Bireysel başvuruya konu davadaki eylemlerin kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Dolayısıyla somut başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü, derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin ve varılan sonuçların hukuka uygunluğunu denetlemek değildir. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir.

Bununla birlikte kanuni bir temeli olmadan elde edildiği veya elde ediliş yöntemi bakımından hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılmasının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabileceği dikkate alınmalıdır. Ceza muhakemesinde delillerin elde ediliş şekli ve mahkûmiyete dayanak alınma düzeyleri, yargılamanın bütününü hakkaniyete aykırı hâle getirebilir.

Bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini tespit etmek değildir. Anayasa Mahkemesinin görevi, hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılıp kullanılmadığını ve bu "hukuka aykırılığın" bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir

Bu konuda değerlendirme yapılırken delillerin elde edildiği koşulların onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının da dikkate alınması gereklidir. Hakkaniyete uygun bir yargılama, delillerin gerçekliği ve güvenilirliği konusundaki kuşkuların giderilmesini ve delillerin güvenilirliğine ve gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme fırsatının tanınmış olmasını zorunlu kılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi; delillere yönelik hukuka aykırılık iddialarıyla ilgili olarak başvuruculara delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini, bu konuda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilip gözetilmediğini, savunmanın menfaatlerinin korunması için onlara yeterli güvenceler sağlanıp sağlanmadığını incelemektedir.

Bununla birlikte işkence ve kötü muamele gibi yasak yöntemlerle elde edilen delillerin mahkûmiyet hükmüne varılırken kullanılması, adil yargılanma hakkını ihlal etmektedir. Zira işkence ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir.

İlgili Kararlar:

(Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014) 
(Metin Sarıgül, B. No: 2013/3287, 20/4/2016)
(Delil İldan, B. No: 2014/2498, 12/7/2016)
(Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018)
(Binnaz Demirbaş ve Haydar Ceylan, B. No: 2014/13419, 7/3/2018)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YAŞAR YILMAZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6183)

 

Karar Tarihi: 19/11/2014

R.G. Tarih-Sayı: 7/3/2015-29288

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

Yaşar YILMAZ

Vekili

:

Av. Ahmet YILDIZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, avlanması yasak av hayvanlarına ilişkin unsurları bulundurduğu gerekçesiyle aleyhine açılan tazminat davasının kabulüne karar verildiğini ve hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığını belirterek, adil yargılanma ve özel yaşama saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 5/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 22/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu hakkında, koruma altında bulunan hayvan ve tahnit (boynuz, deri vb.) bulundurduğu iddiası üzerine evleri, müştemilatları ve arazilerinde arama yapılabilmesi amacıyla Tuzla Sulh Ceza Mahkemesince 22/1/2003 tarihinde arama kararı verilmiştir.

8. Başvurucuya ait olduğu iddia edilen taşınmazda yapılan aramada, bir kısmı Türkiye'de yaşamayan yaban hayvanlarına ait post vd. unsurlar bulunmuş, bu durumu tespit etmek üzere tutanak düzenlenmiş ve bu tutanak sadece jandarma görevlileri ve Milli Parklar orman mühendisince imzalanmıştır. Arama esnasında mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan kimse bulunmamıştır.

9. Söz konusu tutanağa dayanılarak Çevre ve Orman Bakanlığınca kesilen idari para cezalarına karşı açılan davalar, İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 13/9/2004 tarihli kararlarında, suç tarihinden sonra çıkarılan kanuna göre ceza kesildiği gerekçesiyle cezalar iptal edilmiştir.

10. Başvurucunun mera vasfındaki araziyi tel çitlerle çevirerek işgal ettiği iddiasıyla Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmada ise 14/3/2003 tarihinde, söz konusu yerin belediye sınırları içinde olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

11. Başvurucu aleyhine Orman Bakanlığı Marmara Bölge Müdürlüğü Av - Yaban Hayatı Başmüdürlüğü adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğünce, 1/3/2004 tarihinde, 23/1/2003 tarihli tutanaktaki tespitler dolayısıyla 5/5/1937 tarih ve 3167 sayılı mülga Kara Avcılığı Kanunu'na uymayarak verdiği zarar nedeniyle tazminat davası açılmıştır.

12. Davaya bakan Tuzla Asliye Hukuk Mahkemesinin, 21/9/2004 tarihli kararıyla, davaya konu tazminat alacağının idari yargının görev alanında olduğu gerekçesiyle dilekçenin görev yönünden reddine karar verilmiş, bu karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin, 14/4/2005 tarih ve E.2005/3851, K.2005/3979 sayılı ilamıyla bozulmuş, bozmaya uyarak davayı inceleyen Mahkemenin, 26/9/2007 tarih ve E.2005/603, K.2007/811 sayılı kararıyla, "21/3/2003 tarihinde tutulan tutanaktaki çeşitli cins ve adetteki post, trofe, boynuzların davalıya ait olduğu ve davalı tarafından işlem yapıldığına dair dosyaya herhangi bir belge ve delil konulamadığı gibi davalının olayda davalı sıfatının olmadığı " gerekçe gösterilerek dava husumet nedeniyle reddedilmiştir.

13. Davacı idare tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 6/3/2008 tarih ve E.2008/161, K.2008/2932 sayılı ilamıyla, "Dosyadaki belgelerden 23/1/2003 tarihinde jandarmaca tutulan tutanakta dava konusu post, trofe ve boynuzların davalı Yaşar Yılmaz'a ait köy merası üzerindeki evlerde bulunduğu belirtilmiştir. Anılan belge resmi evrak niteliğinde olup aksi geçerli delillerle kanıtlanmış bulunmamaktadır. Şu durumda davanın husumetten reddi doğru değildir. Mahkemece işin esasına girilmek ve yapılacak incelemeye göre karar verilmek üzere usul ve yasaya aykırı kararın bozulması gerekmiştir" denilmek suretiyle bozulmuştur.

14. Bozmaya uyan Mahkemenin, 24/5/2011 tarih ve E.2009/137, K.2011/341 sayılı kararıyla, "toplanan delillere, bilirkişi raporları ile tüm dosya kapsamına göre 23/1/2003 tarihinde jandarma tarafından tutulan tutanakta post, trofe ve boynuzların davalıya ait köy merası üzerindeki evlerde bulunduğunun tespit edildiği, buna göre tutanak tutulduğu, bu belgenin resmi evrak niteliğinde olduğu, aksinin geçerli delillerle kanıtlanamadığı, hazine tarafından talep edilen tazminatın merkez av komisyonu kararlarına uygun olduğu" gerekçesiyle dava kabul edilmiştir.

15. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 28/2/2012 tarih ve E.2012/93, K.2012/3040 sayılı ilamıyla onanmıştır.

16. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin, 16/4/2013 tarih ve E.2012/10148, K.2013/7103 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

17. Bu karar, 5/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 5/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

19. 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 94. maddesi şöyledir:

 “Bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek şüphesi altında bulunan kimsenin evi ile ona ait sair mahallerde aranma yapılabileceği gibi gerek üzeri ve gerek eşyası dahi aranabilir.

 Bu arama şüphe altında bulunan kimsenin yakalanması maksadiyle yapılabileceği gibi sübut delillerinin meydana çıkarılması umulan hallerde dahi yapılabilir.”

20. Aynı Kanun’un 97. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

 “Hakim veya Cumhuriyet Müddeiumumisi hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.”

21. Aynı Kanun’un 98. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Arama muamelesine tabi yerlerin sahibi veya eşyanın zilyedi aramada hazır bulunabilir. Kendisi bulunmazsa mümessili veya mümeyyiz hısımlarından biri yahut kendisiyle birlikte sakin olan bir kimse veya komşusu bulundurulur.”

22. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat hakkı” kenar başlıklı 189. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.”

23. 6100 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete'de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.”

24. 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihaî kararlar ile hakem kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir; bu süre, 8.1.1943 tarihli ve 4353 sayılı Kanuna tâbi kamu kurumları hakkında otuz gündür.”

25. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15/2/2012 tarih ve E.2011/2-703, K.2012/70 sayılı kararı şöyledir:

 “…Bir delilin mahkemece kabul edilebilmesi için, gerek öğretide yer alan ağırlıklı görüş, gerekse de Hukuk Genel Kurulu Kararlarında ortaya konulan ölçüt; o delilin usulsüz olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesidir.

 Vurgulanmalıdır ki, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir.

 Somut olaya gelince;

 Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir.

 Kaldı ki, bir an için delil olarak kabul edilse dahi ne CD içeriği, ne savcılık evrakı ve icra dosyaları ne de tanık beyanları davalının kusurlu olduğunu ispata yeterli bulunmamıştır.

 O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır…”

26. Yüce Divan’ın 19.12.2012 tarih ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir:

 “…Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması, aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınmamalıdır.

 Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez.”; 5271 sayılı Kanun’un 217. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” denilmiştir. Aynı Kanun’un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı; 230. maddesinde (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere, delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir…”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 19/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/8/2013 tarihli ve 2013/6183 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu, ilk derece Mahkemesi kararına esas alınan 23/1/2003 tarihli tespit tutanağında belirtilen taşınmazın kendisine ait olmadığını ve kendisi tarafından kullanılmadığını, açıkça adres belirtilmeyen arama kararının hukuka uygun olmadığını, aramanın kanunda belirtilen usule aykırı yapıldığını, arama esnasında kendisinin bulunmadığını, buna rağmen o mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulmadığını, arama tutanağı ile sonradan hazırlanan rapor arasında farklılıklar bulunduğunu, tutanaktaki tespitin aksine söz konusu taşınmazın kendisine ait olmadığına ilişkin delillerinin dikkate alınmadığını, ilk bilirkişi raporu lehe iken, taraflı hazırlanan ikinci bilirkişi raporunda orman mühendisi olan bilirkişilerce hukuki değerlendirmeler yapıldığını, bilirkişilerin tarafsız olmadığına yeni bilirkişi atanmasına ilişkin taleplerinin reddine dair kararın masrafları yatırılmasına karşın Mahkemece temyize gönderilmediğini, yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması taleplerinin kabul edilmediğini belirterek, Anayasa'nın 20., 21., 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı, adil yargılanma hakları ile 38. maddesinde yer alan kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kullanılamayacağı ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlallerin tespiti ve ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması ve tedbir kararı verilerek icra işlemlerinin durdurulması taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

29. Başvurucu Anayasa’nın 20., 21., 36. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de, başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun arama yapılan yerin kendisine ait olmadığını ısrarla dile getirdiği, bu nedenle iddialarının özünün, yargılamanın adil olmadığı ve hukuka aykırı delillere dayanılarak hüküm tesis edildiği hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları aşağıda Anayasa’nın 36. ve onunla ilgili 38. maddelerinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası

30. Başvurucu, mahkemece atanan bilirkişiler tarafsız olmadığı için yeni bilirkişi atanmasına ilişkin taleplerinin reddine dair kararın, masrafların yatırılmasına karşın Mahkemece temyize gönderilmediğini, bu nedenle hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Mahkemece, başvurucunun yeni bilirkişi atanması isteminin reddine dair kararın temyize gönderilmemesi mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilecektir.

32. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

33. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).

34. Hukuk yargılamasında kural olarak nihaî kararlar ile hakem kararlarına karşı temyiz kanun yoluna gidilebilir (§ 24). Anayasa’da, “mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin” kanunla düzenlenmesi öngörülmüştür. Buna göre, usul kanunlarının Anayasa’ya uygun olmak koşuluyla düzenlenmesi kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır. Anayasa’da mahkeme ara kararlarının temyiz edilebilmesi hakkını içeren bir kurala yer verilmemiştir. Ara kararlar, kural olarak esas hükümle birlikte temyiz edilebilir.

35. Somut olayda, başvurucu ara kararla verilen “bilirkişi atanması talebinin reddi” kararını temyiz etmiştir. Mahkemece, yargılama bir hükümle sonlanmadan evvel duruşmalar safahatında dile getirilen bu istem örtülü olarak reddedilerek, talep, esas hükümle birlikte sonradan temyize gönderilmiştir. Başvurucunun savunmaları ve iddiaları, esas hükümle birlikte yapılan temyiz kanun yolunda incelenmiştir. Mahkemece verilen “bilirkişi atanması talebinin reddine” ilişkin karar ara kararı olup, ara kararı ancak esas hükümle birlikte temyiz edilebilir. Her ne kadar bahsi geçen ara kararda temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiş ise de, mahkemenin bu yöndeki kararı izhari nitelikte olduğundan, davalıya esas hükümden ayrı olarak buna ilişkin ara kararı temyiz hakkı vermez. Bu nedenlerle, Mahkemenin duruşmalar safahatında verdiği ara kararın, nihai kararın verilmesi beklenilmeden temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderilmemesi mahkemeye erişim hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.

36. Açıklanan nedenlerle Mahkemece verilen “bilirkişi atanması talebinin reddine” ilişkin ara kararın, yargılamanın duruşmalar safahatında temyize gönderilmemesinin açık bir ihlal niteliğinde olmadığı anlaşıldığından, başvurucunun bu yöndeki iddiaları “açıkça dayanaktan yoksun” bulunduğundan başvurunun bu kısmının kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Diğer Şikâyetler

37. Başvurucunun, açıkça adres belirtilmeyen arama kararının hukuka uygun olmadığı, aramanın kanunda belirtilen usule aykırı yapıldığı, aramada ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulmadığını, arama sonucunda elde edilen hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığı, bu nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Anılan nedenlerle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

38. Başvurucu, aleyhindeki davada delil olarak kullanılan eşyaların, ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin hazır bulundurulmadığı bir arama kararının icrası esnasında ele geçirildiğini, aramanın 1412 sayılı Kanun’un 97. maddesine aykırı olarak icra edildiğini, bu nedenle ele geçen eşyaların yargılamada delil olarak kullanılmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini şikâyet etmektedir.

39. Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:

“Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.”

40. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

41. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

42. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

43. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde, davada kullanılan delillerin ispat güçleri ile ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte, ceza muhakemesi açısından 17/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 217. maddesinde delilleri takdir yetkisi ile ilgili olarak yüklenen suçun, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği belirtilmiştir. Ayrıca aynı Kanun’un 230. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendine göre mahkeme hükmünün gerekçesinde, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerekmektedir.

44. 6100 sayılı Kanun’un “ispat hakkı” başlığını taşıyan 189. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan; “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz” hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü olamayacağı kabul edilmiştir Böylece ispat hakkının delillere ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması esası getirilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15/2/2012 tarih ve E.2011/2-703, K.2012/70 sayılı kararı).

45. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

46. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27). Bu yönüyle Anayasa Mahkemesini görevi, belirli delil unsurlarının kanuna uygun şekilde elde edilip edilmediklerini tespit etmekten ziyade, bu türden “kanuna aykırılığın” Anayasa’da korunan başka bir hakkın ihlali ile sonuçlanıp sonuçlanmadığını ve bu “kanuna aykırılığın” bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (AİHM’in bu hususta benzer değerlendirmeleri içerir kararı için bkz. Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52).

47. AİHM, delilerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak, somut davada kullanılan delillerin sanığın hazır bulunduğu duruşmada “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40-41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89). AİHM pek çok kararında, Sözleşme’nin 19. maddesi bağlamında görevinin, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşme’ye ilişkin yükümlülüklerinin gözetilmesini sağlamak olduğunu, Sözleşme’nin koruması altında bulunan hak ve özgürlükler ihlal edilmedikçe ulusal bir mahkemenin olaylara ya da hukuka ilişkin yaptığı hataları inceleme görevinin bulunmadığını, Sözleşme’nin 6. maddesinin adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber bu maddenin öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45-46; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 124).

48. Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

49. AİHM, bariz bir şekilde keyfi olmadıkça, belirli bir kanıt türünün –iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere– kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699)

50. AİHM’e göre, iç hukukta yeterli hukuki temeli bulunmadan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş materyallerin yargılamada kanıt olarak kullanılması, başvurucuya gerekli usuli güvencelerin sağlanmış olması ve materyalin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek nitelikli ve kaynaklı olmaması halinde, genellikle Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil yargılanma standartlarına aykırılık oluşturmaz (Chalkley/Birleşik Krallık [k.k.], B. No: 63831/00, 26/9/2002). Delillerle ilgili olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği ve mahkemece değerlendirmeye alınıp alınmadığı incelenmelidir.

51. Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır. Bahsi geçen anayasal kural, temel olarak ceza yargılaması hukukuna ilişkin olmakla birlikte, uygulanabildiği ölçüde hukuk yargılaması bakımından da dikkate alınmalıdır. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un. 189. maddesinin (2) numaralı fıkrasında hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan delillerin mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınmayacağı hükmüne yer verilmiştir. Madde gerekçesinde de, bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması gerektiği; hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle, yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından resen göz önüne alınması ve delilin her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi halinde diğer tarafça bir itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece caiz olmadığına karar verilerek dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesinin kabul edildiği ifade edilmiştir.

52. Arama ve el koyma koruma tedbirleri, 5271 sayılı Kanun'un "Koruma tedbirleri" başlıklı dördüncü kısmının 116 ila 134. maddeleri arasında düzenlenmiştir. 5271 sayılı Kanun’un 116. maddesinde yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda hükümde belirtilen nitelikteki şüphe mevcutsa şüphelinin veya sanığın üstünün, eşyasının, konutunun, işyerinin veya ona ait diğer yerlerin aranabileceği; 117. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, şüphelinin veya sanığın yakalanabilmesi veya suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla, diğer bir kişinin de üstünün, eşyasının, konutunun, işyerinin veya ona ait diğer yerlerin aranabileceği; (2) numaralı fıkrasında ise aramanın yapılabilmesinin, aranılan kişinin veya suçun delillerinin belirtilen yerlerde bulunduğunun kabul edilebilmesine olanak sağlayan olayların varlığına bağlı olduğu ifade edilmiştir.

53. Aynı Kanun’un 119. maddesinde ise hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlilerinin arama yapabilecekleri hükme bağlanmıştır. Benzer düzenlemeler, 1412 sayılı Kanun’un 94. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.

54. Somut olayda, Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Tuzla Sulh Ceza Mahkemesinin 22/1/2003 tarih ve 2003/16 Müt. sayılı kararı ile şüphelinin Akfırat Beldesinde bulunan evleri ve müştemilatı ile arazilerinin aranmasına izin verilmiştir. Mahkeme’nin, 1412 sayılı Kanun’un şüphelinin evi ile ona ait sair mahallerde arama yapılabileceğine ilişkin 94. maddesine dayandığı anlaşılmaktadır. Arama yapılması talebi, suç delillerine ulaşılması ve bunlara el konulması nedenleriyle kabul edilmiştir.

55. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı Kanun’un 97. maddesine göre, hâkim veya Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulacaktır. İhtiyar heyetinden veya komşulardan kimse hazır bulundurulmadan yapılan aramanın, o tarihte yürürlükte bulunan 1412 sayılı Kanun’un 97. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı olduğu görülmektedir.

56. Diğer taraftan, Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, hak arama özgürlüğünün ancak meşru vasıtalardan yararlanmak suretiyle kullanılabileceğine açıkça işaret edilmiştir. Hal böyle olunca, adil yargılanma hakkı bakımından, aramanın icrasındaki “kanuna aykırılığın” bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisi incelenmelidir.

57. Yargılama, “arama” ve “arama esnasında elde edilen eşyalar” üzerine bina edilmiştir. İlk derece Mahkemesinin davayı kabul gerekçesi incelendiğinde, 23/1/2003 tarihinde jandarma tarafından tutulan tutanakta post, trofe ve boynuzların davalıya ait köy merası üzerindeki evlerde bulunduğunun tespit edildiği, buna göre tutanak tutulduğu, bu belgenin resmi evrak niteliğinde olduğu, aksinin geçerli delillerle kanıtlanamadığı yönündeki tespitler olduğu anlaşılmaktadır.

58. Mahkeme kararından anlaşıldığına göre, yargılamanın esaslı ve belirleyici delili, aramada ele geçen post, trofe ve boynuzlardır. Dayanılan diğer deliller ise, aramada elde edilen eşyaların değer ve niteliğini tespite ilişkin “bilirkişi raporları” ile kollukça tanzim edilmiş “tespit tutanağı”dır. Diğer bir anlatımla, hükmün esas ve belirleyici unsuru, gerçekleştirilen hukuka aykırı arama işlemi sonucunda elde edilen delillerdir. Bilirkişi raporları, aramada ele geçen delillerin değerlendirilmesine yönelik bir araçtır.

59. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte, somut olayda, koruma tedbiri niteliğindeki arama kararının icrasının hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilmesi ile elde edilen delillerin tek ve belirleyici delil olarak kullanılmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği ve aramanın icrasındaki “kanuna aykırılığın” yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına adil yargılanma hakkını ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

60. Adil yargılanma hakkı yönünden ihlal kararı verildiğinden, adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetlerin incelemesine gerek görülmemiştir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

61. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

62. Başvurucunun tazminat talebi bulunmamaktadır.

63. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesi gerekir.

64. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Mahkemeye erişim hakkına ilişkin şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki şikâyetlerinden hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığına ilişkin şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına.

E. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

19/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

METİN SARIGÜL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3287)

 

Karar Tarihi: 20/4/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Okan TAŞDELEN

Başvurucu

:

Metin SARIGÜL

Vekili

:

Av. Sevgi EPÇELİ ARSLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; gözaltı ve tutukluluk süresinin uzunluğu, gözaltında bulunduğu sırada ailesiyle görüştürülmemesi, müdafi yardımından faydalandırılmaması, maddi ve manevi baskıya maruz kalınması, müdafi yokluğunda alınan ifadelerin ve hukuka aykırı elde edilen delillerin mahkûmiyetine esas alınması, mahkeme heyetinde değişiklikler olması, yer göstermeye ilişkin videonun sadece naip hâkim tarafından izlenmesi, ilk derece mahkemesi ve Yargıtayın yeterli gerekçe göstermemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile işkence yasağının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 9/5/2013 tarihinde İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 09/01/2015 tarihinde, başvurununedilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 16/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 23/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

 A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 27/3/2001 tarihinde terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle gözaltına alınmıştır.

9. Başvurucu 28/3/2001 tarihinde müdafii olmaksızın Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde ifade vermiştir. Başvurucu, 1999 yılında HADEP tarafından kurulan seçim bürosuna gidip gelmeye başladığını; Mustafa (kod) adlı kişiyle birlikte 2000 yılında Ümraniye Cezaevinde bulunan PKK terör örgütü mensuplarıyla görüşmeye gittiklerini, örgüt adına vergilendirmek üzere ERNEK mühürlü makbuz aldıklarını, çeşitli kişilerden para alınması eylemlerinde bulunduğunu, 12/2/2001 tarihinde Mustafa kod adlı kişinin Abdullah Öcalan'ın Kenya'da yakalanarak getirilmesinin yıl dönümünde ses getirecek bir eylem yapmaları gerektiğini söylediğini, bir oyuncakçıdan torpil tabir edilen patlayıcıdan aldıklarını, 13/2/2001 günü saat 19.30 sıralarında buluşarak A... bakkal'a gittiklerini, Mustafa'nın fitilin ucuna sigara yerleştirdiğini ve bombayı dükkânın kepenginin arasına koyduğunu, ayrılmalarından iki üç dakika sonra patlamanın gerçekleştiğini söylemiştir. Başvurucu, ayrıca 21/3/2001 günüyapılan gösteri esnasında PKK lehine slogan atan bir grubun polis panzerinin gelmesi üzerine orada bulunan bir bankanın camlarını taşladığını belirtmiştir.

10. Başvurucuya müdafiinin yokluğunda aynı gün, bombalama eylemine ilişkin yer gösterme işlemi yaptırılmış ve işlem video kaydına alınmıştır. Başvurucu, polis ifadesinde belirttiklerine ek olarak torpilleri Mustafa'nın evine getirdiklerini, burada Mustafa'nın torpilleri kartondan yaptığı bir kutuya boşalttığını ve ucuna bir fitil taktığını söylemiştir.

11. 28/3/2001 tarihinde başvurucuyla birlikte diğer şüpheliler İ.B. ve T.A.ya polis tarafından yüzleştirme işlemi yaptırılmıştır. Başvurucu, diğer şüphelilere ilişkin bilgi vermiş;PKK üyesi Mustafa isimli kişinin sorumluluğundaki komite içinde yer aldığını, örgüt için vergilendirme adı altında para aldıklarını ve ifadesinde belirttiği eylemleri gerçekleştirdiğini söylemiştir.

12. İ.B. 28/3/2001 tarihinde yapılan yüzleştirme tutanağında, başvurucunun PKK terör örgütü üyesi Mustafa isimli kişinin sorumluluğunda oluşturulan komite içinde yer aldığını, PKK için vergilendirme adı altında zorla para aldıklarını, cezaevindeki örgüt mensuplarıyla ilişki içinde olduklarını ve aldıkları talimat doğrultusunda hareket ettiklerini belirtmiştir. Diğer şüpheli T.A. ise başvurucu ile birlikte DHKP/C içinde faaliyet gönderirken PKK'ya katılarak ifadelerde geçen komite içinde yer aldıklarını, vergi adıyla para topladıklarını, PKK terör örgütü namına eylemler gerçekleştirdiklerini söylemiştir.

13. Başvurucu 30/3/2001 tarihindeki İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde, Emniyetteki beyanlarını kabul etmiş ve 15/2/2001 tarihinde meydana gelen olaylara da katıldığını belirtmiştir.

14. 30/3/2003 tarihinde İstanbul 5 No.lu DGM'de müdafii huzurunda yapılan sorgu tutanağına göre başvurucu, Cumhuriyet savcılığı ifadesini tekrar ettiğini söylemiştir. Ancak başvurucu, 15/2/2001 tarihli bombalı eyleme katılmadığını, bir gün önce Mustafa'yla birlikte torpil denilen patlayıcı maddeden aldıklarını, sonradan Gazi Mahallesi'ndeki bir bakkalın bombalanması olayının kendi üzerlerine kaldığını, psikolojik baskı altında olduğu için olaya katıldığını söylediğini, Emniyetteki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir. İ.B. ise önceki savunmalarını kabul etmemiş ve yasa dışı bir eyleme katılmadığını belirtmiştir. T.A., başvurucudan bahsetmeksizin kendisinin katıldığını belirttiği vergi adıyla para alınması eylemlerine dair Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesini kabul ettiğini söylemiştir.

15. İstanbul 5 No.lu DGM 30/3/2001 tarihinde başvurucunun, İ.B. ve T.A.nın tutuklanmasına karar vermiştir.

16. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2001 tarihli iddianamesiyle başvurucu, İ.B. ve T.A. hakkında PKK terör örgütü üyesi olmak, bu örgüt adına faaliyetlerde bulunmak ve patlayıcı madde atmak suçlarından dava açılmıştır.

17. Yargılamaya İstanbul 5 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde başlanmıştır.

18. 19/6/2001 tarihli duruşmada başvurucu, suçlamaları reddetmiş; önceki ifadelerinin okunması üzerine polis ifadesinde sadece bombalama eyleminin Mustafa isimli şahıs tarafından yapıldığını duyduğunu söylediğini, DGM Cumhuriyet savcılığı ifadesinin de doğru olmadığını, ne söylediğini bilmediğini, savcıya Mustafa isimli kişiyle ilgili bildiklerini anlattığını, sorgudaki ifadesiyle ilgili olarak ise psikolojik sorunlarının olduğunu ve ne söylediğini bilmediğini belirtmiştir. Diğer sanık İ.B., Emniyet ifadesini baskı ve zora dayılı olduğunu, Cumhuriyet savcılığında ise polislerin aynı yönde ifade vermeleri hususunda kendilerini zorladığını ifade etmiştir. İ.B., sorgudaki ifadesinin doğru olduğunu söylemiştir. T.A., yüzleştirme tutanağını kabul etmemiştir.

19. A... bakkalın bombalanması olayına ilişkin olarak başvurucu ve diğer üç sanık hakkında 30/4/2001 tarihinde ayrı bir davanın daha açıldığı, yargılamayı yapan Gaziosmanpaşa 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 5/3/2002 tarihli kararıyla anılan dosyanın İstanbul 5 No.lu DGM'nin E.2001/108 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

20. 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanun ile 30/6/2004 tarihi itibarıyla DGM'lerin kaldırılmasının ardından yargılamaya İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. 18/8/2005 tarihli duruşmadan itibaren iseMahkeme, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi uyarınca yetkili ağır ceza mahkemesi sıfatıyla yargılamayı sürdürmüştür.

21. 26/1/2006 tarihli duruşmada, yer gösterme işlemine ilişkin video kaydının naip hâkim huzurunda izlenmesine karar verilmiştir. Bu işlem 7/3/2006 tarihinde yapılmış ve başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur.

22. Başvurucu 25/12/2006 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır.

23. Yargılama süresince DGM heyetini oluşturan Mahkeme heyetinde zaman zaman değişiklikler olduğu görülmektedir.

24. Başvurucu vekilleri 27/4/2005 ve 22/3/2011 tarihli dilekçelerinde, gözaltında karşılaştığı maddi ve manevi cebrin etkisiyle başvurucunun gözaltında alınan ifadesini imzaladığını iddia etmişlerdir.

25. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 7/6/2007 tarihli ve E.2001/108, K.2007/161 sayılı kararının gerekçe kısmında başvurucunun vergilendirme, polise saldırma, banka şubesine zarar verme ve özel kişiye ait bir bakkala patlayıcı madde koyma eylemlerinden beraatinin gerektiğini; devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma suçlaması bakımından ise suçun silahlı terör örgütü üyeliği niteliğinde bulunduğunu belirtmiştir. Hüküm kısmında ise örgüt üyeliğine ek olarak patlayıcı madde imali ve muhafazası ile patlayıcı madde atma suçlarından da başvurucu mahkûm edilmiştir. Kararda, başvurucunun polis aşamasındaki baskı iddialarına yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Mahkeme ayrıca İ.B.nin örgüt üyeliği ile patlayıcı madde bulundurma ve atma, T.A.nın örgüt üyeliği ve yağma suçlarından mahkûmiyetine karar vermiştir.

26. Başvurucu, diğer hususların yanı sıra gözaltı süresince polisin insafına bırakıldığından ifadelerinin onun özgür iradesinin ürünü olmadığını, maddi ve manevi cebir sonucu ifadeyi imzalamak zorunda kaldığını belirterek kararı temyiz etmiştir.

27. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 18/2/2010 tarihli ve E.2008/15775, K.2010/2211 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararının gerekçe kısmında başvurucunun örgüt üyeliği suçunun delili ve dayanağını da oluşturduğu anlaşılan bakkala patlayıcı madde konması eylemine katıldığına dair yeterli delil elde edilemediğinden beraatine karar verilmesi gerektiğinin belirtilmesine rağmen hüküm kısmında bu eylemden de cezalandırıldığı gerekçesiyle kararı bozmuştur. Diğer beraat hükümleri yönünden, usulüne uygun yapılmış bir temyiz olmadığından temyiz incelemesi yapılmamış ve bu hükümler kesinleşmiştir.

28. 16/9/2010 tarihli duruşmada bozma ilâmı başvurucuya okunmuş, başvurucu Yargıtay kararına uyulmasını talep etmiştir. Başvurucu, daha sonraki duruşmalarda hazır bulunmamış; müdafii tarafından temsil edilmiştir.

29. 7/12/2010 tarihli duruşmada diğer sanık İ.B.nin bozmaya karşı diyeceklerine ilişkin talimatla alınan ifadesi okunmuş, bozmaya uyulmasına ve dosyanın esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiş, 22/2/2011 tarihinde başvurucu müdafisi, Savcılık mütalaasına karşı diyeceklerini hazırlamak üzere süre talep etmiş; 19/4/2011 tarihli duruşmada eski zabıtlar yeni üye hâkim tarafından okunmuş ve başvurucu müdafii esas hakkındaki savunmasını yapmıştır.

30. 16/9/2010 ile 19/4/2011 arasında yapılan dört duruşmayı yürüten Mahkeme heyetini oluşturan üçüncü üyenin değiştiği görülmektedir.

31. (Kapatılan) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 19/4/2011 tarihli ve E.2010/107, K.2011/75 sayılı kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak, patlayıcı madde bulundurmak ve atmak suçlarından toplamda 9 yıl 17 ay hapis cezasının yanı sıra adli para cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir.

32. Mahkeme kararının başvurucuyla ilgili gerekçe kısmı şu şekildedir:

 "Sanık Metin Sarıgül'ün 1999 yılından önce yasadışı DHKP/C terör örgütü içerisinde faaliyet gösterirken HADEP seçim irtibat bürosuna gidip geldiği bu sırada PKK örgüt üyesi Mustafa Kod ile tanıştığı zaman zaman buluşup görüştüğü onunla birlikte cezaevinde bulunan yasadışı PKK örgüt mensuplarını ziyarete gittiği, örgüt için vergilendirme adı altında para toplamaya yönelik faaliyetlerde bulunduğu, örgüte ait yayınları takip ettiği, sanığın 13/02/2001 tarihinde Gazi Mahallesindeki .... A... Bakkal'a yönelik patlayıcı madde atmak eylemi ile ilgili ayrıntılı ikrarda bulunduğu, yer, zaman ve kişi belirterek patlayıcıyı nasıl temin ettiklerini ve hazırladıklarını anlattığı, bu olayın eylem tutanaklarının getirtilerek dosyaya konulduğu ve sanığın ikrarlarının bu şekilde denetlenerek doğru olduğunun anlaşıldığı, bu şekilde sanığın eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik gösterdiği örgüt üyeliği ağırlığına ve aşamasına ulaştığı, 13/02/2001 günlü A... Bakkal'a yönelik eylemden dolayı patlayıcı madde atmak ve patlayıcı madde bulundurma suçları da sübuta erdiğinden aşağıdaki gibi hüküm verilmesi gerektiği,"

33. Başvurucu; gözaltı süresince devam eden maddi ve manevi cebir sonrasında polis tarafından hazırlanan ifadeyi imzalamak zorunda kaldığı, polisin insafına bırakıldığı dönemdeki ifadeleri özgür iradesinin ürünü olmadığından hükme esas alınamayacağı, gözaltında müdafi yardımından faydalandırılmadığı, yer gösterme işleminin de polisin baskısının devam ettiği dönemde yaptırıldığı, yasal haklarının hatırlatılmadığı, hukuka aykırı delil niteliğindeki yer gösterme işleminin kayda alınmasının ve bu videonun izlenmesinin onu hukuka uygun hâle getirmeyeceği, videonun sadece naip hâkim tarafından izlenmesinin delillerin yüz yüzeliği ilkesine aykırı olduğu, sanığın yakalanmasına neden olan diğer sanığın hazırlık ifadesini geri aldığını ve para toplama iddiasının müştekilerinin kendisini görmediklerini söylediğini, sonradan kabul etmediğini belirttiği hazırlık aşamasındaki ikrarının dışında mahkûmiyetini gerektirecek delil olmadığını, bu yönde Yargıtay kararları bulunduğu, örgüt üyeliği suçunun oluşmadığı, vergi adı altında para toplanması suçlamasından beraat etmesine ve örgüte ait yayınları takip ettiğine ilişkin delil bulunmamasına rağmen bu hususların örgüt üyeliğinden mahkûmiyetine gerekçe yapıldığı, tek bir bombalama eylemi nedeniyle örgüt üyeliği, patlayıcı madde atmak ve bulundurmak şeklinde üç ayrı suçtan mahkûm edildiği, yargılamanın uzun sürdüğü gibi gerekçelerle hükmü temyiz etmiştir.

34. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 4/12/2012 tarihli ve E.2010/8854, K.2012/14238 sayılı ilâmı ile verilen hükümde bir isabetsizlik olmadığını belirterek İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır.

35. Başvurucu, nihai karardan 29/4/2013 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucunun karardan daha erken bir tarihte haber olduğunu gösteren herhangi bir bilgi veya belge tespit edilememiştir.

36. Başvurucu 9/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

 B. İlgili Hukuk

37. 5271 sayılı Kanun'un "İfade alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı 148 maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz"

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

39. Başvurucu;

i. Gözaltı ve tutukluluk süresinin uzun olduğunu, gözaltı süresince ailesiyle görüştürülmediğini, hâkim önüne derhâl çıkartılmadığını belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının,

ii. Gözaltı esnasında fiziksel ve psikolojik şiddet gördüğünü, bu konuda herhangi bir adli soruşturma yapılmadığını belirterek işkence yasağının,

iii. Gözaltında bir müdafiin yardımından yararlandırılmadığını, yer gösterme ve yüzleştirme işlemi esnasında yasal haklarının hatırlatılmadığını, zora dayalı olarak polis tarafından ifadesinin alındığını, yüzleştirme ve yer gösterme yaptırıldığını, yer gösterme esnasında savcı ya da hâkimin hazır bulunmadığını, işlemin kayda alınmasının ya da bu kaydın hâkim tarafından izlenmesinin yer gösterme işlemini hukuka uygun hâle getirmeyeceğini, yasa gereğince müdafiinin yokluğunda verdiği ifadelerin hükme esas alınamayacağını, bu beyanlarının hukuka aykırı delil niteliği taşıdığını, yargılama esnasında aleyhine bir delil elde edilemediğini, aleyhinde beyanda bulunan İ.B.nin hazırlık ifadesini geri aldığını, bu durumun Mahkemenin ön yargıyla hareket ettiğini gösterdiğini, delillerin doğrudan doğruyalığı ilkesine aykırı biçimde yargılama süresince heyette pek çok değişiklikler olduğunu ve yer gösterme işlemine ilişkin videonun sadece naip hâkim tarafından izlendiğini, aynı eylemden dolayı birden fazla cezalandırılmama ilkesine aykırı olarak bakkala patlayıcı konulması şeklindeki tek bir eyleminden dolayı üç farklı cezaya çarptırıldığını, tek bir eylemin örgüt üyeliği suçunu oluşturmaya yetmeyeceğini, örgüte bağlılığını gösteren ve devamlılık arz eden bir durumun olmadığını, Mahkemenin bozma öncesi ve sonrasındaki kararındaki gerekçelerin birbiriyle çeliştiğini, Yargıtay ilâmında da temyizdeki itirazlarının karşılanmadığını, devlet güvenlik mahkemelerine bağımsızlık ve tarafsızlık hususunda getirilen eleştirilerin 5190 sayılı Kanun'la kurulan mahkemeler için de geçerli olduğunu belirterek makul sürede yargılanma da dâhil olmak üzere adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin,

iv. Adil yargılanma hakkının ihlallerine karşı etkili bir hukuk yoluna sahip olmadığını belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, tutukluluk süresine karşılık gelen asgari ücret miktarı olan 24.426 TL maddi tazminat ve uzun yargılama nedeniyle 29.500 TL manevi tazminat talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun gözaltı ve tutukluluğuna yönelik iddialarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, gözaltında karşılaştığını belirttiği muamelelere ilişkin iddialarının işkence yasağı, mahkûmiyetinin haksız olduğuna ve yargılama süresine dair iddialarının ise adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

41. Başvurucu; gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği sürenin uzun olduğunu, gözaltındayken ailesiyle görüştürülmediğini ve hâkim önüne derhâl çıkartılmadığını belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'ungeçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

43. 6216 sayılı Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilir. Bu açık düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş ya da sonuçlanmış hususları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir.

44. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).

45. Somut olayda başvurucunun gözaltı hâlinin, hakkında tutuklama kararının verildiği 30/3/2001, tutukluluğunun ise salıverilmesine karar verilen 25/12/2006 tarihinde sona erdiği (bkz. §§ 15, 22); dolayısıyla özgürlük ve güvenlik hakkının ihlaline yol açtığı ileri sürülen olayların 23/9/2012 gününden öncesine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına dair şikâyetlerinin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. İşkence Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

47. Başvurucu, gözaltında işkence gördüğünü ve bu hususta soruşturma yapılmadığını ileri sürmektedir.

48. Başvurucu 30/3/2003 tarihinde yapılan sorgusunda gözaltında psikolojik baskı altında olduğunu belirtmiş ve yargılama aşamasında müdafilerinin verdiği dilekçelerde ve temyiz aşamasında maddi ve manevi cebir iddialarını dile getirmiştir (bkz. §§ 14, 24, 26). Ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet hükmünde ve Yargıtayın 18/2/2010 tarihli ilâmında, başvurucunun iddialarına ilişkin ayrı bir değerlendirmede bulunulmadığı gibi iddiaların Cumhuriyet Savcılığına bildirilmesi yolu da seçilmemiştir (bkz. §§ 25, 27).

49. Bu itibarla işkence iddialarına yönelik bir soruşturma başlatılmayacağının, en geç Yargıtayın 18/2/2010 tarihli ilâmıyla yani bireysel başvurunun başlamasının öncesinde ortaya çıktığının kabul edilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İçöz/Türkiye (k.k.), B. No: 54919/00, 9/1/2003; Kenar/Türkiye (k.k.), B. No: 67215/01, 1/12/2005; Mehmet Reşit Arslan/Türkiye, B. No: 31320/02, 31/1/2008, §§ 23-26).

50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun anılan şikâyetinin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

i. Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkemede Yargılanma Hakkı ile Doğrudan Doğruyalık İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

51. Başvurucu, 5190 sayılı Kanun'la kurulan mahkemelerin de bağımsızlık ve tarafsızlık hususunda devlet güvenlik mahkemeleri gibi olduğunu ayrıca Mahkeme heyetinde değişiklikler olması nedeniyle delillerin yüz yüzeliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

52. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 "Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

53. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

54. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği olarak bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle iç hukukta düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 18, 19).

55. Öte yandan olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar, bireysel başvuruya konu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).

56. Başvuruya konu olayda başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/4/2011 tarihli kararını temyiz etmiş ise de temyiz dilekçesinde 5190 sayılı Kanun uyarınca görev yaptığı dönemdeki Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin ya da heyetteki değişikliklerin delillerin yüz yüzeliği ilkesine aykırılık oluşturduğuna dair herhangi bir gerekçeye dayanmadığı görülmektedir (bkz. § 33).

57. Anılan iddiaların temyiz aşamasında incelenme imkânı bulunmaktaydı. Bu itibarla başvurucunun iddia ettiği hak ihlalini düzeltme imkânını yargısal makamlara tanımaksızın başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır. Diğer bir ifadeyle bireysel başvuruya konu edilen şikâyetler Derece Mahkemeleri önünde ileri sürülmeksizin ilk defa Anayasa Mahkemesi önünde dile getirilmiştir (Metin Polat, B. No: 2013/1145, 10/6/2015, § 25).

58. Başvurucunun yer gösterme tutanağının sadece naip hâkim tarafından izlenmesine ilişkin şikâyeti ise asıl olarak hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığı iddiasını ilgilendirdiği değerlendirildiğinden bu başlık altında incelenecektir.

59. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Müdafi Yardımından Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

60. Başvurucu, gözaltı süresince bir müdafiin hukuki yardımından faydalandırılmadığını ileri sürmektedir.

61. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Yargılamanın Hakkaniyete Uygun Görülmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

62. Başvurucu, gözaltında yaptırılan işlemlerin ve bu aşamada verdiği beyanların hükümde kullanılmasının ve yapılan yargılamanın bir bütün olarak adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

63. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

iv. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

64. Başvurucu, hakkında açılan davanın uzun sürdüğünü ileri sürmektedir.

65. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Müdafi Yardımından Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

66. Başvurucu, gözaltında bulunduğu sürede kendisine müdafi atanmadığını ileri sürmüştür.

67. Bakanlık yazısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca zorunlu gerekçelerin söz konusu olmaması hâlinde ilke olarak müdafi yardımının ilk polis sorgusundan itibaren sağlanması gerektiği; AİHM kararlarında devlet güvenlik mahkemelerinde yapılan yargılamalar yönünden müdafiye erişim hakkına getirilen sınırlamanın gözaltında tutulan herkes için uygulandığının ve kişiler susma haklarını kullanmış olsa bile böylesine sistematik bir kısıtlamanın adil yargılanma hakkının gereklerine aykırı olduğunun belirtildiği ifade edilmiştir. Bakanlık, ayrıca polis ve Savcılık ifadesi esnasında başvurucuya haklarının hatırlatılmadığı ve müdafi talebinin olup olmadığının sorulmadığı belirtilmiştir.

68. Başvurucu, Bakanlık görüşüne katılmıştır.

69. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

70. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

71. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

"3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

 ...

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek."

72. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin asıl amacı cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir "mahkeme" tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında 6. madde hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin 3. fıkrası, yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme'nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 50).

73. AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir müdafi tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50) fakat müdafi tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye [BD], § 51).

74. Özellikle hukuki düzenlemeler uyarınca sanığın soruşturma aşamasındaki ifade ve tutumu, kovuşturma aşamasında savunma açısından belirleyici bir rol oluşturuyorsa müdafiden yararlanma hakkı soruşturmanın ilk evrelerinden itibaren sağlanmalıdır. Öte yandan haklı sebeplerden ötürü bu hakkın sınırlamalara maruz kalabileceği düşünülebilir. Her durumda sınırlamanın haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı, haklı sebeplere dayanıyorsa dava sürecinin bütününe bakıldığında sanığı adil yargılama hakkından mahrum edip etmediği tartışılmalıdır.

75. Şüphelinin/sanığın müdafii yardımından yaralanması ile aynı zamanda kamu görevlilerinin haksız uygulamalarının önlenmesi, adli hataların oluşmaması, sorgulama veya iddia makamı ile sanık arasında silahların eşitliğinin sağlanması ilkesi başta olmak üzere 6. maddenin amaçlarının gerçekleştirilmesi de sağlanmış olacaktır (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 63; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dağdelen ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1767/03, 25/11/2008).

76. Bu bakımdan soruşturma aşamasında bir müdafi yardımından yararlanma en az kovuşturma aşamasındaki kadar önemlidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden sanık, kovuşturmanın bu aşamasında kendisini savunmasız bir durumda bulabilir ve ancak bu savunmasızlık ya da kendini suçlamaya karşı koruma hakkı bir müdafiin yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Sami Özbil, § 64).

77. Müdafi yardımından faydalanma hakkı esasen kamu makamlarının, şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını öngörmektedir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, § 136; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006; Salduz/Türkiye [BD], § 54). Bir yargılamanın kendini suçlamama hakkının özünü yok edip etmediğini değerlendirirken AİHM'in özel bir ihtimamla gözettiği usul güvencelerinden birisi kovuşturmanın ilk aşamalarında müdafiye erişiminin sağlanıp sağlanmadığıdır. AİHM, bu bağlamda tutuklunun müdafi yardımı almasının kötü muameleye karşı temel bir koruma olduğunu vurgulayan İşkenceyi Önleme Komitesinin tavsiyelerini dikkate almakta ve ağır suçlamalar söz konusu olduğunda bu ilkelere özellikle uyulması gerektiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye [BD], § 54).

78. Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince "uygulanabilir ve etkili" olabilmesi için Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça şüpheliye, polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren müdafiye erişim hakkı sağlanması gerekir. Müdafiye erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- sanığın Sözleşme'nin 6. maddesi tarafından güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir (Magee/İngiltere, B. No: 28135/95, 6/6/2000). Müdafiye erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).

79. Somut olayda başvurucuya isnat edilen birçok eylem bulunmaktadır. Başvurucu 27/3/2013 tarihinde gözaltına alınmış ve tutuklandığı 30/3/2001 tarihine kadar gözaltında tutulmuştur. Başvurucu, müdafii olmadan 28/1/2001 tarihli kollukta verdiği ifadesinde isnat edilen suçları nasıl ve kimlerle birlikte işlediğine dair beyanda bulunmuştur. Başvurucuya polis tarafından yer gösterme ile yüzleştirme işlemleri de yaptırılmıştır. Başvurucu, üzerine atılı eylemlere dair ifade vermiş; bu işlemler esnasında da müdafi yardımından faydalandırılmamıştır.

80. Başvurucu, müdafii olmaksızın 30/3/2001 tarihinde çıkarılmış olduğu savcının huzurunda Emniyetteki ifadesini kabul etmiştir. Başvurucu, aynı tarihte müdafii eşliğinde verdiği sorgu hâkimi ifadesinde ise Emniyette psikolojik baskı altında olduğunu ve oradaki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir.

81. Başvurucunun gözaltında tutulduğu dönemde, DGM'lerin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından yararlanmanın ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabileceği kabul edilmiştir. Anılan tarihlerde, bu kapsamdaki suçlara yönelik soruşturmalar kapsamında gözaltı süresince müdafiye erişim imkânı tanınmamıştır (Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48; Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 144).

82. Bu itibarla başvurucunun gözaltında bulunduğu dönemde müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuata dayandırılan yerleşik bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır. Gözaltında tutulan başvurucunun müdafiye erişimine olanak tanımayan böyle bir uygulamanın müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlali sonucunu doğuracağı açıktır.

83. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesi bağlamında güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Yargılamanın Hakkaniyete Uygun Görülmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

84. Başvurucu; Emniyetteki beyanların hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu, yasa uyarınca müdafii yokluğunda verilen ifadelerin hükme esas alınamayacağını, gözaltındaki ifadesinin zora dayalı olduğunu, yer gösterme ve yüzleştirme işlemleri esnasında yasal haklarının hatırlatılmadığını, yer gösterme işlemine savcı ya da hâkimin katılmadığını, yer göstermenin kayda alınmasının ve bu kaydın naip hâkim tarafından izlenmesinin yer göstermeyi hukuka uygun hâle getirmeyeceğini ayrıca tüm heyetin bu kaydı izlemediğini, yargılama esnasında aleyhine bir delil elde edilemediğini, aleyhinde beyanda bulunan İ.B.nin hazırlık ifadesini geri aldığını, Mahkemenin ön yargıyla hareket ettiğinin anlaşıldığını, mahkeme kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmediğini ve itirazlarının karşılanmadığını ileri sürmüştür.

85. Bakanlık yazısında, şüpheli şahısların polis önünde verdiklerin ifadelerin yargılamanın bütününü etkileyecek derecede önem arz ettiğinin kabul edildiği, AİHM tarafından da soruşturma aşamasında elde edilen delillerin iddia olunan suçun mahkemede değerlendirileceği çerçeveyi belirlemesi sebebiyle bu aşamanın ceza yargılamalarının hazırlanması konusundaki öneminin vurgulandığı, somut olayda Mahkemenin mahkûmiyet hükmünü kurarken ilgili madde atıfları dışında bir gerekçeye yer vermediği belirtilmiştir.

86. Başvurucu; gözaltında bulunduğu esnada baskı sonucu verdiği ifadelerin mahkûmiyet hükmünün esasını oluşturduğu, Yargıtayın yan delille desteklenip doğrulunmayan, baskıya dayalı olduğu bildirilerek sonradan geri alınan hazırlık soruşturmasındaki ikrardan başka kesin ve inandırıcı kanıtlar bulunmadığı durumlarda mahkûmiyet hükümlerini bozduğunu, son karar tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı Kanun uyarınca müdafii katılmaksızın kollukta verilen ifadelerin hükme esas alınmaması gerektiğini, hazırlık soruşturmasında toplanan delillerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu belirterek Bakanlık yazısına karşı çıkmıştır.

87. Anayasa'nın 36 maddesinde, herkesin "adil yargılanma hakkına" sahip olduğu belirtilmektedir. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise kişilerin, davalarının hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme hakları güvence altına alınmıştır. Bu hak, Sözleşme'nin 6. maddesinin diğer fıkralarında yer alan suç isnadı ile karşı karşıya bırakılmış kişilere yönelik asgari hak ve güvencelerle doğrudan bağlantılı olduğu gibi; anılan fıkralardaki güvenceler, (1) numaralı fıkrada ifadesini bulan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının somut görünümleridir. Dolayısıyla hakkaniyete uygun yargılama hakkı, Sözleşme'nin 6. maddesinin özellikle (3) numaralı fırkasındaki somut güvenceler bakımından tamamlayıcı bir fonksiyon ifa etmektedir.

88. Görüldüğü üzere hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ceza muhakemesini ilgilendiren boyutu, savunma hakkı ile ilintili olup özellikle yargılama faaliyeti kapsamında alınan önlemlerin savunma hakkının gerektiği gibi kullanılmasını teminat altına alacak düzeyde olmasını gerektirmektedir. Delil sunmak veya bazı belgeleri istemek gibi davanın tarafının inisiyatifine bırakılan konularda dahi mahkemenin, gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakları güvence altına alma yönünde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 75; Kerojarvi/Finlandiya, B. No: 17506/90, 19/7/1995, § 42). Ayrıca delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması gereklidir.

89. Sözleşme'nin 6. maddesinde delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin ilkeleri düzenleyen açık bir kural bulunmaması, yargılama makamının taraflarca ileri sürülen iddiaları ve gösterilen delilleri gereği gibi inceleme zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemesine aittir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, § 68). Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını değerlendirmektir.

90. Hükme esas alınan bir delilin başka delillerle desteklenmemiş olması, mutlak biçimde her durumda adil yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturmaz. Delilin çok kuvvetli olması ve güvenilirliği konusunda herhangi bir şüphe bulunmaması, destekleyici delillere olan ihtiyacın yoğunluğunu azaltır. Buna karşılık gücü ve güvenilirliği konusunda birtakım şüpheler bulunan bir delilin, suçun sübutu konusunda ulaşılan vicdani kanaat bakımından belirleyici olması hâlinde bu durum hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabilir (Güllüzar Erman, § 63).

91. İkrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış olması da önemli olup müdafiin yokluğunda verilen ifadelerin hükme esas alınabilmesi için kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların bulunup bulunmadığı hususu önem kazanmaktadır. Ayrıca ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının -kovuşturma aşamasında- çelişmeli bir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Aksi yöndeki bir uygulama, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturabilir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

92. Somut olayda başvurucu, bir müdafinin katılımı sağlanmaksızın kolluk ve Savcılıkta farklı vesilelerle verdiği 28/3/2001 ve 30/3/2001 tarihli beyanlarında üzerine atılı suçlamaları kabul etmiştir (bkz. §§ 9, 11, 13). Başvurucu 30/3/2001 tarihinde müdafii eşliğinde sorgu hâkimi önünde verdiği ifadesinde ise Emniyette psikolojik baskı altında olduğunu ve oradaki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir. Başvurucu vekilleri de yargılama aşamasında verdikleri dilekçelerde ve temyiz dilekçesinde başvurucunun maddi ve manevi cebir altında gözaltındaki ifadelerini verdiğini ileri sürmüşlerdir.

93. Mahkeme kararının gerekçe kısmına bakıldığında başvurucunun mahkûmiyetinin A... bakkalın bombalanması eylemi yönünden münhasıran sonradan kabul etmediğini belirttiği gözaltı aşamasındaki ifadelerine dayandırıldığı, örgüt üyeliği bakımından ise bu ifadelerin en azından esaslı delil oluşturduğu görülmektedir (bkz. § 32). Başvurucu aleyhinde beyanda bulunan diğer sanık İ.B., bu ifadelerini kovuşturma evresinde reddetmiştir (bkz. § 18). Öte yandan polis tarafından yaptırılan ifade alma, yer gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvurucuya haklarının hatırlatıldığına dair bir ibare bulunmamaktadır.

94. İlave olarak Derece Mahkemelerinin karar tarihleri itibarıyla 5271 sayılı Kanun yürürlükte olmasına rağmen daha sonradan kişi tarafından doğrulanmadığı sürece müdafi yokluğunda kollukta verilen ifadelere hükümde dayanılamayacağına ilişkin Kanun'un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmüne değinilmediği anlaşılmaktadır.

95. Tüm bu hususlar birlikte gözetildiğinde başvurucunun müdafii olmaksızın verdiği ifadelerinin mahkûmiyetine esas alınmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi gereğine uyulmadığı sonucunu doğurmaktadır (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 149). Ulaşılan bu sonuç doğrultusunda başvurucunun diğer iddialarının esasına dair ayrı bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

96. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

97. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğünü ileri sürmektedir.

98. Bakanlık yazısında benzer bir şikâyetin Cevdet Genç (B. No: 2012/142, 9/1/2014) kararında da değerlendirildiği ve gözönüne alınacak ilkelerin belirlendiği gerekçesiyle görüş sunulmasına gerek görülmediği ifade edilmiştir.

99. Başvurucu, karşı beyanlarında ihlal olguların varlığının Bakanlık görüşünde kabul edildiğini belirtmiştir.

100. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesi de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

101. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

102. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı 27/3/2001 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir. Mevcut olayda Yargıtay onama kararının verildiği 4/12/2012 tarihinde yargılama tamamlanmıştır (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Başvurucu hakkındaki yargılama bu itibarla 11 yıl 8 ay 7 günde sonuçlanmıştır.

103. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde 27/3/2001 tarihinde gözaltına alınan ve 30/3/2001 tarihinde tutuklanan başvurucu ile diğer iki sanık hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2001 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılama, yaklaşık 5 yıl 9 ay süre başvurucunun tutukluluğunda devam etmiş, başvurucu 25/12/2006 tarihinde tahliye edilmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet kararı, Yargıtayın 18/2/2010 tarihli ilâmıyla bozulmuş; 19/4/2011 tarihli mahkûmiyet hükmü ise 4/12/2012 tarihinde Yargıtay tarafından onanmıştır.

104. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvuruya konu ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi ölçütler dikkate alındığında karmaşık olarak değerlendirilemez. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usul haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Yargıtayın ilk bozma kararı sonrasındaki yargılamanın İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay önünde 2 yıl 10 ay gibi kısa bir içinde tamamlanmış olmakla birlikte daha önceki dönemdeki yargılamanın neredeyse on yıllık bir süreyi kapsadığı dikkat çekmektedir. Öte yandan 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet hükmüne kadar geçen dönemdeki yargılamanın büyük ölçüde başvurucunun tutukluluğunda devam ettiği de önem taşımaktadır.

105. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında iki dereceli bir yargılamada iki kez inceleme sonucunda geçen 11 yıl 8 ayın üzerindeki yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

106. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

107. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

108. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

109. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlandırılma, hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

110. Müdafi yardımından yararlandırılma, hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar haklarının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere(kapatılan) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

111. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 15.900 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

112. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

113. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İşkence yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkı ile doğrudan doğruyalık ilkesinin ihlaline ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından faydalanma, yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi ve makul sürede yargılanma hakkının ihlaline ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma ve yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 15.900 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DELİL İLDAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/2498)

 

Karar Tarihi: 12/7/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Alparslan ALTAN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Okan TAŞDELEN

Başvurucu

:

Delil İLDAN

Vekili

:

Av. Keleş ÖZTÜRK

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, hastalık dolayısıyla usulüne uygun olarak savunmanın alınmamış ve aleyhteki delillere karşı beyanda bulunulamamış olması nedenleriyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkesinin; kötü muameleye dayalı olarak kollukta verilen ve sonradan inkâr edilen ifadelerin hükme esas alınması ve kararların uygun biçimde gerekçelendirilmemesi nedenleriyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının; davanın uzun sürede sonuçlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi ile görevli mahkemelerde yapılan yargılamalarla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/2/2014 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 1/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 23/1/2016 tarihli yazısında, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

1. Başvuruya Konu Ceza Yargılaması

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, MLKP silahlı terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında 15/3/1996 tarihinde gözaltına alınmıştır.

8. Başvurucu 24/3/1996 tarihinde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde müdafii olmaksızın verdiği ifadesinde MLKP terör örgütünün askerî kanadında görev yaptığını, diğer bazı kişilerle birlikte örgütün Suriye'deki kampına giderek siyasi ve askerî eğitim aldığını, örgütün Gazi Mahallesi sorumlusu olduğunu, CemalTarık ve Cemil kod adlarını kullandığını ve bir döviz bürosunun soyulması, belediye otobüsünün yakılması ve polis otosunun taranması ile Kaymakamlık, Emniyet Müdürlüğü ve bir parti binasına ateş açılması eylemlerine katıldığını belirtmiştir.

9. Başvurucu 29/3/1996 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde gözaltında işkence gördüğünü, gözleri kapalıyken bazı belgelerin kendisine imzalattırıldığını ve üzerine atılı eylemleri işlemediğini ileri sürmüştür.

10. İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM) yapılan sorgusunda başvurucu, kolluktaki ifadesinin baskı altında alındığını ve kabul etmediğini söylemiştir. Sorgusu yapılan diğer kişiler de kollukta alınan beyanlarını reddetmiştir. Bu kişilerden, K.B. (gözaltı tarihi: 15/3/1996), Y.A. (gözaltı tarihi: 5/3/1996), B.P., H.M. ve F.E. işkence, baskı veya zora dayalı ifade verdiklerini, S.B. tecavüz tehditi ve korkusu altında ifadesini imzaladığını, H.O. kendisine vurulduğunu, İ.Ç. kolluğun kötü muamelerini protesto ettiğini söylemiştir. Mahkeme 29/3/1996 tarihinde, başvurucunun ve diğer kişilerin tutuklanmasına karar vermiştir.

11. Şikâyetleri üzerine başvurucunun ve diğer şüphelilerin muayene edildikleri anlaşılmaktadır.

12. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Adli Tabipliğinin düzenlediği 29/3/1996 tarihli raporda, başvurucunun sağ elinin iki parmağında ağrı ve uyuşukluk şikâyeti ve belin her iki yanında ağrı şikâyeti bulunduğu belirtilmiştir.

13. Adli Tabipliğin raporunda, başvurucuyla aynı gün muayene edilen İ.Ç., B.P., Y.A., F.E., H.O., A.O., A.H.P., S.K., A.A. (gözaltı tarihi: 24/3/1996), H.M., D.Ş., S.B. ve A.Y.nin vücutlarının çeşitli yerlerinde ağrı ve uyuşukluk şikâyetlerinin olduğu, sıyrıklar, eski ekimoz bulunduğu ve İbrahim Ç.nin dişlerinden birinin sallandığı not edilmiştir.

14. Başvurucu ve diğer şüpheliler hastaneye sevk edilmişlerdir. Hastanede yapılan muayenelerinin ardından Adli Tabipliğin düzenlediği 1/4/1996 tarihli raporda, tespit edilen bulguların başvurucu ve İ.Ç.nin beş gün; B.P., F.E., A.H.P. ve D.Ş.nin üç gün; A.O.nun bir gün iş güç kaybına yol açtığı değerlendirilmiştir. H.A., S.K. ve A.Y. ile ilgili olarak gün tayinine gerek olmadığı belirtilmiştir. Y.A. bakımından ağrı ve hissizlik şikâyetiyle ilgili patolojik bir bulguya rastlanmadığı, testislerindeki ağrıya yönelik olarak ise üroloji servisindeki muayenesinden sonra rapor verilebileceği değerlendirilmiştir.

15. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 23/7/1996 tarihinde, başvurucu ve diğer on üç sanık hakkında anayasal düzeni cebren yıkmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütü üyeliği veya örgüte yardım suçlarından dava açmıştır.

16. Başvurucu cezaevinde önce açlık grevine, kırk beşinci günün ardından ise ölüm orucuna başlamıştır. Başvurucu 28/7/1996 tarihinde hastaneye kaldırılmıştır.

17. İstanbul Tıp Fakültesinin 4/9/1996 tarihli raporunda, açlık grevinin sonucunda wernicke-korsakoff hastalığının oluştuğu tespit edilmiştir. Raporda, hastalığın etkileri arasında yürütücü işlevlerde bozukluk ve bellek kusuru sayılmıştır.

18. 8/11/1996 tarihli raporda, hastaneden çıkarılmasından bir ve iki ay sonra yapılan kontrollerde başvurucunun denge bozukluğunun aynen devam ettiği, zihinsel açıdan hafif bir düzelme olduğu sonucuna varılmıştır.

19. Başvurucu 8/11/1996, 20/1/1997, 26/3/1997 ve 30/7/1997 tarihli celselere rahatsız olması, katılmayı istememesi nedeniyle veya belirlenemeyen bir nedenle katılmamıştır. Başvuru formunda, rahatsızlığı nedeniyle duruşmalarda bulunulamadığı ileri sürülmüştür.

20. 20/1/1997 tarihli celsede dinlenen B... Döviz Bürosunun sahibi M.Y., gasp eylemini altı kişinin gerçekleştirdiğini, bu kişilerden birini poliste teşhis ettiğini, zaman geçtiği için tam hatırlayamadığını fakat teşhis ettiği kişinin sanık K.B.ye benzediğini söylemiştir. Tanık Ş.Y. ise gasp olayına katılan beş altı kişiden, kendisine silahı dayayıp yere yatmasını söyleyen kişinin başvurucu olduğunu belirtmiştir. Kolluktaki ifadelerinde, M.Y.nin K.B.yi, Ş.Y.nin başvurucuyu teşhis ettiği anlaşılmaktadır.

21. İstanbul 4 No.lu DGM, 13/10/1997 tarihli celsede hazır bulunan başvurucunun savunma yapacak ve ayağa kalkacak durumda olmadığını gözlemlemiştir.

22. Mahkeme 22/12/1997 tarihli celsede, başvurucunun cezai ehliyetinin bulunup bulunmadığına ve mevcut hâliyle savunma yapacak durumda olup olmadığına dair rapor alınmasına karar vermiştir.

23. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Gözlem İhtisas Dairesinin 19/3/1998 tarihli raporunda, açlık grevinden önce başvurucunun herhangi bir psikiyatrik geçmişinin bulunmadığı, açlık grevi sonrasında beyin hasarı geliştiği, soyut düşünme yeteneğinin ve yargılamasının bozulduğu, rahatsızlığın iyileşme sürecinde olduğu belirtilmiştir. Raporda, suç öncesi ve sırasında herhangi bir akıl hastalığı veya zayıflığı bulunmadığından başvurucunun cezaisorumluluğunun tam olduğu, rahatsızlığının açlık grevine bağlı geliştiği, mevcut durumu itibarıyla savunma yapamayacağı, sağlık durumunun bir yıl sonra tekrar değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

24. Adli Tıp KurumuBaşkanlığı 4. İhtisas Kurulu 27/5/1998 tarihli raporunda, başvurucunun cezai ehliyetine ilişkin yukarıda ulaşılan sonuca katılmıştır. 3. İhtisas Kurulu 24/7/1998 tarihinde, rahatsızlığının başvurucuyu sürekli bakıma muhtaç bıraktığı, cezaevinde tutulmasının sakıncalı olduğu ve tutulmasının bir yıl süreyle tehirinin uygun olduğu yönünde görüş bildirmiştir.

25. Mahkeme 26/10/1998 ve 23/12/1998 tarihli celselerde başvurucunun savunmasının hazır edildiği zaman alınmasına karar vermiştir.

26. İstanbul 4 No.lu DGM 24/3/1999 tarihinde, mevcut raporları ve duruşmada gözlemlenen hâlini dikkate alarak başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.

27. Başvurucu müdafii 28/2/2001 tarihli celsede, başvurucunun hâlen ifade verecek durumda olmadığını belirtmiştir.

28. Başvurucu 7/10/2002 tarihli celseye gelmiş fakat rahatsızlığının devam ettiğini, savunma yapacak bir durumda bulunmadığını ve söyleyecek başka bir şeyin olmadığını belirtmiştir.

29. Devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılmasının ardından davanın görülmesine İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir.

30. (Kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli), 6/6/2007 tarihli ve E.1996/312, K.2007/211 sayılı kararıyla savunmasının alınmadığı gerekçesiyle başvurucu hakkındaki davanın tefrikine; sanıklar K.B. ve Y.A.nın anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Diğer sanıklar hakkındaki davalar zamanaşımı nedeniyle düşürülmüş veya sanıkların beraatına hükmedilmiştir.

31. Bu kararın Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 25/12/2008 tarihinde usule ilişkin nedenlerle bozulduğu, Mahkemenin E.2009/58 sayılı dosyaya kaydedilen davada 21/4/2010 tarihinde önceki hükümdeki gibi karar verdiği ve Yargıtayın 21/7/2011 tarihli ilamıyla kararı düzelterek onadığı anlaşılmaktadır.

32. Başvurucu hakkındaki dava, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/365 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.

33. Bu Mahkemedeki ilk iki celseye gelen olmamıştır.

34. Başvurucu müdafii 17/9/2008 tarihli celseye mazeret dilekçesi göndermiş ve adresi araştırılan başvurucunun hâlen eski adresinde ikamet ettiğini ve rahatsızlığının sürdüğünü bildirmiştir.

35. Başvurucu 23/2/2009 tarihli celsede hâlen rahatsız olduğunu, kendisine okunan ifadeleri, olayları ve şahısları hatırlamadığını ileri sürmüştür. Mahkeme, başvurucunun tedavisinin sürüp sürmediğinin ilgili hastaneden sorulmasına ve E.1996/312 sayılı ana dosyanın Yargıtaydan dönüşünün beklenmesine karar vermiştir.

36. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 17/6/2009 tarihinde wernicke-korsakoff hastalığına ilişkin olarak Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasına karar vermiştir.

37. 14/2/2011 tarihli celsede raporun aldırılamadığı yönünde gelen yazı okunmuştur.Mahkeme, araştırılan hususun cezai ehliyetin tespitine değil cezaevinde kalıp kalmamaya ilişkin olduğu gerekçesiyle ara kararından geri dönmüştür. Duruşmada bu kez bozma sonrası E.2009/58 sayıya kaydedilen ana dosyanın Yargıtaydan dönüşünün beklenmesi gerektiğine karar verilmiştir.

38. E.2009/58 sayılı ana dosyanın Yargıtaydan dönmesinin ardından 16/5/2012 tarihli celsede Cumhuriyet Savcılığından mütalaa talep edilmiştir.

39. Cumhuriyet savcısı 8/10/2012 tarihinde mütalaasını sunmuştur. Başvurucu müdafii, başvurucunun henüz savunmasını yapamadığını belirtmiş ve cezai ehliyeti hususunda rapor alınmasını talep etmiştir. Mahkeme, başvurucunun yazılan yazılara rağmen Adli Tıp Kurumuna gitmemesi nedeniyle rapor alınamadığı ve daha önce ara kararıyla rapor alınmasına gerek görülmediği gerekçeleriyle talebi reddetmiştir.

40. Başvurucu müdafii 29/1/2013 tarihli celsede başvurucunun savunmasının alınmamış olması nedeniyle kendisinin de savunma yapmayacağını söylemiştir.

41. (Kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) 29/1/2013 tarihli ve E.2007/365, K.2013/4 sayılı kararıyla başvurucunun anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir.

42. Mahkeme, bir altın atölyesinin ve B... Döviz Bürosunun gasbedilmesi, propaganda amacıyla bir radyonun basılması, bir inşaata bombalı pankart asılması ile Kaymakamlığa ve bir parti binasına bomba ve silahla saldırılması eylemlerine başvurucunun K.B. ve Y.A. ile birlikte katıldığı sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme bu eylemlerin yasa dışı terör örgütü MLKP adına anayasal düzeni silahlı halk ayaklanması yoluyla yıkmaya ve yerine Marksist Leninist ilkelere dayalı bir devlet düzeni kurmaya yönelik, vahim ve amacı gerçekleştirmeye uygun olduğunu değerlendirmiştir.

43. Ağır Ceza Mahkemesi kararını başvurucunun kolluktaki ifadesine, başvurucu ve K.B.nin kaldığı evde ve bu kişilerin gösterdikleri yerlerde gerçekleştirilen aramalarda silah, patlayıcı madde ve diğer bazı malzemelerin ele geçirilmesine, bu malzemelerin örgüt tarafından gerçekleştirilen eylemlerde kullanıldığına, K.B., Y.A. ve/veya başvurucuya yaptırılan yer gösterme işlemlerine (E... Kuyumculuktaki gasp eylemi de dâhil olmak üzere), radyo istasyonunun basılması eylemiyle ilgili K.B. ile başvurucunun teşhis edildiğine dair tutanağa, İ.A.nın başvurucu hakkındaki ifadelerine, C.D.T. ile Y.K.nın beyanlarına, A.H.B.nin çeşitli ifadeleri ile bu kişinin K.B. ve başvurucu hakkında itirafçı olarak verdiği yazılı beyanına, olay tutanaklarına ve dosyadaki diğer bilgilere dayandırmıştır. Mahkeme kararında, Y.A. ve K.B. hakkında E.2009/58 sayılı dosyada verilen mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği de belirtilmiştir.

44. Gerekçeli kararda İ.A., A.H.B.nin ve B... Döviz Bürosunun sahibi müşteki M.Y.nin ifadelerine yer verilmiş; diğer ifadelere atıf yapılmıştır. İ.A.nın 1997 tarihli kolluk ifadesinde başvurucunun MLKP terör örgütünün Gazi Mahallesi sorumlusu olduğunu, Taylan ve Cemal kod adlarını kullandığını ve bir derneğe molotof atılması eylemine birlikte katıldıklarını söylediği anlaşılmaktadır. A.H.B.nin kolluktaki ifadesinde ve sonraki beyanlarında başvurucunun örgüt içinde yer aldığını ve başvurucunun kaymakamlığa ve parti binasına bomba atılması ve ateş açılması eyleminde yer aldığını ifade ettiği belirtilmiştir. Müşteki M.Y.nin K.B.yi teşhis ettiği görülmektedir.

45. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun Cumhuriyet Savcılığındaki ve sonraki aşamalardaki beyanlarına itibar etmemiştir. Mahkeme, kollukta sıcağı sıcağına verilen ifadeler ile kararına dayanak yaptığı delillerin örtüştüğünü belirtmiş ve başvurucunun suçtan kurtulmak amacıyla ifadesini inkâr ettiğini değerlendirmiştir.

46. Başvurucu; sağlık durumu itibarıyla savunması alınmaksızın hüküm kurulduğunu, mahkûmiyetine esas ifadelerin baskı ve zora dayalı alındığını ve sonraki aşamalarda inkâr edildiğini, ilgili görevlilerin kötü muamele suçundan cezalandırıldığını fakat zamanaşımının dolması nedeniyle davanın temyiz aşamasında düşürüldüğünü belirterek bu kararıtemyiz etmiştir.

47. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 11/11/2013 tarihli ve E.2013/11360, K.2013/13670 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararını düzeltmek suretiyle onamıştır. Yargıtay, altın atölyesinde ve E... Kuyumculukta işlenen gasp eylemlerine, radyo istasyonunun basılmasına ve bombalı pankart asma eylemlerine başvurucunun katıldığını gösteren yeterli delil bulunmadığından bu kısımların gerekçeden çıkartılmasına hükmetmiştir.

48. Yargıtay ilamı 28/1/2014 tarihinde başvurucu müdafiine tebliğ edilmiştir.

49. Başvurucu 25/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

2. Kolluk Görevlileri Hakkında Açılan Ceza Davası

50. Başvurucuyla birlikte gözaltına alınan İ.Ç., B.P., F.E., A.H.P., D.Ş., A.A., A.O. ve H.M.ye gözaltında tutuldukları 15/3/1996 ile 24/3/1996 tarihleri arasında kötü muamelede bulundukları iddiasıyla yedi polis memuru hakkında 1997 yılında ceza davası açılmıştır.

51. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi 20/9/2002 tarihli kararıyla beş sanığın atılı suçtan hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir.

52. Yargıtay 8. Ceza Dairesi 4/10/2004 tarihli ilamıyla zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek davanın düşürülmesine hükmetmiştir.

3. AİHM'e Yapılan Başvuru

53. Başvurucu, F.E., İ.Ç. ve B.P., kötü muamele gördükleri ve bu hususta etkili bir yol bulunmadığı iddiasıyla 2004 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur.

54. AİHM 30/6/2009 tarihli ve 16234/04 başvuru numaralı kararıyla kötü muamele iddialarının sağlık raporuyla kanıtlandığını ve açılan davanın zamanaşımından düştüğünü tespit etmiş; kötü muamele yasağının hem esastan hem de usulden ihlal edildiğine karar vermiştir.

B. İlgili Hukuk

55. Başvurucunun cezalandırılmasına esas alınan anayasal düzeni ortadan kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçu Mahkemenin lehe kanun olduğunu değerlendirdiği 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiştir.

56. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İfade alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı 148. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.

...

(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez."

57. 5271 sayılı Kanun'un "Delilleri takdir yetkisi" kenar başlıklı 217. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

58. Mahkemenin 12/7/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

59. Başvurucu, savunmasını yapacak durumda olup olmadığına ilişkin rapor alınması taleplerinin reddedildiğini, usulüne uygun biçimde savunması alınmadığından yargılamanın esasına etkili delillerin sorulup tartışılmadığını, soruşturmanın genişletilmesi taleplerini sunamadığını, eksik soruşturmaya dayalı karar verildiğini, müdafi yokluğunda yasak sorgu yöntemleriyle elde edilen ve sonraki aşamalarda inkâr edilen kolluktaki ifadelere dayanıldığını, Mahkeme kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmediğini, yargılamanın uzun sürdüğünü ve buna karşı başvurabileceği bir yolun bulunmadığını belirterek adil yargılanma, gerekçeli karar, makul sürede yargılanma ve etkili başvuru haklarının, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ile doğrudan doğruyalık ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca farklı yargılama usullerinin izlenmesi nedeniyle bazı suçlara ilişkin davaların 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi uyarınca görev yapan mahkemelerde görülmesinin ve bu mahkemelerin kaldırılmasının ardından sadece ilk derece mahkemeleri önünde görülmekte olan davaların diğer mahkemelere devredilmesi nedenleriyle eşitlik ve hukuk devleti ilkeleri ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi ile 20.068 TL maddi ve 80.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

60. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi ile görevli mahkemelerde yapılan yargılamalara ilişkin iddiasının eşitlik ilkesi, usulüne uygun biçimde savunmasının alınmadığına ve delillere karşı beyanlarının alınamadığına yönelik iddialarının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkesi, müdafi yokluğunda yasak usullerle alınan kolluktaki ifadelerin mahkûmiyete esas alındığına ve Mahkeme kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmediğine ilişkin iddialarının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı; hakkındaki davanın uzun sürdüğüne ilişkin iddiasının makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

61. Başvurucu kimi suçlara ilişkin yargılamaların 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi ile görevli mahkemelerde yürütüldüğü ve bu mahkemelerin kapatılmasının ardından sadece bazı davaların normal ağır ceza mahkemelerine devredildiği gerekçesiyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

62. Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

63. Ayrımcılık iddiasının incelenebilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki kişilere yönelik farklı uygulamaların meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 50).

64. 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinin görev sahaları ve kapatılmalarının ardından hangi tür davaların diğer mahkemelere devredileceği genel bir kanuni düzenlemeye dayanarak belirlenmiştir (Deniz Seki, B. No:2014/5170, 25/6/2015, § 56; Abdulvahap Aydemir ve Yusuf Candemir, B. No: 2013/7349, 1/12/2015, § 53). Başvurucu, kendisine hangi nedenle ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Dolayısıyla başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanıtlanamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

65. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

66. Başvurucu, adil yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkesinin, hakkaniyete uygun ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

67. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

68. Başvurucu, kendisinin ve diğer kişilerin müdafi yardımından faydalanmaksızın verdikleri, yasak sorgu usulleriyle alınan ifadelere hükümde dayanılması ve kararların uygun gerekçe içermemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

69. Müdafi yokluğunda alınan ifadelere dayanıldığı iddiasının temyiz aşamasında ileri sürülmediği anlaşıldığından (bkz. § 46; Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 18-20), incelemenin kapsamı başvurucunun diğer şikâyetleriyle sınırlı tutulmuştur.

70. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

71. Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır.

72. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirmektir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27). Bu kapsamda delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığı dikkate alınmalıdır (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 60).

73. Adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan hakların etkili bir şekilde korunması gereklidir. Bu itibarla işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler sonucunda elde edilen delillerin kullanılması da yargılamanın adilliğine yönelik ciddi sorunlar ortaya çıkarır. Zira işkence ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Güllüzar Erman, § 64; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 178).

74. Hüküm kurulurken işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ile toplanan delillere dayanılması hakkaniyete uygun yargılama hakkı ile bağdaşmamaktadır. Ancak suç şüphesi altındaki kişinin yargılama sırasında verdiği ikinci ikrarın, tek başına veya bunu doğrulayıcı tartışmasız nitelikteki maddi delillerle birlikte mahkûmiyetine ve cezalandırılmasına yeterli bulunduğu ve özellikle kullanılan yasak sorgu yöntemleri sonucunda tartışmalı hâle gelen maddi deliller ile kişinin cezalandırılması arasındaki nedensellik bağının kesildiği durumlarda salt işkence ve kötü muamele yasağına aykırılık nedeniyle yargılamanın bütün olarak adil olmadığının kabul edilmesi mümkün değildir. Yargılama kapsamında dayanılan diğer delillerin sıhhatine bakılarak hakkaniyete uygun yargılama yapılıp yapılmadığı tespit edilmelidir(Güllüzar Erman, §§ 64, 65).

75. İkrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının -kovuşturma aşamasında- çelişmeli bir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekli olup aksi yöndeki uygulamalar, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturur (Güllüzar Erman, § 67; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

76. Sonuç olarak işkence ve kötü muamele altında toplanan delillerin, mahkemenin ulaştığı vicdani kanaat üzerinde etkili olması ve bu etkinin önemini ortadan kaldıracak derecede esaslı, güvenilir ve şüpheden uzak başka delillere dayanılmamış olması yargılamanın bütün olarak adilliğini zedelemektedir(Güllüzar Erman, § 66).

77. Somut olayda başvurucular ve diğer bazı şüpheliler 15/3/1996 ile 29/3/1996 tarihleri arasında gözaltında kalmışlar ve gözaltından çıkarılmalarının ardından Cumhuriyet savcısına ve sorgu hâkimine verdikleri ifadelerinde kötü muamele ve baskı iddialarını dile getirmişlerdir (bkz. §§ 7, 9, 10). Yapılan muayeneleri sonucunda başvurucu, İ.Ç., B.P., F.E., A.H.P., D.Ş. ve A.A.da bir ve beş gün arasında değişen sürelerde iş güç kaybına yol açacak yaralanmalar ve bulgular saptanmıştır (bkz. §§ 12-14). Gözaltına alındıkları tarihte bu kişilerin yaralanmalarının veya rahatsızlıklarının olduğunu gösteren herhangi bir raporun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

78. Bu yaralanmalar nedeniyle yedi polis memuru hakkında ceza davası açılmış; Mahkeme, beş sanığın kötü muamelede bulunmaktan mahkûmiyetine karar vermiştir. Yargıtay 2004 yılında, açılan davaların zamanaşımının dolması nedeniyle düşürülmesine hükmetmiştir (bkz. §§ 50-52). Başvurucu ve diğer üç kişi, bunun üzerine AİHM'e başvurmuştur. AİHM 2009 yılındaki kararında, sağlık raporlarındaki tespitlerin kötü muameleyi gösterdiğini ve açılan davanın da uzun süren yargılama sonucunda düştüğünü belirterek esas ve usul yönünden kötü muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (bkz. § 54).

79. Yukarıdaki dikkate alındığında başvurucunun ve yaralanma bulguları tespit edilen diğer altı şüphelinin kollukta verdikleri ifadelerin yasak sorgu yöntemi olan kötü muamele sonucunda elde edildiğine yönelik kuvvetli işaretlerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen tespitler, bu kişilerle çakışan tarihlerde ve benzer koşullarda ifadeleri alınan diğer şüphelilerin kötü muamele veya zor kullanıldığı iddialarının da Mahkemesince değerlendirilmesini gerektirmektedir.

80. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi; başvurucunun mahkûmiyetine hükmederken başvurucuya, K.B. ve/veya Y.A.ya yaptırılan yer gösterme işlemleri ile başvurucunun beyanlarını kararına esas almıştır. Mahkeme ayrıca İ.A., A.H.B. ve B... Döviz Bürosunun sahibi müşteki M.Y.nin ifadelerine, C.D.T. ile Y.K.nın beyanlarına, arama sonucunda bulunan malzemelere, teşhis tutanağına (Yargıtay tarafından hükümden çıkartılan eyleme ilişkin), olaylara ilişkin tutanaklara ve genel biçimde dosyadaki diğer bilgi ve belgelere dayanmıştır (bkz. §§ 43, 44).

81. 5271 sayılı Kanun'un 148. ve 217. maddelerinde yasak usullerle alınan ifadelerin karara esas alınmayacağı düzenlenmiştir. Bununla birlikte İlk Derece Mahkemesi kararında, kötü muamele iddiası nedeniyle başvurucunun kolluk ifadesinin şüpheli hâle gelip gelmediğine yönelik bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu itibarla başvurucunun gözaltında maruz bırakıldığı muamele sonucunda ifade verdiğini belirtmesinin, gözaltı çıkışında düzenlenen raporda diğer bazı şüphelilerle birlikte başvurucuda iş gücü kaybına yol açacak yaralanma ve bulguların tespit edilmesinin, açılan dava nihayetinde zamanaşımından düşürülse dahi İlk Derece Mahkemesinin beş görevlinin mahkûmiyetine hükmetmiş olmasının dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemenin suçtan kurtulmak amacıyla başvurucunun ifadesini değiştirdiğini belirtmesi, mevcut başvurunun şartlarında yeterli bir açıklama sağlamamaktadır. Öte yandan AİHM'in başvurucu ve diğer bazı sanıklara ilişkin ihlal kararı da gözetildiğinde kötü muamele iddialarının Mahkeme tarafından açık biçimde karşılanması ya da bu beyanlara kararda dayanılmaması gerekmektedir.

82. Beyanları başvurucunun cezalandırılmasına esas olan ve başvurucuyla aynı tarihlerde gözaltında kalan K.B. ile Y.A.nın iddialarına ilişkin olarak da herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığı görülmektedir.

83. Dolayısıyla kötü muamele altında alındığı ileri sürülen beyanların mahkûmiyet hükmüne gerekçe yapılmasının yargılamanın bütün olarak adilliğini zedelediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu bakımdan kararda gösterilen diğer delillerin, şüpheli beyanların etkisini ortadan kaldıracak ağırlıkta olduğu söylenemez.

84. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılanma İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

85. Başvurucu, uygun biçimde savunmasının alınmamış olması ve aleyhindeki delillere karşı beyanda bulunamaması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

86. Başvurucunun yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin yukarıda ulaşılan sonuç dikkate alınarak bu başlık altında ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

87. Başvurucu, ceza davasının uzun sürede sonuçlandırılması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

88. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesi de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

89. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

90. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

91. Somut başvuruya konu yargılama başvurucunun gözaltına alındığı 15/3/1996 ile Yargıtayın onama ilamının verildiği 11/11/2013 tarihleri arasında sürmüş, yani yargılama 17 yıl 7 ay 27 günde sonuçlanmıştır (bkz. §§ 7, 47).

92. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-44).

93. Başvuruya konu ceza davasının nisbeten karmaşık bir nitelik taşıdığı, yargılamadaki uzamanın bir kısmının rahatsız olan başvurucunun savunmasının alınabilmesine yönelik olduğu söylenebilir (bkz. §§ 16-28). Bununla birlikte Adli Tıp Kurumunun 19/3/1998 tarihli raporunda başvurucunun savunma yapacak durumda olmadığı ve sağlık durumunun bir yıl sonra tekrar gözden geçirilmesi gerektiği belirtilmesine rağmen bu hususta yeni bir inceleme yaptırılmaksızın 29/1/2013 tarihine kadar hüküm kurulmadığı dikkate alındığında 17 yıl 8 aya yaklaşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır. Yaşanan gecikmenin esaslı biçimde başvurucunun yargılama sürecindeki davranışlarından kaynaklandığını gösteren bir husus da bulunmamaktadır.

94. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

95. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

96. Başvurucu yargılamanın yenilenmesi ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

97. Yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

98. Yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için başvurucunun yeniden yargılanmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

99. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında ve somut başvurunun koşullarında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

100. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

101. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36 maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkesine yönelik karar verilmesine YER OLMADIĞINA,

D. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) dosyasının ilgili olduğu mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

12/7/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ORHAN KILIÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/4704)

 

Karar Tarihi: 1/2/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 10/4/2018-30387

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportörler

:

Akif YILDIRIM

 

 

Abuzer YAZICIOĞLU

Başvurucu

:

Orhan KILIÇ

Vekili

:

Av. Şamil KILIÇARSLAN

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, hukuka aykırı olarak elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 4/4/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Aynı başvurucuya ait 2014/5445 sayılı bireysel başvuru dosyası kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/4704 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

9. İkinci Bölüm tarafından 4/10/2017 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

11. Olayların geçtiği tarihlerde M.E. ve Ö.Ö. Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü Çocuk Büro Amirliğinde polis memuru olarak görev yapmaktadır.

12. Anılan polis memurlarının iddiasına göre 17/1/2011 tarihinde başvurucu, yanlarına yaklaşarak kendisini Sertif Kılıç olarak tanıtıp uyuşturucuya ihtiyaçları olup olmadığını sormuş; bunun üzerine daha fazla uyuşturucu madde ele geçirmek için başvurucu ve diğer şüphelinin yaşadığı eve gidilmiş ve evde bulunan (nitelikleri tutanakta belirtilen) uyuşturucu maddeye el konulmuştur. Başvurucu ise bu iddiaları kabul etmemiştir.

13. Anılan konutta 17/1/2011 tarihinde ele geçirilen uyuşturucu maddeler muhafaza altına alındıktan yaklaşık on sekiz saat sonra durum Cumhuriyet savcısına bildirilmiş ve bu işlemle ilgili olarak 18/1/2011 tarihli ve 14.03 saatli tutanak düzenlenmiştir. Tutanakta, başvurucunun polis memurlarına yaklaşarak uyuşturucu satma teklifinde bulunduğu ve polislerin daha fazla uyuşturucuya ulaşmak düşüncesiyle başlangıçta alıcı gibi hareket ettikleri, evden hassas terazi, çok sayıda uyuşturucu hap, değişik miktarlarda kokain ve eroin maddesi ele geçirildiği ifade edilmiştir. Anılan tutanakta kolluk görevlileri M.E. ve Ö.Ö.nün imzası bulunmaktadır.

14. Daha sonra Cumhuriyet Başsavcılığının telefonla verdiği talimat üzerine olaya müdahale eden kolluk görevlileri L.D., A.A., E.Ü. ve E.K. tarafından 18/1/2011 tarihli ve 22.00 saatli tutanak düzenlenmiştir. Başvurucu ve yanındakilerle birlikte önceki tutanağı düzenleyen kolluk görevlileri M.E. ve Ö.Ö. hakkında yasal işlemler başlatılmış; evde ele geçirilen suç eşyaları (442.9 g kokain ve 6082.0 g amfetamin tabletler, 245 ml amonyak ve hassas terazi) M.E. ve Ö.Ö. tarafından diğer kolluk görevlilerine teslim edilmiştir.

15. Soruşturmalar sonucunda başvurucu ile arama ve yakalama işlemi yaparak 18/1/2011 tarihli ilk tutanağı düzenleyen kolluk görevlileri M.E. ve Ö.Ö. hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 1/3/2011 tarihli iddianamesiyle rüşvet ve irtikâp suçlarındankamu davası açılmıştır. İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesince, anılan polis memurları yakaladıkları uyuşturucu maddelerle ilgili yasal işlem yapmama karşılığında başvurucu ile anlaşma yaptıkları gerekçesiyle rüşvet suçundan mahkûm edilmiştir. Söz konusu karar 26/6/2012 tarihinde kesinleşmiştir.

16. Soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/3/2011 tarihli iddianamesiyle başvurucu ile birlikte aynı evde yakalanan V.K. hakkında uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma suçundan İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2011/98 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır.

17. Bu arada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 20/3/2013 tarihli iddianamesiyle kolluk görevlileri M.E. ve Ö.Ö. hakkında konut dokunulmazlığını ihlal ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından da kamu davası açılmıştır. Yargılama sonunda atılı suçlardan hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünde verilen karar 13/12/2013 tarihinde kesinleşmiştir.

18. Mahkemenin 15/12/2011 tarihli kararıyla (E.2011/98) uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma suçunu işlediği kanaatine ulaşılarak başvurucunun 7 yıl 6 ay hapis ve 150 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçe kısmı şöyledir:

“Olay nedeniyle polis memurları [M.E.] ve [Ö.Ö.] tarafından düzenlenen sayfa 122'de bulunan tutanak ile polis memurları [L.D.], [A.A.], [E.Ü.] ve [E.K.] imzasını içeren olay tespit, C.savcısı telefon görüşme ve talimat tutanağı, polis memurları [Ö.Y.], [M.B.], [H.M.] ve [Y.B.] imzasını içeren 18.01.2011 günü saat 20.14'de düzenlenen tutanak, tartı ve tespit tutanağı, ev arama tutanakları, teşhis tutanakları, 03.02.2011 tarihli İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı müdürlüğünce düzenlenen ekspertiz raporu ile diğer tutanak ve belgeler dosyadadır.

Dosyada mevcut olay tespit, C.Savcısı telefon görüşme ve talimat tutanağı, polis memuru [M.E.] ve [Ö.Ö.] imzasını içeren 18.01.2011 tarihli tutanak, keza polis memurlarından [Ö.Y.] ve arkadaşlarınca düzenlenen 18.01.2011 tarihli tutanağın birlikte değerlendirilmesinden: sanık Orhan Kılıç'ın [başvurucu] uyuşturucu madde kullanıcısı olmadığı, [V.K.nın] kaldığı konutta ele geçirilen uyuşturucu maddelerin sahibi ya da ortağı olduğu kabul edilmiştir. Zira bu sanık haklarında sonradan rüşvet suçundan kamu davası açılan tutanak imzacısı [M.E.] ve [Ö.Ö.] ile rüşvet pazarlığına girişmiş, onlara suça konu olayın ortaya çıkarılmaması, hakkında uyuşturucu madde ticareti yapılmasından tutanak tutulmamasının temini için rüşvet teklif etmiş, onun teklif ettiği rüşvet polis memurları tarafından kabul edilmiş ve olay gecesi saat 20:00'den itibaren ertesi gün saat 12:00'ye kadar beklenmiş, beklenen süre sonunda sanık [V.K.nın] temin edip getirterek polis memuru sanıkların yönlendirdiği kişiye vaat edilen paranın teslim edilmemesi sonucu olay daha sonra ilgili makamlara ihbar edilerek resmiyete konulmuştur. Olay nedeniyle düzenlenen tutanaklar ve sanıkların ifadesi ve [M.E.] ve [Ö.Ö.nün] aşamalardaki ayrıntılı ifadelerinin karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmesiyle; sanık Orhan Kılıç'ın suça konu uyuşturucu maddelerle bağlantılı olduğu, polis memurları tarafından ele geçirilen uyuşturucu maddeler nedeniyle tutanak tutulup ilgili mercilere intikal ettirilmemesi için polis memurları ile pazarlık yaptığı, sonunda vaat ettiği parayı temin edip, teslimini sağlayamaması üzerine ilgili polis memurlarının da her iki sanık hakkında işlem yaptığı açıklıkla anlaşılmaktadır. Bu nedenle sanık Orhan Kılıç'ın uyuşturucu maddelerle ilgisi olmadığı, içmek için uyuşturucu madde satın almak için geldiği yerde yakalanınca nişanlı olup, ilerde düzeninin bozulmaması için polis memurlarının baskısı sonucu onların talebini kabul ettiği yolundaki savunmasına itibar edilmemiştir.

Ayrıca polis memurları [M.E.] ve [Ö.Ö.] işten ayrılıp, sivil giyimli olarak sokakta yürüdükleri sırada, sanık Orhan Kılıç'ın yanlarına yaklaşıp kendisinde uyuşturucu madde olduğunu belirterek, isteyip istemediklerini sorduğunu, ondan daha fazla uyuşturucu madde istediklerini, daha sonra onun kendilerini diğer sanığın ev[ine] getirdiğini bildirmişlerdir ki, bu tanıkların anlatımının bu bölümünün doğru olduğu, sanık Orhan Kılıç'ın olayın başlangıcına ilişkin anlatımlarının gerçeği yansıtmadığı kabul edilmiştir.

Toplanan tüm kanıtların birlikte değerlendirilmesiyle; olay tarihinde [V.K.nın] kaldığı evde ele geçirilen tüm uyuşturucu maddelerin, Orhan Kılıç'a ait olduğu, [V.K.nın] uyuşturucu maddelerin korunması, pazarlanması konusunda para ile tutulmuş birisi olmakla birlikte zaman zaman evde bulunan uyuşturucu maddeleri pazarladığı kanaatine varılmıştır. Sanık Orhan Kılıç'ın uyuşturucu maddenin gerçek sahibi mi yoksa ortağı mı olduğu net değildir. Ancak uyuşturucu maddenin tek başına sahibi olabileceği gibi başka bir kişi ile birlikte ortağı da olabileceği kabul edilmiştir. Gerçi [V.K.] ifadelerinde Hacı diye birisinden bahsetmekte ise de, o kişinin Orhan Kılıç olup olmadığı net değildir. Orhan Kılıç olması ihtimali bulunduğu gibi, Orhan Kılıç'ın ortağı birisi de olması ihtimali sözkonusudur. Ancak her halükarda Orhan Kılıç'ın uyuşturucu maddelerle ilişkisi olduğu, yani uyuşturucu maddenin sahip ve ortağı olduğu, diğer sanık [V.K.] vasıtası ile uyuşturucu maddeleri pazarladığı sonuç ve kanaatine varılarak her iki sanık hakkında aşağıda yazılı olduğu gibi hüküm kurulması mahkememizce uygun görülmüştür.”

19. Anılan hüküm Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 14/1/2014 tarihli kararıylaonanmıştır. Başvurucu, nihai karardan 25/3/2014 tarihinde haberdar olmuştur.

20. Başvurucu 10/4/2014 tarihinde ve başvurucu vekili ise 4/4/2014 tarihinde ayrı ayrı bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV.İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

21.17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Şüpheli veya sanıkla ilgili arama” kenar başlıklı 116. maddesi şöyledir:

“Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.”

22. 5271 sayılı Kanun’un “Arama kararı” kenar başlıklı 119. maddesi şöyledir:

“(1) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.

(2) Arama karar veya emrinde;

a) Aramanın nedenini oluşturan fiil,

b) Aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresi ya da eşya,

c) Karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi,

Açıkça gösterilir.

(3) Arama tutanağına işlemi yapanların açık kimlikleri yazılır. (Mülga ikinci cümle: 25/5/2005 – 5353/15 md.)

(4) Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.

(5) Askerî mahallerde yapılacak arama, Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir.”

23. 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:

a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.

…”

24. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:

“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.

(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”

25. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” kenar başlıklı 188. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

"(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

(4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır."

2. Yargı Kararları

26. Yüce Divanın 19/12/2012 tarihli ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir:

“Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması, aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınmamalıdır.

Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, 'Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez.'; 5271 sayılı Kanun’un 217. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, 'Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir' denilmiştir. Aynı Kanun’un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı; 230. maddesinde (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere, delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir…”

27. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25/11/2014 tarihli ve E.2014/8-166, K.2014/514 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Esrar bulundurduğu yönünde gelen ihbar üzerine, hakim kararı alınmaksızın yapılan aramada ele geçen suça konu kurusıkıdan çevrilme tabancaya elkonulmuş ise de, arama emrinin verilmesinden bir gün önce arama kararı verilmesi talebinin sulh ceza hakimi tarafından reddedildiği ve bu karara karşı kanun yoluna başvurulmadığı gibi, gerçekleştirilen arama için hakim kararı alınmasının ya da hakim tarafından verilen ret kararına karşı kanun yoluna başvurulmasının gecikmeye neden olacağı ve bunun da telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracağını düşündürecek bir belge ve bilgi de dosyada mevcut değildir. Dolayısıyla, Cumhuriyet savcısının arama konusundaki istisnai yetkisinin doğabilmesi için gereken kanuni şartlar oluşmadan, verilen arama emri ile buna dayalı olarak gerçekleştirilen arama işleminin hukuka aykırı olduğu ve arama sonucu elde edilen suça konu tabanca ve eklerinin de hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş delil olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.

Bu itibarla; sanığın evinde hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işlemi sonucu elde edilen maddi delil ile buna ilişkin düzenlenen tutanağın, yerel mahkemece hükme esas alınmaması isabetlidir."

28. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23/2/2016 tarihli ve E.2014/5.MD-98, K.2016/83 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kararlarında istikrarlı bir biçimde; dürüst ve adil bir yargılamadan söz edilebilmesi için, delillerin elde edilme yol ve yöntemi dahil olmak üzere yargılamanın bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Emniyet müdürlüğü talep yazısında, hakkında iletişimin denetlenmesi kararı verilmesi istenilen cep telefonu numarasının, aynı adliyede birinci sınıf hâkim olarak görev yapan sanık [C.D.nin] kullanımında olup, açık kimlik bilgileri ve adresi bilinmeyen yabancı uyruklu Olga Buzadji adına kayıtlı bulunduğu açıkça bildirilmesine rağmen, Cumhuriyet savcılığınca sulh ceza mahkemesinden talepte bulunulurken telefon numarası ve kayıtlı olduğu kişilere ilişkin kimlik bilgileri doğru yazılmasına rağmen kullanıcı olarak diğer sanık [M.E.nin] gösterildiği, sulh ceza mahkemesince de tedbir uygulanacak kişi olarak kararda [M.E.nin] isminin yazıldığı anlaşılmaktadır. Sulh ceza mahkemesi tarafından verilen 23.07.2009 tarih ve 989 değişik iş sayılı iletişimin tespitine ilişkin bu karar, CMK’nun 135/3. maddesine aykırı olup, hukuka aykırı bu kararla elde edilen delillerin mahkûmiyet hükmüne esas alınması mümkün değildir.

Bu itibarla hukuka aykırı yolla elde edilen bu deliller değerlendirme dışı bırakıldıktan sonra sanık ile ilgili bir karar verilmesi gerekmektedir."

29. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14/3/2017 tarihli ve E.2016/20-348, K.2017/140 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

" Sanık [B.nin] olay tarihinde evinde yakalandığını ve burada yapılan arama sonucu pantolonunun cebindeki uyuşturucu maddelerin bulunduğunu savunması, inceleme dışı sanık [İ.nin] bu savunmayı destekleyecek şekilde, sanık [B.nin] polisler tarafından evinde yakalandığını ve evde arama yapıldığını beyan etmesi ile kolluk görevlileri tarafından düzenlenen tutanağın, suçun konusu ve delili olan uyuşturucu maddelerin nerede ve nasıl ele geçirildiğine ilişkin bir açıklık taşımaması karşısında, arama işleminin sanık [B.nin] konutunda yapıldığı şüphesinin hasıl olduğu ve bu durumun sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği, öte yandan [sanık H.nin] üzerinde ele geçen maddenin de uyuşturucu veya uyarıcı niteliğinde olmadığı nazara alındığında, sanık [B.nin] konutunda yapılan aramanın, Anayasanın 21 ve CMK'nun 119/1. maddelerine aykırı olduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla, adli arama kararı alınmadan yapılan arama işlemi sonucunda hukuka aykırı şekilde ele geçirilen suçun maddi konusu ve delili niteliğindeki uyuşturucu maddenin hükme esas alınamayacağı ve buna bağlı olarak da suçun unsurları oluşmayacağı anlaşıldığından, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir."

B. Uluslararası Hukuk

1. İlgili Sözleşme

30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan … bir mahkeme tarafından davasının … hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…”

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), hakkaniyete uygun yargılanma hakkının -ceza muhakemesini ilgilendiren boyutunda- savunma hakkı ile bağlantılı olduğunu vurgulamaktadır; delillerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut davada kullanılan delillerin sanığın hazır bulunduğu duruşmada “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40, 41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 67, 68, 81-89). Delil sunmak veya bazı belgeleri istemek gibi davanın taraflarının inisiyatifine bırakılan konularda dahi mahkemenin gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fırkasındaki hakları güvence altına alma pozitif yükümlülüğü bulunduğuna değinilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, § 76).

32. AİHM, Sözleşme’nin 8. maddesinde güvence altına alınan “özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı” kapsamındaki güvencelere aykırı olarak elde edilen delillerin mahkûmiyete esas alınmasının yargılamanın hakkaniyete uygun olmadığı ve dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılması bakımından tek başına yeterli bir ölçüt olmadığını vurgulamaktadır. Bunun için yürütülen ceza soruşturmasının iç hukukta bir dayanağının var olması, delillerin sıhhati veya gerçekliği konusunda kuşkuya düşülmesini haklı kılan sebeplerin bulunmaması veya bulunsa dahi destekleyici diğer deliller sayesinde bu kuşkuların giderilmiş olması ve sanığa delillerin gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme fırsatının tanınmış olması şartlarını aramaktadır (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46, 48; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 124, Khan/Birleşik Krallık, B. No: 35394/97, 12/5/2000, §§ 36-38).

33. AİHM, bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün -iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere- kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699).

34. AİHM’e göre iç hukukta yeterli hukuki temeli bulunmadan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş materyallerin yargılamada kanıt olarak kullanılması kural olarak -başvurucuya gerekli usule ilişkin güvencelerin sağlanmış olması ve materyalin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek yöntemlerle elde edilmemiş olması şartıyla- Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil yargılanma standartlarına aykırılık oluşturmaz (Chalkley/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 63831/00, 26/9/2002).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 1/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

36. Başvurucu, olay tarihinde hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerle hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; hakkında arama ve el koyma işlemi yapan kolluk görevlilerinin rüşvet, konut dokunulmazlığını ihlal ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından yargılanarak cezalandırıldıklarını vurgulamıştır. Bahsi geçen kolluk görevlilerinin suçlarının sabit olduğunu ifade eden başvurucu, bu nedenle haksız biçimde hürriyetinin kısıtlandığının açık olduğunu iddia etmiş ve yeniden yargılama talebinde bulunmuştur.

37. Bakanlık görüşünde, benzer olaylara ilişkin AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına atıfta bulunularak AİHM’in yasak delillere ilişkin belirli bir kataloğunun olmadığı, hukuka aykırı delillerin yargılamanın sonucuna etkisinin belirlenmesi gerektiği ve yargılamanın bir bütün olarak adil bir şekilde tamamlanmasının daha önemli olduğu belirtilmiştir. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, bireysel başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

38. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

39. Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:

“Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.”

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

42. Ceza muhakemesinin amacı, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak bu amacın gerçekleştirilmesi için yapılan araştırma faaliyetleri sınırsız değildir. Maddi gerçeğin hukuka uygun bir şekilde ortaya çıkarılması, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için gereklidir. Bu bakımdan ceza yargılamasında hukuka uygun yöntemlerle delil elde edilmesi, hukuk devletinin temel ilkelerinden sayılmaktadır. Bu kapsamda Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında da kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır.

43. Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca değerlendirme yaptığı birçok kararında, kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin yargılamada kullanılmasıyla ilgili olarak ileri sürülen iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelemektedir. Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında bu konuda yapılan değerlendirmelerde Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrası da dikkate alınmaktadır.

44. Ancak bireysel başvuruya konu davadaki eylemlerin kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Dolayısıyla somut başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü, derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin ve varılan sonuçların hukuka uygunluğunu denetlemek değildir. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir.

45. Bununla birlikte kanuni bir temeli olmadan elde edildiği veya elde ediliş yöntemi bakımından hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılmasının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabileceği dikkate alınmalıdır. Ceza muhakemesinde delillerin elde ediliş şekli ve mahkûmiyete dayanak alınma düzeyleri, yargılamanın bütününü hakkaniyete aykırı hâle getirebilir.

46. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini tespit etmek değildir. Anayasa Mahkemesinin görevi, hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılıp kullanılmadığını ve bu "hukuka aykırılığın" bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (Benzer yöndeki bir karar için bkz. Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § 46).

47. Bu konuda değerlendirme yapılırken delillerin elde edildiği koşulların onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının da dikkate alınması gereklidir (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 61). Hakkaniyete uygun bir yargılama, delillerin gerçekliği ve güvenilirliği konusundaki kuşkuların giderilmesini ve delillerin güvenilirliğine ve gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme fırsatının tanınmış olmasını zorunlu kılmaktadır.

48. Anayasa Mahkemesi; delillere yönelik hukuka aykırılık iddialarıyla ilgili olarak başvuruculara delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini, bu konuda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilip gözetilmediğini, savunmanın menfaatlerinin korunması için onlara yeterli güvenceler sağlanıp sağlanmadığını incelemektedir.

49. Bununla birlikte işkence ve kötü muamele gibi yasak yöntemlerle elde edilen delillerin mahkûmiyet hükmüne varılırken kullanılması, adil yargılanma hakkını ihlal etmektedir. Zira işkence ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Benzer yöndeki bir karar için bkz. Güllüzar Erman, § 64 ).

50. Yukarıda belirtilen anayasal gereklilikler, ilgili usul kanunlarında Anayasa'dan daha ileri düzeyde güvenceler sağlanarak kurala bağlanmıştır. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 217. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir." denilmiştir. Aynı Kanun'un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı; 230. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği belirtilmiştir.

51. Bireysel başvuru incelemelerinde ölçü norm Anayasa olup kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin kabul edilmesinin yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip zedelemediğinin Anayasa'nın 36. ve 38. maddeleri açısından değerlendirilmesinde -yargılamanın bütünlüğü içinde- somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

52. Arama ve el koyma koruma tedbirleri, 5271 sayılı Kanun'un "Koruma Tedbirleri" başlıklı dördüncü kısmının 116. ile 134. maddeleri arasında düzenlenmiştir. 5271 sayılı Kanun’un 116. maddesinde, suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe mevcutsa şüphelinin veya sanığın konutunun aranabileceği; 117. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla diğer bir kişinin de konutunun aranabileceği; (2) numaralı fıkrasında ise aramanın yapılabilmesinin suçun delillerinin belirtilen yerlerde bulunduğunun kabul edilebilmesine olanak sağlayan olayların varlığına bağlı olduğu ifade edilmiştir. Aynı Kanun’un 119. maddesinde ise konutta aramanın hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabileceği hükme bağlanmıştır.

53. Somut olayda konutta yapılan aramanın 5271 sayılı Kanun'un yukarıda belirtilen maddelerine aykırı şekilde yapıldığı açıktır. Kolluk görevlilerinin konutta arama yapmaları için hâkim kararı veya Cumhuriyet savcısının yazılı emri bulunmamaktadır Arama belli bir süre (yaklaşık on sekiz saat) sonra nöbetçi Cumhuriyet savcısına bildirilmiştir. Aramada elde edilen uyuşturucu maddeler ile hassas terazi karakolda tutanakla diğer görevlilere teslim edilmiştir.

54. Mahkeme kararından anlaşıldığına göre mahkûmiyet hükmü, belirleyici olarak hukuka aykırı arama sonucunda elde edilen delillere dayandırılmıştır (bkz. § 18). Mahkûmiyet hükmünün esaslı ve belirleyici delilleri, aramada ele geçirilen hassas terazi ve uyuşturucu maddelerdir. Dayanılan diğer deliller ise arama yapan ve rüşvet suçundan mahkûm olan polis memurlarının ifadeleri ile başvurucunun uyuşturucu madde kullandığına dair beyanıdır. Hâlbuki mahkûmiyet kararı uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan verilmiştir. Kararda, başvurucunun aramanın icra ediliş şekline yönelik iddia ve itirazları hakkında bir değerlendirme yapılmamıştır.

55. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak yargılamayı yapan mahkemeye ait olmakla birlikte somut olayda, hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilen arama sonucu elde edilen delillerin belirleyici delil olarak kullanılmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği görülmektedir. Aramanın icrasındaki “kanuna aykırılığın” yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.

56. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Hicabi DURSUN, M. Emin KUZ ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

58.Başvurucu, 20.000 TL manevi tazminat ve ihlal tespiti taleplerinde bulunmuştur.

59.Başvuruda, adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

60. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

61. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Hicabi DURSUN, M. Emin KUZ ve Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2008/98, K.2011/368) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 1/2/2018 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. İnceleme konusu başvuruda Genel Kurul çoğunluğunca, hukuka aykırı olarak elde edilen delillere göre mahkumiyet kararı verilmesi nedeniyle başvurucunun temel haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE karar verilmiş ise de ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında açıklandığı üzere, mahkumiyet, sadece rüşvet ve konut dokunulmazlığını ihlal suçlarından mahkum olan kamu görevlilerinin arama ve elkoyma işlemlerine dayandırılmamış; olay sürecinde aranan evden elde edilen ve daha sonra kanuna uygun şekilde muhafaza altına alınan uyuşturucu maddelerin varlığının ve kamu görevlileriyle rüşvet pazarlığına giren başvurucunun rüşvet anlaşması yapmaya çalıştığının sabit olmasına göre, olayda salt kullanım amaçlı olmayan uyuşturucu madde olgusunun tüm ifadeler ve dosya kapsamındaki diğer delillerle doğrulanmış olmasına dayanılarak mahkumiyet hükmü kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır.

 2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ve Anayasa Mahkemesinin (AYM) içtihatlarına göre temel hak ihlali iddiasını inceleyen mahkemenin görevi, delillerin geçerliliğini ve güvenilirliğini dikkate almakla birlikte, esas itibariyle kanuna aykırı elde edilen delillerin bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmadığına etkisini incelemektir. Mevcut içtihatlara göre birtakım kanuna aykırı delillerin varlığı, şayet mahkumiyet sadece bu delillere dayanmadıkça, tek başına adil yargılanma hakkının ihlalini oluşturmaz. (Yaşar Yılmaz, B.No: 2013/6183; Gülizar Erman, B.No:2012/542 ve Schenk/İsviçre B.No:10862/84; Desde/Türkiye, B. No:23909/03, Khan/Birleşik Krallık, B. No: 35394/97; Ramanauskas/Litvanya, B. No: 74420/01; Jalloh/Almanya, B. No: 54810/00; Khodorovsky ve Lebedev/Rusya, B.No:11082/06)

 3. Somut başvuruda, başvurucunun yargılama aşamasında her türlü delili sunabilmek ve savunmasını gereği gibi yapabilmek imkanı bulduğu, savunma hakkının veya tanık sorgulama hakkının kısıtlanmadığı, derece mahkemelerince keyfi ve gerekçesiz karar verilmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığı, arama ve elkoyma işlemlerindeki hukuka aykırılığın bir bütün olarak başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkını zedelemediği, bu nedenle adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.

 

 

 

 

 

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

KARŞIOY GEREKÇESİ

Başvuru, hukuka aykırı olarak elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediği, bu çerçevede yargılama sürecinde iddia makamının sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık bir keyfiliğe ilişkin bir iddianın dayanaklarıyla ileri sürülmüş olması gerekir (Bkz. B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını, delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığını değerlendirmektir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

Bununla birlikte hakkaniyete uygun bir yargılama için delillerin gerçekliği ve güvenilirliği konusundaki kuşkuların giderilmesi ve delillerin güvenilirliğine ve gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı tanınmış olması gerekir. Diğer bir ifadeyle bu kapsamda yapılacak bir incelemede delillerle ilgili olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği incelenmelidir. Anayasa Mahkemesi de delillere yönelik hukuka aykırılık iddialarıyla ilgili olarak başvurucuya delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini, bu konuda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilip gözetilmediğini, savunmanın menfaatlerinin korunması için yeterli güvenceler sağlanıp sağlanmadığını incelemektedir.

Diğer taraftan konuda değerlendirme yapılırken delillerin elde edildiği koşulların onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının da dikkate alınması gereklidir (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 61)

Nitekim;

El koyma esnasında yedeklemesinin yapılmaması nedeniyle derece mahkemelerinin kararlarında dayandığı CD'nin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu (M.E., B. No:2013/2661, 9/9/2015),

Hukuka aykırı delil niteliği taşıyan görüşme dökümlerinin mahkûmiyetine esas alındığı ve mahkeme kararlarının yeterli gerekçe içermediği (Gökhan Yılmaz, B. No: 2013/2130, 21/4/2016),

Telefon görüşmelerinin kolluk tarafından yapılan çevirisinin objektif olmadığı, objektif bilirkişilerce çevrilmesinin sağlanmadığı, başka delil imkânları kullanılmaksızın iletişimin tespiti kararı verildiği, hukuka aykırı delil olan aile içi görüşmelerin hükme esas alındığı (Yusuf Keskin ve Sefer Baysal, B. No: 2013/7806, 21/4/2016)

şikayetlerini değerlendiren Anayasa Mahkemesi, başvurucuların adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşmıştır.

Somut olayda, polis memurları M.E. ve Ö.Ö.nün görevde olmadıkları bir zaman diliminde arama ve el koyma işlemi yapmaları ve daha sonra olaya müdahale eden diğer kolluk görevlilerinin Cumhuriyet savcılığının bilgisi çerçevesinde hareket etmeleri söz konusudur. Adı geçen kişiler, Cumhuriyet Başsavcılığının 18/1/2011 tarihli ve saat 14.00 sıralarında telefonla verdiği talimat üzerine daha önce izinsiz arama yapılan evde ele geçirdikleri suç eşyalarını (uyuşturucu) bir çanta içinde karakola teslim ettikleri 18/1/2011 tarihli ve saat 22.00’de düzenlenen tutanakla tespit edilmiştir.

Başvuruya konu yargılamanın dayandırıldığı arama işlemi sırasında görevli olmayan polis memurları ve şüpheliler hazır bulunmuş, elde edilen deliller muhafaza altına alındıktan bir süre sonra durum nöbetçi Cumhuriyet savcısına bildirilmiştir. Şüphelilerin kolluk, Savcılık ve Mahkeme savunmalarında; uyuşturucu maddenin sıhhatine, gerçekliğine ve evde ele geçirilmesine ilişkin herhangi bir itirazları olmamıştır. Şüpheliler, uyuşturucu maddelerin varlığını kabul etmekte fakat “kullanıcı” olduklarında ısrar etmektedirler. Mahkeme ise suç fiillerini değerlendirirken ele geçirilen uyuşturucu maddelerin yanında dosyadaki diğer delilleri de dikkate alarak sonuca ulaşmıştır.

İlk derece mahkemesinin sübuta ilişkin değerlendirmelerinin olay sürecinde evden ele geçirildiğine itiraz edilmeyen uyuşturucu maddelerin varlığına, başvurucu ve birlikte yargılanan diğer sanığın savunmalarına, uyuşturucu maddenin kime ait olduğuna ilişkin sanıkların mahkemece inandırıcı bulunmayan beyanlarına, uyuşturucu madde ile ilgisi olmadığını belirten sanıkların haklarında rüşvet ve konut dokunulmazlığını ihlal suçlarından cezai işlem uygulanan polis memurları ile rüşvet pazarlığına girme olgusuna ve karşılıklı beyanlar arasında çelişki barındırmayan kısımlara dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında arama işlemine ilişkin olarak ileri sürülen iddiaların yargılamanın adilliğini zedelemediği, kaldı ki şikâyet konusu delillerin yargılamada ulaşılan sonuç itibarıyla tek veya belirleyici delil niteliğinde olmadığı anlaşılmaktadır. Diğer delillerin yanında başvurucunun uyuşturucu maddelerle ilgili ikrarı da değerlendirilmiştir.

Somut olayda başvurucunun delillerini sunma ve delillerin değerlendirilmesi konusunda farklı bir muameleye tabi tutulduğuna dair somut bir olgu bulunmamakta olup mahkumiyet hükmü, duruşmada tarfların huzurunda tartışılmış delillere dayandırılmıştır. Diğer taraftan başvuru dosyası incelendiğinde "silahların eşitliği" ve "çelişmeli yargılama" ilkelerine aykırı olarak başvurucuya; delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir tespit bulunmamaktadır.

Bu itibarla başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediği düşüncesiyle çoğunluğun kararına katılmıyoruz.

 

Üye

Hicabi DURSUN

Üye

Kadir ÖZKAYA

KARŞIOY GEREKÇESİ

Hukuka aykırı şekilde elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararıverildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmedilmiştir.

Kararın gerekçesinde, mahkûmiyet kararının hukuka aykırı arama sonucunda elde edilen delillere dayandırıldığı, hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilen arama sonucu elde edilen delillerin belirleyici delil olarak kullanılmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği ve aramanın icrasındaki kanuna aykırılığın yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu belirtilmektedir (§§ 54-55).

Kararda “Esas Yönünden” yapılan incelemede “Genel İlkeler” başlığı altında yer verilen ilkelere katılmakla birlikte, “İlkelerin Olaya Uygulanması” başlığı altında yapılan ve somut olay bakımından ihlal sonucuna götüren değerlendirmelere katılmanın mümkün olmadığı düşünülmektedir.

İncelenen başvuru konusu olayda, iki polis memuru tarafından, arama izni olmadan ve kendileri ile şüpheliler dışında kimse hazır bulunmadan konutta arama yapılarak elde edilen delillerin yaklaşık onsekiz saat sonra Cumhuriyet savcılığına bildirildiği, onun talimatı üzerine de tutanak düzenlenerek uyuşturucular ile diğer suç eşyasının yetkili kolluk görevlilerine teslim edildiği iddia edilmektedir.

Söz konusu iki kolluk görevlisinin konut dokunulmazlığını ihlal ve rüşvet suçları nedeniyle açılan kamu davalarında mahkûm edilmesine rağmen, başvurucu ve onunla birlikte yargılanan diğer sanığın uyuşturucuların ve diğer suç delillerinin evden ele geçirildiğine itiraz etmemesi, altı buçuk kiloyu aşan uyuşturucuları ve hassas teraziyi “kullanıcı” oldukları savunmasıyla açıklamaya çalışması, rüşvetten mahkûm edilen iki polis memuruyla rüşvet pazarlığına girmesi, bu konudaki karşılıklı beyanlar arasında çelişki bulunmaması ve ilk derece mahkemesince bu delillere de dayanılması sebebiyle başvuru konusu davada mezkûr delillerle ilgili kuşkuların giderildiği ve başvurucu ile diğer sanığa delillerin gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme imkânının tanındığı anlaşılmaktadır.

Başka bir anlatımla, başvurucu ve diğer şüphelinin kolluk ve savcılıktaki ifadeleri ile yargılama sırasındaki savunmalarında, evde uyuşturucu madde ele geçirildiği ve buna dair tutanakların doğruluğu konusunda bir itirazlarının bulunmadığı, bu kişilerin evdeki uyuşturucu maddelerin varlığını kabul etmekle birlikte kullanıcı olduklarını savundukları, başvuru konusu mahkeme kararında ise arama kararı alınmadan ele geçirilen uyuşturucuların ve hassas terazinin dışında bunları destekleyen ve bu delillerin sıhhati ve gerçekliği konusundaki kuşkuları gideren delillere de dayanıldığı görülmektedir.

Dolayısıyla söz konusu arama işlemindeki kanuna aykırılığın, bir bütün olarak yargılamanın adilliğini etkilemediği değerlendirilmektedir.

Sonuç olarak, kanunsuz arama ile elde edilen delillerin ilk derece mahkemesinin başvurucu hakkında verdiği mahkûmiyet kararı sonucuna götüren tek ve belirleyici delil niteliğinde olmadığı, bu sebeple somut olayda bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetinin zedelenmediği ve adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği düşüncesiyle, çoğunluğun ihlal kararına katılmıyorum.

 

 

 

 

 

Üye

M. Emin KUZ

 

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BİNNAZ DEMİRBAŞ VE HAYDAR CEYLAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/13419)

 

Karar Tarihi: 7/3/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Heysem KOCAÇİNAR

Başvurucular

:

1. Binnaz DEMİRBAŞ

 

 

2. Haydar CEYLAN

Vekili

:

Av. Gülseren GÜNAY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; işkence sonucunda elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi,lehe olan bulgu ve delillerin dikkate alınmaması, temyiz dilekçesinde ileri sürülen itirazların onama kararında karşılanmaması ve onama tarihi itibarıyla dava zamanaşımının dolmuş ve yargılamanın uzun sürmüş olması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlıkgörüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP)üzerinden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuruya Konu Asıl Davaya İlişkin Yargılama Süreci

8. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesince 18/4/1999 tarihinde Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TKP/ML-TİKKO) gençlik örgütlenmesine yönelik oprasyonlar yapılmış, başvurucularBinnaz Demirbaş ve Haydar Ceylan aynı tarihte Gazi Mahallesi İstiklal Caddesi üzerindeki otobüs durağında şüphe üzerine gözaltına alınmıştır. Her iki başvurucu da 25/4/1999 tarihinde tutuklanmış ve 14/2/2007 tarihinde tahliye olmuştur.

9. Başvuruculardan Binnaz Demirbaş kollukta müdafiinin yokluğunda vermiş olduğu beyanında örgüt üyesi olduğunu kabul etmiş ve örgütün amacı doğrultusunda çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına ait yerlere molotof atma, bomba koyma, cadde ve sokaklara pankart asma vb. eylemleri gerçekleştirdiğine ilişkin bilgi vermiştir. Ayrıca yapılan ilk sorgusunda bildirmiş olduğu kişi ve adresler üzerinde yapılan aramalarda on bir adet dinamit lokumu ve bir adet tabanca ele geçirilmiştir.

10. Başvuruculardan Haydar Ceylan da kollukta müdafiinin yokluğunda vermiş olduğu beyanında örgüt içinde yer aldığını kabul etmiş, ilişkide bulunduğu diğer örgüt üyeleri ve katılmış olduğu -molotof atma, bomba koyma, pankart asma vb.- eylemlere ilişkin bilgi vermiştir.

11. Her iki başvurucu da daha sonra Savcılık ve sorgu hâkimliğinde vermiş oldukları beyanda ve yapmış oldukları savunmalarında kollukta verdikleri beyanlarının işkence altında alındığını ileri sürmüşlerdir.

12. Başvurucu Haydar Ceylan hakkında gözaltına alındığı tarihten sonra düzenlenen 19/4/1999 tarihli Adli Tıp raporuna göre başvurucunun sol göz kapağında ve sol omzunda çürükler; 22/4/1999 tarihli rapora göre sağ kaşında ve burnunun sol kısmında kabuk bağlamış iki yara, sol omzunda kabuk bağlamış yüzeysel bir yara ve 25/4/1999 tarihli rapora göre de sağ kaşında ve burnunun sol kısmında yaralar bulunmaktadır.

13. Başvurucular hakkında 3/6/1999 tarihli iddianame ile yasa dışı silahlı örgüte üye olmak suçlamasıyla İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde 1999/752 Esas sayılı dava açılmıştır.

14. Her iki başvurucu da Mahkemeye 3/3/2000 tarihinde yazılı beyanda bulunmuşlardır. Başvurucu Binnaz Demirbaş beyanında özetle TKP/ML- TMLGB örgütüne üye olduğunu kabul etmekle birlikte gözaltında iken kolluk görevlilerinin filistin askısı, tazyikli su tutma, buza yatırma, cinsel taciz, silah dayama, ölüm ile tehdit etme gibi işkenceler uygulandığını iddia etmiştir. Başvurucu işkence altında kaldığını, gerçekleştirdiği eylemleri ve malzemelerin bulunduğu evi göstermekle kalmayıp okumadan imzaladığını, beyanlarında katılmadığı eylemleri üstlendiğini ve tanımadığı kişileri de örgüt üyesi olarak kabul etmek zorunda kaldığını bildirmiştir. Başvuruculardan Haydar Ceylan ise gözaltında iken uygulanan işkence nedeniyle kollukça düzenlenen ifade tutanağını kabul etmek zorunda kaldığını, örgütle herhangi bir ilişkisinin bulunmadığını bildirmiştir.

15. Başvurucular, işkenceye uğradıkları iddiasını 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesindeki yargılamada dile getirmişlerdir. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 22/5/2002 tarihli karar ile her iki başvurucunun da Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ıskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren teşebbüs etme suçu nedeniyle idam cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

16. Hüküm başvurucular tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 17/4/2003 tarihli karar ile başvuruculardan Haydar Ceylan ve sanık V.İ.D. vekilinin doktor ve adli tabip raporlarına dayanarak işkence iddiasıyla suç duyurusunda bulunmalarına rağmen bu hususun araştırılmaması ve parmak izine dair raporlara yönelik sanık müdafilerinin itirazları uyarınca Adli Tıp Kurumu Başkanlığından yeniden rapor alınmadan karar verilmesi nedeniyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.

17. Bozma üzerine yargılamaya İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde devam edilirken 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi ile bu mahkemelerin yetkilerine son verilmiş ve aynı Kanun'un geçici 2. maddesi gereğince dava dosyası İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir.

18. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 25/272012 tarihli karar ile başvurucuların Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ıskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren teşebbüs etme suçu nedeniyle ayrı ayrı müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Gerekçeli kararın başvuruculara ilişkin kısmı şöyledir:

"İstanbul DGM Başsavcılığı 1999/971 hazırlık numarası üzerinden yürütülen soruşturma ile sanıkların TKP/ML-TİKKO (konferans) Terör örgütünün üyesi ve bir kısım sanıkların yöneticisi oldukları ve iddianamede sayılan eylemlerin gerçekleşmeleri nedeniyle örgüt üyeliğinden ve devletin birliğini bozma ve anayasal düzeni ortadan kaldırma suçunu işledikleri iddiasıyla cezalandırmaları isteğmyle kamu davası açılmışmahkememizde yapılan yargılama sonunda 22/05/2002 tarihinde 1999/752 E.2002/111K sayılı kararı ile hüküm kurulmuştur.Yargıtay 9. Ceza dairesi 30/04/2003 tarihinde 2002/2623 E, 2003/606K. Sayılı ilamı ile sanık BİNNAZ DEMİRBAŞ 'ın son duruşmaya getirilmemesi, iddianamede yargılamadakonusu yapılmayan bir kısım eylemlerin hükmü esas alınması, zabıt Mümzisi tanıkların dinlenmemiş olması, sanıklar HAYDAR CEYLAN ve [V.İ.D.nin] işkence iddialarının araştırılmamış olması, emniyet müdürlüğünün düzenlemiş olduğu parmak izi ekspertiz raporunun adli tıp kurumu başkanlığından yeniden rapor alınarak itirazların bertaraf edilmemesi gerekçeleriyle mahkememiz kararı bozulmuştur.Yargıtay bozmasından sonra yapılan yargılamada dosyadaki tutanaklardaki zabıt Mümzisi tanıkların tamamına yakını tanık sıfatıyla dinlenmiş ayrıca adli tıp kurumundan 26 Şubat 2009 tarihinde parmak izlerinin sanıklar BİNNAZ DEMİRBAŞ ve [S.S.ye] ait olduğuna yönelik emniyet ekspertiz raporu gönderilerek yeniden rapor alınmış raporda parmak izlerinin bu iki sanığa ait olduğu yani önceki hükme esas teşkil eden emniyet raporunun doğru olduğu görülmüştür. İşkence iddiasında bulunan sanık [V.İ.D.nin] yaşı nedeniyle dosyası tefrik edilerek çocuk mahkemesine gönderilmiş sanık HAYDAR CEYLAN'ın işkence iddiasının araştırılmasında gerek dosyasındaki sanığa ait doktor raporlarında gerek zabıt Mümzisi beyanılarında gerekse diğer belgelerden işkence iddiasının ciddiliğinigösterir delillere ulaşılamamıştır.

TKP/ML-TİKKO terör ögütü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzenini kırsaldan başlattığı 'silahlı halk savaşı' başlattığı diye nitelediği terör faaliyetleri ile anayasal düzeni yıkarak yerine Marksist-Leninist ideolajiye dayalı bir anayasal düzen kurmayı nihai amaç olarak hedeflediği bu nihai amaç için terör faaliyetlerinde bulunduğu ve terör örgütü olduğu dosyadakiemniyet müdürlüğü yazılarından kesinleşmiş mahkeme kararlarından bilinen bir gerçekliktir.

...

Sanık BİNNAZ DEMİRBAŞ 18/04/1999 günü SELDA AKSOY ismine düzenlenmiş sahte kimlikle yakalandığı yakalama tutanağıyla sabittir. Sanığın sahte kimlikle dolaşmasının nedeni sanığın savunmalarında belirttiği yine dosyamızdaki sanıkla ilgili sabıka kaydından ve ceraim evraklarından anlaşıldığı üzere terör örgütüne ilişkin bir kısım eylemlere karıştığı ceza aldığı ve bu cezadan kurtulmak için sahte kimlikle dolaştığı anlaşılmaktadır. Sanığın bu eylemleri iddianamede yargılama konusu yapılmadığı için dosyamızda bu eylemleri tartışılmamıştır. Sanığın Marmara üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon bölümünde öğrenci olduğu sırasında 1993 yılındaterör örgütü üyeleriyle tanıştığı [Z.B.K.] isimli terör örgütü üyesinin tepkileriyle TKP/ML -TİKKO ya sempati duymaya başladığı takip eden süreçte TMLGB '(Türiye Marksist -lenilist Gençlik Birliği )'nin kurucuları arasında olduğunu ve İstanbul İl Komitesi sekreteri olarak görev aldığı bu süreçte daha sonrada evlendiği Bergama ceza evinde TİKKO üyeliğinden tutuku bulunduğu sürede tanıtığı [Ş.K.T.K.nin] talimatlarıyla yaptığı örgüt içerisinde Sinem , Sevinç, Ayşe ve Derya kod isimlerini kullandığı anlaşılmıştır. Sanığın yargılama sonunda 11/07/1998 tarihinde Bağcılar yolu üzerinde 118/A sayılı yere 'ÖLÜM ORUCU SAĞ ŞEHİTLERİ'' in hesabını soracağız".TKP/ML-TMLGB şeklinde bomba süsü verilmiş örgütü ait pankart astığı, 11/07/1998 günü aynı yerde 124 nolu Türk Ticaret Bankasına molotof atılması olayına karıştığı, 11/07/1998 günü aynı adreste 22 nolu Türk Ticaret Bankasına molotof kokteyli atılması olayı yukarıdaki üç olayı gerçekleştirdikten sonra örgüt adına yasadışı korsan gösteriye katıldığı, 21/11/1998 günü Sarıyer Tarabya polis karakoluna bomba konulması ve 'KOMİNİST ÖNDER MEHMET DEMİRBAĞ YOLDAŞ ve KARADENİZ ŞEHİTLERİNİN HESABINI SORACAĞIZ TKP/ML -TİKKO' imzalı pankart asılma olayının talimatını verdiği, 18/01/1999 tarihinde Fatih İlçesi Karagümrük polis karakoluna bomba koyulması olayına karıştığı 01/02/1999 tarihinde Marmara üniversitesi Göztepe kampüsündeki polis otosunun devamlı parkettiği yere diğer sanık HAYDAR CEYLAN ve 3. bir kişiyle bomba koyduğu polis otosu geldikten sonra uzatan kumanda butonuna bastıkları ancak bombanın patlamadığı güvenlik güçleriyle bombanın etkisiz hale getirildiği şeklinde gerçekleşen olaya katıldığı, 22/01/1999 günü Fatih Kocamustafa Paşa Küçük Hamam mevkii Vezir Caddesi No 24 sayılı yere molotof atılması olayına katıldığı, 03/03/0999 tarihinde Ümraniye İlçesi Ihlamır Köyü mahallesinde Petrol Köyü Caddesi NO 58 /2 sayılı yerde bulunan MHP Partisi Belde teşkilatı binasına bomba konulması ve örgüt ismi olan TKP/ML-TİKKO imzalı pankart asılması olayına katıldığı, 22/02/1999 günü Ümraniye Ihlamurkuyu mahallesindeki İlçe Jandarma bölük komutanlığına bomba konulması olayına katıldığı 22/11/19998 tarihinde Kadıköy ilçesi Hasırbaşı caddesi [İ.M. AŞ.] bomba konulması TİKKO imzalı pankart asılması olayına karıştığı, 1999 yılı içerisinde Eyüp ilçesi Yeşilpınar Polis karakoluna bomba konulması ve Maltepe İlçesi Küçükyalı'dabulunan [T.] isimli şirkete bomba konulması olaylarının talimatlarını verdiği sanığın yukarıda sayılan eylemlerden 01/02/1999 günü, 22/11/1998 günü olaylarla ilgili parmak izinin tesbit edildiği gerek emniyet ekspertiz raporu gerekse adli tıp raporuyla sabit olduğu anlaşılmıştır. Sanığın TKP/ML -TİKKO terör örgütünün TMLGB İl komitesi içerisinde sekreter sıfatıyla ve terör örgütünün üniversiteler komitesi Marmara Üniversitesi Üniversite sorumlusu olarak verdiği talimatlarla ve yukarıda yazılanları bizzat gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle eylemlerin nitelik ve nehametleri göz önüne alındğında toplumda kaos oluşturarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya ya da değiştirmeye yönelik eylemler olduğu açıktır.

Sanık HAYDAR CEYLAN 1998 yılında TKP/ML-TİKKO isimli terör örgütü üyesi [C.A.] isimli kişinin kendisini yönlendirmesiyle "ÖZGÜR GELECEK" isimli terör örgütüne müzahir yayın yapan dergiyi okumaya başlayarak terör örgütüne sempati duymaya başladığı daha sonra terör örgütünün TMLGB ismiyle kurulan bünyesinde yer aldığı EMRE, ÖZCAN, POLAT kod isimlerini kullanarak gizliliği sağlamaya çalıştığı SARIGAZİ semt komitesinde görev aldığı anlaşılmıştır. Sanık 05/07/1998 günü Kadıköy-Kozyatağı Atatürk caddesi üzerinde bulunan [G.] bankamatiğine molotof atılması olayına bizzat karıştığı, 11/07/19998 günü Güngören Bağcılar Caddesi no 118 sayılı yerde bulunan Türk Ticaret bankası ve aynı yerde bulunan [İ.B.ye] molotof atılması ve TİKKO yazılıp pankart asılması olayını gerçekleştirdiği, 25/07/1998 günü Üsküdar Fatih mahallesi E-6 üst geçidine pankart asılması olayını gerçekleştirdiği 01/11/1998 günü Kağıthane -Talatpaşa caddesi H. bankamatiğine molotof atılması ve zaman ayarlı bomba bırakılması eylemine katıldığı, 19/10/1998 günü Üsküdar Emniyet Mahallesinde yaya üst geçidine TİKKO örgütünün pankartının asılması olayına katıldığı, 24/10/1998 günü Üsküdar Küçük Çamlıca'da bulunan [C.] kamyonuna benzin dökülerek yakılması olayına karıştığı 21/11/1998 günü Sarıyer İlçesi'nde bulunan Tarabya polis karakolunun arka duvarına parça tesirli bomba konulması ve bombanın patlaması nedicesi maddi hasar meydana gelen olaya bizzat katılması 21/11/1998 günü Fatih-Balat polis karakoluna bomba konulması ve maddi hasar meydana gelmesi şeklinde meydana gelen olaya katıldığı, 22/11/1998 günü Kadıköy Hasırbaşı caddesi no 55 sayılı yerde faaliyette bulunan [İ.M. AŞ.ye] zaman ayarlı bomba konulması ve pankart asılması olayına katıldığı 22/01/1999 günü Fatih Kocamustafa Paşa Vezir Caddesi no 24 sayılı iş yeri önüne korsan gösteri ve pankart asılması olayına karıştığı, 01/02/999 günü sanık BİNNAZ DEMİRBAŞ ile birlikte Marmara Üniversite Göztepe kampüsü'ne Polis otosunun bulunduğu yere bomba bırakılması bombayı patlatmak için uzaktan kumanda butonuna basıldığı ancak bomba patlamadan emniyet güçleriyle etkisiz hale getirildiği 10/02/1999 günü Ümraniye Sarıgazi de bulunan bomba süsü verilmiş pankart asılması olayı, 22/02/1999 günü Ümraniye Ihlamırkuyu nda bulunan ilçe jandarma komutanlığına bomba konulması ve pankart açılması 03/03/1999 günü Ümraniye MHP teşkilatına bomba bıraklması eylemini gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.

22/04/1999 tarihindeki ifadesinde yukarıda sayılan olayları ikrar ettiği halde daha sonra bu ifadesinin zorla alındığını ve işkence gördüğünü iddia etmiştir. Sanığın işkence gördüğüne yönelik iddiaları Yargıtay Bozmasından sonra dinlenen zabıt mümzileri ile ifade verdiği zamandaki dosyada bulunan doktor raporları ve diğer belgelerden araştırılmış ancak sanığın işkence gördüğüne yönelik şüpheyi gösterir bilgi ve belgelere ulaşılamamıştır. Sanığın diğer sanık BİNNAZ DEMİRBAŞ ile aynı otobüs durağında birlikte yakalandıkları tutanakla sabittir. Sanık savunmalarında bu sanığı da tanımadığını bildirmesine karışın ifadesinin bu yönüne de itibar edilemeyeceği açıktır. Sanık diğer sanıklar BİNNİZ DEMİRBAŞ ve [C.D.] ile birlikte hareket ettiği hatta BİNNAZ DEMİRBAŞ ın daha önce aldığı cezadan kurtulmak için SEVDA AKSOY sahte kimliğini kullandığını bilmesi yukarıda saydığı eylemlere katıldığını tekrar etmesi hazırlık savunmasıın doğru olduğu kanaatine varılmıştır Zira dosyamız arasında bulunan 26 Şubat 2009 tarihli adli fiziki ihtisas dairesi raporundan da olaylarda parmak izi bulunan BİNNAZ DEMİRBAŞ ve [S.S.ye] ait olduğunu bildirmesi yine sanığın bu rapordaki oluşa uygun şekilde hazırlık savunması verdiğini yani hazırlık savunmasının doğru olduğu kovuşturma aşamasında suçtan kurtulmak için Afaki işkence iddiasında bulunduğu ve inkar savunması yaptığı kanaati mahkemede oluşmuştur.

Sanığın bu konuda sayılan eylemleri nitelik itibariyle toplumda kaos oluşturarak Türkiye Cumhuriyetinin anayasasını ortadan kaldırarak ve yerine marksis lemininst düşünceye sahip bir anayasal düzen kurma mahiyet itibariyle uygun eylemler olduğu bu nedenle sanığın devletin anayasal düzenine karşı suç işlediği açıktır."

19. Hüküm temyizedilmiş ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19/6/2014tarihli kararı ile onanmıştır.

B. Başvurucu Haydar Ceylan'ın Gözaltında İşkence ve Kötü Muameleye Uğradığı İddiasına İlişkin Yargılama ile AİHM'e Yapılan Başvuru Süreci

20. Başvurucu Haydar Ceylan'ın vekili, başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada işkence ve kötü muameleye uğradığı iddiasıyla kolluk görevlileri hakkında şikâyette bulunmuştur. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı 25/8/2003 tarihli iddianame ile kolluk görevlileri H.İ. ve M.Ö. hakkında gözaltında iken başvurucuya kötü muamelede bulundukları iddiasıyla kamu davası açmıştır.

21. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun müştekisi olduğu işkence iddialarına ilişkin yapmış olduğu yargılama sonucunda 1/12/2006 tarihli kararı ile davazamanaşımının geçmesi nedeniyle sanık kolluk görevlileri hakkında düşme kararı vermiştir.

22. Başvurucular Haydar Ceylan ve Binnaz Demirbaş, uzun tutukluluk nedeniyleAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin, aradan geçen uzun süreye rağmen yargılamanın sonuçlanmamış olması nedeniyle Sözleşme'nin 6. maddesinin ve başvuruculardan Haydar Ceylan gözaltı sırasında polis karakolunda işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı ve ilgili kolluk görevlileri hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle etkisiz kaldığı iddiasıyla Sözleşme'nin 3., 6. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) sırasıyla 8/12/2006 ve 15/2/2007 tarihinde başvurmuşlardır.

23. Yapılan başvuru hakkında AİHM, 9/12/2008 tarihinde başvurucuların ikisiyönünden Sözleşme'nin 5/3, 5/4/, 5/5, 6/1 ve 13. maddelerinin ve sadece Haydar Ceylan yönünden Sözleşme'nin 3. maddesinin esas ve usul yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir. İlgili kararın özet çevirisinde, Haydar Ceylan'ın 18/4/1999 tarihinde gözaltına alındığı, şahsın gözaltına alınmadan önce muayene edilmediği, buna karşılık gözaltına alındıktan sonra 19/4/1999 tarihinde sabaha karşı yapılan doktor muayenesinde sırtında, sol göz kapağında ve sol omzunda çürükler tespit edildiği, benzer hususların 22/4/1999 ve 25/4/1999 tarihli doktor raporlarında da tespit edildiği belirtilmiştir. Anılan kararda AİHM, başvurucunun sağlam olarak gözaltına alınmış olduğunu, gözaltında meydana gelen yaralanmalarınnasıl meydana geldiğine ilişkin Hükûmetin makul bir açıklama getirme yükümlülüğünün bulunduğunu, hâl böyle iken devletin 19/4/1999 tarihli rapordaki yaralara ilişkin açıklamasının ikna edici olmadığı ve daha sonra alınan 22/4/1999 ile 25/4/1999 tarihli raporlarda tespit edilen yaralanmalarailişkin herhangi bir açıklamasının da bulunmadığı saptamasını yapmıştır. AİHM bu saptamadan sonra gözaltında tutulurken meydana gelen yaralanmaların Hükûmetinsorumluluğunu taşıdığı bir muamele sonucunda meydana geldiğini kabul ederek Sözleşme'nin 3. maddesinin esas bakımından ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM ayrıca, başvurucunun mağdur olduğunu ileri sürdüğü eylemlerin Savcılıkça işkence olarak nitelendirilmesine rağmen kolluk görevlileri hakkındaki yargılamaya dava zamanaşımı gerçekleştiğinden son verilmesi nedeniyle Sözleşme'nin 3. maddesinin usul açısından da ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM ayrıca, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine ve her bir başvurucuya manevitazminat ödenmesine karar vermiştir.

24. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19/6/2014 tarihli kararının başvuruculara tebliğine ilişkin dosya içinde belge ve bilgi bulunmadığı ve ilk derece mahkemesince kesinleştirme işleminin 31/7/2014 tarihinde yapıldığı dikkate alınarak 25/7/2014 tarihli bireysel başvuru süresinde yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

25. Suç tarihinde yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur. ''

26. 765 sayılı mülga Kanun’un 59. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Kanuni tahfif sebeplerinden ayrı olarak mahkemece her ne zaman fail lehine cezayı hafifletecek takdiri sebepler kabul edilirse ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası yerine müebbet ağır hapis ve müebbet ağır hapis yerine 30 sene ağır hapis cezası hükmolunur.''

27. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Kanunlarda öngörülen "ağır hapis" cezaları, "hapis" cezasına dönüştürülmüştür.''

28. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135/A maddesi şöyledir:

 "İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.

 Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.

 Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez."

29. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ''İfade alma ve yasak usuller'' kenar başlıklı 148. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''(1)Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.

(2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.

(3)Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.

(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.

(5) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir.''

2. Yargısal İçtihatlar

30. Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 5/5/2011 tarihli ve E.2010/30146, K.2011/6501 sayılı kararınınilgili kısmı şöyledir:

"...Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 4709 Sayılı Kanun ile değişik 38/6 maddesi uyarınca 'Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.' hükmü ile 5271 sayılı CMK.nun 148/4. ve 5. fıkralarında yer alan 'Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.” ve “Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılabilir.' hükümlerine aykırı şekilde sanığın başkaca kesin, yeterli, inandırıcı ve hukuki kanıtlarla desteklenmeyen kolluk anlatımının hükme esas alınarak sanığın atılı suçlardan beraati yerine yazılı şekilde cezalandırılmasına karar verilmesi [doğru olmadığından BOZULMASINA karar verilmiştir.]''

B. Uluslararası Hukuk

1. İlgili Sözleşme

31. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

32. AİHM, bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699).

33. Ayrıca ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının kovuşturma aşamasında çelişmeli bir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekli olup aksi yöndeki uygulamalar, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturur (Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 7/3/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiası ve Bakanlık Görüşü

35. Başvurucular, işkence edilerek kollukta alınan ifadelerinin mahkûmiyete esas alındığını ve bu ifadenin işkence altında alındığının tespiti için yapmış oldukları itirazların Mahkemece reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca yargılamada lehe olan delillerin dikkate alınmadığını, tutanak mümzilerinin olayın üzerinden uzun zaman geçtikten sonra tanık sıfatıyla verdikleri beyanların sağlıklı olmadığını ve işlendiği iddia edilen eylemlerin herhangi bir kamu görevlisi veya kişiye yönelik şiddet içermediğinden bu eylemlerin iddianamede belirtilen anayasal düzeni değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya elverişli olmadığını, bu itibarla araç suçların müstakil olarak ele alınarak dava zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi gerektiğini, hâl böyle iken Mahkemenin yaptığı geniş yorumla kanun koyucunun iradesine aykırı bir sonuca ulaştığını ve bu hususlara ilişkin temyiz itirazlarının Yargıtay onama kararında karşılanmadığını belirterek adil yargılanma hakkı ile suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

36. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

37. Anayasa'nın ''Suç ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.

(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/15 md.) Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.''

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların anılan iddialarının tamamınınadil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlaledildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

40. Ceza muhakemesinin amacı, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak bu amacın gerçekleştirilmesi için yapılan araştırma faaliyetleri sınırsız değildir. Maddi gerçeğin hukuka uygun bir şekilde ortaya çıkarılması, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için gereklidir. Bu bakımdan ceza yargılamasında hukuka uygun yöntemlerle delil elde edilmesi, hukuk devletinin temel ilkelerinden sayılmaktadır. Bu kapsamda Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında da kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır (Orhan Kılıç,. [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018, § 42).

41. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş; ancak, hakkaniyete uygun yargılanma hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının hakkaniyete uygun yargılanma güvencesini dekapsadığının kabul edilmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

42. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını veya delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Anayasa Mahkemesinin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

43. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

44. Ancak bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının kanuna uygun şekilde elde edilip edilmediklerini tespit etmekten ziyade bu türden "kanuna aykırılığın" Anayasa'da korunan başka bir hakkın ihlali ile sonuçlanıp sonuçlanmadığını ve bu "kanuna aykırılığın" bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § 46). Bu yapılırken delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması gereklidir (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 61).

45. Adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan hakların etkili bir şekilde korunması gereklidir. Bu itibarla işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler sonucunda elde edilen delillerin kullanılması da yargılamanın adilliğine yönelik ciddi sorunlar ortaya çıkarır. Zira işkence ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlilerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Güllüzar Erman, § 64).

46. Özetle hüküm kurulurken işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ile toplanan delillere dayanılması hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile bağdaşmamaktadır. Öte yandan ikrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış olması da önemli olup müdafinin hazır bulunmadığı ifadelerin hükme esas alınabilmesi için kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların mevcut olup olmadığı hususu önem kazanmaktadır (Güllüzar Erman, §§ 65, 67).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

(1) Haydar Ceylan Yönünden

47. Başvurucu Haydar Ceylan'ın gözaltına alındıktan sonra ve emniyette tutulduğu sırada fiziki cebir ve işkenceye uğradığı dosya içinde bulunan adli tabip raporlarıve AİHM kararıyla maddi bir vakıa hâlini almıştır.

48. Başvurucu; polisler tarafından düzenlenen "kendisini ve bazı kişileri suçlayıcı ifadeler içeren" tutanakları imzalamak zorunda kaldığını ifade etmiş, soruşturma evresinden itibaren bu beyanların kendine ait olmadığını belirtip itiraz etmiştir.

49. Gerekçeli kararda başvurucu Haydar Ceylan'ın örgüt üyeliği ve bu örgüt üyeliği çerçevesinde örgüt tarafından gerçekleştirilen bir çokmolotof atma,bombalama ve pankart asma olaylarına iştirak ettiği saptamasında bulunulmuşsa da isnat edilen eylemlerin dayanağı olarak 22/4/1999 tarihinde gözaltındaki kolluk beyanı gösterilmektedir. İlk derece mahkemesi başvurucunun gözaltında bulunduğu sıradaişkence gördüğü iddiasını bu yönde yeterli şüpheyi gösterir bilgi ve belgelere ulaşılamamasınedeniyle lehe değerlendirmeye tabi tutmamıştır.

50. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte somut olayda, mahkûmiyete esas alınan delillerin gözaltındaki beyana dayalı olduğu, anılan beyanların işkence ile elde edildiği hususunun yukarıda açıklandığı üzere AİHM kararı ile sabit olduğu, bu karar gözönünde tutulmadan yapılan yargılamada hukuka aykırılıkların bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği, delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurduğu ve Mahkeme huzurunda başvurucu tarafından doğrulanmayan beyanlara ilişkin "kanuna aykırılıkların" yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.

51. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varıldığından başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı haricindeki adil yargılanmaya ilişkin ihlal iddiaları incelenmemiştir.

52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

(2) Binnaz Demirbaş Yönünden

53. Başvurucu Binnaz Demirbaş, işkence edilerek kollukta alınan ifadesininmahkûmiyete esas alındığını ve bu ifadenin işkence altında alındığının tespiti için yapmış oldukları itirazların Mahkemece reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

54. Somut olayda başvurucu kolluk beyanlarının baskı ve işkence ile alındığını ileri sürmekle birlikte İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesine sunmuş olduğu 3/3/2000 havale tarihli dilekçede örgüt üyesi olduğunu, örgütün amacı doğrultusunda 7/11/1998 tarihinde pankart asmaya ve korsan gösteriye katıldığını, 25/7/1998 tarihinde üst geçide pankart asma ve Marmara Üniversitesi kampüsündeki çevik kuvvet otobüsüne bomba koyma fiillerini işlediğini kabul etmiştir.

55. Başvurucunun iddianameye konu bir kısım fiil yönünden kolluktaki beyanınınişkence altında alındığını iddia etmesine rağmen bu fiilleri işlediğini Mahkeme huzurunda da kabul ettiği, ele geçen patlayıcı madde ve tabancaya ilişkin tutanaklar, bir kısım olaya ilişkin parmak izi ile laboratuvar incelemeleri sonucu düzenlenen bilirkişi raporları ile yukarıda açıklanan ilkeler nazara alındığında derece mahkemelerinin kararlarındaki gerekçe ve kabule göre yasak sorgu yöntemi ile elde edilen delillerdeki hukuka aykırılıkların bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini etkilemediği kanaatine varılmıştır.

56. Başvurucunun işlediği iddia edilen fiillerin bir bütün olarak anayasal düzeni değiştirme veya ortadan kaldırma suçunu veya her birinin müstakil bir suç sayılıp sayılmayacağı ve toplanan delillerin takdirine ilişkin iddiaları, mahkemelerce delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

57. Öte yandan başvurucu Yargıtay onama kararının temyiz itirazlarını karşılamadığını ileri sürmüşse de incelenen kararda gösterilen gerekçenin kanun yolu merciince uygun bulunduğu dikkate alındığında gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.

58. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

59. Başvurucular yargılamanın on beş yılı aşan bir sürede tamamlanamaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

60. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

61. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34).

62. Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (B.E., § 29).

63. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yargılamanın AİHM tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine dair kararın verildiği 9/12/2008 tarihinden sonra yaklaşık 5 yıl 6 ay 10 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

64. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

66. Başvurucular yargılamanın yenilenmesi ve her biri için olmak üzere 250.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

67. Başvurucu Haydar Ceylan yönünden hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve her iki başvurucu yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

68. Başvurucu Haydar Ceylan yönünden hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (Kapatılan) İstanbul14. Ağır Ceza Mahkemesinin yerine bakan mahkemeye (E.2003/153, K.2012/111) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

69. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

70. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucular bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Başvurucu Haydar Ceylan yönünden hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Başvurucu Binnaz Demirbaş yönünden hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

3. Her iki başvurucu yönünden makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin Başvurucu Haydar Ceylan yönünden hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (Kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin yerine bakan mahkemeye(E.2003/153, K.2012/111) GÖNDERİLMESİNE,

D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle net 6.000TL manevi tazminatın başvuruculara ayrı ayrı ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/3/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.