan muayenesinde sırtta sağ üste yaygın hemotom bulunduğu belirtilmiş ise de 5 gün sonra 12/11/2001 tarihinde yapılan muayenesinde aynı bölgede yeşilimtırak ekimoz bulunduğu belirtildiğinden söz konusu lezyonun hemotom değil ekimoz olması gerekeceği, vücutta künt travma sonucu oluşan ekimozların renk değişimleri göstererek iyileştikleri, ancak bu renk değişimlerinin travmanın şiddetine uygulandığı cisim veya cisimlerin özelliğine, vücut bölgesine, yaş cinsiyet, fiziyolojik özelliklere göre farklılıklar gösterdiği bilindiğinden sadece ekimozdaki renk değişikliği ile ekimozun ne zaman oluştuğunun tespit edilmesinin tıbben mümkün olmadığı, ekimozların iyileşme süreci içinde çevrelerinde ve orta kısımlarında farklı renkler görülebileceği, kırmızı, mor, pembe, yeşil, sarı ve mavi gibi iyileşme sürecinde görülen renklerin bir kısmının bir arada olabileceği veya bunlar arasında kalan renklerin de görülebileceği ve bu ara renkler tarif edilirken yeşilimtırak, sarımtırak gibi kesin bir rengi belirtmeyen ifadelerin de kullanıldığı göz önüne alındığında 12/11/2001 tarihinde yeşilimtırak olarak tarif edilen ekimoza neden olan travmanın bu tarihten geriye doğru 5 ila 15 günlük bir zaman dilimi içerisinde meydana gelmiş olmasının mümkün olduğu, kesin bir tarih belirlemenin mümkün olmadığı belirtilmiş, diğer başvurucular için ayrı ayrı düzenlenen raporlarda da aynı hususlara işaret edilmiştir.

c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

 i. Soruşturma Sonucu Açılan Davalar

31. Başvurucuların Savcılıkta verdikleri benzer ifadelerinde, “gözaltında tutuldukları süre içinde kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul etmeleri amacıyla devamlı olarak kötü muameleye maruz kaldıklarını ve bu nedenle Jandarma görevlilerinden şikâyetçi olduklarını” belirtmeleri üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu iddiaların araştırılması için aynı gün, 2001/306 numarasına kayıtlı dosya üzerinden soruşturma başlatılmıştır.

32. Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda, anılan raporlar arasındaki çelişkiler üzerine, başvurucuların gözaltından çıkarıldıkları tarihte sağlık kontrolünü yapan ve başvurucular hakkında “herhangi bir darp ve cebir izi bulunmadığı” şeklinde ilk raporları tanzim eden Doktor G. Ö. hakkında, 5/12/2001 tarih ve 2001/71 numaralı iddianameyle, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 354/4,5 maddesi uyarınca “gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” suçundan cezalandırılması istemiyle Hamur Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Dava, Hamur Asliye Ceza Mahkemesinin E.2001/87 numarasına kaydedilerek, ilk duruşması 6/12/2001 tarihinde yapılmış ve daha sonra bu mahkemenin kapatılması nedeniyle (HSYK’nın 9/6/2004 tarih ve 278 sayılı kararı ile) dosya Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine gönderilerek, anılan mahkemenin E.2004/419 numarası üzerinden yargılamaya devam olunmuştur.

33. Ayrıca, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2001/306 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında, Doktor G. Ö. hakkında açılan dava dışında, 30/11/2001 tarih ve 2001/28 sayılı tefrik kararı gereğince; “gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” ve “efrada sui muamele” suçları da tefrik edilerek, “gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” suçundan Ağrı Devlet Hastanesi doktorlarından Y.İ. ve Y. O. hakkında yürütülen Hz.2001/314 sayılı dosya, 7/12/2001 gün ve 2001/11 sayılı yetkisizlik kararı ile Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş olup, bahsi geçen Savcılığın 4/2/2002 tarih ve 2002/77 numarasına kayıtlı iddianamesi ile adı geçenler hakkında mülga 765 sayılı Kanun’un 64/1, 354/4-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Söz konusu dava, anılan Mahkemenin E.2002/86 numarasına kaydedilmiştir.

34. Diğer taraftan, 26/3/2002 tarih ve 2002/192 sayılı iddianame ile de Hamur İlçe Jandarma Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. hakkında,işkenceyi gizlemek amacıyla gerçeğe aykırı adli rapor tanzim ettirmeye azmettirmek” suçundan 765 sayılı Kanun’un 64/1, 354/4-5 maddeleri uyarınca Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış ve E.2002/213 numarasına kaydı sağlanmıştır.

35. Mahkemece, 27/3/2002 tarihinde aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunduğundan bahisle, yukarıda bahsi geçen E.2002/213 numaralı davanın E.2002/86 sayılı davada birleştirilmesine karar verilmiştir.

36. Öte yandan, başvurucuların gözaltında bulundukları süre içinde kendilerine işkence ve kötü muamelede bulunduklarını iddia ettikleri Jandarma görevlileri İ. Ö. ve H. A. hakkında Hz.2001/312 numara üzerinde yürütülen soruşturma dosyası, eylemin ağır ceza mahkemesinin görevinde bulunduğu gerekçesiyle, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığının 7/12/2001 tarihli Fezlekesi ile Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

37. Bunun üzerine, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 28/12/2001 tarih ve 2001/81 sayılı iddianamesi ile Jandarma Karakol Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. hakkında 765 sayılı Kanun’un 243/1. maddesi uyarınca “kamu görevlisinin efrada sui muamelede bulunması” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.

 ii. Sanık ve Tanık Anlatımları

38. Sanıklardan İ. Ö. soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki ifade ve savunmasında özetle; “karakol komutanı olduğunu, hırsızlık ihbarı üzerine talimat vererek gönderdiği jandarma görevlilerinin olay bölgesinde başvurucuları yakalayarak karakola getirdiklerini, üç günlük gözaltı sürecinde kendisinin bizzat ifade aldığını, ifade alımı sırasında yanında yardımcısı astsubay H.A.’nın da olduğunu, gözaltı çıkışını müteakip kötü muamele iddiaları üzerine yardımcısı ile birlikte şüphelileri Ağrı Devlet Hastanesine götürdüklerini, düzenlenen raporların ilk önce açık bir şekilde kendisine teslim edilmesi üzerine yeniden doktor ile görüşerek kapalı bir zarf içine koyduklarını, bu süreçte adı geçen doktorlara bir baskısının söz konusu olmadığını, herhangi bir kötü muamelede bulunmadığını” belirtmiş, sanık H. A. da benzer anlatımla suçu kabul etmemiştir. Aynı şekilde sanık G. Ö. de bir baskı altında kalmaksızın başvurucuları muayene edip raporları düzenlediğini, yüklenen suçu işlemediğini savunmuştur.

39. Sanık Y. O. savunmasında özetle; “olay günü Ağrı Devlet hastanesinde nöbetçi doktor olarak görev yaptığını, Doktor Y.’nin ise aktif nöbetçi olduğunu, mağdurların muayene için getirildiklerini, Doktor Y. tarafından muayenelerinin yapıldığını, Doktor Y.’nin tam bir fikir sahibi olamaması nedeni ile bir de kendisinin muayene etmesini istediğini, mağdurları tamamen soyduklarını, mağdurlarda darp, cebir izi olduğunu ancak tam bir kanaatin oluşmadığını düşündüklerini, daha sonra bu izlerin 8-12 saat içerisinde oluştuğuna dair rapor tanzim ettiklerini, kanaatlerinin o şekilde olduğunu, darp, cebir izinin mağdurların neresinde olduğunu hatırlamadığını, raporları İ. Ö.’ye teslim ettiğini” beyan etmiştir.

40. Sanık Y. İ. savunmasında özetle; “Ağrı Devlet hastanesinde görev yaptığını, mağdurları muayene ettiğini, lezyonlara baktığında tereddüde düşmesi üzerine Doktor Y. O.’yu çağırdığını, tek tek Y. O. ile birlikte muayene ettiklerini, raporları düzenleyerek, zarf içinde hatırlayamadığı bir görevliye verdiklerini” belirtmiştir.

41. Tanık N. Ö. beyanında; “suç tarihinde Hamur Sağlık Ocağı’nda hemşire olarak görev yaptığını, sanıklardan İ. Ö.’nün eşi olduğunu, olay günü poliklinik hemşiresi olarak görevli iken saat 16.00 sularında jandarmanın mağdurları muayene için getirdiklerini, mağdurların tek tek soyularak muayene edildiklerini ve vücutlarında darp, cebir izi bulunmadığına dair rapor tanzim edildiğini, muayene esnasında jandarma komutanlarının içeriye alınmadığını, mağdurların her hangi bir şikâyet ileri sürmediklerini, ancak mağdurlardan birinin başının ağırdığını söylediğini, muayene esnasında her hangi bir yerden telefon gelmediğini” söylemiştir.

42. Tanık S. S. anlatımında; “olay tarihinde icapçı hekim olarak Ağrı Devlet hastanesinde görev yaptığını, Başhekimin kendisini aradığını resmi bir yazının olduğunu söylediğini, bunun üzerine acil servise gittiğini, mağdurları tamamen soyduğunu, mağdurları tek tek muayene ettiğini, mağdurlara ait her üç raporda belirtilen yaraların yaklaşık bir hafta on günlük iyileşmekte olan yaralar olduğunu, muhtemelen künt bir alet ile veya cisimle oluşmuş olabilecek yaralar olduğunu, şahısların muayenelerinde vücutlarında künt travmaya bağlı morluklar ve ekimozlar bulunduğunu, 12/11/2001 tarihli raporunun içeriğinin doğru olduğunu” ifade etmiştir.

43. Tanık Ş. Ö. beyanında; “12/11/2001 tarihinde Ağrı C. Başsavcılığının yazılı talebi üzerine gelen üç şahsın muayenelerini yaptıklarını, her üç şahsın da vücutlarının çeşitli bölgelerinde meydana gelen yaraların yaklaşık bir hafta, on günlük iyileşmeye yüz tutmuş yaralar olduğunu, yaraların künt travmaya bağlı meydana gelen yaralar olup vücutlarında yeşilimtırak iyileşmeye başlamış morluklar ve ekimozlar bulunduğunu” belirtmiştir.

 iii. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar

44. Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinin E.2002/86 sayılı dosyasında yapılan yargılama neticesinde, anılan Mahkemenin 9/10/2002 tarih ve E.2002/86, K.2002/506 sayılı kararıyla sanıklardan Y. İ. ve Y. O.’nun savunmaları da dikkate alınarak, “suçun yasal unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle; diğer sanıklar İ. Ö. ve H. A.’nın da “her türlü kuşkudan uzak, inandırıcı, açık ve kesin deliller elde edilemediği” gerekçesiyle beraatlarına karar verilmiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

45. “Kamu görevlisinin efrada sui muamelede bulunması” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinde E.2001/192 numarası üzerinden görülen dava, anılan Mahkemenin 11/4/2002 tarih ve E.2001/192, K.2002/66 sayılı kararıyla sonuçlanmış ve başvuruculara yönelik eylemleri nedeniyle sanıklardan H. A., yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle beraat ederken, sanık İ. Ö. ise, 765 sayılı Kanun’un 243/1, 71. maddeleri gereğince toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmıştır.

46. Bu kararın sanık ve başvurucular tarafından 24/4/2002 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 23/6/2003 tarih ve E.2003/1302, K.2003/2451 sayılı ilamı ile “6/11/2001, 7/11/2001 ve 12/11/2001 tarihlerinde tanzim edilen üç sağlık raporu arasındaki çelişkinin giderilmesi ve belirlenen bulguların oluş zamanlarının net olarak saptanması açısından tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilerek nihai raporun alınması, doktorlar hakkında açılan kamu davalarının kesin hükümlerinin beklenilmesi ve tüm delillerin birlikte değerlendirilerek sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken eksik soruşturma ile hüküm kurulduğu” gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.

47. Bozmaya uyan ve E.2003/141 numarası üzerinden yargılamayı yürüten Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince 7/9/2004 tarihinde yapılan duruşmada, Doktor G. Ö. hakkında Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinde görülmekte olan E.2004/419 sayılı davanın bahsi geçen dava ile birleştirilmesine ve Yargıtay ilamında belirtilen eksikliklerin giderilmesi için dosyanın ve mevcutlu olarak da mağdurların İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine ve raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesine karar verilmiştir.

48. Adli Tıp Kurumunca düzenlenen ve önceki rapor içeriğine (12/7/2002 tarihli rapor) benzer tespitlerin yer aldığı 2/1/2006 tarihli raporun dosyaya alınması sonucunda tüm sanıklar hakkında yeniden hüküm kurulmuştur. Buna göre, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin 1/6/2006 tarih ve E.2003/141, K.2006/117 sayılı kararı ile sanıklardan H. A.’nın beraatına, sanık G. Ö.’nün görevi ihmal suçundan 600,00 TL adli para ceza ile cezalandırılmasına ve bu cezanın ertelenmesine, sanık İ. Ö.’nün ise başvuruculara yönelik eylemleri sabit görülerek toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

49. Bu kararın taraflarca 2-15/6/2006 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 30/6/2010 tarih ve E.2008/200, K.2010/9496 sayılı ilamı ile “hüküm, sanıklar İ. Ö., G. Ö. ve müdafileri ile birlikte, müdahiller Hicrettin Dağbakan ve Cezmi Demir vekili Av. S. B. tarafından ‘müdahiller Hicrettin Dağabakan, Ertan Dağabakan ve Cezmi Demir’ vekili olarak temyiz edilmesine karşın, tebliğnamede müdahil olarak ‘Ertan Demir ve Hicrettin Demir’ adlarının yazıldığı ve temyiz eden olarak da ‘katılan Ertan Demir vekili’ ibaresine yer verildiği; öte yandan tebliğname başlığında, temyiz kapsamında olan sanık H. A. hakkındaki beraat kararının gösterilmediği anlaşılmakla, belirtilen düzelteler tamamlandıktan sonra incelenmek üzere geri gönderilmesi kaydıyla dosyanın incelenmeksizin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine” karar verilmiştir. Bu düzeltmeler yapılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21/9/2010 tarihli tebliğnamesi ile dosya yeniden Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmiştir.

50. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 6/7/2011 tarih ve E.2010/12971, K.2011/5945 sayılı ilamında; “müdahiller hakkında cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak suçundan açılan kamu davasında, müdafi olarak tayin olunan avukatın, sanıklar İ. Ö. ve H. A.’ya müdafi olarak atanmış olduğunun tespit edildiği, bu durumun Avukatlık Yasasının 38/b madde ve fıkra hükmüne aykırı olduğu” belirtilerek, sanıklar İ. Ö. ve H. A. hakkında kurulan hükmün bozulmasına ve diğer sanık G. Ö. hakkında ise zamanaşımı gerekçesi ile davanın düşmesine karar verilmiş ve G. Ö. hakkındaki düşme kararı aynı tarihte kesinleşmiştir.

51. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, 10/4/2012 tarih ve E.2011/176, K.2012/95 sayılı karar ile “kamu görevlisinin efrada sui muamelede bulunması” suçundan sanıklardan H. A.’nın beraatına, sanık İ. Ö.’nün ise başvurucu ve diğer iki mağdura yönelik eylemleri nedeniyle toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

52. Mahkemenin anılan karardaki gerekçesi şöyledir:

“…Mağdurların hırsızlık suçundan şüpheli olarak getirildikleri Hamur İlçe Jandarma Karakol Komutanlığında insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmelerine, algılama veya irade yeteneklerinin etkilenmesine, aşağılanmalarına yol açacak şekilde muameleye maruz bırakıldıkları, eylemin sanık İ. Ö. tarafından gerçekleştirildiği, olay şüphelilerinin suçlarını söyletmek için başvurulan ve üç gün süren gözaltı süresi boyunca çırıl çıplak soyularak soğuk su ile ıslatıldıkları, darp edildikleri, kötü muameleye maruz bırakıldıkları, kendilerine hakaret edildiği, haysiyetlerinin ayaklar altına alındığı anlaşılmıştır. Tespit edilen raporlardaki maddi bulgular ve mağdurların aşamalardaki tutarlı anlatımları irdelendiğinde sanık İ. Ö.’nün söz konusu üzerine atılı üç mağdura karşı işkence suçunu işlediği yönünde mahkememizde tam bir vicdani kanaat oluşmuştur. Sanık İ. Ö.’nün üzerine atılı suçu işlemediği, söz konusu arazların şüphelilerin gözaltından çıktıktan sonra oluşmuş olabileceği yönündeki savunmaları tüm dosya kapsamı nazara alındığında inandırıcı bulunmamış ve sanığın 765 sayılı TCK’nın 243/1. maddesi uyarınca cezalandırılması cihetine gidilmiştir.”

53. Başvurucular, olaya ilişkin olarak 3/1/2013 tarihli dilekçeleri ile bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

54. Diğer taraftan, 10/4/2012 tarihli kararın sanık İ. Ö. tarafından 17/4/2012 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20/5/2013 tarih ve E.2013/1460, K.2013/15369 sayılı ilamı ile Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiş olup, Mahkemece aynı tarih esas alınarak sanıklar İ. Ö. ve H. A. hakkındaki karara kesinleşme şerhi konulmuştur.

B. İlgili Hukuk

55. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 230. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Hangi nedenle olursa olsun memuriyet görevini yapmakta savsama ve gecikme gösteren veya üstünün yasaya göre verdiği buyrukları geçerli bir neden olmadan yapmayan memur üç aydan bir yıla kadar hapis ve bin liradan beşbin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.”

56. 765 sayılı Kanun’un 243. maddesi şöyledir:

“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.

Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452 nci, sair hallerde 456 ncı maddeye göre tertip olunacak ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.”

57. 765 sayılı Kanun’un 354. maddesi şöyledir:

“Hekim, eczacı, sağlık memuru veya diğer bir sağlık mesleği mensubu, Hükümetçe emniyet ve itimat olunacak bir belgeyi hatır için gerçeğe aykırı olarak verir ise, altı aydan iki yıla kadar hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır. Gerçeğe aykırı olarak düzenlenmiş böyle bir belgeyi bilerek kullanan kimse hakkında dahi aynı ceza tertip olunur.

Eğer gerçeğe aykırı belge, işlenmiş bir suçu yahut işkence, zalimane veya gayriinsani diğer fiillerin delillerini gizlemek veya bu delilleri yok etmek için düzenlenmiş ise faile verilecek ceza, dört yıldan sekiz yıla kadar hapistir.

…”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

58. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 3/1/2013 tarih ve 2013/293 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

59. Başvurucular, 3/11/2001 tarihinde ücret karşılığında pancar yükleme işi için birlikte gittikleri Ağrı ili Aşağı Karabal Köyü mevkiinde, telefon teli hırsızlığı ihbarı üzerine aynı bölgede tahkikat yapan güvenlik güçleri tarafından şüpheli sıfatıyla gözaltına alındıklarını, üç gün süreyle gözaltında tutulduklarını ve bahsi geçen suçu işledikleri hususunda itirafta bulunmaları amacıyla kolluk görevlileri tarafından devamlı surette başlarından soğuk su döküldüğünü, yumrukla başlarına vurulduğunu, vücutlarının çeşitli yerlerinden darp edildiklerini, soğukta bekletildiklerini, ekmek ve su verilmediğini, onur kırıcı laflar kullanıldığını, bu suretle işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.

60. Başvurucular ayrıca, gözaltından çıkarılarak Savcılığa sevk edilmeden önce sağlık kontrolünden geçirilmek üzere Hamur Sağlık Ocağı’na götürüldüklerini, burada görev yapan hemşirelerden birinin işkence ve kötü muamele nedeniyle şikâyetçi oldukları sanık İ. Ö’nün eşi olmasından dolayı haklarında “darp ve cebir izi yoktur” şeklinde rapor düzenlendiğini, bu rapora itiraz etmeleri üzerine yine kendilerine kötü muamelede bulunan kolluk görevlilerinin gözetiminde yeniden sağlık kontrolünden geçirilmek için gittikleri Ağrı Devlet Hastanesi’nde görevli doktorlar tarafından yapılan muayeneleri sonucunda düzenlenen raporun da sanık İ. Ö’ye teslim edildiğini, İ. Ö.’nün bu raporlara baktıktan sonra sinirlenerek, tekrar hastaneye girip içeriğini değiştirttiğini belirtmişlerdir.

61. Başvurucular son olarak, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından dolayı yaptıkları şikâyet üzerine açılan kamu davasının makul sürede tamamlanmadığını, olayın üzerinden on bir yıl geçmesine rağmen kamuoyunu ve vicdanları tatmin edici bir karar verilmediğini, işkenceyi gizlemek için gerçeğe aykırı adli rapor düzenlediği gerekçesiyle yargılanan Doktor G. Ö. hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat ettiğini, bu nedenlerle AİHS’nin 2, 3, 6, 8, 13, 14. maddeleri ve 1 nolu ek Protokol’ün 1. maddesindeki haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve 500.000 TL maddi, 500.000 TL manevi tazminat ve 100.000 TL de derece mahkemeleri önündeki diğer giderler olmak üzere toplam 1.100.000 TL tazminat ve yargılama gideri ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

62. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucuların iddiaları Anayasa’nın 17/3. ve 36. maddeleri ile ilişkili görülerek işkence yasağı ile adil yargılanma hakkı kapsamda değerlendirilmiştir.

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

63. Başvurucular, kendilerine işkencede bulunduklarını iddia ettikleri kolluk görevlileri aleyhine yürütülen ceza yargılamasının makul sürede bitirilmediğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

64. Bakanlık görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bu konuda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM’nin, Sözleşme’nin 3. maddesinin usuli gereği olarak sorumlular aleyhine yürütülen soruşturmanın uzunluğundan bahisle yine Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri, 3. madde kapsamında incelediği ve 6/1. maddeye dayalı şikâyetleri ayrıca ele almadığı ifade edilmiştir.

65. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.

66. Başvurucular, adil yargılanma hakkına dayanarak, kolluk görevlileri aleyhine yürütülen davanın makul süreyi aştığını ileri sürmüşlerse de, işkence yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında bu hususun da ele alınması gerektiğinden, anılan şikâyet ile ilgili adil yargılanma hakkı açısından ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

b. İşkence Yasağının İhlal Edildiği İddiası

67. Başvurunun incelenmesi neticesinde, işkence yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

68. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

69. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

70. Başvurucular, isnat edilen suçlamayı kabul etmeleri amacıyla, gözaltında bulundukları 3 gün boyunca kolluk görevlileri tarafından devamlı surette işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.

71. Başvurucular, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından dolayı yaptıkları şikâyet üzerine, kendilerine kötü muamelede bulunan kişilerin gözetiminde doktor kontrolünden geçirildiklerini, bu şahısların rapor düzenleyen doktorları etkileyip yönlendirdiklerini, söz konusu suçlardan açılan kamu davasının makul sürede tamamlanmadığını, işkenceyi gizlemek için gerçeğe aykırı adli rapor düzenlediği gerekçesiyle yargılanan Doktor G. Ö. hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat ettiğini, bu nedenlerle yargılamaların etkili yürütülmediğini belirtmişlerdir.

72. Bakanlık görüşünde, işkence yasağının esas bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, başvurucuların gözaltında kaldıkları üç günlük sürede yaralandıklarının dosyadan anlaşıldığı, sanıkların savunmalarında bu yaralanmanın nasıl meydana geldiğine ilişkin bir açıklamanın bulunmadığı, işkence yasağının esas bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu vurgulanmıştır.

73. Bakanlık, işkence yasağının usul bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetlere ilişkin olarak da, başvurucuların şikayeti üzerine soruşturmanın adı geçen failler yönünden başlatılarak, davaların açıldığı, ancak tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 6/11/2001 tarihinde başlayan yargılamanın, 20/5/2013 tarihli onama kararı ile sonuçlandığı, böylece yargılama sürecinin on bir yıl altı ay on dört gün sürdüğü, AİHM’nin birçok kararında, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerektiğinin vurgulandığı, işkence yasağının usul bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

74. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.

75. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usuli boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucuların somut olaydaki şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında devletin maddi ve usul yükümlülükleri açısından ayrı şekilde değerlendirilecektir.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

76. Somut olayda cezai kovuşturmanın yapıldığı ve bir sanığın da işkence suçundan mahkûm olduğu gözetilerek öncelikle bu durumun başvurucular açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevinde bulunmuyor ise de, kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak, suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık olduğu durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır.

77. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi, tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte, mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların ve fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi halde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).

78. Buna göre söz konusu davada, Mahkemenin, işkence gibi vahim suç oluşturan bir fiilin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade, bu fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde asgari hadden hüküm kurması ve bir sanık yönünden de davanın zamanaşımından düşmüş olması nedeniyle başvurucuların mağdurluk sıfatlarının ortadan kalkmadığı sonucuna varılmıştır.

 i. Genel ilkeler

79. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan başvurucuların maruz kaldıkları sözlü ve fiili saldırı nedeniyle maddi ve manevi varlıklarını koruma ve geliştirme haklarının ihlal edilmesi iddiası ile ilgilidir.

80. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

81. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir.

82. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca Devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye, bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile, maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Dolayısıyla yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda Devletin 17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir. (Benzer AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

83. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup, her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (bkz. yukarıda geçen Eğmez, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.

84. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”“eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır.

85. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir.

86. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10/12/1984 tarihinde kabul edilen ve 26/6/1987 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye’nin de 10/8/1988 tarihinde taraf olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bu Sözleşme bakımından ‘işkence’, bir kimseye, kendisinden bir ikrar veya üçüncü kişiyle ilgili bilgi elde etmek, kendisinin veya üçüncü kişinin işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir fiil nedeniyle cezalandırmak, kendisine veya üçüncü kişiye gözdağı vermek veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan her hangi bir gerekçeyle, bir kamu görevlisi veya resmi sıfatla hareket eden bir kişi tarafından veya bu kişilerin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle üçüncü kişi tarafından, kasten işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren her hangi bir fiildir. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanan veya yaptırımın doğasında bulunan veya bu yaptırımlarla rastlaşan acı veya ıstırap, işkence sayılmaz.”

87. Yine anılan Sözleşme’nin 15. maddesi “Her bir Taraf Devlet, işkence sonucu alındığı ortaya çıkan bir ifadenin, işkence yapmaktan sanık bir kimsenin aleyhine bu beyanın alındığına dair bir delil olarak kullanılması hariç, hiç bir yargılamada delil olarak ileri sürülememesini sağlar.” hükmüne; 16. maddesi de “1. Her bir Taraf Devlet kendi egemenliği altındaki bir ülkede, birinci maddede tanımlanan işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza fiillerinin bir kamu görevlisi ve resmi sıfatla hareket eden bir diğer kimse tarafından veya bu kimsenin teşviki veya rızası veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt eder. Sözleşmenin özellikle 10, 11, 12 ve 13. maddelerinde yer alan yükümlülükler, işkence sözcüğü yerine diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı bir muamele veya ceza terimleri koyularak uygulanır.” hükmüne yer vermiştir.

88. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Bu hallerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; yukarıda geçen Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM, fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik KrallıkIlaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41-42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikleki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir.

89. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak, kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır.

90. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da, bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. (Benzer AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. (Benzer AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir.

91. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da, yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla, bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele oluşturabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 91; Campbell ve Cosans/Birleşik Krallık, B. No: 7511/76 – 7743/76, 25/2/1982, § 26).

92. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik, kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe, zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir.

93. AİHM’nin birçok kararlarında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’nin normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin 2. fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları, mağdurun davranışı ne olursa olsun, kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (bkz. yukarıda geçen Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).

94. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı haldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün Devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hallerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (bkz. yukarıda geçen Selmouni/Fransa, § 87; Ferhat/Türkiye, B. No: 12673/05, 25/9/2012, § 33).

95. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 161; yukarıda geçen Labita/İtalya, § 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (bkz. Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti halinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

96. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup, bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hallerde çok dikkatli davranması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/4/2000). Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman, Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 32). Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan, Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 29; Jasar/“Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti”, B. No: 69908/01, 15/2/2007, § 49). Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman, ceza hukuku sorumluluğunun, Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır (Benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, §§ 110 – 111). Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen, normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Klaas/Almanya, § 30).

 ii. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması

97. Başvurucular, hırsızlık suçu şüphesi ile Jandarma görevlileri tarafından 3/11/2001 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Aynı gün yapılan muayenelerinde herhangi bir sağlık sorunu tespit edilmemiştir. Başvurucular, 6/11/2001 tarihinde gözaltından çıkarılmış ve haklarında düzenlenen raporda “herhangi bir darp izine rastlanılmadığı” belirtilmiştir. Ancak, başvurucuların Savcılıkta verdikleri ifadelerinde “gözaltında tutuldukları süre içinde kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul etmeleri amacıyla devamlı olarak işkence yapıldığını, işkence eden komutanın eşi ile aynı sağlık ocağında çalışan Doktor G. Ö’nün gerçeğe aykırı rapor tanzim ettiğini, bu nedenle Jandarma görevlileri ile hastane doktorlarından şikâyetçi olduklarını” belirtmeleri üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu iddiaların araştırılması için aynı gün soruşturma başlatılmış ve başvurucular hakkında başka hastanelerde ve Adli Tıp Kurumundan alınan raporlarda, başvurucuların gözaltında bulundukları zaman diliminde vücutlarının çeşitli yerlerinde darp izleri bulunduğu saptanmıştır (§ 28, 29, 30). Ayrıca Jandarmada görevlileri İ. Ö. ve H. A. savunmalarında, başvurucuların sağlıklı şekilde girdikleri halde gözaltındaki yaralanmaların nasıl meydana geldiğine ilişkin ikna edici bir açıklamada bulunmamışlardır.

98. Diğer taraftan, başvurucular hakkında “hırsızlık” suçundan açılan davada Ağrı Asliye Ceza Mahkemesi, aleyhlerindeki tek delil olan kolluk beyanlarının işkence sonucu alındığına ilişkin iddialar bulunması nedeniyle; “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan da Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi, “isnat edilen suçu işlediklerine dair yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulanmadığı” gerekçesi ile beraat kararı vermiştir. Bunun yanında, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince “efrada sui muamele” suçundan Jandarma görevlisi İ. Ö. hakkında verilen mahkûmiyete ilişkin karar Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmişken, H. A. delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Yine gerçeğe aykırı rapor tanzim etmek suçundan sanıklardan Y. İ. ve Y. O.’nun beraatına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucularda herhangi bir darp izi bulunmadığı yönünde rapor düzenleyen ve efrada sui muamele suçundan mahkûm olan sanık İ. Ö.’nün hemşire olan eşi ile aynı yerde çalışan sanık G. Ö.’nün eylemi Mahkemece sabit kabul edilerek, görevi ihmal suçundan mahkûm edilmesine rağmen, Yargıtay aşamasında zamanaşımı nedeniyle davanın düşmesine karar verildiği görülmüştür.

99. Başvurucular, gözaltında bulundukları üç gün boyunca kolluk görevlileri tarafından vücutlarının çeşitli yerlerinde cop ve yumruk ile darba maruz kaldıklarını, gözlerinin bağlandığını, soyularak çıplak vaziyette soğuk bir garaj-depo gibi yerde geceleri ayrı olarak beklettirildiklerini, hortum ile üzerlerine su püskürtüldüğünü, saçlarından sürüklendiklerini, tuvalet ihtiyaçlarını karşılamalarına izin verilmediğini, bir aletle cinsel organlarının sıkıldığını, organlarına cop sokulmaya kalkışıldığını, aç-susuz bırakıldıklarını, kendilerine ve ailelerine yönelik ağır küfür ve tehditler sarf edildiğini Savcılık ve Mahkeme aşaması ile bireysel başvurularında ileri sürmüşlerdir. Gözaltında oldukları için, dış dünyayla ilişkileri kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucuların bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak, ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi halinde bir sonuca ulaşılması mümkündür.

100. Buna göre başvurucuların aşamalarda birbiriyle uyuşan sözleri, Ağrı Devlet Hastanesi ile Adli Tıptan alınan doktor raporları ve tanık anlatımları ile Mahkemenin gerekçeli kararı (§ 52), başvurucuların bu iddialarının doğruluğuna karine oluşturmuştur. Sağlıklı bir şekilde gözaltına alınan başvurucuların, gözaltından çıkarıldıktan sonra yaralanmış oldukları ya da fiziksel iz bırakmayan kötü muamele gördüklerinin tutarlı ifadeleri ve doktor raporları ile saptanmış olması karşısında, artık bunun kolluk görevlilerinin eylemleri sonucu olmadığına ilişkin ispat yükümlülüğü idareye aittir. Ancak, idarenin ispat yükümlülüğünü yerine getirmediği görülmüştür.

101. Başvurucular hakkında çeşitli sağlık raporlarında belirtilen yaraların tümünün ve başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kötü muameleye ilişkin beyanları, fiziksel acıların bulunduğunu ortaya koymuştur. Olayların süregelişi, saldırıların, başvuruculara kendilerine yöneltilen olaylar hakkında itirafta bulunmaları için bilinçli olarak uygulandığını doğrulamaktadır. Diğer bir ifadeyle, bu eylemlerin, bahsi geçen suçu işledikleri hususunda ikrarda bulunmaları amacıyla başvuruculara kasten uygulandığı anlaşılmaktadır. Ortaya çıkarılan fiiller, başvurucuların fiziksel ve psikolojik acı verme, direncini kırma, onları aşağılama amacı olan, korku, endişe ve aşağılık duygusu sağlayan niteliktedir. Bu muamelelerin işkence niteliğinde olduğunu söylemek için yeterli ciddi kanıt unsuru bulunmaktadır.

102. Her ne olursa olsun, özgürlüğü kısıtlanan bir kişi nezdinde, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça, fiziksel güç kullanılması insan onurunu kırar ve kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder. Özellikle gözaltında yaşanan olaylar esnasında bir başvurucunun yaşının da küçük olduğu göz önüne alındığında, bu başvurucunun gözaltı sırasında uğradığı şiddetin yoğunluğu nedeniyle gelecekte de sürekli bir acı ve endişe içinde yaşama riski altında kalabileceği inkâr edilemez.

103. Diğer taraftan gözaltında oldukları için zaten çok kırılgan bir durumda olan başvurucuların, kendi davranışlarından kaynaklanmadığı ve zorlayıcı bir neden de bulunmadığı halde sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalmaları, ayrıca bu güce başvuranların gözetiminde hastanelere sevk edilmeleri ve bu kişilerin yönlendirme ve etkileri ile doktor raporlarının düzenlenmesi şeklindeki eylemlerin, başvuruculara yönelik tehditin varlığını devam ettirdiği, bunun da insan onuruna bir müdahale oluşturduğu açıktır.

104. Ayrıca Jandarma görevlilerinin eylemlerindeki saikin hırsızlık suçunu aydınlatmak olduğu belirlenmiş ise de, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası göz önünde tutulduğunda, mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun, kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerekir. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun, yaşam hakkı gibi en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde bile, bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun, herhangi bir istisnaya veya haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir.

105. Yukarıda ifade edilen ve insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneklerini etkileyen, aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin; başvuruculardan bilgi almak, isnat edilen suçları kabul ettirmek, onları cezalandırmak ya da yıldırmak amacıyla yapıldığı ve üç gün boyunca birbirlerine eklenmiş yöntemlerle, belli bir kasıt altında şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle gerçekleştiği belirlenmiştir. Buna göre, birisi çocuk yaşta olan başvuruculara kasti olarak uygulanan muamelenin amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alındığında ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu muamelelerin ilgili kişilere itirafta bulunmaları veya kendilerine yöneltilen olaylar hakkında bilgi vermeleri amacıyla görevlerini yapan devlet görevlileri tarafından bilinçli olarak yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda ve ayrıca bu muamelelerin, başvurucuların vücut bütünlüğünde oluşturduğu etkileri de dikkate alındığında, işkence olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

106. Öte yandan bir sanık yönünden davanın zamanaşımına uğramış olması, mahkûm olan jandarma görevlisi hakkında ise, Mahkemenin gerekçesinde belirttiği vahim nitelikteki eylemleri de dikkate alındığında, islenen suç ile verilen ceza arasında orantısız bir uygulama yapılmış olması ve verilen cezanın yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaması nedenleriyle, devletin söz konusu davada başvurucuların fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmıştır.

107. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların maruz kaldıkları bu eylemlerden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

 i. Genel ilkeler

108. Başvurucular, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından dolayı kolluk görevlileri ve bu görevlilerin eylemlerinin ortaya çıkmaması için yanıltıcı rapor düzenleyen doktorlar hakkında yaptıkları şikâyet üzerine açılan davaların makul sürede tamamlanmadığını, bir sanık yönündeki davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat ettiğini, böylece yargılamanın etkili yapılmadığını ileri sürmüşlerdir.

109. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında, devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

110. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usuli boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

111. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

112. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

113. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, § 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

114. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 - 57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (bkz. Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

115. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, § 92; Khadjialiyev ve diğerleri/Rusya, B. No: 3013/04, 6/11/2008, § 106; Denis Vassiliev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 157; Dedovski ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 92; Ognyanova ve Choban/Bulgaristan, B. No: 46317/99, 23/2/2006, § 107).

116. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).

117. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için, soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Oğur/Türkiye, §§ 91-92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81-82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83-84). Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir.

118. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Aksoy/Türkiye, § 95; Ramirez Sanchez/Fransa, B. No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157-160).

119. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak, kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

120. Mahkemelerin, özellikle işkence ve kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda, yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanundışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Benzer AİHM kararları için bkz. Hüseyin Esen/Türkiye, B. No: 49048/99, 8/8/2006; Özgür Kılıç/Türkiye, B. No: 42591/98, 24/9/2002).

121. AİHM, bir Devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca, AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (bkz. Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

 ii. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması

122. Sunulan kanıtlara dayanılarak, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, Devletin, negatif sorumluluğu kapsamında başvurucuların maruz kaldığı işkenceden sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Yine, ilgili kişiler tarafından yapılan şikâyetler etkili soruşturma hakkı kapsamında “kabul edilebilir” olarak görülmüştür. Buna göre, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturmayı yürütmesi zorunluluğu bulunduğundan, öncelikle bu zorunluluğa uyulup uyulmadığının tespiti gerekmektedir.

123. Başvurucular, soruşturmanın bazı noktalarda etkili yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir. Bu kapsamda başvurucular, kendilerine kötü muamelede bulunan kişilerin gözetiminde doktor kontrolünden geçirildiklerini ve bu şahısların rapor düzenleyen doktorları etkileyip, yönlendirdiklerini iddia etmişlerdir.

124. Yukarıdaki ilkelerde de belirtildiği gibi, Devlet memurları tarafından yapıldığı iddia edilen işkence ve kötü muameleler hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin, olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Somut olayda, soruşturma bağımsız bir birim olan Cumhuriyet Savcılığınca yürütülmekte ise de, Savcılık adına adli işlemleri yürüten kişilerin bizzat kötü muameleye ismi karışan kişilerden oluşması, soruşturmanın etkili olmasını engellemiştir. Zira, bu kişilerin kendi aleyhlerine olabilecek muhtemel kanıtları karartma ihtimalleri yüksektir. Yine, bunların mağdurların lehine olabilecek delilleri toplama konusunda isteksiz davranmaları ya da tanık veya rapor düzenleyecek doktor, bilirkişi gibi şahısları yanlış yönlendirme riski bulunmaktadır.

125. Söz konusu olayda sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalan başvurucuların, bu güce başvuranların gözetiminde hastanelere sevk edildiklerini ve bu kişilerin yönlendirme ve etkileri ile doktor raporlarının düzenlendiğini iddia etmeleri (§ 26, 38, 41, 71) ve bu iddiaları doğrulayan mahkûmiyet hükümleri (G. Ö. ve İ. Ö. ile ilgili kararlar) ile başvurucuların darp edilme dışındaki kötü muamele iddialarının araştırılmaması dikkate alındığında, soruşturmanın bağımsız ve etkili yürütülmediği, bunun bir ihlal sonucunu doğurduğu değerlendirilmiştir.

126. Başvurucular ayrıca, işkence suçundan açılan davada bir sanığın beraat etmesi, yine gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan açılan davanın da zamanaşımından düşmesi nedeniyle soruşturmanın etkili olmadığını belirtmişlerdir.

127. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince efrada sui muamele suçundan Jandarma görevlisi H. A. hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla, bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır.

128. Başvurucuların şikâyeti üzerine, kolluk görevlisi H. A. hakkında da soruşturma başlatılarak ardından kamu davası açılmıştır. Ancak başvurucuların, kendilerini darp eden kişinin İ. Ö. olduğunu, H. A.’nın, İ. Ö’nün yanında bulunmakla beraber darp eylemine karışmadığını söylemeleri ve sanıkların savunmaları ile tüm dosya içeriğini değerlendiren Mahkeme, mahkûmiyet için yeterli delil bulunmadığından sanığın beraatına karar vermiş ve Yargıtayca da denetlenen bu karar onanarak kesinleşmiştir. Bu bağlamda muhakeme usulü boyunca anılan sanık hakkında yürütülen işlemlerin yetersiz ve gerekçenin de hatalı olduğu sonucuna götürecek bir neden saptanmadığından, soruşturmanın bu açıdan etkisiz olduğu söylenemez.

129. Diğer taraftan, başvurucular hakkında gerçeğe aykırı rapor tanzim etmek suçundan yargılanan sanık G. Ö. hakkındaki dava da, mahkûm olmasına rağmen, Yargıtay aşamasında zamanaşımına uğramıştır.

130. Başvurucuların şikayeti üzerine anılan sanık hakkında Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/11/2001 tarihinde başlatılan soruşturma sonucunda, 5/12/2001 tarihinde “gerçeğe aykırı rapor tanzim etmek suçundan” cezalandırılması istemiyle Hamur Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Dava, Hamur Asliye Ceza Mahkemesinin E.2001/87 numarasına kaydedilerek, ilk duruşması 6/12/2001 tarihinde yapılmış ve daha sonra bu mahkemenin kapatılması nedeniyle (HSYK’nın 9/6/2004 tarih ve 278 sayılı kararı ile) dosya Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiş, ardından da söz konusu dava, diğer sanıkların yargılandığı Ağrı Ağır Ceza Mahkemesindeki dava ile birleşerek burada görülmeye devam etmiştir. Bu Mahkemenin 1/6/2006 tarih ve E.2003/141, K.2006/117 sayılı kararı ile sanık G. Ö’nün eylemi görevi ihmal suçu kapsamında değerlendirilerek 600 TL adli para ceza ile cezalandırılmasına ve bu cezanın ertelenmesine karar verilmiştir. Kararın 5/6/2006 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 6/7/2011 tarih ve E.2010/12971, K.2011/5945 sayılı ilamı sanık hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiş ve bu karar aynı tarihte kesinleşmiştir.

131. Buna göre muhakeme usulü, iki dereceli yargılama sürecinde, şikayetin yapıldığı tarihten 9 yıl 7 ay 29 gün sonra yani 6/7/2011 tarihinde zamanaşımı nedeniyle son bulmuştur. Oysa yukarıdaki ilkelerden (§ 119, 120, 121) de anlaşılacağı üzere mahkemelerin işkence ve kötü muamele yapmakla suçlanan kamu görevlileri ile bu görevlilerin eylemlerini kolaylaştıran ya da onları koruyucu davranışlarda bulunarak diğer suçları işleyen kişiler hakkındaki yargılamaları ivedilikle sonlandırması ve dolayısıyla zamanaşımından faydalanmamalarına özen göstermesi gerekirken, somut olayda bu hassasiyetin gösterilmediği saptanmıştır. Böylece ilk derece Mahkemesince aleyhe maddi kanıtların oluştuğu kabul edilerek cezalandırılan sanık G. Ö. ile ilgili davanın Yargıtay aşamasında zamanaşımına uğradığı görülmüştür. Dolayısıyla, derece Mahkemesi önündeki süreçte kayda değer bir gecikmenin olduğu, bu gecikmenin makul bir nedene dayanmadığı, sözü edilen kamu görevlisinin cezasız kalmasına engel olacak ivedilikte hareket edilmediği görülmektedir.

132. Başvurucular son olarak, söz konusu suçlardan açılan kamu davasının on bir yıl geçmesine rağmen tamamlanmadığından şikâyet etmişlerdir.

133. Somut olay ile ilgili olarak başvurucuların, kendilerine kötü muamelede bulunulduğunu iddia etmeleri üzerine 6/11/2001 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı tarafından derhal soruşturma açılmıştır. Başvurucuların itirazları da dikkate alınarak, farklı hastanelere sevk edilmek suretiyle doktor raporlarının aldırılması sağlanmıştır. Bu raporlarda yaralanmadan bahsedilmesi üzerine sorumlulukları tespit edilen Jandarma görevlileri İ. Ö. ve H. A. hakkında gerekli tüm deliller toplandıktan sonra “efrada sui muamale” suçundan 28/12/2001 tarihinde kamu davası açılmıştır. Ayrıca, 12/11/2001 tarihli raporun, 7/11/2001 tarihli rapordan farklı bulgular içermesi üzerine, 7/11/2001 tarihli raporu düzenleyen doktorlar hakkında gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan, İ. Ö. ve H. A. hakkında da doktorları bu suça azmettirme suçundan kamu davası açılmıştır. Yine, 6/11/2001 tarihinde gözaltından çıkış raporunu düzenleyen Doktor G. Ö. hakkında da gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan kamu davası açılmıştır.

134. Yargılama sürecinde isnat edilen gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan ve bu suça azmettirme suçundan bazı sanık doktorlar ile sanıklar İ. Ö. ve H. A. beraat etmiş, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin 1/6/2006 tarihli kararı ile sanık G. Ö.’nün görevi ihmal suçundan aldığı mahkumiyet hükmü de Yargıtayın temyiz incelemesi yaptığı 6/7/2011 tarihinde zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın düşmesine karar verilmiştir.

135. Öte yandan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, 10/4/2012 tarih ve E.2011/176, K.2012/95 sayılı karar ile “efrada sui muamele” suçundan sanıklardan H. A.’nın beraatına, sanık İ. Ö.’nün ise üç başvurucuya yönelik eylemleri nedeniyle toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu kararın sanık İ. Ö. tarafından 17/4/2012 tarihinde temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20/5/2013 tarih ve E.2013/1460, K.2013/15369 sayılı ilamı ile Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiş olup, aynı tarihte söz konusu karar kesinleşmiştir.

136. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 6/11/2001 tarihinde başlayan soruşturma ve sonrasındaki yargılamaların 20/5/2013 tarihli Yargıtayın onama kararı ile sonuçlandığı görülmüştür. Böylece yargılama sürecinin 11 yıl 6 ay 14 gün sürdüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla, derece mahkemeleri önündeki yargılamanın makul önem gösterilerek, gerekli ivedilikte sonuçlandırıldığından bahsedilemez.

137. Sonuç olarak yukarıda belirtildiği gibi soruşturma ve davaların uzaması, bazı sanıklar hakkındaki suçlamaların zaman aşımına uğramasına, bazı sanıklar hakkındaki cezaların ise çok geç kesinleşmesine neden olmuş, işkence uygulayan veya uygulanmasına göz yuman kamu görevlilerinin hiç ceza almaması ya da çok geç alması sonucunu doğurmuştur. Bu durumda soruşturmanın etkili olduğundan söz edilemez.

138. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

V. 6216 SAYILI KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI

139. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

140. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular uğradıkları maddi ve manevi zararlarının karşılanmasını talep etmişlerdir. Başvurucular, uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamışlardır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için, başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucuların maddi tazminat talebi reddedilmelidir.

141. Başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik müdahale ve olay hakkında etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak her başvurucuya takdiren 40.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

142. Ayrıca başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35’er TL harç masraflarına ilişkin yargılama giderlerinin başvuruculara ödenmesine ve karar örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucular tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Her başvurucuya ayrı ayrı olmak üzere takdiren 40.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucular tarafından yapılan 198,35’er TL harç masrafına ilişkin yargılama giderlerinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvuruculara, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına ve ilgili Mahkemeye gönderilmesine,

17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DENİZ YAZICI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6359)

 

Karar Tarihi: 10/12/2014

R.G. Tarih-Sayı: 4/4/2015-29316

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Recep BENLİ

Başvurucu

:

Deniz YAZICI

Vekili

:

Av. Mehmet Harun ELÇİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, polis memurları tarafından keyfi biçimde gözaltına alındığını, gözaltında kötü muameleye maruz kaldığını belirterek şikayetçi olmasına rağmen etkili soruşturma yapılmadığını, polis memurları hakkında açılan kamu davası sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu nedenlerle Anayasa'nın 10., 17., 19., 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 5/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir 4. Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 9/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 8/9/2014 tarihli görüşü başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili 1/10/2014 havale tarihli beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

1. Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

7. Başvurucu, olay tarihinde İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde doktor olarak görev yapmaktadır.

8. 15/5/2008 tarihinde başvurucunun evindeki boya işlerini yapan A.Y. ile polis memurları arasında sokakta kimlik gösterme meselesi yüzünden bir tartışma meydana gelmiştir. Başvurucu da bu tartışmaya dâhil olunca polis memurları her iki şahsı yakalayıp ekip aracına bindirerek haklarında adli işlem başlatmıştır.

9. Başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2008/45308 sayılı soruşturma sonunda 28/5/2008 tarihinde görevi yaptırmamak için direnme suçundan asliye ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır.

10. İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 2/6/2009 tarih ve E.2008/334, K. 2009/316 sayılı kararla başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil elde edilemediğinden beraatına karar verilmiştir.

11. Kararın temyiz edilmesi sonucu Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 25/12/2012 tarih ve E.2011/23459, K.2012/31792 sayılı ilamı ile beraat kararı onanmıştır.

2. Başvurucunun Kötü Muamele Şikâyetleri Üzerine Yapılan İşlemler

a. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları

12. Başvurucu 16/5/2008 tarihinde polis merkezinde avukatı olduğu halde şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde, 15/5/2008 tarihinde çalıştığı hastaneden evine gitmek üzere çıktığını, evinin boya işlerini yapan A.Y.’nin telefonda polislerin kendisine kimlik sorduğunu söylediğini, A.Y. ve polis memurlarının bulunduğu yere geldiğinde polislere “bir sorun mu var” diye sorduğunu, bunun üzerine polislerin “sen kimsin” diyerek kimlik sorduklarını, doktor olduğunu söyleyince doktor kimliğini istediklerini, doktor kimliğinin henüz çıkmadığını söyleyip doktor kaşesini gösterdiğini, bu sırada polislerden birinin A.Y.’yi tokatlayarak ekip otosuna bindirdiğini, buna tepki göstererek “ne yapıyorsunuz” deyince polislerden birinin kendisine de 6-7 kez tokatla vurduğunu ve kendisini de ekip otosuna bindirdiklerini, ekip otosunun içinde kendilerine sinkaflı küfürler edildiğini, araçla 100-150 metre ileride bulunan boş bir araziye götürülüp burada araçtan indirilerek kafasına ve karnına tekmelerle vurulduğunu, yaklaşık 10-15 dakika kötü muameleye maruz kaldığını, daha sonra tekrar ekip otosuna bindirildiğini, araçta da sinkaflı küfürler edildiğini, “…demek Diyarbakırlısın, adında Deniz. Sen üniversitede az dayak yedin herhalde, doktor oldun da bir şey mi oldun” denilerek polis memurlarınca aşağılandığını, ekip otosuyla karakola getirildikten sonra nezarethaneye konulduğunu, burada da elbiseleri çıkartıldıktan sonra birkaç kez darp edildiğini, daha sonra Bornova Trafik Hastanesi’ne götürüldüğünü, oradan da acilen Tepecik SSK Hastanesi Acil Servis Polikliniğine sevk edildiğini, dayak nedeniyle çok ağrılarının olduğunu ve psikolojik travma yaşadığını, kendisini darp edip hakaret ve tehdit eden polis memurlarından şikayetçi olduğunu beyan etmiştir.

13. Başvurucu 21/5/2008 tarihinde polis başmüfettişine avukatı nezaretinde müşteki sıfatıyla verdiği ifadede de, 16/5/2008 tarihinde polis merkezinde verdiği ifadeye ilaveten ekip otosunda boş araziye götürüldükleri sırada çakır gözlü polis memurunun kendisine “Senin memurluğunu yakacağım, Baran’ı öldürene ne oldu ki? Bize bir şey olmaz, altı ay önce yasa değişti, mukavemet derim alırım, cebine uyuşturucu koyar alırım, bana karşı geldi derim alırım” diyerek tehdit ettiğini, ayrıca polis merkezi nezarethanesinde çırılçıplak soyulduğunu, ellerini başının üstüne koydurarak etrafında döndürüldüğünü, olaydan sonra 4-5 gün hastanede yattıktan sonra rapor verilerek taburcu olduğunu belirtmiştir.

14. Başvurucu 4/7/2008 tarihinde 2008/46325 sayılı soruşturma kapsamında İzmir Cumhuriyet Savcısına avukatı nezaretinde müşteki sıfatıyla verdiği ifadede de yukarıda bahsedilen beyanlarını tekrar etmiş, nezarethaneye alındıklarında kendisini soyduklarını, “kaşe göstermek nasılmış doktor” diyerek tokat attıklarını beyan etmiştir.

15. Başvurucunun şikâyetçi olduğu polis memurları hakkında İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesinde (E.2008/1675) yapılan yargılamada, başvurucu önceki beyanlarını tekrarlayarak davaya katılma talebinde bulunmuştur.

b. Başvurucunun İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları

16. Başvurucunun olay tarihi olan 15/5/2008’de Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan muayenesi sonucu hazırlanan genel adli muayene formuna göre, boyunda, kafada, kulak arkalarında, sırtında ve tüm vücudunda ağrı şikayetinin olduğunu belirttiği, yapılan muayenesinde, sağ ön parietal bölgede hiperemi, sol occipital bölgede hiperemi, sol kaş üzerinde 5 cm’lik hiperemi, sağ frontal bölgede hiperemi, sağ kaş üzerinde yaklaşık 1 cm’lik ekimotik alan, sağ göz altında ve sol kulak altında ekimotik alanlar, sağ trokoidal hassasiyet ve hiperemi, sol uyluk ve sol kruriste yumuşak doku travması ile uyumlu bulgular tespit edildiği, hastanın hayati tehlikesinin bulunmadığı ve basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek lezyonlara sahip olduğu anlaşılmıştır.

17. Başvurucu Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden 20/5/2008 tarihinde taburcu olurken düzenlenen epikriz raporunda, 15/5/2008 tarihinde düzenlenen rapordaki bulgular aynen tekrar edilmiş ve ortopedik muayenesinde darp cebir izlerinin dışında patolojik bulguya rastlanmadığı bildirilmiştir.

c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli ve İdari İşlemler

i. Soruşturma Sonucu Açılan Kamu Davası

18. Başvurucunun şikayetine konu olan polis memurları hakkındaki kötü muamele iddialarına ilişkin evrak, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 26/5/2008 tarihli ayırma kararı ile 2008/46325 soruşturma numarasına kaydedilerek soruşturmaya başlanmıştır.

19. Yürütülen soruşturma sonunda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 10/10/2008 tarih ve E. 2008/41920 sayılı iddianamesi ile polis memurları M.D., T.Ç., ve Ö.İ. hakkında “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesi delaletiyle 86/2,3-d, 53/1-2 maddeleri gereğince cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede, “Şüpheli polis memurlarının ‘görevli memura direnme’ iddiası nedeniyle başvurucuyla birlikte A.Y adlı şahsı zorla ekip otosuna bindirdikleri, şahısları doğrudan karakola götürmeyerek boş bir araziye götürerek araçtan indirip tekme tokat dövdükleri, yere düşen başvurucu ve A.Y’ye yaralama kastı altında zor kullanma şartları oluşmadığı halde vurdukları, karakol nezarethanesine götürüldükten sonra burada da şahısların dövüldükleri, almış oldukları darbeler nedeniyle baş, boyun, sırt, ayak, üst dudak ve dirsek bölgelerinde raporlarda tarif edilen sıyrık, ekimoz ve yara berelerin oluştuğu, yine doktor raporları ve adli tıp raporuna göre yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, her üç şüphelinin anlatılan fiil ve eylemleri ile zor kullanma sınırlarını aşarak kasten yaralama suçunu işledikleri sabit görülerek” cezalandırılmaları talep edilmiştir.

20. Başvurucunun sövme ve aşağılama suretiyle kendisine hakaret edildiği iddiasıyla ilgili olarak yapılan soruşturma sonunda, 10/10/2008 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “şüphelilerin hakaret suçunu işlediklerine dair, müştekilerin soyut iddiası dışında haklarında kamu davası açmaya yeter ve inandırıcı tanık ya da başkaca somut deliller elde edilemediğinden” ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara itiraz ettiğine dair dosya içinde herhangi bir belgeye rastlanmamıştır.

ii. Polis Memurları Hakkında Açılan Disiplin Soruşturması

21. 16/5/2008 tarihinde İzmir Emniyet Müdürlüğü tarafından polis memurları hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. Bu kapsamda İzmir Valiliği tarafından Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan yazı ile tahkikat yapılması için Polis Başmüfettişi görevlendirilmesi istenmiştir.

22. Polis Başmüfettişi tarafından yapılan soruşturma sonucunda hazırlanan 9/6/2008 tarih ve 08/51 sayılı disiplin soruşturma raporunda, polis memuru Ö.İ.’nin başvurucuyu darp edip, hakaret ettiğine dair delil elde edilemediğinden hakkında “ceza tayinine mahal olmadığına” karar verilmesi, polis memurları M.D. ve T.Ç.’nin, başvurucuyu gerek yakalama sırasında zor kullanma sınırını aşarak ve gerekse yakalama ile Bornova Polis Merkezine teslim süresi içindeki aşamada basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek şekilde döverek yaralanmasına neden oldukları anlaşıldığından, Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü’nün 7/A-1 maddesi gereğince haklarında “12 ay kademe ilerlemesinin durdurulması” yönünde disiplin cezası verilmesi istenmiştir. Ancak dosya içerisinde İl Polis Disiplin Kurulunca polis memurları hakkında verilmiş bir karara rastlanmamıştır.

iii. Sanık ve Müşteki Anlatımları

23. Sanıklardan Ö.İ. kovuşturma aşamasında yaptığı savunmasında, “ Olay tarihinde kimlik gösterme meselesi nedeniyle A.Y. adlı şahıs hakkında işlem yapmak üzere şahsı ekip aracına bindirmeye çalıştıklarını, bu sırada başvurucunun da kendilerine bağırıp çağırmaya başladığını, bunun üzerine başvurucuyu da ekip aracına bindirdiklerini, başvurucunun araç içerisinde taşkınlık yapması üzerine ellerine kelepçe taktıklarını, araca bindirdikleri şahısları kesinlikle boş araziye götürüp dövmediklerini, karakola geldikten sonra kendisinin araç içerisinde kaldığını, karakola girmediğini, müştekiler hakkında verilen doktor raporlarını kabul etmediğini, başvurucu Tepecik Hastanesinde çalıştığı için arkadaşları tarafından taraflı rapor tanzim edildiğini ” beyan etmiştir.

24. Sanıklardan T.Ç. kovuşturma aşamasında yaptığı savunmasında, “Olayın diğer sanık Ö.İ.’nin anlattığı gibi gerçekleştiğini, kendisinin ekip aracını kullanırken başvurucunun arkadan saldırdığını, başvurucunun iki elini kaldırdığını, daha sonra başvurucuya kelepçe taktıklarını, bu sırada başvurucunun yaralanmış olabileceğini, bir arkadaşlarının ekip aracında kaldığını, M.D. adlı arkadaşı ile birlikte şahısları gözlem odasına götürdüklerini, doktor raporlarını ve suçlamaları kabul etmediğini” söylemiştir.

25. Sanık M.D. mahkemede yaptığı savunmasında, “A.Y. adlı şahıs hakkında işlem yaparken başvurucunun yanlarına gelerek agresif hareketlerde bulunduğunu, kimlik sorunca kimlik göstermek istemediğini, bir kaşe gösterdiğini, şahısları boş arsaya götürüp darp etmediklerini, karakolda üst araması yapılırken başvurucunun göstermek istemediği kimliğinin üzerinden çıktığını, başvurucu raporlarını kendi çalıştığı hastaneden aldığı için raporları kabul etmediğini” beyan etmiştir.

26. Diğer müşteki A.Y. mahkemede verdiği ifadesinde, “Başvurucunun evinin tamirat ve dekorasyon işlerini yaptığını, olay günü dışarıda malzemelerin gelmesini beklediği sırada polis memurlarının kendisine kimlik sorduklarını, kimliğini polislere verdiğini, kimlik sorgulaması devam ederken başvurucunun yanlarına gelerek “ bu şahıs benim evimin işlerini yapıyor, bir sorun mu var” diye sorduğunu, bunun üzerine polislerin ‘sen kimsin, kim oluyorsun’ diyerek başvurucuya da kimlik sorduklarını, başvurucu kimlik yerine doktor kaşesini gösterince kimliğini çıkarmasını istediklerini, başvurucuya “Adı Deniz’miş, ayrıca Diyarbakırlı” dediklerini, bu sırada kendisine vurduklarını, başvurucu tepki gösterince ona da vurduklarını, daha sonra kendilerini ekip otosuna bindirerek boş bir arsaya götürdüklerini, önce başvurucuyu indirip dövdüklerini, sonra da kendisini indirip dövdüklerini, karakola götürüp çırılçıplak soyduktan sonra tekrar dövdüklerini, sinkaflı şekilde sövdüklerini, fotoğraflarını çekip bunu arkadaşlarımıza göstereceğiz dediklerini” belirtmiştir.

iv. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Karar

27. İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesince polis memurları hakkında yapılan yargılama sonucunda verilen 4/7/2013 tarih ve E.2008/1675, K. 2013/712 sayılı kararda, “Sanık polis memurlarının olay tarihinde her iki müştekiden kaynaklanan haksız bir kışkırtma, hakaret ve görevliye etkin direnme gibi eylemler söz konusu olmaksızın, kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle gerek yakalama esnasında ve gerekse Bornova Polis Merkezine teslim aşamasında kanunun tanıdığı zor kullanma yetkisini keyfi biçimde aşarak her iki müştekiyi doktor raporunda belirtildiği şekilde darp edip yaraladıkları, müştekiler beyanı, doktor raporları, idari tahkikat sonucu tanzim olunan müfettiş raporu ve tüm dosya kapsamı ile anlaşıldığından, eylemin zor kullanma yetki sınırları içerisinde gerçekleştiğine dair dosya kapsamı ile bağdaşmayan savunmaya itibar edilmeyerek sabit görülen eylemlerinden dolayı hüküm fıkrasında belirtildiği şekilde cezalandırılmalarına karar vermek gerekmiştir, denilerek polis memurlarının 5237 sayılı Kanun’un 256/1, 86/3-d maddeleri gereğince 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, sanıklara verilen cezanın nevi ve miktarı, sabıkasız olmaları, sanıkların kişilik özellikleri, ileride tekrar suç işlemekten çekinmesine sebep olacağı, olay nedeniyle müştekinin dosyaya yansıyan ve talep edilen maddi bir zararının bulunmaması ve sanıkların hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep etmeleri nazara alınarak” gerekçesiyle sanıklar hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

28. Başvurucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı etkili bir başvuru yolu olmadığı düşüncesiyle itirazda bulunmamış, 5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

29. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı 256. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.

30. Aynı Kanun’un “Kasten Yaralama” kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili fıkra ve bendi şöyledir:

“(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

 …

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

 İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

31. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesinin (5), (6), (8), (10), (11) ve (12) numaralı fıkraları.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/8/2013 tarih ve 2013/6359 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

33. Başvurucu, doktor olduğunu, evinin boya işini yapan A.Y.'nin yolda polislerle tartıştığını görünce olayı sorduğunu, polislerin hakaret ederek tekme ve yumruk ile vurmak suretiyle kendisini yaraladıklarını, Diyarbakırlı olmadığı halde doğulu olması nedeniyle 'Diyarbakırlı mısın?' diyerek küçümsediklerini, ıssız bir arsaya götürüp vurmaya devam ettiklerini, akabinde keyfi olarak nezarethaneye götürdüklerini, çırılçıplak soyduklarını, işkence gördüğünü, polisler hakkında kasten yaralama suçundan kamu davası açıldığını, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, polisler aleyhine yürütülen ceza yargılamasının makul sürede bitirilmediğini belirterek Anayasa'nın 10., 17., 19., 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, 250.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Adalet Bakanlığı kabul edilebilirlik yönünden bir değerlendirmede bulunmamıştır.

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucunun iddiaları Anayasa’nın 17/3., 19. ve 36. maddeleri ile ilişkili görülerek işkence yasağı, özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

a. Özgürlük ve Güvenlik Hakkının İhlal Edildiği İddiası

36. Başvurucu, hiçbir suç şüphesi yokken keyfi olarak gözaltına alınmış ve nezarete atılmış olduğunu iddia ederek Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

38. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

39. Ne var ki başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).

40. Somut olayda başvurucu 15/5/2008 tarihinde saat 17.20 civarında yakalanarak hakkında adli işlem başlatılmış, yaklaşık olarak 8 saat tutulduktan sonra 16/5/2008 tarihinde saat 01.00’de ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştır

41. Başvurucu, 16/5/2008 tarihinde sona eren yaklaşık 8 saat süren bu tutulma işlemine karşı herhangi bir hukuk yoluna başvurmamıştır. Bu nedenle hakkında verilen gözaltına dair kararı en son karar; gözaltının sona erdiği 16/5/2008 tarihini de en son kararın tarihi olarak kabul etmek gerekir. Bu tarih ise Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden öncedir.

42. Açıklanan nedenlerle, olayda iç hukuk yolunu tüketen nihai kararın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

43. Başvurucu, kendisine işkencede bulunduklarını iddia ettiği kolluk görevlileri aleyhine yürütülen ceza yargılamasının makul sürede bitirilmediğini ve disiplin soruşturmasının ihtilaflı kurumun memurlarınca yapıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

44. Bakanlık görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bu konuda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM’nin, Sözleşme’nin 3. maddesinin usuli gereği olarak sorumlular aleyhine yürütülen soruşturmanın uzunluğundan bahisle yine Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri, 3. madde kapsamında incelediği ve 6/1. maddeye dayalı şikâyetleri ayrıca ele almadığı ifade edilmiştir.

45. Başvurucu, Bakanlığın bu konudaki görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.

46. Başvurucu, adil yargılanma hakkına dayanarak, kolluk görevlileri aleyhine yürütülen davanın makul süreyi aştığını ve disiplin soruşturmasının aynı kurum çalışanlarınca yürütüldüğünü ileri sürmüşse de, işkence yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında bu hususun da ele alınması gerektiğinden, anılan şikâyet ile ilgili adil yargılanma hakkı açısından ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

c. İşkence Yasağının İhlal Edildiği İddiası

47. Başvurunun incelenmesi neticesinde, işkence yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

48. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

49. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

50. Başvurucu, doktor olarak görev yaptığını, kimlik gösterme meselesi nedeniyle polislerle tartıştığını, kimlik belgesi yerine üzerinde bulunan doktor kaşesini gösterince polis memurlarının hakaret ederek, yumruk ile vurmak suretiyle kendisini yaraladıklarını, Diyarbakırlı olmadığı halde doğulu olması nedeniyle “Diyarbakırlı mısın?” diyerek küçümsediklerini, ıssız bir arsaya götürüp tekmelerle vurmaya devam ettiklerini, akabinde nezarethaneye götürdüklerini, çırılçıplak soyduklarını, işkence gördüğünü iddia etmiştir.

51. Başvurucu, işkence ve kötü muameleye maruz kalmasından dolayı yaptığı şikâyet üzerine, kendisine kötü muamelede bulunan kolluk görevlileri hakkında işkence suçu yerine kasten yaralama suçundan kamu davası açıldığını, açılan kamu davasının makul sürede tamamlanmadığını, mahkemece sanıklar hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu nedenlerle yargılamanın etkili yürütülmediğini belirtmiştir.

52. Bakanlık görüşünde, işkence yasağının esas bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, başvuranın polisler tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığı şikayeti üzerine, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yapıldığı, ilgili polis memurları hakkında sulh ceza mahkemesine zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçlamasıyla kamu davası açıldığı, başvurucunun kişi dokunulmazlığı hakkının ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu vurgulanmıştır.

53. Bakanlık, işkence yasağının usul bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetlere ilişkin olarak da, başvurucunun maruz kaldığı eylemi soruşturma makamlarına taşıdığını ve yargılama faaliyetlerine aktif olarak katıldığını, sulh ceza mahkemesinin gözaltı sürecindeki işkence iddialarına ilişkin herhangi bir karar vermediğini, hükmünü zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama üzerine kurduğunu, AİHM içtihatları ve belirtilen hususlar ışığında başvurucunun kişi dokunulmazlığı hakkının usul bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

54. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak, Bakanlığın lehe olan beyanlarına aynen katıldıklarını, aleyhe olabilecek beyanları reddettiğini beyan etmiştir.

55. Başvurucu, usule ilişkin Bakanlık görüşüne karşı, etkin bir soruşturma ve kovuşturma yapılmadığı gibi, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle ilgili kamu görevlilerinin cezasız kaldıklarını ifade etmiştir.

56. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usuli boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucunun somut olaydaki şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında, devletin maddi ve usuli yükümlülükleri açısından ayrı şekilde değerlendirilecektir.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

57. Somut olayda cezai kovuşturmanın yapıldığı ve sanıkların kasten yaralama suçundan haklarında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı gözetilerek öncelikle bu durumun başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevinde bulunmuyor ise de, kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak, suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık olduğu durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır.

58. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi, tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte, mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçlar ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi halde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).

i. Genel İlkeler

59. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan başvurucunun maruz kaldığı sözlü ve fiili saldırı nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edilmesi iddiası ile ilgilidir.

60. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

61. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

62. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca Devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye, bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile, maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Dolayısıyla yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda Devletin 17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 82).

63. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup, her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (bkz. yukarıda geçen Eğmez, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 83).

64. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 84).

65. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 85).

66. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10/12/1984 tarihinde kabul edilen ve 26/6/1987 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye’nin de 10/8/1988 tarihinde taraf olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bu Sözleşme bakımından ‘işkence’, bir kimseye, kendisinden bir ikrar veya üçüncü kişiyle ilgili bilgi elde etmek, kendisinin veya üçüncü kişinin işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir fiil nedeniyle cezalandırmak, kendisine veya üçüncü kişiye gözdağı vermek veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan her hangi bir gerekçeyle, bir kamu görevlisi veya resmi sıfatla hareket eden bir kişi tarafından veya bu kişilerin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle üçüncü kişi tarafından, kasten işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren her hangi bir fiildir. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanan veya yaptırımın doğasında bulunan veya bu yaptırımlarla rastlaşan acı veya ıstırap, işkence sayılmaz.”

67. Yine anılan Sözleşme’nin 15. maddesi “Her bir Taraf Devlet, işkence sonucu alındığı ortaya çıkan bir ifadenin, işkence yapmaktan sanık bir kimsenin aleyhine bu beyanın alındığına dair bir delil olarak kullanılması hariç, hiç bir yargılamada delil olarak ileri sürülememesini sağlar.” hükmüne; 16. maddesi de “1. Her bir Taraf Devlet kendi egemenliği altındaki bir ülkede, birinci maddede tanımlanan işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza fiillerinin bir kamu görevlisi ve resmi sıfatla hareket eden bir diğer kimse tarafından veya bu kimsenin teşviki veya rızası veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt eder. Sözleşmenin özellikle 10, 11, 12 ve 13. maddelerinde yer alan yükümlülükler, işkence sözcüğü yerine diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı bir muamele veya ceza terimleri koyularak uygulanır.” hükmüne yer vermiştir.

68. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Bu hallerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; yukarıda geçen Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM, fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik Krallık; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41-42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 88).

69. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada “eziyet”ten farklı olarak, kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 89).

70. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da, bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir (benzer AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir (benzer AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 90).

71. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da, yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla, bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele oluşturabilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 91).

72. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik, kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe, zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 92).

73. AİHM’nin birçok kararında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’nin normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin 2. fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları, mağdurun davranışı ne olursa olsun, kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (bkz. yukarıda geçen Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79) (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 93).

74. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı haldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün Devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hallerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (bkz. yukarıda geçen Selmouni/Fransa, § 87; Ferhat/Türkiye, B. No: 12673/05, 25/9/2012, § 33).

75. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 161; yukarıda geçen Labita/İtalya, § 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (bkz. Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti halinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

76. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup, bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hallerde çok dikkatli davranması gerekmektedir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/4/2000). Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman, Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 32). Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan, Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin değerlendirmelerinin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 29; Jasar/Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti, B. No: 69908/01, 15/2/2007, § 49)Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman, ceza hukuku sorumluluğunun, Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır (benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, §§ 110 – 111). Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen, normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 96).

ii. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

77. Başvurucu, memura mukavemet suçu şüphesi ile polis görevlileri tarafından 15/5/2008 tarihinde saat 17.20 civarında yakalanarak adli işlem yapılmak üzere polis merkezine götürülmüştür. Aynı gün saat 21.30’da yapılan muayenesinde “sağ ön parietal bölgede hiperemi, sol occipital bölgede hiperemi, sol kaş üzerinde 5 cm’lik hiperemi, sağ frontal bölgede hiperemi, sağ kaş üzerinde yaklaşık 1 cm’lik ekimotik alan, sağ göz altında ve sol kulak altında ekimotik alanlar, sağ trokoidal hassasiyet ve hiperemi, sol uyluk ve sol kruriste yumuşak doku travması ile uyumlu bulgular tespit edildiği, hastanın hayati tehlikesinin bulunmadığı ve basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek lezyonlara sahip olduğu” belirlenmiştir. Başvurucunun polis merkezinde şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde “…Kimlik gösterme meselesi nedeniyle tartıştığı polis memurlarından birinin kendisine 6-7 kez tokatla vurduğunu ve kendisini de ekip otosuna bindirdiklerini, ekip otosunun içinde sinkaflı küfürler edildiğini, araçla 100-150 metre ileride bulunan boş araziye götürülerek burada araçtan indirilerek kafasına ve karnına tekmelerle vurduklarını, yaklaşık 10-15 dakika burada kötü muameleye maruz kaldığını, daha sonra tekrar ekip otosuna bindirildiğini, araçta da sinkaflı küfürler edildiğini, “…demek Diyarbakırlısın, adında Deniz. Sen üniversitede az dayak yedin herhalde, doktor oldun da bir şey mi oldun” denilerek polis memurlarınca aşağılandığını, ekip otosuyla karakola getirildikten sonra nezarethaneye konulduğunu, burada da elbiseleri çıkartıldıktan sonra birkaç kez darp edildiğini” belirtmesi üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu iddiaların araştırılması için soruşturma başlatılmış, başvurucunun gözaltında bulunduğu zaman diliminde vücudunun çeşitli yerlerinde meydana gelen darp izlerinin polis memurları tarafından meydana getirildiği kanaatine varılarak polis memurları hakkında “zor kullanma sınırlarını aşarak kasten yaralama” suçundan kamu davası açılmıştır. Başvurucunun sövme ve aşağılanma suretiyle kendisine hakaret edildiği iddiasıyla ilgili olarak ise ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir (§ 19, 20). Ayrıca polis görevlileri savunmalarında, başvurucunun sağlıklı şekilde girdiği gözaltındaki yaralanmalarının nasıl meydana geldiğine ilişkin ikna edici bir açıklamada bulunmamışlardır.

78. Diğer taraftan, başvurucunun gözaltına alınmasına neden olan “görevi yaptırmamak için direnme” iddiasıyla ilgili olarak hakkında açılan davada İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil elde edilemediğinden beraatına karar vermiş, bu karar temyiz aşamasında onanarak kesinleşmiştir. Bunun yanında, İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesince “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” suçundan üç polis memuru hakkında yapılan yargılama sonucunda polis memurlarının suçları sabit görülmüş, ancak haklarında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

79. Başvurucu, polislerce yakalandıktan sonra kendisine bir polis memuru tarafından 5-6 kez tokat atıldığını, polis otosunun içinde sinkaflı küfürler edildiğini, boş araziye götürülerek burada araçtan indirilerek kafasına ve karnına tekmelerle vurulduğunu, yaklaşık 10-15 dakika burada kötü muameleye maruz kaldığını, daha sonra tekrar ekip otosuna bindirildiğini, araçta da sinkaflı küfürler edildiğini, “…demek Diyarbakırlısın, adında Deniz. Sen üniversitede az dayak yedin herhalde, doktor oldun da bir şey mi oldun” denilerek aşağılandığını, ekip otosuyla karakola getirildikten sonra nezarethaneye konulduğunu, polis merkezi nezarethanesinde çırılçıplak soyulduğunu, ellerini başının üstüne koydurarak etrafında döndürüldüğünü, “kaşe göstermek nasılmış doktor” diyerek tokat atıldığını emniyet, savcılık ve mahkeme aşaması ile bireysel başvuruda ileri sürmüştür. Gözaltında olduğu için, dış dünyayla ilişkisi kesilen veya kendisine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmesi her an olanaklı olmayan başvurucunun gözaltı sırasında maruz kaldığı kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptığı şikâyeti desteklemesinin, kanıt toplamasının güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak, ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi halinde bir sonuca ulaşılması mümkündür.

80. Buna göre başvurucunun aşamalarda birbiriyle uyuşan sözleri, olayın diğer müştekisi olan A.Y.’nin beyanları, Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin olay günü verilen 15/5/2008 tarihli ve başvurucu taburcu olurken verilen 20/5/2008 tarihli doktor raporları, İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararı (§ 27) ve polis başmüfettişince hazırlanan 9/6/2008 tarihli soruşturma raporu (§22) başvurucunun bu iddialarının doğruluğuna karine oluşturmuştur. Sağlıklı bir şekilde gözaltına alınan başvurucunun, gözaltından çıkarıldıktan sonra yaralanmış olduğunun tutarlı ifadeleri ve doktor raporları ile saptanmış olması karşısında, artık bunun kolluk görevlilerinin eylemleri sonucu olmadığına ilişkin ispat yükümlülüğü idareye aittir. Ancak, idarenin ispat yükümlülüğünü yerine getirmediği görülmüştür.

81. Başvurucu hakkında sağlık raporlarında belirtilen yaraların tümü ve başvurucunun gözaltı sırasında maruz kaldığı kötü muameleye ilişkin beyanları, fiziksel acıların bulunduğunu ortaya koymuştur. Olayın başında başvurucunun kimlik yerine doktor kaşesini göstererek doktor olduğunu söylemesi üzerine, polis memurlarının bunu kendilerine yapılmış bir saygısızlık olarak algılayıp başvurucunun iddiasına göre o andan itibaren doktor olmasına vurgu yaparak onu aşağılamaya çalışmaları ve iddiaya göre başvurucuyu nezarethanede çırılçıplak soyarak kendi etrafında döndürmeleri de birlikte değerlendirildiğinde bu muamelelerin eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olduğunu söylemek için yeterli ve ciddi kanıt unsuru bulunmaktadır.

82. Her ne olursa olsun, özgürlüğü kısıtlanan bir kişi nezdinde, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça, fiziksel güç kullanılması insan onurunu kırar ve kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder. Özellikle gözaltında yaşanan olaylar esnasında başvurucunun toplum tarafından saygı gören bir meslek mensubu olması, başvurucunun yaşadığı olayın yerel ve ulusal basında geniş yer alması (dosya içerisinde bulunan ilgili habere dair gazete fotokopileri) göz önüne alındığında, bu başvurucunun gözaltı sırasında uğradığı şiddetin yoğunluğu nedeniyle gelecekte de sürekli bir acı ve endişe içinde yaşama riski altında kalabileceği inkâr edilemez.

83. Yukarıda ifade edilen ve insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin; İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesinin görevli memura direnme suçundan başvurucunun beraatına karar vermesi ve İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararında “polislerin zor kullanma şartları oluşmadığı halde vurdukları” ifadesine yer vermesi birlikte değerlendirilip, devlet görevlilerince kendilerine karşı bir direnme olmadan keyfi ve bilinçli olarak yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda ve ayrıca bu muamelelerin, başvurucunun vücut bütünlüğünde oluşturduğu etkileri de dikkate alındığında, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

84. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun maruz kaldığı bu eylemlerden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

i. Genel ilkeler

85. Başvurucu, kötü muameleye maruz kalmasından dolayı kolluk görevlileri hakkında yaptıkları şikâyet üzerine açılan davanın makul sürede tamamlanmadığını, sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, böylece yargılamanın etkili yapılmadığını ileri sürmüştür.

86. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında, devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

87. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usuli boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

88. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

89. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylar nedeniyle yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

90. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, § 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

91. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96-57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (bkz. Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

92. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, § 92; Khadjialiyev ve diğerleri/Rusya, B. No: 3013/04, 6/11/2008, § 106; Denis Vassiliev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 157; Dedovski ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 92; Ognyanova ve Choban/Bulgaristan, B. No: 46317/99, 23/2/2006, § 107).

93. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).

94. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için, soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Oğur/Türkiye, §§ 91-92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81-82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83-84). Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir.

95. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Aksoy/Türkiye, § 95; Ramirez Sanchez/Fransa, B. No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157-160).

96. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak, kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

97. Mahkemelerin, özellikle işkence ve kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda, yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanundışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (benzer AİHM kararları için bkz. Hüseyin Esen/Türkiye, B. No: 49048/99, 8/8/2006; Özgür Kılıç/Türkiye, B. No: 42591/98, 24/9/2002).

98. AİHM, bir Devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir (bkz. Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

99. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun'un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucunu doğurduğundan, bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturmaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 30). 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (12) numaralı fıkrası uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.

100. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).

101. Buna karşılık tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yollarını ifade etmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralına uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 27-28; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye, 22277/93, 27/7/2000, § 56-64).

102. AİHM, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesiyle düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili yaptığı değerlendirmede, bir hükmün infazının ertelenmesinden daha ileri bir etkisinin olduğu ve faillerin cezasız bırakılması sonucunu doğurduğu kanaatine varmıştır. Mahkemeye göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hüküm ile birlikte tüm yasal sonuçlarını, failin bu hükme uyması halinde ortadan kaldırmakta iken, hükmün infazının ertelenmesinde hüküm de ceza da var olmaya devam etmektedir. AİHM tartışılır nitelikteki bu mahkeme kararı ile hâkimlerin takdir yetkilerini son derece ciddi bir hukuka aykırı eylemin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermek yerine, bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza indirgemek yönünde kullandıklarına işaret ederek işkence failleri hakkında verilen mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmetmiştir (bkz. Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).

ii. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması

103. Sunulan kanıtlara dayanılarak, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, Devletin, negatif sorumluluğu kapsamında başvurucunun maruz kaldığı eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleden sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Yine, ilgili kişi tarafından yapılan şikâyetler etkili soruşturma hakkı kapsamında “kabul edilebilir” olarak görülmüştür. Buna göre, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturmayı yürütmesi zorunluluğu bulunduğundan, öncelikle bu zorunluluğa uyulup uyulmadığının tespiti gerekmektedir.

104. Başvurucu, kötü muameleye maruz kalmasından dolayı kolluk görevlileri hakkında yaptıkları şikâyet üzerine açılan davanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle soruşturmanın etkili olmadığını belirtmiştir.

105. Somut olay ile ilgili olarak başvurucu, 16/5/2008 tarihli emniyet ifadesinde kendisine kötü muamelede bulunulduğunu iddia etmiş, emniyet fezlekesi Cumhuriyet Savcılığına intikal edince 26/5/2008 tarihinde derhal soruşturma açılmıştır. Cumhuriyet Savcılığınca gerekli tüm deliller toplandıktan sonra “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” suçundan 10/10/2008 tarihinde üç polis memuru hakkında kamu davası açılmıştır.

106. İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesince polis memurları hakkında yapılan yargılama sonucunda verilen 4/7/2013 tarih ve E.2008/1675, K. 2013/712 sayılı kararla, sanıklar hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından bu karara itiraz edilmemiş ve dosya içerisindeki evraktan bu kararın hangi tarihte kesinleştiği tespit edilememiştir.

107. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 26/5/2008 tarihinde başlayan soruşturma ve sonrasındaki yargılamanın 4/7/2013 tarihli mahkeme kararı ile sonuçlandığı görülmüştür. Böylece yargılama sürecinin 5 yıl 1 ay 8 gün sürdüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla, sulh ceza mahkemesi önündeki yargılamanın makul önem gösterilerek, gerekli ivedilikte sonuçlandırıldığından bahsedilemez.

108. Sonuç olarak yukarıda belirtildiği gibi soruşturma ve davaların uzaması kötü muamele uygulayan kamu görevlileri hakkındaki yaptırımların caydırıcılığını azaltmaktadır. Bu durumda soruşturmanın etkili olduğundan söz edilemez.

109. Başvurucu, kötü muameleye maruz kalmasından dolayı kolluk görevlileri hakkında yaptığı şikâyet üzerine açılan kamu davası sonucunda, sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, böylece yargılamanın etkili yapılmadığını ileri sürmüştür.

110. Başvurucunun şikayetçi olduğu polis memurları hakkında yapılan soruşturma sonucunda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesi yollamasıyla 86/2,3-d maddesi uyarınca “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” suçundan kamu davası açılmış, İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda, üç polis memurunun atılı suçu işledikleri sabit görülerek ayrı ayrı 5237 sayılı Kanun’un 256/1, 86/3-d maddeleri gereğince 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, “Sanıklara verilen cezanın nevi ve miktarı, sabıkasız olmaları, sanıkların kişilik özellikleri, ileride tekrar suç işlemekten çekinmesine sebep olacağı, olay nedeniyle müştekinin dosyaya yansıyan ve talep edilen maddi bir zararının bulunmaması ve sanıkların hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep etmeleri nazara alınarak” haklarındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

111. Başvurucu somut olayda polis memurları hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz etmeden bireysel başvuruda bulunmuştur. Buna gerekçe olarak da, bu kararlara karşı itiraz yolunun AİHM kararları ışığında etkin bir başvuru yolu olmadığını, sonuç alınması beklenen ve/veya taleplerini/mağduriyetini giderecek bir kanun yolu olarak değerlendirilemeyeceğini, bu nedenlerle müracaat edilmesine gerek görmediğini ileri sürmüştür. Her ne kadar başvurucu itiraz kanun yoluna müracaat etmeden bireysel başvuruda bulunmuşsa da, yukarıda (§101) bahsedilen kararlar doğrultusunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına yapılan itirazların etkili bir başvuru yolu olup olmadığı değerlendirildiğinde, uygulamada bu kararlara itiraz sonucu bir üst mahkeme tarafından işin esasına girilerek yapılan inceleme sonucu verilen farklı bir karara rastlanmadığından, başvurucunun itiraz etmeme gerekçesi yerinde görülerek bu husus kabul edilmezlik nedeni olarak düşünülmemiştir.

112. Başvurucu, somut olayda maruz kaldığı eylemi soruşturma makamlarına taşımış ve yargılama faaliyetlerine aktif bir şekilde katılmıştır. Sulh Ceza Mahkemesi başvurucuya karşı polis memurlarınca uygulanan şiddetin keyfi olduğunu kabul ettiği halde, başvurucunun gözaltı sürecindeki işkence iddialarına ilişkin herhangi bir karar vermediği gibi, hükmünü “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” üzerine kurmuş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

113. Yukarıda da (§102) bahsedildiği gibi, Sulh Ceza Mahkemesinin, kötü muamele olayının failleri hakkında yaptığı yargılama sonunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vererek, takdir yetkisini son derece ciddi ve hukuka aykırı bu eylemin, hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini gösterme şeklinde kullanmak yerine, bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza indirgemek yönünde kullandığı anlaşılmıştır. Oysa kötü muameleye yönelik kavuşturmalarda, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi ve böylelikle hukuk devletine ve yargıya olan güvenin sağlanması adına, suçun sabit görüldüğü durumlarda öngörülen cezaların ivedilikle uygulanması gerekir.

114. Yapılan yargılamada sanıkların eylemlerinin zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması olarak nitelendirilmesi, kovuşturma sonucunda verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması suretiyle suç ile verilen ceza arasında orantısız bir uygulama yapılmış olması ve verilen kararın yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaması nedenleriyle, devletin söz konusu davada başvurucunun fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmıştır.

115. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

116. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

117. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu uğradığı manevi zararının karşılanmasını talep etmiştir. Başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik müdahale ve olay hakkında etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya net 20.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

118. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine ve karar örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Keyfi şekilde gözaltına alınması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği iddiasının, “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun,

1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 20.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvuruculara, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına ve ilgili Mahkemeye gönderilmesine,

10/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞENOL GÜRKAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2438)

 

Karar Tarihi: 9/9/2015

R.G. Tarih - Sayı: 4/11/2015-29522

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Şenol GÜRKAN

Vekili

:

Av. Elvan OLKUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltında işkence ve kötü muameleye maruz kalınması ve kötü muamele iddialarına ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağının, yargılamanın adil yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 5/4/2013 tarihinde Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 9/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru dosyasının bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın 30/10/2013 tarihli görüş yazısı, 5/11/2013 başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 20/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen olaylar özetle şöyledir:

1. Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

7. Başvurucu, Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 5/6/2001 tarihli kararı gereği yakalanmış, MLKP/KGÖ adlı yasa dışı örgütün üyesi olduğu iddiası ile gözaltına alınmıştır. Yakalama tutanağında yakalama tarihi olarak 7/6/2001 tarihi gösterilmiştir. Bununla birlikte, başvurucu ve polis memurlarının anlatımları ile adli muayene raporunda bulunan tarih dikkate alındığında yakalama tarihinin 6/6/2001 olduğu anlaşılmaktadır.

8. Başvurucu, 12/6/2001 tarihinde Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilmiş ve aynı gün mahkemece sorgusu yapılarak tutuklanmıştır.

9. Başvurucu 7/8/2001 tarihinde tahliye edilmiş. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile yetkili) 16/1/2003 tarihli ve E.2001/105, K.2003/3 sayılı kararıyla başvurucunun beraatına hükmedilmiş, anılan karar 23/3/2004 tarihinde başvurucu açısından kesinleşmiştir.

2. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Üzerine Yapılan İşlemler

a. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları

10. Başvurucu, 18/6/2001 tarihinde Nöbetçi Devlet Güvenlik Mahkemesine hitaben yazdığı tutuklamaya itiraz dilekçesinde, “Mahkemeye çıkarıldığım güne kadar tecrit ve baskı koşullarında tutuldum, ifade vermem için baskı yapıldı, verdiğim ifade dosyaya eklenmedi, fiziksel ve psikolojik baskıyla bana hiç ilgim olmayan iddialar kabul ettirilmeye çalışıldı, sorguya çıkarılırken gözüm siyah bantla kapatıldı, sorgu sırasında küfürlere maruz kaldım. Kaba dayaktan geçirildim, elbiselerim çıkarılarak tacize uğradım ve tecavüzle tehdit edildim, vücuduma özellikle cinsel organıma tazyikli su tutularak işkenceye maruz kaldım. Gözaltında kaldığım süre içerisinde maruz kaldığım kötü muamele ve işkenceyi yapanlar hakkında şikâyetçiyim.” ifadelerini kullanmıştır. Anılan dilekçedeki kötü muamele iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatılmamıştır.

11. Başvurucu, 7/8/2001 tarihinde tahliye edilmiştir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatılmaması üzerine başvurucu, kendi beyanına göre 3/4/2002 tarihinde (Dilekçe üzerinde tarih bulunmamaktadır.) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli memurlar hakkında, suçu itiraf ettirmek için işkence ettikleri, insanlık dışı ve onur kırıcı muamelede bulundukları iddiası ile şikâyette bulunmuştur.

b. Başvurucunun Doktor Raporları

12. Başvurucunun gözaltı girişinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 6/6/2001 tarihli ve 09.57 saatli adli muayene raporunda, başvurucunun herhangi bir kötü muameleye maruz kalmadığını beyan ettiği ve vücudunda haricen darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir.

13. Başvurucunun gözaltı çıkışında aynı birim tarafından düzenlenen 12/6/2001 tarihli ve 01.25 saatli adli muayene raporunda ise “sağ piretibial bölgede 4 adet 0,5-1 cm’lik, 1 adet 6-7 cm’lik 3-4 gün öncesine ait olabilecek ekimotik sıyrıklar” tespit edilmiş, olayın gerçekleşme tarihinden itibaren 3 gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği belirtilmiştir.

c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

 i. Soruşturma Aşaması ve Açılan Davalar

14. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun yukarıda anılan şikâyeti üzerine, 29/4/2002 tarihli yazısı ile Ankara Valiliğinden, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları hakkında “görev sırasında müessir fiil” suçundan 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma izni talep etmiştir.

15. Ankara Valiliği tarafından, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yazısına istinaden, 4483 sayılı Kanun’un 5. ve 7. maddeleri uyarınca, tespit edilecek görevliler hakkında isnat olunan suç nedeniyle adli yönden ön inceleme yapmak üzere Başkomiser H.G. soruşturmacı olarak görevlendirilmiştir.

16. Başkomiser H.G. tarafından yürütülen ön inceleme kapsamında, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden, başvurucunun sorgusunda görev yapan polis memurlarının kimler olduğu ve bu kişilerin fotoğrafları istenmiş, başvurucunun sorgusunda görev yaptığı bildirilen 9 polis memurunun fotoğrafları olayla ilgisiz başkaca kişilerin fotoğrafları ile karıştırılıp başvurucudan ilgili polisleri teşhis etmesi istenmiş; başvurucu, 3 kişiyi kesin olarak teşhis ettiğini, 2 fotoğrafta yer alan polisleri benzettiğini ama kesin teşhis edemediğini, kendisine kötü muamelede bulunan 2 polis memurunun fotoğraflarının ise gösterilen fotoğraflar arasında bulunmadığını beyan ettiği belirtilmiştir.

17. Soruşturmacı tarafından, başvurucunun sorgulanmasında görevli olduğu bildirilen polis memurlarının tamamı inceleme kapsamına dâhil edilmiş, başvurucunun ve 9 polis memurunun ifadeleri alınmış, başvurucunun gerçekleştiğini ileri sürdüğü olay tarihinden 1 yıl sonra müracaatta bulunduğu, ifade vermeye çeşitli yazışma ve ikazlardan sonra kerhen gelerek kendi kendisiyle çeliştiği dikkate alınarak ve toplanan belgeler doğrultusunda 9 polis memuru hakkında adli yönden işlem yapılmak üzere izin verilmesine gerek olmadığı yönünde görüş ve kanaat bildirilmiştir.

18. Ankara Valiliği İl İdare Kurulu tarafından 25/5/2002 tarihinde söz konusu polis memurları hakkında müessir fiilde bulundukları iddiası kanıtlanamadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

19. Soruşturma izni verilmemesi üzerine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 5/7/2002 tarihli kararı ile soruşturma evrakı işlemden kaldırılmıştır.

20. Başvurucu, Ankara Valiliği İl İdare Kurulunun 25/6/2002 tarihli ve 4483/K-108 sayılı “soruşturma izni verilmemesi” kararına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiştir.

21. Ankara Bölge İdare Mahkemesinin, 30/10/2002 tarihli ve E.2002/290, K.2002/372 sayılı kararıyla, 4483 sayılı Kanun’un 2. maddesi ve 4/4/1929 tarihli 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’nun 154. maddesinin üçüncü fıkrası gereği isnat edilen suç hakkında doğrudan doğruya Cumhuriyet Savcılığınca takibat yapılması gerektiği belirtilerek itirazın kabulüne, Ankara Valiliğinin “soruşturma izni verilmemesi” kararının kaldırılması ve genel hükümlere göre kovuşturma yapılmak üzere dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.

22. Soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısı tarafından, başvurucunun sorgulanmasında görevli olduğu bildirilmiş olan şüpheli 9 polis memurunun ve müştekinin (başvurucu) ifadeleri alınmış, 7/1/2003 tarihli ve Hz.2002/93462 sayılı iddianame ile 9 polis memuru hakkında “efrada sui muamele” suçundan cezalandırılmaları istemi ile Ankara Asliye Ceza Mahkemesine dava açılmıştır.

23. Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sırasında başvurucu, teşhis için huzura getirilen sanıklardan G.A., A.H., A.A. ve T.T.yi kesin olarak teşhis ettiğini, sanıklardan M.D., R.C., R.D. ve E.Ş.nin kötü muamelede bulunan kişiler arasında olmadığını, sanıklar arasında yer almayan ancak salonda bulunan, sonradan Mahkemece kimlik teşhisi yapılan K.T.nin kötü muamele yapanlar arasında olduğunu, ayrıca sanıklar arasında ve salonda yer almayan ismini bilmediği bir kişinin kendisine tecavüz girişiminde bulunduğunu, bu kişiyi görürse tanıyabileceğini ifade etmiştir.

24. Başvurucu vekili; müvekkilinin dört kişiyi teşhis etmiş olmasının diğer sanıkların orada olmadığını göstermeyeceğini ifade ederek müvekkilin gözleri kapalı tutulmakta iken göz bandının kaydığı sıralarda görebildiği kadar teşhiste bulunduğunu, hazırlık soruşturmasında 9 sanığın da sorguya katıldığının tespit edilmiş olduğunu, sanıkların tamamının cezalandırılmasını istediklerini belirtmiştir.

25. Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesi, dava konusu eylemlerin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 243. maddesindeki “suçu itiraf ettirmek için işkence yapma” kapsamına girmesi ve görevli mahkemenin Ağır Ceza Mahkemesi olması sebebi ile 10/2/2004 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir.

26. Yargılamaya Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin E.2004/142 sayılı dosyasında devam edilmiştir.

 ii. Sanıkların ve Tanıkların Anlatımları

27. Başvurucunun sorgusunda görevli oldukları tespit edilen 9 polis memuru, ön inceleme sırasında soruşturmacı Başkomiser H.G. tarafından alınan ifadelerinde özetle, “kötü muamele iddiasında bulunan kişinin örgüt faaliyetleri çerçevesinde ellerinde belge ve kaynaklar olduğunu dolayısıyla kişiyi konuşturmak gibi bir ihtiyaçlarının bulunmadığını, şahıs hakkında 3 gün iş ve gücüne engel şekilde yaralandığına ilişkin rapor veren Doktor C.A’nın DHKPC örgütü mensubu olduğunu bu nedenle sağlık raporunun yanlı verilmiş olabileceğini, işkence ve kötü muamele iddialarının kesinlikle doğru olmadığını, göz bağlama gibi bir uygulamanın mevcut olmadığını, aynalı sorgulama odası kullanıldığını ayrıca şahsın ifade vermediğini ve susma hakkını kullandığını, iddiaların polisin görev şevkini kırma, karalama amaçlı olduğunu ayrıca bu yolla isim ve adreslerine ulaşıldığını” ifade etmişlerdir.

28. Sanık M.U., Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “başvurucu hakkında, DGM Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı talimatıyla yapılan ev aramasında yakalama işlemi yapıldığını, giriş ve çıkışta adli rapor alındığını, kendisinin açlık grevine katıldığını, kötü muamelede bulunmadıklarını, yaralanmasına kendi kendine sebep olmuş olabileceğini, suçlamayı kabul etmediğini” ifade etmiştir. Sanık M.U. yargılama devam ederken 8/8/2003 tarihinde vefat etmiştir.

29. Sanıklardan R.C. Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “başvurucu hakkında, DGM Anakara Cumhuriyet Başsavcılığı talimatıyla yapılan ev aramasında yakalama işlemi yapıldığını, giriş ve çıkışta adli rapor alındığını, iki rapor arasında neden çelişki olduğunu bilmediğini, yaralanmaya kendi aralarında ya da kendi kendisine neden olmuş olabileceğini” beyan etmiştir.

30. Sanıklardan R.D. Cumhuriyet savcısı tarafında alınan ifadesine özetle, “başvurucuya kötü muamelede bulunmadığını, sağlık raporunun toplu şekilde aldırıldığını, yaralanmaya kendi aralarında sebep olmuş olabileceklerini” belirtmiştir.

31. Sanıklardan G.A. Cumhuriyet savcısı tarafında alınan ifadesine özetle, “şahsın (başvurucunun) yakalama işlemi sırasında kendisinin bulunmadığını, şahsı ilk kez şubede gördüğünü, suçlamaları kabul etmediğini, sağlık raporlarının ne şekilde olduğunu bilmediğini” belirtmiştir.

32. Sanıklardan A.A. Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “suçlamaları kabul etmediğini, ikinci sağlık raporunun yanlı verilmiş olabileceğini ya da yaralanmaya kendi aralarında sebep olmuş olabileceklerini” ifade etmiştir.

33. Sanıklardan A.H., T.T. ve E.Ş., Cumhuriyet Savcısı tarafından alınan ifadelerinde özetle, “şahsa kötü muamelede bulunmadıklarını ve suçlamaları kabul etmediklerini” beyan etmişlerdir.

34. Sanıklardan M.D. Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “ isnat edilen suç tarihinde görevden uzaklaştırılmış olduğunu ve görevde olmadığını, olaylarla ilgisi olmadığını” beyan etmiştir.

35. Sanıkların kovuşturma aşamasında da suçlamayı kabul etmedikleri, sanık M.D.nin ise anılan tarihlerde görevde olmadığını tekrar ettiği anlaşılmaktadır.

36. Kovuşturma aşamasında dinlenen tanık N.D. özetle; “başvurucu ile birlikte gözaltına alındıklarını, 5-6 kişi 2-3 saat nezarethanede tutulduktan sonra her birinin tek kişilik hücrelere dağıtıldıklarını, 4. gün tuvalette başvurucuyu gördüğünü, endişeli gözüktüğünü kendisine neler olduğunu, dövüp dövmediklerini sorduğunda dövdüklerini söylediğini, bacağını gösterdiğini, bacağında morluklar gördüğünü, cinsel tacizden bahsettiğini ancak ayrıntı vermediğini, bir gün sonra hücresinde iken mazgallardan başvurucunun koridorda olduğunu gördüğünü saçlarının ıslak olduğunu, üşür gibi gözüktüğünü” belirtmiştir.

37. Kovuşturma aşamasında dinlenen tanık A.A., “olay tarihinde kendisinin de gözaltında olduğunu, yan hücresinde olduğu için başvurucuya yapılan tacizleri duyduğunu, sorguya gözleri bantlanarak götürüldüklerini ancak tuvalette iken gözlerini açtıklarını, tuvaletten hücresine dönerken başvurucuyu gördüğünü, başından aşağıya sular akmakta olduğunu” beyan etmiştir.

 iii. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar

38. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama neticesinde, 1/10/2004 tarihli ve E.2004/143, K.2004/316 sayılı karar ile başvurucunun 6 gün gözaltında tutulduğu, gözlerinin bağlandığı, darp edildiği ve üzerine su sıkıldığının tespit edildiğinden bahisle, sanıkların işlemiş olduğu suçun, “cürmü söyletmek için işkence yapma” niteliğinde olduğunun kabulü ile “ölen sanık M.U. hakkında kamu davasının ortadan kaldırılmasına, sanıklar M.D., R.C., R.D., E.Ş., hakkında atılı suçu işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli, kesin ve inandırıcı deliller bulunmadığından beraatlarına, sanıklar G.A., A.H., A.A., T.T. hakkında cürmü söyletmek için işkence yapma suçundan ayrı ayrı 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası ile mahkumiyetlerine” karar verilmiştir.

39. Anılan karar, tarafların temyiz istemi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20/3/2006 tarihli ve E.2006/228, K.2006/2246 sayılı ilamıyla beraat kararları yönünden onanmış, mahkûmiyet kararları yönünden ise “1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümleri gözetilerek mahkumiyet hükümlerinin yeniden değerlendirilmesi” gerekçesiyle bozulmuştur.

40. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 7/11/2006 tarihli ve E.2006/180, K.2006/374 sayılı kararı ile Yargıtay 8. Ceza Dairesinin bozma ilamı gereğince 765 sayılı mülga Kanun ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerini, lehe olan kanun bakımından değerlendirmiş ve 765 sayılı mülga Kanun’un sanıkların lehine olduğunu değerlendirerek, 4 sanığın her biri hakkında 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasına ve 2 ay 15 gün kamu hizmetlerinden yasaklanmalarına hükmetmiş, 765 sayılı mülga Kanun’un 94. maddesi uyarınca cezaların ertelenmesine karar vermiştir.

41. Tarafların temyiz istemi üzerine karar, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 18/2/2009 tarihli ve E.2008/11527, K.2009/2330 sayılı ilamıyla, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesindeki “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” düzenlemesi yönünden Mahkemece değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.

42. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 14/10/2009 tarihli ve E.2009/251, K.2009/261 sayılı kararı ile sanıkların kişiliği, suçun işlenmesindeki özellikler ve katılan tarafın şikâyetinin devam etmesi nedeni ile şartları oluşmadığından hükmün açıklanmasının geri bırakılması düzenlenmesinin uygulanmasına yer olmadığına karar vermiş, sanıkların önceki kararda belirtildiği gibi cezalandırılmasına ve cezaların ertelenmesine hükmetmiştir.

43. Sanıklar, müdafi ve katılan vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 7/6/2012 tarihli ve E.2010/4882, K.2012/19702 sayılı ilamı ile “hükme dayanak alınan başvurucuya ait Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Ankara Şube Müdürlüğünün 12/6/2001 tarih ve 30770.94 sayılı raporunun onaysız fotokopi olması” nedeniyle kararı bozmuştur.

44. Başvurucu, 21/9/2012 tarihinde yargılamanın uzun sürdüğü ve etkili olmadığı iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuş, 70067/12 başvuru numarası ile kaydedilen başvuru henüz sonuçlandırılmamıştır.

45. Bozma sonrasında Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 6/2/2013 tarihli ve E.2012/281 ve K.2013/24 sayılı kararıyla, sanıkların her biri için 10 ay hapis cezasına ve haklarındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

46. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/2/2013 tarihli ve 2013/145 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiş ve bu karar başvurucuya 7/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

47. Başvurucu 5/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

48. 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesi şöyledir:

“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikâyet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikâyet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsanî veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.

…”

49. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

 “…

 (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

 (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

 a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

 b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

 c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

50. Mahkemenin 9/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/4/2013 tarihli ve 2013/2438 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

51. Başvurucu;

 i. Gözaltında tutulduğu 6-12/6/2001 tarihleri arasında emniyet görevlileri tarafından, kendisine isnat edilen suçu itiraf etmesi ve tanımadığı kişiler hakkında bilgi vermesi amacıyla kaba dayak (yumruk ve tekme) ile dövüldüğünü, kendisine hakaret ve küfür edildiğini, tek kişilik hücrede tutulduğunu, cinsel tacizde bulunulduğunu ve tecavüz edilmekle tehdit edildiğini, elbiseleri çıkarılmak suretiyle başta cinsel organına olmak üzere vücuduna tazyikli su tutulduğunu, deterjanlı su içirildiğini, gözlerinin bağlandığını, gözaltı süresinin sonunda ifadesinin alındığını ve bu tutanağı imzaladığını ancak soruşturma dosyasına ifade tutanağının konulmadığını, bunun yerine ifade vermediği ve imzadan imtina ettiğine ilişkin polis memurları tarafından düzenlenen bir tutanağın soruşturma dosyasına konulduğunu,

 ii. Tutukluluğa itiraz dilekçesinde kötü muamele yapıldığını ifade etmesi ve adli tıp raporu bulunmasına rağmen Savcılıkça bu konuda herhangi bir soruşturma başlatılmadığını, yeniden yaptığı şikâyet sonucunda Valilikten soruşturma izni istenildiğini, izin verilmeyince hazırlık evrakının işlemden kaldırılmasına karar verildiğini, yaptığı itirazın kabul edilmesi üzerine Savcılıkça “efrada sui muamele” suçundan dava açıldığını, soruşturmanın ve kovuşturmanın etkili yürütülmediğini, sonuç olarak verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının da işkence failleri açısından infaz edilebilir nitelikte olmadığını ve kanunsuz eylemlerini önleyebilecek caydırıcı bir etkisinin bulunmadığını,

 iii. Kolluk görevlileri aleyhine yürütülen ceza yargılamasında, temyiz aşamasında sanıkların istemi doğrultusunda Yargıtay 8. Ceza Dairesince yapılan duruşmanın kendisine bildirilmediğini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşünün kendisine tebliğ edilmediğini, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karara kısa dilekçe ile itiraz ettiklerini ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden itirazın reddine dair karar verildiğini, itirazın reddine ilişkin kararın gerekçesiz olduğunu, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek Anayasa’nın 17., 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, adli yardım talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

52. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında, yargılama süreci değerlendirileceğinden başvurucunun adil yargılanma ve etkili bir hukuk yoluna başvurma haklarına ilişkin şikâyetleri yönünden ayrı değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

1. Adli Yardım Talebi Yönünden

53. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30/4/2013 tarihli ve 28633 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun’un 22. maddesi ile değişik 334. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun kimselerin, iddia ve savunmalarında taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 337. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise adli yardımın daha önce yapılan yargılama giderlerini kapsamayacağı belirtilmiştir.

54. Somut olayda başvurucunun, dilekçesinde adli yardım talebinde bulunduğunu belirtmiş olmasına karşın bireysel başvuru harcını yatırdığı tespit edilmiştir. Bireysel başvuru yolunda harç dışında başvurucu tarafından ödenmesi gereken yargılama gideri bulunmamaktadır.

55. Açıklanan gerekçelerle, başvuru harcının yatırılmış olması ve adli yardımın daha önce yapılan giderleri kapsamaması nedeniyle başvurucunun bireysel başvuru yönünden adli yardım talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

56. Başvurunun incelenmesi neticesinde, başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

57. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

58. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

59. Başvurucu, kendisine isnat edilen suçu kabul etmesi ve tanımadığı kişiler hakkında ifade vermesi amacıyla, gözaltında bulunduğu süre boyunca kolluk görevlileri tarafından işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmanın etkin yürütülmediğini ileri sürmektedir.

60. Bakanlık görüşünde, işkence yasağının maddi boyutu bakımından yapılan değerlendirmede, bir kimsenin gözaltında yaralanması durumunda bu yaralanmaların kaynağına ilişkin ikna edici bir açıklama yapma külfetinin devlete ait olduğu ve somut olayda Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin, polislerin başvurucuya işkence yaptıkları yönünde karar verdiği belirtilerek işkence yasağının esas bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

61. Bakanlık, işkence yasağının usule ilişkin boyutuna yönelik yaptığı değerlendirmede ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması düzenlenmesinin amaç ve işlevine değindikten sonra AİHM’in, işkence failleri hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı benzer davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmettiğini; AİHM’in, soruşturma yükümlülüğünü değerlendirirken ayrıca yargılama süresini, sanıklar hakkında herhangi bir disiplin soruşturması yapılıp yapılmadığını ve sorumluların görevlerinden uzaklaştırılıp uzaklaştırılmadıklarını da dikkate aldığını belirterek işkence yasağının usul bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

62. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlamıştır.

63. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usule ilişkin boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük, hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta, pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

64. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan başvurucunun maruz kaldığı sözlü ve fiilî saldırı nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası ile ilgilidir.

65. Herkesin, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

66. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu; devletin, bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

67. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

68. Anılan koruma yükümlülüğü; devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu; devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda, yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

69. Tamamıyla devletin hüküm ve kontrolü altında bulunulan bir zaman dilimde maruz kalınan davranışlar nedeniyle yapılan şikâyetlerin desteklenmesi için kanıt toplanmasının zorluğu göz önünde bulundurularak bu tür iddialar hakkında ancak tüm dosya kapsamındaki verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılabileceği açıktır (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 79).

70. Somut olayda başvurucu, polis memurları tarafından 6/6/2001 tarihinde sabah saatlerinde yakalanarak adli işlem yapılmak üzere polis merkezine götürülmüştür. Aynı gün gözaltı girişinde alınan adli muayene raporunda, başvurucunun kötü muameleye maruz kalmadığını beyan ettiği, haricen darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 12/6/2001 tarihine kadar gözaltında tutulmuş, gözaltı çıkışında alınan adli muayene raporunda ise sağ piretibial bölgede 4 adet 0,5-1 cm’lik, 1 adet 6-7 cm’lik 3 4 gün öncesine ait olabilecek ekimotik sıyrıklar tespit edilmiş, olayın oluş tarihinden itibaren 3 gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği bildirilmiştir.

71. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104).

72. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında alınan ifadelerinde sanıklar, başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada oluşan yaralarına ilişkin olarak kendi kendine sebep olmuş olabileceği ya da şüphelilerin kendi aralarında yaralanmaya sebep olmuş olabilecekleri gibi muğlak beyanlar dışında makul bir açıklama getirmedikleri, başvurucunun kendisi ve diğer şüphelilerin gözaltı süresince tek kişilik bölmelerde tutuldukları yönündeki beyanı ve kamu makamları tarafından bunun aksinin ileri sürülmediği dikkate alındığında şüphelilerin kendi aralarında yaralanmaya neden olmalarının olası görülmediği, başvurucunun kendi kendini yaralamış olabileceği iddiasının ise soyut ihtimallere dayandırıldığının anlaşılması nedeniyle anılan savunmalara itibar edilmesi mümkün gözükmemektedir.

73. Sanıklar ifadelerinde, başvurucudan itiraf ya da bilgi alma ihtiyaçları bulunmadığını, başvurucunun da susma hakkını kullandığını ve ifade vermediğini bu nedenle itiraf ve bilgi almak amacıyla işkence yapıldığı iddiasının asılsız olduğunun anlaşıldığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucu, ifade vermiş ve ifade tutanağını imzalamış olmasına karşın bunun dosyaya sunulmadığını ileri sürmüşse de bundan bağımsız olarak devletin gözaltındaki bireyden itiraf ya da bilgi elde edememiş olmasının işkence yapılmadığını göstermeyeceği açıktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 59).

74. İşkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin yapılan yargılamada Mahkemece; başvurucu, sanık ve tanık anlatımları dinlenmiş, sağlık raporları incelenmiş, toplanan deliller ışığında dört sanık hakkında atılı suçu işledikleri sonuç ve kanaatine varılmış, redde ilişkin savunmalar kabule değer görülmemiştir.

75. Buna göre başvurucunun soruşturma ve kovuşturma aşamasında ileri sürdüğü tutarlı iddialar, tanık anlatımları, sanıkların soruşturma ve kovuşturma aşamasında verdikleri ifadeler, gözaltı öncesi ve sonrasında alınan adli raporlar doğrultusunda sağlıklı olarak gözaltına alınan başvurucunun gözaltı çıkışında yaralanmış olmasının doktor raporu ile tespit edilmiş olması karşısında, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin olayın sübutuna ilişkin yaptığı tespitten ayrılmak için bir neden görülmemektedir.

76. Özgürlüğü kısıtlanan bir kişiye karşı, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça fiziksel güç kullanılması kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal etmektedir (Cezmi Demir, §§ 92-102) .

77. Öte yandan bir muamelenin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir, § 83).

78. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti, insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”“eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir, § 84).

79. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir, § 85).

80. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Bir muamele hem eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele, eziyet ya da işkence niteliğinde olmayabilir (Cezmi Demir, § 90).

81. Somut olayda insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneklerini etkileyen, aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin; başvurucudan bilgi almak, isnat edilen suçları kabul ettirmek, cezalandırmak ya da yıldırmak amacıyla yapıldığı, 6 gün boyunca birbirlerine eklenmiş yöntemlerle, belli bir kasıt altında şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle direncini kırma ve aşağılama amacıyla korku, endişe ve aşağılık duygusu hissettirir nitelikte olduğu anlaşılmaktadır.

82. Buna göre, başvurucuya kasti olarak uygulanan muamelenin amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alındığında ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu muamelelerin ilgili kişinin itirafta bulunması veya yöneltilen olaylar hakkında bilgi vermesi amacıyla görevlerini yapan devlet görevlileri tarafından bilinçli olarak yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda işkence olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

83. Yukarıda açıklandığı üzere, Anayasa’nın 17. maddesi devlete ayrıca, kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir.

84. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler, hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir, § 77; ayrıca bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).

85. Başvuruya konu davada uygulanan 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesi, bir kimseye cürümlerini söyletmek; mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikâyet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikâyet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verileceğini hüküm altına almaktadır. 5271 sayılı Kanun’da yer alan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin düzenleme ise iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına hükmedilmesi hâlinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceğini kurala bağlamaktadır.

86. Başvuruya konu olayda, anılan yasal düzenlemeler uygulanarak negatif yükümlülüğe aykırı eylemler nedeniyle yürütülen yargılama sonucunda dört sanığın her biri hakkında, 10 ay hapis cezasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir.

87. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade etmekte ve yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan oldukça uzak kalmaktadır. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması; devletin, bireylerin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirememesi sonucunu doğurmaktadır.

88. Buna göre somut olayda başvurucunun, gözaltında kaldığı süre zarfında maruz kaldığı muameleler nedeniyle devletin, işkence ve kötü muamele yapmama negatif yükümlülüğüne aykırı davrandığı, olaya ilişkin yargılamada Mahkemenin, işkence gibi vahim suç oluşturan bir fiilin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade bu fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde asgari sınırdan hüküm kurması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmetmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir diğer unsurunu oluşturan kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğün de yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.

89. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

90. Başvurucu, işkence ve kötü muamele iddialarını ileri sürmesine karşın derhâl bir soruşturma başlatılmadığını, nihayetinde açılan davanın makul sürede tamamlanmadığını, gerek yargılama sırasında gerekse sonuç bakımından etkinliğin sağlanamadığını belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

91. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usule ilişkin boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların, sorumlulukları altında meydana gelen olaylar nedeniyle hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

92. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu durum olanaklı olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin, fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

93. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

94. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

95. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir, § 114; ayrıca benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 57834/00, 3/6/2004, § 136).

96. Şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli ve kesin belirtiler bulunması durumunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133 ve 134).

97. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan ve tetkikleri yapan kişiler olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, §§ 91 ve 92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81 ve 82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83 ve 84).

98. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§ 111 ve 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

99. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55; aynı yöndeki AYM kararı için bkz. Cezmi Demir, § 121).

100. Bu kapsamda somut olayda, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturma yürütme zorunluluğuna uyup uymadıklarının tespiti gerekmektedir. Etkili soruşturma kavramı, Ceza Muhakemesi Hukuku kapsamındaki soruşturma kavramıyla sınırlı olmayıp soruşturma izni verilmesine ilişkin yapılan ön inceleme, soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tamamını kapsamaktadır.

101. Başvuruya konu olayda, gözaltı çıkışında alınan adli muayene raporunda başvurucunun yaralanmaları tespit edilmiş olmasına rağmen adli makamlar resen herhangi bir işlem yapmamışlardır. Başvurucunun 18/6/2001 tarihinde tutuklamaya itiraz sırasında, kötü muamele iddialarını yazılı olarak adli makamlara iletmiş olmasına karşın adli makamlar yine harekete geçmemişlerdir.

102. Başvurucunun ikinci kez şikâyette bulunması üzerine başlayan süreçte ise görevli polis memurları hakkında soruşturma izni verilmesi için Ankara Valiliğine başvuruda bulunulduğu, soruşturma izni verilmesine ilişkin ön inceleme yapmak üzere Emniyet Müdürlüğünde görevli Başkomiser H.G.nin görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Polis memuru şüpheliler hakkında ön inceleme yapmak üzere emniyet teşkilatından bir başka polise görev verilmiş olması, sürecin tarafsızlığına şüphe düşürür niteliktedir.

103. Genel hükümlere göre doğrudan takibat yürütülmesini gerektirir bir suç isnadı nedeniyle soruşturma makamlarının özensiz davranması sonucunda soruşturma izni istenmesi, yargılama sürecinin gereksiz yere uzamasına sebebiyet vermiştir. Başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin kamu davasının açılması, suça konu eylemlerin gerçekleştiğinin ileri sürüldüğü tarihten yaklaşık bir buçuk yıl sonra mümkün olabilmiştir. 2004 yılında ilk derece mahkemesi suçun sübutuna ilişkin karar vermiş olmasına rağmen dosyanın üç kez temyiz incelemesi için Yargıtay önüne gitmesi ve Yargıtay önündeki uzun bekleme süreleri sonucunda bozma kararları verilmesi nedeniyle yargılamanın yaklaşık on yıllık bir süre sonunda sonuçlandığı anlaşılmaktadır. Başvuru konusu olayda, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekliliği konusunda gerekli hassasiyetin gösterilmediği anlaşılmaktadır.

104. Yargılama sonunda Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince, dört sanık hakkında mahkûmiyete yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmiş, diğer dört sanık hakkında “cürmü söyletmek için işkence yapma” suçundan on ay sonuç cezaya hükmedilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

105. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir, § 127). Ancak usul yükümünün bir unsuru olarak, tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.

106. Başvuruya konu olayda, yürütülen yargılama sonucunda işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler tespit edilmiş, dört sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiş, infaz edilebilir bir hapis cezası ya da kamu görevinden yasaklanma gibi bir yaptırıma hükmedilmemiştir.

107. Dört sanık hakkında suçun sabit görülmesine karşın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi, sorumluların fiilî olarak cezasız kalmalarına neden olmaktadır. Somut olayda, soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan, sorumluların suç nedeniyle hesap vermelerinin sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza almaları koşulunun yerine getirilmekten uzak olduğu anlaşılmaktadır.

108. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun'un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucunu doğurduğundan bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturmaktadır (Tahir Canan, § 30).

109. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma koşullarından biri, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın; aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekliliğidir. Uğranılan zarar kavramı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından yalnızca maddi zararları kapsar nitelikte yorumlanmakta olup manevi zararların bu kapsamda değerlendirilemeyeceği, maddi zararın doğmadığı ya da maddi zarar doğmasına elverişli olmayan suçlar bakımından bu koşulun yerine getirilmesinin aranmayacağı vurgulanmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 3/2/2009, E.2008/11–250, K.2009/13).

110. İşkence ve kötü muamele iddiaları yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasının, sanığın infaz edilebilir bir ceza almaması sonucunu doğurduğu ve bu kurumun uygulanmasında mağdurun muvafakati ya da mağdur açısından manevi bir telafinin sağlanmasının da aranmadığı gözetildiğinde anılan hükmün mağdur açısından yeterli ve etkili bir giderim de sağlamadığı açıktır.

111. AİHM de 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesiyle düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili yaptığı değerlendirmede; düzenlemenin, faillerin cezasız bırakılması sonucunu doğurduğu kanaatine varmıştır. AİHM, hâkimlerin takdir yetkilerini, hukuka aykırı son derece ciddi bir eylemin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermek yerine, bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza indirgemek yönünde kullandıklarına işaret ederek işkence failleri hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmetmiştir (Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).

112. Soruşturmanın etkinliğine ilişkin olarak ayrıca, başvuru konusu olayda sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalan başvurucunun, doktor raporunda tespit edilen yaralanmalar dışında cinsel taciz iddiasında bulunduğu ve kötü muamelede bulunan kişilerin bir kısmının sanıklar arasında yer almadığını ifade ettiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun kesin olarak teşhis ettiği dört polis memuru dışında kötü muamelede bulunan kişilerin kimler olduğunun tespit edilmesini sağlayacak yeterlilikte bir araştırma yapılmamış olması ve başvurucunun sağlık raporunda tespit edilen yaraları dışında ileri sürdüğü cinsel taciz iddialarının da açıklığa kavuşturulmamış olması nedeniyle soruşturmanın, sorumluların tespitini sağlaması bakımından da yetersiz olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

113. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

4. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

114. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

115. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali nedeniyle 80.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuş, yargılamanın uzunluğu nedeniyle zamanaşımı sürelerinin dolmak üzere olduğunu ayrıca yeniden yargılamaya karar verilmesi durumunda, on bir yılı aşkın süredir yürütülen adli mücadelenin yeniden başlayacak olması nedeniyle bir kez daha kendisinin mağduriyetine sebep olunacağını belirtmiştir.

116. Başvuru konusu olayda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmış; yargılama sürecinin uzunluğu, zamanaşımı süreleri, suç tarihi gözetildiğinde yeni delillere ulaşmanın ve varsa diğer sorumluların tespitinin zorluğu ve başvurucunun beyanı gözetildiğinde yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesinde hukuki yarar bulunmadığı, başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya net 55.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

117. Ayrıca başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun adli yardım talebine ilişkin KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,

B. Başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya net 55.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuya, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına ve Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine,

9/9/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ARİF HALDUN SOYGÜR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2659)

 

Karar Tarihi: 15/10/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 18/12/2015-29566

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Arif Haldun SOYGÜR

Vekili

:

Av. Özcan ÖNAL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, emniyet görevlilerinin şiddet uygulaması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının, keyfî gözaltı işlemi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 20/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru eklerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın 25/6/2015 tarihli görüş yazısı 3/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri, başvuruya konu yargılama dosyası içeriği ile UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. 27/12/2009 tarihinde 21:30’da özel aracı ile seyir hâlinde iken Tunus Caddesi’nde ters yöne giren başvurucu, bölgede devriye görevi yapan polis memurları M.U.K. ve H.Y.G. tarafından durdurulmuştur.

8. Başvurucu ile polis memurları arasında tartışma yaşanmış, başvurucu saat 21.39’da 155 polis imdat hattını arayarak kendisini durduran polis memurları tarafından tartaklandığını ve polis memurlarının arabayı üstüne sürdüklerini ifade ederek yardım istemiştir.

9. Başvurucu yere yatırılarak kelepçelenmiş, polis aracına bindirilerek bir süre burada bekletilmiştir.

10. Olay yerine gelen trafik ekibi tarafından saat 22.00’de başvurucuya trafik kuralı ihlali nedeniyle trafik cezası kesilmiştir.

11. Olay yerine gelen Esat Polis Merkezi Amiri H.İ.U. tarafından başvurucunun kelepçeleri çıkarttırılmıştır.

12. Başvurucu, hakkında adli işlem yapılmak üzere Esat Polis Merkezine götürülmüştür.

13. Başvurucu, Polis Merkezinde alınan ifadesinde Tunus Caddesi’nde evinin olduğu ara sokakta aracıyla on metre kadar ters yönde seyrettiğini, evinin otopark girişinde polis aracının park hâlinde olduğunu, polis memurunun uzaktan kendisine ters yönden geldiğini söylediğini, aracından inerek “lütfen cezamı yazın ancak siz de apartman girişini kapatarak yanlış yapıyorsunuz” dediğini, bunun üzerine polis memurunun sinirlediğini, diğer polis memurunun da arabadan indiğini, kendisini kelepçe takmak ve biber gazı sıkmakla tehdit ettiklerini, polislerden kimlik göstermelerini istediğini, kimliğini uzaktan gösteren memura yakından görmek istediğini söylediğini, bunun üzerine polis memurunun “sen kim oluyorsun bana kimlik soruyorsun” dediğini, kendisinin 155 polis imdat hattını arayarak yardım istediğini, bunun sonrasında kendisine saldırdıklarını, polis aracına bindirmeye çalıştıklarını, yere yatırdıklarını ve kolunu bükerek vücuduna vurduklarını ve “sana gününü göstereceğiz zavallı it” diyerek hakaret ettiklerini, kelepçe takarak ve tekmeleyerek kendisini zorla polis aracına bindirdiklerini, polis aracının içinde bir süre beklettiklerini, komiser olduğunu söyleyen bir polisin gelerek kelepçeyi çıkarttığını ve polis memurlarına hitaben “dün milletvekili bugün doktor nedir sizden çektiğimiz” dediğini ve polis memurlarından şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir.

14. Polis memurları görev yaptıkları Esat Polis Merkezinde alınan ifadelerinde aracıyla ters yönde seyreden başvurucuyu durdurarak kendisine “Beyefendi ters yönden gittiğinizi biliyor musunuz” dediklerini ancak başvurucunun agresif tavırlar sergileyerek “siz benim kim olduğumu biliyor musunuz ben doktorum” diyerek aracından indiğini, başvurucuya sakin olmasını, kimlik ve ruhsat vermesini söylediklerini ancak resmî aracı görmesine rağmen önce kendisinin “siz kimlik gösterin” dediğini ve “şerefsizler siz çetesiniz adi herifler beni tekel işçisi mi sandınız sizin ağababanız gelsin” diyerek hakaret ettiğini beyan etmişlerdir.

15. Başvurucu, polis memurlarının şiddetine maruz kaldığı iddiasıyla; polis memurları ise başvurucunun kendilerine hakaret ettiği ve görevlerini yapmalarına engel olmaya çalıştığı iddiasıyla şikâyetçi olmuşlardır.

16. Başvurucu adli muayene raporu alınması amacıyla Adli Tıp Kurumu Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğüne götürülmüş; 27/12/2009 tarihli ve 23.10 saatli adli muayene raporunda sağ el bilekte 2 cm çapında abrazyon, sol dizde 3 cm çapında sıyrık, sol el bilekte çepeçevre kelepçe izine uyar ekimoz, sırtta ve başta ağrı şikâyeti olduğu, başvurucunun yaralarının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu tespit edilmiştir.

17. Başvurucu, 28/12/2009 saat 01.00’de Cumhuriyet Savcısı talimatıyla salıverilmiştir.

18. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayla ilgili başlatılan soruşturmada, müşteki şüpheli başvurucunun ve olay yerine daha sonra gelen Komiser H.İ.U. ile Polis Merkezi Grup Amiri K.E.nin tanık sıfatı ifadeleri alınmış; müşteki şüpheli polis memurlarının ifadeleri alınmamıştır. 11/5/2010 tarihli ve İ.No: 2010/1059 sayılı iddianame ile Polis Memurları H.Y.G. ve M.U.K.nın işkence yapma suçundan, başvurucunun ise hakaret suçundan cezalandırılmaları istemiyle dava açılmıştır.

19. Müşteki sanık H.Y.G. kovuşturma aşamasında, Polis Merkezinde verdiği savunma ve ifadesini tekrar ettiğini söyleyerek şu hususları eklemiştir: “olayın vuku bulduğu yerde trafik yoğundur. Trafik kazaları sık sık olmaktadır bunu bildiğimiz için ve ters yönden de araçlar geldiğinden, olay sırasında diğer sanık Arif Haldun Soygür bu şekilde ters seyretmekteydi bizde devriye görevi yapmaktaydık polis aracımızın üzerindeki lamba da yanmaktaydı. İkaz ettik, bizim polis olduğumuzu bildiği halde ifademde bahsettiğim biçimde bize hakaretlerde bulundu. Hatta ikaz ettiğimiz esnada kimlik ve ruhsatını göstermesini istedik fakat göstermedi. Buna rağmen belirttiğim biçimde bize hakaretlerde bulundu bizde görevli olarak kendisini etkisiz hale getirmek istemiştik yoksa işkence yapmadık üzerimizde devamlı bulunan cop ve biber gazı olduğu halde kullanmadık. Hatta -göğsünüzdeki bayrak mı- diyerek bayrağın bulunduğu giysimizi çekmeye kalktı. Üzerimize de gelip iteklemek suretiyle saldırdığı için bu direncinin kırılması ve soruşturma yapılmak üzere kendisine kelepçe takmak zorunda kaldık. Bilahare trafik ekiplerince yapılan işlemle aracın trafik muayenesinin olmadığı anlaşıldı. Hatta zorunlu trafik sigortasının olmadığı da ortaya çıktı. Karakol amirini de biz çağırmıştık. Olay yerinde olay sırasında biz görevlilerle diğer sanıktan başka kimse yoktu bizim davetimiz üzerine bilahare trafik ekipleri geldi ben üzerime atılı suçu işlemedim kabul etmiyorum.”

20. Müşteki sanık M.U.K. kovuşturma aşamasında, emniyette verdiği ifadeyi tekrar ettiğini ve diğer sanık H.G.Y.nin beyanına katıldığını belirterek şunları eklemiştir; “sanık Arif Haldun’un bize karşı hakaret ve saldırıları üzerine etkisiz hale getirmek için yere yatırdık ve kelepçe takmak zorunda kaldık daha sonra da trafik ekibi çağırmak zorunda kaldık. Kendisine eziyet etmedik atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Esasen zorunlu trafik sigortası ile araç fenni muayenesi de olmadığından dolayı trafiğe aykırı biçimde araç kullanmaktaydı bundan dolayı bize böyle davrandığını düşündüm. Daha öncede kendisini hiç görmüş değilim. Biz görevimizi yaptık suçlamayı kabul etmiyorum. Şikâyetçi Sanık Arif Haldun’un raporuna diyeceğim yoktur yere yatırıp kelepçe takmaktayken oluşmuş olabilir. Katılma talebini de mahkemenin takdirine bırakıyorum, hakaretten dolayı ben de sanık Arif Haldun’dan şikâyetçiyim davaya da katılmak istiyorum, görevimizden dolayı hakaret etmiştir bunun da dikkate alınmasını istiyorum çünkü bizim polis olduğumuzu biliyordu, resmi üniformamız vardı.”

21. Başvurucu ise kovuşturma aşamasında, emniyette verdiği ifadeyi tekrar ettiğini belirtmiş; polis memurlarına hakarette bulunmadığını, suçlamaları kabul etmediğini, polis memurlarının hakaret edip kendisini darp ettiklerini, kendisine kötü muamelede bulunduklarını beyan etmiştir.

22. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında dinlenen Tanık H.İ.U. Esat Polis Merkezi Amirliğinde görev yaptığını, suç tarihinde grup amiri K.E.nin bilgi vermesi üzerine olay mahalline gittiğinde olayın sonlanmış olduğunu, memurların şahsı (başvurucu) ters yönden geldiği için uyardıklarını ve şahsın hakarette bulunduğunu kendisine söylediklerini, bunun üzerine kendisinin kelepçeye gerek olmadığını söyleyerek polis memurlarından kelepçeyi çıkarmalarını istediğini, bir süre önce bir milletvekili hakkında trafik polislerine hakaretten işlem yapıldığı için kendi kendine “önceki gün milletvekili bugün doktor” diyerek söylendiğini, işlemi yapan polis memurları ile bu durumun bir ilgisi olmadığını beyan etmiştir.

23. Soruşturma aşamasında ifadesi alınan tanık K.E Esat Polis Merkezi Amirliğinde grup amiri olarak görev yaptığını, olay anında karakol içinde görevli olduğunu, kendisine bilgi verilmesi üzerine Karakol Amiri H.İ.U.ya bilgi verdiğini, kendisinin olay yerine gitmediğini, olayla ilgili bilgisinin Polis Merkezinde alınan ifadelerle sınırlı olduğunu beyan etmiştir.

24. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi 9/2/2011 tarihli ve E.2010/232, K.2011/40 sayılı kararıyla polis memurları hakkında işkence yapma suçu nedeniyle dava açılmış olmakla birlikte olayda işkence suçunun unsurlarının oluşmadığından söz ederek 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesi kapsamında zor kullanma yetkisinin sınırlarının aşılması kapsamında değerlendirme yapılması gerektiğini belirtmiş; “(başvurucunun) rapor durumu zarar gören bölgeler birlikte değerlendirildiğinde taşkınlığına son verme, onu sabitleme gayesiyle kelepçe takma mücadelesinin eseri olduğu görülmüş, başkaca tekme tokat vurma, biber gazı sıkma gibi bir eylemi olmadığı gibi telefonla durumu ihbar etme fırsatı dahi verilmiş olması karşısında yetki-sınır aşımından bahsedilemeyeceği” gerekçesiyle polis memurlarının beraatlarına hükmetmiştir.

25. Mahkeme -başvurucu yönünden- görevli memura hakaret suçundan 1 yıl hapis cezasına hükmetmiş; 1 yıl hapis cezasının, suçun alenen ve zincirleme şekilde işlenmesi nedeniyle artırılmasına, başvurucunun; olayda polis memurlarının haksız tahriki ve keyfî muamelesine maruz kalmış olduğu gerekçesiyle 5237 sayılı Kanun’un 129. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca -hakaret suçunun karşılıklı işlenmesi hâli- cezanın indirilmesine ve sonuç olarak 5 ay 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 4/2/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Polis memurları tarafından başvurucu aleyhine hakaret nedeniyle tazminat davası açılmış; H.Y.G lehine 2.000 TL, M.U.K. lehine 1.500 TL manevi tazminata hükmedilmiştir.

26. Başvurucu tarafından beraat hükmü yönünden temyiz edilen karar, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 26/9/2012 tarihli ve E.2012/23431, K.2012/28579 sayılı ilamıyla onanmıştır.

27. Onama kararı başvurucuya 3/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 24/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

28. 5237 sayılı Kanun’un 256. maddesi şöyledir:

 “Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

29. 5237 sayılı Kanun’un 129. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Mahkemenin 15/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 24/4/2013 tarihli ve 2013/2659 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

31. Başvurucu; trafik kuralı ihlali nedeniyle durdurulduğu sırada emniyet görevlileri tarafından şiddete maruz kaldığını, elleri kelepçelenerek gözaltına alındığını, gördüğü şiddet sonucunda oluşan yaralanmaların sağlık raporuyla tespit edilmesine karşın açılan kamu davasında emniyet görevlileri hakkında beraat kararı verildiğini, kendisine ise kamu görevlisine hakaret etme suçundan ceza verildiğini, söz konusu karara dayanarak polis memurlarının kendisine tazminat davası açtıklarını belirterek işkence ve kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiği İddiası

32. Başvurucu, keyfî olarak alıkonulduğunu ve gözaltına alındığını ileri sürerek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

34. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

35. Başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olması gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştiği tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).

36. Somut olayda başvurucu 27/12/2009 tarihinde saat 21.30’da tutulmuş, 28/12/2009 tarihinde 01:00’de serbest bırakılmıştır. Anılan tutulma işlemine ilişkin herhangi bir adli işlem başlatılmamış olduğundan bu konuda son işlemin başvurucunun serbest bırakıldığı 28/12/2009 tarihinde gerçekleştiğinin kabulü gerekmektedir.

37. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerine konu olayda, tutulmaya ilişkin son işlemin Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce gerçekleştiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiği İddiası

38. Başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

39. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

40. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS/Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

41. Başvurucu; emniyet görevlileri tarafından şiddete maruz bırakıldığını, elleri kelepçelenerek gözaltına alındığını, gördüğü şiddet sonucunda oluşan yaralanmaların sağlık raporuyla tespit edilmesine karşın açılan kamu davasında emniyet görevlileri hakkında beraat kararı verildiğini, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

42. Bakanlık görüşünde, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu bakımından yapılan değerlendirmede kötü muamele yasağının yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanılmasını tamamen yasaklamadığını ancak güç kullanımının gerekli ve orantılı olması gerektiğini, somut olayda emniyet görevlilerinin başvurucunun kendilerine hakaret etmesi ve direnmesi üzerine güç kullandıklarını ifade ettikleri belirtilerek yasağın esas bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

43. Bakanlık, işkence ve kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutuna dair yaptığı değerlendirmede ise başvurucunun kötü muamele iddialarını ileri sürmesi üzerine soruşturma başlatıldığını ve olaydan yaklaşık iki saat sonra adli muayene raporu alınmasının sağlandığını ve başvurucuya haklarının hatırlatıldığını belirterek yasağın usul bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

44. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usule ilişkin boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük, hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta, pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

45. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

46. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü; öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

47. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme’nin 3. maddesi sınırlama öngörmemekte; işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 74; Selmouni/Fransa[BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 93).

48. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki neden de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği anda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.

49. Bir ceza veya muamelenin “insanlık dışı” ya da “aşağılayıcı” olarak nitelendirilebilmesi için belirli bir yasal muamele veya ceza ile ilgili ızdırap veya aşağılamanın kaçınılmaz unsurlarının ötesine geçmesi gerekmektedir (Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 100)

50. Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi -belirli bir yasal muamele kapsamında- bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 81, 82; Ivan Vasilev/Bulgaristan, B. No: 48130/99, 12/4/2007, § 63). Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu tür fiiller -prensip olarak- Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların, bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ribitsch/Avıısturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 38).

51. Kolluk görevlileri, görevini yaparken direnişle karşılaşması hâlinde bu direnişi kırmak amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Fiilî bir saldırının varlığı hâlinde kolluk görevlileri ayrıca meşru savunma kapsamında zor kullanma yetkisine de sahiptir. Ancak zor kullanımı yalnızca zorunlu hâllerde başvurulabilecek bir yol olduğu gibi başvurulacak güç, ölçülü ve kademeli olmalıdır.

52. Aktif/etken direnme, kolluk görevlisine karşı fiilî bir saldırı, güç kullanımı sonucu görevini yapmaya engel olmak şeklinde gerçekleşirken pasif/edilgen direnme; evrak göstermeme, araca binmeme, araçtan inmeme gibi kolluk görevlisinin talimatlarına uymama şeklinde gerçekleşmekte ve fiilî bir güç kullanımı içermemektedir. Direnmenin türüne göre görevin ifası için gerekli kuvvet kullanımı değişebileceği gibi kuvvet kullanımının meşru bir zemine oturması için direnmenin sona ermemiş olması, güç kullanımının görevin ifası için zorunlu olması ve yerine getirilmek istenen amaç ile orantılı olması gerekmektedir.

53. Kelepçe takmak polisin maddi güç kullanımının bir çeşidini oluşturmaktadır.

54. Polisin zor kullanma yetkisi bir cezalandırma aracı olmayıp zorunlu sınırın aşılması, işkence ve kötü muamele yasağının ihlali sonucunu doğurabilecektir.

55. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadelerde bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile “işkence” arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği, anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun'da düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

56. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

57. “İşkence” seviyesine varmayan fakat önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi, manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM; fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık; Ilaşcu ve diğerleri[BD], /Moldova ve Rusya, B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

58. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada “eziyet”ten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele; fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya aşağılayıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

59. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir.

60. Somut olayda başvurucu, trafik kuralı ihlali nedeniyle durdurulduğu sırada yere yatırılmış ve kolları arkaya bükülmek suretiyle kelepçelenmiştir. Emniyet görevlileri, başvurucunun hakaret etmesi ve direnmesi nedeniyle kademeli güç kullandıklarını, başvurucuyu yere yatırarak kelepçelediklerini ifade etmektedirler. Başvurucu ayrıca yerde yattığı sırada polis memurları tarafından tekmelendiğini ileri sürmektedir. Yapılan adli muayenede -başvurucuyla ilgili olarak- sağ el bileğinde 2 cm çapında abrazyon, sol dizinde 3 cm çapında sıyrık, sol el bileğinde kelepçe izine uyar çepeçevre ekimoz, sırtta ve başta ağrı şikâyeti tespit edilmiştir (bkz. § 16).

61. Somut olayda polis memurları, başvurucunun davranışlarını genel olarak agresif davranışlar şeklinde tanımlamış; başvurucunun resmî araçlarının olduğunu görmesine rağmen kendilerinden kimlik göstermelerini istediğini, kendilerine hakaret ettiğini ve sözlü saldırıda bulunduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucu hakkında yürütülen yargılamaya bakıldığında ise yargılamanın hakaret suçu ile sınırlı olduğu, Polis Merkezinde polis memurlarının başvurucunun kendilerine karşı fiilî bir saldırı ya da maddi bir güç kullanımında bulunduğuna yönelik bir iddiada bulunmadığı görülmektedir. Öte yandan kovuşturma aşamasında başvurucunun kendilerini ittirdiğini ifade ettikleri anlaşılsa da polis memurlarının başvurucu hakkında yalnızca hakaret suçu nedeniyle şikâyetçi oldukları ayrıca yine kendi düzenledikleri olay tutanağında başvurucunun polis memurlarına yönelik fiilî bir hareketinden söz edilmeyip yalnızca hakaret ve evrak göstermeme eylemlerinden bahsedildiği, polis memurlarının herhangi bir yaralanmalarının bulunmadığı gibi unsurlar gözetildiğinde başvurucunun polis memurlarına fiilî bir saldırıda bulunmadığının kabulü gerekmektedir.

62. Polisin görevini yerine getirirken üniformalı ya da resmî araçlı olmasına ilişkin bir istisna gözetilmeksizin kendisinin polis olduğunu gösterir belgeyi sunmak zorunluluğu bulunduğundan başvurucunun polis memurlarına kimlik sorması, görevi yaptırmamak için direnme olarak adlandırılamayacaktır. Başvurucuya isnat edilen eylemler; trafik kuralı ihlali, evrak göstermeme şeklinde pasif direnme ve hakaret ile sınırlı olup olay yerine çağrılan trafik ekiplerince başvurucu hakkında trafik cezası düzenlenmiş ayrıca polis memurlarına hakaret ettiği iddiasıyla adli işlem başlatılmıştır.

63. Başvurucuya isnat edilen eylemler ve taraf beyanları bir bütün olarak değerlendirildiğinde fiilî bir saldırıda bulunmayan, tehlike arz ettiğine ya da kaçacağına ilişkin bir şüphe oluşturmadığı açık olan başvurucunun; evinin bulunduğu sokakta kolu arkaya bükülmek suretiyle yere yatırılmasını ve kelepçe takılmasını, zorla ekip arabasına bindirilmesini ve bir süre burada bekletilmesini gerektirecek bir fiilinin bulunmadığı ve anılan muameleler nedeniyle yaralandığı sabit olan başvurucunun vücut bütünlüğüne saygı konusunda gerekli özen ve dikkatin gösterilmediği anlaşılmaktadır.

64. Kendi davranışı nedeniyle fiziksel ve maddi güç kullanımını zorunlu kılan bir tutumu olmaksızın anılan müdahaleye maruz kalan başvurucunun sağlık raporunda tespit edilen yaralanmaları ve eylemin kendisi değerlendirildiğinde müdahalenin küçük düşürücü veya aşağılayıcı bir etki doğurabileceğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kapsamında nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve devletin, Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında negatif yükümlülüğüne aykırı davrandığı sonucuna ulaşılmıştır.

65. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

66. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usule ilişkin boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda onların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110; Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

67. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu durum olanaklı olmazsa Anayasa’nın 17. maddesi, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25; Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

68. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

69. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113; Assenov ve diğerleri, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 - 57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113; Tanrıkulu/Türkiye[BD], B.No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B.No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

70. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir (Cezmi Demir, § 117; Oğur/Türkiye[BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, §§ 91, 92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81, 82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir, § 117; Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83, 84).

71. Bu kapsamda başvurucunun, polis memurları tarafından kötü muameleye tabi tutulduğu iddiası ve sağlık raporunda tespit edilen yaralanmalar karşısında bir devlet görevlisi tarafından Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiası bulunduğunun kabulüyle yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturma yürütülmesinin zorunluluğu bulunmaktadır. Soruşturma kavramı, Ceza Muhakemesi Hukuku kapsamındaki soruşturma kavramıyla sınırlı olmayıp soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tamamını kapsamaktadır.

72. Başvuruya konu olaya ilişkin başlatılan adli işlemler kapsamında ilk olarak polis memurlarının görev yaptığı Esat Polis Merkezinde başvurucunun şüpheli sıfatıyla, Polis Memurları M.U.K. ve H.Y.G.nın ise müşteki sıfatıyla ifadeleri alınmıştır.

73. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında başvurucunun ve olay yerine daha sonra gelen Komiser H.İ.U. ile Polis Merkezi Grup Amiri K.E.nin tanık sıfatıyla ifadeleri alınmış; polis memurları hakkında işkence yapma suçu nedeni ve cezalandırılmaları istemiyle dava açılmıştır.

74. Olay günü Polis Merkezinde alınan ifadelerde polis memurlarının; başvurucunun agresif tavırlar sergilediğini, kendilerine kimlik sorduğunu ve hakaret ettiğini ifade ettikleri, bu aşamada başvurucudan gelen herhangi bir fiziksel ya da maddi güç kullanımı iddiasında bulunmadıkları gibi polis memurları tarafında düzenlenen olay tutanağında da başvurucudan gelen herhangi bir fiilî güç kullanımından bahsedilmediği anlaşılmaktadır (bkz. § 14). Kovuşturma aşamasında ise polis memurları ifadelerinde, başvurucunun evraklarını göstermediğini ve üzerlerine gelerek kendilerini ittirmek suretiyle saldırdığını belirtmişlerdir (bkz. § 19, 20). İki ifade arasında başvurucunun polis memurlarına yönelik fiziksel güç kullanıp kullanmadığı konusunda çelişki bulunmaktadır.

75. Mahkeme ise agresif tavırlar ve direnme olarak adlandırılan eylemlerin niteliğinin ne olduğu yönünde bir değerlendirme yapmaksızın başvurucunun taşkınlığa varan davranışlarda bulunduğu kabulüyle, “(başvurucunun) rapor durumu zarar gören bölgeler birlikte değerlendirildiğinde taşkınlığına son verme, onu sabitleme gayesiyle kelepçe takma mücadelesinin eseri olduğu görülmüş, başkaca tekme tokat vurma, biber gazı sıkma gibi bir eylemi olmadığı gibi telefonla durumu ihbar etme fırsatı dahi verilmiş olması karşısında yetki-sınır aşımından bahsedilemeyeceği” gerekçesiyle polis memurlarının beraatlarına hükmetmiştir.

76. Soruşturma ve kovuşturma aşaması bir bütün olarak incelenmesi sonucunda tüm süreçte dinlenilen iki tanığın da sanık polis memurlarının mesai arkadaşları oldukları ve olayı görmediklerini ifade ettikleri dikkate alındığında maddi olayın nasıl gerçekleştiğini aydınlatabilecek nitelikte bir delile ulaşılıp ulaşılamayacağının araştırılmadığı, hükme esas alınan delil niteliğinde yalnızca taraf beyanlarının mevcut olduğu, hangi beyana hangi nedenle itibar edildiği ya da edilmediğinin açıklanmadığı; başvurucunun yere yatırıldığı sırada polis memurları tarafından vücuduna tekme atıldığını ileri sürülmesine karşın bu iddiaların araştırılmayarak polis memurlarının eyleminin yere yatırarak kelepçe takma ile sınırlı olduğunun kabul edildiği anlaşılmaktadır.

77. Mahkeme, başvurucunun polis memurlarına hakaret ettiği iddiasına ilişkin kurduğu hükümde, başvurucu hakkında hükmettiği cezadan sanığın (başvurucu) polis memurlarının haksız tahriki ve keyfî muamelesine maruz kalmış olması sebebiyle 5237 sayılı Kanun’un 129. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca (karşılıklı hakaret) cezanın 1/3 oranında indirilmesine hükmetmiştir.

78. Yukarıdaki hükümden anlaşılacağı üzere Mahkeme, olayda karşılıklı hakaret nedeniyle başvurucunun cezasından indirime gitmiş ancak polis memurları hakkında kurulan hükümde polis memurlarının hakaret niteliği taşıyan eylemlerine yönelik bir değerlendirme yapmamıştır.

79. Tüm bu unsurlar -soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için gerekli olan- soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları, kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturmanın tarafsız ve bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmesi, yetkililerin olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışması gibi gerekliliklerin yerine getirildiği konusunu şüpheye düşürmektedir.

80. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan ve kötü muamele yasağı kapsamında öngörülen, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

81. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

82. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali nedeniyle 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

83. Başvuru konusu olayda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yargılamanın yenilenmesi amacıyla kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesi, başvurucuya ayrıca net 3.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiğine karar verilmesi gerekir.

84. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan kötü muamele yasağının ihlaline ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 3.000 TL manevi TAZMİNATÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Adalet Bakanlığına ve İçişleri Bakanlığına gönderilmesine

15/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HAMDİYE ASLAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2015)

 

Karar Tarihi: 4/11/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 22/12/2015-29570

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Recep ÜNAL

Başvurucu

:

Hamdiye ASLAN

Vekili

:

Av. Reyhan YALÇINDAĞ BAYDEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltında işkence yapılması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun; eylemlerin sorumlusu olan kamu görevleri hakkında yürütülen yargılamanın 11 yıl sürmesi ve yargılama sonucunda 10 ay hapis cezasına hükmedilip hükmün açıklanmasının geri bırakılması nedenleriyle de işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ile adil yargılanma, eşitlik ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 13/3/2013 tarihinde Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 5/6/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 13/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 21/7/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Gözaltı Süreci

8. Başvurucu, Mardin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi görevlilerince terör örgütüne yardım ettiği suçlamasıyla 5/3/2002 tarihinde gözaltına alınmıştır.

9. 6/3/2002 tarihinde PKK terör örgütüne kuryelik yaptığı iddiasıyla Mardin Emniyet Müdürlüğünde ifadesine başvurulan başvurucu ifade vermek istemediğini beyan etmiştir.

10. Başvurucu aynı iddia kapsamında 7/3/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı huzuruna çıkarılmış ve kendisinin ifadesine başvurulmuştur.

11. Başvurucu aynı gün sevk edildiği mahkemece tutuklanmıştır.

2. Soruşturma ve Kovuşturma Kapsamında Alınan İfadeler

a. Başvurucunun İddiaları

12. Başvurucu Cumhuriyet Savcısı tarafından alınan 7/3/2002 tarihli ifadesinde, adını bilmediği bir suçtan dolayı Kızıltepe cezaevinde tutuklu bulunan kocasının yeni tahliye olduğunu, H.E. ve S.E. adlı şahısları tanımadığını, H.E.ye muska içinde veya başka bir şekilde not vermediğini, suçlamaları kabul etmediğini, emniyette işkence gördüğünü, görevlilerin sırtına vurduklarını, üzerine buzlu su döküp pervaneyi çalıştırdıklarını, yatağa giderken de üzerine buz sürdüklerini, dört beş kişinin bağrına vurduğunu, bunlar yapılırken gözlerinin kapalı olduğunu belirtmiştir.

13. Başvurucunun iddiaları nedeniyle Savcılık tarafından 7/3/2002 tarihli tutanak tutularak -alınan ifade tutanağının bir suretinin de tutanağa eklenmesi suretiyle- görevliler hakkında soruşturma başlatılmıştır.

14. Başvurucu ile Cezaevinde görüşen avukatları, yaptıkları görüşmenin akabinde 15/5/2002 tarihinde, gözaltında bulunduğu sırada başvurucuya “ırza geçme” suçunun işlendiği iddiası ile Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Belirtilen avukatlar, suç duyurusuna ilişkin dilekçede başvurucu ile 5/4/2002 tarihinde cezaevinde görüştüklerini, bu görüşmede başvurucunun birtakım gerçekleri gizlediğini anladıklarını, 7/3/2002 tarihinde verdiği iki ayrı ifadede gözaltında maruz kaldığı gayriinsani ve onur kırıcı muameleyi anlatırken yaşadığı cinsel işkenceyi de “… bana küfür ederek benim mahrem yerlerime elleriyle dokundular, örneğin göğüslerimi sıktılar…” şeklinde aktardığını, gözaltında iken kadın polis memuru tarafından makatından cop sokularak ırzına geçildiğini, bu eylemin ardından kanamasının başladığını ve hastaneye götürüldüğünü anlattığını, şikâyetçi olduğunu söylediğini ifade etmişlerdir.

15. 17/5/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından başvurucunun tercüman yardımıyla ve şikâyetçi sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu bu ifadesinde, gözaltında olduğu süre içinde bir kadın polis memurunun, (başvurucunun) kocasının karşısında makatına cop soktuğunu, ardından kanamasının başladığını ve bayılıp yere düştüğünü, bunun üzerine hastaneye götürüldüğünü, bilincini kaybettiği için doktorun ne yaptığını hatırlamadığını, Savcılıktaki ifadesinde bu olayı utandığı için anlatmadığını, Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğüne sevk edildiğinde adli tabibin sadece koltuk altlarına baktığını, bunun dışında başka yerine bakmadığını, muayene sırasında doktora bu şikâyetini de söylediğini ancak doktorun muayene etmediğini, maruz kaldığını iddia ettiği diğer kötü muameleleri önceki ifadesinde anlattığını belirtmiştir.

16. Başvurucunun avukatları tarafından Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesine sunulan 13/6/2003 tarihli dilekçe ile başvurucu hakkında yetersiz rapor düzenlediklerini ve bu nedenle görevlerini gereği gibi yapmadıklarını iddia ettikleri doktorlar hakkında soruşturma başlatılmasını, başvurucunun psikolojik durumunun tespitine yönelik rapor aldırılmak üzere İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Psikososyal Travma Merkezine sevkini, sanıklardan H.Ş.P. hakkında ayrıca ırza geçme suçundan soruşturma başlatılmasını talep etmişlerdir.

17. Başvurucu kovuşturma aşamasındaki beyanında, eşi ile birlikte Mardin Emniyet Müdürlüğüne götürülmek üzere araca bindirildiğini, Emniyet Müdürlüğüne yaklaştıkları esnada kendisinin yüzünü eşarpla bağladıklarını, eşinin ise başına ceket geçirildiğini, tekme ve tokat vurulmak suretiyle Emniyet binasına alındıklarını, nezarethaneye girer girmez başına bez torba geçirildiğini, üzerindeki elbiselerin tamamen çıkarıldığını, bu şekilde vücuduna tazyikli su sıkıldığını ve darp edildiğini, makatına cop sokulmaya çalışıldığını, baygınlık geçirdiğini, gözlerini hastanenin acil servisinde açtığını, makat ve genital bölgesinden kan geldiğini fark ettiğini, her iki koltuk altında ve omuzlarında ağrı ve şişlikler olduğunu, ayaklarında ıslak çoraplar olduğunu, ayak tabanlarının şiştiğini, baş ucunda H.Ş.P. ve B.U. adlı sanıkların bulunduğunu, bu sırada ve hatta gözaltında bulunduğu süre zarfında hiçbir doktorun kendisini muayene etmediğini, ikinci gün de ilk gün olduğu gibi üzerine su sıkıldığını, soğuk klimanın önünde oturtulduklarını, devlet hastanesindeki doktora kendisini sorgulayan polislerin nezaretinde götürüldüğünü ve muayene esnasında da yanlarında bulunduklarını, doktora derdini Kürtçe anlatmaya çalıştığını, doktorun Kürtçe bilmediğini, polislerin de kendisini ifade etmesine engel olduklarını daha sonra Cumhuriyet Savcısı huzuruna çıkarıldığını, baygınlık geçirmesi üzerine tekrar hastaneye götürüldüğünü, sonrasında tekrar Cumhuriyet Savcısı huzuruna çıkarıldığını, ardından sorguya sevk edildiğini ve tutuklandığını, cezaevine götürülürken polislerden birinin saçından tuttuğunu, tekme attığını, cezaevinin giriş kapısından içeri girerken tekmelendiğini ve düştüğünü, ağzından ve burnundan kan geldiğini, Cumhuriyet Savcısının cezaevine gelerek ifadesini aldığını, ertesi sabah cezaevi aracı ile Diyarbakır’a doktora (Adli Tıp Kurumuna) gönderildiğini, vücudunda meydana gelen yaralar ile ilgili Diyarbakır’daki doktorun belden yukarısını soymak suretiyle muayene ettiğini, makat ve genital organı ile ilgili şikâyetlerinin kadın doğum uzmanı tarafından muayene edilmesi gerektiği gerekçesiyle muayene edilmediğini, bazı hususları utandığı için önceki ifadelerinde anlatamadığını ifade etmiştir.

b. Sanık Savunmaları

18. Sanık N.E., Cumhuriyet Savcısına vermiş olduğu 28/3/2002 tarihli savunmasında, nezarethane görevlisi olduğunu, başvurucu ilk geldiğinde kalbi ve böbreğinden rahatsız olduğunu söylediğini, bunun üzerine büro amiri olan diğer sanık L.B. tarafından nezarethane kapısının açık bırakılması ve sürekli olarak gözlenmesi için görevlendirildiğini, başvurucunun kendisini iki defa yataktan yere attığını, durumu büro amirine bildirdiklerini ve doktor raporuna sevk edildiğini, burada konversiyon (stres, kaygı, üzüntü vb. psikolojik bulguların fizyolojik olarak dışa vurulması) teşhisi konularak geri gönderildiğini, kimseyi tanımadığını ve hiçbir evraka imza atmayacağını söylediğini, herhangi bir işlem için nezarethanede çıkarılmak istendiğinde kendisini yere attığını, tüm işlemlerin nezarethaneye girilmek suretiyle yapılmaya çalışıldığını, başvurucuyu zorlama gibi bir kasıtları olsa imza ya da parmak izi vermeye de zorlayabileceklerini, bunun yerine imzadan kaçındığının tutanaklarda belirtildiğini, suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir.

19. Sanık A.Ö., Cumhuriyet Savcısına vermiş olduğu 28/3/2002 tarihli savunmasında, başvurucu nezarete alındıktan sonra sorgu için getirilmesini istediğini, bayılma numarası yapar şekilde ifade alma odasına görevlilerin yardımı ile getirildiğini, kimlik bilgilerini aldığını, kısa özgeçmişini sorup atılı suçlamayı anlattığını, ifade vermek istemediğini söylediğini ve buna ilişkin tutanağı da imzalamadığını, yine görevlilerin yardımı ile nezarethaneye götürüldüğünü, parmak izi ve fotoğraf çekimi için çıkarılmak istenildiğinde aynı şekilde bayılma numarası yaptığını, görevlilerin koltuk altlarından tutarak nezarethaneye götürdüklerini, bu işlemlerin nezarethanede yapıldığını, teşhis tutanağı tutulurken başvurucunun, kocasını dahi tanımadığını söylediğini, yine bu işlemler sırasında da rahatsızlığını ileri sürerek imzadan imtina ettiğini, böbreklerinin ağrıdığını söylemesi üzerine büro amiri tarafından doktora sevk edildiğini, orada konversiyon teşhisi konulduğunu, o tarih itibarıyla ellerinde başvurucu hakkında yeterli delil bulunduğunu, kötü muamele yapıldığına ilişkin iddiaların asılsız olduğunu beyan etmiştir.

20. Sanıklardan L.B., kovuşturma aşamasındaki savunmasında, olay tarihi itibarıyla Terörle Mücadele Şubesinde “sağ sol bölücü büro amiri” olarak görev yapmakta olduğunu, 4/3/2002 tarihinde S.E. isimli şahsın kapalı cezaevinde hükümlü bulunan kocasını ziyareti esnasında yapılan üst aramasında PKK terör örgütüne ait dokümanlar ele geçirildiğini, bu kişinin yapılan mülakatında dokümanları kayınvalidesi H.E.den aldığını, onun da PKK terör örgütü üyesi olmak suçundan tahliye edilmiş olan A.A. isimli şahsın eşi H.A.dan (başvurucudan) aldığını beyan ettiğini, bunun üzerine başvurucu ve eşi A.A.nın yakalandıklarını; gözaltına alınma sebebi, isnat edilen suç ve yasal hakları görevlilerce anlatılırken başvurucunun kendisini yere attığını, görevlilerin yardımı ile yerden kaldırıldıktan sonra bu davranışının sebebi sorulduğunda kalbinden ve böbreklerinden rahatsız olduğunu, ayakta duramadığını ve bu rahatsızlıklarından dolayı tedavi görmediğini beyan ettiğini, bunun üzerine yine koltuk altlarından tutulmak suretiyle Mardin Devlet Hastanesine gönderildiğini, şikâyetleri ile ilgili herhangi bir talepte bulunmadığını, yeniden emniyet müdürlüğüne getirildiğinde hasta olduğu yönündeki şikâyetlerinin devam etmesi üzerine iki kişilik nezarethaneye alındığını, kapısı açık bırakılarak diğer sanıklardan H.Ş.P.nin gözetimine bıraktığını, bir iki saat dinlendikten sonra soruşturma kapsamında ifadesini almak istediklerinde, başvurucunun odadan çıkmadığını, yataktan kalkmadığını, bunun üzerine yakalanan dokümanlarla ilgili nezarethanede soru sorduklarını, bundan sonra başvurucunun 6/3/2002 günü saat 09.30’a kadar nezarethanede yalnız olarak istirahatının sağlandığını, anılan saat itibarıyla başvurucunun ifadesi alınmak üzere koltuk altlarından tutularak sorgu odasına götürüldüğünü, başvurucunun kimlik bilgileri haricindeki hiçbir soruya yanıt vermediğini, yapılan işlemlerin saat saat tutanağa bağlandığını, başvurucunun tutanakları imzalamadığını, yüzleşme işleminde de başvurucunun eşi dahil diğer tüm şüphelileri tanımadığını beyan ettiğini, parmak izi ve fotoğraf çekme işlemleri için başvurucunun başka birime götürülmek istendiğinde de direndiğini ve bu işlemlerin nezarethanede yapıldığını, nezarethane görevlisinin başvurucunun kendisini birkaç defa yere attığını söylemesi üzerine 6/3/2002 günü saat 20.30 sıralarında başvurucuyu yeniden hastaneye gönderdiğini, burada başvurucuya konversiyon teşhisi konulduğunu, 7/3/2002 tarihinde diğer şüphelilerle birlikte Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiğini, sorgu için Mahkemeye sevk edildiğinde de görevlilerin başvurucuyu koltuk altlarından tutmak suretiyle götürdüklerini, tutuklama kararından sonra başvurucunun “hastalığının” geçtiğini ve kendi başına yürümeye başladığını, gözaltı sürecinden tutuklanmasına kadar başvuruya hiçbir şekilde işkence veya kötü muamele niteliğinde bir eylemde bulunulmadığını, başvurucu ile ilgili soruşturmanın elde edilen örgüt dokumanı ile ilgili olduğunu, bunun haricinde başka bir suç yükleme gibi bir amaçlarının olmadığını ifade etmiştir.

21. Sanık B.U., kovuşturma aşamasındaki savunmasında, olayın meydana geldiği tarihte terörle mücadele şubesinde görevli olduğunu; başvurucu, onun eşi ve diğer şüpheli şahısların gözaltındayken ifadelerinin alınması ve diğer işlemlerde ekiple birlikte görev yaptığını, Kürtçe bildiğinden başvurucu için tercümanlık da yaptığını, başvurucunun gözaltı süresi boyunca sürekli şubede kalmadığını, bulunduğu süre zarfında kendisi veya diğer görevliler tarafından başvurucuya kötü muamele ya da işkence boyutuna varan herhangi bir uygulama ve davranış sergilenmediğini beyan etmiştir.

22. Sanık H.Ş.P., kovuşturma aşamasındaki savunmasında, Terörle Mücadele Şubesinde idari hizmetler sınıfında polis memuru olarak çalışmakta olduğunu, olay tarihinde de bu görevi yürüttüğünü, gözaltına alınan başvurucunun ve diğer şüpheli iki kadının üst aramasını yapmak üzere görevlendirildiğini, ayrıca başvurucunun kalp ve böbrek rahatsızlığı olduğunu, bu nedenle nezarethanede kendisine göz kulak olmasının istendiğini, kendisinin de görevde kaldığı süre içerisinde mesaiye bağlı olarak ayrıca ihtiyaç duyulduğunda mesaiye riayet etmeksizin ekiple birlikte çalıştığını, başvurucuya gözetimi altında kaldığı süre içerisinde herhangi bir kötü muamelede bulunmadığını, iddianame ile başvurucunun iddiaları arasında yer alan hususların doğru olmadığını, başvurucunun kilolu bir bayan olduğunu, konulduğu nezarethaneden sorgu odasına ve ifade odasına götürmek için her defasında değişik görevliler tarafından koluna girilmek suretiyle götürüldüğünü, kendisinin de bu anlamda görevlilere yardım ettiğini, kendisini yere attığı için başvurucuyu yürütmekte zorlandıklarını beyan etmiştir.

c. Tanık Anlatımları ve Diğer Tespitler

23. Başvurucunun gözaltı çıkış muayenesini yapan Mardin Devlet Hastanesinde görevli uzman doktor, 22/5/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından tanık sıfatıyla alınan ifadesinde 7/3/2002 tarihli rapor altında bulunan imzanın kendisine ait olduğunu, başvurucuyu hatırladığını, şahsın elbiselerinden tecrit ederek muayene ettiğini, sırtına ve göğsüne baktığını, herhangi bir “şiddet arazı” veya ekimoza rastlamadığını ayrıca şahsa herhangi bir şikâyeti olup olmadığını sorduğunu, sağ tarafının kaburgalarının alt kısmını göstererek ağrıdığını söylediğini, gösterdiği yerde herhangi bir darp cebir izi tespit etmediğini, safra kesesinden kaynaklanabileceğini düşündüğünü, raporu da bu şekilde düzenlediğini beyan etmiştir. Raporlar arası çelişkinin nedeni sorulduğunda, kendi düzenlediği raporun doğru olduğunu, muayene ettiği sırada şahısta herhangi bir darp ve cebir izi bulunmadığını, daha sonra olmuş ise de bununla ilgili bir bilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir.

24. Tanık A.H., kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde, ifade tarihi itibarıyla 12 yıldır Mardin Devlet Hastanesinde genel cerrah olarak görev yaptığını, emekli olduğunu, başvurucuyu muayene edip etmediğini hatırlayamadığını, sorulan bu raporun kendisi tarafından düzenlenmiş bir rapor olduğunu, Türkçenin yanı sıra Arapça ve Kürtçe bildiğini, ifade tutanağındaki imzadan emin olmadığını, ifadeye çağrıldığını veya ifade verdiğini hatırlamadığını beyan etmiştir.

25. Tanık M.I., kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde, ifade tarihi itibarıyla dört yıldır Mardin Devlet Hastanesinde pratisyen hekim olarak görev yaptığını, başvurucuyu yüzünden tanıyamadığını ancak olayı ve adli rapor tanzim edilmesini hatırladığını, Emniyet Müdürlüğünden getiren bir şahsın baygınlık sebebiyle acil servise getirildiğinin bildirildiğini, şahsın gözaltı giriş-çıkış raporu için getirilmediğini, acil servisin cerrahi müdahale odasında hemşire ile beraber muayene perdesi ve odanın kapısı kapatılmak sureti ile muayenenin yapıldığını, başvurucunun sedye üzerinde yerinde duramadığını, gergin bir şekilde sağa sola kendini atmak için hamleler yaptığını, ismini hatırlayamadığı bir hastane görevlisinin yardımı ile başvurucunun tansiyonunu ölçtüğünü, kalbini ve akciğerini dinlediğini, giysilerini göğüs kısmını kadar sıyırıp çoraplarını çıkarttığını, nörolojik inceleme için ayak tabanını çizdiğini, kalp krizi ya da herhangi bir organik hastalık bulgusuna rastlamadığını, sakinleştirici enjeksiyon yapıp yapmadığını hatırlamadığını, başvurucu ile yanındaki hemşire vasıtasıyla iletişim kurduğunu, başka bir hastalığı olup olmadığını sorduğunu, başvurucunun olumsuz manada kafasını salladığını, genital bölge ile ilgili şikâyeti bulunmadığından bu bölgeyi muayene etmediğini, herhangi bir kan geldiğini görmediğini, konversiyon teşhisinin bir ön tanı olduğunu, soruşturma aşamasındaki ifadesinde geçen başvurucuyu tamamen soyarak muayene ettiğine dair kısmın yanlış olduğunu beyan etmiştir.

26. Tanık M.Ç., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, yaptığı muayeneyi hatırladığını, Mardin Devlet Hastanesi acil servisinde pratisyen hekim olarak görevli olduğu sırada görevlilerce getirilen başvurucuyu acil servis içerisindeki müdahale odalarından birine aldığını, yanında görevi hemşire olduğunu, görevlileri dışarı çıkardığını, hastanın konuşmakta zorlandığını, sadece ağrıları olduğunu söylediğini, kendisinin de normal muayenesini yaptığını, önce bacaklarına ve ayaklarına baktığını, çoraplarını çıkardığını, sonra vücudun üst kısmındaki elbiseleri omuz başlarına kadar yukarı kaldırttığını, kollarını açık bırakacak şekilde muayene sonrasında her iki koltuk altından dirsekten iç kısma kadar yaygın ekimozlar gördüğünü, ayak tabanlarında hafif ödem ve hassasiyet tespit ettiğini, yüzünün bir tarafında şişlik olduğunu, rapor içeriğinin doğru olduğunu ve imzanın kendisine ait olduğunu ifade etmiştir.

27. Tanık R.Y., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, olayın meydana geldiği tarihte cezaevinde görevli ve nöbetçi olduğunu, getirilen tutukluları ve içlerinde başvurucunun olup olmadığını hatırlayamadığını, başvurucuyu tanımadığını, ifade tarihi de içinde olmak üzere 12 yıldır Mardin Cezaevinde görev yaptığını, getirtilen tutukluların cezaevinde dövülmesi olayına tanık olmadığını ifade etmiştir.

28. Tanık M.Z.A., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, başvurucuyu tanımadığını, başvurucunun tutuklandığı tarihte cezaevinde nöbetçi olarak görev yaptığını, aradan geçen sürenin uzunluğu ve her gün çok sayıda tutuklu hükümlü geliş gidişi olması nedeniyle 7/3/2002 tarihinde başvurucunun nasıl ve ne şekilde getirildiğini hatırlamasının mümkün olmadığını ifade etmiştir.

29. Tanık R.S., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, Mardin Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaptığını; anılan Şubenin, mahkeme heyetince keşif yapılan Mardin Emniyet Müdürlüğü binasının ikinci katında olduğunu, nezarethane ile merdiven bağlantısı bulunduğunu, olay günü mesai bitimine yakın bir saatte Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli memurların, nezarethanede parmak izi alacaklarını ve fotoğraf çekeceklerini söyleyerek ellerinde resmî yazı ve yanlarında ikisi kadın biri erkek, üç kişi ile geldiklerini, resmî yazıda ise dört kişinin belirtildiğini, birinin nerede olduğunu sorduğunu, görevlilerin şahsı getiremediklerini, nezarethanede yattığını, işlemleri orada yapıp yapamayacağını sorduklarını, kendisinin fotoğraf makinesiyle parmak izi formları ve buna bağlı malzemeleri alarak nezarethanenin iki numaralı odasında bulunan kadının sırt üstü yatmakta olduğunu gördüğünü, önce yatar vaziyette parmak izi almaya çalıştığını ancak alamadığını, şahsa oturması gerektiğini söylediğini ancak dilinden anlamadığı için durumu dilini bilen memurlar vasıtasıyla anlattığını, buna rağmen şahsın yerinden kalkmadığını, gözlerinin sürekli kapalı olduğunu, polis memurları B.U. ve H.Ş.P. yardımıyla başvurucunun oturma pozisyonuna getirildiğini, ilk parmak izinden sonra parmaklarını yumup kolunu kendisine doğru kastığını, tüm bunlara rağmen parmak izini aldığını, fotoğraf makinesi ile fotoğrafını çektiğini, işini bitirdikten sonra ayrıldığını, kendisi orada bulunduğu sırada nezarethanede görevli memurların herhangi bir kötü davranış ve sözlerine tanık olmadığını aktarmıştır.

30. Tanık M.G., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, başvurucunun köylüsü olduğunu, başvurucu tutuklanıp tahliye olduktan 1 ila 1,5 ay kadar sonra kendisini Kızıltepe Emniyet Müdürlüğünden çağırdıklarını, Türkçe bilmemesi nedeniyle kendisine eşlik etmesinin istendiğini, orada başvurucuya ırza geçme iddiası konusunda baskı görüp görmediği ve şikâyetinin devam edip etmediğine ilişkin sorular sorulduğunu ifade etmiş -ayrıca ifadesinin başında söylemeyi unuttuğunu belirterek- müdüriyet binasına girerken başvurucuya niçin şikâyetçi olduğunu sorduğunu, başvurucunun kendisine bir kişinin “Fırsat eline geçmiş, bu fırsatı kaçırma, şikâyetçi ol, bir şeyler kazanacaksın.” dediğini, bunu söyleyenin kim olduğunu söylemediğini ifade etmiştir.

31. Tanık T.Y., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, olay tarihinde gündüz nöbetçi olduğunu, başgardiyanlıktan aranıp mahkûm geldiğinin söylenmesi üzerine dışarı çıktığında, başvurucunun danışma olarak bilinen birimde ayakta durduğunu gördüğünü, şahsın üstünü elleriyle aradığını, üstünden bir miktar para çıktığını, şahsın kıyafetlerinin üzerinde olduğunu, özel eşyalarını tespit edip tutanak tuttuklarını, mahkûm defterine kayıt yaptığını, şahsı ilk gördüğü andan koğuşuna bıraktığı ana kadar herhangi bir darp veya işkence hâline tanık olmadığını, koğuşa kendisi ile birlikte yürüyerek gittiğini, şahsın işkence gördüğünü iddia edip Adli Tıpa sevkinin yapılması konusunda bir bilgisinin olmadığını bildirmiştir.

32. Tanık A.Ö., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, olay tarihinin üzerinden uzun zaman geçtiği için ve çok sayıda kişi hakkında rapor düzenlediğinden başvurucuyu hatırlamasının mümkün olmadığını ancak görev yaptığı hastanede adli raporlar konusunda son derece hassas davrandıklarını, özellikle polislerin muayene yapılan birime alınmadığını, muayene olan şahsı rencide etmeyecek şekilde soyarak muayene ettiklerini, kötü muamele görüp görmediğini ve ayrıca yara beresi olup olmadığını sorup mahkûmlardan varsa yaranın yerini göstermelerini istediklerini ifade etmiştir.

33. Tanık İ.S., olay tarihi itibarıyla cezaevinde askerlik yaptığını, başvurucunun nakli sırasında herhangi bir darp cebir izine rastlamadığını ifade etmiştir.

34. Tanık O.Ç., istinabe yoluyla alınan 9/3/2004 tarihli ifadesinde, başvurucuyu 5/3/2002 tarihli tutanak ile Mardin Emniyet Müdürlüğüne teslim ettiğini, bu ana kadar başvurucuda herhangi bir darp cebir bulgusu olmadığını beyan etmiştir.

35. Başvurucu ile birlikte göz altına alınan H.E., istinabe yoluyla 15/4/2004 tarihinde alınan ifadesinde, başvurucuya işkence yapılmadığını, herhangi bir darp cebir izi görmediğini beyan etmiştir. Aynı tanık, 18/5/2004 tarihli ifadesinde, başvurucu ile birlikte göz altına alındıklarını, yan yana odalarda kaldıklarını, herhangi bir işkence yapıldığını görmediğini, herhangi bir çığlık veya bağırma sesi duymadığını, başvurucunun ara sıra bayıldığını bildiğini, kendisine herhangi bir kötü muamelede bulunulmadığını beyan etmiştir.

36. Mahkemece 2/6/2003 tarihinde Emniyet Müdürlüğü binasında keşif yapılmış ve kovuşturma kapsamında aynı zamanda tanık olarak bilgisine başvurulan ve başvurucunun parmak izi ve fotoğraflarının alınmasında görev yapmış olan R.S.ye bilirkişilik yaptırılmıştır. Adı geçen bilirkişi tarafından, nezarethanedeki yüksek seslerin başka yerlerden rahatlıkla duyulabileceği yönünde rapor düzenlenmiştir.

3. Doktor Raporları

37. Mardin Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen başvurucuya ait 5/3/2002 ve 7/3/2002 tarihli gözaltı giriş ve çıkış raporlarında darp ve cebir izine rastlanılmadığı belirtilmiştir.

38. Aynı hastanenin 6/3/2002 tarihli raporu ile başvurucuya konversiyon teşhisi konulmuştur.

39. Başvurucunun cezaevine fiilen kabulünden önce Mardin (E) Tipi Kapalı Cezaevi Müdürlüğünün 7/3/2002 tarihli talebi üzerine Mardin Devlet Hastanesi Tabipliğince aynı gün saat 15.50 itibarıyla düzenlenmiş olan 8861 protokol numaralı muayene raporunun ilgili kısımları şöyledir:

“…

Şahsın yapılan fiziki muayenesinde … sol koltuk altında iç kısımda dirseğe kadar yaygın ekimozları, … sağ koltuk altında aynı şekilde ekimozları mevcuttur. Çekilen filminden kırık yoktur. Aynı zamanda her iki ayak tabanında ödem ve hassasiyeti mevcuttur. Durumu bildirir hekim kanaat raporudur.”

40. Belirtilen rapor üzerine başvurucunun Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünde muayenesi yaptırılmak istenmiş ise de anılan Şube Müdürlüğünün kapalı olduğu gerekçesiyle muayenesi yaptırılamamıştır.

41. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünce başvurucu hakkında düzenlenen 12/3/2002 tarihli ve 2002/1344 sayılı raporun ilgili kısımları şöyledir:

“… adına rapor düzenlenmesi istenen Hamdiye ASLAN hakkında Mardin D.H. Acil Polikliniliği’nce düzenlenmiş 05.03.2002 tarih 8573 sayılı, 07.03.2001 tarih ve 8788 sayılı ve 7.3.2002 tarih 8561 sayılı raporlar ile aynı hastanenin genel cerrahi kliniğince düzenlenmiş 07.03.2002 tarih 235 sayılı raporun incelenmesinde:

Sol koltuk altında iç kısımda dirseğe kadar yaygın ekimozlar, yaklaşık (2-5 gün arası) sağ koltuk altında aynı şekilde ekimozlar olduğu, sol kulak altında yüzünde ödem ve hassasiyet olduğu, çekilen sol mandibıla grafisinde kırık saptanmadığı, ayrıca her iki ayak tabanında ödem ve hassasiyet saptandığı kayıtlı olduğuna,

Kişinin Şube Müdürlüğümüzde tarafımdan yapılan muayenesinde:

Sağ humeral bölge iç yan yüz proksimalde aksiler bölgeye uzanan kısımda 10x5 cm’lik alan içinde farklı boyut ve şekillerde; çevreleri açık yeşil-sarı renk almış resorbsiyonu devam eden 6-8 günlüğe uyan eski ekimotik alanlar, sol humeral bölge iç yan yüz proksimalde aksiler bölgeye uzanan kısımda 7x4 cm’lik alan içinde farklı boyut ve şekillerde; çevreleri açık yeşil-sarı renk almış resorbsiyonu devam eden 6-8 günlüğe uyan eski ekimotik alanlar saptandığı, vücudunun çeşitli bölgelerinde subjektif ağrı şikayeti tarif ettiği ancak vücudun diğer bölgelerinde travmatik lezyon bulgusu saptanmadığı, sistem muayenelerinin doğal bulunduğu; uzuv zaafı ya da uzuv tatili niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik ya da fonksiyonel bir araz saptanmadığına göre,

Yukarıda tarif edilen ekimozlara neden olan travmatik arızasının:

SONUÇ:

Şahsın hayatını tehlikeye maruz kılmadığı,

5 (beş) gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği,

Uzuv zaafı ya da uzuv tatili niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik ya da fonksiyonel bir araz tarif ve tespit edilmediği kanaatini bildirir rapordur.”

42. Mardin Devlet Hastanesince başvurucu hakkında düzenlenen 21/5/2002 tarihli rapor içeriğine göre “rektal tuşede saat 12 hizasında” kronik anal fissür tespit edilmiştir.

43. Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 21/6/2002 tarihli ve 2002/444 Hazırlık sayılı yazısı ile başvurucu Adli Tıp Kurumuna (İstanbul) sevk edilmiştir. Adli Tıp Kurumu tarafından başvurucunun muayenesi yapılarak 27/9/2002 tarihli rapor düzenlenmiştir. Anılan raporun ilgili kısımları şöyledir:

“…

MUAYENE BULGULARI:

1- Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 26.06.2002 tarihli ‘kocasının 9 senedir ceza evinde olduğunu, kendisinin üç gün gözaltında kalıp 20 gün tutuklu kaldığını, çıktığında uykularının bozuk olduğunu, kolunun ağrıdığını söylerken çapa yaparak çocuklarını geçindirdiğini söylediği; klinik seviyede psikopatolojik araz tespit edilmediği’ne dair muayene kaydı,

TARTIŞMA VE SONUÇ:

Yukarıda tıbbi belgeler ile adli evrakta belirlenen ve adli psikiyatriyi ilgilendiren hususların değerlendirilmesinden … herhangi bir akıl hastalığı, akıl zayıflığı, post-travmatik stres bozukluğu dahil ağır nöroz arazının tespit edilmediği; dava dosyasının tetkikinde maruz kaldığı iddia edilen olaydan sonra kendisinin herhangi bir ruhsal tedavi gördüğüne dair tıbbi bir belgenin de bulunmadığı hususu göz önüne alındığında Hamdiye Aslan’da 05.03.2002 tarihinde maruz kalmış olduğu iddia edilen fiil sonucu husule gelmiş herhangi bir akli arızanın bulunmadığı oy birliği ile mütalaa olunur.”

44. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünün 24/12/2002 tarihli raporu içeriğine göre başvurucunun anal muayenesinde, saat 12 hizasında travmatik olmayan kanamasız aktif olmayan küçük bir hemoroit pakesi tespit edilmiş ancak anal bölgede herhangi bir fissür veya geçirilmiş fissüre ait olabilecek skatris bulunmadığı gibi şahısta anüse cop sokulması ile oluşabilecek yırtık veya geçirilmiş yırtık izi tespit edilmemiştir.

45. Adli Tıp 2. İhtisas Kurulunun 16/9/2005 tarihli raporunda, başvurucunun daha önceki adli muayeneleri ile (bkz. §§ 39 ve 41) tespit edilen ekimozların, sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile oluşabileceği gibi kişinin kollarından ve koltuk altlarından sıkıca kavranarak taşınması sırasında da meydana gelebileceği, ayrıca 7/3/2002 tarihli rapor ile (bkz. § 39) tespit edilen ayak tabanındaki ödemin beş gün sonra Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünde yapılan muayenede tespit edilememesi karşısında ayak tabanlarındaki ekimoz, hematom ve abrazyon gibi travmatik bulguların da tanımlanmaması dikkate alındığında söz konusu ödemin harici etkenle mi yoksa bünyesel nedenlerle mi meydana geldiğinin tıbben tespit edilemeyeceği bildirilmiştir.

46. Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/5/2005 tarihli ve E.2002/29 sayılı yazısına istinaden Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 24/5/2005 tarihli ve E.2003/173 sayılı yazısı ile başvurucunun Adli Tıp Kurumundan, “iddia edildiği gibi maddi işkenceye veya kötü muameleye maruz kalıp kalmadığı, kalmış ise bunun psiko-sosyal bulgularının olup olmadığı” yönünden rapor düzenlenmesi talep edilmiştir.

47. Anılan talep üzerine Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun 21/10/2005 tarihli ve 2753 karar sayılı mütalaasının sonuç kısmı şöyledir:

“… mağduresi bulunduğu iddia edilen olay sonucunda maddi işkenceye veya kötü muameleye maruz kalıp kalmadığı, kalmış ise bunun psiko-sosyal bulgularının olup olmadığı sorulan … Hamdiye ASLAN’ın 09.08.2004 tarihinde Kurulumuzda yapılan muayenesinde anüs mukozasında saat kadranına göre 12 hizasında kronik fissür saptandığı, anal mukoza ve sfinkter tonusu normal bulunduğuna, 21.05.2002 tarihli raporunda da aynı bölgede anal fissür tarif edildiği, tarif ve tespit edilen bu kronik fissürün makata yabancı cisim sokulması ile meydana gelebileceği gibi, kabızlık gibi bünyesel sebeple de meydana gelebileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamayacağı gibi, 21.05.2002 tarihli raporda belirtilen en az 2 (iki) ay öncesine ait ibaresinin de tıbbi kurallara uygun olmadığı, fissürün yaşının tespit edilemeyeceği oy birliği ile mütala(a) olunur.”

48. Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 30/11/2007 tarihli raporunda, başvurucunun 9/8/2004 tarihinde 4. İhtisas Kurulundaki muayenesi sırasında sergilediği davranışların psikiyatrik bir klinik tanı ile açıklanamayacağı, bu davranışların kendi kişilik yapısından da kaynaklanabileceği bildirilmiştir.

4. İlgili Kamu Görevlileri Hakkındaki Adli İşlem ve Kararlar

49. Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 5/2/2003 tarihli ve E.2003/173 sayılı iddianamesi ile ilgili polis memurları hakkında başvurucuya karşı “sanığa cürmü söyletmek için işkence ve sair kötü muamele yapma” suçunu işledikleri iddiasıyla Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

50. Diğer yandan hakkında kamu davası açılan polis memuru H.Ş.P.nin başvurucuya karşı “ırza geçme” suçunu işlediği iddiası yönünden Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 3/3/2004 tarihli ve 2004/547 Hazırlık sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“…

Müşteki, … 05.03.2002 tarihinde göz altında iken sanık tarafından tecavüze uğradığını ve sanığın kendisine cinsel şiddet uyguladığından bahisle şikayetçi olduğu, müştekinin şikayetine konu aynı olayla ilgili olarak sanık H… Ş… P… ve müştekinin gözaltındaki sorgusuna katılan … hakkındaki ‘memurun sanığa cürmü söyletmek için işkence vesair kötü muamele yapmak’ suçundan …05.02.2003 tarihinde Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı, davanın Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/29 esas numarasında halen derdest olduğu, sanığın cinsiyet itibariyle bayan olduğu, bir bayanın, diğer bir bayanın ırzına geçmesinin ceza hukuku anlamında mümkün olmadığı, sanığın müştekiye yönelik eylemlerinin bir kül halinde ‘memurun sanığa cürmü söyletmek için işkence vesair kötü muamele yapmak’ suçunu oluşturacağı, bu konuda da açılmış bir davanın bulunduğu; açılan davanın da halihazırda derdest olduğu; müşteki vekillerinin Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/29 sırasında derdest olan dosyada müşteki vekilleri olarak duruşmalara katıldıkları anlaşılmakla;

Aynı olay, aynı müşteki, aynı sanık hakkında daha önceden açılmış dava bulunmuş olması, davanın hali hazırda derdest olması nedenlerinden olayı sanık hakkında takibat yapmaya yer olmadığına, …”

51. Başvurucu, anılan kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı itiraz yoluna gitmiştir.

52. Başvurucunun itirazını inceleyen Midyat Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının 29/4/2004 tarihli kararı ile “takipsizlik kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediği” gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.

53. Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/2/2008 tarihli ve E.2003/29, K.2008/36 sayılı kararı ile sanıkların “müsnet suçu işlediklerine dair inkara dayanan savunmaları aksini ortaya koyan mahkumiyetlerine yeterli ve inandırıcı kesin delil elde edilemediği…” gerekçesiyle beraatlarına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“…

Suç tarihi itibariyle Mardin Kızıltepe Yüceli köyünde ikamet eden katılan mağdure Hamdiye Aslan’ın, PKK Terör örgütüne kuryelik yapmak suçlaması ile 05/03/2002 tarihinde Kızıltepe Jandarması tarafından eşi A… ve yakınları S…, H… E… ile birlikte saat 19.30 sularında ikametlerinden alınarak Mardin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne teslim edildiği, bu şekilde gözaltına alınan mağdurenin düzenlenen raporlara göre üzerinde darp ve cebir izi bulunmadığının tespit edildiği, nezarethanede iken rahatsızlıklarından bahseden mağdurenin birkaç (kez) yere yığılıp kaldığı ve sanıklar tarafından koltuk altlarından tutularak kaldırıldığı, akabinde nezarethanenin 2 kişilik koğuşlarından birisine konulduğu, yan koğuşlarda da gözaltına alınan diğer tanıkların bulunduğu, yürütülen soruşturma kapsamında mülakat için çağrıldığında mağdurenin koğuştan çıkmak istemediği, rahatsızlandığından yakınan mağdurenin aynı gün ve takip eden gün sanıklar tarafından koltuk altlarından tutularak koğuş ve mülakat odasına taşındığı, takip eden gün mülakatta sorulan hiçbir soruya cevap vermeyen mağdurenin kaldığı koğuştaki yataktan kendisini birkaç kez yere attığı, bu olayın hemen akabinde alınan doktor raporuna göre mağdureye konversiyon tanısı konulduğu, sorgu için adliyeye sevk edilen mağdurenin sanıklar tarafından yine koltuk altlarından tutulmak suretiyle taşındığı, sorgusu yapılan mağdurenin Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanarak cezaevine gönderilmesinden sonra şikayet ve iddialar üzerine alınan raporlarda koltuk altlarında ekimoz, ayak altlarında ödem ve makatta kronik fi(s)sür tespit edilen olayda her ne kadar Mardin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevli Emniyet mensupları tarafından, soruşturmaya konu suçla ilgili olarak konuşması için mağdureye işkence yapıldığı iddiasıyla cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de;

Aşamalarda değişmeyen ve yek diğerini teyid eden sanık savunmalarının, yeminli tanık anlatımları ve gözaltı sonrasında mağdurda tespit edilen yaralanma ve arazların, koltuk altından sıkıca kavranmak suretiyle taşıma sonrasında oluşabileceği, ayak altındaki ödemler ile makattaki kronik fi(s)sürün bünyesel kaynaklı olabileceği değerlendirmesini taşıyan Adli Tıp Kurumu raporları ile de teyid edilmesi karşısında, gözaltı sırasındaki davranışları nedeniyle konversiyon tanısı konan ve gözaltından sonraki muayenelerinde psikiyatrik bir klinik tanı da konamayan mağdurenin aşamalarda çelişki arz eden iddiaları dışında sanıkların müsnet suçu işledikleri yönünde mahkumiyetlerine yeterli ve inandırıcı kesin delil elde edilemediğinden beraatlerine karar vermek gerekmiş, …”

54. Başvurucunun avukatlarının başvurusu üzerine temyiz incelemesi yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 14/9/2011 tarihli ve E.2008/12990, K.2011/9432 sayılı kararı ile Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının bozulmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“…

Yasadışı örgüte yardım ve yataklık etmek suçundan 05.03.2002 günü gözaltına alınan 1965 doğumlu katılanın 07.03.2002 tarihinde C.Başsavcılığına götürülmesinden önce saat 08.30’da düzenlenen doktor raporunun yeterli ve usulünce muayene yapılmadan düzenlenmesi, C.Savcısı tarafından aynı gün ifadesi alınırken tutanağa geçirilen katılanın dış görünüşü ve kollarını kaldıramadığına ilişkin gözlem, işkence iddiası üzerine yeniden saat 15.50’de alınan doktor raporunda belirlenen bulgulara, aşamalarda değişmeyen katılanın anlatımlarının dosyada mevcut raporlarla doğrulanması, tanık beyanları ile tüm dosya içeriği karşısında işkence fiilinin sabit olduğu gözetilerek sanıkların sorumlulukları belirlenip sonucuna göre mahkumiyet hükmü kurulması gerekirken yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,

Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinden görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi gereğince istem gibi (BOZULMASINA), 14.09.2011 gününde oy birliğiyle karar verildi.”

55. Anılan bozma kararı sonrası yapılan yargılama sonucunda Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2013 tarihli ve E.2011/191, K.2013/6 sayılı kararı ile sanıkların, isnat edilen suçu işledikleri sabit görülerek 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 243. maddesinin birinci fıkrası gereğince 10 ay hapis ve kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası ile cezalandırılmalarına ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

“…

Mağdure Hamdiye Aslan’ın PKK terör örgütüne kuryelik yapmak suçundan 05/03/2002 tarihinde gözaltına alınarak Mardin Emniyet Müdürlüğüne getirildiği ve burada gözaltında iken Mardin Emniye Müdürlüğünde görevli olan sanıkların mağdureye karşı suçunu söyletmek için hortumla soğuk su dökmek, muhtelif yerlerine vurmak, çıplak bırakmak, göğüslerini sıkmak suretiyle iştirak halinde kötü muamelede bulunduklarının anlaşıldığı, katılan mağdurenin tüm aşamalarda birbirini teyid eden beyanları ve bu beyanları ile örtüşen 07/03/2002 tarihinde saat 15.50’de alınan doktor raporundaki bulgular ve tanık olarak beyanı alınan Dr. M… Ç…’ın beyanları ile 07/03/2002 tarihinde saat 15.50’de alınan doktor raporunu teyit eden Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 12/3/2002 tarihli rapor birlikte değerlendirildiğinde mağdurenin gözaltındayken kötü muameleye maruz kaldığı sonucuna varıldığı, bu nedenle sanıkların kendilerin(i) suçlamadan kurtarmaya yönelik savunmalarına itibar edilmemesi gerektiği ve sanıkların eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK’nun 94. maddesine göre lehlerine olan 765 sayılı TCK’nun 64/1. (m)addesi delaletiyle 234/1. (m)addesi gereğince cezalandırılmalarına karar vermek gerektiği, ancak sanıklara verilen sonuç ceza miktarına göre ve sabıkasız geçmişleri dikkate alınarak yeniden suç işlemeyecekleri hususunda mahkememizde olumlu kanaat oluştuğundan sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

Her ne kadar katılan vekili mağdurenin tecavüze uğradığı gerekçesiyle sanıklara verilecek cezada bu hususun da dikkate alınmasını talep etmiş ise de, aldırılan adli raporlarda sanıkların mağdureye co(p) ile tecavüz ettiklerine ilişkin yeterli bulgunun elde edilemediği, dolayısıyla sanıklar hakkında cezayı artırım nedeni bulunmadığından cezalarında artırım yapılmamıştır. Sanık H…’nin akli durumu… ile ilgili aldırılan 15/10/2012 tarihli Adli Tıp (r)aporuna göre, sanığın cezai sorumluluğunun tam olduğu anlaşıldığından sanık ile ilgili TCK’nun 32. maddesinin uygulanması yoluna gidilmemiş, …”

56. Başvurucunun avukatı, sanıklar hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair anılan karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur.

57. Başvurucu 13/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

58. İtiraz mercii olan Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/3/2013 tarihli ve 2013/137 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir.

59. Ağır Ceza Mahkemesinin itirazın reddine dair kararı başvurucuya 5/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

60. Başvurucu 22/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

1. İlgili Ulusal Hukuk

61. 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.”

62. 5271 sayılı Kanun’un “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar başlıklı 231. maddesi şöyledir:

“…

(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

(7) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.

(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;

a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,

b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,

c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine, karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.

 (9) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir.

(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

(11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.

(12) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.

(13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir.

(14) (Değişik: 23/1/2008 – 5728/562 md.) Bu maddenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümleri, Anayasanın 174 üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlarla ilgili olarak uygulanmaz.”

2. İlgili Uluslararası Hukuk

63. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin 2. maddesi şöyledir:

“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.”

64. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesi şöyledir:

“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir. Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır.

6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:

(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğin klinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;

(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;

(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.

(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;

(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı;

6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

65. Mahkemenin 4/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 13/3/2013 tarihli ve 2013/2015 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

66. Başvurucu, gözaltında tutulduğu süre zarfında yasal olmayan ve hukuk dışı biçimde yöneltilen suçlamaları kabul etmemesi nedeniyle çeşitli şekillerde işkence eylemlerine maruz kaldığını, cop kullanılarak ırzına geçildiğini, ilgili kamu görevlilerinin eylemleri nedeniyle sorumluluktan kurtulmak amacıyla tutanaklar tuttuklarını, doktor raporlarının da buna göre alındığını, bir kısım doktorların da görevlerini kötüye kullandıklarını, maruz kaldığı işkence sonucu 11 yıldır manevi olarak tarif edilemez acılar yaşadığını, hayata tekrar bağlanabilmek için bu fiilleri gerçekleştiren görevlilerin cezalandırılmasını beklediğini, buna karşılık Mahkemenin 10 ay gibi hafif bir hapis cezası vermesinin yanı sıra buna ilişkin hükmün açıklanmasını da geri bıraktığını, bu şekilde işkence failleri hakkında sicillerine dahi işlenmeyecek şekilde karar verilmesinin ikinci defa onurunu kırdığını, yargılama sürecinin 11 yıl sürmüş olmasına rağmen etkili ve yeterli bir karar verilmediğini, okuryazar olmamasına rağmen kendisine imzalatılmak istenen evrakları imzalamayı reddetmesi nedeniyle maruz kaldığı insanlık dışı muamelelerin temelinde kadın ve Kürt kökenli olmasının yattığını, eşinin gözü önünde ırza geçme ve işkence eylemlerine maruz kalması sonucu manevi yıkım yaşadığını, bu nedenlerle Anayasa'nın 10., 17., 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

67. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16; M. Aydın Gürül, B. No: 2012/682, 2/10/2013, § 18). Somut başvuru bakımından temel sorun olan işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında bir inceleme yapılması uygun görülmüş olup diğer şikâyetler yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

68. Başvurucu 5/3/2002 ile 7/3/2002 tarihleri arasında gözaltında tutulduğu süre boyunca psikolojik ve fiziksel işkenceye maruz bırakıldığını ve cinsel dokunulmazlığının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

69. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı olan 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine bireysel başvuruda bulunulabileceği, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilemeyeceği; somut başvuruya konu olan işkence, kötü muamele ve cinsel saldırı iddiaları yönünden yapılan suç ihbarı neticesinde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın, bu karara karşı yapılan itirazın Midyat Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmesi ile 29/4/2004 tarihinde kesinleştiği, bu koşullar dikkate alınarak başvurunun bu kısmının kabul edilebilirliği konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.

70. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

71. Başvuruya yönelik işkence ve kötü muamelelere ilişkin yargılama sonucunda verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar, Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/3/2013 tarihli ve 2013/137 Değişik İş sayılı itirazın reddine dair karar ile kesinleşmiş olup bu çerçevede, ihlal iddialarına konu olay ve olguların Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında yer aldığı konusunda tereddüt bulunmamaktadır.

72. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

73. Somut olayda işkence ve kötü muamele eylemlerinin sorumluları hakkında ceza kovuşturması yürütüldüğü ve 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan suçu işlediklerinin tespit edildiği gözetilerek öncelikle bu durumun başvurucular açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığının, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görev kapsamında bulunmuyor ise de kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık olduğu durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 76).

74. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında da ifade edildiği gibi tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların ve fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konulan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 69; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 76).

75. Buna göre söz konusu davada, Mahkemenin, işkence gibi vahim suç oluşturan bir fiilin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade, bu fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde asgari hadden hüküm kurması ve anılan mahkûmiyetin, “beş yıl içinde suç işlenmesi” bozucu şartı gerçekleşmediği takdirde hüküm ifade etmemesini sağlayacak şekilde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermesi nedeniyle başvurucuların mağdurluk sıfatlarının ortadan kalkmadığı sonucuna varılmıştır.

 i. Genel ilkeler

76. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan başvurucunun maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edilmesi iddiası ile ilgilidir.

77. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 80).

78. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

79. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye -bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile- maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Dolayısıyla yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin, 17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

80. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83; Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104)

81. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”“eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

82. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

83. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10/12/1984 tarihinde kabul edilen ve 26/6/1987 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye’nin de 10/8/1988 tarihinde taraf olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bu Sözleşme bakımından ‘işkence’, bir kimseye, kendisinden bir ikrar veya üçüncü kişiyle ilgili bilgi elde etmek, kendisinin veya üçüncü kişinin işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir fiil nedeniyle cezalandırmak, kendisine veya üçüncü kişiye gözdağı vermek veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan her hangi bir gerekçeyle, bir kamu görevlisi veya resmi sıfatla hareket eden bir kişi tarafından veya bu kişilerin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle üçüncü kişi tarafından, kasten işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren her hangi bir fiildir. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanan veya yaptırımın doğasında bulunan veya bu yaptırımlarla rastlaşan acı veya ıstırap, işkence sayılmaz.”

84. Yine anılan Sözleşme’nin 15. maddesinde “Her bir Taraf Devlet, işkence sonucu alındığı ortaya çıkan bir ifadenin, işkence yapmaktan sanık bir kimsenin aleyhine bu beyanın alındığına dair bir delil olarak kullanılması hariç, hiç bir yargılamada delil olarak ileri sürülememesini sağlar.” hükmüne; 16. maddesi de “1. Her bir Taraf Devlet kendi egemenliği altındaki bir ülkede, birinci maddede tanımlanan işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza fiillerinin bir kamu görevlisi ve resmi sıfatla hareket eden bir diğer kimse tarafından veya bu kimsenin teşviki veya rızası veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt eder. Sözleşmenin özellikle 10, 11, 12 ve 13. maddelerinde yer alan yükümlülükler, işkence sözcüğü yerine diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı bir muamele veya ceza terimleri koyularak uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir.

85. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ıstırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM; fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik KrallıkIlaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

86. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

87. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

88. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele oluşturabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 91; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 91; Campbell ve Cosans/Birleşik Krallık, B. No: 7511/76 , 7743/76, 25/2/1982, § 26).

89. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik, kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 92).

90. AİHM’in birçok kararlarında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’in normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır. (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları -mağdurun davranışı ne olursa olsun- kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 93; Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).

91. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94; Selmouni/Fransa, § 87; Ferhat Kaya/Türkiye, B. No: 12673/05, 25/9/2012, § 33).

92. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, § 161; Labita/İtalya, § 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cuma Doygun, B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

93. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hâllerde çok dikkatli davranması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/4/2000). Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 32). Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, § 29; Jasar/“Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti”, B. No: 69908/01, 15/2/2007, § 49)Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza hukuku sorumluluğunun, Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, §§ 110, 111). Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, § 30).

 ii. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması

94. Başvurucu, gözaltında tutulduğu süre zarfında yasal olmayan ve hukuk dışı biçimde yöneltilen suçlamaları kabul etmemesi nedeniyle çeşitli şekillerde işkence eylemlerine maruz kaldığını, cop kullanılarak ırzına geçildiğini, ilgili kamu görevlilerinin bu eylemler nedeniyle sorumluluktan kurtulmak amacıyla tutanaklar tuttuklarını, doktor raporlarının da buna göre alındığını, bir kısım doktorların da görevlerini kötüye kullandıklarını, maruz kaldığı işkence sonucu 11 yıldır manevi olarak tarif edilemez acılar yaşadığını, hayata tekrar bağlanabilmek için bu fiilleri gerçekleştiren görevlilerin cezalandırılmasını beklediğini, buna karşılık Mahkemenin 10 ay gibi hafif bir hapis cezası vermesinin yanı sıra hükmün açıklanmasının da geri bırakılmasına karar verdiğini, eşinin gözü önünde ırza geçme ve işkence eylemlerine maruz kalması sonucu manevi yıkım yaşadığını, bu nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

95. Bakanlık görüş yazısında, AİHM içtihatlarına göre kötü muamelenin 3. madde kapsamına girmesi için asgari seviyede bir şiddete ulaşması gerektiği; bu değerlendirmenin muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal sonuçları, bazı davalarda mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi davanın özel koşullarıyla bağlantılı olduğu, bir kimsenin gözaltında ve polis memurlarının sıkı denetimi altında yaralandığı durumlarda, meydana gelen yaralanmaların güçlü fiilî karinelere yol açacağı, bu yaralanmaların kaynağına ilişkin ikna edici açıklama yapma külfetinin hükûmete düşeceği, somut olayda Yargıtay Dairesinin bozma ilamı ve Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucunun işkenceye uğradığına dair 16/1/2013 tarihli kararı göz önünde bulundurularak başvurucunun bu kapsamdaki şikâyetinin değerlendirilmesinde takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.

96. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

97. Başvurucu, terör örgütüne yardım ettiği şüphesiyle 5/3/2002 tarihinde gözaltına alınmıştır. Bakanlık görüş yazısı ile teyit edildiği üzere aynı tarihli gözaltına giriş raporunda başvurucunun vücudunda darp cebir izine rastlanmadığı tespit edilmiştir. 7/3/2002 tarihli gözaltından çıkış raporunda da darp cebir izine rastlanmadığı saptanmıştır. Başvurucunun tutuklanmasını müteakiben cezaevine kabul edilmeden önce alınan raporunda ise “sol koltuk altında iç kısımda dirseğe kadar yaygın ekimozları, … sağ koltuk altında aynı şekilde ekimozları mevcuttur. Çekilen filminde kırık yoktur. Aynı zamanda her iki ayak tabanında ödem ve hassasiyeti mevcuttur.” ifadelerine yer verilmiştir. Belirtilen rapor üzerine başvurucunun Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünde muayenesi yaptırılmak istenmiş ise de anılan Şube Müdürlüğünün kapalı olduğu gerekçesiyle muayenesi yaptırılamamıştır. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünce başvurucu hakkında düzenlenen 12/3/2002 tarihli raporunda “Sağ humeral bölge iç yan yüz proksimalde aksiler bölgeye uzanan kısımda 10x5 cm’lik alan içinde farklı boyut ve şekillerde; çevreleri açık yeşil-sarı renk almış resorbsiyonu devam eden 6-8 günlüğe uyan eski ekimotik alanlar, sol humeral bölge iç yan yüz proksimalde aksiler bölgeye uzanan kısımda 7x4 cm’lik alan içinde farklı boyut ve şekillerde; çevreleri açık yeşil-sarı renk almış resorbsiyonu devam eden 6-8 günlüğe uyan eski ekimotik alanlar saptandığı, vücudunun çeşitli bölgelerinde subjektif ağrı şikayeti tarif ettiği ancak vücudun diğer bölgelerinde travmatik lezyon bulgusu saptanmadığı, sistem muayenelerinin doğal bulunduğu; uzuv zaafı ya da uzuv tatili niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik ya da fonksiyonel bir araz saptanmadığı…” ve başvurucunun “tarif edilen ekimozlara neden olan travmatik arızasının” başvurucunun yaşamını tehlikeye sokmadığı ve beş gün “mutad iştigaline” engel teşkil edeceği ve “Uzuv zaafı ya da uzuv tatili niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik ya da fonksiyonel bir araz” bulunmadığı tespit edilmiştir.

98. İlk Derece Mahkemesinin 16/1/2013 tarihli ve E.2011/191, K.2013/6 sayılı kararı ile sanıkların başvurucuya karşı 765 sayılı mülga Kanun’un 245. maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan suçu işledikleri sabit görülerek 10 ay hapis ve kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

99. Diğer yandan İlk Derece Mahkemesi, sanıklara verilen nihai ceza miktarını ve sanıkların sabıkasız oluşlarını dikkate alarak yeniden suç işlemeyeceklerine kanaat getirdiğini belirterek 10 ay hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

100. Başvurucu 7/3/2002 tarihli ilk ifadesinde, emniyet müdürlüğünde kendisine işkence edildiğini, sırtına vurduklarını, üzerine buzlu su döküp pervane çalıştırdıklarını, yatağa giderken üzerine buz sürdüklerini, gözleri kapalıyken dört beş kişi tarafından darp edildiğini beyan etmiştir. Başvurucu, tutuklandıktan sonra avukatlarının dilekçesi üzerine alınan 17/5/2002 tarihli ifadesinde, göz altında bulunduğu süre içinde bir kadın polis memurunun, (başvurucunun) kocasının gözü önünde makatına cop soktuğunu, kanamasının başladığını ve bayılıp yere düştüğünü, bunun üzerine hastaneye götürdüklerini, bilinci yerinde olmadığı için doktorun ne yaptığını hatırlamadığını, savcılıkta verdiği ifadede utandığı için bu olanları söylemediğini, Diyarbakır’daki adli tabibin sadece koltuk altlarına baktığını, anılan şikâyetini belirtmesine rağmen doktorun muayene etmediğini, ilk ifadesinde diğer kötü muamele oluşturan eylemleri anlattığını ifade etmiştir.

101. Mardin Devlet Hastanesinde yapılan 21/5/2002 tarihli muayeneye kadar hiçbir doktorun başvurucunun anal bölgesinin muayenesini yapmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu duruşmadaki beyanında anılan vücut bölgesine ilişkin şikâyetlerini daha önce muayene eden doktorlara ilettiğini ancak muayene etmediklerini ifade etmiştir.

102. Adli Tıp Kurumunun 21/10/2005 tarihli raporunda başvurucuda tespit edilen kronik anal fissürün makata yabancı cisim sokulması ile meydana gelebileceği gibi, kabızlık gibi bünyesel sebeple de meydana gelebileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamayacağı, ayrıca hiçbir şekilde fissürün yaşının tespit edilemeyeceği bildirilmiştir.

103. Görüldüğü üzere başvurucunun ilk planda kötü muameleye ilişkin şikâyetlerini dile getirirken cinsel saldırıya ilişkin şikâyetlerini dile getirmemesi, bu kapsamdaki iddialarının ispatını son derece zorlaştırmıştır.

104. İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinde de başvurucunun “tecavüze uğradığı” gerekçesiyle sanıklara verilecek cezanın artırılması talebinin, aldırılan adli raporlarda sanıkların başvurucuya “cop ile tecavüz ettiklerine ilişkin yeterli bulgunun elde edilemediği, dolayısıyla sanıklar hakkında cezayı artırım nedeni bulunmadığı” gerekçesiyle reddedilmiş ve sanıkların cezalarında artırım yapılmamıştır.

105. Gözaltında olduğu için dış dünyayla ilişkisi kesilen veya kendisine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her zaman olanaklı olmayan başvurucunun, gözaltı sırasında maruz kaldığı kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptığı şikâyetleri temellendirmesinin, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılması mümkündür.

106. Buna göre başvurucunun aşamalarda, cinsel saldırı eylemine ilişkin olan ve utanma duygusu nedeniyle en başta ileri sürülemediği şeklinde makul bir açıklamaya kavuşturulan şikâyeti haricinde, birbiriyle genel olarak uyumlu ifadeleri, başvurucunun cezaevine kabul edilmeden önce Devlet Hastanesinde ve daha sonra Adli Tıptan alınan doktor raporları ile İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararı, başvurucunun işkence ve kötü muameleye dair iddialarının temelden yoksun olmadığına karine oluşturmuştur. Sağlıklı bir şekilde gözaltına alınan başvurucunun, gözaltından çıkarılmadan önce yaralanmış olduğu ya da fiziksel iz bırakmayan kötü muamele gördüğünün tutarlı ifadeleri ve doktor raporları ile saptanmış olması karşısında, artık bunun kolluk görevlilerinin eylemleri sonucu olmadığına ilişkin ispat yükü, kamu otoritesini temsil eden idare aleyhine yer değiştirmiştir.

107. İlgili kolluk görevlileri savunmalarında, başvurucunun kendisini sürekli yere attığını, ifade vermek için nezarethaneden çıkmadığını, pasif direnişi ve “kilolu” bünyesi nedeniyle başvurucuyu yürütmekte zorlandıklarını ve sürekli koltuk altlarından tutmak zorunda kaldıklarını, başvurucunun nezarethanede de sık sık kendini yataktan yere attığını ifade etmişlerdir. Ancak başvurucunun sadece koltuk altlarındaki yaralara ilişkin olan sanıkların bu açıklamalarının, özellikle başvurucunun ayak altlarındaki şişlikler ve vücudunun diğer bölgelerinde tespit edilen tıbbi bulguların meydana geliş şekli konusunda yeterli düzeyde bir ikna ediciliğe sahip olduğunu söylemek güçtür.

108. Diğer yandan sanıklardan L.B., başvurucunun kendisine zarar vermeye yönelik tüm eylemlerini saat saat tutanağa bağladıklarını ifade etmiş ise de bu tutanakların içeriği ve güvenilirliği konusunda İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararında veya Bakanlık görüş yazısında herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır.

109. Başvurucunun birtakım fiziksel ve ruhsal saldırılara maruz kaldığı, Yargıtayın 14/9/2011 tarihli bozma kararı (bkz. § 54) ve bu karar üzerine İlk Derece Mahkemesince verilen 16/1/2013 tarihli karar (bkz. § 55) ile sabittir. Ancak başvurucunun maruz kaldığı bu eylemlerin Anayasa’nın 17. maddesinde güvenceye bağlanan işkence ve kötü muamele yasağı çerçevesinde, ağırlık düzeyi olarak hangi kategoriye dâhil olduğunun belirlenmesi gerekmektedir.

110. Başvurucu hakkında çeşitli sağlık raporlarında belirtilen tıbbi bulguların tümü ve gözaltı sırasında maruz kaldığı kötü muameleye ilişkin başvurucunun beyanları, birtakım fiziksel acılara maruz kaldığını ortaya koymuştur. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun maruz kaldığı eylemleri kötü muamele olarak nitelendirmiş ise de bu eylemlerin hangi amaçla yapıldığı konusunda bir kabul ortaya koymamıştır.

111. Nitekim somut olaya uygulanan 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesinin birinci fıkrasındaki “veya diğer herhangi bir sebeple” ifadesi, bu Kanun maddesinin uygulanması bakımından, suçun mağduruna yöneltilen eylemlerde belirli bir amaç unsurunu vazgeçilmez kılmamaktadır. Ancak bu durum, İlk Derece Mahkemesinin bu konuyu netliğe kavuşturma yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Zira amaç unsuru, bireyin vücut bütünlüğüne yönelik en ağır müdahale şekli olan işkenceyi diğer insanlık dışı muamelelerden ayıran en önemli kriterdir. Bu çerçevede, bireylerin vücut bütünlüklerine yönelik eylemleri önleme ve önlenememiş müdahaleleri etkili bir şekilde cezalandırma yükümlülüğü altında bulunan devletin, işkence ve kötü muamele türünden haksız eylemleri kademelendirmesi ve işkence olarak nitelendirdiği eylemleri, diğer eylemlere nazaran daha ağır şekilde cezalandırması şarttır.

112. Olayların süregelişi, başvurucuya uygulanan acı ve ızdırap verici eylemlerin, kendisine yöneltilen olaylar hakkında itiraf ve/veya beyanda bulunmasını sağlamak, herhangi bir şekilde davranması için gözdağı vermek veya ayrımcılığa dayalı herhangi bir gerekçeyle bilinçli olarak uygulandığını net bir şekilde doğrulamamaktadır. Gerek İlk Derece Mahkemesi kararından, gerekse somut olayın kendine has koşullarından, başvurucuya yönelik eylemlerin belirli bir amaç veya saik doğrultusunda yapıldığı konusunda kuşku bırakmayacak bir çıkarsamaya varılamamıştır. Buna rağmen ortaya çıkarılan fiillerin, başvurucuya fiziksel ve psikolojik acı verme, direncini kırma amacı olan korku, endişe veya aşağılık duygusu oluşturucu nitelikte olduğu anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla belirtilen genel ilkeler ışığında başvurucunun maruz kaldığı kötü muamelelerin “eziyet” seviyesinde olduğu sonucuna ulaşmak için yeterli düzeyde ciddi kanıt unsuru bulunmaktadır.

113. Her ne suretle olursa olsun, özgürlüğü kısıtlanan bir kişiye -bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça- fiziksel güç kullanılması insan onurunu kırar ve kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder. Özellikle olay tarihi itibarıyla sosyoekonomik yönden zayıf durumda olan, okuma yazma bilmeyen ve kendisini Türkçe konuşarak ifade edemeyen bir kadın olması göz önüne alındığında başvurucunun gözaltı sırasında uğradığı tespit edilen şiddetin ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar yadsınamaz.

114. Diğer taraftan gözaltında olduğu için zaten oldukça kırılgan bir durumda olan başvurucunun, pasif direnişi ile orantısız bir şekilde sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalması ve gözaltı süresi devam ederken sevk edildiği hastanelerde düzenlenen doktor raporlarının, kendisine karşı güç kullanan görevlilerin veya bu görevlilerin bağlı bulundukları kolluk biriminin takibi altında olmasının, başvurucunun üzerindeki tehdidin varlığını devam ettirdiği, bunun da insan onuruna bir müdahale oluşturduğu açıktır. Zira başvurucunun doktor raporları alınmak üzere ilgili Hastaneye nakillerinde, gözetimi altında bulunduğu kolluk görevlilerinin nezaret ettiği anlaşılmakla beraber, rapor düzenleyen doktorların tanık sıfatıyla alınan beyanlarında, düzenlenen raporların özellikle ilgili kolluk görevlilerine karşı gizliliğinin sağlanması hususunda herhangi bir önlem alındığına dair bir ifade veya ipucuna rastlanmamıştır. Oysa İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6c. maddesinde, muayene edilen kişi hakkında hazırlanan raporun gizli tutulması ve muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmesi, bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasının güvenceye alınmasının devletin sorumluluğunda olduğu, -muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere- raporun başka kimseye verilmemesi gerektiği düzenlenmiştir (bkz. § 64).

115. Ayrıca Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası göz önünde tutulduğunda mağdurun eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerekir. Saikin önem düzeyi ne kadar yüksek olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde dahi bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlak niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya veya haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir.

116. AİHM’e göre de ceza soruşturmasının gereklilikleri ve suçla ve özellikle terör suçları ile mücadelenin doğasında yer aldığı inkar edilemeyen zorluklar, bireyin maddi bütünlüğünün dokunulmazlığına sınır getirilmesi sonucunu doğurmaz (Tomasi/Fransa, B. No: 12850/87, 27/8/1992, § 115).

117. Yukarıda ifade edilen ve insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneğini etkileyen, aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin, şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle gerçekleştiği belirlenmiştir. Buna göre başvurucuya uygulanan muamelenin amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alındığında ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu eylemlerin başvurucuya fiziksel ve psikolojik acı verme, direncini kırma, aşağılama amacı olan, korku, endişe ve aşağılık duygusu oluşturucu nitelikte olması göz önünde bulundurulduğunda ve ayrıca bu muamelelerin, başvurucunun vücut bütünlüğünde oluşturduğu etkileri de dikkate alındığında “eziyet” olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

118. İlk Derece Mahkemesince sanıklar hakkında, tespit edilen eziyet eylemleri nedeniyle 10 ay hapis cezası verilmiş ve buna ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

119. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesi, 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun’un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturmaktadır (Tahir Canan, § 30).

120. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması için yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı maddi zararın, aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tamamen giderilmesi, mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması gerekmektedir. Tüm bu koşulların bulunması hâlinde mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır. Denetim süresi içinde sanığın kasten yeni bir suç işlememesi ve yükümlülüklere uygun davranması hâlinde açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine karar verilecektir. Sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya yükümlülüklere aykırı davranması hâlinde ise mahkemece açıklanması geri bırakılan hüküm açıklanacaktır (Tahir Canan, § 31).

121. Diğer taraftan kanunda belirtilen koşulların gerçekleşmesine karşın sanığın kabul etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasının son cümlesinde ifade edilmektedir. Bu kapsamda sanığın, yargılamanın hukuki kesinliği ifade eden bir hükümle sonuçlanmasını ya da cezaya hükmedilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını tercih etme imkânı bulunmaktadır (Tahir Canan, § 32).

122. 5271 sayılı Kanun’un (12) numaralı fıkrasında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı itiraz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasıyla veya bu süre içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmemesi hâlinde düşme kararıyla yargılama nihai olarak sona erdiğinden hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilir ve esasa ilişkin itirazlar bu aşamada ileri sürülebilir (Tahir Canan, § 33).

123. Bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin hukuki sorunların incelenmesi Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında olmayıp konu derece mahkemelerin takdirine bırakılmıştır. Yine bu bağlamda suçlu-suçsuz kararı vermek ya da daha hafif veya ağır ceza belirlemek de Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında yer almamaktadır (Tahir Canan, § 35).

124. Ancak Anayasa Mahkemesinin kararlarında da belirtildiği gibi cezai yaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de kuralların, önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir (E.2010/104, K.2011/180, 29/12/2011). Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması arasında makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Ayrıca yaptırımlarda güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılmasıdır. Nitekim Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını belirtirken 5237 sayılı Kanun’un 3. maddesine göre de suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunması gerekmektedir. AİHM de suçun niteliğinin ve verilen cezaların ağırlığının, yapılan müdahalenin orantılılığı bakımından dikkate alınması gereken unsurlar olduğunu kaydetmiş ve gerçekleştirilen müdahalenin “demokratik bir toplum için zaruri” olması gerektiğini belirtmiştir (Tahir Canan, § 36; Varlı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 38586/97, 19/10/2004).

125. Diğer yandan işkence, eziyet ve kötü muamele niteliğindeki eylemlere müsamahalı yaklaşıldığı izlenimi verilmemesi de bu kapsamdaki fiillere ilişkin cezaların orantılılığı bakımından asgari sınırı teşkil etmektedir.

126. İlk Derece Mahkemesince sabit görülen eylemlerin nitelik ve ağırlığı dikkate alındığında sanıklar hakkında hükmedilen 10 ay hapis cezasının orantılı olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir. Bunun yanı sıra hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle -sanıkların deneme süresi içerisinde suç işlememeleri şartıyla- belirtilen hapis cezasının uygulanmamasının ve bu cezanın hiç vaki olmamış sayılarak adli ve memuriyet sicillerine yansımamasının, yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek düzeyde yeterli caydırıcı bir etki doğurmadığı açıktır. Bu nedenle devletin söz konusu davada başvurucunun fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmıştır.

127. Açıklanan nedenlerle başvurucunun maruz kaldığı bu eylemlerden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

 i. Genel ilkeler

128. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

129. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

130. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 111; Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

131. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

132. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (Tanlı/Türkiye, § 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

133. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96, 57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114; Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

134. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, § 92; Khadjialiyev ve diğerleri/Rusya, B. No: 3013/04, 6/11/2008, § 106; Denis Vassiliev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 157; Dedovski ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 92; Ognyanova ve Choban/Bulgaristan, B. No: 46317/99, 23/2/2006, § 107).

135. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).

136. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir (Oğur/Türkiye, §§ 91, 92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81, 82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83, 84). Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

137. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi hâlinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir (Tahir Canan, § 26; Cezmi Demir ve diğerleri, § 118; Aksoy/Türkiye, § 95; Ramirez Sanchez/Fransa, B. No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157-160).

138. İşkence, eziyet ve kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, §§ 111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

139. Mahkemelerin; özellikle işkence, eziyet ve kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hüseyin Esen/Türkiye, B. No: 49048/99, 8/8/2006; Özgür Kılıç/Türkiye, B. No: 42591/98, 24/9/2002).

140. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence, eziyet veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin, görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 121; Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

 ii. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

141. Sunulan kanıtlara dayanılarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince devletin, negatif sorumluluğu kapsamında başvurucunun maruz kaldığı kötü muameleden sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Ayrıca başvurucu tarafından yapılan şikâyetler etkili soruşturma hakkı kapsamında “kabul edilebilir” olarak görülmüştür. Buna göre yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturmayı yürütmesi zorunluluğu bulunduğundan bu zorunluluğa uyulup uyulmadığının tespiti gerekmektedir.

142. Başvurucu, yargılama sürecinin 11 yıl sürmüş olmasına rağmen etkili ve yeterli bir karar verilmediğini, yargılama sonucunda verilen nihai kararın işkence fiilinin faillerinin cezası kalması sonucunu doğurduğunu, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

143. Bakanlık görüş yazısında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının bir af veya bağışlama olmadığı, onarıcı adalet anlayışının gereği olarak faillerin hayattan kopmadan rehabilitasyonu, mağdura verilen zararın giderilmesi ve toplumun korunması amaçları doğrultusunda ceza adalet sistemine dâhil olduğu, AİHM içtihatlarına göre hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının bir cezanın infazının tecil edilmesinden çok daha geniş kapsamlı bir etkiye sahip olduğu, suçluların cezasız kalmasına yol açtığı, suçlu denetimli serbestlik yükümlülüklerine uyduğu taktirde ceza da dâhil olmak üzere kararın tüm hukuki sonuçlarının ortadan kalktığı, ceza ertelendiğinde ise ne karar ne de karara dayalı mahkûmiyetin varlığının sona erdiği, bu tür cezaların ertelenmesinin mahkûmiyet hükümlerinin etkisiz kalmasına yol açtığından “kabul edilemez tedbirler” kategorisine girdiği; hâkimlerin, hukuka aykırı ciddi davranışlara hiçbir şekilde göz yumulamayacağını göstermekten ziyade bu tür davranışların sonuçlarını aza indirmek için kendi takdir yetkilerini kullandıklarını, işkence failleri hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı benzer davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmedildiği ayrıca AİHM’in, devletlerin usule ilişkin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerini değerlendirirken suçlular hakkındaki yargılamanın süresini, yargılama devam ederken herhangi bir disiplin soruşturması yapılıp yapılmadığını, sorumluların görevden uzaklaştırılıp uzaklaştırılmadıklarını göz önünde bulundurduğu bildirilmiştir.

144. Somut başvuruya ilişkin olarak Bakanlık görüşünde, başvurucunun işkenceye uğradığı iddiasıyla ilgili gerekli soruşturmanın yapıldığı ve suçlular hakkında mahkûmiyet kararı verildiği, bu mahkûmiyet kararının açıklanmasının geri bırakıldığı, 7/3/2002 ile 26/3/2013 tarihleri arasında devam eden yargılamanın yedi yıl üç aylık bölümünün İlk Derece Mahkemesi ve savcılıkta, iki yıl yedi aylık bölümünün ise temyiz merciinde geçtiği, başvurucunun maruz kaldığı eylemi soruşturma makamlarına taşıyabildiği, yargılama faaliyetlerine aktif bir şekilde katıldığı ve yargılama neticesinde verilen karara karşı itiraz yoluna başvurabildiği, başvurucunun kişi dokunulmazlığı hakkının usul yükümlülüğü bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin değerlendirilmesi konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

145. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

146. Somut olayda başvurucunun şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde, kendisine kötü muamelede bulunulduğunu iddia etmesi üzerine Cumhuriyet Savcısı tarafından 7/3/2002 tarihli tutanak tutularak alınan ifade tutanağının bir sureti eklenmek suretiyle görevliler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında gözaltına giriş çıkış raporları haricinde, resen veya başvurucu ve avukatlarının iddiaları üzerine 7/3/2002 ve 21/5/2002 tarihlerinde Mardin Devlet Hastanesinden, 12/3/2002, 12/3/2002 ve 21/12/2002 tarihlerinde Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğünden ve 27/9/2002, 16/9/2005, 21/10/2005 ve 30/11/2007 tarihlerinde Adli Tıp Kurumundan adli muayene raporları alınmıştır.

147. Anılan raporlardaki yaralanmalar nedeniyle Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 5/2/2003 tarihli iddianamesi ile başvurucuya karşı “sanığa cürmü söyletmek için işkence ve sair kötü muamele yapma” suçunu işledikleri iddiasıyla ilgili polis memurları L.B., B.U. ve H.Ş.P. hakkında kamu davası açılmıştır.

148. Diğer yandan hakkında kamu davası açılan polis memuru H.Ş.P.nin başvurucuya karşı “ırza geçme” suçunu işlediği iddiası yönünden Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 3/3/2004 tarihli ve 2004/547 Hazırlık sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

149. Polis memurları hakkında delil yetersizliği nedeniyle İlk Derece Mahkemesince verilen beraat kararının Yargıtayca bozulması üzerine Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2013 tarihli kararı ile sanıkların başvurucuya karşı işkence suçunu işledikleri sabit görülerek 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesinin birinci fıkrası gereğince 10 ay hapis ve kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası ile cezalandırılmalarına ve 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

150. Devletin, usul yükümlülüğü çerçevesinde, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularını belirlenmelerini ve gerekiyorsa cezalandırılmalarını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütme ödevi bulunmaktadır. Böyle bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının bu saldırılar konusunda hesap verebilirliklerini sağlamaktır. Ayrıca yürütülen soruşturma neticesinde işkence, eziyet ve kötü muamele niteliğindeki eylemlere müsamahalı yaklaşıldığı izleniminin de verilmemesi gerekmektedir.

151. Somut olayda ise sanıklara 10 ay hapis cezası verilmesi ve buna ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılması, soruşturmanın etkililiğini de zedelemiştir. Dahası ilgili kamu görevlileri hakkında herhangi bir disiplin soruşturması yürütüldüğüne dair bir belge veya bilgiye de ulaşılamamıştır.

152. Genel ilkelerde de değinildiği üzere soruşturmayı yapan makamların yanı sıra soruşturmaya katkı sağlayan uzmanların da bağımsız ve tarafsız olmaları, usul yükümlülüğünün tam manasıyla yerine getirilmesi bakımından vazgeçilmezdir. Nitekim ilgili uluslararası hukuk kısmında nakledilen ve AİHM kararlarında da sıkça atıfta bulunulan İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 2. maddesinde soruşturmayı yürütenlerin, işkence ve kötü muamele olayının faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olması gerektiği ifade edilmiştir (bkz. § 63).

153. Somut olayda ise Mahkemece 2/6/2003 tarihinde Emniyet Müdürlüğü binasında keşif yapılmış ve kovuşturma kapsamında aynı zamanda tanık olarak bilgisine başvurulan ve hakkında yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun parmak izi ve fotoğraflarının alınmasında görev yapmış olan R.S.ye bilirkişilik yaptırılmıştır. Adı geçen bilirkişi tarafından, “nezarethanedeki yüksek seslerin başka yerlerden rahatlıkla duyulabileceği” yönünde rapor düzenlenmiştir.

154. Adı geçen bilirkişi ile sanıklar, aynı hiyerarşik yapı içerisinde hatta aynı bina içerisinde görev yapan polis memurlarıdır. Ayrıca belirtildiği üzere adı geçen bilirkişi, başvurucunun nezarethanede parmak izi alma ve fotoğraflama işlemlerini de yapmış olup tespit edilen işkence ve kötü muamele iddialarının doğrudan veya dolaylı olarak potansiyel tanığıdır. Bu çerçevede adı geçen bilirkişinin, yürütülen soruşturmaya bir uzman olarak bağımsız ve tarafsız olarak hizmet ettiğini varsaymak oldukça güçtür.

155. Diğer yandan başvurucunun maruz kaldığı kötü muamelelere en yakın zaman diliminde düzenlenmiş olan 7/3/2002 tarihli gözaltı çıkış raporunda, başvurucuda darp cebir izine rastlanmadığı tespitine yer verilmiştir. Anılan raporu düzenleyen doktor, 22/5/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından tanık sıfatıyla alınan ifadesinde, 7/3/2002 tarihli rapor altında bulunan imzanın kendisine ait olduğunu, başvurucuyu hatırladığını, şahsın elbiselerinden tecrit ederek muayene ettiğini, sırtına ve göğsüne baktığını, herhangi bir “şiddet arazı” veya ekimoza rastlamadığını ayrıca şahsa herhangi bir şikâyeti olup olmadığını sorduğunu, sağ tarafının kaburgalarının alt kısmını göstererek ağrıdığını söylediğini, gösterdiği yerde herhangi bir darp cebir izi tespit etmediğini, safra kesesinden kaynaklanabileceğini düşündüğünü ve raporu bu şekilde düzenlendiğini beyan etmiştir.

156. Başvurucunun cezaevine fiilen kabulünden önce Mardin (E) Tipi Kapalı Cezaevi Müdürlüğünün 7/3/2002 tarihli talebi üzerine Mardin Devlet Hastanesi Tabipliğince aynı gün saat 15.50 itibarıyla düzenlenmiş olan muayene raporunda ise “sol koltuk altında iç kısımda dirseğe kadar yaygın ekimozlarsağ koltuk altında aynı şekilde ekimozlarher iki ayak tabanında ödem ve hassasiyet” mevcut olduğu tespit edilmiştir.

157. Raporlar arası çelişkinin nedeni, 7/3/2002 tarihli gözaltı çıkış raporunu düzenleyen doktora sorulduğunda kendi düzenlediği raporun doğru olduğunu, muayene ettiği sırada şahısta herhangi bir darp cebir izi bulunmadığını, daha sonra olmuş ise de bu konuda bir bilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir.

158. Ayrıca aynı gün düzenlenen ikinci rapordaki tıbbi bulguların ilk raporda yer almaması, ilgili doktorun görevini ihmal ettiği şüphesini uyandıran bir durum ise de anılan doktor hakkında herhangi bir adli veya idari soruşturma yürütüldüğüne dair herhangi bir belge veya bilgiye ulaşılamamıştır.

159. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde başvurucunun gözaltına alındığı 5/3/2002 tarihinde başlayan soruşturma ve sonrasındaki yargılamaların hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karara karşı itirazın reddedildiği 26/3/2013 tarihinde sonuçlandığı görülmüştür. Böylece yargılama sürecinin 11 yıl 21 gün sürdüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla Derece Mahkemeleri önündeki yargılamanın, makul bir ihtimam gösterilerek gerekli olan süratle sonuçlandırıldığını söylemek mümkün değildir.

160. Makul kabul edilemeyecek derecede uzun süren bir yargılama sonucunda faillere, tespit edilen eylemleri ile orantılı olduğu söylenemeyecek bir ceza (10 ay hapis) verilmesi ve üstelik buna ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile bu caydırıcılıktan uzak sonucun ortaya çıkmasında etkisi olması kaçınılmaz olan süreçteki eksiklikler (bkz. § 152 vd.); soruşturmanın, eziyet fiillerinin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması bakımından yeterli bir etki doğurmasını engellemiştir. Dahası işkence, eziyet ve kötü muamele eylemlerini gerçekleştirdikleri tespit edilen görevlilerle ilgili ulaşılan bu nihai sonuç, bu tür olaylara karışan kamu görevlerine müsamaha ile yaklaşıldığı izlenimini uyandırdığı ve dolayısıyla bu tür fiilleri gerçekleştirme temayülü olan görevlileri cesaretlendirebileceği gibi bireylerin bu kapsamda devlete ve adalet mekanizmalarına olan güvenlerini de zedeleyebileceği açıktır.

161. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

162. 30/3/2011 tarihli ve 6216 Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

163. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu ihlal nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararlarının karşılanmasını talep etmiştir. Başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı bulunması gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.

164. Başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik müdahale ve olay hakkında etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya takdiren net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

165. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından başvurucuya net 30.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

4/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ZEKİ BİNGÖL BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2013/6576)

 

Karar Tarihi: 18/11/2015

R. G. Tarih ve Sayı: 30/12/2015-29578

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Zeki BİNGÖL

Vekili

:

Av. Gülser TEKE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, hukuka aykırı olarak karakolda alıkonulma, polisler tarafından darp edilme ve bu konuda yapılan şikâyet üzerine etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle Anayasa'nın 10., 13., 17. ve 19. maddelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın 12/8/2015 tarihli görüş yazısı 20/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 3/9/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri, Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler, başvuruya konu soruşturma evrakı ile polis merkezi kamera kayıtları doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, emekli askerî personel olup tehdit aldığı gerekçesiyle hakkında yakın koruma tedbiri kararı bulunmaktadır.

8. Başvurucunun evinin kapısına bir çağrı pusulası yapıştırılarak en kısa sürede Şehremini Polis Merkezine başvurması gerektiği bildirilmiştir. Çağrı pusulasının ne zaman yapıştırıldığına ilişkin tarih bilgisi bulunmamaktadır.

9. 22/12/2012 tarihinde avukatı ile görüşmek üzere evden çıkan başvurucu, bindiği taksinin şoförü ile tartışma yaşamış; taksi şoförü, aracı Şehremini Polis Merkezinin önüne götürmüş, başvurucu hakkında kendisine hakaret ve tehditte bulunduğu iddiasıyla şikâyetçi olmuştur.

10. Taksi şoförünün kendisini Şehremini Polis Merkezine getirmiş olmasının evine bırakılan çağrı kâğıdı ile ilgisi olduğunu düşünen başvurucu araçtan inerek karakola girmiştir.

11. Kamera kayıtlarından tespit edildiği üzere başvurucu, ifade odasına girmiş; bu sırada ifade alma işlemi yapan polis memuru başvurucuya dışarı çıkmasını işaret etmiş, başvurucunun dışarı çıkmamakta ısrar etmesi üzerine polis memuru, başvurucuyu kolundan çekerek dışarı çıkarmak istemiştir. Dengesini kaybederek sendeleyen başvurucu, önünde bulunan sandalyeyi polis memuruna doğru itmiş; bunun üzerine polis memuru, başvurucuya yumruk atmıştır. Başvurucunun da polis memuruna yumruk atması üzerine gelen diğer polis memurları başvurucuya müdahale etmiş, bir kişi başvurucunun ensesinden tutup yere yatırırken diğer polis memuru başvurucuya yumruk atmış, polis memurları yerde yatan başvurucuya vurmaya devam etmiş, beş polis memuru kendisini tutmakta iken kendisine yumruk atılan polis memuru başvurucuya üç kez tekme atmıştır. Başvurucu odadan çıkarılmış, elleri kelepçelenerek nezarethane önünde bulunan bekleme odasına götürülmüştür. Başvurucu, bekleme odasında elleri kelepçeli vaziyette bir süre beklemiş; bu sırada polis memurlarıyla sözlü olarak tartışmaya devam etmiş, bekleme odasında bulunan dolaplara tekme atmış, daha sonra yüzünü dolaplara dönerek bilinçli bir şekilde kafasını dolaba vurması üzerine baygınlık geçirmiştir.

12. Bir süre sonra başvurucunun avukatı karakola gelmiştir. Cumhuriyet Savcısı ile telefonla yapılan görüşmede başvurucunun gözaltına alınması talimatı alınmış, bu doğrultuda başvurucunun üst araması yapılmış ve adli muayene raporu alınması için başvurucu, hastaneye sevk edilmiştir.

13. Başvurucu muayene olmayı reddetmiş ancak darp edildiğini beyan ederek doktordan tutanak tutmasını istemiştir.

14. Muayeneden sonra tekrar Polis Merkezine getirilen başvurucunun, askerî personel olduğu ve hakkında özel koruma kararı bulunduğunun belirlenmesi üzerine Cumhuriyet savcısına tekrar bilgi verilmiş; savcının, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılması talimatı vermesi üzerine gözaltı işleminden vazgeçilmiştir.

15. Başvurucu, ifadesi alındıktan sonra adli muayene raporu alınması için hastaneye sevk edilmiş, muayene gerçekleştikten sonra salıverilmiştir.

16. Başvurucu, polis memurlarının şiddetine maruz kaldığı iddiasıyla ilgili polis memurları hakkında şikâyetçi olmuş; polis memurları ise başvurucunun basit yaralama, hakaret, görevi yaptırmamak için direnme ve kamu malına zarar verme suçlarını işlediği iddiasıyla işlem başlatmışlardır.

1. Başvurucuya İsnat Edilen Suçlar Kapsamında Yapılan İşlemler

a. Hakaret, Tehdit, Trafik Güvenliğini Tehlikeye Atma Suçlarına İlişkin İşlemler

17. Başvurucuyu karakola getiren taksi şoförü N.Ö. özetle; 22/12/20012 günü saat 15.30 sıralarında el kaldırması üzerine yoldan başvurucuyu aldığını, başvurucunun Şirinevler’e gitmek istediğini söylediğini, seyir hâlindeyken kendisine nereli olduğunu sorması üzerine İstanbullu olduğunu söylediğini, şahsın “Ben de Sinopluyum.” dediğini, “Olabilir.” diye cevap verince başvurucunun “Ne demek lan olabilir?” diyerek omzuna yumruk attığını, kendisinin “Sakin ol, istemiyorsan başka araca bin.” dediğini, bunun üzerine başvurucunun kendisine küfrederek direksiyona müdahale ettiğini, aracı karakola çekerek durumu polislere anlattığını beyan etmiştir.

18. Taksi şoförünün başvurucu hakkında yaptığı şikâyet sonucunda başvurucu hakkında hakaret, tehdit, trafik güvenliğini tehlikeye atma suçları kapsamında soruşturma başlatılmış; isnat edilen suça ilişkin taksi şoförünün soyut iddiası dışında kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 5/2/2013 tarihli ve S. No: 2013/16257, K.2013/7286 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir.

b. Basit Yaralama, Hakaret, Görevi Yaptırmamak İçin Direnme ve Kamu Malına Zarar Verme Suçlarına İlişkin İşlemler

19. Polis memurları, başvurucunun bir polis memurunu yaraladığını, kendisine müdahale etmek isteyen polis memurlarına direndiğini, Polis Merkezindeki eşyalara zarar verdiğini, kendilerine hakaret ettiğini belirterek başvurucu hakkında şikâyetçi olmuşlardır.

20. Başvurucunun yumruk attığı polis memuru A.B. hakkında Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinden saat16.01’de alınan raporda “üst dudak sol iç kısımda 1 cm’lik abrazyon” tespit edildiği belirtilmiştir.

21. Olay yeri inceleme ekiplerince, Polis Merkezinde bulunan birtakım eşyaların zarar gördüğüne ilişkin tutanak düzenlenmiştir.

22. Başvurucu hakkında, Polis Merkezinde meydana gelen olaylar nedeniyle basit yaralama, hakaret, görevi yaptırmamak için direnme ve kamu malına zarar verme suçlarından 2013/27290 sayılı soruşturma başlatılmış; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/4417 sayılı iddianamesiyle başvurucunun anılan suçlardan cezalandırılması istemi ile dava açılmıştır.

23. Yargılama, İstanbul 31. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2013/120 sayılı dava dosyasında devam etmektedir.

2. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Kapsamında Yapılan İşlemler

a. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları

24. Başvurucu, 31/12/2012 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçede:

i. 22/12/2012 tarihinde bindiği taksinin Karakolun önünde durması neticesinde Karakola girdiğinde derdest edildiğini, ellerinin arkadan kelepçelendiğini ve kelepçelerin gereğinden fazla sıkıldığını, polis memurları tarafından darp edildiğini, yere yatırıldığını; tekmeyle suratına, başına vücudunun diğer yerlerine vurulduğunu, suratını betona bastırılarak saçlarının yolunduğunu ve kendisine küfür edildiğini,

ii. Polis memurlarınca yapılan işlemin yakalama ve gözaltı niteliğinde olmasına karşın buna yönelik bir savcı kararı olmadığını ve uygun prosedürün uygulanmadığını, illegal üst araması yapıldığını belirterek polis memurları hakkında şikâyette bulunmuştur.

b. Başvurucu Hakkında Alınan Sağlık Raporları

25. Başvurucu, gözaltı giriş işlemleri için adli muayene raporu almak üzere Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüş; başvurucunun muayene olmak istemediği ancak darp edildiğini belirttiği anlaşılmış, saat 17.07’de düzenlenen 22/12/2012 tarihli raporda "alın orta kısımda 4 cm çapında hiperemi, göğüs sağ kısımda hassasiyet" tespit edildiği belirtilmiştir.

26. Başvurucu, ifade işlemi sonrasında tekrar Hastaneye götürülmüş; aynı gün saat 23.13'te düzenlenen genel adli muayene raporunda "üst dudak orta kısımda sıyrık, göğüs sağ kısımda ağrı ve hassasiyet, alın orta kısımda 3-4 cm çapında ekimoz, sıyrık, burunda ekimoz ve şişlik, sağ el bilek dış kısımlarda sıyrık, her iki el bilek çevresinde kelepçe izine uyar ekimoz ve kızarıklık, sağ uyluk dış orta kısımda 3-4 cm alanda hiperemi ve sıyrık" tespit edildiği belirtilmiştir.

27. Soruşturma aşamasında başvurucuya ait geçici sağlık raporları Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilerek kesin rapor düzenlenmesi istenmiş, 21/2/2013 tarihinde düzenlenen kesin raporda, başvurucu hakkında Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen sağlık raporları değerlendirilerek başvurucunun yumuşak doku lezyonlarına neden olan yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde olduğu ve kişide kemik kırığı tarif edilmediği sonucuna varılmıştır.

c. Başvurucunun Kötü Muamele İddialarına Yönelik Yapılan İşlemler

 i. Adli İşlemler

28. Başvurucunun şikâyeti ve sağlık raporları doğrultusunda, polis memurları A.B., A.K., F.G. ve K.K. hakkında görevi kötüye kullanma isnadı ile soruşturma başlatılmıştır.

29. Soruşturma aşamasında; başvurucunun şikâyet dilekçesi, tarafların Polis Merkezinde alınan ifadeleri, başvurucuya ait sağlık raporları, şüpheli polis memurlarının Savcılıkça alınan ifadeleri ve Polis Merkezi kamera kayıtları değerlendirilmiştir.

30. Başvurucu Polis Merkezinde alınan ifadesinde özetle; taksi şoförünün sanki polislerle anlaşmış gibi kendisini Karakola götürdüğünü, araçtan iner inmez kendisini yaka paça içeri aldıklarını, bu sırada avukatıyla telefonla konuşmakta olduğunu, kendisini yere yatırdıklarını, darp ettiklerini, kelepçe taktıklarını, kafasına tekme attıklarını, küfür ettiklerini, sesini duyurabilmek için yerde yattığı sırada hareket ettirebildiği bacağıyla dolaplara tekme attığını, bir polisin talimat vererek kendisine vurmalarını söylediğini, tutanak tutmadan üstünü aradıklarını, daha sonra rapor almak için Hastaneye götürdüklerini; doktora, darp edildiğini ancak savcının izni olmadan muayene edemeyeceğini söylediğini, doktora yazılı bir dilekçe vererek savcıya faks çekmesini istediğini ve muayene olmadan Karakola geri döndüğünü belirtmiş; sorulan soru üzerine ifade odasına hiç girmediğini, zaten Karakola girer girmez kelepçelendiğini ve şikâyetçi olduğunu belirtmiş; ifadesini alan memurun, sözlerini ifadeye tam olarak geçmediği, polis memurlarını haklı çıkarma çabası içinde olduğu ve itirazlarını dikkate almadığı şeklinde ifade tutanağına şerh düşmüştür.

31. Polis memuru A.B.; Polis Merkezinde alınan ifadesinde ve soruşturma aşamasında özetle; Şehremini Polis Merkezinde polis memuru olarak görev yaptığını, olay tarihinde başka bir müştekinin ifadesini alırken şahsın telefonla konuşarak ifade odasına girdiğini, “Beni çağırmışlar.” dediğini, kendisini çağırmadıklarını, o esnada başka bir şahsın ifadesini aldığını ve ifade alma işi bittiğinde kendisi ile ilgileneceğini belirterek şahsı dışarı çıkması hususunda ikaz ettiğini, şahsın kendisine hitaben “Çıkmıyorum lan s… gidin.“ diyerek odada bulunan koltuğu kendisine doğru savurduğunu, ayağa kalkıp müdahale etmek istediğinde şahsın, kendisine yumruk attığını, darbenin etkisiyle sersemlediğini, arkadaşlarının şahsa müdahale ettiğini, bir süre şuurunu kaybetmesi nedeniyle Hastaneye gönderildiğini, tedavisi yapıldıktan sonra saat 18.00 sıralarında Polis Merkezine döndüğünü, olayın nasıl olduğunu görmek için diğer polislerle birlikte kamera kayıtlarına bakarken başının döndüğünü ve koltuğa yığıldığını, kendine geldiğinde İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Acil Tıp Polikliniğinde bulunduğunu anladığını, saat 22.00’ye kadar gözetim altında tutulduğunu ve bir günlük iş göremezlik raporu verilerek taburcu edildiğini beyan etmiştir.

32. Polis memuru K.K; Polis Merkezinde alınan ifadesinde ve soruşturma aşamasında özetle; saat 16.00 sıralarında nezarethane önündeki gürültü üzerine ne olduğuna bakmak için gittiğini, başvurucunun odadaki eşyalara zarar vermekte olduğunu gördüğünü, kendilerine yönelik hakarette ve mukavemette bulunduğunu, daha sonra diğer polis memurlarıyla birlikte kendisini etkisiz hale getirerek gerekli yasal işlemleri yaptıklarını, polis memuru A.B. fenalaşarak ikinci kez Hastaneye kaldırıldığında yanında refakatçi olarak gittiğini saat 22:00 gibi taburcu edildikten sonra polis merkezine geri geldiklerini suç teşkil eden bir eylemde bulunmadıklarını ifade etmiştir.

33. Polis memuru F.G.; polis merkezinde alınan ifadesinde ve soruşturma aşamasında özetle; saat 16:00 sıralarında nezarethane önündeki gürültü üzerine ne olduğuna bakmak için gittiğini, başvurucunun odadaki eşyalara zarar vermekte olduğunu gördüğünü, şahsın kendilerine hakarette ve mukavemette bulunduğunu, alkollü olduğunun anlaşıldığını, kendilerine karşı sürekli tahrik edici söylemlerde bulunduğunu ve kendilerini tehdit ettiğini ancak şahsa herhangi bir karşılık vermediklerini, Cumhuriyet savcısının yapılan görüşme neticesinde şahsı gözaltına almaları talimatı verdiğini, şahsın bu sırada kafasını dolaplara vurduğunu ve sendeleyip düştüğünü, bunun üzerine ambulans çağrıldığını, sağlık görevlilerinin hastaneye sevk edilmesine gerek olmadığını ve şahsın alkollü olduğunu söylediklerini, gözaltı işlemleri için hastaneden darp-cebir raporu alınması için başvurucuyu hastaneye sevk ettiklerini ancak şahsın muayeneyi kabul etmediğini, gözaltı işlemleri devam ederken Polis Merkezine gelen askerî personelin şahıs hakkında özel koruma tedbiri bulunduğunu belirttiklerini ve kendilerinin de durumu Cumhuriyet savcısına intikal ettirdiklerini, bunun üzerine gözaltı işleminden vazgeçilerek şahsın ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılması talimatı aldıklarını, başvurucunun saldırgan tutumu nedeniyle ifadesinin ancak 18:.00 sıralarında alınmaya başlanabildiğini ve 22.10 gibi ifade işleminin sona erdiğini, bunun üzerine şahsın Polis Merkezinden çıkış işlemleri için hastaneye sevk edildiğini ve saat 23.05’te salıverildiğini belirtmiştir.

34. Polis memuru A.K.; Polis Merkezinde alınan ifadesinde ve soruşturma aşamasında özetle; gürültü üzerine olay yerine gittiğini, başvurucunun hakaret ve mukavemette bulunduğunu gördüğünü, bekleme odasını boşaltarak başvurucuyu buraya aldıklarını, yanında polis memuru F.G.nin kaldığını ve kendisinin işine geri döndüğünü, saat 17.00 de Karakoldan ayrıldığını, bir saat kadar sonra karakol amirinin kendisini çağırdığını ve F.G ile birlikte tahkikatı yürütmelerini istediğini, Cumhuriyet savcısının talimatlarına göre hareket ettiklerini, başvurucunun ifade alınırken tahrik edici eylemlerine devam ettiğini ancak kendisine herhangi bir kötü muamelede bulunmadıkları beyan etmiştir.

35. Polis Merkezinde olayla ilgili bilgisine başvurulan polis memuru İ.G. özetle olay günü saat 15.45 sıralarında Polis Merkezi önünde koruma nöbetini ifa ettiği sırada Polis Merkezi araç girişinin önüne ticari bir aracın park ettiğini, sürücünün araçtan inerek Karakola doğru yürüdüğünü, kendisinin sürücüye ne olduğunu sorduğunu, sürücünün de kendisine aracında sarhoş bir müşterinin olduğunu ve kendisine hakaret ettiğini, aracın direksiyonuna müdahale ettiğini ve şahsın araçtan inmediğini belirttiğini, bunun üzerine kendisinin de aracın yanına gittiğini ve sağ ön koltukta oturan başvurucuya hitaben “Taksiciyle neden tartıştın? Senden şikâyetçi, ifadenizi almamız gerekiyor.” dediğini bunun üzerine şahsın araçtan inerek Karakola girdiğini, kendisinin nöbetine devam ettiğini ancak bir süre sonra Karakoldan gürültü ve bağırma sesleri geldiğini, nöbeti bittikten sonra içeriği girdiğini, şahıs hakkında gözaltı işlemi yapılacağı için üst araması yapılması gerektiğini belirttiklerini ve şahsın itiraz ettiğini ancak daha sonra avukatı ile konuşarak kendisini ikna ettiklerini, şahıs hastaneye sevk edildikten sonra çevre koruma nöbetini devraldığını ve olaya ilişkin başka bilgisi olmadığını belirtmiştir.

36. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 10/5/2013 tarihli ve S. No: 2013/13636, K.2013/27039 sayılı kararı ile şüpheli polis memurları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

"Olay günü şüpheli polis memuru A.B’nin başka bir müştekinin ifadesini aldığı sırada müşteki (başvurucu) Zeki Bingöl’ün ifade odasına girdiği…şüpheli A.B’nin müştekiye dışarı çıkmasını söylediği, bunun üzerine müştekinin şüpheli A.B’ye hitaben -gitmiyorum lan s… gidin- diyerek odada bulunan koltuğu şüpheli polis memurunun üzerine savurduğu, şüpheli A.B.’nin ayağa kalkarak müştekiye müdahale etmek istediği anda müştekinin şüpheli A.B’ye yumruk attığı ve ifade alma odasına zarar verdiği, bunun üzerine diğer şüpheli polis memurlarının duruma müdahale ettikleri ancak müştekinin şüpheli polis memurlarına direnmeye başladığı,şüpheli polis memurlarına hitaben … şeklinde beyanlarda ve mukavemette bulunduğu, daha sonra müştekinin sakinleştirildiği ve ifade alma işlemine başlandığı, ... müştekinin yaralanmasının şüpheli polis memurlarına direnmesine bağlı olarak gerçekleşmiş olabileceği, şüpheli polis memurlarının müştekinin direnmesi ile orantılı olarak Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununun 13 ve ek 6. maddeleri kapsamında zor kullanma yetkilerini kullandıkları ve müştekiyi etkisiz hale getirerek hakkında yasal işlem yaptıkları, şüpheli polis memurlarının yapmış oldukları işlemlerde herhangi bir usulsüzlük ve kusurlarının bulunmadığı, ... olay kapsamında müsnet görevi kötüye kullanma veya ihmal suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı... "

37. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, itirazı Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/6/2013 tarihli ve 2013/1417 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.

38. İtirazın reddine ilişkin karar başvurucuya, 19/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

39. Başvurucu 19/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

 ii. İdari Soruşturma

40. Başvurucunun, Polis Merkezinde kötü muameleye maruz kaldığı, ayrıca 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu ile Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’ne uygun hareket edilmediği iddialarını içerir bir dilekçeyi çeşitli kurumlara göndermesi üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından idari soruşturma başlatılmıştır.

41. Anılan soruşturma kapsamında başvurucunun avukatı Gülser Teke 6/2/2013 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne çağrılarak tanık sıfatıyla bilgisine başvurulmuştur.

42. Gülser Teke İstanbul Emniyet Müdürlüğünde olayla ilgili alınan beyanında özetle; başvurucunun olay günü Şirinevler’e kendisi ile buluşmaya gelmekte olduğunu, başvurucunun kendisine “Taksideyim, geliyorum.” şeklinde mesaj gönderdiğini, birkaç dakika sonra arayıp nerede olduğunu sorduğunu; başvurucunun, takside olduğunu ve taksicinin kendisini Şirinevler’e götürmediğini, sorun çıkardığını söylediğini, bu arada telefonun kapandığını, birkaç dakika sonra tekrar aradığında taksicinin kendisini Şehremini Polis Merkezi Amirliğine getirdiğini, gözaltı işlemi yapıldığını söylediğini, bu arada kendisinin bağırma ve küfür sesleri duyduğunu, birisinin “Telefonu kapat.” diye bağırdığını duyduğunu, bir taksiye binerek derhâl Karakola gittiğini, vardığında başvurucunun nezarethanenin önünde ayakta olduğunu ve alnının kanadığını, görüntüsünden darp edildiğinin anlaşıldığını, elinde kelepçe olup olmadığını hatırlamadığını, başvurucunun yere düşerek baygınlık geçirdiğini, bu olaydan sonra 112 Acilden sağlık görevlileri geldiğini, bu sırada Polis Merkezi Amiri A.K.nin kendisini çağırdığını, odasına gittiğinde başvurucudan yumruk yediğini söyleyen bir polisi çağırdığını ve bu polisin, başvurucunun telefonla konuşarak ifade odasına girdiğini, kendisini dışarı çıkarmaya çalışınca da başvurucunun kendisine yumruk attığını söylediğini, başvurucuyu Hastaneye götürdüklerini, başvurucunun muayene olmayı reddettiğini, tekrar Polis Merkezine getirdiklerini, polis memurlarının başvurucuya hitaben “Dövdüğün adam bayıldı, komaya girdi.” dediklerini, bir polis memurunun gelerek “Gözaltı işlemi yapacağız, ceplerini boşaltın.” dediğini, kendisinin de savcılık kararını sorduğunu ancak gösterilmediğini, daha sonra ifade alma işlemine geçildiğini ve eşyaları teslim ederek üst araması tutanağı tutmak istediklerini ancak daha sonra tutulan tutanağın usulsüz olduğunu, ifade alındıktan sonra gidebileceklerini söylediklerini, kendisinin doktor raporu almadan gitmeyeceğini söylediğini, tekrar Hastaneye götürüldüklerini, rapor aldıktan sonra saat 23.00 civarında Polis Merkezinden ayrıldıklarını belirtmiştir.

43. Soruşturmanın, Ceza Muhakemeleri Kanunu ve Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’ne uygun hareket edilmediği iddialarına yönelik kısmı, yapılan işlemler nöbetçi Cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda ve düzenlemelere uygun yapıldığından işlemden kaldırılmıştır.

44. Başvurucunun darp ve cebir iddialarına yönelik olarak devam edilen soruşturma kapsamında ise ilgili polis memurları hakkında “Brüt aylığın ¼ oranında kesilmesi” cezası verilmiştir.

45. Başvurucunun Fatih Kaymakamlığı İnsan Hakları Komisyonuna yaptığı başvuru kapsamında yapılan inceleme sonucunda ise “tahrik altında da olsa görev sınırının aşıldığı” sonuç ve kanaatine varılmıştır.

B. İlgili Hukuk

46. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 13. maddesi şöyledir:

“Polis,

A) Suçüstü hâlinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hâllerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,

E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri,

eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar…

Yakalanan kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir.

Yakalanan kişilere, yakalama sebebi herhalde yazılı ve bunun mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhal; toplu suçlarda ise en geç bu kişiler hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir.

… Yakalama sebebi ortadan kalkanlar derhal serbest bırakılır.”

47. 2559 sayılı Kanun’un ek 6. maddesi şöyledir:

“…

Edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan polis, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için derhal gerekli tedbirleri alır.

Bir suç işlendiği veya işlenmekte olduğu bilgisini edinen polis, olay yerinin korunması, delillerin tespiti, kaybolmaması ya da bozulmaması için acele tedbirleri aldıktan sonra el koyduğu olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri derhal Cumhuriyet savcısına bildirir ve Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda işin aydınlatılması için gerekli soruşturma işlemlerini yapar.

Olay yerinde görevine ait işlemlere başlayan polis, bunların yapılmasına engel olan veya yetkisi içinde aldığı tedbirlere aykırı davranan kişileri, işlemler sonuçlanıncaya kadar ve gerektiğinde zor kullanarak bundan men eder.

...”

48. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi şöyledir:

“(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Mahkemenin 18/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/8/2013 tarihli ve 2013/6576 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

50. Başvurucu;

i. Kanunlarda belirtilen güvencelere aykırı olarak yakalandığını ve gözaltına alındığını, tutanak tutulmadan üst araması yapıldığını, polis tarafından yakalamayı ve gözaltına almayı gerektirecek durumun ne olduğunun belirtilmediğini,

ii. İfadesinin usulüne uygun alınmadığını, avukatı ile uygun ortamda görüşmesinin sağlanmadığını,

iii. Polis tarafından darp edildiğini ve bu konuda yaptığı şikâyetin sonuçsuz kaldığını, etkin bir soruşturma yürütülmediğini belirterek Anayasa’nın 10., 13., 17. ve 19. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, bir kısım koruma tedbirlerinin usule ilişkin güvencelere aykırı olarak uygulandığı iddiaları Anayasa’nın 19. maddesinde koruma altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında, ifadesinin usulüne uygun alınmadığını ve avukatı ile uygun ortamda görüşmesinin sağlanmadığına yönelik iddiaları Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında, polis tarafından darp edildiği ve etkili bir soruşturma yürütülmediğine ilişkin ihlal iddiaları ise Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı

52. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’da belirtilen koşullara aykırı olarak yakalama ve gözaltı işlemlerinin yapıldığını, yakalamayı ve gözaltına almayı gerektirecek durumun ne olduğunun belirtilmediğini, tutanak tutulmadan üst araması yapıldığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

53. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

" Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

" İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. "

55. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

56. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).

57. Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29).

58. 5271 sayılı Kanun’un koruma tedbirleri nedeniyle tazminat konusunu düzenleyen 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tazminat istemi

Madde 141 - (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun

g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,

i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,

j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”

59. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 15/5/2012 tarihli ve E.2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

 "5271 sayılı CMK'nın; ‘Tazminat istemi’ başlıklı 141. maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, yada hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir."

60. Başvurucuya uygulanan koruma tedbirlerinin niteliğine göre asıl davada hüküm verilmesine gerek bulunmayan hâllerde yargılamanın sonucu beklenmeksizin, asıl davada hüküm verilmesini gerektiren hallerde ise verilecek hükmün kesinleşmesinin ardından 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi hükümlerine göre tazminat talep edilmesi mümkündür. Bu kapsamda talep edilecek tazminatın, devam eden koruma tedbirlerinin sonlandırılmasına etkisi bulunmamakla birlikte, kanuna aykırı olarak uygulanmış ancak sona ermiş bulunan koruma tedbirleri yönünden uygun bir giderim olduğu söylenebilir.

61. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun, başvurucunun durumuna uygun telafi kabiliyetini haiz etkili bir hukuk yolu olduğu, başvurucunun da bu yolun ihlal iddialarına ilişkin etkili bir yol olmadığına yönelik bir iddiasının bulunmadığı değerlendirildiğinde anılan yol tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin ikincillik ilkesi gereği mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.

62. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

63. Başvurucu, kendisine isnat edilen “basit yaralama, hakaret, görevi yaptırmamak için direnme ve kamu malına zarar verme” suçlarına ilişkin Polis Merkezinde alınan ifadesinin usulüne uygun alınmadığını ve Polis Merkezinde avukatıyla gerekli koşullarda görüşmesinin sağlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

64. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir (bkz. §§ 51-55).

65. Başvurucunun, Polis Merkezinde ifadesinin usulüne uygun alınmadığı ve avukatıyla görüştürülmediği iddiaları, başvurucuya isnat edilen suça ilişkin asıl yargılama sırasında ileri sürülebilecek ve söz konusu ifadenin hükme esas alınıp alınmaması konusunda Mahkemece yapılacak bir değerlendirmeye konu olabilecektir.

66. Bahse konu asıl yargılamanın İstanbul 31. Asliye Ceza Mahkemesi önünde devam ettiği anlaşılmakta; başvurucunun, anılan iddiaları mahkeme önünde ileri sürdüğüne ve bu konu hakkında mahkemece bir değerlendirme yapılıp yapılmadığına ilişkin bir veri de sunmadığı anlaşılmaktadır.

67. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. İşkence ve Kötü Muamele Yasağı

68. Başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

69. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

70. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

71. Başvurucu, polis tarafından darp edildiğini ve bu konuda yaptığı şikâyete ilişkin etkin bir soruşturma yürütülmediğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

72. Bakanlık görüşünde kötü muamele yasağının yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanılmasını tamamen yasaklamadığı ancak güç kullanımının gerekli ve orantılı olması gerektiği, somut olayda başvurucunun Polis Merkezindeki saldırgan tutumu nedeniyle kendisine müdahale eden polis memurlarına direndiğinin anlaşıldığı, yaşanan arbede sonunda hastaneye sevk edilen başvurucuda basit nitelikli yaralanmalar tespit edildiği ve Savcılık tarafından derhâl soruşturma başlatıldığı belirtilmiştir.

73. Başvurucu Bakanlığı görüşüne karşı beyanında, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir.

74. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usule ilişkin boyutlar bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta, pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

75. Herkesin, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

76. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

77. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme’nin 3. maddesi sınırlama öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 74; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No 25803/94, 28/7/1999, § 95; Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 93).

78. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53).

79. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin "işkence" olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen "eziyet" ve "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun'da düzenleme altına alınmış olan "işkence", "eziyet" ve "hakaret" suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

80. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin "işkence" olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 1. maddesinde "işkence" teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek "kasıt" unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

81. "İşkence" seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler "eziyet" olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak "eziyet"te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; Eğmez/Kıbrıs, § 78). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri "insanlık dışı muameleler" olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında "eziyet" olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

82. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada "eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

83. Asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının değerlendirilmesi gibi kötü muamelenin derecelendirilmesi de her somut olay için kendi özel koşulları dikkate alınarak yapılmalıdır.

84. Bir ceza veya muamelenin “insanlık dışı” ya da aşağılayıcı” olarak nitelendirilebilmesi için belirli bir yasal muamele veya ceza ile bağlantılı ıstırap veya aşağılamanın kaçınılmaz unsurlarının ötesine geçmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Soering/Birleşik Krallık, § 100)

85. Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi, belirli bir yasal muamele kapsamında, bir yakalamayı gerçekleştirmek ya da meşru savunmada bulunmak amacıyla güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda ve sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 81, 82; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ivan Vasilev/Bulgaristan, B. No: 48130/99, 12/4/2007, § 63).

86. Polisin zor kullanma yetkisi, bir görevin ifası sırasında direnişle karşılaşılması durumunda görevin yerine getirilmesi amacıyla direnişin kırılması ve fiilî bir saldırının varlığı hâlinde meşru savunma hükümlerinin uygulanması ile sınırlıdır. Zor kullanımı ancak zorunlu hâllerde başvurulabilecek bir yol olduğu gibi başvurulacak güç ölçülü ve kademeli olmalıdır.

87. Polisin zor kullanma yetkisi bir cezalandırma aracı olmayıp zorunlu sınırın aşılması ve kişiye kendi davranışlarının zorunlu kıldığının ötesinde güç kullanımında bulunulması işkence ve kötü muamele yasağının ihlali sonucunu doğurabilecektir.

88. Yakalama ve etkisiz hâle getirme gibi kişinin kontrol altına alınmaya çalışılması sırasında meydana gelen yaralanmalarda öncelikle yaralanmaya sebebiyet vermiş olan gücün kullanım zamanının tespit edilmesi gerekmektedir. Kişinin kontrol altına alınması tamamlandıktan sonra uygulandığı tespit edilen kuvvet kullanımı için gözaltında ve ceza infaz kurumunda olduğu gibi kişinin devletin kontrolü altında bulunduğu sırada uğradığı ileri sürülen kötü muamele iddialarına ilişkin ilkeler uygulanabilecektir. Kuvvet kullanımının, kişinin tamamen kontrol altına girmesinden önce, bir başka ifade ile kişinin kontrol altına alınmaya çalışılması sırasında uygulandığının tespit edilmesi hâlinde ise yapılması gereken, kullanılan gücün orantılı olup olmadığı değerlendirilmesidir.

89. Başvuruya konu olaya ilişkin başvurucunun polis memurları tarafından kontrol altına alınması sırasında birtakım yaralanmaların meydana geldiği konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.

90. Bu durumda, uygulanan kuvvetin yakalama/etkisiz hâle getirme amacıyla ve başvurucunun saldırısı/direnişiyle orantılı olup olmadığının tespiti gerekmektedir.

91. Başvuruya konu olayda Polis Merkezi kamera kayıtlarından tespit edildiği üzere Polis Merkezinde altı polis memuru tarafından etkisiz hâle getirilmeye çalışılırken başvurucunun yüzüne ve ensesine vurulduğu, yere yatırılarak beş polis memuru tarafından tutulmakta iken başvurucuya tekme atıldığı tespit edilmiştir.

92. Başvurucunun, bekleme odasına alındığı sırada kafasını dolaplara sert bir şekilde bilinçli olarak vurduğunun kamera görüntülerinde sabit olduğu dikkate alındığında sağlık raporunda tespit edilen baş bölgesindeki yaralamalardan bir kısmının bu sırada doğmuş olabileceğinin kabulü gerekmekle birlikte sağlık raporu ve kamera görüntüleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun zor kullanmada sınır aşılarak darp edilmesi sonucu yaralandığının sabit olduğu, anılan muamelenin anlık geliştiği ve belli bir amaca yönelik olmadığının anlaşıldığı, zor kullanmada sınırın aşılması sonucu başvurucunun yaralanmasına sebebiyet veren eylemlerin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilebileceği tespit edilmektedir.

93. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi yönden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

94. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova /Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

95. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. Maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

96. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

97. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

98. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir, § 114; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96, 57834/00, 3/6/2004, § 136).

99. Şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması; bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).

100. Başvuru konusu olayda başvurucunun sağlık raporu ve şikâyeti doğrultusunda kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturma başlatılmış, Karakol kamera kayıtları ve benzeri deliller toplanmış, şüpheli polis memurlarının müştekinin direnmesi ile orantılı olarak 2559 sayılı Kanun’un 13 ve ek 6. maddeleri kapsamında zor kullanma yetkilerini kullandıkları ve müştekiyi etkisiz hâle getirerek hakkında yasal işlem uyguladıkları, başvurucunun yaralanmalarının polis memurlarına direnmesi ve etkisiz hâle getirilmeye çalışılması sırasında olabileceği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında 2559 sayılı Kanun’un 13. ve 6. maddelerine atıf yapılmış, polis memurlarının bu düzenlemelere uygun hareket ettiği kanaatine varılmıştır. Anılan hükümler, yakalama koşullarını ve usulünü düzenlemekte olup yakalama sırasında zor kullanımının koşulları aynı Kanun’un 16. maddesinde düzenlenmektedir. Anılan hükmün birinci, ikinci ve altıncı fıkraları şöyledir:

“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.”

101. Yapılan soruşturma kapsamında, yakalama ve zor kullanmanın koşullarının oluştuğu tespit edilmişse de zor kullanmada sınırın aşılmasına yönelik başvurucunun altı polis memuru tarafından etkisiz hâle getirilmesi şeklinde gerçekleşen olay bazında zor kullanmada sınırın aşılması meselesine ilişkin somut bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır.

102. Zor kullanma koşullarının oluşup oluşmadığı ve zor kullanmada sınırın aşılıp aşılmadığı ancak somut olayın özellikleri değerlendirilerek tespit edilebilecektir. Bu nedenle zor kullanmada sınırın aşılması isnadına yönelik yapılacak soruşturmanın etkinliğinden söz edilebilmesi için somut olayın özelliklerinin tüm ayrıntılarıyla değerlendirilerek zor kullanma koşullarının ve sınırlarının somut olaya uygulanması gerekmektedir.

103. Olayın nasıl gerçekleştiğinin kamera kayıtlarından açık şekilde tespitinin mümkün olduğu göz önünde bulundurulduğunda başvurucunun yaralanmalarının polis memurlarına direnmesine bağlı olarak gerçekleşmiş olabileceği şeklindeki soyut değerlendirmenin yeterli derinlikte olmadığı söylenebilecektir.

104. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında öngörülen, devletin etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

105. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

106. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali nedeniyle soruşturmanın yenilenmesi ve 400.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

107. Başvuru konusu olayda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yargılamanın (soruşturmanın) yenilenmesi kararı verilmesi, ayrıca başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

108. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama (soruşturma) yapılmak üzere dosyanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 4.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderlerinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Adalet Bakanlığına ve İçişleri Bakanlığına gönderilmesine

18/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YALÇIN ATLI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/19711)

 

Karar Tarihi:15/1/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Mahmut ATEŞ

Başvurucu

:

Yalçın ATLI

Vekili

:

Av. Mahmut KAÇAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yakalama ve gözaltı işlemleri uygulandığı sırada darbedilme ve bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/12/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 15/3/1992 doğumlu olup Van'ın Muradiye ilçesinde ikamet etmektedir.

9. Başvurucu 17/10/2014 tarihinde, bir terör soruşturması kapsamında ikametinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Bu soruşturma kapsamında aynı gün Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığında (Cumhuriyet Başsavcılığı) verdiği ifadesinde yakalama işlemini gerçekleştiren polis memurları tarafından darbedildiğini beyan etmiştir. İfadenin ilgili kısımları şöyledir:

"...

Sabah saatinde evime gelen polis memurlarında[n] biri beni darp etti. Yere düştüğüm sırada kafama bir tekme attı. Ayrıca ayağıma da vurdu. Bana vuran polis memurunun yüzü kapalıydı. Kendisini görsem tanımam ama evime gelenlerden birisiydi. Ayrıca gözlüklü bir polis memuru gözlüklü olduğunu hatırlıyorum benim kafamı eğerek bana vurdu. Ayrıca şerefsiz dedi. Bana vuran bu polis memurunu görsem tanırım. Bana vuran polis memurlarından şikayetçiyim dedi.

ŞÜPHELİ MÜDAFİİNDEN SORULDU: Müvekkilimin beyanına aynen katılıyorum. Müvekkilimin eylemi sadece IŞID terör örgütüne karşı meydana gelen spontene bir eylemdir. Örgüt üyeliği söz konusu değildir. Samimi beyanda bulunmuştur. Atılan taş polise yetişmemiştir. Sabit ikametgah sahibidir. Sabıkasızdır. Müvekkilimiz göz altına alınarak psikolojik ve fiziksel şiddet uygulanmıştır. Kendilerinden şikayetçiyiz... dedi.

..."

10. Başvurucu 17/10/2014 tarihinde Muradiye Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/772 numaralı soruşturması kapsamında tutuklanmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun avukatı; başvurucunun gözaltına alındığı esnada psikolojik ve fiilî şiddete maruz kaldığını, bu husustaki raporun dosyada bulunduğunu beyan ederek görevli memurlardan şikâyetçi olduklarını tekrar etmiştir.

11. Başvurucu hakkında Muradiye Devlet Hastanesi tarafından 17/10/2014 tarihinde düzenlenen üç adet doktor raporu bulunmaktadır. Saat 09.38'de düzenlenen ilk raporda başvurucunun boynunun sağ tarafında morluk bulunduğu, saat 12.47'de düzenlenen ikinci raporda boyun sağ lateralinde yer yer kızarıklık ve yüzeysel lezyonlar mevcut olduğu, saat 16.47'de düzenlenen raporda ise boynun sağ tarafında basit tıbbi müdahale ile giderilebilir kızarıklık ve lezyonlar, dizde ağrı şikâyeti ve lezyon bulunduğu belirtilmiştir.

12. 23/10/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/772 numaralı soruşturma dosyası üzerinden başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına yönelik şikâyetleri ile ilgili olarak Muradiye İlçe Emniyet Müdürlüğüne bir müzekkere yazılmış, araştırma yapılması talep edilmiştir. Müzekkerenin ilgili kısımları şöyledir:

"...

Yalçın Atlı'ya ait ifade tutanağı yazımız ekinde gönderilmekle şüphelinin ifadesinde polis memurları tarafından darp edildiğini bildirmesi nedeniyle konuya ilişkin detaylı araştırma yapılması, varsa kamera kayıtlarının tespiti ile tanık araştırması yapılması ikmal olunacak evrakın Cumhuriyet Başsavcılığımıza ivedi olarak gönderilmesi rica olunur."

13. 2014/772 numaralı soruşturma dosyası 13/11/2014 tarihinde fezleke düzenlenerek Erciş Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı fezleke üzerine başvurucu hakkında 2014/3541 numaralı dosya üzerinden bir soruşturma başlatarak 9/12/2014 tarihinde düzenlediği iddianame ile Erciş Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır.

14. Başvurucu 15/12/2014 tarihinde vekili aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe ile başvurarak 17/10/2014 tarihinde maruz kaldığını iddia ettiği kötü muamele eylemlerini gerçekleştiren, bu eylemleri görmelerine karşılık ihbarda bulunmayan ve usulüne uygun doktor raporu düzenlemeyen kamu görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucu önceki beyanlarında ikametinde yakalanarak gözaltına alındığını söylemesine karşılık, şikayet dilekçesinde dayısının evinde bulunduğu sırada gözaltına alındığını ifade etmiştir. Başvurucu bu dilekçede özet olarak, olay günü dayısının evinde kaldığını, sabah 06.00 sıralarında sırada kapıyı kırarak içeri giren özel tim kıyafetli iki polis tarafından yakalanarak gözaltına alındığını, bu sırada polis memurlarının silahın dipçiği ve tekme ile vurarak kendisini darbettiğini beyan etmiştir. Başvurucu yakalandıktan sonra arabaya bindirilmek üzere getirildiği sırada bir grup polis tarafından da darbedildiğini, araca bindirildikten sonra arka koltukta iki polis memurunun kendisini darbetmeye devam ettiğini, sinkaflı sözlerle sövdüklerini ve ters kelepçe taktıklarını ifade etmiştir. Bu şekilde Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğünü ifade eden başvurucu; binanın içinde koridorda yirmi dakika ve nezarette bir saat elleri arkadan kelepçeli şekilde bekletildiğini beyan etmiştir. Başvurucu bunun ardından doktor raporu için hastaneye götürüldüğünü ancak doktorun polisler bir perdenin arkasında beklerken kendisini muayene ettiğini, doktorun yalnızca bel üstü giysilerini kaldırarak ve ayağına bakarak bu muayeneyi gerçekleştirdiğini, muayenenin ardından doktorla polislerin bir şeyler konuştuğunu ifade etmiştir. Başvurucu, Savcılık ifadesinin ardından üç kez daha doktora götürüldüğünü beyan etmiştir. Ayrıca yakalama işlemi sırasında dayısı ve dayısının eşinin evde olduğunu, yakalandıktan sonra arabaya götürülürken mahalle muhtarını gördüğünü ve Emniyet Müdürlüğü binasının içinde gözaltına alınan Z.Y. isimli kişi ile birlikte tutulduklarını ifade etmiştir.

15. Cumhuriyet Başsavcılığı şikâyet dilekçesinin kendisine ulaştığı 31/12/2014 tarihinde 2015/14 numaralı dosya üzerinden bir soruşturma başlatmıştır. Başvurucunun bu dosya kapsamında 10/2/2015 tarihinde alınan ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Olay tarihi olan17.10.2014 tarihinde benkendi evimde bulunmaktaydım. Saat 05:30 civarındayüzleri kapalı Özel Harekat polisleri evimizin kapısını kırarak içeri girdiler, bulunduğum odaya girdiler,odaya girerken ellerinde uzun namlulu silahlar bulunmaktaydı, bana doğrultarak herhangi bir bir şekilde hareket etme yoksa vururuz dediler, bu polis memurlarının yüzleri kapalıydı.daha sonra benim ensemden tutarak beni salona getirdiler, orada silahın dipçisi ile boynuma vurdular, daha sonra bana yumruk ve tekme vurarak beni araçlarına aldılar. Araç içerisinde de beni darp ettiler. Daha sonra beniMuradiye İlçe Emniyet Müdürlüğüne getirdiler, buradayüzleri açık sivil polis memurları bana hakaretlerde bulundular, daha sonra beni nezarethaneye attılar.

...Araç içerisinde getirilirken bana hitaben 'Şerefsiz, ... Koyduğun çocuğu, karakolda iseşerefsiz.' gibi hakaretlerde bulunuyorlardı.

...Beni evden karakola getirinceye kadar tekme tokat, dipçikle boynuma vurma gibidarp eylemlerine maruz kaldım.

...Beni yakalayan polislerin açık kimliğini bilmiyorum ancak Muradiye İlçe Emniyet Müdürlüğünde görev yapan sivil polislerdir,kendilerini görsem teşhis edebilirim.

...yakalandığım andan itibaren ailem bu olaya şahittir, ayrıca polislerin yanında mahalle muhtarı da bulunmaktaydı.

...beni darp edenpolis memurlarını teşhis edebilirim, ayrıca beni darp eden vehakarette bulunan polis memurları hakkında şikayetçiyim ancakadli rapor düzenleyendoktorlar hakkında herhangi bir şikayetim yoktur, benim olayla ilişkin söyleyeceklerim bundan ibarettir, dedi"

16. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2015/14 numaralı soruşturma kapsamında 3/4/2015 tarihinde Muradiye İlçe Emniyet Müdürlüğüne hitaben başvurucunun şikâyetleri ile ilgili araştırma yapılması talebini içeren bir müzekkere yazılmıştır. Müzekkerenin ilgili kısımları şöyledir:

"Müşteki vekilinin şikayet dilekçesi ve ifade tutanağı yazımız ekinde gönderilmiş olup;

Ekte gönderilen şikayet dilekçesine ilişkin olarak araştırma yapılması, Yalçın Atlı'ya ilişkin görüntülerin(mobese, emniyet giriş çıkışı, Muradiye Devlet Hastanesi) tespit edilmesi, müştekiyi darp ettiği/hakaret ettiğiileri sürülen polis memurlarının tespitinin yapılması,

İkmal edilecek evrakın Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi rica olunur."

17. Muradiye İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından bu müzekkereye 21/4/2015 tarihinde cevap verilmiştir. Cevap yazısının ilgili kısımları şöyledir:

"...söz konusu olayların olduğu tarihlerde, ilçe merkezinde bulunan mobese kameralarının aktif olmadığı, İlçe Emniyet Müdürlüğü bina içerisinde ve dışında da bulunan güvenlik kameraları görüntülerinin (1) aylık kayıt tuttuğu ancak olay tarihinin altı ay öncesi olmasından dolayı güvenlik kamerası kayıtlarının temininin mümkün olmadığı anlaşılmıştır.

Muradiye Devlet Hastanesi güvenlik kameraları da (1) ay süre ile kayıt yaptığından ve olay tarihinin yaklaşık altı ay önce olmasından dolayı şahsın olay tarihinde Muradiye Devlet Hastanesine götürüldüğü görüntüleri temin edilememiştir. Olaya ilişkin herhangi bir güvenlik kamerası veya mobese kamerası görüntüsünün temin edilmesi mümkün olmadığı için şahsın şikayet dilekçesinde kendisine kötü muamelede bulunduğu iddia edilen Polis Memurlarının tespiti de mümkün olmamıştır."

18. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun şikâyeti ile ilgili olarak 10/8/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"...

Müşteki hakkında Muradiye Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen kesin nitelikteki adli raporda boyun ve dizde yaralanmanın olduğu ve söz konusu yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğunun belirtildiği,

Kimlik bilgileri tespit edilemeyen polis memuru hakkındaki kasten yaralama suçu ile Emniyet personeli tarafından gerçekleştirildiği iddia olunanişkence suçu yönünden;müştekinin adli raporda belirtilen yaralanmasının şahsın gözaltına alındığı sırada boynundan tutulmak ya da diz çöktürmek suretiyle polisin zor kullanma yetkisi kapsamında orantılı güç kullanılması sonucu oluşma ihtimalinin yüksek olduğu, müştekinin ifadesinde de gözaltına alındığı sırada boynundan tutulduğunun beyan edildiği, şüpheli hakkında üzerineatılı suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerektirecek nitelikte ve yeterliliktesomut bir delilin elde edilemediği,

Kimlik bilgileri tespit edilemeyen polis memurları hakkındaki hakaret suçu yönünden müştekinin salt iddiası haricinde şühheli hakkında üzerine atılı bulunan suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerçekleştirecek nitelikte ve yeterlilikte somut bir delil elde edilemediği,

Doktorlar ve sağlık personelinin üzerine atılı resmi evrakta fikri sahtecilik eylemine yönelik olarak; bahsi geçen görevlilerin üzerine atılı suçtan dolayıdava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerektirecek nitelikte ve yeterliliktesomut bir delilin elde edilemediği anlaşılmakla;

Olay hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA,

..."

19. Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiş, itiraz Erciş Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/10/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucu vekiline 20/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ret kararının ilgili kısımları şöyledir:

"...

Dosya içerisinde ismi anılan şahıslar arasında çıkan tartışma çıktığı akabinde tartışmanın kavgaya dönüştüğü, tarafların karşılıklı olarak birbirlerini tehdit ettikliri ve hakaret ettikleri, basit yaralama, tehdit ve hakaret suçunu işledikleri iddiasıyla Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma sonucunda 10/08/2015tarih 2015/14 soruşturma, 2015/188 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığınadair karar verildiği anlaşılmıştır.

Hakimliğimizce incelenmesi neticesinde dosya içerisindeki tüm bütün bilgi ve belgelerin bir bütün halindeincelenmesi neticesinde;

Kamu davasının açılması için yeterli nedenlerin dosyada bulunmadığı, Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/14 nolu kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya aykırı yönünün bulunmadığı, anılan karar aleyhine bulunulmuş olan itirazın bu nedenlereddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

..."

20. Başvurucu 17/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

21. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Mahkemenin 15/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

23. Başvurucu; yakalama ve gözaltı işlemleri sırasında polis memurlarının kendisini tekme, yumruk ve silah dipçiği vurmak suretiyle darbettiklerini, bu darp nedeniyle yaralanmasına ilişkin doktor raporu bulunmasına ve ifadesi alınırken Cumhuriyet Savcılığında kötü muameleye maruz kaldığını beyan etmesine karşın resen bir soruşturma başlatılmadığını iddia etmektedir. Başvurucu, yaptığı şikâyet üzerine başlatılan soruşturmada kötü muamelede bulunan kolluk görevlilerinin kimlikleri belli olmasına rağmen bu kişilerin ifadesine başvurulmadığını, gösterdiği tanıkların dinlenmediğini ileri sürmektedir. Bulguların eksik yazıldığını iddia ettiği tıbbi raporu düzenleyen doktorların beyanlarının alınmadığını, olay yerlerini gösteren kamera görüntülerinin tespit edilmediğini, böylece gerekli deliller toplanmadan ve özensiz yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini iddia etmektedir. Başvurucu bu iddiaları kapsamında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

24. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

25. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, …kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

26. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

27. Başvurucu, yaralanmasına neden olan kötü muamele eyleminin devlet görevlileri tarafından gerçekleştirildiğini ve sorumlular hakkında etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını ileri sürerek kötü muamele yasağının hem maddi hem de usul boyutlarıyla ihlal edildiğini iddia etmektedir. Ancak başvuru formu ve ekleri ile UYAP aracılığıyla ulaşılan deliller, kötü muamele yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiğine ilişkin iddiayı bu aşamada incelemeye imkân vermemektedir. Bu nedenle somut olaya ilişkin değerlendirme, başvuruya konu olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde, sadece devletin pozitif yükümlülüğü kapsamındaki etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından ele alınacaktır (benzer yaklaşım için bkz. Evin Barış, B. No: 2016/172, 28/5/2019, § 27).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

29. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün bir usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini, gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

30. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).

31. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren belirtiler bulunduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi, bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

32. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplaması gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

33. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

34. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

35. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir (Cebrail Bektaş ve Yüksel Şahin, B. No: 2015/4787, 25/9/2019§ 64).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

36. Başvurucunun hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında yakalanarak gözaltına alındığı konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Başvurucu bu adli işlemler sırasında kolluk görevlileri tarafından darbedildiğini iddia etmiş ve iddiasını doktor raporlarıyla desteklemiştir. Bu nedenle başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına dair iddiasının savunulabilir nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır. Bu hâlde sorumluların belirlenmesini ve olayın aydınlatılmasını sağlamaya elverişli ve etkili resmî bir soruşturma yapılması gerekmektedir.

37. Cumhuriyet Başsavcılığı; başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına yönelik iddialardan, başvurucunun 17/10/2014 tarihinde verdiği ifade ve sorgusu sırasındaki beyanlarıyla haberdar olmuştur. 23/10/2014 tarihinde Muradiye İlçe Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkere ile kamera kayıtlarının tespit edilmesi ve tanık araştırması yapılması istenmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının derhâl ve resen harekete geçtiği, kötü muamele iddiasından haberdar olmasından itibaren altı gün içinde olayı araştırmaya başladığı anlaşılmaktadır.

38. Buna karşılık 23/10/2014 tarihli araştırma talebi başvurucunun şüpheli sıfatıyla yer aldığı 2014/772 sayılı soruşturma dosyası üzerinden yapılmıştır. Bu dosya, başvurucu hakkında kamu davası açılması talebiyle fezleke düzenlenerek 13/11/2014 tarihinde Erciş Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı fezleke ile gelen dosyayı 2014/3541 numaraya kaydederek 9/12/2014 tarihinde başvurucu hakkında Erciş Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Başvuru dosyasında ve UYAP üzerinden erişilen belgelerde 23/10/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılan müzekkere uyarınca talep edilen hususlarda bir araştırma yapıldığına dair bir bilgi veya sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kolluk görevlileri hakkında verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Bu nedenle Emniyet Müdürlüğüne yazılan 23/10/2014 tarihli müzekkerenin ve resen başlatılan soruşturmanın takibi ve neticelendirilmesi konusunda ihmal gösterildiği değerlendirilmiştir.

39. Başvurucunun 15/12/2014 tarihinde verdiği şikayet dilekçesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca 2015/14 sayılı dosya üzerinden yeni bir soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvurucunun beyanı alınmış ve 3/4/2015 tarihinde Emniyet Müdürlüğüne bir müzekkere daha yazılarak MOBESE, Emniyet Müdürlüğü ve Muradiye Devlet Hastanesindeki kamera görüntülerinin tespit edilmesi ve başvurucuyu darp ettiği ileri sürülen polis memurlarının kimliklerinin belirlenmesi talep edilmiştir. Bu talebe verilen cevapta Devlet Hastanesi ve Emniyet Müdürlüğündeki güvenlik kamerası sistemlerinin kayıtları en fazla bir ay saklayabildikleri ve olay tarihinde Muradiye ilçesinde MOBESE kameralarının aktif olmadığı belirtilerek şikâyet konusu olayla ilgili görüntü kaydına ulaşılamadığı ve kötü muamelede bulunduğu iddia edilen kolluk görevlilerinin tespitinin mümkün olmadığı bildirilmiştir. Neticede, soruşturma 10/8/2015 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile sonlandırılmıştır.

40. 2015/14 sayılı dosya üzerinden yürütülen bu yeni soruşturmada, başvurucunun şüpheli olarak yer aldığı 2014/772 sayılı soruşturma dosyasının incelenmesi yoluna başvurulmamıştır. Oysa başvurucunun yakalanması, evinin ve üstünün aranması, gözaltına alınması ve sağlık muayenesinden geçirilmesine dair adli işlemlere ilişkin tutanaklar bu dosyada bulunmaktadır. Başvurucu hakkındaki adli işlemleri yapan kolluk görevlilerinin ve tıbbi muayenesini gerçekleştiren sağlık görevlilerinin isimleri de bu tutanaklarda yer almaktadır. Olayla ilgili bilgisi ve sorumluluğu bulunabilecek kamu görevlilerinin tespiti ve beyanlarının alınması mümkün iken soruşturmanın bu yola başvurulmadan yürütülmesi, kötü muamele eyleminde sorumluluğu bulunan kamu görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlandığı algısı oluşturabilecek nitelikte, önemli bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir.

41. İddiaların aydınlatılabilmesi için kritik önemde olan Emniyet Müdürlüğü ve Devlet Hastanesindeki kamera görüntüleri bir ay içinde tespit edilmediğinden kaybolmuştur. Öte yandan başvurucunun iddia ettiği kötü muamele eylemlerine tanık olduklarını beyan ettiği aile fertleri, mahalle muhtarı ve Z.Y. isimli kişilerin beyanlarının alınması yoluna da başvurulmamıştır. Bu nedenlerle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasını aydınlatabilecek nitelikteki önemli delillerin toplanmasında özenli davranılmadığı kanaatine varılmıştır.

42. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, başvurucuda oluşan yaralanmaların "polisin zor kullanma yetkisi kapsamında orantılı güç kullanılması sonucu oluşma ihtimalinin yüksek olduğu" gerekçesiyle verilmiştir. Oysa "Genel İlkeler" bölümünde de belirtildiği üzere soruşturma makamları olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı, soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (bkz. § 32). Başvurucunun zor kullanılarak yakalanmasını gerektirecek bir eylemde bulunup bulunmadığı araştırılmaksızın başvurucu üzerinde kullanılan fiziksel gücün orantılı olduğu sonucuna varmak mümkün değildir. Bu nedenle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar gerekçesinin etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından uygun ve yeterli olduğu söylenemez.

43. Erciş Sulh Ceza Mahkemesi 8/10/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazı reddetmiştir. Ret kararında, itiraza konu edilen olaydan tamamen farklı bir olaydan, daha somut bir ifadeyle karşılıklı tehdit, hakaret ve yaralama eylemlerinden bahsedilmektedir (bkz. § 19). Bu nedenle ret kararının başvurucunun itiraz nedenleri ve soruşturma dosyası özenli bir şekilde incelenmeden verildiği kanaatine varılmıştır.

44. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

45. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

46. Başvurucu, kötü muamele yasağının ihlal edildiğinin tespiti ile yeniden soruşturma yapılması ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

47. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

48. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

49. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin yargısal bir karara varmak için gerekli olan deliller toplanmadan verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

50. Bu durumda kötü muamele yasağı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan kovuşturmaya yer olmadığı kararının ortadan kaldırılması ve ihlal sonucuna uygun olarak etkin bir soruşturma yürütülerek yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No. 2015/14) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

51. Kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FERİDE KAYA BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2016/13985)

 

Karar Tarihi: 9/6/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 28/7/2020-31199

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Sinan ARMAĞAN

Başvurucu

:

Feride KAYA

Vekili

:

Av. Elvan OLKUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltı sürecinde kolluğun fiziki saldırılarına maruz kalınması ve bu eylemlerle ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle işkence yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere ve Anayasa Mahkemesinin 20/1/2016 tarihli ve 2013/2365 numaralı bireysel başvuru dosyasına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. 1952 doğumlu olan başvurucu, bir suç isnadı kapsamında gözaltında tutulduğu süreçte işkenceye uğradığını iddia ederek Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık yürüttüğü soruşturma sonucunda başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada hakkında düzenlenen sağlık raporlarının içeriğinin gerçeğe aykırı olduğu suçlamasıyla iki doktor hakkında görevi kötüye kullanma, kötü muamele iddialarını gerçekleştirdikleri isnadıyla da iki jandarma personeli hakkında gözaltındaki kişiye kötü muamele yapma suçlarından kamu davası açmıştır.

9. Doktorlar hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşerek kesinleşmesi üzerine başvurucu 29/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Başvuru, Anayasa'nın 17. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında incelenmiş ve Birinci Bölümün 20/1/2016 tarihli kararıyla etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu başvurunun "Olay ve Olgular" kısmındaki tespitlerin tamamına yakınının aynen alıntılanarak mevcut başvurunun arka planının ortaya konulabilmesi mümkün gözükmektedir. Bu nedenle 2013/2365 numaralı dosyadaki anlatım şekline bağlı kalınarak başvuru ele alınacaktır.

A. Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

10. Başvurucu; yasa dışı örgüt üyelerine yardım etme suçu şüphesiyle 27/9/2002 tarihinde gözaltına alınmış, 29/9/2002 tarihinde tutuklanarak Çorum Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) gönderilmiştir.

11. Anılan suç nedeniyle başvurucu hakkında Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/2/2003 tarihli kararıyla 3 yıl 9 aylık hapis cezasına hükmetmiş, başvurucu aynı tarihte tahliye edilmiştir. Mahkûmiyete ilişkin hüküm temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

12. Başvurucu, yurt dışına çıkarak 24/6/2004 tarihinde Avusturya Cumhuriyeti’ne iltica talebinde bulunmuş ve talebi kabul edilmiştir.

13. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince anılan karar ve infaz dosyası 5/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un 74. ve 85. maddeleri ile getirilen değişiklikler açısından uyarlama yapılması amacıyla yeniden ele alınmıştır.

14. Mahkemenin 9/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, anılan hüküm itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

B. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Üzerine Yapılan İşlemler

1. Kötü Muameleye İlişkin İddialar

15. Başvurucu 16/12/2002 tarihinde avukatı aracılığıyla Savcılığa verdiği dilekçede; gözaltında bulunduğu süre içinde sağ eli ile sağ ayak parmaklarına elektrotlar bağlanmak suretiyle vücuduna elektrik verildiğini, sağ kolunun işkence nedeniyle tutmaz hâle geldiğini, gözaltında kaldığı süre boyunca gözlerinin bağlandığını, kimseyle görüştürülmediğini, iç çamaşırıyla kalacak şekilde kıyafetlerinin çıkarıldığını, uyutulmadığını, saçından çekilerek sürüklendiğini, damlayan suyun altında tutulduğunu, çıplak ayaklarına botlarla basıldığını, ağır hakaretlere maruz kaldığını ve tehdit edildiğini beyan etmiştir.

16. Soruşturma aşamasında 21/2/2003 tarihinde müşteki sıfatıyla ifadesi alınan başvurucu; avukatının verdiği dilekçe içeriğinin doğru olduğunu, gözaltında iken soyularak ve vücuduna elektrik verilerek üç gün boyunca işkenceye maruz kaldığını, kendisini oğlunu öldürmekle tehdit ettiklerini, kendisinden tanımadığı kişiler hakkında bilgi istendiğini, gözleri bağlı olduğu için işkence edenlerin kim olduğunu bilmediğini, Çorum Devlet Hastanesine gittiklerinde işkence gördüğünü beyan ettiğini, işkence nedeniyle hâlen kolunu kullanamadığını ifade etmiştir.

17. 28/6/2003 tarihinde Savcılık talimatına binaen Gazi Polis Merkezinde alınan ifadesinde başvurucu; Çorum'da jandarma tarafından gözaltına alındığını ve dört gün gözaltında kaldığını, üçüncü gün Savcılığa çıkarılacağı için doktora götürüldüğünü, doktor koluna ne olduğunu sorduğunda işkence gördüğünü beyan ettiğini ancak doktorun kendisi hakkında rapor düzenlemediğini, daha sonra tekrar karakola götürüldüğünü, bir gün daha gözaltında kaldıktan sonra Savcılığa çıkarıldığını, Savcılığa çıkarılmadan önce işkence gördüğünü söylememesi için kendisini oğlunu öldürmekle ve daha çok işkence yapmakla tehdit ettiklerini, korktuğu için Savcıya ya da başka birine işkence gördüğünü söylemediğini, savcının koluna ne olduğunu sorması üzerine kendiliğinden olduğunu söylediğini beyan etmiştir.

18. Başvurucu; Avusturya Cumhuriyeti Federal Adalet Bakanlığı aracılığıyla 26/2/2007 tarihinde aldırılan ifadesinde komşusundan aldığı para dolu çantayı bir başka kişiye teslim ettiğini, bu nedenle gözaltına alındığını, kayıtların 27-29 Eylül arasını göstermesine karşın gerçekte dört gün nezarethanede kaldığını, karakola götürülürken yolda araçtan indirilerek dövüldüğünü, tecavüz ile tehdit edildiğini, bu kişilerin sivil polis memurları olduğunu ve kimliklerini gösterdiğini, ilk önce bir jandarma karakoluna daha sonra da hastaneye götürüldüğünü, dört gün hücrede tutulduğunu, elbiseleri çıkarılarak elektrik ve basınçlı su ile kendisine işkence edildiğini, kolunda ve omzunda kırıklar meydana geldiğini, kendisini askerde olan oğlunu öldürmekle tehdit ettiklerini, dört gün sonra doktora götürüldüğünü, tehdit edildiği için doktora herhangi bir rahatsızlığının olmadığını söylediğini, ceza infaz kurumuna sevk edildikten sonra ağrılara dayanamadığını, kendisini tekrar hastaneye götürdüklerini, burada röntgen çekildiğini, omzunda kırıklar olduğunun söylendiğini ancak kendisi hakkında rapor düzenlenmediğini, daha sonra bir hâkim önüne çıkarıldığını, işkenceden bahsettiğinde "Rapor olmadan bir şey yapılamaz." cevabını aldığını, hakkında hapis cezasına hükmedildiğini, Türkiye’den ayrılarak Avusturya’ya kaçtığını beyan etmiştir.

2. Başvurucunun İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları

19. Başvurucu hakkında Çorum Devlet Hastanesinden 27/9/2002 tarihinde gözaltı girişinde, 28/9/2002 tarihinde gözaltı süresinin uzatılması nedeniyle ve 29/9/2002 tarihinde gözaltı çıkış işlemleri nedenleriyle adli rapor istenmiş; yapılan muayeneler sonucu başvurucunun hastaneye sevk evrakının üzerine "Darp ve cebir izine rastlanmadı." şeklinde kayıt düşülmüştür.

20. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumuna sevkinin ardından 1/10/2002 tarihinde Çorum Devlet Hastanesine sevk edildiği anlaşılmaktadır. Sevk kâğıdına işlenen cildiye raporunda sağ kolda ekimoz bulunduğu, ortopedik muayenesinin ise normal olduğu belirtilmektedir.

21. Başvurucunun ceza infaz kurumunda kaldığı süre içinde birkaç kez fizik tedavi ve rehabilitasyon (FTR) gördüğü, ortopedi polikliniklerine sevkinin yapıldığı ve başvurucuya yumuşak doku travması teşhisi konduğu anlaşılmaktadır.

22. 17/12/2002 ve 19/12/2002 tarihlerinde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan nöroloji, nöroşirurji, FTR ve ortopedi konsültasyon raporlarında özetle başvurucunun sağ üst ekstremiteyi ağrı nedeniyle kaldıramadığı, pasif hareketleri olduğu ve omuz eklemi abduksiyonunun kısıtlı olduğu, omuz elevasyonunu ağrı nedeniyle yerine getiremediği tespit edilmiştir. 29/1/2003 tarihli nöroşirurji konsültasyonu muayene kaydında hastanın tekrar değerlendirildiği, sağ omuz abduksiyon kısıtlılığı mevcut olduğu, sağ omuz MR’sinde rotator cuffrüptürü saptandığı, servikal X-Ray’de dejeneratif değişikler görüldüğü belirtilmiştir.

23. Başvurucu tahliye olduktan sonra 4/3/2003 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliğine başvurmuş, hakkında 18/6/2003 tarihli sağlık raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda sağ el 1. parmak arkada 0.2x0.2 cm boyutlarında ortası soluk, kenarları hiperpigmente dairesel biçimde nedbe dokusu, sağ omuz ekleminde 0º abdüksiyon, 20º fleksiyon, 0º ekstansiyon hareketi yapabildiği, sağ dirsek ekleminde dış rotasyonda hafif kısıtlılık tespit edilmiş; sağ omuz ekleminde saptanan supraspinatus tendon rüptürü ve rotator kaf parsiyel rüptürünün kaba dayak ve elektrik işkencesi öyküsüyle uyumlu olduğu, psikiyatrik muayenede saptanan travma sonrası stres bozukluğunun travmayla direkt ilişkisi olduğu, sağ el 1. parmakta saptanan nedbe dokusunun biyopsi yapılmadığından elektrik işkencesi öyküsüyle uyumu konusunda net bir karara varılamayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Aynı Kurumun 24/2/2011 tarihli ek raporunda da benzer sonuçlara yer verildiği, ayrıca yaralanmaların yürürlükteki ceza kanunlarına göre sınıflandırmasının yapıldığı görülmüştür.

24. Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu tarafından 9/2/2009 tarihinde, daha önce alınan sağlık raporları değerlendirilerek düzenlenen raporda özetle 2/10/2002 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundan sevk sonucu düzenlenen raporda sağ kolda tespit edilen ekimozun ebadı, rengi, şekli, kolun hangi bölümünde olduğu gibi ayrıntılı bir tarif bulunmadığından ne zaman oluştuğuna ilişkin tıbben görüş bildirilemeyeceği, söz konusu ekimozun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile oluşabileceği gibi kişinin sağ kolunu sert bir cisme çarpması ya da çarptırılması ile de oluşabileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamadığı belirtilmiştir. Raporda 23/10/2002 tarihinde yapılmış muayene sonucunda hangi bölge olduğu belirtilmeden yumuşak doku travması tanısı konduğu, 17/12/2002 tarihinde Ankara Numune Hastanesi tarafından yapılan muayenede sağ omuz hareketlerinin ağrılı ve kısıtlı olduğunun saptandığı, 23/1/2003 tarihinde çekilen sağ omuz MR’sinde rotator cuffta parsiyel rüptürle uyumlu sinyal değişikliklerinin saptandığının bildirildiği ancak anılan MR temin edilemediğinden bunun Kurulca incelenemediği, anılan bulgunun akut bir travma ile oluşabilmesi mümkün olduğu gibi kişinin kendinde mevcut kronik dejenerasyona bağlı olarak da gelişebileceği, akut bir travma sonucunda oluşması durumunda bunun çok ağrılı olacağı ve ciddi hareket kısıtlılığı yapacağı tıbben bilindiğinden kişinin gözaltı sürecinden üç gün sonra 2/10/2002 tarihinde yapılan ortopedik muayenenin normal bulunması dikkate alındığında olay tarihinden yaklaşık dört ay sonra çekilen MR'de tespit edildiği bildirilen omuzdaki rotator cuff yırtığının gözaltı sürecinde oluştuğunun kesin tıbbi delilleri bulunmadığı değerlendirilmiştir. Ayrıca kişinin Kurul tarafından yapılan 16/6/2003 tarihli muayenesinde gerek gözaltı gerek ceza infaz kurumunda bulunduğu süre içinde yapılan muayenelerde vücudunda elektrik girişine delil teşkil edecek herhangi bir lezyon saptanmadığı, 26/12/2002 tarihli EMG’nin normal bulunması dikkate alındığında kişiye gözaltı sürecinde elektrik verildiğine ilişkin kesin tıbbi delilin olmadığı, kişinin gerek İnsan Hakları Vakfında gerekse 16/6/2003 tarihinde Kurulca yapılan muayenesinde tespit edilen post travmatik stres bozukluğu maruz kalındığı iddia edilen travma sonrasında gelişebileceği gibi gözaltı şartları ya da ceza infaz kurumunda geçirdiği süre sonunda da ortaya çıkabileceği, mevcut verilerle bunlar arasında tıbben ayrım yapılamadığı bildirilmiştir.

25. Başvurucu vekilinin 2. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen rapora itiraz etmesi üzerine Adli Tıp Genel Kurulundan rapor düzenlenmesinin istendiği ancak başvurucu hazır edilmeden rapor düzenlenemeyeceği şeklinde Kuruldan cevap alındığı anlaşılmıştır.

26. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı öğretim üyesi tarafından 24/4/2009 tarihinde başvurucu vekilinin talebi üzerine düzenlenen değerlendirme raporunda; hastanın gözaltı muayene raporlarının tıbbi standartlara uygun olmadığı, tanı eksikliğine neden olduğu ve tıbbi uygulama hatası olarak değerlendirilmesi gerektiği, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu raporunda bulgular tanımlanmakla birlikte bütünlüklü bir değerlendirme ve yorumun yapılmadığı, gözaltından üç gün sonra başlayan ve tekrarlanan muayene ve tetkikler sonucunda saptanan sağ omuzda morluk, omuz bölgesinde bağ ve koruyucu dokularda yırtılmalar, sıvı birikimi, kemik dokuda ezilme, omuz hareketlerinde kısıtlık, boyun omurlarında düzleşme ve travma sonrası stres bozukluğunun hastanın tanımladığı işkence öyküsüyle yüksek düzeyde uyumlu olduğu kanaati bildirilmiştir.

27. Mahkemenin talebi üzerine İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından 1/7/2011 tarihinde düzenlenen raporda; başvurucunun 27/9/2002 ve 29/9/2002 tarihlerinde yapılan adli muayenelerinin ilgili prosedüre ve 20/9/2000 tarihli Sağlık Bakanlığı Genelgesi'ne uygun olarak yapılmaması nedeniyle tıbbi açıdan güçlüklerin ortaya çıktığı, başvurucunun fiziksel ve ruhsal bulgularının -Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu (İstanbul Protokolü) çerçevesinde- ifadelerinde belirttiği işkence hikâyesi ile uyumlu olduğu, bir bütün olarak değerlendirildiğinde bulguların düşmeden ziyade darp ve cebir sonucu meydana gelmiş olduğu sonucuna varıldığı, fiziksel ve ruhsal yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilir ölçüde olmadığı, başvurucunun sağ omzundaki ezilme ve yırtılmanın kesin oluş tarihinin tıbbi olarak belirlenemeyeceği kanaati bildirilmiştir.

28. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından başvurucu vekilinin talebi üzerine düzenlenen 23/11/2011 tarihli bilimsel değerlendirme raporunda; sağ omuzda morluk, omuz bölgesinde bağ ve koruyucu dokularda yırtılmalar, sıvı birikimi, kemik dokuda ezilme, omuz hareketlerinde kısıtlık, boyun omurlarında düzleşme ve travma sonrası stres bozukluğunun işkence öyküsüyle yüksek düzeyde uyumlu olduğu kanaati bildirilmiştir.

3. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

a. Soruşturma Aşaması ve Açılan Davalar

29. Başvurucunun 16/12/2002 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe üzerine soruşturma açılmış, isnat edilen suç yerinin Çorum olması nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 21/2/2003 tarihli kararıyla yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Çorum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.

30. Çorum Cumhuriyet Başsavcılığının 12/12/2003 tarihli iddianamesi ile iki jandarma görevlisi hakkında 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 243. 31. 33. maddeleri, 28/9/2002 ve 29/9/2002 tarihli adli muayene raporlarını düzenleyen doktorlar M.A. ve F.S. hakkında ise 765 sayılı Kanun'un 240. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Söz konusu iddianamenin ilgili kısmı şöyledir:

"...müşteki Feride'nin yasadışı DHKP-C terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak suçu nedeni ile 27.09.2002 ile 29.09.2002 tarihleri arasında Çorum'da Merkez Seydim Jandarma Karakolunda gözaltına alındığı, 29.09.2002 de bu suçtan tutuklandığı, suç tarihlerinde Seydim Jandarma Karakolunda görevli olan sanıklar S. ve N. tarafından sorgulandığı, gözaltında kaldığı süre içerisinde beyanına göre suçunu söyletmek amacıyla sanıklarca darp edildiği ve vücuduna elektrik verilerek kötü muameleye maruz kaldığı, göz altındaki sağlık durumu ile ilgili olarak 24 saatlik periyotlarla Adli Tabipliğe götürülerek darp ve cebir olmadığına dair raporlar alındığı, müştekinin maruz kaldığı kötü muamele nedeni ile korkarak sağlığı hakkında o tarihte beyanda bulunmadığı, 28.09.2002'de sanıklardan F., 29.09.2002'de diğer sanık M. tarafından muayene edildiği, bu sanıkların müştekiyi usulüne uygun muayene edip vücudundaki darp cebir izlerini tespit etmeden darp ve cebir bulunmadığına dair adli raporları düzenleyerek görevlerini suistimal ettikleri, tanıklar M. ve M.nin beyanlarına göre müştekinin tutuklanarak cezaevine alındığı tarihte vücudunda morarmaların olduğu ve bu nedenle rahatsızlık çektiği, böylelikle sanıkların üzerlerine atılı suçu işledikleri iddiası ile eylemlerine uyan ..."

b. Sanık ve Tanık Anlatımları

31. Doktor M.A. Savcılık tarafından 13/11/2003 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle başvurucuyu hatırlayamadığını ancak belirtilen raporun kendisine ait olduğunu, acil serviste çalıştığını, adli vakalarla ilgili adli rapor istendiğinde yoğunluktan dolayısıyla gelen kişinin beyanını esas alarak muayenesini yaptıklarını, gelen kişi vücudunun görünmeyen kısımlarına ilişkin şikâyette bulunmazsa buna göre rapor düzenlediklerini ancak siyasi ya da önemli suçlarla ilgili bir adli rapor talep edildiğinde kesinlikle tam muayene yaptığını, başvurucunun siyasi suç nedeniyle gelmesi nedeniyle muayenesini tam olarak yapmış olması gerektiğini, polis ya da jandarmayı muayene yaparken kesinlikle dışarı çıkardıklarını, darp ve cebir izi gördüğü kimseye kesinlikle "Darp ve cebir yoktur." şeklinde rapor düzenlemediğini, başvurucunun yaralanmalarının kendisinin muayene tarihinden sonraki sürede meydana gelmiş olabileceğini beyan etmiştir.

32. Doktor F.S. 4/12/2013 tarihinde Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle adli rapor için gelindiğinde kişinin genel vücut muayenesini yaparak gerekli raporu düzenlediğini, mesleğinde gerekli titizliği ve hassasiyeti gösterdiğini, daha önce böyle bir suçlamayla karşılaşmadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

33. Jandarma Uzman Çavuş N.Ş. 1/5/2003 tarihinde Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle olay tarihinde Seydim Jandarma Karakol Komutanlığında diğer şüpheli S.K. ile birlikte görev yaptığını, müştekinin DHKP/C terör örgütünün kuryesi olduğunu ve yürütülen operasyon kapsamında Amasya'da yakalanarak Çorum İl Jandarma Komutanlığına getirildiğini ve gözaltına alındığını, soruşturmayı diğer şüpheli ile birlikte yürüttüklerini söylemiştir. İfadesinde ayrıca gözaltı sürecinde müştekinin sağlık raporlarının alındığını, daha sonrada çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandığını belirtmiştir. N.Ş., gözaltı süresince müştekiye herhangi bir şekilde işkence yapmadıklarını, yapmış olsalardı doktor kontrollerinde, Savcılık veya mahkeme sürecinde bunun tespit edilip şikâyetçi olunabileceğini, böyle bir tespitin olmadığını, aradan uzun süre geçtikten sonra bu iddianın ortaya atıldığını, örgüt malzemelerinin yakalanması sebebiyle müştekinin örgüt tarafından cezalandırılmak amacıyla yaralanmış olabileceğini veya yaraların ceza infaz kurumunda kendisi tarafından yapılabileceğini belirtmiştir. N.Ş., kovuşturma aşamasındaki 4/3/2004 tarihli savunmasında Savcılık ifadesinde bulunan hususları tekrarladığını belirtmekle yetinmiştir.

34. Jandarma Astsubay S.K. 24/4/2003 tarihinde Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle müştekinin DHKP/C terör örgütüne yardım ve yataklık yapma suçundan şüpheli olarak diğer yedi kişiyle birlikte yakalandığını, görev yaptıkları Seydim Jandarma Karakol Komutanlığında nezarethane olmadığı için bu kişilerin il merkezine getirildiğini, gözaltında tutuldukları Çorum İl Jandarma Komutanlığında bu kişilerin beyanlarını N.Ş. ile birlikte aldıklarını, bazı sanıkların susma hakkını kullandıklarını fakat hiçbirine kötü muamelede bulunmadıklarını belirtmiştir. Bunun dışında S.K. ifadesinde, gözaltında bulunduğu sürede müşteki hakkında yirmi dört saatte bir sağlık raporu alındığını, Numune Hastanesinde tespit edilen arazların ve belirtilerin nasıl oluştuğunu bilemeyeceğini, bunların ceza infaz kurumunda meydana gelebileceğini, örgütün önemli bir kuryesi olan müştekinin yakalanması nedeniyle örgüt tarafından cezalandırılmış olabileceğini, bu yolun daha önce de örgüt tarafından denendiğini, bu şekilde kamu görevlilerinin sindirilmeye çalışıldığını söylemiştir. S.K. kovuşturma aşamasındaki 4/3/2004 tarihli savunmasında Savcılık ifadesinde bulunan hususları tekrarlamıştır.

35. Doktor M.A. kovuşturma aşamasında 4/3/2004 tarihinde verdiği savunmasında özetle Savcılık ifadesi aşamasında vakayı hatırlayamadığını, daha sonra düşündüğünü ve vakaları incelediğini, adı geçen kişiyi ve yaptığı muayeneyi hatırladığını, anılan kişiyi (başvurucu) usulüne uygun olarak muayene ettiğini, başvurucunun duvara çarpması nedeniyle kolunda hareket kısıtlılığı olduğunu beyan ettiğini fakat muayenesinde herhangi bir bulguya rastlamadığını, olay yeni olduğu için birkaç gün sonra bulguların ortaya çıkabileceğini ve böyle bir durum olursa yeniden muayene olmasını kendisine önerdiğini, Savcılık ifadesinde bir yanlış anlaşılma olduğunu, adli muayeneleri mutlaka usulüne uygun ve kapısı kapalı muayene bölümünde yaptıklarını, başvurucunun da tüm vücut muayenesini yaptığını ancak darp ve cebir izine rastlamadığını beyan etmiştir. Başvurucu vekilinin sorusu üzerine kişiyi tamamen soyarak değil sırasıyla tüm vücut bölgeleri görülecek şekilde elbiselerini kaldırarak muayene ettiğini ifade etmiştir.

36. Doktor F.S. kovuşturma aşamasında verdiği savunmasında özetle suç tarihinde Çorum Devlet Hastanesi Acil Servisinde görevli olduğunu, adli konularda rapor için gelen kişinin genel vücut muayenesini yaparak adli rapor tanzim ettiğini, olaya ilişkin yazdığı raporda adı geçen Feride Kaya'nın adli rapor için genel vücut muayenesini yaptığını, vücudunda darp ve cebir izine rastlamadığından raporunu bu şekilde verdiğini, Çorum Devlet Hastanesinde bu şekilde yüzlerce rapor verdiğini ve hiçbir şekilde şikâyet edilmediğini, meslek hayatında sıkıntı olmaması için meslek kurallarına riayet ettiğini, raporunu gördüğü şeyler hakkında verdiğini, olmayan bir şey hakkında rapor düzenleyemeyeceğini, bunun suç olduğunu bildiğini, müştekinin iddiasının yersiz olduğunu, suçu kabul etmediğini beyan etmiştir.

37. Kovuşturma aşamasında 23/2/2006 tarihli duruşmada tanık sıfatıyla beyanı alınan F.Y. özetle anılan dönemde hastanede hemşire olarak görev yaptığını, başvurucuyu hatırladığını, doktor M. tarafından kendisi ve G.T. adlı bir başka hemşirenin bulunduğu ortamda muayene yapılarak kişi hakkında rapor düzenlendiğini, jandarmaların koridorda beklediğini, kendisinin başvurucunun soyunmasına ve giyinmesine yardımcı olduğunu, herhangi bir morarma ya da şişlik benzeri bir şey görmediğini, başvurucunun kolunu oynatamadığını doktora söylediğini, doktorun haricî muayene yaptığını, herhangi bir şey tespit edemediğini, şikâyetleri geçmezse fizik tedaviye başvurabileceğini başvurucuya söylediğini beyan etmiştir.

38. Kovuşturma aşamasında 11/5/2006 tarihli duruşmada tanık sıfatıyla beyanı alınan G.K. özetle Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu dönemde başvurucunun yanında iki kişi ile birlikte Ceza İnfaz Kurumuna getirildiğini, başvurucunun oldukça kötü durumda olduğunu, vücudunun çeşitli yerlerinde, kollarında ve omuzlarında aşırı morarmalar olduğunu, parmak uçlarında morartılar bulunduğunu, günlük olağan işlerini dahi yapamadığını, banyosunu arkadaşlarının yaptırdığını, gelen diğer iki kişide herhangi bir iz olmadığını beyan etmiştir.

39. Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla beyanı alınan M.C. özetle kendisinin anılan tarihte Ceza İnfaz Kurumunda hükmen tutuklu olduğunu, başvurucunun işlemiş olduğu siyasi bir suç nedeniyle koğuşlarına geldiğini, başvurucunun koğuşa geldiğinde arkadaşı hükümlü M.B. ile konuştuğunu ve M.B.nin başvurucunun vücudunda, kollarında ve bacaklarının dizden aşağı kısımlarında morarmalar olduğunu, gece uykusunda bağırdığını ve karakolda işkence gördüğünü kendisine söylediğini, başvurucu ile karşılıklı konuşmadığını ancak başvurucunun karakolda iken vücuduna elektrik verildiğini söyleyip durduğuna dair konuşmaları olduğunu beyan etmiştir.

40. Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla beyanı alınan M.B. özetle anılan tarihlerde Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunduğunu, aradan epey zaman geçtiğini, hatırladığı kadarıyla o tarihte tutuklanarak Ceza İnfaz Kurumuna getirilip kendi koğuşlarına konan başvurucunun bir kolunda, bacağında çok az bir morarma olduğunu, bu durumu kendisine sormadığını, önce yatağına oturduğunu, suçunun ne olduğunu sorduklarında "siyasi" dediğini, muhtemelen bir ağrısı olması nedeniyle sızlanmaya başladığını, kolunu tuttuğunu, o sırada yanında bulunan M.C.nin "Ne oldu?" diye sorduğunu, başvurucunun "Polisler bana işkence yaptı." dediğini, başvurucunun banyo yapmak istediğini, diğer hükümlü M.C. ile birlikte başvurucuyu banyoya götürdüklerini, müştekinin sadece kolunda ve ayağında morarma olduğunu, elbiselerini çıkardığında kolunda ve ayağındaki çok hafif morarma dışında vücudunun diğer bölgelerinde herhangi bir morarma görmediklerini beyan etmiştir.

c. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar

41. Çorum Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 24/11/2011 tarihli kararıyla sanık savunmaları, müşteki ve tanık beyanları, İstanbul ATK Başkanlığı 2. İhtisas Kurulunun 9/2/2009 tarihli raporu ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalının 1/7/2011 tarihli raporunu değerlendirerek başvurucunun gözaltında kaldığı 27/9/2002 ile 29/9/2002 tarihleri arasında kötü muameleye maruz kaldığı hususunun kabulünün gerektiğini ancak katılana kötü muamelede bulunan kişilerin sanık jandarma S.K. ve N.Ş. olduğuna dair tam bir kanaat oluşmadığını, bu hususun şüpheli kaldığı anlaşıldığından "Şüpheden sanık yararlanır." evrensel ilkesi gereğince sanıkların üzerilerine atılı suçtan ayrı ayrı beraatlerine, sanık doktorların üzerine atılı görevi kötüye kullanma suçuyla ilgili olarak -sanık lehine olan zamanaşımı süresinin 7 yıl 6 ay olduğu, suç tarihinin 29/9/2002 tarihi olduğu gözönüne alındığında- karar tarihi itibarıyla zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek davanın ortadan kaldırılmasına hükmetmiştir.

42. Yargıtay 8. Ceza Dairesi 12/12/2012 tarihli kararıyla sanık doktorlar yönünden hüküm fıkrasında yer alan "ortadan kaldırılmasına" ibaresinin çıkarılıp yerine "kamu davasının düşürülmesine" denilmek suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına, şüpheli jandarma personeli hakkında verilen beraat kararının ise bozulmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şu şekildedir:

"Katılan Feride Kaya'nın tüm aşamalarda değişmeyen istikrarlı beyanları, katılanla beraber cezaevinde bulunan tanıklar G.K., M.B. ve M.C.nin katılanı destekleyen anlatımları, Dr. M.A.nın katılanın kendisine gözaltında iken kötü muamalede bulunulduğunu söylediğine dair ifadesi katılanın Çorum Devlet Hastanesinde, Ankara Numune Hastanesinde ve Avusturya Ried Hastanesinde düzenlenen raporları, katılan tarafından dosyaya ibraz edilen İnsan Hakları Vakfı, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi tarafından düzenlenen raporları destekler mahiyette İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından düzenlenen raporda katılanın yaralanmalarının işkence anlatımıyla uyumlu olduğu yönündeki mütalaa karşısında dosya içeriğiyle uyuşmayan ibareler içeren Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesinin raporuna itibar etmeyerek katılanın 27.09.2002-29.09.2002 tarihleri arasında gözaltında tutulduğu süre içinde işkenceye maruz kaldığı kabulüne yer veren mahkemenin takdirinde bir isabetsizlik görülmediğinden, tebliğnamede yer alan eksik inceleme nedeniyle bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere, dosya kapsamı gözetildiğinde katılanın gözaltında tutulduğu süre içerisinde işkenceye maruz kaldığının anlaşılması ve sanıkların katılanı kendilerinin sorguladığı şeklindeki beyanları, soruşturmanın bir başka görevli tarafından yapıldığına ilişkin iddia ve savunmanın bulunmaması karşısında, atılı suçun oluştuğu gözetilmeden, sanıkların katılana kötü muamele yapan kişiler olmadığı hususunda mahkemede tam bir kanaat oluşmamasının nedenleri de karar yerinde gösterilmeden yazılı şekilde beraat kararları verilmesi... [BOZULMASINA karar verildi.]"

43. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin söz konusu kararı sonrasında yeniden yapılan yargılamada Mahkeme, önceki kararında direnmiş ve oyçokluğuyla şüphelilerin beraatlerine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"...

Mağdur işkence gördüğünü iddia etmiş ise de, sanıklar S.K. ve N.K, suçlamayı kesinlikle kabul etmediklerini, terör örgütünün kamu görevlilerini psikolojik olarak sindirmek ve örgüt üyelerini suçtan kurtarmak amacıyla bu tür işkence iddialarını ortaya attığını beyan ettikleri, mağdurun gözaltına alındığı olay nedeniyle Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 2002/148 Esas, 2003/20 Karar numaralı kararıyla yasadışı DHKP/C isimli terör örgütüne yardım ve yataklık etme suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edildiği, kararın Yargıtay'ca onanarak 23.12.2003 tarihinde kesinleştiği, mağdurun halen yurt dışında bulunduğu hususları da nazara alındığında, mağdurun sanıklara iftira atma şüphesinin de göz ardı edilemeyecek bir ihtimal olduğu, açıklanan nedenlerle mağdurun gözaltında işkence görüp görmediği hususu şüpheli olduğu gibi mağdurun ilk defa savcılıkta alınan 21.02.2003 tarihli beyanında “gözlerim bağlı olduğu için bana işkence yapan jandarmanın kim olduğunu bilmiyorum” şeklindeki beyanı, sanıkların baştan itibaren istikrarlı bir şekilde suçlamayı kabul etmedikleri, mağdurun gözaltına alındıktan sonra sanıklar S.K. ve N.K.nın görev yaptıkları Seydim Jandarma Karakolu'na değil, Çorum İl Merkez Jandarma Komutanlığı'na götürülüp orada bulunan nezarethaneye konulduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, mağdurun gözaltında işkence gördüğü kabul edilse dahi bu eylemin sanıklar S.K. ve N.Ş. tarafından gerçekleştirildiğine dair kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, mağdur İl Merkez Jandarma Komutanlığı'nda işkence görmüşse bundan mağdurun ifadesini alan sanıkların da haberi vardır ve onların da cezalandırılmaları gerekir şeklindeki bir yaklaşımın cezaların şahsiliği prensibine aykırı olduğu, işkence ile mücadelenin şüpheli kalan işkence iddialarında mağdurun ifadesini alan kolluk görevlilerinin cezalandırılması suretiyle değil etkin soruşturma ve denetim ile gerçekleştirilebileceği, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, sanıklar S.K. ve N.Ş.nin mağdura karşı işkence veya kötü muamelede bulunduklarına dair hiçbir kuşku ve tereddüte yer vermeyecek şekilde inandırıcı, kesin, somut kanıtlar elde edilemediğinden sanıkların beraatine karar vermek gerekmiştir.

..."

44. Mahkeme Başkanı karşıoyunda, bozma ilamında belirtilen gerekçeler doğrultusunda sanıkların üzerilerine atılı suçtan mahkûmiyetlerine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

45. Başvurucu vekili 22/4/2013 havale tarihli temyiz dilekçesinde dava zamanaşımı süresinin dolmak üzere olduğunu belirterek dosyanın ivedi şekilde incelenmesi gerektiğini belirtmiştir.

46. Verilen kararın temyiz edilmesi sonrasında inceleme yapan Yargıtay Ceza Genel Kurulunca -sanıkların üzerine atılı suça 765 sayılı mülga Kanun'un 243/1. maddesinde 8 yıla kadar ağır hapis cezası öngörüldüğü, 765 sayılı mülga Kanun'un 102/3. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımının 10 yıl, 104/2. maddesi de gözönünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımının 15 yıl olduğu, daha ağır başka bir suçu oluşturma ihtimalinin bulunmadığı suçla ilgili olarak sanıklar hakkında dava zamanaşımını kesen en son hukuki işlemin ağır ceza mahkemesinde sorgularının yapıldığı 4/3/2004 tarihi olduğu ve bu tarihten sonra dava zamanaşımını kesen veya durduran hiçbir sebebin gerçekleşmediği, 765 sayılı mülga Kanun'un 102/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık asli dava zamanaşımı süresinin direnme hükmünün verildiği 18/4/2013 tarihinden sonra, ancak dosya henüz Ceza Genel Kuruluna gelmeden önce 4/3/2014 tarihinde dolmuş olduğu tespiti ve gerekçesiyle- davanın düşürülmesine karar verilmiştir. Karar tarihi 19/1/2016'dır.

47. Başvurucu 22/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

48. 765 sayılı mülga Kanun’un 240. maddesi şöyledir:

 “Yasada yazılı hallerden başka hangi nedenle olursa olsun görevini kötüye kullanan memur derecesine göre bir yıldan üç yıla kadar hapsolunur. Cezayı hafifletici nedenlerin bulunması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis ve her iki halde ikibin liradan onbin liraya kadar ağır para cezasiyle cezalandırılır. Ayrıca memuriyetten süreli veya temelli olarak yoksun kılınır.”

49. 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir."

50. 765 sayılı mülga Kanun’un 102. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kanunda -başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:

 (3) Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya müebbet sürgün veyahut beş seneden ziyade hapis veya hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,

… geçmesile ortadan kalkar.”

51. 765 sayılı mülga Kanun’un 104. maddesi şöyledir:

 “…

Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

52. Mahkemenin 9/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

53. Başvurucu; gözaltında tutulduğu nezarethanede istenen yönde ifade vermesi amacıyla işkenceye tabi tutulduğunu, gözaltı sırasında ve sonrasında zorunlu adli muayene için götürüldüğü hastanede gerçeğe aykırı raporlar düzenlendiğini, dosyadaki delil durumuna göre kendisine işkence yapıldığı sabit olmasına rağmen sorumlular hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini ve sonuçta hukuka aykırı şekilde dava zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle düşme kararı verilmek suretiyle suçun cezasız bırakıldığını belirterek işkence yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

54. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında kaldığından söz konusu haklar yönünden ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

55. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

56. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

...”

57. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

58. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde yasağın maddi ve usul boyutlarının ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Bu bağlamda yasağın maddi boyutu sadece bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu (negatif yükümlülük) içermemektedir. Ayrıca bireylerin bu tür muameleye maruz kalmasını engelleyecek etkili önleyici mekanizmaların kurulması yönünde pozitif bir yükümlülük de içermektedir.

59. İşkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ise bu yasağın ihlal edildiğine yönelik tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran iddiaların sorumlularının tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yapılması sorumluluğunu (pozitif yükümlülük) içermektedir.

60. Başvurucu öncelikle kolluk görevlileri tarafından fiziki saldırıya uğrayarak işkence gördüğünü iddia etmekte, sonrasında ise maruz kaldığı olayın aydınlatılması için etkili bir soruşturma yürütülmediğini belirtmektedir. Bu nedenle başvurucunun şikâyetlerinin kötü muamele yasağının hem maddi hem usul boyutu açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

61. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

62. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

63. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

64. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan yükümlülük işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

65. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

66. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye esas alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

67. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

68. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

69. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

70. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

71. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

72. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında vurgulayıp Yurtsever ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22965/10, 8/7/2014) kararında da tekrarladığı -olayın fail ya da faillerin cezai sorumluluğu ile devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğun farklı olduğu yönündeki- ilkeye özellikle dikkat çekmek gerekir. AİHM, anılan kararında da bu ilkeye açıkça vurgu yapmış ve ceza hukuku anlamında suçluluk ya da masumiyet konusunda kararlar vermenin kendi yetki alanına girmediğini ifade etmiştir (Yurtsever ve diğerleri/Türkiye, § 68).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

73. Başvurucu, terör örgütüne yardım ve yataklık etme suçlamasıyla Çorum Jandarma İl Komutanlığının nezarethanesinde tutulduğu sırada ifadesini alan jandarma görevlileri tarafından kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmektedir.

74. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama sorununu ele almaktadır. Burada kötü muameleye maruz kalması nedeniyle mağdur olduğunu ileri süren kişilerin -ispat külfetinin devlete geçtiği durumlar istisna olmak üzere- kötü muamele yasağı kapsamına giren ağırlıkta bir muamele görmüş olabileceklerini gösteren emare ve delil sunmaları gerektiğini belirtmek gerekir (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).

75. Somut olayda kötü muamele iddialarının fiziki bulguları açısından doktor raporlarının önem arz ettiği açıktır. Gözaltındaki süreçle ilgili olarak başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiş (bkz. § 19) ise de söz konusu raporların muayene yapılmaksızın usule aykırı şekilde düzenlendiği gerekçesiyle raporları hazırlayan doktorlar hakkında görevi kötüye kullanma suçu nedeniyle kamu davası açılmıştır (bkz. § 30). Bununla birlikte iddiaları aydınlatmaya yarayan tek sağlık raporu bunlar olmayıp kötü muamele iddiası nedeniyle yürütülen soruşturmada birden çok sağlık raporunun (bkz. §§ 20-28) düzenlendiği ve bu raporların birçoğunda başvurucunun iddialarının desteklendiği görülmektedir. Bu durumda -alınan ilk sağlık raporlarının gerçekliğinin açılan kamu davasıyla da kuşkulu olduğu gözönünde bulundurulduğunda- gözaltında tutulması dolayısıyla devletin gözetimi ve sorumluluğu altında bulunan başvurucunun fiziksel ve ruhsal bir saldırıya maruz kaldığına ilişkin yeterli delilin var olduğu kabul edilmelidir. Aksini ispat yükümlülüğü artık devletin üzerindedir.

76. Gözaltında oldukları için dış dünyayla ilişkileri kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucuların bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılması mümkündür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 99).

77. Mahkeme, yapılan yargılamada 24/11/2012 tarihinde verdiği kararın gerekçesinde başvurucunun gözaltında kötü muameleye maruz kaldığını kabul etmiş; Yargıtay 8. Ceza Dairesi 12/12/2012 tarihli bozma kararında ise başvurucunun gözaltında kaldığı süreçte işkenceye uğradığı kanaatine vardığını belirtip Mahkemenin bu tespitinde bir isabetsizlik görmediğini dile getirmiştir (bkz. § 42). O hâlde sağlık raporları, iddiaları destekleyen tanık anlatımları ve adli makamların tespitleri gibi kötü muamelenin varlığına ilişkin makul şüphenin ötesine geçen kanıt unsurunun bulunması nedeniyle kamu makamlarından başvurucudaki sağlık sorunlarının nedeni hakkında makul bir açıklama getirmeleri beklenmelidir. Savcılık tarafından yapılan soruşturmanın sonucunda sanık olarak yargılanan jandarma görevlileri suçlamaları kabul etmemekle birlikte gözaltında meydana gelen yaralanmaların nasıl oluştuğuna ilişkin inandırıcı bir izah yapmamışlardır.

78. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup icra edilen bir soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak yargı mercilerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan yargı mercilerinin bulguları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).

79. Yargılama dosyasına başvurucunun kendi inisiyatifiyle temin ettiği sağlık raporları yanında Mahkemenin talebi üzerine düzenlenenlerin de yansıdığı görülmektedir. ATK 9/2/2009 tarihli raporunda; başvurucunun dile getirdiği iddiaların sağ kolundaki hareket kısıtlılığının ve ruhsal bozukluğun gözaltı sürecinde gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde kesin bir tespite varılamadığı sonucuna ulaşmış ise de İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen raporda tespit edilen fiziksel ve ruhsal bulguların İstanbul Protokolü çerçevesinde işkence hikâyesi ile uyumlu olduğu belirtilmiştir. Söz konusu Tıp Fakültesi tarafından düzenlenen raporun mahkeme dosyasındaki diğer raporlarla da (bkz. §§ 23, 26, 28) desteklendiği görülmektedir.

80. ATK'nın başvurucuyu bizzat muayene etmesi sonucu tespit ettiği bulguların yargılama dosyasına yansıyan diğer raporlarla da desteklendiği ve bu kapsamda başvurucuda gözaltına alınmasından sonra sağ omuz rotator cuff rüptürü (omuzdaki eklem bağı yırtığı), sağ kolda ekimoz ve travma sonrası stres bozukluğu şeklinde rahatsızlıklar meydana geldiği sabittir. ATK tarafından tıbbi bir tespit olarak ortaya konmamış ise de dosyaya sunulan diğer sağlık raporlarında (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliği tarafından düzenlenen) bu durumun kaba dayak ve vücuda elektrik verilmesine bağlı gelişebileceğinin değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun aşamalardaki beyanları, bu beyanlarla uyumlu tanık anlatımları ve çeşitli sağlık raporlarına yansıyan bulgular, başvurucunun gözaltında kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin Mahkemenin 24/11/2011 tarihli gerekçeli kararı ve bu karar içeriğini destekler nitelikteki Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 12/12/2012 tarihli bozma ilamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gözaltında tutulduğu süre içinde fiziksel ve ruhsal acı çekmesine sebep olan kötü muameleye maruz kaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Buna karşın yürütülen soruşturmanın zamanaşımıyla sonuçlanması ve bu nedenle olayın fail ya da failleri tespit edilmeden kesin hükümle soruşturmanın kapatıldığı (bkz. § 46) dikkate alındığında kamu makamlarının kötü muameleye ilişkin iddialar konusunda açıklama yapma yükümlülüğüne aykırı davrandığı söylenmelidir. Kötü muamele teşkil eden eylemlerin -başvurucunun Savcılık ifadesine (bkz. § 16), düzenlenen iddianameye (bkz. § 30) ve olayın gelişimine bakıldığında- başvurucudan bilgi alma veya suçunu itiraf ettirme özel amacı doğrultusunda gerçekleştirildiği ve bu süreçte kamu görevlilerinin kasıtlı hareket ettiği anlaşılmaktadır.

81. Kötü muamele yapılmasına neden olan saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun yaşam hakkı gibi en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz (Cezmi Demir ve diğerleri, § 104). Somut olayda insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneklerini etkileyen, aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin başvurucudan bilgi almak veya isnat edilen suçları kabul ettirmek amacıyla yapıldığı, iki gün boyunca belli bir kasıt altında şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle direncini kırma ve aşağılama amacıyla korku, endişe ve aşağılık duygusu hissettiren nitelikte olduğu anlaşılmaktadır.

82. Başvurucuya kasti olarak uygulanan muamelenin amacı, süresi, sağlık raporlarına yansıyan fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alınıp ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu muamelelerin ilgili kişinin itirafta bulunması veya yöneltilen olaylar hakkında bilgi vermesi amacıyla görevlerini yapan devlet görevlileri tarafından bilinçli olarak yapıldığı gözönünde bulundurulduğunda işkence olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

83. Bunun yanında belirtilmelidir ki Anayasa Mahkemesince varılan ihlal kararı, başvuruya konu yargılamada sanık olarak yargılananların cezai sorumluluğuna yönelik bir değerlendirme içermeyip somut olay bağlamında devletin anayasal düzenlemeler kapsamındaki sorumluluğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

84. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usul boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

85. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Soruşturma etkili olmadığında anılan madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

86. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

87. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

88. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalı; bu kapsamda diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

89. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

90. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının, hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

91. Başvurucu, etkili bir soruşturma yapılmayarak sorumlular hakkında açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşürüldüğünü hâlbuki bu suçlar için zamanaşımı hükümlerinin uygulanamayacağını ileri sürmektedir.

92. Gerçeğe aykırı rapor düzenleyerek görevlerini kötüye kullandıkları isnadıyla yargılanan doktorlar hakkındaki dava, zamanaşımı nedeniyle düşürülmüş ve verilen karar kesinleşmiştir. Başvurucu, söz konusu kararı Anayasa Mahkemesine taşıyarak bireysel başvuruda bulunmuştur (bkz. § 9). Kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edildiği sonucuna ulaşan Anayasa Mahkemesi söz konusu değerlendirmesinde Mahkemece yapılan yargılamada meydana gelen aksaklıklardan bahsederek yargılamanın daha hızlı yürütülmesi adına birtakım önlemlerin alınıp alınamayacağı ve mevcut deliller ışığında hükme gidilip gidilemeyeceği tartışılmadan suç tarihinden 9 yıl 2 ay sonra zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesinin hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterilerek teşvik edildiği görünümüne sebep olduğunu ve bunun da söz konusu yasak kapsamında ihlal niteliğinde olduğunu belirtmiştir (bkz. §§ 65-82).

93. 2013/2365 numaralı bireysel başvuruya konu yargılama doktorlar için kesinleşmiş ise de jandarma görevlileri yönünden yargılamaya devam edilmiştir. Yargıtayın 12/12/2012 tarihli bozma kararı sonrası Mahkemece ilk duruşma 9/4/2013 tarihinde yapılmış 18/4/2013 tarihinde ise karar verilmiştir. Verilen kararı temyiz eden başvurucu dava zamanaşımının dolmak üzere olduğunu temyiz dilekçesinde belirtmiş ise de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tebliğname 7/6/2014 tarihinde düzenlenmiş ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 19/1/2016 tarihinde davanın düşürülmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla suç tarihinden 13 yıl 4 ay 20 gün sonra davanın kesin hükümle sonuçlandığı görülmektedir. Bu sürenin bir yılı Savcılık tarafından yapılan soruşturmayla geçmiştir.

94. Jandarma görevlileri ile doktorların yargılandıkları davada soruşturmanın bütünlüğü içerisinde tüm sanıkların bir arada yargılanması hukuka uygun olmakla birlikte her bir sanık hakkında usule ilişkin güvencelerin sağlanmasının gerekliliği nedeniyle birtakım zorlukların ve gecikmelerin çıkacağı da muhakkaktır. Bununla birlikte adli makamlardan beklenen, eylemlerin niteliği ve öngörülen cezaların ağırlığı itibarıyla işkence gibi vahim bir suçtan tarafların haklarını da gözeterek soruşturmayı azami süratle tamamlamaktır (bkz. § 59).

95. Yargıtayın 12/12/2012 tarihli bozma kararından sonra yargılamaya devam eden adli makamların -başvurucunun zamanaşımı konusundaki uyarılarına rağmen- dosyayı yaklaşık 3 yıl 1 ay sonra sonlandırdığı ve verilen kararın da zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesine dayandığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin 2013/2365 numaralı bireysel başvuru dosyasında işaret ettiği tespitlerden ve ulaştığı ihlal sonucundan bu dosya özelinde de ayrılmayı gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Kötü muamele yasağı bağlamındaki soruşturmaların hızlı bir şekilde tamamlanarak zamanaşımına uğramasına imkân verilmemesi şeklindeki pozitif yükümlülük kapsamında adli makamların başvuru konusu soruşturma dosyasında yeteri kadar hassas davranmadığı ve sonuçta da işkence suçunu oluşturan hukuka aykırı eylemlere hoşgörü göstererek kayıtsız kaldığı kanaatine ulaşılmaktadır.

96. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

97. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

98. Başvurucu, ihlalin tespit edilerek yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesini ve ayrıca 100.000 TL tazminat verilmesini talep etmiştir.

99. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

100. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

101. İncelenen başvuruda mahkeme kararının başvurucunun mağduriyetini gidermemesi, soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olmaması nedenleriyle işkence yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

102. Başvuru konusu olayda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki işkence yasağının hem maddi hem usul yönünden ihlal edildiği sonucuna ulaşılmış ise de zamanaşımının dolması nedeniyle yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Dolayısıyla mağduriyeti giderilmeyen başvurucuya yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -2013/2365 numaralı dosyada 20.000 TL tazminat verildiği de dikkate alınarak- somut olayın özelliğine göre net 90.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

103. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının maddi ve usul boyutlarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 90.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Çorum 1. Ağır Ceza Mahkemesine (Verilen karar Mahkemenin 18/4/2013 tarihli ve 2013/20 esas sayılı kararıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET AŞIK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/27330)

 

Karar Tarihi: 26/5/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucu

:

Ahmet AŞIK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltı sürecinde hukuka aykırı fiziksel müdahaleye maruz kalınması ve bu olaya ilişkin olarak etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 12/6/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca adil yargılanma hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ileeşitlik ilkesi yönünden başvurunun kabul edilemez olduğuna; kötü muamele yasağı yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvurucunun benzer mahiyetteki 2/8/2017 tarihli dilekçesi 2017/30639 başvuru numarasına kaydedilmiş ise de dilekçe mahiyetinin ek beyan dilekçesi olduğu anlaşıldığından 10/7/2020 tarihinde başvuruların birleştirilmesine karar verilmiştir.

7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

9. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

11. 1981 doğumlu olan ve Afyonkarahisar'da yaşayan başvurucu, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne bağlı erkek yetiştirme yurdunda öğretmen olarak görev yapmaktayken 26/8/2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle evinde yapılan aramanın ardından kolluk görevlileri tarafından gözaltına alınmıştır.

12. Gözaltına alındığı tarihte başvurucu hakkında sağlık raporu düzenlenmiştir. Afyonkarahisar Devlet Hastanesi (Devlet Hastanesi) tarafından düzenlenen genel adli muayene raporunda başvurucuda darp ve cebir izinin olmadığı tespiti yer almaktadır.

13. Başvurucu gözaltına alındığı tarihten yirmi gün sonra 15/9/2016 tarihinde avukatının huzurunda kolluk görevlilerine ifade vermiş, sonrasında hakkındaki adli işlemler tamamlanarak 19/9/2016 tarihinde Afyonkarahisar Cumhuriyet Savcılığına (Savcılık) sevk edilmiştir.

14. Savcılığa sevk edildiği tarihte başvurucu hakkında yeniden sağlık raporu düzenlenmiştir. Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen ikinci genel adli muayene raporunda da başvurucuda darp ve cebir izinin olmadığı belirtilmiştir.

15. Başvurucu, Savcılıkça alınan ifadesinin ardından FETÖ/PDY üyesi olma suçunu işlediği isnadıyla Afyonkarahisar Sulh Ceza Mahkemesinin 19/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Afyonkarahisar E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) gönderilmiştir.

16. İnfaz Kurumuna giriş işlemleri esnasında başvurucu hakkında üçüncü kez sağlık raporu düzenlenmiştir. Devlet Hastanesi tarafından İnfaz Kurumuna hitaben düzenlenen 20/9/2016 tarihli raporda başvurucunun kalçasında iki taraflı, geçmiş ekimoz (çürüme, morluk) ve sol üst azı dişinde hassasiyet tespit edildiği ifade edilmiştir.

17. Başvurucu, Savcılığa yazdığı 22/9/2016 tarihli dilekçeyle gözaltında kaldığı süre içinde kolluk görevlileri tarafından farklı zamanlarda dört beş kez darbedildiğini, kendisine şiddet uygulandığını, bu durumun sağlık raporuyla tespit edildiğini ifade etmiş ancak uygulanan şiddetten dolayı şikâyetçi olmadığını belirterek gereğinin yapılmasını talep etmiştir.

18. Savcılıkça başlatılan soruşturma kapsamında başvurucunun 17/3/2017 tarihinde ifadesi alınmıştır. Anlatımına göre başvurucu, gözaltına alınmak üzere Devlet Hastanesine götürülürken araç içinde kolluk görevlilerinin fiziksel ve sözlü şiddetine uğramış; bu bağlamda başına darbe almış; ayrıca "FETÖ'nün liboşusunuz." diyerek hakarete ve sinkaflı küfürlere maruz kalmıştır. Hakkında sağlık raporu düzenlendikten sonra kolluk merkezine getirilen başvurucunun bu aşamadan sonra yaşadığını iddia ettiği olaylar şöyledir:

"...koridorlar boştu benim geldiğimi söylemeleri üzerine [A.] Başkomiser olarak bildiğim kişi ile kendilerini tanımadığım 7-8 sivil kişi beni aralarına aldılar, yumruk ve tekme ile beni dövmeye başladılar ben 2014 yılında kulağımdan ameliyat olmuştum kulağıma vurmamalarını söyledim ancak beni dinlemediler.

Daha sonra odada bulunan ve asker olduğunu sonradan öğrendiğim genç bir çocuğu bana gösterdiler ve tanıyıp tanımadığımı sordular tanımadığımı söylemem üzerine 'bunu tanıyacaksın' diyerek tekrar dövmeye başladılar, daha sonra başıma keten bir çuval geçirdiler, sıcakta çuval içerisinde 10-15 dakika beklettiler sonra başka bir odaya aldılar burada alt kıyafetimi yani pantolonumu ve iç çamaşırımı çıkardılar bir koltuğun önünde kafamı öne doğru eğdiler, sonradan isminin [B.] olduğunu öğrendiğim uzun boylu kır saçlı iri yarı olan bir polis cinsel organını çıkararak benim makatıma sokmaya çalıştı diğer polis memurları bunu seyrettiler, görevlilerden bir tanesi bu durumu cep telefonu ile çekti. Bana gösterdikleri çocuğu kast ederek 'bu çocuğu tanıyacaksın' dediler ben tanımadığımı söyledim, 'tanımazsan 30 gün bizimlesin yarın da makatına jop sokacağız' dediler.

Buradan çıkarıp karanlık bir odaya götürdüler başıma çuval geçirip yarım saat kadar burada beklettiler. Daha sonra koridora alıp 15 dakika kadar yerde çömelterek beklettiler daha sonra bir memur gelerek işlemlerimin bittiğini belirtip Kapalı Spor Salonuna götürmek üzere beni getirdikleri araca bindirdiler, araç içerisinde [A.] Başkomiser ile beni evden alan iki kişi vardı. Araç içerisinde giderken [A.] Başkomiser ile aracın önünde sağ tarafta oturan beyaz saçlı ve top sakallı olan kişi bana '40 gündür sizin yüzünüzden eve gidemiyoruz' diyerek sinkaflı küfürler ettiler. Kapalı Spor Salonuna vardığımızda koridorda giderken beni ittirdiler ayrıca [A.] Başkomiser bana çelme takıp yere düşürdü, sırt üstü yatırdı karnımın üzerine oturdu 'senin hangi kulağın ağrıyor' diyerek yüzümün her iki tarafına 50-60 kez tokat attı. Ayrıca sinkaflı küfürlerine de devam etti. Son olarak da yüzük bulunan sağ eli ile bir kez alnıma bir kez de dişlerime vurdu dudaklarım patladı, yüzümde darp izleri meydana geldi. Daha sonra oradaki görevlilere 'bunu kapıya yakın oturtun biz hergün gelip bunu dövecegiz' dedi. İki - üç gün burada kaldım, gelen giden olmadı.

Pazar günü akşam beni tekrar alıp TEM Şubeye götürdüler, koridorda [T.] Müdür, [A.] Başkomiser, [M.A.] ve [B.] isimli polis memuru ile birlikte kim olduklarını bilmediğim toplamda 8-9 kişi vardı. [B.] isimli polisin elinde jop vardı, jop ile kaba etlerime vurmaya başladılar, ellerim ters kelepçeli idi, [T.] Müdür dışında diğerleri de yumruk ve tekme ile rastgele heryerime vurdular. [T.] Müdür bu sırada bizi seyrediyordu, sonra [T.] Müdür'ün odasına götürdüler, burada da 8-9 kişi jopla ve elleri ile beni tekrar dövmeye başladılar, pantolonum bu arada düştü jopla kaba etlerime vurdular ve çok acıdı, [T.] Müdür, daha önce gösterdikleri çocuğu kast ederek 'bunu tanıyacaksın 30 gün buradasın, ben karışmam hergün döverler seni' dedi. Daha sonra beni alt katta bulunan nezarethaneye götürdüler. Ertesi gün saat 13.30'da tekrar üst kata çıkardılar burada bazı fotoğraflar gösterdiler 'bunları tanıyacaksın eşini de alırız, eşin başkalarının altında yatar 25 yıl hapis yatarsın' dediler. Ben de korktum, bana gösterdikleri resimlerden bir kaç kişiyi tanıdığımı söyledim. Bir kaç gün sonra saat 01.30 sıralarında beni uyandırdılar yukarıya çıkardılar, [M.A.] nın elinde uzun, [B.] nin elinde kısa jop vardı bu joplarla beni dövdüler, kaba etlerime vurdular 'Bizim dediğimiz herşeyi kabul edeceksin ancak evine böyle gidersin' dediler, bu nedenle ben bana fotoğraflarını gösterdikleri kişileri tanıdığımı söyledim. Birkaç gün sonra eşim [S.A.] yı, TEM Şubeye getirdiler, onu da gözaltına alacaklarını söylediler bu nedenle ben korktum ve söyledikleri herşeyi kabul ettim.

Gözaltına alındıktan 14 gün sonra aile hekimlerini gözaltına almaya başlamışlar biz nezarethanede 2-3 kişi iken 30 kişi olduk nezarethane doldu. Aile Hekimlerinin ifadelerini almaya başladılar, saat 21.00 sıralarında beni yukarı çıkardılar, yukarıda [M.A.], ellerim kelepçeli olduğu halde karnıma yumruk atmaya başladı. 'Sen bu doktorları neden organize ediyorsun bunların ifadeleri neden kilitlendi' diyerek bir kaç kez yüzüme yumruk attı, dişim kırıldı, dişim şu an kırıktır, cezaevinde sürekli tedavi oldum. Gözaltında iken beni doktora da götürmediler.

25 gün sonra bana söyledikleri herşeyi kabul ettim ve ifadeleri imzaladım. 19/09/2016 günü TEM Şubede bulunan bir odaya iki polis nezaretinde götürdüler, içeride doktor olduğunu söylediler ayrıca doktorun yanında bir kaç polis memuru daha vardı, polislerin bulunduğu ortamda, doktor darp cebir olup olmadığını sordu, yanımda polis memurları olduğu için korktum ve darp cebir olduğunu söyleyemedim, doktor da beni soymadı ve muayene etmedi, benim bu beyanıma göre rapor düzenledi ayrıca beni ve gözaltında bulunan diğer kişileri Devlet Hastanesine götürmediler, bizi şube dışına çıkarmadılar şubeden doğrudan Adliyeye getirdiler. 20/09/2016 günü saat 04,00'a kadar mahkemede sorgum yapıldı ve tutuklama kararı verildi. Cezaevi mahkum kabul bölümünde darp cebir olduğunu söyledim bunun üzerine beni revire götürdüler burada doktor beni muayene etti, kaba etlerimde darp izi olduğuna dair ayrıca dişimde hassasiyet olduğuna dair rapor düzenledi."

19. Başvurucu uzun süre gözaltında kalması ve eşinin de dışarıda olması nedeniyle 22/9/2016 tarihli dilekçesinde kötü muameleden dolayı şikâyetçi olmadığını açıklayarak Savcılıkça alınan ifadesinde kendisine şiddet uyguladığını iddia ettiği kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur.

20. Gözaltından çıkarılırken ve İnfaz Kurumuna alınırken başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında imzası bulunan doktorlar Savcılık tarafından tanık olarak dinlenmiştir.

21. Gözaltı çıkış raporunu düzenleyen tanık doktor O.S.B. genel olarak hastane veya polis merkezinde gözaltında bulunan kişileri muayene ederek sağlık raporu düzenlediğini, bu muayeneler sırasında kolluk görevlilerinin olmadığını belirtmiş; başvurucuyu hatırlamadığını, nerede ve ne şekilde başvurucuyu muayene ettiğini bilmediğini beyan etmiştir.

22. İnfaz Kurumuna giriş raporunu düzenleyen tanık doktor B.Ü. başvurucuyu hatırlamadığını, İnfaz Kurumunda geçici olarak görevlendirildiği tarihlerde başvurucuyu muayene ettiğini ve kalçasında geçmiş ekimoz olduğunu tespit etmesi nedeniyle bunu raporuna yazdığını, ekimozun oluşma tarihinin tam olarak tespit edilemeyeceğini ancak oluşmuş bir ekimozun genellikle 7-14 gün arasında kaybolacağını ifade etmiştir.

23. Savcılık 29/3/2017 tarihinde başvurucunun tutulduğu nezarethane ve diğer yerleri gösterir kamera görüntülerini il Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. Emniyet Müdürlüğünce verilen cevapta başvurucunun tutulduğu Polis Okulunda kamera kayıt sisteminin olmadığı, nezarethane kamera kayıtlarının ise on gün kayıt yaptıktan sonra üstüne yeni görüntülerin kaydedilmesi nedeniyle başvurucunun burada kaldığı döneme ait görüntülerin bulunmadığı bildirilmiştir.

24. Başvurucunun bir kısım dernek, vakıf ve gazete temsilciliği ile bir siyasi parti liderine hitaben 2/8/2017 tarihinde yazdığı ancak İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu tarafından sakıncalı görülerek gönderilmeyen mektuplar delil olarak soruşturma makamınca incelenmiştir. Başvurucunun söz konusu mektuplardaki ifadelerinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Gözaltında tutulduğum 25 günün nasıl geçtiğini, ifadeleri hangi şartlarda verdiğimi belirtir bu hikayemi sizlere anlatıp sizlerden her türlü hukuki ve insani ve vicdani desteği bekliyorum. 25 gün Afyon emniyetinde TEM Şubede işkence gördüm, kafama çuval geçirilerek dakikalarca bekletildim, bu haldeyken TEM polislerinin cinsel saldırılarına(tecavüz) maruz kaldım. 7-8 polisin sürekli ellerinde tekme tokat ve joplarla dövüldüm. 112 acil servise kaldırıldım. Baskı altında ifadelere imza atmak zorunda bırakıldım. .... Bu dilekçemde hangi şartlarda FETÖ üyesi yapıldığım ve ifadeleri hangi şartlarda kabul ettiğimi ve neden şimdi kabul etmek istemediğimi anlatıyorum. Hukuki açıdan 11 aydır uğraşıyorum ama bütün insanlar sağır, dilsiz, hukuk ve yargı topal, ilerlemiyor. Sizlerden hukuki, vicdani ve insani her türlü desteği bekliyorum."

25. Savcılıkça FETÖ/PDY ile ilgili yürütülen bir başka soruşma kapsamında şüpheli olarak ifadesi alınan A.K.nın beyanında geçen bazı bilgilerin başvuruya konu soruşturmayla ilgili olduğunu değerlendirilerek anılan İfade Tutanağı delil olarak soruşturma dosyasına alınmıştır. A.K.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"20. 09.2016 tarihinde yapılan duruşma sonrası tutuklanarak Afyonkarahisar Cezaevine teslim edildim. Orada aynı dosya kapsamında tutuklu bulunan [A.Y.] ve Ahmet AŞIK başta olmak üzere bir çok şüpheli ile aynı koğuşa yerleştirildik.

Tutuklu kaldığım yaklaşık 3 ay boyunca koğuşta soruşturmaya yönelik birçok konuşma yapılıyor. [A.Y.] tutuklu olan bir çok eski askeri personel ile koğuş içerisinde bizlerden ayrı olarak görüşüyor. [A.Y.]nin koğuş içerisinde diğer tutuklulara emniyette baskı altında ifade verdiklerini, emniyet müdürlüğünde kendilerine işkence yapıldığını, ilk mahkemede ifadelerini değiştirmelerini, avukatlarına bu konular ile ilgili şikayet dilekçesi vermelerini söylediğini duydum. Bu şahıs benim yanıma da birkaç kez geldi. Bana emniyette verdiğimi ifademi sorarak eğer ifademde her şeyi anlattıysam ilk duruşmada bunları inkâr etmemi, baskı ve işkence ile bu ifademi verdiğimi söylememi, güzel günlerin bizleri beklediğini hatta eğer ifademi değiştirmezsem bu davadan çok ağır cezalar alacağımı söylemişti."

26. Savcılık tarafından yapılan soruşturma sonucunda 25/12/2017 tarihinde başvurucunun şikâyetiyle ilgili olarak kolluk görevlileri hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

"FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile ilgili yürütülen soruşturmalar sonucunda Fettulahçı Terör Örgütü üyelerinin örgütsel özellikleri incelendiğinde,

Örgütte 'Yalan söylemek, tedbir olarak uygulanan önemli bir stratejidir. FETÖ/PDY silahlı Terör Örgütü, Devlet içine yerleştirdikleri özellikle askeriye, emniyet ve yargı birimlerindeki örgüt üyelerinin, kendilerini gizleme yöntemi olarak ima ile namaz kılma, susuz abdest alma, cuma namazlarına gitmeme, oruç tutmama gibi uydurulmuş bir din anlayışı ile İslam esasları ile bağdaşmayan bir düşünce yapısı içinde hareket etmesini sağlamıştır. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyelerinin bu eylemleri takiyye mantığı ile yaptıkları, bunu ibadet olarak gördükleri,

Örgüt lideri [F.G.], soruşturma ve takibata uğramamak ve zarar görmemek için kendince bir görüş geliştirerek; yalan söylemeyi, inandığı ve olduğundan farklı görünmeyi, yaptığı bir işi başkasına yüklemeyi, dini emir ve yasaklarla kendini bağlı saymamayı, hukuku dolanmayı, ahlaki kural kabul etmemeyi çevresine öğreterek adına tedbir (takiyye) demiştir. Ona göre, örgüte zarar gelmemesi için yalan söylemek, iftira etmek, hırsızlık yapmak, suç işlemek, dinen haram sayılan içki, kumar, fuhuş gibi günahları işlemek mübahtır' anlayışı mevcut olduğu anlaşılmıştır.

Cumhuriyet Başsavcılığımızca yapılan soruşturma sonunda; müşteki Ahmet AŞIK'ın gözaltına alındığı 26/08/2016 tarihinde iddia ettiği şekilde insanlık dışı hareketlere maruz kalması nedeniyle durumunu ifade aşamasında avukatına, rapor aldırılmak üzere götürüldüğü Afyonkarahisar Devlet Hastanesinde muayenesini yapan doktora, mevcutlu olarak getirildiği gün Cumhuriyet Başsavcılığımıza veya çıkartıldığı Sulh Ceza Hakimliğinde Hakime açıklamadığı, bu durumu yaklaşık 7 ay sonra 17/03/2017 tarihinde 22/09/2017 tarihinde vermiş olduğu dilekçesinde kendisine şiddet uygulandığı ancak şikayetçi olmadığı şeklindeki beyanı nedeni ile resen başlatılan soruşturma kapsamında 17/03/2017 tarihinde beyan etmediği,

Bu tarihe kadar bu durumu şikayet konusu yapmadığı, bu tarih sonrasında şikayet konusu yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, Ahmet AŞIK'ın adli işlemleri tamamlandıktan sonra Cumhuriyet Başsavcılığımıza çıkartılmak üzere gözaltından çıkış için 19/09/2016 günü Afyonkarahisar Devlet Hastanesine götürülerek saat 10:20'de 19/09/2016 tarih ve 83399 sayılı raporda darb-cebir izine rastlanılmamış olması, yapılan araştırma ve inceleme sonucunda müştekinin iddialarının ciddi bulgu ve belgelere dayanmadığı, soyut iddiada kaldığı, ayrıca işkence altında verdiğini iddia ettiği ifadesinin de diğer şüpheli ve tanıkların beyanı ile örtüştüğü,

Bu haliyle Ahmet AŞIK'ın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgüt üyelerince insan haklarının ihlal edildiği propagandası yapılarak Devletimizi Uluslararası kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmak, Terör Örgütü soruşturmalarını sulandırmak ve Terörle Mücadele edilmesinin önüne geçmek için örgütsel faaliyetler çerçevesinde şikayetçi olduğu kanaatine varılmış olup, Ahmet AŞIK'ın iddiaları hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına,"

27. Başvurucunun Savcılık kararına itirazı Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/1/2018 tarihli kararıyla Savcılık kararının hukuka uygun olduğu gerekçesine dayanılarak reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 23/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

28. Başvurucu, soruşturma süreci devam ederken 12/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

29. Başvurucunun soruşturma süreci bittikten sonra, 2/8/2017 tarihinde kötü muamele iddialarına ilişkin ayrıntılı dilekçe ibraz etmesi üzerine beyanları yeni başvuru olarak değerlendirilerek 2017/30639 başvuru numarasına kaydedilmiş ise de dilekçe mahiyetinin ek beyan dilekçesi olduğu anlaşıldığından 10/7/2020 tarihinde başvuruların birleştirilmesine karar verilmiştir.

30. Savcılıkça ayrıca başvurucunun bireysel başvuru tarihinden sonra "suç işlemediğini bildiği halde şikayetçi olarak kolluk görevlileri haklarında soruşturma yapılmasına neden olması ve sonraki beyanında da iddialarında ısrarcı olması nedeniyle" başvurucu hakkında iftira suçunu işlediği isnadıyla 26/3/2018 tarihinde ceza davası açılmasına karar verilmiştir.

31. Başvurunun inceleme tarihi itibarıyla başvurucu hakkında açılan davanın devam etmekte olduğu anlaşılmıştır. Afyonkarahisar 1. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sürecinde kolluk görevlilerinden bir kısmı şikayetçi olarak, başvurucu ile birlikte aynı nezarethanede kalan iki kişi ise tanık olarak dinlenmiştir.

32. Kolluk görevlilerinden M.A. başvurucuya kötü muamele uygulandığı iddialarını reddetmiş, başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Polis Okulu spor salonunun o dönemde nezarethane olarak kullanıldığını belirten M.A. başvurucunun muayenesinin kolluk merkezi veya hastanede yapılıp yapılmadığını hatırlamadığını, genel olarak muayenelerin kolluk merkezinde yapıldığını beyan etmiştir. M.A. başvurucunun eşinin kolluk merkezine getirilmediğini hatırladığını, benzer olaylarda şüphelilerin ailelerini gördükleri zaman yumuşayacakları ve vatan sevgilerinin ortaya çıkacağı, dolayısıyla susmaktan vazgeçecekleri düşünülerek aileleri ile görüşmelerine izin verildiğini ancak bunun herhangi bir vaat ya da tehdit olarak kullanılmadığını ifade etmiştir. M.A. bu dönemde yapılan sorgularda duruşma salonlarında kolluk görevlilerinin de bulunduğunu, başvurucunun ilk ifadesini avukat huzurunda kendisinin aldığını, daha sonra örgütten gelen talimat doğrultusunda başvurucunun kendileri aleyhine suç isnadında bulunduğunu ifadesine eklemiştir.

33. Bir diğer kolluk görevlisi B.A. da başvurucudan şikâyetçi olmuş, başvurucunun iddialarını kabul etmemiştir. Başvurucunun gözaltı süresinin uzatılması ile Polis Okulu spor salonunun nezarethane olarak kullanılmasının Savcılık talimatı olduğunu, başvurucunun eşinin kolluk merkezine geldiğini ancak kolluk görevlilerince zorla getirme durumunun söz konusu olmadığını ifade etmiştir.

34. 29/8/2016 ile 5/9/2016 tarihleri arasında başvurucu ile birlikte aynı nezarethanede kaldığını belirten tanık M.K. başvurucunun günde iki üç kere yukarıya çıkarıldığını, döndüğünde halsiz olduğunu gördüğünü, sebebini sorduklarında başvurucunun kendisine işkence edildiğini söylediğini ifade etmiştir. Tanık ayrıca başvurucunun pijamasını indirdiğinde kasıklarında ve sırtından diz kapağına kadar morluklar olduğunu, morlukların geçmesi için kolluk görevlilerinin başvurucuya merhem verdiklerini beyan etmiştir.

35. Diğer tanık A.O. 9/8/2016 tarihinden itibaren yaklaşık yedi gün nezarethanede başvurucu ile kaldıklarını, bu dönemde başvurucunun yaralarına kremi kendisinin sürdüğünü, başvurucunun görünmeyen yerlerinde morluklar olduğunu, göğüs bölgesinde, sırtında ve bacaklarında çok sayıda morluk bulunduğunu ifade etmiş; kolluk görevlilerinin gece saatlerinde "Ahmet geliyoruz, uyan." şeklinde bağırarak başvurucuyu taciz ettiklerini de ifadesine eklemiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

36. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

37. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

B. Uluslararası Hukuk

38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine dair içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

40. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

41. AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87).

42. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

43. Mahkemenin 26/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

44. Başvurucu; isnat edilen suçla ilgili bilgi vermesi amacıyla kolluk görevlileri tarafından gözaltında tutulduğu yirmi altı gün boyunca işkence gördüğünü, darbedildiğini, hakarete uğradığını ve cinsel saldırıya maruz kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca bu süre içinde hakkında sadece iki kez sağlık raporu alındığını, gözaltındayken darbedilmenin etkisiyle rahatsızlandığı için Acil Servis ekiplerinin çağrıldığını, gözaltından çıkarılırken doktorun kendisini muayene etmediğini, kolluk görevlilerinden çekindiği için kendisinin de doktora darp olayıyla ilgili bilgi vermediğini, buna karşın İnfaz Kurumuna giriş işlemleri esnasında yapılan kötü muamelenin tespit edildiğini iddia etmiştir. İnfaz Kurumundaki kötü muamelenin tespitinden sonra gereğinin yapılması için Savcılığa dilekçe verdiğini ancak korktuğu için şikâyetçi olamadığını, daha sonra Savcılıkta olayları detaylı anlatarak şikâyetini dile getirdiğini ifade etmiştir.

45. Bakanlık görüşünde; başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin olarak başlangıçta şikâyeti olmamasına rağmen Savcılıkça resen soruşturma başlatıldığı, soruşturma işlemleri kapsamında başvurucunun doktor raporlarının incelendiği, muayenesini yapan doktorların tanık sıfatıyla ifadelerinin alındığı, ayrıca başvurucunun soruşturma işlemlerine etkin katılımının sağlandığı, buna karşın başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına dair iddialarını destekleyecek herhangi bir delil elde edilemediğinden ceza davası açılmadığı belirtilerek usul yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü olmadığı ifade edilmiştir.

46. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiş; Savcılıkça etkili soruşturma yapılmadığını, delillerin zamanında toplanmaması nedeniyle kaybolduğunu, gözaltına alındıktan yaklaşık yirmi gün sonra avukatıyla görüşebildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

47. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

48. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının kötü muamele -insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele- yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele -insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele- yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

51. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

52. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

53. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

54. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

55. Diğer taraftan kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

56. Bir muamelenin anılan kavramlardan hangisinin kapsamında olduğunun belirlenebilmesi için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Aleni olarak yapılması veya kamuoyunun bilgi sahibi olması, muamelenin aşağılayıcı niteliğinin belirlenmesinde rol oynasa da muamelenin aleni olmadığı durumlarda kişinin kendini değersiz hissetmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınmakla birlikte böyle bir amacın belirlenememesi muamelenin kötü muamele olmadığı anlamına gelmeyecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

57. Bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94).

58. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

59. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

60. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

61. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116). Soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019, § 33).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Terör örgütü üyesi olduğu isnadıyla başvurucu yaklaşık bir ay gözaltında tutulduktan sonra tutuklanmıştır. Ceza İnfaz Kurumuna alınırken başvurucunun vücudunda -kalçasında- morluk izi tespit edilmesi üzerine başvurucu şikâyetçi olmadığını ancak gereğinin yapılmasını talep ettiğini ifade ettiği bir dilekçeyi Savcılığa göndermiştir. Savcılıkça başvurucunun dilekçesine istinaden soruşturma başlatılmıştır.

63. Başvurucunun gözaltına giriş ve çıkış sağlık raporlarında darp ve cebir izi tespit edilmediği ifade edilmiştir. Başvurucu gözaltından çıkarılırken muayene edilmediğini, kendisinin de korktuğu için doktora iddia ettiği olaylar ile ilgili açıklama yapmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun gözaltı çıkış raporunu düzenleyen doktor; Savcılık ifadesinde başvurucuyu hatırlamadığını, nerede ve ne şekilde muayene ettiğini bilmediğini beyan etmiştir. Gözaltından çıkışının ertesi günü İnfaz Kurumunda düzenlenen sağlık raporunda başvurucunun vücudunda yeni olmayan darp izi bulgularına rastlanmıştır.

64. Bu durumda İnfaz Kurumu Hekimliğince gözlemlenen bulguların bir önceki gün başka doktor tarafından gözlemlenmemesi başvurucunun detaylı muayene yapılmadığına ilişkin iddiasının temelsiz olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla başvurucunun gözaltına alınırken sağlıklı olduğunu gösterir rapor da dikkate alındığında gözaltı süresi içinde yaralandığı hususunda güçlü bir karine ortaya çıkmaktadır. Kamu makamlarınca söz konusu karinenin aksi ortaya konulmadığı sürece sağlıklı olarak gözaltına alındığı varsayılan başvurucunun burada ne şekilde yaralandığının tereddüde yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekmektedir.

65. Somut olayda başvurucunun yaralanmasına açıklık getiren tutanak, belge, tanık beyanı veya başkaca delil soruşturma dosyasında bulunmamaktadır. Soruşturma makamınca da başvurucunun iddialarının aksine yaralanma biçimi ve nedenine yönelik makul bir açıklama getirilmediği anlaşılmıştır.

66. Bununla birlikte sürenin uzunluğuna rağmen başvurucunun gözaltında tutulduğu süre boyunca hakkında sağlık raporu alınmaması dikkate değer bir başka durumdur. Yakalanan veya gözaltına alınan kişilerin kötü muameleye maruz kalıp kalmadığının tespiti amacıyla alınan sağlık raporları, bu hususta bir şikâyet bulunması hâlinde değerlendirmeye esas oluşturacak en önemli kanıtlardan biri olmakla birlikte devletin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki yükümlülüğüne aykırı davranmadığını ispatlayabileceği nitelikte bir belgedir. Başvurucunun devletin denetimi altında bulunduğu yaklaşık bir ay boyunca doktor tarafından muayene edilmemesi başvurucu iddialarının aksinin ortaya konulmasını zorlaştırmaktadır.

67. Ayrıca başvurucunun gözaltında ifadesini avukat yardımından yararlanarak verdiği anlaşılmakta ise de anılan ifadenin başvurucunun gözaltına alındıktan yaklaşık yirmi gün sonra alındığı gözlemlenmiştir. Oldukça uzun olduğu değerlendirilen bu süre sonunda başvurucunun ifadesini avukatıyla vermesinin başvurunun iddialarını tek başına savunulabilir olmaktan çıkarmayacağı şüphesizdir. Aksine başvurucunun yirmi gün boyunca avukatıyla görüşemediği beyanını doğrular nitelikteki bu olgu başvurucunun bu sürede fiziksel veya sözlü şiddete maruz kaldığı şüphesini artırmaktadır.

68. Öte yandan Savcılık soruşturmaya başladıktan yaklaşık altı ay sonra başvurucunun gözaltında tutulduğu kamera görüntülerine ulaşmak istemişse de on günlük kayıt yapılması nedeniyle söz konusu görüntülerin bulunmadığı görülmüştür. Başvurucunun yirmi beş gün gözaltında tutulduğu gözönüne alındığında bir kişinin daha gözaltı süresi dolmadan kamera görüntülerinin teknik nedenlerle de olsa silinmesi kamu makamlarının kötü muamele iddialarının aksini ispat etme olasılığını azaltacak nitelikte olup soruşturma makamlarınca da görüntülerin elde edilmesi için hızlı hareket edilmesi gereğini bir kez daha ortaya çıkarmaktadır.

69. Deliller toplanırken hızlı hareket edilmesinin yanı sıra titizlikle araştırma yapılması, bu bağlamda maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla soruşturma makamlarınca çaba gösterildiğinin objektif olarak ortaya konulması gerekmektedir. Somut olayda Savcılığın soruşturma kapsamında başvurucunun şikâyetini tespit ettiği ve başvurucu hakkında alınan sağlık raporları ile bu raporları düzenleyen doktorların beyanlarını değerlendirerek bir sonuca ulaştığı anlaşılmaktadır. Ancak kimlikleri başvurucu tarafından tespit edilen şüpheli kolluk memurlarının soruşturmaya dâhil edilerek savunmalarının alınmadığı görülmüştür.

70. Diğer taraftan başvurucu hakkında iftira suçuna yönelik açılan ceza davasında tanık olarak ifadelerine başvurulan ve başvurucuyla aynı dönemde nezarethanede tutulan kişilerin iddia edilen olaylarla ilgili bilgisi olduğu anlaşılmaktadır. Bu kişilerin Savcılıkça beyanlarının alınmadığı, dolayısıyla beyanlarında geçen bir kısım olayın araştırılmadığı gözlemlenmiştir. Bu durumda iddia edilen olaylarla ilgili olarak soruşturma makamlarınca bir kısım delilin toplanmadığı değerlendirilmiştir.

71. Belirtmek gerekir ki Savcılıkça başvurucunun iddialarının gerçeği yansıtmadığı yönünde değerlendirme yapılırken olaydan yedi ay sonra şikâyetçi olunması hususu dikkate alınmışsa da İnfaz Kurumuna girerken başvurucunun vücudunda tespit edilen fiziki bulgular nedeniyle düzenlenen rapordan iki gün sonra başvurucunun Savcılığa yazdığı dilekçede işkence gördüğünü dile getirerek gereğinin yapılmasını talep ettiği konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucu korktuğu için daha önce şikâyetçi olamadığını açıklayarak İnfaz Kurumunda bulunduğu dönemde bir kısım kişiye yazdığı mektuplarda bu durumu anlattığını ifade etmesi ve soruşturma dosyasında bulunan mektuplarda da başvurucuyu doğrulayan ifadelerin olması karşısında başvurucunun kolluk görevlilerinden şikâyetçi olduğunu sonradan açıklaması, iddialarındaki tutarlılığı ortadan kaldırmamaktadır.

72. Yapılan tüm tespitler doğrultusunda soruşturmadaki usul eksiklikleri nedeniyle başvurucunun gözaltında yaralanmasına ilişkin olarak kamu makamlarınca makul bir açıklamanın yapılmadığı dikkate alındığında kötü muamele yasağının maddi ve usul ayrımı yapılmaksızın ihlal edildiği değerlendirilmiştir.

73. Bu aşamadan sonra kötü muamelenin nitelendirilmesi gündeme gelmektedir. Her ne kadar başvurucunun iddia ettiği olaylar vahim nitelikte olsa da bu olayların gerçekliği veya kolluk görevlilerinin bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla kötü muamelede bulundukları yönünde yeterli bilgi olmaması nedeniyle başvurucu hakkında İnfaz Kurumunca düzenlenen sağlık raporundaki tespit edilen yaralanmanın niteliği de dikkate alınarak şikâyet konusu olayın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi uygun görülmüştür.

74. Açıklanan gereklerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

75. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

76. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 2.000.000 TL maddi, 5.000.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

77. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

78. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

79. İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı ya da daimî arama kararı gibi bazı nedenlerle soruşturmanın sonlandırılmasından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden soruşturma yapılması sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden soruşturma yapılması kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının yeniden soruşturma yapılması sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı Cumhuriyet Başsavcılığının yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden soruşturma yapma kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

80. İncelenen başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Savcılık kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

81. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda yapılması gereken iş; yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

82. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

83. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle

A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FİKRET ATAÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/14460)

 

Karar Tarihi: 22/9/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 17/1/2023-32076

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucu

:

Fikret ATAÇ

Vekili

:

Av. Mehmet Baran SELANİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yakalama ve gözaltında güvenlik güçlerinin fiziksel şiddetine maruz kalınması ve gözaltında olumsuz koşullarda tutulma ile bu iddialar hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/4/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 27/3/2018 tarihinde sürdüğü araç ile park hâlindeki bir araca çarpmış, olay yerine gelen güvenlik güçleri alkol muayenesi yapmak istenmiş, başvurucu buna karşı çıkmıştır. Başvurucu ile güvenlik güçleri arasında çıkan tartışma sonucunda elleri arkasından kelepçelenen başvurucu ekip aracının arka koltuğuna oturtulmuştur.

6. Kepez İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin olaya ilişkin olarak hazırladığı 27/3/2018 tarihli (saat 06.00) tutanağın ilgili kısmı şöyledir:

"27/3/2018 günü saat 02.15 sıralarında haber merkezimize... trafik kazasından dolayı kavga olayı olduğunu anons etmesi üzerine ...aracın yanında kaldırım üzerinde oturmuş vaziyette ve elinde kutu bira bulunan ve alkol almaya devam eden bir şahıs olduğu görülmüş, şahsın etrafa küfürler ettiği ve yüksek sesle bağırdığı görülmüş, bunun üzerine şahsa sakin olması ve yüksek sesle bağırmaması gerektiği söylendiği sırada şahıs saldırgan tavırlarda bulunmuş,... kimliğini ibraz etmesi istendiğinde şahıs ayağa kalkarak ...polis memuru [Ç.E.nin] yakasından tutarak iteklemesi ve 'siz kimsinin lan [o.ç.], sizin maaşınızı ben veriyorum... adam mı öldürdük lan diyerek bağırması üzerine şahsa zor kullanarak şahsa kelepçe takılmak suretiyle etkisiz hale getirilerek aracın nezaret kısmına konmuş, yine aynı ekipte görevli ... polis memuru [A.Ö.ye de] etkisiz hale getirildiği sırada '[polis memurlarına bazı hakaret ve tehditler ile Cumhurbaşkanına hakaret içeren sözler], ...gibi kelimeler ve küfürlerde bulunmuş, bu sırada olay yerine yardımcı ekip olarak [İ.Ö.],...[A.O.],...[K.Ç.],...[A.D.] isimli polis memurları intikal etmişler, şahsın kimlik tespiti ve alkol derecesinin ölçülmesi amacıyla aracın arka nezaret kısmı açıldığında trafik görevlilerimize ve olay yerinde bulunan görevlilerin tamamına yönelik olarak küfretmeye ve agresif hareketlere başlayarak aracın içerisinde tekmeyle kapılara ve camlara tekme vurmaya... devam ederek... [yukarıdakilere benzer küfürler] şeklinde küfürlerine devam etmiş, bahse konu küfürler ve hakaretler ... trafik ekibimizin yaka kamerası tarafından da ayrıntılı şekilde kayıt altına alınmış,... şahsın üst aramasında... [Y.K.] kart ile... seri nolu 1(bir) ABD doları çıkmış, şahıs olay yerinde alkol cihazını üflememiş,... şahıs dr. raporu için [S.Y.] polikliniğine intikal ettirilmiş, burada da alkol ölçümü ve genel muayenesinin yapılmasına müsaade etmemiş, şahıs Sanayi Polis Merkezine getirilerek Grup Amirinin ... nöbetçi C.savcısı ile görüşmeleri neticesi,... kandan etanol alınması için Eğitim Araştırma Hastanesine intikal ettirilmiş, bu sırada şahıs hala ekip otosu içerisinde küfürlerine ve aracı tekmelemeye devam etmiş, hastanede kan alınmasına müsaade etmemiş ve şahıs zor kullanılarak etkisiz hale getirilerek kan alınması sağlanmış, şahıs gerekli tahkikata esas olmak üzere Sanayi Polis Merkezi Amirliğine intikal ettirildiğine dair..."

7. Başvurucu hakkında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Hastane) tarafından düzenlenen 27/3/2018 tarihli (03.22 saatli ve 9979 sayılı) adli olay bildirim formunda "sağ kaş kenarında, her iki bilekte ve boyun bölgesinde yüzeysel sıyrıklar mevcut, alkolmetre ölçümü ve detaylı muayene yapılamadı. Tetkik için [okunamadı] sevk edildi. Geçici hekim raporudur." yazmaktadır. Hastanenin 27/3/2018 tarihli (saat 16.00) adli olay bildirim formunda ise "Eski rapor bulguları sağ kaş kenarında [okunamadı] her iki bilekte ve boyun bölgesinde sıyrıklar, ekimozlar mevcut, her iki yanakta [?] [tam okunamadı] ekimozlar mevcut. Her iki bilekte kelepçe sonrası ekimoz ve ... [okunamadı] mevcut. Sağ el 2 cm ... [okunamadı] ağrı tarifi... Yeni darp cebir yoktur. Geçici hekim raporudur. Kati rapor ...[okunamadı] üzere verilebilir. Sırtta yaygın ekimoz mevcuttur, sağ kolda 2x2 ekimoz, sol bacakta 2x1 ekimoz mevcuttur." tespitleri bulunmaktadır.

A. Başvurucu Hakkında Yürütülen Soruşturma Süreci

8. Olay anında görevli polis memurları Sanayi Polis Merkezi Amirliğinde (Amirlik) alınan müşteki beyanlarında başvurucudan şikâyetçi olduklarını, olay yerine geldiklerinde başvurucuyu alkol alırken bulduklarını, başvurucunun sağ kaşının kanadığını, hakaretlerinin ise trafik ekiplerinde görevli polislerden birinin yaka kamerası tarafından ayrıntılı olarak kaydedildiğini belirtmiştir.

9. Başvurucunun Amirlik nezdinde müdafi huzurunda alınan 27/3/2018 tarihli (saat 12.40) şüpheli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"26/3/2018 günü saat:23:00 sıralarında... 4 tane kutu bira içtim,... gece saatlerinde ... aracım ile seyir halinde... çarptım, ... araba sahibinin komşusu olan bir şahıs geldi,... polisi arayacaklarını söyleyip beni iteklediler,... polis memurlarına tutanaklarını tutmalarını istedim, beni ekip arabasına bindirdiler,... ekip aracını arka kısmında kafesli alanda, beni kolumun arkasından kelepçeli olarak uzun süre beklettiler, tuvalete gitmeme müsaade etmediler bu nedenle altıma yaptım. sabah üzeri üzerimi değiştirdim... hastaneden darp cebir raporumu alarak merkezinize geldim, olay ile ilgili bileklerimde kelepçe izi vardır... adını bilmediğim beni merkezinize getiren polisin tespit edilmesi durumunda beni sabaha kadar beklettiğinden ihtiyaçlarımı gidermediğinden davacı ve şikayetçiyim..."

10. Başvurucunun arabasına çarptığı H.K. Amirlik nezdindeki 27/3/2018 tarihli tanık beyanında, başvurucunun aracına çarpması üzerine aracın yanına gittiğinde başvurucunun alkollü olduğunu gördüğünü, polis çağıracağını söyleyince kendisine hakaret ettiğini, polisler gelince polislere de hakaret ettiğini, polislerin başvurucuya nazik davrandığını ifade etmiştir.

11. Olay yerinde bulunan trafik ekiplerinden temin edilen kamera görüntülerinin incelenmesi sonrasında 27/3/2018 tarihinde iki polis memuru tarafından hazırlanan CD İnceleme ve Çözümleme Tutanağı'ndan başvurucunun alkolmetreyi üflemeyi reddederek polis memurlarına ve Cumhuriyet savcısına hakaret ettiği anlaşılmıştır.

12. Başvurucu 27/3/2018 tarihinde görevi yaptırmamak için direnme suçundan hakkında adli kontrol uygulanması talebi ile sevk edildiği Antalya 4. Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgusunda iddiaları ile ilgili herhangi bir ek beyanda bulunmamış, önceki ifadesini tekrar ettiğini belirtmiştir. Başvurucu, Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan tutuklandığından görevi yaptırmamak için direnme suçundan hakkında adli kontrol uygulanması talebinin reddine karar verilmiştir.

13. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay yerinde görevli olan polis memurlarının isimlerini tespit etmiş, Hastanenin Adli Tıp Biriminden 22/11/2018 tarihinde kesin sağlık raporu temin etmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Hastanemizin 27/03/2018 tarih, 9979 sayılı raporunun incelenmesinde; 27/03/2018 tarihinde trafik kazası nedeni ile hastanemize müracaat ettirildiği, yapılan muayenesinde; sağ kaş dış yanda, her iki el bilekte sıyrıklar olup, raporda büyük damar-sinir-iç organ hasarından bahsedilmediği, anlaşılmakla,.. basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu sonucuna varılmıştır..."

14. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18/4/2018 tarihinde görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından başvurucu hakkında iddianame düzenlenmiştir.

15. Antalya 28. Asliye Ceza Mahkemesindeki (Mahkeme) yargılamada başvurucunun savunması "... ben sadece alkol metreyi üflemek istemedim, ters kelepçe takmak istediler, ben katil olmadığımı neden ters kelepçe yapıyorsunuz dedim, ... küfür etmedim, ben memurlara hiç bir şekilde zor kullanmadım, tehdit etmedim, işlerini yapmalarını engellemedim..." şeklindedir.

16. Mahkeme 26/6/2019 tarihinde başvurucunun görevi yaptırmamak için direnme suçundan beraatine, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret etme suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.

17. Karara karşı Cumhuriyet Başsavcılığı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi 5/11/2020 tarihinde beraat kararını kaldırarak başvurucunun kamu görevlisine direnme suçundan 6 ay 7 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup dosya Yargıtay nezdinde incelenme aşamasındadır.

18. Başvurucunun tutuklanması sonrasında başvurucuyu bulunduğu ceza infaz kurumunda ziyaret eden avukatının 28/3/2018 tarihinde (saat 13.45) başvurucunun vücudunda bazı yaralanma izleri olduğunu fark etmesi üzerine hazırladığı tutanağın ilgili kısmı şöyledir:

"... olay yerine gelen emniyet ekiplerinin kendisinin alkol cihazını üflemek istememesi sebebi ile kendisine... kötü muamelede bulunduklarını, kendisini sabaha kadar ters kelepçeli bir şekilde polis otosunun arkasında beklettiklerini, tuvalet ihtiyacını gidermesine dahi izin vermediklerini, bu nedenle tuvaletini altına yapmak zorunda kaldığını, kendisini darp ettiklerini ifade etmiştir. Görüştüğüm Fikret Ataç'ın hakikaten de bileklerinde kemik yerlerine gelen deri dokusuna zarar veren ve kanatan kırmızı-mor renkli izler olduğu, alnının sağ üst köşesinde darp izi (nohut büyüklüğünde iki adet ezilme izi kırmızı renkte) olduğu, sırtında çarpma ve sürtme izine benzeyen pembe, kırmızı izler ve morluklar olduğu, yine yüzünde her iki yanağında da (elmacık kemiklerinin üzerinde) vurma, çarpma izine benzeyen kırmızı, mor renkte ve bardak altı ... büyüklüğünde izler olduğu tarafımca çıplak gözle tespit edilmiş..."

19. Başvurucu vekili 30/3/2018 tarihinde, başvurucu hakkında Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan soruşturma yürüten Cumhuriyet Başsavcılığının Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosuna (Anayasal Suçlar Soruşturma Bürosu) şikâyet dilekçesi sunmuştur. Başvurucu vekili dilekçede başvurucunun emniyetteki ifadesinde güvenlik güçlerinin kötü muamelesine maruz kaldığını belirttiğini, kendisinin de ceza infaz kurumunda başvurucuyla görüşmesi sırasında vücudundaki darp izlerini gördüğünü, gözaltı giriş ve çıkış raporlarında da darp izleri olduğunun belirtildiğini, bu raporların kötü muamele iddiasının aydınlatılması bakımından yetersiz ve yüzeysel olduğunu ifade etmiş; başvurucunun ivedilikle tam teşekküllü sağlık kuruluşuna sevk edilerek olay öyküsü alındıktan sonra hakkında ayrıntılı sağlık raporu aldırılmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Suçlar Soruşturma Bürosu bu dilekçeyi 30/3/2018 tarihinde Memur Suçları Soruşturma Bürosuna iletmiştir. Bu dilekçe aşağıda değinilen güvenlik güçleri hakkında yürütülen soruşturmaya dâhil edilmiştir.

B. Güvenlik Güçleri Hakkında Yürütülen Soruşturma Süreci

20. Başvurucu 11/4/2018 tarihinde, görevli polis memurları hakkında işkence suçu isnadıyla Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Şikâyet dilekçesinde, alkolmetreyi üflemeyi reddetmesi üzerine güvenlik güçlerinin fiziksel şiddetine maruz kaldığını ve ellerine ters kelepçe takılarak kafesli polis aracının arkasına konulduğunu, bu şekilde saatlerce bekletildiğini ve tuvalet ihtiyacını gidermesine izin verilmeyerek altına tuvaletini yapmak zorunda bırakıldığını, pis kıyafetler içinde sabaha kadar oturtulduğunu, bunların da kötü muamele olduğunu, onurunun zedelendiğini, kirli kıyafetlerinin eşine Amirlikte teslim edildiğini ifade etmiş; eşinin tanık beyanı alınırsa bu iddiasının teyit edilebileceğini ileri sürmüştür.

21. Başvurucu; olay anında alkollü olduğu için polislere direnebilmesinin mümkün olmadığını, polislerin kullandığı gücün orantısız olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu vücudundaki yara izleri kaybolmadan hastaneye sevkinin ivedilikle sağlanarak kapsamlı bir sağlık raporu alınmasını talep etmiştir. Hem Amirlik nezdindeki ifadesinde hem de sorgusunda polislerin yaptığı kötü muameleden şikâyetçi olduğunu bildirdiği, yine 30/3/2018 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığından talepte bulunduğu ve soruşturma dosyasında mevcut iki adli muayene raporunda kötü muamele iddialarını doğrulayan bulgular olduğu hâlde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iddialara ilişkin olarak resen soruşturma açılmadığını, bu nedenle şikâyet dilekçesi sunarak soruşturma başlatılmasını talep ettiğini, gözaltı giriş ve çıkış raporlarındaki bulgular arasındaki farkın kötü muamelenin varlığını ortaya koyduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, vekilinin ceza infaz kurumuna görüşmeye geldiğinde bu izleri görmesi üzerine tutanak hazırladığını belirtmiş; dilekçesinin ekinde ilgili tüm sağlık raporlarını ve tutanakları sunmuştur.

22. Cumhuriyet Başsavcılığı 30/4/2018 tarihinde Antalya Adli Tıp Şube Müdürlüğüne (Adli Tıp Şube Müdürlüğü) başvurucunun şikâyet dilekçelerini, gözaltı giriş ve çıkış raporlarını, avukat tarafından düzenlenen tutanağı ileterek başvurucunun muayenesinin yapılmasını, ekte gönderilen sağlık raporlarına yansıyan yaralanmalar haricinde kötü muameleye maruz kalıp kalmadığı hususunda rapor düzenlenmesini talep etmiştir.

23. Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 30/4/2018 tarihli raporunda Hastanenin düzenlediği gözaltı giriş raporunun incelendiği, başvurucunun muayenesi sonucunda yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu bildirilmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:

"... Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesine ait 27.03.2018 tarih ve 9979 protokol nolu raporunun tetkikinde ve yapılan muayenesinde;

'Sağ kaş kenarında her iki bilekte ve boyun bölgesinde yüzeysel sıyrıklar' şeklinde bulgular kayıtlı olup; muayenesinde ek pataloji saptanmadığından, ekli tıbbi belgedeki bulgulara göre, arızasının; ... basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu,..."

24. Cumhuriyet Başsavcılığı 4/9/2018 tarihinde Mahkemeden başvurucu hakkındaki yargılama dosyasının örneğinin iletilmesini talep etmiş olup Mahkeme dosyayı iletmiştir.

25. Cumhuriyet Başsavcılığı 29/11/2018 tarihinde altı polis memuru hakkında görevi kötüye kullanma ve kasten yaralama suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"... her ne kadar müştekinin polis memurları tarafından haksız eylemler neticesinde ters kelepçe takılarak darp eylemine maruz kaldığı iddia edilmiş ve yine her ne kadar olaya ilişkin müştekinin alınan doktor raporunda basit tıbbi müdahale ile giderilebilir ölçüde yaralandığı tespit edilmiş ise de, olay tarihinde müştekinin alkollü vaziyette kullandığı araç ile seyir halinde iken park halindeki araçlara çarpması neticesinde meydana gelen trafik kazasına ilişkin polis memurları tarafından olay yerine intikal edildiği, müştekinin agresif tavırlar sergileyerek olay yerine gelen polis memurlarına, Cumhurbaşkanına ve Devlet Büyüklerine hakaret etmesi ve yapılacak işlemlere ilişkin görevli memurlara direnmesi neticesinde polis memurları tarafından zor kullanma yetkileri dahilinde şikayetçinin etkisiz hale getirildiği ve hakkında evrak tanzim edilerek polis merkezine intikal ettirildiği, tanzim edilen evrak neticesinde müşteki hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2018/26336 sayılı dosyası üzerinden başlatılan soruşturma neticesinde hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından iddianame tanzim edildiğinin görüldüğü, şüpheli savunmaları, bu haliyle müştekinin doktor raporuna yansıyan yaralanmasının görevli polis memurlarına direndiği esnada meydana gelmiş olabileceği, yaralanmasının şüpheli polis memurlarının darp eylemi neticesinde gerçekleştiğine dair herhangi bir delil bulunmadığı, bu haliyle şüphelilerin üzerine atılı olan suçları işlediklerine dair herhangi bir delil bulunmadığı kanaatine ulaşıldığından..."

26. Başvurucu; kötü muamele iddiasına dair bir soruşturmada sekiz aylık sürede yalnızca Mahkemenin yargılama dosyasını getirtmekle yetindiğini, yara izleri yok olmadan ayrıntılı rapor alınmasını talep ettiği hâlde izler tamamen kaybolduktan sonra rapor alındığını, raporda öyküsünün bile alınmadığını, gözaltına giriş ve çıkış raporlarında çelişki olduğu iddiasının açıklığa kavuşturulmadığını, bildirdiği tanıkların beyanlarına başvurulmadığını, olay hakkında etkili soruşturma yürütülmediğini ileri sürerek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. İtiraz, Antalya 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 6/3/2019 tarihinde reddedilmiştir.

27. Ret kararı başvurucuya 27/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 24/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

28. İlgili ulusal hukuk için bkz. Vedat Şorli ve Bilal Şorli, B. No: 2014/10459, 13/7/2016, §§ 64-69; Mehmet Baydan [GK], B. No: 2014/16308, 12/4/2018, §§ 24, 25.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Anayasa Mahkemesinin 22/9/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30. Başvurucu; alkol kontrolü sırasında güvenlik güçlerinin fiziksel şiddetine maruz kaldığını, kelepçeli şekilde polis aracında saatlerce bekletildiğini, tuvalet ihtiyacını gidermesine izin verilmediğini, gözaltı giriş ve çıkış raporlarından gözaltında iken de kötü muameleye maruz kaldığının anlaşılabileceğini ve iddialarına ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediğini belirterek kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Bakanlık görüşünde; kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak doktor raporlarında tespit edilen yaralanmaların basit nitelikte ve polise direnme durumuyla uyumlu olduğu, olaya ilişkin görüntü kayıtlarının incelenmesi neticesinde de başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığı iddialarını doğrulayacak tespit yapılamadığı belirtilmiştir. Bakanlık kötü muamele yasağının usul boyutuna ilişkin olarak ise Cumhuriyet savcısının başvurucunun iddiaları hakkında titizlikle ve süratle hareket ettiğini, iddiaların gerçekliğini ortaya çıkarmak hedefiyle her türlü objektif delilin teminini sağladığını, elde edilen delil ve bilgilerin kapsamlı ve nesnel bir analizi ile neticeye ulaştığını ifade etmiştir.

32. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

B. Değerlendirme

33. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

34. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri " kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Tutulma Koşulları Nedeniyle Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

35. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17). Anayasa Mahkemesi gözaltında tutulan kişilerin nezarethane tutma koşullarının yetersizliği nedeniyle kötü muameleye maruz kaldığı yönündeki iddialarıyla ilgili olarak temel ilkeleri ortaya koyduğu ve değerlendirmelerde bulunduğu kararında, şikâyete konu yetersiz koşullardaki tutma hâli sona ermişse idari yargı yolunda açılacak tam yargı (tazminat) davasını etkili bir yol olarak kabul etmiştir (Nebahat Baysal Gül, B. No: 2016/14634, 28/5/2019, §§ 17-31). Bu başvuruda da anılan içtihatta belirlenen temel ilkeden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

36. Bu durumda 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesi dikkate alındığında ulaşılabilir olan ve başvurucunun polis aracında uygun olmayan şartlarda tutulması sebebiyle meydana geldiğini iddia ettiği maddi ve manevi zararlarının karşılanması bakımından başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen tam yargı davası başvuru yolunu tüketmeden yaptığı başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.

37. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

38. Bununla birlikte bu aşama itibarıyla oluşan durum nedeniyle eldeki başvuru ve bu başvuruyla aynı nitelikte olup Anayasa Mahkemesinde derdest olan başvurulara konu olaylar yönünden işbu kararın ardından açılması muhtemel idari davaların süresine ilişkin olarak bir hususun açıklığa kavuşturulması zorunludur. Öncelikle vurgulanmalıdır ki idari yargı yerlerinde açılacak davaların süresine ilişkin koşulları incelemek ve idari davaların süresinde açılıp açılmadığını değerlendirmek idari yargı mercilerinin takdirindedir. Ancak eldeki başvuru ve bununla aynı nitelikte olup derdest olan başvurular hakkında başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararlarından sonra idari yargıya başvuran kişiler yönünden dava açma sürelerinin bu kişilerin mahkemeye erişim haklarının ihlaline neden olmayacak biçimde değerlendirilmesi gerektiği de tabiidir (Nebahat Baysal Gül, § 32).

b. Kolluk Görevlilerinin Fiziksel Şiddetine Maruz Kalınması Nedeniyle Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kolluk görevlileri tarafından fiziksel şiddete maruz kalınması sebebiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

40. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

41. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22).

42. Kolluk görevlileri görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları hâlinde bu direnişi kırmak amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkili, ayrıca fiilî bir saldırının varlığı hâlinde meşru savunma kapsamında zor kullanma yetkisine sahiptir. Ancak zor kullanımı zorunlu hâllerde başvurulabilecek bir yol olduğu gibi başvurulacak güç de ölçülü ve kademeli olmalıdır (Arif Haldun Soygür, B. No: 2013/2659, 15/10/2015, § 51).

43. Bu bağlamda kelepçe takmak polisin maddi güç kullanımının bir çeşidini oluşturmaktadır. Polisin zor kullanma yetkisi bir cezalandırma aracı olmayıp zorunlu sınırın aşılması, işkence ve kötü muamele yasağının ihlali sonucunu doğurabilecektir (Arif Haldun Soygür, §§ 53, 54).

44. Ayrıca kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği anda ya da salıverilmeden önce vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğunu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde kötü muamele yasağı bağlamında açık sorunların ortaya çıkacağını ifade etmek gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 94).

45. Öte yandan devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Başvuru dosyasındaki sağlık raporları incelendiğinde olay günü saat 02.15'ten sonra olay yerine gelen güvenlik güçleri tarafından yakalanan başvurucu hakkında saat 03.22'de düzenlenen adli olay bildirim formunda "sağ kaş kenarında, her iki bilekte ve boyun bölgesinde yüzeysel sıyrıklar mevcut" olduğu yazılıdır. Saat 16.00'da alınan adli olay bildirim formunda ise "Eski rapor bulguları sağ kaş kenarında [okunamadı] her iki bilekte ve boyun bölgesinde sıyrıklar, ekimozlar mevcut, her iki yanakta [?] [tam okunamadı] ekimozlar mevcut. Her iki bilekte kelepçe sonrası ekimoz ve ... [okunamadı] mevcut. Sağ el 2 cm ... [okunamadı] ağrı tarifi... Yeni darp cebir yoktur. Geçici hekim raporudur. Kati rapor ...[okunamadı] üzere verilebilir. Sırtta yaygın ekimoz mevcuttur, sağ kolda 2x2 ekimoz, sol bacakta 2x1 ekimoz mevcuttur." tespitleri bulunmaktadır.

47. Olaya ilişkin olarak güvenlik güçleri tarafından düzenlenen tutanakta başvurucunun güvenlik güçlerine direnmesi üzerine güç kullanıldığı ve başvurucuya kelepçe takıldığı belirtilmiştir yani başvurucuya karşı güç kullanıldığı kabul edilmiştir. Nitekim yürütülen soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında da güç kullanımına dair kabul mevcuttur.

48. Bu durumda başvurucuya karşı kullanılan gücün kötü muamele yasağını ihlal edip etmediği incelenirken güç kullanımının gerekliliği ve orantılılığı hususlarının değerlendirilmesi gerekir.

49. Başvurucu, hakkındaki yargılama neticesinde kamu görevlisine direnme suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Karar henüz kesinleşmese de söz konusu yargılama sırasındaki olay ve olgular ile başvuru dosyasındaki belgeler birlikte değerlendirildiğinde kolluk görevlilerinin başvurucuyu kontrol altına almak amacıyla güç kullanması ve güvenlik kaygısıyla başvurucuyu kelepçeli olarak tutması kabul edilebilir ve anlaşılabilir bir durumdur. Bu bakımından güç kullanımının gerekli olduğu değerlendirilmiş, başvurucunun bu noktada kelepçelenerek hareketlerinin kısıtlanmasında da bir sorun görülmemiştir.

50. Başvurucu hakkında düzenlenen ilk sağlık raporundaki "sağ kaş kenarında, her iki bilekte ve boyun bölgesinde yüzeysel sıyrıklar" şeklindeki yaralanmaya bakıldığında olay yerine gelindiği sırada güvenlik güçleri tarafından hazırlanan tutanakta da başvurucunun kaşında yaralanma olduğunun belirtilmiş, bu yaralanmanın kaza anında meydana gelmiş olabileceği değerlendirilmiştir. Bu durumda bilek ve boyundaki sıyrık şeklindeki diğer yaralanmanın niteliği ve olayın gerçekleşme koşulları dikkate alındığında güvenlik güçleri tarafından kullanılan gücün orantısız olduğu sonucuna ulaşılmasının mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.

51. Başvurucu hakkında düzenlenen ikinci sağlık raporunda -her ne kadar ilk rapordaki bulgulardan bahsedilmiş, yeni darp ve cebir izine rastlanmadığı ifade edilmiş ise de- sırtta, yanaklarda, kolda ve bacakta ekimozlar olduğuna dair ilk raporda olmayan tespitler yer almaktadır.

52. Bu noktada bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu hatırlatılmalıdır.

53. Dolayısıyla ikinci sağlık raporu dikkate alındığında başvurucunun gözaltı süresi içinde yaralandığı hususunda güçlü bir karine ortaya çıkmaktadır. Kamu makamlarınca söz konusu karinenin aksi ortaya konulmadığı sürece sağlıklı olarak gözaltına alındığı varsayılan başvurucunun burada ne şekilde yaralandığının tereddüde yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekmektedir.

54. Bu kapsamda soruşturma dosyası incelendiğinde güvenlik güçleri tarafından hazırlanan belgelerde, başvurucu hakkında düzenlenen ikinci sağlık raporunda tespit edilen ve ilk raporda var olmayan yaralanmaların ne şekilde meydana geldiğine yönelik bir açıklamaya rastlanmamıştır. Yine başvurucunun olaydan yaklaşık 1 ay sonra 30/4/2018 tarihinde yapılan muayenesi sonrasında Adli Tıp Grup Başkanlığının kati raporunu hazırlarken yalnızca gözaltı giriş raporunu değerlendirmeye aldığı da dikkat çekmektedir. Başvurucunun ikinci sağlık raporunda ilk raporda bulunmayan yeni yaralanma tespitlerine yer verildiği hâlde Adli Tıp Grup Başkanlığınca ikinci sağlık raporunun değerlendirmeye alınmadığı ve yeni yaralanmalara dair bir inceleme yapılmadığı görülmüştür. Bu bakımdan Adli Tıp Grup Başkanlığınca da ikinci sağlık raporundaki yeni tespit edilen yaralanma ile ilgili bir açıklık getirilmediği anlaşılmıştır.

55. Soruşturma sonucu verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararda da tek bir sağlık raporuna dayanılarak değerlendirme yapıldığı, gözaltından çıkış raporunda yer verilen yeni yaralanma tespitine yönelik herhangi bir açıklama ve değerlendirme yapılmadığı görülmüştür. Bu veriler ışığında soruşturma makamınca soruşturma sonucunda verilen kararda başvurucunun iddialarının aksine yaralanma biçimine ve nedenine yönelik makul ve nesnel bir açıklama getirilmediği değerlendirilmiştir.

56. Başvurucunun gözaltında güvenlik güçlerinin fiziksel şiddetine maruz kaldığı iddiası bakımından yukarıda yapılan tüm tespitler doğrultusunda gözaltında yaralanmasına ilişkin olarak kamu makamlarınca makul bir açıklama yapılmadığı dikkate alınarak kötü muamele yasağının ihlal edildiği değerlendirilmiştir.

57. Bu aşamadan sonra kötü muamelenin nitelendirilmesi bakımından yapılan değerlendirme sonucunda olayın şartları ve sağlık raporundaki tespit edilen yaralanmanın niteliği de dikkate alınarak şikâyet konusu olayın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi uygun görülmüştür.

58. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

59. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 100.000 TL maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

60. Başvuruda tespit edilen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği soruşturma merciince yapılması gereken iş yeniden soruşturma işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

61. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya 60.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu uğradığını iddia ettiği zararla ilgili bilgi ve belge sunmadığından başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle ;

A. 1. Tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kolluk görevlilerinin fiziksel şiddetine maruz kalınması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere kararın bir örneğinin Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Memur Suçları Soruşturma Bürosu, Sor. No: 2018/28045) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 60.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/9/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.