Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) ile birlikte verilen müsadere kararının derhal infaz edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak - Anayasa Mahkemesi öncelikle Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016 kararında Orman İdaresinden kiralanan orman alanı bakımından HAGB kararı ile birlikte verilen maden ocağı tesislerin müsaderesinin ölçülü olabilmesi için Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelerin sağlanmış olması gerektiğini, bu güvenceler kapsamında öncelikle başvurucuya müsaderenin kanuna aykırı olarak veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin itirazlarını ve savunmalarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı değerlendirilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Bu yönde yapılan incelemede ilgili derece mahkemesinin verdiği müsadere kararında gerekçeye yer verilmediği, dolayısıyla müsadereye ilişkin savunma ve itirazların karşılanmadığı tespit edilmiştir. Ayrıca Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, HAGB kararının ve bunun bir parçası kabul ettiği müsadere kararının ayrı ayrı kanun yoluna (HAGB için itiraz, müsadere için temyiz) tabi kılınmasının çelişkili olduğu, dolayısıyla müsadere için de ancak itiraz yoluna başvurulabileceği yönündeki kararı uyarınca somut olayda itiraz incelenmesinde de söz konusu güvencelerin sağlanması mümkün olmamıştır. Bu nedenle mülkiyet hakkına müdahalenin ölçülü olmadığına hükmedilmiştir.

Daha sonra verilen Süleyman Başmeydan [GK], B. No: 2015/6164, 20/6/2019 kararına konu olayda ise başvurucu hakkında 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 93/1 ve 2. fıkralarında düzenlenen işgal ve faydalanma suçunu işlemesinden dolayı verilen on aylık hapis cezası için HAGB’ye karar verilirken ormanlık alandaki boşluklara dikilmiş olan fındık fidanlarının müsaderesine karar verilmesi incelenmiştir. Bu kararda HAGB kararına itiraz ile müsadere kararına itiraz ve temyiz farklı dosyalar içinde ele alınmış, HAGB’nin kesinleşmesinin müsadere kararı için de geçerli olduğu kabul edilmiştir. Yargıtay ise temyiz talebini incelerken müsadere kararının HAGB’ye ilişkin hükmün bir parçası olduğunu, müsadere tedbirinin hüküm açıklanıncaya kadar hukuki sonuç doğurma yeteneği bulunmadığını belirtmiştir. Bu içtihada karşılık HAGB kararı ile birlikte verilen müsadere kararının hangi aşamada infaz edileceğine ilişkin açık bir kanuni düzenleme bulunmamasının sonucunda ilk derece mahkemesinin HAGB kararının kesinleşmesini müteakip Orman İşletme Şefliği müsadere kararın infazına girişmiştir.

AYM bu başvuruya ilişkin yaptığı incelemede mevcut yasal belirsizliğin ve yeterli olmayan güvencelerin mülkiyet hakkı üzerinde ölçülü olmayan bir müdahale oluşturduğu gerekçesiyle ihlal kararı vermiştir. İhlalin kaynağı olarak görülen “kanun hükmündeki belirsizliğin” ise müsadere tedbirinin ne zaman, nasıl, hangi koşullarda infaz edileceği ya da durdurulacağının, zorunlu durumlarda hangi tür mekanizmalarla (tazminat dâhil) infazın başlatılabileceğinin belli olmamasından kaynaklandığı ortaya konulmuş ve söz konusu güvenceleri içeren bir düzenlemenin yapılması konusunda TBMM’ye çağrı yapılmıştır.

İlgili Kararlar:

♦ (Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016)
♦ (Süleyman Başmeydan [GK], B. No: 2015/6164, 20/6/2019)
♦ (Ahmet Özbey, B. No: 2018/20063, 30/6/2021)
♦ (Ahmet Yavaşer, B. No: 2018/1879, 7/10/2021)
♦ (Bircan Yanar, B. No: 2019/37833, 21/9/2022)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MAHMUT ÜÇÜNCÜ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/1017)

 

Karar Tarihi: 13/7/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan y.

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Mahmut ÜÇÜNCÜ

Vekili

:

Av. Fikri AKGÜN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, granit maden ocağı işletme izni bulunmasına rağmen orman alanının işgali ve faydalanma suçundan hapis cezası ile cezalandırılarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve akaryakıt dolum, taş kırma ve eleme, beton santrali, stok ambarı tesis alanlarının müsadere edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/1/2014 tarihinde Bursa 10. Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 17/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu D. Madencilik İnşaat Su ve Petrol Ürünleri İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin (Şirket) ortağı ve yönetim kurulu başkanıdır.

9. Anılan Şirketin talebi üzerine Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından bu Şirkete Yalova ili Armutlu ilçesi Fıstıklı köyü Müftü Çiftliği mevkiinde 8/11/2005 tarihinden geçerli olmak üzere "II. grup maden ruhsatı" verilmiştir. Şirket, belirtilen yerde granit maden ocağı işletmiştir.

10. Şirketin talebi üzerine Bursa Orman Bölge Müdürlüğü tarafından 30/12/2005 tarihinde 20.448,86 m²altyapı tesisi orman izni verilmiştir. Şirket 22/9/2008 tarihinde ek izin sahası talebinde bulunmuş ancak bu talebe cevap verilmemiştir.

1. İdari Yargılama Süreci

11. Şirketin ek izin sahası verilmesi için bu defa 31/10/2008 tarihinde Yalova İl Çevre ve Orman Müdürlüğüne yaptığı başvuru ise bu İdarenin 7/11/2008 tarihli yazısı ile reddedilmiştir.

12. Şirket 18/12/2008 tarihinde, bu idari işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle İdare aleyhine Bursa 3. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.

13. Mahkeme 12/3/2009 tarihli ve E.2008/1068 sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması talebinin kabulüne karar vermiştir.

14. Uyuşmazlığı esastan inceleyen Mahkeme, 14/5/2009 tarihli ve E.2008/1068, K.209/360 sayılı kararı ile bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarınca Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği'nde (Yönetmelik) belirtilen hâller ve diğer kanunların ilgili hükümleri dışında madencilik faaliyetlerinin engellenemeyeceği ve bu Yönetmelik'te belirtilen kısıtlamaların dışında başka kısıtlama getirilemeyeceği, davacı Şirketin maden üretim faaliyeti için iş yeri açma ve çalışma ruhsatı verilmesi istemli başvurusunun anılan Yönetmelik'in 14. bölümünde yer alan düzenlemeler çerçevesinde değerlendirilerek sonuçlandırılması gerekirken Yönetmelik hükümlerinde belirtilen hâller ve diğer kanunların ilgili hükümleri dışındaki nedenlere dayandırıldığı, ayrıca işleme dayanak alınan 1/25.000 ölçekli çevre düzeni plan notunun yürütmesinin durdurulması nedeniyle dava konusu işlemde bu yönüyle de hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçeleriyle davanın kabulüne ve dava konusu idari işlemin iptaline karar vermiştir.

15. Kararı temyiz eden davalı İdare, ayrıca bu kararın yürütmesinin durdurulmasını da talep etmiş; Danıştay Sekizinci Dairesinin 3/8/2009 tarihli ve E.2009/6310 sayılı ilamıyla, bu talep reddedilmiştir.

16. Daire 20/10/2010 tarihli ve E.2009/6310, K.2010/5386 sayılı ilamıyla hükmün değişik gerekçeyle onanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"... her ne kadar İdare Mahkemesince davacı şirketin maden üretim faaliyeti için işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilmesi istemli başvurusunun Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliğinin 14. Bölümünde yer alan düzenlemeler çerçevesinde değerlendirilerek sonuçlandırılması gerektiği belirtilmiş ise de, gerekli ruhsatları alarak faaliyette bulunan davacı şirketin granit ocağı kapasite artışı (ÇED alanı büyütme, kırma-eleme ve beton santrali tesisi ilavesi) için yaptığı başvurunun, davalı idare tarafından Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliğinin 15. Bölümünde yer alan düzenlemeler çerçevesinde, kapasite artışının çevreye zarar verip vermeyeceği de değerlendirilerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, madencilik faaliyeti yapılamayacağına ilişkin yukarıda belirtilen kararlara atıf yapılarak başvurunun reddinde hukuka uyarlık bulunmamakta olup, Mahkeme kararı sonucu itibarıyla yerinde görülmüştür."

2. Ceza Yargılaması Süreci

17. Orman Genel Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen 1/11/2008 tarihli suç tutanağında, başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı olduğu Şirket tarafından Yalova ili Armutlu ilçesi Fıstıklı köyü Çiftlik mevkiindeki izinli sahada izin almadan 224 m² yakıt depolama tesisi, 1190 m² taş kırma ve eleme tesisi, 646,25 m² beton santrali ve stok alanı olmak üzere toplam 2.060,25 m² alanda izinsiz tesis kurulduğu belirtilmiştir.

18. Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/3520 Soruşturma sayılı dosyasında düzenlenen 3/6/2009 tarihli ve 2009/440 sayılı iddianame ile "suça konu sahada mevcut 20.448.86 metrekarelik ormanlık alanın 08/11/2015 tarihine kadar izinli olduğu, aynı bölgede 13.988 metrekalik alanın izninin ise 29/04/2008 tarihindesona erdiği, suça konu sahada maden ocağı işleten D. Madencilik İnş. Su ve Petrol Ürünleri İthalat İhracat San[a]yi ve Ticaret Anonim Şirketi yetkilileri olan şüphelilerin 29/[04]/2008 tarihinde izin süresi biten 13.988 metrekarelik alan için süre uzatımı talebi ve anılan alanın ihtiyaçları karşılamaması sebebiyle ek olarak 200.52 metrekarelik saha için ise yeni izin talebinde bulundukları, suç tutanağının tutulduğu tarih olan 01/11/2008 tarihinde henüz izin talebininin neticenlememiş olduğu, şüphelilerin eylemleri neticesinde inşa edilen yapıların buhaliyle izinsiz sahada kaldığı" belirtilerek başvurucu ve F.Ç. haklarında "orman alanlarının işgali, ormandan faydalanma ve orman içinde yerleşilmesi" suçundan 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 17. maddesi delaletiyle 93. maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezalandırılması ve 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesindeki hak yoksunluklarının uygulanması kamu adına talep olunmuştur. İddianamede tesislerin müsaderesine ilişkin bir talebe yer verilmemiş, sevk maddeleri arasında da müsadereye ilişkin bir yasa hükmü gösterilmemiştir.

19. İddianame kabul edilerek açılan kamu davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinde görülen yargılama sırasında 14/6/2013 tarihli 20. duruşmada başvurucuya hakkında 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanması ihtimali gerekçe gösterilerek 5271 sayılı Kanun'un 226. maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmiştir. Mahkeme 12/6/2012 tarihinde olay yerinde keşif yapmış, orman yüksek mühendisi, harita mühendisi ve maden mühendisinden oluşturulan bilirkişi kurulundan rapor aldırmıştır. Bilirkişi kurulunun 15/8/2012 tarihli raporunda, izinli saha içinde bulunan 1.224,05 m² orman alanında izin veriliş amacı dışında "akaryakıt ve dolum tesisi" ile "taş kırma ve eleme tesisi" yapıldığı, ayrıca izin verilen alan dışındaki 1.041,92 m² orman alanında ise orman örtüsü kaldırılarak izinsiz akaryakıt ve dolum tesisi", "taş kırma ve eleme tesisi", "beton santrali ve stok ambarı" yapıldığı belirtilmiştir. Bilirkişi raporunda zarar miktarı ise 546,90 TL olarak gösterilmiştir.

20. Mahkeme 4/10/2013 tarihli ve E.2009/550, K.2013/1172 sayılı kararı ile "orman alanlarının işgali ve orman içine yerleşilmesi" suçunu işlediği gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin birinci fıkrası, aynı maddenin ikinci fıkrası ile 5237 sayılı Kanun'un 62. maddeleri uygulanarak başvurucunun 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiş ancak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki koşulların gerçekleştiği kanaatiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve aynı maddenin (8) numaralı fıkrasına göre başvurucunun 5 yıl süreyle denetime tabi tutulmasına karar vermiştir.

21. Mahkeme, aynı karar ile ayrıca bilirkişi raporu ile belirlenen ve suça konu yerde bulunduğu belirtilen 29/05/2013 tarihli ek bilirkişi raporunda (A1) ve (A2) olarak gösterilen akaryakıt dolum tesis alanının, (B1) ve (B2) olarak gösterilen taş kırma ve eleme tesis alanının, (C1) ve (C2) olarak gösterilen beton santrali alanı ile stok ambarı alanlarının 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası yollaması ile 5237 sayılıKanun'un 54. maddesi gereğince müsaderesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Mahallinde 29/07/2011 tarihinde Orman Yüksek Mühendisi ve Fen Bilirkişisi ilebirlikte keşif yapılmış, bilirkişiler Mahkememize sunmuş oldukları raporlarında; suça konu yerde suç tarihinden önce orman kadastrosu geçtiği ve 2/B madde uygulaması yapıldığı buna göre suça konu yerin orman sınırları içerisinde kaldığı ve devlet ormanı olduğu, suça konu yerlerin kesinleşmiş orman kadastro sınırları içerisinde kaldığı ve devlet ormanı olduğunun, eylemin kesinleşmiş orman kadastro sınırları içerisinde işgal ve faydalanma olduğu, suça konu yerlerin yüz ölçümünün toplam 2793,29 m² olduğunun, müdahil orman yönetiminin zararının olmadığının, suça konu yer içerisinde 3 adet tesis bulunduğunun bildirildiği,10.02.2012 tarihli Ek raporunda : maden şirketinin enerji ve tabi kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğünden alınmış II: grup 99 hektar alanda ruhsatının olduğunu, bu ruhsatlı alan içerisinde yine aynı Bakanlıkça17,6 hektar alan için 4.09.2008 tarihli olur ile granit işletme izni verildiğini, suça konu yerin bu alan içerisinde kaldığını, suça konu tesisler maden dairesince verilmiş işletme izin sahası içerisinde kaldığını, ancak orman yönetimine suça konu tesisleri yapmak için başvuru yapılmadığını, izin müracaatı sonuçlanmadan tesislerin yapıldığını, maden şirketi bu başvurular ile suç tarihinden önce izin istihsali için orman yönetimine başvurulduğunu, ancak başvuru sonuçlanmadan suça konu tesislerin yapıldığını, suça konu yerin fen bilirkişi tarafından aletle ölçüm sonucu 2793,299 m² olarak hesap edilerek koordinatları ile krokiye aktarıldığını,suça konu yerin 2/B madde uygulaması ile ilgili olmadığının açıkça belirtildiğini, şirket tarafından yapılmış dosya da mevcut ödeme makbuzları davanın esası ilebir ilgisi olmadığı için incelemeye alınmadığını, zira dava konusu suça konu tesisler ile ilgili verilmiş bir izin olmadığı için yapılmış bir ödeme de olmadığını, yapılan ödeme belgelerinin izin verilmiş sahalara ait olduğunu bildirmişlerdir.

Mahallinde12/6/2012 tarihinde Harita Mühendisi, Maden Mühendisi ve Orman Yüksek Mühendisi ile birlikte keşif yapılmış, bilirkişiler Mahkememize sunmuş olduklarıraporlarında sonuç olarak; D... İnş. Su ve Petrol Ürünleri İth. İhr. San. ve Tic. A. Ş. yetkilileri MahmutÜçüncü ve F. L.' in kesinleşmiş orman sınırı dahilinde 1.041,92 m² orman örtüsükaldırılarak izinsiz tesis yapmakla 1.224,05 m² alanda, orman idaresinden 6831 sayılı Kanun'un 16. maddesine göre aldıkları orman izinini, izin amaçlarına uygun olarak kullanmamakla, orman kanununa muhalefet ettiklerini, açma yapılan yerin yangın sahası olmadığını, fıstıklı köyünde kesinleşmiş orman kadastrosu olduğunu, 114. maddeye göre ağaçlandırma giderinin 546,90 TL olduğunu bildirmişlerdir.

... Sanık Mahmut Üçüncü hakkında orman alanlarının işgali ve ormanın içine yerleşilmesi suçlarından açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eylemine uyan 6831 sayılı Kanun'un 93/1 ve 5237 sayılı Kanun'un 61.maddesi gereğince suçun işleniş şekli ve meydana gelen zarar gözönüne alınarak ve sanığın bu suçu ilk defa işlemesi nedeniyle de alt sınırdan ceza verilmek suretiyle cezalandırılmasına, 5560 ve 5728 sayılı yasalarla değişik CMK’nun 231/5 ve 6. maddeleri gereğince sanığın geçmişteki iyi hali, kişilik özellikleri, yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkememizde olumlu kanaat oluşması ve suçtan dolayı meydana gelen zararın giderilmesi nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, ... bilirkişi raporu ilebelirlenen ve suça konu yerde bulunanve bilirkişinin 29/05/2013 tarihli ek raporunda A1 ve A2 olarak gösterilen Akaryakıt dolum tesis alanının, B1 ve B2 olarak gösterilen taş kırma ve eleme tesis alanının, C1 ve C2 olarak gösterilen beton santrali alanı ile stok ambarı alanlarının 6831 sayılı Kanun'un 108/4. maddesi yollaması ile5237 sayılı Kanun'un 54 maddesi gereğince müsaderesine dair karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

22. Başvurucu karara itiraz etmiş, Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2/12/2013 tarihli ve 2013/311 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinin 04/10/2013 karar tarihli ve 2009/550 Esas, 2013/1172 Karar sayılı dosyasının incelenmesinde; sanık Mahmut Üçüncü vekili Av. Fikri Akgün vesanık F. L. hakkında orman alanlarının işgali ormandan faydalanma ve orman içinde yerleşilmesi suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, sanıkların 5560 ve 5728 sayılı yasalarla değişik CMK'nun 231/5 ve 6 maddeleri gereğince sanıkların geçmişteki iyi halleri, kişilik özellikleri, yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeni ile tekrar suç işlemeyecekleri konusunda mahkemelerinde olumlu kanaat oluşması ve suçtan dolayı meydana gelen zararın giderilmesi nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dairkarar verilmişve sanıklar hakkında verilen kararınusul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla sanık Mahmut Üçüncü vekili Av. Fikri Akgün ve sanık F. L.'in itirazlarının reddine karar verilmesi gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur."

23. Nihai karar başvurucu vekiline 30/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

24. Başvurucu 17/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

3. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler

25. Gemlik 1. Sulh Ceza Mahkemesince 28/3/2014 tarihinde, müsadere kararının gereğininyerine getirilmesi hususunda Gemlik Orman İşletme Şefliğine yazı yazılmış, Umurbey Orman İşletme Şefliğinin 1/6/2015 tarihli yazısıyla, müsadere kararı verilen sahanın infazının 9/6/2014 tarihinde yerine getirildiği belirtilmiş, orman muhafaza memurlarınca düzenlenen infaz tutanağı Mahkemeye gönderilmiştir. İnfaz tutanağında "... Mahkeme kararıyla müsaderesine hükmedilen akaryakıt dolum tesisinin, taş kırma eleme tesisinin, beton santralin firma tarafından yıkılarak kaldırıldığı, dolayısıyla infazın yapılmış olduğu görülmektedir...." hususları belirtilmiştir.

B. İlgili Hukuk

26. 6831 sayılı Kanun’un 16. maddesinin başvurucuya isnat edilen suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Devlet ormanları hudutları içerisinde maden aranması ve işletilmesi, Maden Kanununun 7 nci maddesinde belirtilen şartlara uyularak, ruhsat grubu gözetilmeksizin yapılır. Orman hudutları içinde alınan muvafakat süresi, temdit dahil işletme ruhsat süresi sonuna kadar devam eder. Ayrıca madencilik faaliyetleri için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve alt yapı tesislerine fon bedelleri hariç olmak üzere orman mevzuatı hükümlerine göre bedeli alınarak izin verilir.

Ruhsatname veya imtiyaz almış olanlarla, ruhsatname veya imtiyaz alacaklar, işe başlamadan evvel çalışma sahalarını orman idaresine haber vermeye ve ormana zarar gelebilecek hallerde, orman idaresinin göstereceği tedbirleri almaya ve yapmaya mecburdurlar."

27. 6831 sayılı Kanun’un 17. maddesinin başvurucuya isnat edilen suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

“Devlet ormanları içinde bu ormanların korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve tesisler müstesna olmak üzere; her çeşit bina ve ağıl inşası ve hayvanların barınmasına mahsus yerler yapılması ve tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve orman içinde yerleşilmesi yasaktır.

Devlet ormanlarının herhangi bir suretle yanmasından veya açıklıklarından faydalanılarak işgal, açma veya herhangi şekilde olursa olsun kesme, sökme, budama veya boğma yollariyle elde edilecek yerlerle buralarda yapılacak her türlü yapı ve tesisler, şahıslar adına tapuya tescil olunamaz. Buralara doğrudan doğruya orman idaresince el konulur.Yanan orman alanlarındaki her türlü emval Orman Genel Müdürlüğünce değerlendirilir.

Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, altyapı ve katı atık bertaraf tesislerinin; sanatoryum, baraj, gölet ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim ve spor tesislerinin ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. Devletçe yapılan ve/veya işletilenlerden bedel alınmaz. Bu izin süresi kırkdokuz yılı geçemez. Bu alanlarda Devletçe yapılanların dışındaki her türlü bina ve tesisler iznin sona ermesi hâlinde eksiksiz ve bedelsiz olarak Orman Genel Müdürlüğünün tasarrufuna geçer. Söz konusu tesisler Orman Genel Müdürlüğü veya Çevre ve Orman Bakanlığı ihtiyacında kullanılabilir veya kiraya verilmek suretiyle değerlendirilebilir. İzin amaç ve şartlarına uygun olarak faaliyet gösteren hak sahiplerinin izin süreleri; yer, bina ve tesislerin rayiç değeri üzerinden belirlenecek yıllık bedelle doksandokuz yıla kadar uzatılabilir. Bu durumda devir işlemleri uzatma süresi sonunda yapılır. Verilen izinler amaç dışında kullanılamaz.”

28. 6831 sayılı Kanun’un 92. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun 16 ncı maddesi gereğince izin almadan ormanlardan açılan maden ocakları idarece kapatılır. Çıkarılan madenler ve her türlü tesisler ile alet, edevat ve nakil vasıtalarına elkonulur. Elkonulan mallar, Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre müsadere edilir.

 Bu Kanunun 16 ncı maddesi gereğince izinsiz maden ocağı açanlara veya işletenlere, 91 inci madde hükümleri saklı kalmak üzere iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası verilir.

 Kanun hükümlerine göre verilen ruhsat veya izin belgesindeki sürenin dolmasına rağmen maden ocağı işletmeye devam edenler ya da izin verilen alandaki sınırı aşanlar, 91 inci madde hükümleri saklı kalmak üzere, bu Kanunun 93 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır.

 Başkaca zarar husule gelmiş ise bu zarar ayrıca genel hükümlere göre hukuk mahkemesinde dava açmak suretiyle tazmin ettirilir. İzin alarak bu nevi ocakları açanlar idarece kendilerine veya temsilcilerine tebliğ edilecek tedbirlere riayet etmezler ise beşbin Türk Lirasından yüzbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Ayrıca, bu tedbirlere riayet edilinceye kadar ocaklar işletilmekten men edilir."

29. 6831 sayılı Kanun’un 93. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Bu Kanunun 17 nci maddesinde yasak edilen fiilleri işleyenler veya izne bağlı işleri izinsiz yapanlar, 91 inci madde hükümleri saklı kalmak üzere altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.

İşgal ve faydalanma suçunun yeniden tarla açmak suretiyle veya yanmış orman sahalarında ya da kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içerisinde işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır."

30. 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

"Bu Kanunda yazılı suça konu olan her türlü orman emvali, nakil vasıtaları ve suç aletleri Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre müsadere edilir."

31. 5237 sayılı Kanun'un "Eşya müsaderesi" kenar başlıklı 54. maddesi şöyledir:

"(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.

(2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.

(3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.

(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.

(5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.

(6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur."

32. 5271 sayılı Kanun’un “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar başlıklı 231. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“…

(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

c) … Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. ... Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;

…..

karar verilebilir. ….

(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

(11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. …

(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.

(13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir.”

33. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2014/6-66, K.2014/365 sayılı ilamı şöyledir:

"Müsadere kararı güvenlik tedbiri olmakla birlikte hükmün bir parçası olduğu için, hükmün tabi olduğu kanun yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararına karşı da ancak itiraz kanun yoluna başvurulabilecektir. Zira açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenebilme imkanı bulunmayan bir aşamada, hükmün bir parçasını oluşturanmüsaderenin temyizen incelenebileceğini kabul etmek, bir bütün olan hükmün bir bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tabi olacağı gibi çelişkili bir halin ortaya çıkması sonucunu doğuracaktır.

Diğer taraftan, müsadere kararının doğru olup olmadığının belirlenmesi için öncelikle eylemin sabit olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Bu itibarla itiraz kanun yoluna tabi bulunan açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükmün temyizen incelenmesi, dolayısıyla eylemin sabit olup olmadığının belirlenmesi mümkün olmayacak, bunun sonucu olarak eylemin sabit olduğu belirlenmeden eksik bir değerlendirmeyle müsadere kararının doğru olup olmadığının tespiti eksik bir değerlendirme olup, usul ve kanuna aykırı olacaktır.

Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararının denetimini yapacak olan itiraz mercii, Ceza Genel Kurulunun 22.01.2013 gün ve 534-15 sayılı kararında ayrıntılarına yer verildiği üzere, 5271 sayılı CMK'nun 267-271. maddeleri uyarınca hem maddi olay hem de hukuki yönden inceleme yaparak, öncelikle eylemin sabit olup olmadığını, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait bulunup bulunmadığını, eşyanın müsaderesine karar verilmesinin orantılılık kuralına uygun olup olmadığını değerlendirerek, sonuçta müsadere konusundaki kararın da isabetli bulunup bulunmadığını kapsayacak şekildebir kararvermelidir.

Ceza Genel Kurulunun 15.11.2011 gün ve 213-227, 05.10.2010 gün ve 183-186 ile 09.03.2010 gün ve 237-51 sayılı kararlarında, güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların hüküm sayılması nedeniyle temyiz yeteneğinin bulunduğu ve gerek bir mahkûmiyete ek olarak gerekse bağımsız olarak verilen güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların, diğer yönleri itibariyle kesin olan hükme her yönüyle temyiz edilebilirlik vasfı kazandırdığı, dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararlarının temyiz kanun yoluna tabi olması gerektiği ileri sürülebilir ise de, müsadere kararı ancak temyiz kanun yoluna tabi olmakla birlikte miktar yönünden kesin olan hükmün, şartlarının bulunması halinde temyizen incelenmesine imkan sağlamaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ise itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, açıklanması geri bırakılan hükmün bir parçası olan müsadere kararı da buna bağlı olarak itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.

Diğer taraftan, 5271 sayılı [Kanun'un] 'Özel Yargılama Usulleri' başlıklı beşinci kitabının, "Uzlaşma ve Müsadere" başlıklı ikinci kısmının, 'Müsadere Usulü' başlıklı ikinci bölümünde yer alan 256 ila 259. maddelerinde, kamu davası açılmayan veya kamu davası açılmış olup da esasla beraber bir karar verilmeyen hallerde, müsadere kararının duruşma açılarak verileceği ve bu kararlara karşı başvurulacak kanun yolunun istinaf (istinafın henüz faaliyete geçirilmemiş olması nedeniyle temyiz) olduğu belirtilmiş olup, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümlerde yer alan müsadere kararları içinbu kanun yolunun kabulü mümkün değildir.

Zira ceza muhakemesinde kanun yolu, tarafların istemlerine göre değil, kanunun sistematiği ve normları dikkate alınarak belirlenmelidir. Kanunda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı başvurulabilecek kanun yolu hiçbir istisnaya yer vermeksizin açıkça itiraz olarak belirtilmiş olduğundan, hükmün bir parçası olan müsadere kararı da itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.

Bununla birlikte, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle hükmün henüz hukuken varlık kazanmaması ve beş yıllık denetim süresi göz önünde bulundurulduğununda, hak kayıplarına neden olunmasının önüne geçilebilmesi amacıyla, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda, TCK'nun 54/4. maddesinde belirtilen üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyalar hariç olmak üzere, müsadereye konu eşyanın denetim süresi içerisinde ve gerektiğinde belirlenecek şartlar dahilinde yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceği hususu da ayrıca yerel mahkemelerce değerlendirilmelidir.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Yerel mahkemece sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olup, bu karar itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, hükmün parçası olan müsadere kararının da itiraz kanun yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla yerel mahkemece müsadere kararının temyiz kanun yoluna tabi olduğuna karar verilmesi ve Özel Dairece de temyiz isteminin kabulü ile müsadere yönünden sınırlı inceleme yapılması usul ve kanuna aykırıdır."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 13/7/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu, ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu şirketin işlettiği granit maden ocağı sahası için gerekli izinlerin mevcut olup bu iznin uzatılarak ek izin sahası tahsisi için yapılan başvurulara Orman İdaresince bir cevap verilmediğini, bu izin sahasının kapsamının genişletilerek kırma, eleme ve beton santrali tesis edilmesi için İdareye yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine açılan davada ise Bursa 3. İdare Mahkemesince dava konusu idari işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemlerinin kabulüne karar verildiğini ancak izin talepleri henüz neticelenmeden orman idaresi memurları tarafından suç tutanağı düzenlendiğini, bu tutanağa dayalı olarak Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ceza soruşturması neticesinde "orman alanının işgali" suçundan açılan kamu davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesi tarafından bilirkişi raporu gerekçe gösterilerek 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirtmiştir.

36. Başvurucu, ceza yargılaması devam ederken gerekli izinlerin verildiğini, bu nedenle suçun maddi unsurlarının gerçekleşmediğini, oluşan zarar ödendiği için ve birden fazla defa izin talebinde bulunduğundan dolayı herhangi bir kastı bulunmadığından suçun manevi unsurlarının da oluşmadığını, izin taleplerinin iddianamede belirtilen 6831 sayılı Kanun'un 17. maddesi değil 16. maddesi kapsamında olduğunu, dolayısıyla Mahkemece aynı Kanun'un 93. maddesinin birinci fıkrasının değil 92. maddesinin uygulanması gerektiğini, verilen müsadere kararının da hukuka aykırı olduğunu ve müsadere kararının adil bir yargılanma sonucu verilmediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; hükmün bozularak müsadere kararının kaldırılmasına, isnat edilen "orman alanlarının izinsiz işgali ve faydalanma" suçundan beraatine, bilirkişi raporuna göre ödediği zararının (546,90 TL) ilgili idareden iadesine ve ayrıca 10.000 TL manevi tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

38. Başvurucunun, suç isnadına konu yerde bulunan ve yönetim kurulu başkanı olduğu şirkete ait olduğunu belirttiği maden ocağı tesislerinin hukuka aykırı olarak müsaderesine karar verildiği yönündeki şikâyetinin müsadere nedeniyle mevcut bir mal ve mülkten yoksun bırakma ile ilgili olduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

39. Öte yandan başvurucunun isnat edilen"orman alanlarının işgali ve faydalanma" suçunun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı ve suçun hukuki nitelendirmesinin de doğru biçimde yapılmadığı hâlde bu suçu işlediği gerekçesiyle Mahkemece hapis cezası verilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği yönündeki yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin şikâyetleri ise adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlaline İlişkin İddia

40. Başvurucu, ceza yargılaması devam ederken gerekli izinlerin verildiğini, bu nedenle suçun maddi unsurlarının gerçekleşmediğini, oluşan zarar ödendiği için ve birden fazla defa izin talebinde bulunduğundan dolayı herhangi bir kastı bulunmadığından suçun manevi unsurlarının da oluşmadığını, izin taleplerinin iddianamede belirtilen 6831 sayılı Kanun'un 17. maddesi değil 16. maddesi kapsamında olduğunu dolayısıyla Mahkemece aynı Kanun'un 93. maddesinin birinci fıkrasının değil 92. maddesinin uygulanması gerektiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

41. Bakanlığın görüş yazısında, bu konu hakkında bir görüş bildirilmemiştir.

42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

43. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, sanığa yüklenen suça ilişkin yargılama sonunda cezaya hükmedilmesi hâlinde hükmün açıklanmasının belirli koşulların gerçekleşmesine bağlı olarak ertelenmesi anlamına gelmektedir. Kanunda belirtilen koşulların gerçekleşmesine karşın, sanığın kabul etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasının son cümlesinde ifade edilmektedir. Bu kapsamda sanığın, yargılamanın hukuki kesinliği ifade eden bir hükümle sonuçlanmasını ya da cezaya hükmedilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını tercih etme imkânı bulunmaktadır (Ali Gürsoy, B. No: 2012/833, 26/3/2013, § 19).

44. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, yargılamayı hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde olmayıp ceza yargılamasını sona erdiren düşme nedenlerinden biridir. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (10) ve (11) numaralı fıkralarında belirtildiği üzere, denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmediği takdirde açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesine, denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasına karar verilir (Ali Gürsoy, § 21).

45. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (12) numaralı fıkrasında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı itiraz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte, ancak denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasıyla veya bu süre içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmemesi hâlinde düşme kararıyla yargılama nihai olarak sona erdiğinde, hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilir ve esasa ilişkin itirazlar bu aşamada ileri sürülebilir (Ali Gürsoy, § 22).

46. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre sanık kabul etmediği takdirde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmez. Bu durumda İlk Derece Mahkemesinin kararı temyizi kabil hâle gelebilecektir. Başka bir deyişle, haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul eden sanıklar, verilen kararın Yargıtayda yapılacak esas ve usul incelemesini talep etme hakkından vazgeçmişlerdir. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümlerin uygulanmasına açıkça rıza gösterdiği durumlarda söz konusukarar ile ortaya çıkan menfaatlerden yararlanmayı tercih ettiği kabul edilmelidir (Adnan Erkuş/Türkiye, B. No: 61196/11, 4/12/2012, § 22).

47. Somut olayda başvurucu, Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinin E.2009/550 sayılı dava dosyasında "orman alanlarının işgali" suçundan yargılanmaktadır. Başvurucu adına müdafii, 4/12/2013 tarihinde yapılan 22. oturumda başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuş; Mahkeme de bu talebi gözeterek 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki koşulların gerçekleştiği kanaatiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiş ve aynı maddenin (8) numaralı fıkrasına göre başvurucu hakkında 5 yıl denetim süresine tabi tutulmasına karar vermiştir.

48. Başvurucunun yargılama sonunda verilen kararın adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiası, somut olayın özelliği de nazara alındığında temyiz incelemesinde de ileri sürülebilecek iddialardandır. Buna göre, İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılamayı nihai biçimde sonlandıran bir karar verilmediğinden ve ancak düşme kararıyla ya da ceza hükmünün açıklanmasıyla birlikte İlk Derece Mahkemesindeki yargılama nihayete ereceğinden anılan iddiaların mevcut aşama itibarıyla bireysel başvuru kapsamında incelenmesi olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla somut olay bakımından düşme kararı verilmesinin veya hükmün açıklanmasının ardından başvurucu, hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun yoluna başvurabilecek ve esasa ilişkin itirazlarını bu aşamada ileri sürebilecektir (Asım Arı [GK], B. No: 2013/9381, 3/3/2016, § 45).

49. Sonuç olarak hatalı değerlendirme sonucu verilen kararın adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiası, başvurucunun talebi üzerine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olması ve temyiz yoluna başvurmayı mümkün kılan bir karar verilmesini başvurucunun tercih etmediği dikkate alındığında dayanaktan yoksun görünmektedir.

50. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Mülkiyet Hakkının İhlaline İlişkin İddia

51. Başvurucu ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu Şirketin işlettiği maden ocağı alanındaki tesislerin müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

52. Öncelikle belirtmek gerekir ki başvurucunun müsadere kararı verilemeyeceğine dayanak olarak gösterdiği isnat edilen suçun unsurlarının oluşmadığı veya ilgili sevk ve uygulama maddelerinin yanlış uygulandığı iddialarıyla şikâyetlerinin, yukarıda da değinildiği üzere İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılamayı nihai biçimde sonlandıran bir karar verilmediğinden mevcut aşama itibarıyla bireysel başvuru kapsamında incelenmesi olanağı bulunmamaktadır (bkz. § 46). Ancak somut olayda başvurucunun ihlal iddiasında bulunduğu maden ocağı tesislerinin Mahkemece müsaderesine karar verilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesi ile birlikte müsadere kararının infazına girişildiği de görülmektedir. Bu nedenle mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden öncelikle başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin tartışılması gerekmektedir.

53. Müsadereye ilişkin kararlar, kural olarak 5271 sayılı Kanun'un 256., 272. ve 286. maddeleri uyarınca istinaf ve temyiz yasa yoluna tabidir. Ancak 5271 sayılı Kanun'un 259. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, suç konusu olmayıp sadece müsadereye tâbi bulunan eşyanın müsaderesi hakkında sulh ceza hakimi tarafından verilen kararlara karşı ise, aynı Kanun'un 267. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca itiraz yoluna gidilebilir.

54. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarında da bir güvenlik tedbiri olmakla birlikte açıklanması geri bırakılan hükmün bir parçası olduğundan müsadereye de karar verilmektedir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile birlikte verilen müsadere kararının temyize mi yoksa itiraza mı tabi olduğu konusunda ise açık bir yasa hükmü bulunmamaktadır. Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ilamında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte verilen müsadere kararlarının da itiraz kanun yoluna tabi olduğunu kabul etmektedir. Ceza Genel Kurulunun 15/4/2014 tarihli ve E.2012/6-1452, K.2014/195 sayılı ilamı da benzer yöndedir. Bu içtihatlara göre, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte müsadereye de hükmedilmesi durumunda ister 5271 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrası isterse de (4) numaralı fıkrası kapsamında verilsin müsadere kararına karşı itiraz yoluna gidilebilecek, denetimi yapacak olan itiraz mercii de Ceza Genel Kurulunun anılan içtihatları doğrultusunda hem maddi olay hem de hukuki yönden inceleme yaparak öncelikle eylemin sabit olup olmadığını, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait bulunup bulunmadığını, eşyanın müsaderesine karar verilmesinin orantılılık kuralına uygun olup olmadığını ve müsadere konusundaki kararın isabetli bulunup bulunmadığını kapsayacak şekilde bir karar verebilecektir (bkz. § 31).

55. Başvuru konusu olayda da, başvurucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz ederek müsadere kararının da kaldırılmasını talep etmiştir. İtiraz üzerine Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesi ise "sanıklar hakkında verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir.

56. Bu durumda Yargıtayın anılan içtihatlarına göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte verilmesi durumunda müsadere kararları itiraz yoluna tabi olup somut olayda da başvurucunun müsadere kararına itiraz ettiği, ancak başvurucunun itirazının reddedildiği görülmektedir. Üstelik İlk Derece Mahkemesi itirazın reddi üzerine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi ile birlikte müsadere kararını da infaz için Orman İdaresine göndermiştir. Dolasıyla başvurucunun müsadere kararına itiraz ettiği ve bu itirazın ise reddedilmesi üzerine kararın kesinleştirilerek müsaderenin infazına girişildiği anlaşıldığına göre infaz edilen müsadere kararına karşı başvurucunun mevcut aşama itibarıyla başvurabileceği başkaca bir idari ve yargısal yol da mevcut olmadığına göre başvuru yollarının tüketildiği değerlendirilmiştir.

57. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

58. Başvurucu ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu şirketin işlettiği maden ocağı sahası için gerekli izinlerin mevcut olup ek izin sahası ve kapasite artışı taleplerinin Orman İdaresince karşılanmaması üzerine açılan iptal davasının kabul edilerek İdarece gerekli izinlerin verildiğini, ancak bu izin süreci tamamlanmadan başlatılan ceza soruşturması neticesinde açılan kamu davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesi tarafından maden ocağı sahasındaki tesislerin müsadere edilmesine karar verildiğini, müsadere kararının açıkça hukuka aykırı olduğunu ve adil bir yargılanma sonucu verilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

59. Bakanlığın görüş yazısında, 5237 sayılı Kanun'da müsadere kurumunun güvenlik tedbirleri arasında sayılmış olup hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiğinde güvenlik tedbirleri hakkında nasıl bir karar verileceğinin yasada açık olarak düzenlenmediği, güvenlik tedbiri esas itibarıyla bir ceza mahiyeti taşımadığından hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiğinde, müsadereye ilişkin güvenlik tedbirinin açıklanmasının da geriye bırakılması gerektiği, eşyanın münhasıran müsadereye tabi olması durumunda düşme kararı verilse dahi mahkemece bu eşyaların müsaderesine karar verilebileceği, eşyanın müsadereye tabi olmadığı anlaşıldığında ise sahibine iade edilebileceği, somut olayda ise başvuruya konu eşyanın Orman İdaresine yani devletin mülkiyetine ait yer üzerinde suçun işlenmesine tahsis edildiği, dolayısıyla düşme kararı verilse bile devletin mülkiyetine ait olan yerin sanığa verilemeyeceği ve müsadere kararının hukuki geçerliliğini koruyacağı, başvurucunun tazminat talebi ile ilgili olarak ise hakkaniyete uygun bir tazminat verilmesinin yerinde olacağı bildirilmiştir.

60. Başvurucu ise cevap dilekçesinde, keyfî ve adaletsiz bir yargılama yapıldığını, Şirketin Orman İdaresinden kiraladığı alanın dışında bir inşaatının bulunmadığını, söz konusu arazinin Şirketin izinli arazisi olduğunu, Orman İdaresinden alınması gereken iznin binalar için değil arazi için alınması gerektiğini, bu nedenle arazi için gerekli izinler mevcut olduğundan işgal ve faydalanmanın söz konusu olmadığını, suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin suça nazaran ağır sonuçlara yol açtığını, başvurucunun işini kapatmak, terk etmek ve çalışanların işine son vermek durumunda kaldığını, müsadereye karar verilmesinin hakkaniyete ve adalet ilkelerine aykırı olduğunu, müsadere kararının adil bir yargılanma sonucu verilmeyip keyfî bir karar olduğunu, bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir.

61. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

62. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele “mülkiyet hakkına” yönelik bir müdahale bulunup bulunmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda varlığı kabul edilen müdahalenin kanuni dayanağı olup olmadığı, meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, müdahalenin amacı ve kullanılan araçlar ile başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi gerekir.

a. Mülkün Varlığı

63. Öncelikle başvurucunun başvuruya konu olayda Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığının tartışılması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 25).

64. Anayasa veSözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içerisinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa'nın ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).

65. Somut olayda İlk Derece Mahkemesinin hükmünde ve kararın gerekçesinde, 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası yollamasıyla 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesine göre müsadereye hükmedildiği belirtilmekle birlikte bu maddenin hangi fıkrasına göre müsadere kararı verildiği açık olarak gösterilmemiştir. Kararda her ne kadar müsadere konusu, "tesis alanları" olarak belirtilmiş ise de, söz konusu tesislerin bulunduğu alanın orman arazisi olduğu anlaşıldığına göre müsadere konusunun esas itibarıyla orman arazisi üzerindeki bina ve tesisler olduğu anlaşılmaktadır.

66. Bu durumda başvuru konusu olayda, başvurucunun ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu Şirkete ait olup müsadere edilen "akaryakıt dolum tesisi", "taş kırma ve eleme tesisi" ile "beton santrali"nin birer "mülk" teşkil ettiği açıktır. Şirketin belirtilen alanda izin alarak granit maden ocağı işletmekte olduğu ve bu maden ocağının işletilmesi kapsamında tesisler inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Başvurucu, bu tesisler için izin verilmesi talebinin reddedilmesi üzerine açılan idari dava neticesinde söz konusu tesislere yönelik olarak gerekli izinlerin sonradan verildiğini ileri sürmektedir. Buna göre belirtilen "maden ocağı tesisleri" bakımından başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu kanaatine varılmıştır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

67. Anayasa'nın 35. maddesi ile Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi birbirine paralel şekilde düzenlenmiş olup 1 No.lu ek Protokol'ün 1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural genel olarak mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanır bu ise ikinci fıkrada yer almaktadır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 58, 59).

68. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) müsadere yoluyla yapılan müdahalelere ilişkin genel yaklaşımı; müsaderenin, mülkten yoksun bırakmayı içerse dahi Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanımının kontrolü olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündedir (Frizen/Rusya, B. No: 52824/00, 24/3/2005, § 31; Veits/Estonya, B. No: 12951/11, 15/1/2015, § 70 ve AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/1/1986, § 51).

69. Başvurucunun mülkiyetinde bulunan "maden ocağı tesislerinin" müsadere edilmesi, bu mülklerin başvurucunun elinden alınmasına yol açmış ise de, bu yoksun bırakma işlemi, mülkün suça konu edildiği gerekçesine dayalı olarak mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolü amacıyla yapılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyetinde bulunan "maden ocağı tesislerinin" müsadere edilmesinin Anayasa’nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkına müdahale oluşturduğu açık olup başvurunun mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

70. Anayasa ve Sözleşme’de yer alan ve yukarıda yer verilen üçüncü kurallar devlete, mülkiyetin kullanımı veya mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi vermektedir. Mülkiyetten yoksun bırakmaya göre daha geniş takdir yetkisi veren düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Buna göre mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır (Orhan Yüksel, B.No: 2013/604, 10/12/2015, §§ 57, 58).

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

1. Kanunilik

71. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).

72. Müsadere, 5237 sayılı Kanun'un "güvenlik tedbirleri" başlıklı ikinci bölümünde düzenlenmiştir. Bu Kanun'un 54. maddesinde "eşya müsaderesi" ve 55. maddesinde ise "kazanç müsaderesi" hüküm altına alınmıştır. 54. maddenin gerekçesinde müsadere, bir şeyin mülkiyetinin devlete geçmesini sonuçlayan bir yaptırım olarak tanımlanmış ve müsaderenin hukukî niteliğinin bir güvenlik tedbiri olduğunun kabul edildiği belirtilerek müsadereye hükmedilmesi için bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesinin gerekmediği açıklanmıştır.

73. 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrasına göre bu Kanun'da yazılı suça konu olan "her türlü orman emvali, nakil vasıtaları ve suç aletleri" ile ilgili olarak 5237 sayılı Kanun'un müsadereye ilişkin hükümleri uygulanır.

74. Mahkeme tarafından, başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı olduğu Şirkete ait "tesislerin"; başvurucunun işlediği kabul edilen "orman alanlarını işgal ve ormanın içine yerleşilmesi" suçuna konu eşyalar oldukları gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmiştir. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin "kanunlar tarafından öngörülme" ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

2. Meşru Amaç

75. Müsadere ile suçta kullanılan, kullanılmak üzere hazırlanan veya suçtan meydana gelen eşyanın, mahkûmiyete rağmen suçlunun elinde bırakılmaması, suçtan gelir elde edilmemesi, ayrıca suçla ilgili veya bizatihi suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi amaçlanmıştır. Böylece suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesi ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün kullanılmasının ve dolaşımının engellenmesi hedeflenmektedir.

76. Uluslararası hukuk metinlerinde de suçla mücadelede müsaderenin etkin bir yaptırım olarak kullanılması gerektiği benimsenmiştir. Nitekim ülkemizin de tarafı olduğu 8/11/1990 tarihinde imzalanan 141 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanması, Aranması, Zapt Edilmesi ve Müsadere Edilmesi Hakkında Avrupa Konseyi Sözleşmesi ile 16/5/2005 tarihinde imzalanan 198 sayılı Terörizmin Finansmanı ve Suçtan Elde Edilen Gelirlerin Aklanması, Aranması ve Müsaderesi Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nde, giderek artan ölçüde uluslararası bir sorun hâline gelen suça karşı mücadelenin uluslararası düzeyde modern ve etkin yöntemlerin kullanılmasını gerektirdiği, bu yöntemlerden birisinin de müsadere olduğu ve bu alanda uluslararası işbirliğine de ihtiyaç duyulduğu belirtilmiştir.

77. Öte yandan Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek, korunmaları ve geliştirilmeleri konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin, ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasanın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince Devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden birisi olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, 3/7/2014, E.2013/96, K.2014/118).

78. Somut olay bakımından da, orman alanlarında izinsiz inşa edilen bina ve tesislerin müsadere edilmesiyle orman örtüsünün yok edilmesinin önüne geçilmesi, böylece ormanların korunması amaçlanmaktadır. Ormanların zarar görmesine veya yok edilmesine yol açan bütün eylem ve işlemleri önlemek için tedbirler alınması, tedbirlere ve yasaklara uymayanlar için yaptırımlar uygulanmasının kamu yararına olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Dolayısıyla izin alınmaksızın orman alanlarında inşa edilen maden ocağı tesislerinin müsadere edilmelerinin meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

3. Ölçülülük

79. Son olarak başvuruya konu maden ocağı tesislerinin müsadere edilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahale nedeniyle bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında gereken adil dengenin bozulup bozulmadığı değerlendirilmelidir.

i. Genel İlkeler

80. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları ancak kanunun öngördüğü usullerle ve kamu yararı gereği sınırlandırılabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet haklarının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir.

81. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “elverişlilik” öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

82. AİHM de mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin kamu yararını ya da genel yararı amaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı ile birey haklarının korunması arasında adil bir dengenin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75; 72/52/75, 23/9/1982, § 69; James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 54; Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, § 48; Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81, 9265/81; 9266/81; 9313/81; 9405/81, 8/7/1986 § 120, 121).

83. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin bireyin çıkarları ile kamunun genel yararı arasında bulunması gereken adil dengeyi bozmaması gerekmektedir. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Mahkeme, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliği, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da göz önünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (bkz. Lavrechov/Çek Cumhuriyeti, B. No: 57404/08, 20/6/2013, 44).

84. 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmaması koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsadere edilebileceği belirtilmiş, ayrıca kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda suçun işlenilmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşyanın da müsadere edileceği hüküm altına alınmıştır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında belirli koşullarda eşya değerinin müsadere edilebilmesi olanaklı kılınmış, (3) numaralı fıkrasında ise bir ölçülülük kriteri getirilerek suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsadere kararı verilmeyebileceği yönünde bir güvence sağlanmıştır. Bu maddenin (4) numaralı fıkrasında ise, üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın, müsadere edileceği belirtilmiştir. Maddenin (5) numaralı fıkrasında, kısmi müsadere ve (6) numaralı fıkrasında ise payın müsaderesi düzenlenmiştir.

85. Görüldüğü üzere Türk hukuk sisteminde de, müsadereye ilişkin olarak karşılaştırmalı hukuktaki uygulama ve düzenlemelere benzer bazı güvence ölçütleri bulunmaktadır. Buna göre, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyaların iyi niyetli üçüncü kişilere ait olması durumunda müsadere edilemeyeceği, belirli durumlarda eşya değerinin müsadere edilebileceği, ölçülü olmaması durumunda suçta kullanılan eşyaların müsadere edilmeyebileceği, eşyanın tamamı yerine kısmen veya ilgili payının müsaderesine karar verilebileceği yönündeki söz konusu hükümler, mülkiyet hakkından yoksun bırakmaya yol açan müsaderenin bireylere aşırı bir külfet yüklememek ve bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında bulunması gereken adil dengenin bozulmasını önlemek amacıyla getirilmiş düzenlemelerdir.

86. AİHM, müsaderenin bir suç isnadına bağlı olarak uygulandığı durumlarda yöntemince yapılan ceza soruşturması ve kovuşturması neticesinde davanın mahkumiyet ile sonuçlanması gerekmekle birlikte (bkz. Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98, 5/7/2001 § 52-54)mülkün yasa dışı olarak ele geçirildiği (bkz. Riela ve diğerleri/İtalya, B. No: 52439/99, 4/9/2001; Arcuri ve diğerleri/İtalya, B. No: 52024/99, 5/7/2001) ya da yasa dışı aktivitelerde kullanıldığı (bkz. Butler/Birleşik Krallık; B. No: 41661/98, 27/6/2002) durumlarda mahkumiyetten bağımsız olarak da müsadere kararı verilebileceğini ifade etmektedir.

87. AİHM'e göre, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi; kural olarak usule ilişkin güvenceleri içermemekle beraber kişilere, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin yasa dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin sav ve itirazlarını yetkili makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır (AGOSİ/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/1/1986, § 60; Saccocia/Avusturya, 69917/01, B. No: 18/12/2008, § 89; Microintelect Ood/Bulgaristan, B. No: 34129/03, 4/3/2014, § 48; Ünsped Paket Servisi/Bulgaristan, B. No: 3503/08, 13/1/2015, § 38).

88. Müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için, öncelikle suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında bir illiyet bağının olması gerekmektedir. Ayrıca "iyi niyetli" eşya malikine müsadere edilen veya mülkiyeti kamuya geçirilen eşyaları - tehlikeli olmamaları kaydıyla - geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 31-80).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

89. Başvurucu, maden ocağı için gerekli izinlerin mevcut olduğunu ve yöntemince Orman İdaresinden kiralandığını belirttiği orman alanı bakımından unsurları oluşmayan suç nedeniyle bu sahada yer alan tesislerin adil olmayan bir yargılama neticesinde keyfî olarak müsaderesine karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmektedir.

90. Başvuru konusu olayda, Orman İdaresi görevlilerince 1/11/2008 tarihli suç tutanağı düzenlenerek başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı olduğu Şirket tarafından izinsiz maden ocağı tesisleri kurulduğu belirtilmiş, Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığının 3/6/2009 tarihli iddianamesi ile açılan kamu davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesi, başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı olduğu Şirkete ait "maden ocağı tesislerinin"; başvurucunun işlediği kabul edilen "orman alanlarını işgal ve ormanın içine yerleşilmesi" suçuna konu eşyalar oldukları gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar vermiştir. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yaptığı itiraz ise Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2/12/2013 tarihli ve 2013/311 D.İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte 28/3/2014 tarihinde müsadere kararının infaz edilmesi için Orman İdaresine yazı göndermiş, Orman İdaresi de 9/6/2014 tarihli infaz tutanağı ile "tesislerin sanık tarafından yıkıldığı" belirtilerek kararın yerine getirildiğini Mahkemeye bildirmiştir.

91. Öte yandan başvurucunun ortağı olduğu Şirketin izin sahasının genişletilmesi için 31/10/2008 tarihinde Orman İdaresine yaptığı başvuru ise 7/11/2008 tarihinde reddedilmiş ancak bu idari işleme karşı Şirketin 18/12/2008 tarihinde İdare aleyhine açtığı davada Bursa 3. İdare Mahkemesi 12/3/2009 tarihinde, yürütmenin durdurulması talebinin kabulüne ve 14/5/2009 tarihinde de davanın kabulü ile dava konusu idari işlemin iptaline karar vermiştir. Temyiz edilen karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 20/10/2010 tarihli ilamıyla onanmıştır.

92. Delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Uyuşmazlığın taraflarının sunduğu delilleri ilk elden değerlendirme bakımından derece mahkemelerinin daha avantajlı konumda bulundukları tartışmasızdır.

93. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi ise Anayasa veSözleşme'nin ortak koruma alanında kalan haklar kapsamındaki güvencelerin somut olayda sağlanıp sağlanmadığını incelemektir (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 53).

94. Ormanların korunması ve orman alanlarında izinsiz yapılaşmanın önlenmesi amacıyla orman içinde yapılan izinsiz bina ve tesislerin müsadere edilmesi öngörülebilir. Bu amaçla uygulanan müsadere yaptırımının ölçülü olabilmesi için Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelerin sağlanmış olması gerekmektedir. Nitekim başvurucu da müsadere kararının, adil olmayan bir yargılama sonucunda keyfî olarak verildiğinden yakınmaktadır. Bu güvenceler kapsamında öncelikle başvurucuya müsaderenin kanuna aykırı olarak veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin itirazlarını ve savunmalarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı değerlendirilmelidir.

95. Somut olayda başvurucu Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ceza soruşturmasının ve Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinde görülen kamu davasının önce "şüpheli" sonra da "sanık" sıfatıyla tarafı olmuş, gerek soruşturma ve gerekse de kovuşturma sırasında ifadesi alınarak sorgusu yapılmıştır. Başvurucu bu davada kendisini avukat ile temsil ettirmiş, duruşma ve keşiflere katılma olanağı bulmuştur. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığı müsadere ile ilgili bir talepte bulunmamış, kovuşturma sırasında Mahkeme de 5271 sayılı Kanun'un 226. maddesine göre başvurucuya ek savunma hakkı vermemiştir. Buna rağmen başvurucunun avukatı gerek 12/6/2012 tarihli keşif sırasında gerekse de yargılama devam ederken Mahkemeye sunduğu 12/3/2013 ve 28/6/2013 tarihli dilekçeler ile söz konusu maden ocağı tesislerinin müsadere edilmelerinin 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre ölçüsüz olacağını beyan etmiş ancak Mahkeme bu beyanlara itibar etmeyerek iddianamede yer almamakla birlikte müsadere kararı vermiştir.

96. Müsadere kararında gerekçe olarak ise "tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde" ifadelerine yer verilmiş, ardından başvurucunun atılı suçu işlediğinin sabit olduğu ve mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği ancak koşullarının gerçekleştiğinden bahisle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği belirtilerek bilirkişi raporunda bahsi geçen maden ocağı tesislerinin müsaderesine karar verildiği açıklanmıştır.Dolayısıyla İlk Derece Mahkemesi, müsadere kararının verilme gerekçesini açıklamadığı gibi başvurucunun avukatının müsadereye ilişkin savunma ve itirazlarını da karşılamamıştır.

97. Başvurucu müsadere kararının kaldırılması talebiyle itirazda bulunmuş ise de başvurucunun itirazı Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesince; müsadereye ilişkin herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan salt itiraza konu karardaki mahkûmiyete ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarına ilişkin değerlendirmelere yer verildikten sonra "sanıklar hakkında verilen kararınusul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle reddedilmiştir.

98. Yargıtay Ceza Genel Kurulu açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenebilme imkanı bulunmayan bir aşamada, hükmün bir parçasını oluşturanmüsaderenin temyizen incelenebileceğini kabul etmenin, bir bütün olan hükmün bir bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tabi olacağı gibi çelişkili bir hâlin ortaya çıkması sonucunu doğuracağı gerekçeleriyle müsadere kararının da itiraza tabi olduğunu belirtmiştir (bkz. § 33). Ancak somut olayda itiraz mercisinin müsadere ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapmadığı, başvurucunun müsadereye ilişkin savunma ve itirazlarını karşılamayan İlk Derece Mahkemesi kararındaki mahkumiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullara ilişkin değerlendirmelere yer vermek suretiyle salt bu koşullar yönünden itirazı incelediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Yargıtayın anılan içtihatlarına göre, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle başvurucu müsadere kararını temyiz edememektedir. İtiraz mercisi ise başvurucunun müsadereye ilişkin itirazını incelememiştir.

99. Öte yandan başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı olduğu Şirkete ait "maden ocağı tesisleri", İlk Derece Mahkemesince, yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi ile birlikte müsadere edilmiştir. Bakanlığın görüş yazısında, müsaderenin hükmün açıklanmasının geri bırakılması durumunda hangi aşamada infaz edileceğine dair açık bir yasal hüküm bulunmadığı ifade edilmektedir. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade ettiği hüküm altına alınmıştır.

100. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2014/6-66, K.2014/365 sayılı ilamında da, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle hükmün henüz hukuken varlık kazanmaması ve beş yıllık denetim süresi göz önünde bulundurulduğununda, hak kayıplarına neden olunmasının önüne geçilebilmesi amacıyla, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda - 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrasında belirtilen üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyalar hariç olmak üzere - müsadereye konu eşyanın denetim süresi içerisinde ve gerektiğinde belirlenecek şartlar dahilinde yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceği hususunun ayrıca yerel mahkemelerce değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ancak somut olayda İlk Derece Mahkemesinin kararında, 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin hangi fıkrasına göre müsadere kararı verildiği gösterilmemiş, yargılamanın nihai olarak sona ermesi de beklenmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte kararın infazına girişilmiştir. Her ne kadar infaz tutanağında, başvurucunun ortağı olduğu Şirket tarafından söz konusu tesislerin yıktırıldığı belirtilmekte ise de infaz tutanağı içeriği ile başvurucunun beyanlarından, müsadereye ilişkin kararın infazı gereğince bu tesislerin yıktırıldığı anlaşılmaktadır.

101. Bu durumda, başvurucu ceza yargılamasının tarafı olmakla birlikte bu yargılama neticesinde suç isnadına bağlı olarak "maden ocağı tesislerinin" müsadere edilebileceği başvurucuya bildirilmemiş olup herhangi bir gerekçe de gösterilmeden İlk Derece Mahkemesince müsadereye karar verildiği, Yargıtayın yerleşik içtihatlarına göre başvurucunun temyiz yoluna başvuramadığı, itiraz mercisinin ise müsadereye ilişkin başvurucunun itirazlarını incelemediği ve müsadere kararının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden infaz edildiği dikkate alındığında, sair ihlal iddiaları ancak yargılama sonuçlandığında değerlendirilebilecek olmakla birlikte - somut olayın özel koşulları içinde - yargılamanın mevcut aşaması itibarıyla bütününe bakıldığında başvurucuya müsaderenin keyfî olduğuna veya kanuna aykırı olduğuna ya da makul biçimde uygulanmadığına yönelik itirazlarını ortaya koyabilme olanağının etkin bir şekilde tanınmadığı anlaşılmakla müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucunun menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu ve mülkiyet hakkının gerektirdiği güvencelerin sağlanmadan müsadere kararı verilmekle başvurucuya yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olduğu sonucuna varılmıştır.

102. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

103. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

104. Başvurucu beraatine hükmedilmesi, ceza yargılaması sırasında bilirkişi raporuna göre ödediği 546,90 TL tutarındaki zararının ilgili idareden iadesi ve müsadere kararının kaldırılması ile 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

105. Başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

106. Orman İdaresi görevlileri tarafından müsadere kararının infazı aşamasında düzenlenen infaz tutanağına göre, müsaderesine karar verilen maden ocağı tesislerinin yıktırıldığı anlaşıldığından tazminat dışında etkin bir giderim yolu mevcut değildir. Dolayısıyla yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesinde başvurucunun hukuki yararının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Erdal TERCAN yeniden yargılama yapılması gerektiği düşüncesiyle bu görüşe katılmamıştır.

107. Başvurucu ceza yargılaması sırasında alınan bilirkişi raporunda belirtilen ağaçlandırma giderinin ödenmesi dışında bir maddi tazminat talebinde bulunmamıştır. Bu tutarın ise açılanması geri bırakılan mahkumiyet hükmü kapsamında ödendiği anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucu mülkiyet hakkının ihlali iddiası nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunmamaktadır.

108. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

109. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE, başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE Erdal TERCAN'ın yeniden yargılama yapılması gerektiği yönündeki karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA OYBİRLİĞİYLE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE 13/7/2016 tarihinde karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

SÜLEYMAN BAŞMEYDAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/6164)

 

Karar Tarihi: 20/6/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 23/7/2019-30840

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Süleyman BAŞMEYDAN

Vekili

:

Av. Deniz KASAKOLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza kovuşturması sonunda ağaçların müsaderesine ilişkin kararın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/3/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

8. Birinci Bölüm tarafından 21/3/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucu 1956 doğumlu olup Gaziantep'in Şehitkamil ilçesinde ikamet etmektedir.

11. Pazarcık Orman İşletme Şefliğinde görev yapan memurlar tarafından 30/12/2013 tarihinde Pazarcık ilçesi Tilkiler köyü Karadere Yukarı Ziyaret Tepesi mevkii 364 No.lu orman alanına başvurucunun fıstık ağaçları ektiğinin tespit edildiği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştur.

12. Pazarcık Cumhuriyet Başsavcılığının 14/1/2014 tarihli iddianamesiyle başvurucunun işgal ve faydalanma suçundan 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 93. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları uyarınca cezalandırılması, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 54. maddesinin uygulanması talep edilmiştir.

13. Sanık; savunmasında suçlamayı kabul etmediğini, fıstık ağaçlarını diktiği Tilkiler köyünde bulunan 114 ada 504 parsel sayılı taşınmazın Pazarcık Kadastro Mahkemesince kendisi adına tesciline karar verildiğini beyan etmiştir. Beraatini talep eden sanık, hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verilmesini de kabul etmiştir. Sanık müdafii de fıstık ağaçlarının orman kadastrosunun kesinleşme tarihinden önce dikildiğini belirterek suçun unsurlarının oluşmadığını öne sürmüştür.

14. Pazarcık Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 10/10/2014 tarihinde orman ve kadastro uzmanı teknik bilirkişiler ile birlikte mahallinde keşif yapılmıştır. Orman uzmanı teknik bilirkişi raporunda, bu köyde orman kadastrosu çalışmalarının 23/2/2000 tarihinde kesinleştiğini, buna göre suça konu alanın orman sayılan yerlerden olduğunu belirtmiştir. Raporda başvurucu tarafından suça konu alanda 10.979,38 m² yüz ölçümlü kısım üzerinde herhangi bir diri orman bitki örtüsü kaldırılmadan orman boşluğuna aşılı fıstık fidanı dikildiği bildirilmiştir. Kadastro uzmanı teknik bilirkişi de raporunda suça konu yerin bu köyde 114 ada 504 parsel sayılı orman vasıflı taşınmaz içinde kaldığını bildirmiştir.

15. Mahkeme 4/11/2014 tarihinde başvurucunun kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içinde işgal ve faydalanma suçunu işlediği gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin birinci ile ikinci fıkraları uyarınca ve 1/6 oranında takdiri indirim de uygulandıktan sonra on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Ancak Mahkeme, koşullarının oluştuğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi uyarınca HAGB'ye ve başvurucunun beş yıl süre ile denetime tabi tutulmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca suça konu alanda bulunan fıstık fidanlarının 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin üçüncü fıkrası ile 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin birinci fıkrasına göre müsadere edilmesine karar vermiştir.

16. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Yapılan yargılama, toplanılan deliller ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, olay tarihinde Orman Muhafaza Memurlarının yapmış olduğu denetimlerde sanığın Tilkiler Mahallesi Karadede Yukarı Ziyaret Tepesi mevkiinde bulunan 504 nolu bölme içerisinde orman toprağını işleyerek içerisinden aşılı fıstık fidanı dikmek suretiyle işgal ve faydalanmada bulunduğu anlaşıldığından sanığın 6831 sayılı yasanın 93/1 maddesi uyarınca cezalandırılması yoluna gidilmiştir.

Sanığın üzerine atılı suçu kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içerisinde işlediği anlaşıldığından sanığa verilen cezadan 6831 sayılı Kanun'un 93/2. maddesi gereğince artırım yapılmıştır.

Sanığın daha önceden kasıtlı bir suçtan mahkumiyetinin bulunmadığı olay nedeniyle herhangi bir zararın meydana gelmemesi, sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda mahkememizde kanaat hasıl olması nedenleriyle 5271 sayılı CMK'nın 231. maddesinde değişiklik yapan 5728 sayılı Kanun'un 562. maddesi ile değişik hükmü de dikkate alınarak 5271 sayılı CMK'nın 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir."

17. Başvurucu 11/11/2014 tarihinde HAGB kararına itirazda bulunmuştur. Mahkeme 24/11/2014 tarihinde HAGB kararlarına itirazın sadece koşullarıyla ilgili olarak yapılabileceğini, kararda da bu yönüyle bir isabetsizlik görülmediğini belirterek itirazın incelenmesi için dosyanın ağır ceza mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Kahramanmaraş 1. Ağır Ceza Mahkemesi 1/12/2014 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Pazarcık Asliye Ceza Mahkemesinin 04/11/2014 tarih 2014/366-514 E/K sayılı kararına sanık Süleyman Başmeydan müdafii Av Deniz Kasakolu'nun 11/11/2014 tarihli dilekçesi ile hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz etmiş ise de, Mahkemece verilen karar usul ve yasaya uygun olduğundan yerinde ve haklı görülmeyen sanık Süleyman Başmeydan müdafii Av Deniz Kasakolu'nun itirazının reddine... [karar verildi]."

18. Bu karar başvurucu vekiline 27/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu ayrıca müsadere kararı yönünden 11/11/2014 tarihinde temyiz talebinde de bulunmuştur.

20. Başvurucu, kararın temyiz incelemesinde olduğu gerekçesiyle müsadere işlemine ilişkin infazın durdurulmasını 28/6/2016 tarihinde talep etmiş, Pazarcık Asliye Ceza Mahkemesi 30/6/2016 tarihinde bu talebi reddetmiştir. Mahkeme 30/11/2016 tarihinde HAGB kararının itirazın reddedilmesiyle kesinleştiğini, müsadere yönünden ise dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderildiğini Orman İşletme Şefliğine bildirmiştir.

21. Başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay 19. Ceza Dairesi 6/2/2017 tarihinde, HAGB kararlarına karşı itiraz yolunun açık olduğu ve kararın temyizinin ise mümkün bulunmadığı, itiraz merciince yapılan inceleme sonucu verilen kararın da kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle dosyanın incelenmeksizin mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar vermiştir.

22. Müsadere kararının infazı çerçevesinde Orman İşletme Şefliğince düzenlenen 17/7/2018 tarihli tutanak ile müsadere kararı okunarak evrakın başvurucuya tebliğ edildiği ancak başvurucunun imzadan imtina ettiği belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

23. 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesi şöyledir:

 “(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/11 md.) Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması hâlinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir.

 (2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.

 (3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.

 (4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.

 (5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.

 (6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur."

24. 6831 sayılı Kanun’un 93. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Kanunun 17 nci maddesinde yasak edilen fiilleri işleyenler veya izne bağlı işleri izinsiz yapanlar, 91 inci madde hükümleri saklı kalmak üzere altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.

İşgal ve faydalanma suçunun yeniden tarla açmak suretiyle veya yanmış orman sahalarında ya da kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içerisinde işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.

Bu maddede tanımlanan suçların konusunu oluşturan, işlenmesinde kullanılan ve işlenmesiyle elde edilen eşya veya mahsul Türk Ceza Kanununun müsadereye ilişkin hükümlerine göre müsadere edilir. Müsadere olunan mahsuller satılarak bedeli Orman Genel Müdürlüğünce irad kaydolunur. Müsadere olunan tesisler ise Orman Genel Müdürlüğünce aynen muhafaza edilebileceği gibi ihtiyaç görüldüğü takdirde ormancılık veya diğer kamu hizmetlerinde kullanılabilir. Aksi takdirde ilgili orman idaresince, yıkılmak suretiyle karar infaz olunur. İdarenin bu husustaki talebi halinde genel zabıta kuvvetleri idareye yardım etmekle mükelleftir.

..."

25. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...

 (5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

 (6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

 (7) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.

 (8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;

...

karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.

 (9) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir.

 (10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

 (11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.

 (12) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.

 (13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir.

..."

2. Yargıtay İçtihadı

26. Yine Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 10/12/2013 tarihli ve E.2013/14513, K.2013/22290 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"Dava, orman sınırları içerisinde kalan muhtesat bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

Kapama fıstıklık niteliğindeki taşınmaza net fıstık geliri esas alınarak değer biçilip muhtesat bedelinin tespit edilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir..."

27. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 6/6/2016 tarihli ve E.2016/5776, K.2016/7400 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

 “Müsadere kararı güvenlik tedbiri olmakla birlikte hükmün bir parçası niteliğinde olup, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıyla birlikte verilen müsadere kararı da bu hükme bağlı olduğundan askıda bir karardır ve hüküm açıklanıncaya kadar hukuki sonuç doğurma yeteneği bulunmamaktadır.”

28. Bir asliye ceza mahkemesinin açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanmasına ilişkin kararında "[s]uça konu 150 paket sigaranın müsadere işlemleri (…) Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan 25/9/2008 tarihli müzekkere ile gerçekleştirildiğinden bu hususta ayrıca karar verilme[mesine]" de hükmedilmiştir. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 26/10/2015 tarihli ve E.2014/16177, K.2015/20965 sayılı kararıyla anılan karar "açıklanması geri bırakılan hükümle verilen kaçak eşyaların müsaderesine dair kararın sonuç doğuran nihai bir karar olmaması karşısında bu konuda mahkemece yeniden karar verilmesi gerektiği halde yeniden karar verilmemesi" gerekçesiyle bozulmuştur.

29. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2014/6-66, K.2014/365 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"Müsadere kararı güvenlik tedbiri olmakla birlikte hükmün bir parçası olduğu için, hükmün tabi olduğu kanun yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararına karşı da ancak itiraz kanun yoluna başvurulabilecektir. Zira açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenebilme imkanı bulunmayan bir aşamada, hükmün bir parçasını oluşturan müsaderenin temyizen incelenebileceğini kabul etmek, bir bütün olan hükmün bir bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tabi olacağı gibi çelişkili bir halin ortaya çıkması sonucunu doğuracaktır.

Diğer taraftan, müsadere kararının doğru olup olmadığının belirlenmesi için öncelikle eylemin sabit olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Bu itibarla itiraz kanun yoluna tabi bulunan açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükmün temyizen incelenmesi, dolayısıyla eylemin sabit olup olmadığının belirlenmesi mümkün olmayacak, bunun sonucu olarak eylemin sabit olduğu belirlenmeden eksik bir değerlendirmeyle müsadere kararının doğru olup olmadığının tespiti eksik bir değerlendirme olup, usul ve kanuna aykırı olacaktır...

Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararının denetimini yapacak olan itiraz mercii, Ceza Genel Kurulunun 22.01.2013 gün ve 534-15 sayılı kararında ayrıntılarına yer verildiği üzere, 5271 sayılı CMK'nun 267-271. maddeleri uyarınca hem maddi olay hem de hukuki yönden inceleme yaparak, öncelikle eylemin sabit olup olmadığını, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait bulunup bulunmadığını, eşyanın müsaderesine karar verilmesinin orantılılık kuralına uygun olup olmadığını değerlendirerek, sonuçta müsadere konusundaki kararın da isabetli bulunup bulunmadığını kapsayacak şekilde bir karar vermelidir.

Ceza Genel Kurulunun 15.11.2011 gün ve 213-227, 05.10.2010 gün ve 183-186 ile 09.03.2010 gün ve 237-51 sayılı kararlarında, güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların hüküm sayılması nedeniyle temyiz yeteneğinin bulunduğu ve gerek bir mahkûmiyete ek olarak gerekse bağımsız olarak verilen güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların, diğer yönleri itibariyle kesin olan hükme her yönüyle temyiz edilebilirlik vasfı kazandırdığı, dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararlarının temyiz kanun yoluna tabi olması gerektiği ileri sürülebilir ise de, müsadere kararı ancak temyiz kanun yoluna tabi olmakla birlikte miktar yönünden kesin olan hükmün, şartlarının bulunması halinde temyizen incelenmesine imkan sağlamaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ise itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, açıklanması geri bırakılan hükmün bir parçası olan müsadere kararı da buna bağlı olarak itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.

Diğer taraftan, 5271 sayılı [Kanun'un] 'Özel Yargılama Usulleri' başlıklı beşinci kitabının, "Uzlaşma ve Müsadere" başlıklı ikinci kısmının, 'Müsadere Usulü' başlıklı ikinci bölümünde yer alan 256 ila 259. maddelerinde, kamu davası açılmayan veya kamu davası açılmış olup da esasla beraber bir karar verilmeyen hallerde, müsadere kararının duruşma açılarak verileceği ve bu kararlara karşı başvurulacak kanun yolunun istinaf (istinafın henüz faaliyete geçirilmemiş olması nedeniyle temyiz) olduğu belirtilmiş olup, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümlerde yer alan müsadere kararları için bu kanun yolunun kabulü mümkün değildir.

Zira ceza muhakemesinde kanun yolu, tarafların istemlerine göre değil, kanunun sistematiği ve normları dikkate alınarak belirlenmelidir. Kanunda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı başvurulabilecek kanun yolu hiçbir istisnaya yer vermeksizin açıkça itiraz olarak belirtilmiş olduğundan, hükmün bir parçası olan müsadere kararı da itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.

Bununla birlikte, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle hükmün henüz hukuken varlık kazanmaması ve beş yıllık denetim süresi göz önünde bulundurulduğunda, hak kayıplarına neden olunmasının önüne geçilebilmesi amacıyla, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda, TCK'nun 54/4. maddesinde belirtilen üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyalar hariç olmak üzere, müsadereye konu eşyanın denetim süresi içerisinde ve gerektiğinde belirlenecek şartlar dahilinde yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceği hususu da ayrıca yerel mahkemelerce değerlendirilmelidir.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Yerel mahkemece sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olup, bu karar itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, hükmün parçası olan müsadere kararının da itiraz kanun yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla yerel mahkemece müsadere kararının temyiz kanun yoluna tabi olduğuna karar verilmesi ve Özel Dairece de temyiz isteminin kabulü ile müsadere yönünden sınırlı inceleme yapılması usul ve kanuna aykırıdır."

B. Uluslararası Hukuk

30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), idari bir işlem veya ceza yargılaması neticesine bağlı olup olmadığına bakılmaksızın mülkiyetin kamuya geçirilmesi sonucuna yol açan müdahalelere ilişkin genel yaklaşımı bu tedbirin, mülkten yoksun bırakmayı içerse dahi amacı sebebiyle Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündedir (Milosavljev/Sırbistan, B. No: 15112/07, 12/6/2012, § 53; Frizen/Rusya, B. No: 58254/00, 24/3/2005, § 31; Veits/Estonya, B. No: 12951/11, 15/1/2015, § 70; AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 51).

32. AİHM'e göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kural olarak usule ilişkin güvenceleri içermemekle birlikte kişilere, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, § 60; Saccocia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008, § 89; Microintelect Ood/Bulgaristan, B. No: 34129/03, 4/3/2014, § 48; Ünsped Paket Servisi San. ve Tic. A.Ş./Bulgaristan, B. No: 3503/08, 13/1/2015, § 38).

33. AGOSI/Birleşik Krallık kararında özellikle böyle bir yolun mevcut olup olmadığı tartışılmıştır. Ülkeye kaçak yollarla sokulan altın sikkelere gümrük makamlarınca el konularak müsadere edilmiştir. Başvurucu şirket iyi niyetli olduğunu ve gümrük makamlarıyla her aşamada iş birliği içinde olduğunu belirterek bu sikkelerin iadesi talebinin reddedilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu özellikle gümrük makamlarının kararlarına karşı etkili bir yolun bulunmadığından yakınmıştır. AİHM müdahalenin adil dengeyi bozmaması için mülk sahibine müsaderenin keyfî veya hukuka aykırı olduğu yönündeki savunmalarını etkili bir biçimde ortaya koyabilme imkânı tanınması gerektiğini, İngiliz hukukunda yapılan değişikliklerle birlikte gümrük makamlarının kararlarına karşı yargı yollarına başvurulabildiğini ve bu yolun etkili de olduğunu belirlemiştir. AİHM, Britanya hukuk sisteminin müsadere kararına karşı yapılan itirazların incelenmesi bakımından etkisiz olduğunun gösterilemediğini belirterek ihlal olmadığına karar vermiştir (AGOSI/Birleşik Krallık, §§ 52-62).

34. Denisova ve Moiseyeva/Rusya (B. No:16903/03, 1/4/2010) ve Ünsped Paket Servisi/Bulgaristan kararlarında ise başvuruculara iç hukukta müsadereye karşı etkin bir itiraz yolunun tanınmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir. Bu kararlara konu olaylarda müsadereye ilişkin yargılama sürecine başvurucu mülk sahipleri dâhil edilmemiş, bu yüzden başvurucular, müsadereye karşı savunmalarını ortaya koyamamışlardır. Aslında bu yükümlülüğün Sözleşme’nin 6. maddesi anlamında tipik bir usule ilişkin güvence olduğu söylenebilir. Bununla birlikte müsaderenin idari bir yaptırımla da uygulanabileceği dikkate alınmalıdır. AİHM de ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin aslında usule ilişkin bir güvence içermediğini kural olarak benimsemekle birlikte müsaderenin adil olabilmesi için mülk sahibine savunma ve itirazlarını öne sürebilme imkânının tanınmasının anılan maddenin bir gereği olduğunu kabul etmiştir (Denisova ve Moiseyeva/Rusya, §§ 47-65; Ünsped Paket Servisi/Bulgaristan, §§ 36-47).

35. AİHM ikinci olarak mülk sahibinin eylemi ve tutumu ile müsadere sonucuna yol açan hukuka aykırılık arasındaki illiyet bağının makul bir biçimde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Buna göre değerlendirme yapılırken somut olayın özellikleri de dikkate alınmalıdır. Diğer bir deyişle müsaderenin Sözleşme'ye uygun olabilmesi için kamu makamlarının başvurucunun kusur veya özen yükümlülüğünün derecesini ya da en azından davranışları ile suç veya kanuna aykırılık arasındaki ilişkiyi makul bir biçimde değerlendirmesi de zorunludur (AGOSI/Birleşik Krallık, §§ 55, 56; Air Canada/Birleşik Krallık, B. No: 18465/91, 5/5/1995, § 46; Arcuri ve diğerleri/İtalya (k.k.), B. No: 52024/99, 5/7/2001; Riela ve diğerleri/İtalya (k.k.), B. No: 52439/99, 4/9/2001).

36. Başvurucunun antika silah koleksiyonunun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle müsadere edilmesine ilişkin Waldemar Nowakowski/Polonya (B. No: 55167/11, 24/7/2012) kararında AİHM, Polonya makamlarının başvurucunun kişisel durumu ile somut olaya özgü koşulları dikkate almadığını belirterek müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Waldemar Nowakowski/Polonya, §§ 44-58). Butler/Birleşik Krallık (B. No: 41661/98, 27/6/2002) kararında ise at yarışı bahisçisi olan başvurucunun yaklaşık 240.000 Sterlin civarında bir parayı nakit olarak yurt dışına çıkarmak isterken bu paraya el konularak müsadere edilmesi tartışılmıştır. AİHM gümrük makamlarının başvurusu üzerine uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesiyle ilgili mevzuat çerçevesinde yerel mahkemece bu paranın müsaderesine karar verildiğine dikkati çekmiştir. Kararda, ulusal mahkemelerin kanunu otomatik olarak uygulamaktan kaçındıkları ve adil bir yargılama yaptıkları tespit edilerek müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 20/6/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

38. Başvurucu; fıstık ağacı dikilen yerde dedesi tarafından yıllar önce yapılmış evin ve sarnıcın harabelerinin bulunduğunu, bu evde dünyaya geldiğini, söz konusu fıstık ağaçlarının yüz yılı aşkın bir süreden beri mevcut olduğunu, bu ağaçların miras yoluyla kendisine kaldığını ve miras bırakanlarının emeği olduğunu vurgulamıştır. Başvurucu, müsadere edilen ağaçların yaşının ve miktarının belirtilmemiş olduğunu ifade ederek müsadere kararının HAGB yoluyla temyiz incelemesi dışında bırakıldığından yakınmıştır. Başvurucu bu bağlamda ilk derece mahkemesince orman işletme şefliğine müzekkere yazılarak müsadere kararının HAGB kararıyla birlikte kesinleştiğinin belirtilmesinin hak ihlaline yol açtığını belirtmiştir.

39. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle yaşam, adil yargılanma, mülkiyet ve etkili başvuru hakları ile suç ve cezalarda kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

40. Bakanlık görüşünde başvurucunun diktiği fıstık ağaçlarının kesinleşen orman sınırları içinde olduğuna göre mülk kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Bakanlık ayrıca müsadere yönündeki müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunduğunu vurgulamıştır. Bakanlık son olarak suç konusu fidanların müsaderesinin ormanların korunmasının önemi dikkate alındığında bireysel çıkardan daha üstün bir kamu yararı amacı taşıdığını belirterek meşru amacı bulunan müdahalenin ölçülü olduğu yönünde görüş bildirmiştir.

B. Değerlendirme

41. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu mülkiyet hakkı yanında yaşam, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de başvurucunun dikmiş olduğu ağaçların müsaderesine ilişkin şikâyetlerinin esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından, başvurucunun bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

44. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

45. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

46. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).

47. Mülk konusu şeylerin bulundurulması, taşınması, kullanılması veya alım- satımının suç veya kabahat oluşturması ya da suçta kullanılması o şeyin mülk olma vasfını değiştirmediği gibi bu gibi durumlar, esas itibarıyla mülkün toplum yararına aykırı kullanılmasının kontrolü çerçevesinde bu şeye el konulmasını haklılaştırmaktadır. Buna göre mülkün müsaderesiyle veya mülkiyetinin kamuya geçirilmesiyle bir şeyin mülk olup olmadığının tespiti mümkün olmayıp bu gibi tedbirler veya yaptırımlar, mülkiyet hakkının konusunu teşkil eden mevcut bir mülke müdahale niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla bireysel başvuru kapsamında mülkün mevcut olup olmadığı, mülke el koyan veya onun mülkiyetini kamuya geçiren idari bir işlem veya yargısal karara dayalı olarak belirlenemez. Bu işlem veya kararın kendisiyle müdahale edildiğine göre mülkün varlığı ancak müdahale öncesi duruma göre tespit edilmelidir. Diğer bir deyişle kanunun yasakladığı faaliyetlerde kullanılan veya kanuna aykırı faaliyetler sonucu elde edilen mülke Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelere uygun şekilde el konularak müsadere edilmesi veya mülkiyetinin kamuya geçirilmesi mevcut bir mülke yapılan müdahalenin haklı olduğunu göstermektedir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki görevi de mülkiyet hakkına yapılan söz konusu müdahalenin Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelere uygun olup olmadığını tespit etmektir.

48. Diğer taraftan somut olay bağlamında HAGB kararı verilmekle müsadere kararının kesinleştiğinden de söz edilemez. Buna göre hükmün açıklanması veya davanın düşürülmesi hâlinde verilecek kararla birlikte müsadere kararı istinaf ve/veya temyiz yoluna tabi olabilecektir. Dolayısıyla mevcut aşama itibarıyla, başvurucuya ait söz konusu ağaçların kanuna aykırı olarak dikilmiş oldukları hususu kesinleşmemiştir. Anayasa Mahkemesinin de bireysel başvuru kapsamında bu ağaçların hukuki durumunu tartışarak sonuca bağlama gibi bir görevi bulunmamaktadır.

49. Ayrıca somut olayda mülk kavramı ağaçların dikili olduğu alanın mülkiyetine göre değil bizatihi ağaçların kendisi yönünden tartışılmalıdır. Ağaçların taşınmaz üzerinde dikili olduğundan 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 684. maddesi uyarınca taşınmazın mütemmim cüzü ve dolayısıyla taşınmazın malikinin mülkü hâline gelebileceği düşünülse bile Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında mülk kavramı 4721 sayılı Kanun'daki anlamından bağımsızdır. Buna göre olayda müsadereye konu ağaçların başvurucu tarafından dikildiği ve kendisine ait olduğu tartışma konusu değildir. Bu durumda söz konusu ağaçların ekonomik değeri yönüyle başvurucu açısından mülk teşkil ettiği hususu tartışmasızdır (Muhdesat niteliğindeki ağaçların mülk teşkil ettiği yönündeki kararlar için bkz. Cumali Karaşahin, B. No: 2014/2927, 1/2/2017, B. No: 2014/2927, §§ 40-47; Mehmet Emin Öztekin, B. No: 2016/58283, 29/5/2019, §§ 41-44). Dolayısıyla bu ağaçlar yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mevcut bir mülkü bulunmaktadır.

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

50. Anayasa Mahkemesi müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi tedbirlerinin uygulanmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini daha önce kabul etmiştir. Bu kararlarda bu türden müdahalelerin mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açmakla birlikte mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrol edilmesi amacını gözettiği dikkate alınmıştır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 54-58; Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 42-48; Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017, §§ 50, 51). Somut olayda da başvurunun konusu müsadereye ilişkin olduğundan anılan ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmayıp müdahale, belirtilen üçüncü kural çerçevesinde incelenmiştir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

51. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

53. Anayasa Mahkemesi benzer bir konuya ilişkin olarak verdiği Mahmut Üçüncü (B. No: 2014/1017, 13/7/2016) kararında, uygulanacak ilkeleri belirlemiştir.

54. Mahmut Üçüncü kararında, 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesi uyarınca müsadere suretiyle yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu tespit edilmiştir (Mahmut Üçüncü, §§ 71-74). Ayrıca müsadareyle suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanmasının yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesinin ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün kullanılmasının ve dolaşımının engellenmesinin hedeflendiği belirtilmiştir. Bu bağlamda ormanların zarar görmesine veya yok edilmesine yol açan bütün eylem ve işlemleri önlemek için müsadere tedbirinin uygulanmasının kamu yararına dayalı bir meşru bir amacı içerdiği kabul edilmiştir (Mahmut Üçüncü, §§ 75-78).

55. Son olarak ölçülülük bağlamında ise herhangi bir gerekçe gösterilmeden ilk derece mahkemesince müsadereye karar verildiği, başvurucunun temyiz yoluna başvuramadığı, itiraz merciinin ise başvurucunun müsadereye ilişkin itirazlarını incelemediği ve müsadere kararının HAGB kararının kesinleşmesiyle birlikte yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden infaz edildiği tespit edilmiştir. Anayasa Mahkemesi bütün bu hususları gözeterek yargılamanın mevcut aşaması itibarıyla bütününe bakıldığında başvurucuya müsaderenin keyfî veya kanuna aykırı olduğuna ya da makul biçimde uygulanmadığına yönelik itirazlarını ortaya koyabilme olanağının etkin bir şekilde tanınmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının gerektirdiği güvenceler sağlanmadan müsadere kararının uygulanmasıyla başvurucuya yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olduğu sonucuna varmıştır (Mahmut Üçüncü, §§ 79-102).

56. Somut olayda ilk derece mahkemesince, kesinleşen orman kadastrosu sınırlarına göre orman alanına fıstık ağaçları diktiği gerekçesiyle başvurucunun işgal ve faydalanma suçundan cezalandırılmasına, fıstık ağaçlarının da müsaderesine karar verilmiştir. Bununla birlikte Mahkeme 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesine göre hükmün açıklanmasını geri bırakmıştır. Başvurucunun HAGB kararına karşı itirazı ise ağır ceza mahkemesince reddedilmiş, müsadere yönünden yaptığı temyiz talebi de Yargıtayca incelenmeksizin geri çevrilmiştir.

57. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenebilme imkânı bulunmayan bir aşamada, hükmün bir parçasını oluşturan müsaderenin temyizen incelenebileceğini kabul etmenin bir bütün olan hükmün bir bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tabi olacağı gibi çelişkili bir hâlin ortaya çıkması sonucunu doğuracağı gerekçesiyle müsadere kararının da itiraza tabi olduğunu belirtmiştir (bkz. § 29). Dolayısıyla Yargıtayın anılan içtihadına göre HAGB kararı verilmesi nedeniyle başvurucu, müsadere kararını temyiz edememektedir. İtiraz mercii ise HAGB koşullarıyla sınırlı olarak değerlendirme yapmıştır.

58. Diğer taraftan 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde HAGB'nin, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade ettiği hüküm altına alınmıştır. Müsadere kararının -güvenlik tedbiri olmakla birlikte- hükmün bir parçası niteliğinde olduğu ve HAGB kararıyla birlikte verilen müsadere kararı da bu hükme bağlı olduğundan askıda bir karar olduğu kabul edilmektedir. Yargıtay da müsadere tedbirinin hüküm açıklanıncaya kadar hukuki sonuç doğurma yeteneği bulunmadığını belirtmektedir. Bu durumda ancak hükmün açıklanması veya denetim süresi sonunda davanın düşmesine karar verildiği durumlarda müsadere kararına karşı kanun yoluna başvurulabilecektir (bkz. §§ 27, 28). Müsaderenin, HAGB kararı verilmesi durumunda hangi aşamada infaz edileceğine ilişkin olarak ise açık bir kanun hükmünün bulunmadığı görülmektedir.

59. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle hükmün henüz hukuken varlık kazanmaması ve beş yıllık denetim süresi gözönünde bulundurulduğunda hak kayıplarına neden olunmasının önüne geçilebilmesi amacıyla HAGB kararı verilen durumlarda -5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrasında belirtilen üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyalar hariç olmak üzere- müsadereye konu eşyanın denetim süresi içinde ve gerektiğinde belirlenecek şartlar dâhilinde yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceği hususunun ayrıca yerel mahkemelerce değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (bkz. § 29).

60. Somut olayda ise ilk derece mahkemesince yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden HAGB kararının kesinleşmesi ile birlikte infazı için Orman İşletme Şefliğine yazı yazılmış, Orman İşletme Şefliği de kararın infazı hususunu başvurucuya tebliğ etmiştir (bkz. §§ 20, 22). Buna göre ilk derece mahkemesinin kararında 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre müsadere kararı verildiği belirtilmekle birlikte yargılamanın nihai olarak sona ermesi de beklenmeden HAGB kararının kesinleşmesiyle birlikte kararın infazına girişilmiştir.

61. Bu durumda esas hüküm ile birlikte askıda bir karar olduğu hâlde müsadere tedbirinin, yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden HAGB kararının kesinleşmesiyle birlikte infazına girişildiği anlaşılmaktadır. Buna göre sair ihlal iddiaları ancak yargılama sonuçlandığında değerlendirilebilecek olmakla birlikte yargılamanın mevcut aşaması itibarıyla sürece bakıldığında başvurucunun müsadere kararının -kesinleşmediği hâlde- uygulanması söz konusudur.

62. Kanun koyucu müsadere kararı için farklı bir usul veya kanun yolu düzenleyebileceği gibi HAGB kararları yönünden de müsadereye ilişkin farklı bir mekanizma da öngörebilir. Ancak yapılan düzenlemenin ve uygulamanın Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin gerekliliklere uygun olması ve bu çerçevede yeterli usul güvencelerini içermesi zorunludur. Buna göre kanun koyucu her hâlde temyiz imkânı tanımak durumunda değilse de böyle bir imkânın tanınmış olması hâlinde askıya alınması, diğer bir deyişle müsaderenin hukuka uygun olup olmadığı hususunun kesinleşmesinin geriye bırakılması belirli güvenceleri içermediği takdirde müdahaleyi ölçüsüz kılar. Anayasa Mahkemesi müdahalenin mülk sahibine aşırı bir külfete yol açmaması için mülkün kullanımının geçici olarak da olsa sahibine bırakılması veya bunun mümkün olmadığı durumlarda tazminat ödenmesi gibi mülk sahibinin zararını giderici yolların mevcut olup olmadığını tespit etmek durumundadır. Nitekim benzeri mahiyette el koyma ve müsadere tedbirleri yönünden 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nda el konulan eşyanın bazı durumlarda iadesi veya tasfiyesi ile tasfiye hâlinde mülk sahiplerinin haklarının tazmini yönünden etraflı düzenlemelerin mevcut olduğu görülmektedir. Somut olayda ise böyle bir mekanizmanın varlığı da tespit edilememiştir.

63. Sonuç olarak mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan müdahalenin, keyfî veya hukuka aykırı olup olmadığı ileri sürülebilecek bir yol olarak öngörülen temyiz yoluna başvuru imkânının askıya alınarak HAGB kararı ile birlikte infazına girişilmesinin -yol açılan belirsizlik ve yeterli güvencelerin sağlanmadığı dikkate alındığında- başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine varılmıştır. Dolayısıyla müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahale kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozmuş olup ölçülü değildir.

64. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR ve Recai AKYEL bu görüşe katılmamışlardır.

Yıldız SEFERİNOĞLU farklı gerekçeyle bu görüşe katılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

67. 6216 saylı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında "ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi", diğer bir ifadeyle "ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedil[mesi]" de gerekir (Mehmet Doğan, § 54).

68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

69. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

70. İhlal, idari makamların veya derece mahkemelerinin Anayasa’ya uygun yorum yapmalarına imkân vermeyecek açıklıktaki bir kanun hükmünü uygulamaları veya kanundaki belirsizlikler sebebiyle ortaya çıkmışsa bu ihlal kanunun uygulanmasından değil doğrudan kanundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda söz konusu ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi için ancak ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılması veya ilgili hükmün yeni ihlallere yol açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ya da yeni ihlallere yol açılmasının önüne geçilmesi için belirsizliğin giderilmesi suretiyle giderilebilir.

71. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

72. Anayasa Mahkemesi müsadere tedbirine ilişkin yargısal süreç yönünden HAGB kararı verildiği takdirde ortaya çıkan belirsizliğe işaret ederek söz konusu tedbirin HAGB kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazına girişilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin ilgili kanun hükmündeki belirsizlikten kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte HAGB kararının niteliği gözetildiğinde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Zira yukarıda da değinildiği üzere hükmün açıklanması veya davanın düşmesine karar verilmesi durumlarında kanun yoluna başvurulabilecektir. Buna göre müsadere süreci henüz kesinleşmemiştir. Bu durumda müsadere kararının süreç kesinleştiğinde infazı yeterli bir giderim oluşturacaktır.

73. Diğer taraftan HAGB kararı verildiği takdirde el konulan eşya yönünden nasıl bir karar verileceği ve müsadere tedbirinin nasıl uygulanacağı konusunda bir belirsizlik bulunduğu anlaşılmaktadır. Kanun'dan kaynaklanan bu belirsizliğin ise somut olayda olduğu gibi mülkiyet hakkının ihlaline sebebiyet veren uygulamalara yol açtığı görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlaline yol açan söz konusu belirsizliğin nasıl giderileceği, HAGB kararı verildiği takdirde el konulan eşya ile ilgili olarak 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları kapsamında olup olmadığına göre nasıl bir karar verileceği, yine HAGB kararının verildiği hâllerde el koyma tedbirinin devamı veya sona erdirilmesi ya da müsadere kararına karşı nasıl ve ne şekilde kanun yoluna başvurulacağı, müsadere tedbirinin ne zaman uygulanacağı, bir an önce uygulanmasının zorunlu olduğu durumlarda tazminat dâhil çeşitli mekanizmalar öngörülmek suretiyle mülk sahibinin haklarının nasıl korunacağı gibi hususları belirlemek ise yasama organının takdirindedir. Buna göre bütün bu hususların değerlendirilmesi için kararın bir örneğinin Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirilmesi gerekir.

74. İhlalin sonuçlarının giderimi için bu tedbirlerin uygulanması yeterli görüldüğünden başvurucunun tazminat taleplerinin reddi gerekir.

75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR ve Recai AKYEL'in karşı oyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Yapısal sorunun çözümü için keyfîyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine BİLDİRİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Pazarcık Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/6/2019 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Dosyanın incelenmesinde; başvurucunun çekişmeli taşınmazı “fıstıklık” niteliğinde, belgesizden kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı olarak iktisap ettiği, ancak Orman İdaresinin bu taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğundan bahisle, orman niteliği ile Hazine adına tescilini istediği ve yapılan yargılama sonunda Pazarcık Kadastro Mahkemesince davanın kabulüne, tespitin iptaline ve çekişmeli taşınmazın orman niteliğinde Hazine adına tapuya tesciline karar verdiği ve bu kararın 3.7.2001 tarihinde kesinleştiği, orman niteliğinde olduğu yargı kararıyla kesinleşen bir taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından dikildiği ileri sürülen fıstık ağaçlarının müsaderesine karar verilmesi nedeniyle bu bireysel başvurunun yapıldığı anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 35. Maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, istisnai olarak, belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik “meşru bir beklenti” şartının gerçekleşmesi halinde mümkün olabilir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir.

Anayasanın “Ormanların korunması ve geliştirilmesi” başlıklı 169 ncu maddesinde “Devlet ormanlarının mülkiyeti devr olunamaz… Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez…”denilmektedir. Bu açık anayasal düzenleme karşısında, başvurucunun özel mülkiyete konu edilemeyecek olan ve Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki orman alanına diktiğini öne sürdüğü fıstık ağaçlarının mülkiyetini kazanma yönünde meşru bir beklentisinin varlığından söz edilemez.

Açıklanan nedenlerle; başvurucunun hukuk düzenince kabul gören bir hakkının varlığından söz edilemeyeceğinden, başvurunun kabul edilemez olduğuna; çoğunlukça aksi yönde karar verildiğinden, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlâl edilemediğine karar verilmesi kanaatine vardığımızdan, sonuç hükme katılmıyoruz.

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye

Recai AKYEL

 

 

 

FARKLI GEREKÇE

İşgal ve faydalanma suçundan cezalandırılması, fıstık ağaçlarının müsaderesine mahkemece 5271 sayılı Kanunun 231.maddesine göre Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına karar verilmiştir.

HAGB kararı verildiği halde müsadere tedbirinin infazına girişilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlal kararına katılmakla beraber ihlalin ilgili kanun hükmündeki belirsizlikten kaynaklandığı görüşüne katılmamaktayım.

Zira, TCK 54. Maddesinde düzenlenen eşya ve değerin müsaderesi için kasıtlı bir suçun işlenmiş olması şartına bağlanmıştır. HAGB kararı verilen durumlarda hükmün henüz hukuken varlık kazanmaması ve 5 yıllık denetim süresi gözönünde bulundurulduğunda hak kaybına neden olunmamasının önüne geçilebilmesi amacıyla müsadereye konu eşyanın denetim süresi içinde ve gerektiğinde belirlenecek şartlar dahilinde yediemin sıfatıyla vs. sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceği hususunun ayrıca yerel mahkemelerde değerlendirilmesi gerekmektedir. Yargıtay’ın konu hakkındaki içtihatları da bu yöndedir.

Sonuç olarak, ihlalin ilgili kanun hükmündeki belirsizlikten değil, mahkeme kararından (uygulamadan) kaynaklandığı görüşümüz nedeni ile, çoğunluğun bu konudaki gerekçelerine katılmıyorum.

 

 

 

 

 

Üye

Yıldız SEFERİNOĞLU

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET ÖZBEY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/20063)

 

Karar Tarihi: 30/6/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Kamber Ozan TUTAL

Başvurucu

:

Ahmet ÖZBEY

Vekili

:

Av. Necati KARABAY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, meşru savunma hükümlerinin uygulanmaması ve suçun hatalı nitelendirilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; ceza yargılaması sonunda tabancanın müsaderesine ilişkin kararın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazı nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 12/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1974 doğumlu olup Malatya'da ikamet etmektedir.

9. Başvurucu hakkında silahla tehdit suçunu işlediği iddiasıyla ceza soruşturması başlatılmıştır. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 17/8/2017 tarihinde, yaşanan kavgada üstüne doğru bir kişinin gelmesi üzerine ruhsatlı tabancasıyla apartman boşluğuna doğru ateş eden başvurucunun atılı suçtan cezalandırılmasını talep etmiştir. Ayrıca Başsavcılık, suçta kullanıldığı iddia edilen başvurucuya ait 7.65x17 mm çapındaki Kırıkkale marka yarı otomatik ruhsatlı tabancanın da müsaderesini istemiştir.

10. Malatya 7. Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada başvurucu 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi kapsamında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını (HAGB) kabul ettiğini ifade etmiştir. Başvurucunun vekili, müvekkilinin beyanlarına katıldığını belirtmiştir.

11. Mahkeme 19/4/2018 tarihinde başvurucunun silahla tehdit suçunu işlediğini belirterek haksız tahrik indirimi ile takdiri indirim nedenlerini uyguladıktan sonra 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Ancak Mahkeme, 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesi koşulları oluştuğundan HAGB'ye, başvurucunun 5 yıl süre ile denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulmasına ve denetimli serbestlik süresi içinde kasıtlı bir suç işlemediği takdirde davanın düşürülmesine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucuya ait tabancanın da suçta kullanılmış olduğu gerekçesiyle müsaderesine karar vermiştir.

12. Başvurucu, HAGB ve müsadere kararına itiraz etmiştir. Başvurucu itirazında yargılamaya konu olayda meşru müdafaa hükümleri uygulanarak beraatine hükmedilmesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu, ruhsatlı tabancanın iadesi yerine müsaderesine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

13. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 23/5/2018 tarihinde başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinde gösterilen koşullar ile dosyanın esasına ilişkin hususlar gözönüne alındığından HAGB'nin usul ve yasaya aykırılık teşkil etmediğini açıklamıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, müsadere kararı yönünden ayrı bir değerlendirmede bulunmamıştır.

14. Nihai karar 4/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucu 12/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

16. Başsavcılık, Mahkeme kararına istinaden müsadereye konu tabancanın 30/10/2018 tarihinde Malatya 2. Ordu Lojistik Destek Komutanlığı Dayanıklı Taşınır-222 Mal Saymanlığına teslim edildiğini belirtmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Süleyman Başmeydan [GK], B. No: 2015/6164, 20/6/2019, §§ 23-36.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 30/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

19. Başvurucu; hakaret edip saldırıya geçen kişilere karşı kendisini ve ailesini korumak amacıyla apartman boşluğuna bir el ateş ettiğini, meşru müdafaa içerisinde bulunduğunu ve suç işleme kastı ile hareket etmediğini iddia etmiştir. Başvurucu, meşru müdafaa hükümleri uygulanarak beraatine karar verilmesi gerekirken haksız tahrik indirimi uygulandığını ifade etmiştir. Başvurucu bu gerekçelerle adil yargılanma hakkı ile suç ve cezalarda kanunilik ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

20. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun suç ve cezalarda kanunilik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılması kararına yönelik olduğu anlaşıldığından başvurucunun yukarıda belirtilen şikâyetleri adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

22. HAGB, sanığa yüklenen suça ilişkin yargılama sonunda cezaya hükmedilmesi hâlinde hükmün açıklanmasının belirli koşulların gerçekleşmesine bağlı olarak ertelenmesi anlamına gelmektedir. Kanunda belirtilen koşulların gerçekleşmesine karşın sanığın kabul etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasının son cümlesinde ifade edilmektedir. Bu kapsamda sanığın yargılamanın hukuki kesinliği ifade eden bir hükümle sonuçlanması ya da cezaya hükmedilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını tercih etme imkânı bulunmaktadır (Ali Gürsoy, B. No: 2012/833, 26/3/2013, § 19).

23. HAGB kararı, yargılamayı hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde olmayıp ceza yargılamasını sona erdiren düşme nedenlerinden biridir. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (10) ve (11) numaralı fıkralarında belirtildiği üzere denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmediği takdirde açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesine, denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasına karar verilir (Ali Gürsoy, § 21).

24. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (12) numaralı fıkrasında, HAGB kararına karşı itiraz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte ancak denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasıyla veya bu süre içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmemesi hâlinde düşme kararıyla yargılama nihai olarak sona erdiğinde hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilir ve esasa ilişkin itirazlar bu aşamada ileri sürülebilir (Ali Gürsoy, § 22).

25. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre sanık kabul etmediği takdirde HAGB kararı verilmez. Bu durumda ilk derece mahkemesince istinaf/temyiz kanun yolu açık olarak karar verilebilecektir. Başka bir deyişle haklarında HAGB kararı verilmesini kabul eden sanıklar, verilen kararın istinafta/temyizde yapılacak esas ve usul incelemesini talep etme hakkından vazgeçmişlerdir. Başvurucunun HAGB kararına ilişkin hükümlerin uygulanmasına açıkça rıza gösterdiği durumlarda söz konusu karar ile ortaya çıkan menfaatlerden yararlanmayı tercih ettiği kabul edilmelidir (Adnan Erkuş/Türkiye (k.k.), B. No: 61196/11, 4/12/2012, § 22).

26. Somut olayda yargılama sonunda verilen kararın temel hakları ihlal ettiği iddiası -somut başvurunun özelliği de nazara alındığında- istinaf/temyiz incelemesinde de ileri sürülebilecek iddialardandır. Başvurucunun kabulü üzerine HAGB kararı verildiği ve istinaf/temyiz yoluna başvurmayı mümkün kılan bir karar verilmesinin tercih edilmediği anlaşılmaktadır.

27. Sonuç olarak hatalı değerlendirme sonucu verilen kararın adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiası; başvurucunun talebi üzerine HAGB kararı verilmiş olması ve istinaf/temyiz yoluna başvurmayı mümkün kılan bir karar verilmesini başvurucunun tercih etmediği dikkate alındığında dayanaktan yoksun görünmektedir.

28. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

29. Başvurucu, HAGB kararı verilmesine karşın ruhsatlı tabancasının müsadere edildiğini belirtmiştir. Denetimli serbestlik süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlemediği takdirde hakkındaki davanın düşeceğini ifade eden başvurucu, suç olduğu henüz tespit edilmemiş bir eylemden dolayı tabancasının müsadere edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu bu gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

30. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

32. Anayasa Mahkemesi daha önce benzer bir şikâyeti Süleyman Başmeydan (§§ 44-64) başvurusunda incelemiş ve sonuca bağlamıştır.

33. Süleyman Başmeydan başvurusuna konu olayda, orman alanına fıstık fidanları diktiği iddiasıyla başvurucu hakkında yapılan ceza yargılaması sonucunda HAGB ve fıstık fidanlarının müsaderesi kararı verilmiştir. Başvurucunun karara itirazı reddedilmiş, müsadere kararı yönünden temyiz istemi de HAGB kararının itiraz yoluna tabi olduğu gerekçesiyle incelenmeksizin iade edilmiştir. Müsadere kararı ilk derece mahkemesince yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden HAGB kararının kesinleşmesi ile birlikte infaz edilmiştir.

34. Anılan başvuruda müsadere kararının hükmün bir parçası niteliğinde olduğu, HAGB kararıyla birlikte verilen müsaderenin de hükmün bir parçası olduğundan müsaderenin askıda bir karar olduğu belirtilmiştir. Müsaderenin HAGB kararı verilmesi durumunda hangi aşamada infaz edileceğine ilişkin olarak ise açık bir kanun hükmü bulunmadığı, ayrıca Yargıtay içtihadına göre müsaderenin hüküm açıklanıncaya kadar hukuki sonuç doğurma yeteneği olmadığı ifade edilmiştir (Süleyman Başmeydan, §§ 57-59).

35. Süleyman Başmeydan başvurusunda; mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan müdahalenin keyfî veya hukuka aykırı olup olmadığı ileri sürülebilecek bir yol olarak öngörülen temyiz yoluna başvuru imkânının askıya alındığı belirtilmiştir. Bu bağlamda HAGB kararı ile birlikte infazına girişilmesinin -yol açılan belirsizlik ve yeterli güvencelerin sağlanmadığı dikkate alındığında- başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna ulaşılmıştır (Süleyman Başmeydan, §§ 60-64).

36. Başvuruya konu olayda silahlı tehdit suçunu işlediği iddiasıyla yürütülen ceza yargılaması sonucunda başvurucu hakkında HAGB kararı verilmiş ve suçta kullanıldığı gerekçesiyle başvurucuya ait ruhsatlı tabanca müsadere edilmiştir. Müsadereye konu tabancanın müdahale öncesi başvurucuya ait olduğu hususunda bir tartışma bulunmadığından ortada başvurucu yönünden bir mülkün bulunduğu açıktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Başmeydan, § 49). Başvurucuya ait tabancanın müsadere edilmesiyle mülkiyet hakkına müdahale edilmiştir. Söz konusu müdahale ile mülkün toplum yararına uygun kullanılması amaçlandığından müdahalenin mülkün kullanımının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

37. Somut olayda başvurucunun HAGB ve müsadere kararına yaptığı itiraz Ağır Ceza Mahkemesinde HAGB'nin kanuni koşulları kapsamında incelenerek reddedilmiş, bununla birlikte tabancanın müsadere edilmesi kararı yönünden bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Nihai olarak da başvurucu hakkındaki HAGB kararının kesinleşmesiyle beraber müsadere kararı da infaz edilmiştir. Müsaderenin, HAGB kararı verilmesi durumunda hangi aşamada infaz edileceğine ilişkin olarak ise açık bir kanun hükmü bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu hâliyle mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan müdahalenin keyfî veya hukuka aykırı olup olmadığı ileri sürülebilecek bir yol olarak öngörülen istinaf/temyiz yoluna başvuru imkânı askıya alınmıştır.

38. Sonuç olarak HAGB kararı ile birlikte müsadere kararının infazına girişilmesinin yol açtığı belirsizlik ve yeterli güvencelerin sağlanmadığı dikkate alındığında başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine varılmıştır. Dolayısıyla müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahale kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozmuş olup ölçülü değildir.

39. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

40. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

41. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve müsadereye konu tabancanın iadesi ile Mahkeme kararının kaldırılması talebinde bulunmuştur.

42. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

43. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

44. İncelenen başvuruda müsadere tedbirinin HAGB kararı verilmesi halinde infazının hangi aşamada gerçekleşeceğine dair ortaya çıkan kanuni belirsizliğe işaret edilerek söz konusu tedbirin HAGB kararının kesinleştirilmesiyle birlikte derhal infazına girişilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin ilgili kanun hükmündeki belirsizlikten kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Zira hükmün açıklanması veya davanın düşmesine karar verilmesi durumlarında müsadere tedbirine karşı kanun yoluna başvurulabilecektir. Bu bağlamda hükmün bir parçası olan ve buna bağlı olarak -bu aşamada- hukuki sonuç doğurma yeteneği olmayan müsadere kararının henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda Mahkemece müsadere kararının, hükmün açıklanması veya davanın düşmesine ilişkin karar kesinleştiğinde infazının sağlanması yeterli bir giderim oluşturacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Başmeydan, § 72).

45. Süleyman Başmeydan kararında HAGB kararı verildiği takdirde el konulan eşya yönünden nasıl bir karar verileceği ve müsadere tedbirinin nasıl uygulanacağı konusunda bir belirsizliğin bulunduğu, söz konusu belirsizliğin ne şekilde giderileceğinin yasama organının takdirinde olduğu belirtilerek yapısal sorunun çözümü için keyfîyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirilmesine karar verilmiştir (Süleyman Başmeydan, § 73). Bu bağlamda daha önce tespit edilmiş ve keyfîyetin bildirildiği yapısal bir sorunun çözümü için yeniden yasama organına bildirimde bulunulmasına gerek görülmemiştir.

46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müsaderenin infazına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Malatya 7. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2017/845, K.2018/247) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET YAVAŞER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/1879)

 

Karar Tarihi: 7/10/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 17/1/2022-31722

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Ahmet YAVAŞER

Vekili

:

Av. Mustafa KARAKOÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, müsadere kararının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/12/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1966 doğumlu olup Demre'de ikamet etmektedir.

A. Orman Kadastrosunun İptali ve Tescil Davası Süreci

9. Başvurucu tarafından Antalya'nın Demre ilçesi Yavu köyü 160 ada 1, 2, 3, 4 ve 5 parsel numaralı taşınmazların -2160, 2161 numaralı OS noktasının- kuzeyinde yer alan ve krokide A, B ve C şeklinde gösterilen alanın orman sınırları dışına çıkarılarak adına tesciline karar verilmesi istemiyle 21/2/2008 tarihinde Demre Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açılmıştır.

10. Keşif yapılmasından sonra 13/3/2009 tarihinde düzenlenen bilirkişi raporunda dava konusu alanın orman sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Belirtilen alanda ölçüm ve aplikasyon hatalarının düzeltilmesi amacıyla 2010 yılında kadastro çalışması yapılmasının akabinde Asliye Hukuk Mahkemesi ek bilirkişi raporu talep etmiştir. 13/12/2010 tarihli ek raporunda krokide A1, B1 ve C1 şeklinde işaretlenen alanın orman hattı dışında ve 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2/B maddesi kapsamında kaldığı, A, B ve C şeklinde işaretli alanın ise orman sınırları içinde kaldığı saptanmıştır.

11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24/3/2011 tarihli kararıyla krokide A, B ve C şeklinde işaretli alan yönünden bu kısmın orman sınırları içinde kalması nedeniyle davanın reddine, buna karşılık krokide A1, B1 ve C1 şeklinde işaretlenen alan yönünden bu kısmın orman hattı dışında olması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Karar, Yargıtay 20. Hukuk Mahkemesinin 28/6/2011 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.

B. Başvurucu Aleyhine Başlatılan Ceza Soruşturması Süreci

12. Demre Cumhuriyet Başsavcılığının 27/10/2010 tarihli iddianamesiyle başvurucunun krokide A1 işaretli bölgede ev inşa etmek suretiyle ormanı işgal ettiği gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesi uyarınca cezalandırılması ve başvurucu hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 54. maddesinin uygulanması talebiyle Demre Sulh Ceza Mahkemesinde (Sulh Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. Sulh Ceza Mahkemesi, Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan 13/12/2010 tarihli ek bilirkişi raporuna istinaden başvurucunun beraatine 1/11/2011 tarihinde hükmetmiş ise de bu karar, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin E.2013/11789, K.2013/39023 sayılı kararıyla bozulmuştur.

13. Bozma kararına uyan Sulh Ceza Mahkemesi 28/3/3014 tarihinde taşınmaz mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yapmıştır. Üç orman mühendisinden müteşekkil bilirkişi heyetince düzenlenen 1/4/2014 tarihli raporda, başvurucunun üzerine ev inşa ettiği alanın 17/1/1950 tarihinde kesinleşen orman kadastrosuna göre orman sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Anılan raporda, Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan 13/12/2010 tarihli ek bilirkişi raporunda 2.160 numaralı OS noktasının yerinin ormanın içine çekilerek âdeta yeni bir kadastro uygulaması yapıldığı değerlendirmesinde bulunulmuştur.

14. Sulh Ceza Mahkemesi 25/6/2014 tarihinde ek bilirkişi raporundaki tespitlere dayanarak başvurucunun kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içinde işgal ve faydalanma suçunu işlediğini kabul etmiş, 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin birinci ile ikinci fıkraları uyarınca ve 1/6 oranında takdirî indirim de uygulandıktan sonra 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Ancak Sulh Ceza Mahkemesi, koşullarının oluştuğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve başvurucunun beş yıl süre ile denetime tabi tutulmasına karar vermiştir. Sulh Ceza Mahkemesi ayrıca suça konu alandaki ev ve eklentilerinin 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin üçüncü fıkrası ile 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre müsadere edilmesine karar vermiştir.

15. Başvurucu bu karara karşı 2/7/2014 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Sulh Ceza Mahkemesi 3/7/2014 tarihli ek kararıyla temyiz istemini, kararın temyize tabi olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir.

16. Başvurucu 27/7/2014 tarihinde bu karara karşı da temyiz yoluna müracaat etmiştir. Temyiz dilekçesinde, düzeltme amacıyla yapılan kadastro çalışması sonucunda bu alanın orman sınırları dışına çıkarıldığı hususunun 9/8/2010 tarihinde kesinleştiğini, bilirkişi heyetinin ağır bir yanılgıya düştüğünü belirtmiştir. Yargıtay 19. Ceza Dairesi (Yargıtay) 23/7/2017 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesi kararının temyize tabi olmadığı gerekçesiyle temyiz istemini reddetmiştir.

17. Demre Orman İşletme Şefliğinin (İdare) 23/1/2015 tarihli yazısıyla evin İdareye teslim edilmesi talep edilmiştir. Başvurucunun müracaatı üzerine Demre Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) 19/10/2015 tarihli ek kararıyla müsadere kararının temyiz edilmiş olması sebebiyle infazının durdurulmasına karar vermiştir. Yargıtay tarafından temyiz isteminin reddine karar verilmesi üzerine Asliye Ceza Mahkemesi 6/9/2017 tarihli ek kararıyla infazın durdurulmasına ilişkin kararını kaldırmıştır. Başvurucu bu karara itiraz etmiş ise de Asliye Ceza Mahkemesi 26/10/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Nihai karar 24/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 7/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. İlgili hukuk için bkz. Süleyman Başmeydan [GK], B. No: 2015/6164, 20/6/2019, §§ 23-36.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Anayasa Mahkemesinin 7/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

21. Başvurucu, Asliye Hukuk Mahkemesi kararıyla evin inşa edildiği alanın orman sınırları içinde bulunmadığı kesinleştiği hâlde Sulh Ceza Mahkemesinin bu bölgenin orman sınırları içinde kaldığına karar vermesi nedeniyle iki çelişkili kararın oluştuğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, orman alanı içinde kalmadığı yargı kararıyla sabit olan taşınmazın orman alanı içinde kaldığının kabulüyle evi hakkında müsadere kararı verilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

22. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, Asliye Hukuk Mahkemesince orman sınırlarının dışında olduğu tespit edilen taşınmazın üzerindeki evin müsadere edilmesine yöneliktir. Dolayısıyla başvurucunun tüm şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki karar için bkz. Süleyman Başmeydan, § 42).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

25. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

26. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

27. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).

28. Mülk konusu şeylerin bulundurulması, taşınması, kullanılması veya alım satımının suç veya kabahat oluşturması ya da suçta kullanılması o şeyin mülk olma vasfını değiştirmediği gibi bu gibi durumlar, esas itibarıyla mülkün toplum yararına aykırı kullanılmasının kontrolü çerçevesinde bu şeye el konulmasını haklılaştırmaktadır. Buna göre mülkün müsaderesi veya kamuya geçirilmesi gibi tedbirler veya yaptırımlar, mülkiyet hakkının konusunu teşkil eden mevcut bir mülke müdahale niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla bireysel başvuru kapsamında mülkün mevcut olup olmadığı, mülke el koyan ya da onun mülkiyetini kamuya geçiren idari bir işlem veya yargısal karara bakılarak belirlenemez. Bu işlem veya kararla mülke müdahale edildiğine göre mülkün varlığı ancak müdahale öncesi duruma göre tespit edilmelidir. Diğer bir deyişle kanunun yasakladığı faaliyetlerde kullanılan veya kanuna aykırı faaliyetler sonucu elde edilen mülke Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelere uygun şekilde el konularak mülkün müsadere edilmesi veya mülkiyetinin kamuya geçirilmesi mevcut bir mülke yapılan müdahalenin haklı olduğunu göstermektedir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki görevi de mülkiyet hakkına yapılan söz konusu müdahalenin Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelere uygun olup olmadığını tespit etmektir (Süleyman Başmeydan, § 47).

29. Diğer taraftan somut olay bağlamında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmekle müsadere kararının kesinleştiğinden de söz edilemez. Buna göre hükmün açıklanması veya davanın düşürülmesi hâlinde verilecek kararla birlikte müsadere kararı istinaf ve/veya temyiz yoluna tabi olabilecektir. Dolayısıyla mevcut aşama itibarıyla başvurucuya ait ev ve müştemilatının kanuna aykırı olarak inşa edilmiş olduğu hususu kesinleşmemiştir. Anayasa Mahkemesinin de bireysel başvuru kapsamında bu evin hukuki durumunu tartışarak sonuca bağlama gibi bir görevi bulunmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Başmeydan, § 48).

30. Ayrıca somut olayda mülk kavramı evin inşa edildiği alanın mülkiyetine göre değil bizatihi evin kendisi yönünden tartışılmalıdır. Ev ve müştemilatının taşınmaz üzerine inşa edilmiş olması nedeniyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 684. maddesi uyarınca taşınmazın mütemmim cüzü ve dolayısıyla taşınmazın malikinin mülkü hâline gelebileceği düşünülse bile Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında mülk kavramı 4721 sayılı Kanun'daki anlamından bağımsızdır. Buna göre olayda müsadereye konu evin başvurucu tarafından inşa edildiği ve kendisine ait olduğu tartışma konusu değildir. Bu durumda söz konusu evin ekonomik değeri yönüyle başvurucu açısından mülk teşkil ettiği hususu tartışmasızdır. Dolayısıyla bu ev yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mevcut bir mülkü bulunmaktadır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Başmeydan, § 49).

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

31. Anayasa Mahkemesi müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi tedbirlerinin uygulanmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini daha önce kabul etmiştir. Bu kararlarda bu türden müdahalelerin mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açmakla birlikte mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrol edilmesi amacını gözettiği dikkate alınmıştır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 54-58; Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 42-48; Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017, §§ 50, 51). Somut olayda da başvurunun konusu müsadereye ilişkin olduğundan anılan ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmayıp müdahale, belirtilen üçüncü kural çerçevesinde incelenmiştir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

32. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

33. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

34. Anayasa Mahkemesi benzer bir konuya ilişkin olarak verdiği Mahmut Üçüncü (B. No: 2014/1017, 13/7/2016) kararında, uygulanacak ilkeleri belirlemiştir.

35. Mahmut Üçüncü kararında, 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesi uyarınca müsadere suretiyle yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu tespit edilmiştir (Mahmut Üçüncü, §§ 71-74). Ayrıca müsadereyle suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanmasının yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesinin ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün kullanılmasının ve dolaşımının engellenmesinin hedeflendiği belirtilmiştir. Bu bağlamda ormanların zarar görmesine veya yok edilmesine yol açan bütün eylem ve işlemleri önlemek için müsadere tedbirinin uygulanmasının kamu yararına dayalı bir meşru bir amacı içerdiği kabul edilmiştir (Mahmut Üçüncü, §§ 75-78).

36. Ölçülülük bağlamında ise herhangi bir gerekçe gösterilmeden ilk derece mahkemesince müsadereye karar verildiği, başvurucunun temyiz yoluna başvuramadığı ve müsadere kararının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden infaz edildiği tespit edilmiştir. Anayasa Mahkemesi bütün bu hususları gözeterek yargılamanın mevcut aşaması itibarıyla bütününe bakıldığında başvurucuya müsaderenin keyfî veya kanuna aykırı olduğuna ya da makul biçimde uygulanmadığına yönelik itirazlarını ortaya koyabilme olanağının etkin bir şekilde tanınmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının gerektirdiği güvenceler sağlanmadan müsadere kararının uygulanmasıyla başvurucuya yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olduğu sonucuna varmıştır (Mahmut Üçüncü, §§ 79-102).

37. Somut olayda Sulh Ceza Mahkemesince, kesinleşen orman kadastrosu sınırlarına göre orman alanına ev inşa ettiği gerekçesiyle başvurucunun işgal ve faydalanma suçundan cezalandırılmasına, ev ve müştemilatının da müsaderesine karar verilmiştir. Bununla birlikte Sulh Ceza Mahkemesi 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesine göre hükmün açıklanmasını geri bırakmıştır. Başvurucunun müsadere yönünden yaptığı temyiz talebi Yargıtayca incelenmeksizin geri çevrilmiştir.

38. Anayasa Mahkemesinin Süleyman Başmeydan kararında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı kesinleşmeden müsadere hükmünün infazına girişilmesinin mülkiyet hakkına etkisi incelenmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olan hükmün bir parçasını oluşturan müsaderenin temyizen incelenebilmesinin mümkün bulunmadığını kabul etmesinden hareket eden Anayasa Mahkemesi, esas hüküm ile birlikte askıda bir karar olduğu hâlde müsadere tedbirinin, yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte infazına girişilmesinin malike aşırı külfet yüklediğini belirtmiştir. Sözü edilen kararda, kanun koyucunun müsadere kararı için farklı bir usul veya kanun yolu düzenleyebileceği gibi hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları yönünden de müsadereye ilişkin olarak farklı bir mekanizma da öngörebileceği ancak yapılan düzenlemenin ve uygulamanın Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin gerekliliklere uygun olmasının ve bu çerçevede yeterli usul güvencelerini içermesinin zorunlu olduğu ifade edilmiştir. Kararda, kanun koyucunun her hâlde temyiz imkânı tanınması mecburi olmasa da böyle bir imkânın tanınması hâlinde hükmün askıya alınması, diğer bir deyişle müsaderenin hukuka uygun olup olmadığı hususunun kesinleşmesinin geriye bırakılmasının -belirli güvenceleri içermediği takdirde- müdahaleyi ölçüsüz kılacağını ifade ettiği açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi sonuç olarak mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan müdahalenin keyfî veya hukuka aykırı olup olmadığının ileri sürülebileceği bir yol olarak öngörülen temyiz yoluna başvuru imkânının askıya alınarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte müsadere kararının infazına girişilmesinin -yol açılan belirsizlik ve yeterli güvencelerin sağlanmadığı dikkate alındığında- başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine varmıştır (Süleyman Başmeydan, §§ 57-63).

39. Mevcut başvuruda Süleyman Başmeydan kararında ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

40. Bunun yanında müsadere kararına hükmedilmesi gereken hâllerde -temyiz yoluna başvuru imkânının askıya alındığı olgusu da gözetilerek- hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesinin uygulanmaması, dolayısıyla temyiz yolu askıya alınmayacak şekilde bir hüküm kurulması mülkiyet hakkına yönelik olarak yukarıda sözü edilen ihlalin ortaya çıkmasını engelleyebilecek bir çare niteliğindedir. Ancak somut olayda Sulh Ceza Mahkemesinin takdirini, mülkiyet hakkı ihlalinin ortaya çıkmasını önleyecek yönde kullanmadığı görülmektedir.

41. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

43. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesini, yeniden yargılamaya ve 400.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

44. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

45. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

46. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

47. Somut olayda ihlal, idari makamların veya derece mahkemelerinin Anayasa’ya uygun yorum yapmalarına imkân vermeyecek açıklıktaki bir kanun hükmünü uygulamaları veya kanundaki belirsizlikler sebebiyle ortaya çıkmışsa bu ihlal kanunun uygulanmasından değil doğrudan kanundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda söz konusu ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi için ancak ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılması veya ilgili hükmün yeni ihlallere yol açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ya da yeni ihlallere yol açılmasının önüne geçilmesi için belirsizliğin giderilmesi suretiyle giderilebilir (Süleyman Başmeydan, § 70).

48. Anayasa Mahkemesi müsadere tedbirine ilişkin yargısal süreç yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği takdirde ortaya çıkan belirsizliğe işaret ederek söz konusu tedbirin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazına girişilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin ilgili kanun hükmündeki belirsizlikten kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının niteliği gözetildiğinde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Zira yukarıda da değinildiği üzere hükmün açıklanması veya davanın düşmesine karar verilmesi durumlarında kanun yoluna başvurulabilecektir. Buna göre müsadere süreci henüz kesinleşmemiştir. Bu durumda müsadere kararının süreç kesinleştiğinde infazı yeterli bir giderim oluşturacaktır (Süleyman Başmeydan, § 72).

49. Diğer taraftan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği takdirde el konulan eşya yönünden nasıl bir karar verileceği ve müsadere tedbirinin nasıl uygulanacağı konusunda bir belirsizlik bulunduğu anlaşılmaktadır. Kanundan kaynaklanan bu belirsizliğin ise somut olayda olduğu gibi mülkiyet hakkının ihlaline sebebiyet veren uygulamalara yol açtığı görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlaline yol açan söz konusu belirsizliğin nasıl giderileceği, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği takdirde el konulan eşya ile ilgili olarak 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları kapsamında olup olmadığına göre nasıl bir karar verileceği, yine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verildiği hâllerde elkoyma tedbirinin devamı veya sona erdirilmesi ya da müsadere kararına karşı nasıl ve ne şekilde kanun yoluna başvurulacağı, müsadere tedbirinin ne zaman uygulanacağı, bir an önce uygulanmasının zorunlu olduğu durumlarda tazminat dâhil çeşitli mekanizmalar öngörülmek suretiyle mülk sahibinin haklarının nasıl korunacağı gibi hususları belirlemek ise yasama organının takdirindedir (Süleyman Başmeydan, § 73). Anayasa Mahkemesi Süleyman Başmeydan kararında bu hususları değerlendirmesi için kararın bir örneğinin Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirilmesine karar vermiştir. Dolayısıyla aynı mahiyetteki bu kararın Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesine gerek görülmemiştir.

50. İhlalin sonuçlarının giderimi için bu tedbirlerin uygulanması yeterli görüldüğünden başvurucunun tazminat taleplerinin reddi gerekir.

51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Müsadere kararının sürecin kesinleşmesinden önce infazının önlenmesi için gereken tedbirleri almak üzere kararın bir örneğinin bilgi için Demre Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BİRCAN YANAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/37833)

 

Karar Tarihi: 21/9/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Bircan YANAR

Başvurucu Vekili

:

Av. Fatma EROL

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, müsadere kararının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 22/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 20/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

2. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Süleyman Başmeydan ([GK], B. No: 2015/6164, 20/6/2019) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan müdahalenin keyfî veya hukuka aykırı olup olmadığının ileri sürülebileceği bir yol olarak öngörülen temyiz yoluna başvuru imkânının askıya alınarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte müsadere kararının infazına girişilmesinin -yol açılan belirsizlik ve yeterli güvencelerin sağlanmadığı dikkate alındığında- başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

3. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Çubuk 1. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2019/242, K.2019/854) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/9/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.