Bu çalışmada; şüphe kavramının ceza yargılamasında anlamına ve kapsamına değinilerek, Cumhuriyet savcısının, iddianame düzenleyip soruşturma aşamasını sona erdirebilmesi için, şüphelinin isnad edilen suçu işlediğine dair şüphenin, yeterli şüphe seviyesine ulaşması şartından ne anlaşılması gerektiği değerlendirilecektir.

Kamu davasının açılması için iddianame hazırlanmasında yeterli şüphe şartının aranılacağına dair ibareyi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.170/2 ile m.172/1-2’de görmekteyiz.

Ceza Muhakemesinde şüphe; basit, makul, yeterli ve kuvvetli olarak dört başlıkta toplanabilir. Şüphenin sanık aleyhine yenildiği durumda mahkumiyetine, aksi halde sanığın beraatına karar verilir (CMK m.223/5 ve m.223/2-e).

1. Genel Olarak Şüphe Kavramı ve 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda Şüphe

Türk Dil Kurumu’na göre; bir olgu ile ilgili gerçeğin ne olduğunu kestirememekten doğan kararsızlık, kuruntu, işkil, kuşku, acaba, şek anlamlarına gelen şüphe kelimesi, Ceza Muhakemesi Hukukunda, yargılanan kişinin/sanığın suç işlediğine dair düşünceyi, kanıyı ifade etmektedir. Öyle ki; sanık hakkında mahkumiyet kararı verilebilmesi için, sanığın suç işlediğine dair şüphenin ortadan kalkması, sanık aleyhine yüzde yüz yenilmesi gerekmektedir. Sanık hakkında mahkumiyet kararı verilebilmesinin şartı, şüphenin ortadan kalkıp, mahkemenin suçun işlendiğine dair kesinliğe ulaşmasına bağlıdır. Suç isnadı ile karşılaşan kişi; üzerinde var olduğu iddia edilen şüpheden kurtulması için adli mercilerden somut delillerin toplanmasını isteyebilecek, şüphe sebeplerinin ortadan kaldırılması için savunmasını etkin şekilde ortaya koyacaktır.

Bununla birlikte; kişi hakkında soruşturmaya başlanması, haklarında koruma tedbirlerinin uygulanması, iddianame düzenlenebilmesi için gereken şüphe Ceza Muhakemesi Kanunu’nda farklı isimlerle ifade edilmiştir. Şüphenin bütün türlerinde, gerekli işlemlerin yapılabilmesi için, kesin bir kanıya dönüşmesi aranmaz.

Anglo Sakson Ceza Muhakemesi Hukukunda; jürinin bir kişi hakkında “suçlu” kararı verebilmesi için, savcılık tarafından, delillerin maddi gerçeğin her türlü makul şüphenin ötesinde (beyond a reasonable doubt) ortaya koyulması gerekmektedir[1]. Bu şüphe şartı; Türk Hukuku’nda kabul edilen, maddi gerçeğin ortaya koyulmasında şüphenin tümü ile ortadan kaldırılması gerekliliğinden daha hafif olduğu söylenebilir. Bizde; mahkumiyet için Alman Hukuku’nda da kabul edilen gerçeğe en yakınlık kabul edilmemiş, şüphenin sanık aleyhine yüzde yüz yenilmesi aranmıştır. Bununla birlikte uygulamanın, CMK m.223/5’de öngörülen bu şartı yerine getirdiği söylenemez. Hatta bazen gerçeğe en yakınlığın dahi aranmadan, başka türlü olamayacağından, hayatın akışına aykırı olduğundan, oluş ve kabul sanığı gösterdiğinden, savunma sırf inkara dayandığından gibi gerekçelerle mahkumiyet kararları verildiği, somut deliller ve ispat üzerinde yeterli tartışmanın yapılmadığı ve gerekçeli kararın hazırlanmadığı görülebilmektedir.

Yargılama konusu olan ve geçmişte meydana gelen bir olayın fail tarafından işlendiğine dair şüphe, deliller vasıtasıyla şekillenmektedir. Elde edilen deliller, şüpheyi kanıya dönüştürür. Sanığın mahkum edilebilmesi için, akla ve mantığa uygun gerekçelere dayanan her türlü şüphenin bertaraf edilmesi gerektiği konusunda tereddüt olmamakla birlikte, hakimin insan olduğu ve vicdani kanaatine göre delilleri serbestçe takdir ettiği gözetildiğinde, mutlak gerçeğe ulaşmanın her zaman mümkün olmadığı belirtilmelidir.

5271 Ceza Muhakemesi Kanunu’nda şüphe ibaresi; 74. maddede şüpheli veya sanığın fiili işlediği hakkında kuvvetli şüphenin bulunması halinde gözlem altına alınabileceği; 91. maddede, suç işlendiğine dair şüphenin somut delillere dayanması durumunda kişinin gözaltına alınabileceği; 100. ve 109. maddelerde, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı halinde kişinin tutuklanabileceğini veya kişi hakkında adli kontrol kararı verilebileceği; 116. maddede, yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceğine ilişkin makul şüphenin bulunması durumunda şüpheli veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerlerin aranabileceği; 128. maddede, suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebinin bulunması halinde taşınmaz, hak ve alacaklara elkoyulabileceği; 134. maddede, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma tedbirinin uygulanabileceği; 135. maddede, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınabileceği; 139. ve 140. maddelerde, suçun işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması halinde gizli soruşturmacı görevlendirebileceğini ve teknik araçlarla izleme yapılabileceği; 170. ve 172. maddelerde, Cumhuriyet savcısının şüphelinin suç işlediği hakkında yeterli şüpheye ulaşması halinde iddianame düzenleyeceği, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edememesi halinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verileceği; aynı maddenin ikinci fıkrasında, kovuşturmaya yer olmadığına karar verildikten sonra, kamu davasının açılabilmesi için, yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmesi gerektiği; 253. maddede, kamu davasının açılması için yeterli şüphenin varlığı halinde dosyanın uzlaştırma bürosuna gönderileceği düzenlemelerinde yer almaktadır.

Kanunda şüphe türleri belirtilmekle birlikte, bu türler hakkında hiçbir tanımlama yapılmamıştır. Kanaatimizce, uygulama bakımından çelişkinin giderilmesi ve belirlilik ile öngörülebilirlik ilkelerinin gereği olarak, şüphe türlerinin anlam ve kapsamının tanım yapmak suretiyle belirlenmesi uygun olacaktır.

CMK m.160’a göre, suç işlendiğine dair izlenimi öğrenen Cumhuriyet savcısı, soruşturmaya başlamak zorundadır. Burada geçen izlenim ifadesi TDK’ya göre, “bir durum veya olayın duyular yolu ile insan üzerinde bıraktığı etki, intiba” anlamlarına gelmektedir. Basit şüphe (başlangıç şüphesi) olarak ifade edilen bu durum, şüphenin en yalın halidir. Bu yoğunlukta şüphenin bulunmadığı durumlarda, soruşturmaya başlanamayacaktır. Öyle ki; CMK m.158/6’ya göre, ihbar veya şikayet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması, ihbar veya şikayetin soyut ve genel nitelikte olması durumlarında, Cumhuriyet savcısı soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verebileceği düzenlenmiştir. Bu düzenleme aslında, basit şüphenin dahi bulunmadığı şikayet ve ihbarlarda, soruşturmaya başlanamayacağını ifade etmektedir.

Makul şüphe ise, Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği m.6’da “hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphe” olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca maddede, şüphenin somut olaylara dayanması gerektiği ifade edilmektedir. Aynı Yönetmeliğin 27. maddesinde ise, kolluğun durdurma ve kontrol yetkisini kullanmak bakımından “umma derecesinde makul şüphe” bulunması gerektiği belirtilmiştir. Bu şüphe, “tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanarak, kişinin bir suç işleyeceği veya işlediği hususunda veya kişinin silahlı olduğu ve halen tehlike yarattığı konusunda makul bir sebebin bulunması” ile açıklanmaktadır. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu m.4/A’da ise bu şüphe, “polisin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul sebebin bulunması” şeklinde ifade edilmiştir.

Polisin, durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde sınırlı şekilde arama yetkisinin bulunduğu ortaya koyulmuştur. Burada yer alan yeterli şüphenin makul şüpheden yoğun olduğu, durdurma faaliyetinin gerçekleştirilmesi sırasında elde edilen bilgi ve delillere dayanması gerektiği belirtilmelidir.

Doktrinde; basit şüpheden daha yoğun, ancak yeterli ve kuvvetli şüpheye varmayan şüphe derecesi olarak kuvvetli şüphe sebeplerinden bahsedilmektedir. Bu şüphe derecesinin; taşınmazlara hak ve alacaklara elkoyma, bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama kopyalama elkoyma, iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı görevlendirilmesi, teknik araçla izleme tedbirleri bakımından gündeme gelmektedir[2]. Kanaatimizce, burada kastedilen şüphe derecesi de kuvvetli suç şüphesini ifade etmektedir.

Koruma tedbirlerinde aranan kuvvetli şüphe, yapılacak yargılama neticesinde şüpheli veya sanığın mahkum olma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olması şeklinde ifade edilmektedir. Bu şüphe derecesinin, makul şüphe ve yeterli şüphe derecelerinden yoğun olduğu belirtilmelidir.

Şüpheliye isnad edilen suç bakımından durumunun kuvvetli suç şüphesi kapsamında kaldığı değerlendirilerek tutuklanabilmesi, şüpheli hakkında iddianame düzenlenmesi için gereken yeterli şüpheyi aşan, kişiyi mahkum edecek nitelik ve şiddette somut delillere dayanılmasına bağlıdır.

Şüpheli hakkında tutuklama kararı verilen bir dosyada, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi mümkündür. Bu durumda, şüpheli hakkında tatbik edilen tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğu sonucuna varılacaktır. Kişinin tutuklandığı için, hakkında iddianame düzenlenmesinin zorunlu olduğuna dair kabul, kanuni olmayıp, insan haklarına uygun bir yorum olarak değerlendirilemez.

2. Yeterli Şüphe Nedir?

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170. maddesinin 2. fıkrasında, “Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler.” ve 172. maddedeki, “Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi (...) hallerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir.” hükümleri doğrultusunda, şüpheli hakkında soruşturma aşamasının iddianame düzenlenerek tamamlanması ve ara muhakeme ile kovuşturma aşamasına geçilebilmesi için, şüpheliye isnad edilen suçun işlendiği konusunda ummak, tahmin etmek olarak ifade edilebilecek olan basit şüpheyi aşan, toplanan delillere yani somut verilere dayanan düşünceye varılması gerekmektedir.

Yeterli şüphe, kişinin isnad edilen suçtan mahkum olma ihtimalinin beraat etme ihtimalinden yüksek olması durumunu ifade ettiği belirtilmektedir[3]. Yeterli şüphenin varlığı somut delillere dayanmak zorundadır. Bu sebeple; CMK m.170/4’de, iddianamede yüklenen suçu oluşturan olayların, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanması gerektiği, CMK m.174’de, suçun sübutuna doğrudan etki edecek mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen iddianamenin iade edileceği belirtilmiştir. Bu düzenlemeler; Cumhuriyet savcısının delilleri toplamaması, maddi vakaları delillerle bağdaştırmaması halinde, şüpheli hakkında iddianame düzenlemeyi gerektirecek yeterli şüphenin bulunmadığını ifade etmektedir. Bu sebeple, ihtimale ve soyut düşünceye dayanan değerlendirme ile yeterli şüphenin varlığı kabul edilerek, iddianame düzenlenemez.

Soruşturma sırasında eksik inceleme yapılması, Ceza Muhakemesi Hukukunda benimsenen “hükmün kolektif verilmesi” ilkesine aykırılık teşkil eder, çünkü bu durumda mahkeme, delil araştırma faaliyetine girecektir. Yeterli delil toplanmadan, özellikle savcıda yeterli şüpheye sebebiyet verecek vaziyet tezahür etmeden kamu davasının açıldığı durumlarda, savcılık makamına yüklenen iddia külfeti mahkemeye geçmiş olacaktır. Bu nedenle; yeterli delil ile ortaya koyulamayan şüphenin varlığı halinde, bu iddianame mahkemece kabul edilmemeli ve savcılığa iade edilmelidir[4].

Yeterli şüphenin anlam ve kapsamı bakımından iki görüş gündeme gelebilmektedir.

Birinci görüşe göre; iddianamenin düzenlenmesinde kanunun aradığı yeterli şüphe kavramı, soyut ve belirsizdir. Çoğunlukla soruşturma işlemleri sırasında başvurulan tutuklama ve adli kontrol koruma tedbiri için kuvvetli suç şüphesinin, arama koruma tedbiri için makul suç şüphesinin, elkoyma koruma tedbirinin bazı türleri için (Ör: CMK m.128) kuvvetli suç şüphesinin; iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması koruma tedbirinin uygulanması sırasında kuvvetli suç şüphesinin arandığı düzenlemeler varlığını korumaktayken, başvurulan bu koruma tedbirlerinin sonucunda Cumhuriyet savcısının soruşturma bakımından kanaatini sonlandıran, iddianame düzenleyerek dava açmasını sağlayan iddianame tanzimi sırasında gözetilmesi gereken yeterli şüphenin, başvurulan tüm koruma tedbirlerinde aranan “makul” ve “kuvvetli” suç şüphesini aşan, bu şüphe türlerinden daha yoğun, Cumhuriyet savcısına artık sanığa “sen suçlusun” deme yetkisini verebilecek derecede bir şüphe olarak anlaşılması gerekmektedir. Aksi halde; keyfi koruma tedbirleri sebebiyle Cumhuriyet savcılarının soyut açıklamalar içeren iddianame düzenlemeleri sözkonusu olabilecek ve bu durum, kişilerin lekelenmeme hakkını ihlal edecektir.

İkinci görüşe göre ise; yeterli şüphe kavramı, hukuk devletinde kişiler aleyhine sonuç doğurabilecek düzenlemelerin belirli, öngörülebilir ve açık olması gerekliliği gözetildiğinde, Kanunda tanım yapılarak netleştirilmelidir. Bunun yanında, iddianame düzenlenmesinde şüphelinin suça konu fiili işlediğine dair yeterli şüpheyi gösteren somut deliller, Cumhuriyet savcısının koruma tedbirlerinden bağımsız olarak değerlendireceği ve kamu davasını açmak için kullanacağı işin esası ile ilgili bir kriterdir. Bu sebeple, iddianamenin düzenlenmesi için aranan yeterli şüphe şartının, makul ve kuvvetli suç şüphesinden daha ağır olması gerekmez.

Koruma tedbirleri, uygulanmasıyla ulaşılmak istenen amaç gereğince, doğrudan, kişilerin doğuştan sahip oldukları ve Anayasa ile korunan temel hak ve özgürlüklerine müdahale teşkil etmektedir. Bu özelliği sebebiyle, tutuklama ve adli kontrol tedbirleri gibi kişilerin özgürlüklerini sınırlayan koruma tedbirlerinin uygulanmasının, şüpheli veya sanığın mahkum olma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olması şartına yani kuvvetli suç şüphesine bağlı olması oldukça doğaldır. Ancak kişi hakkında dava açılması için Cumhuriyet savcısının bu derecede şüpheye erişmesi gerekmez. Kişi hakkında dava açılması, koruma tedbirleri gibi, kişinin özgürlüğünü sınırlayan bir faaliyet değildir.

Buradaki sorun, şüpheli hakkında dava açılması için ulaşılması gereken şüphenin de, mahkumiyetin kuvvetle muhtemel olması derecesine erişmesi gerekip gerekmeyeceğidir. Kuvvetli suç şüphesinin, şüphelinin üzerine atılı suçtan mahkum edilmesinin kuvvetle muhtemel olması anlamına geldiği, somut delillerin olayın aydınlanması bakımından kesinlik boyutuna ulaşması halinde kuvvetli suç şüphesinden bahsedilebileceği gözetildiğinde; Ceza Muhakemesi sistemimizde tutuksuz yargılamanın esas olduğu, fiil hakkında yargılama yapacak merciinin savcılık değil, mahkeme olduğu dikkate alındığında, Cumhuriyet savcısının iddianame düzenlemesi için şüphelinin mahkum olma ihtimalini beraat etme ihtimalinden yüksek görmesi, yani yeterli şüphenin bulunması yeterli ve gereklidir.

Aksi takdirde, Cumhuriyet savcısı “doğrudan doğruyalık”, “çelişmeli yargılama” ilkeleri ve bunları sağlayacak imkanları olmaksızın dosya üzerinden, nerede ise, bir yargılama faaliyeti yürütecektir. Bu durum soruşturma aşamasının oldukça uzamasına sebep olacak, savcılığın “Bu kişi kuvvetli suç şüphesi altında çünkü mahkumiyeti için kuvvetle muhtemel görünen somut deliller var.” anlamına gelen iddianamesi, mahkemenin şüpheli hakkındaki önyargısının dayanağı olacak, mahkemenin o dosyadaki bakışını yargılanan kişi aleyhinde başlatacak ve sürdürecek, mahkeme bu önyargısını yenmekle oldukça zaman harcayacak, bağımsızlık ve tarafsızlık ilkeleri ile faaliyet yürüten ve yargı erkinin yegane unsuru olan mahkeme karşısında kendisini ilk defa ifade edecek sanığın, “nerede ise suçlu” sayılmasıyla karşılaşacaktır. Bu da suçsuzluk/masumiyet karinesi ve “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine aykırılığı gündeme getirecektir.

Sonuç olarak; Cumhuriyet savcısı tamamladığı bir soruşturmada, şüpheli ile suça konu fiil arasında illiyet bağı kurmaya yeterli delillere ulaşarak, şüphelinin cezalandırılacağına inanmakta ise, bu durumda sırf “bu iddiayı ve delilleri mahkeme değerlendirsin” diyerek değil, ama şüphelinin hukuki nitelendirmesi mahkemeye ait olan suça konu fiilden ceza alacağına inanarak, şüpheli ve suça konu fiil bakımından yeterli şüphenin varlığı ile kamu davası açılması amacıyla CMK m.170’e ve m.174’e uygun bir iddianame düzenleyip, görevli ve yetkili mahkemesine bu itham belgesini delilleri ile birlikte göndermelidir.

Yeterli şüphe derecesi, Kanunda tanım yapılarak belirli hale getirilmeli; makul şüphe ve kuvvetli şüphe arasındaki yoğunlukta olan yeterli şüphe, şüphelinin beraat etme ihtimalinin mahkum edilme ihtimalinden düşük olması olarak anlaşılmalı; koruma tedbirleri gibi ağır neticeleri olmayan kamu davası açılmasının, Cumhuriyet savcısının yeterli şüphe derecesine ulaşan kanısı ile mümkün olduğunun kabulü gerekmektedir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Alperen Gözükan

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------------

[1] Mehmet Yayla, Ceza Yargılamasında İspat İçin Yenilmesi Gereken Şüphe; Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri Sistemlerinin İncelenmesi, Ankara Barosu Dergisi, 2013/3, s.297.

[2] Veli Özer Özbek- Koray Doğan - Pınar Pacaksız, Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Baskı, Seçkin Kitabevi, Ankara, 2020, s.258.

[3] Özbek vd., a.g.e. s.258.

[4] Ersan Şen- Mehmet Vedat Ervan, “Kovuşturmanın Yol Haritası İddianame”, Yorumluyorum 23, s.335- 345, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2021, s.339.