5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun son fıkrası olan 5. Fıkrası "İade kararına karşı Cumhuriyet savcısı itiraz edebilir." ifadelerini havi olup, iddianamenin iadesi kararına karşı Cumhuriyet Savcısına itiraz hakkı tanındığı anlaşılmaktadır. Peki iddianamenin iadesi kararına karşı Savcılığa tanınan söz konusu itiraz hakkının karşılığında iddianamenin kabulü halinde yani iddianamenin kabul kararına karşı Şüpheliye (Sanığa) bir itiraz hakkı tanınmış mıdır?

5271 sayılı kanunun (CMK) itiraz olunabilecek kararlar başlıklı 267. Maddesinde “Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.” İfadeleri ile hâkim kararlarına ve kanunun açıkça gösterdiği hallerde Mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebileceği kabul edilmiştir.

Bu kapsamda iddianamenin kabul kararının; öncelikle Hâkim kararı mı? yoksa Mahkeme kararı mı? olduğunun, sonrasında bu karar Mahkeme kararı ise itiraz yolunun açıkça kanunda düzenlenip düzenlenmediğinin tespiti gerekecektir.

İddianamenin kabulü ve duruşma hazırlığı başlıklı CMK ‘nın 175. Maddesinin 1. Fıkrasında “(1) İddianamenin kabulüyle, kamu davası açılmış olur ve kovuşturma evresi başlar.” İfadesi ile kabul kararının hâkim tarafından mı yoksa Mahkeme tarafından mı verildiği konusunda açıklık yok iken devamı ikinci fıkra da “(2) Mahkeme, iddianamenin kabulünden sonra duruşma gününü belirler ve duruşmada hazır bulunması gereken kişileri çağırır.” İfadeleri ile iddianamenin kabul kararının Mahkeme tarafından verildiği anlaşılmaktadır. Yine kanunun 174. Maddesinde iddianamenin iadesine ilişkin sürecin Mahkeme tarafından değerlendirildiği, Mahkeme tarafından, iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde soruşturma evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle; … İddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilir.” İfadelerinden anlaşılmaktadır. Aynı maddenin 3. Fıkrasında da “En geç birinci fıkrada belirtilen süre sonunda iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır.”  İfadeleri ile belli bir sürenin “ki bu süre birinci fırkada belirtilen 15 (on beş) günlük süredir” dolması üzerine iddianamenin zımnen kabul edilmiş sayılacağı düzenleme altına alınmış bulunmaktadır.

Dolayısıyla kanun düzenlemesi incelendiğinde iddianamenin kabul kararının bir “Mahkeme kararı” olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda dile getirdiğimiz CMK 267. Madde hükmü ve iddianamenin kabul kararının bir Mahkeme kararı olduğu tespiti dikkate alındığında iddianamenin kabul kararına itiraz hakkının varlığından bahsedilebilmek için söz konusu itirazın kanunda açıkça düzenlenmiş olması gerekmektedir. Ancak İddianamenin kabulü ve duruşma hazırlığı başlıklı CMK ‘nın 175. Maddesi ve devamı hükümlerde “İddianamenin kabulü” kararına itiraz yolunu tanıyan herhangi bir maddenin olmadığı görülmektedir.

Gelinen bu noktada şüpheliye veya iddianame kabul edildiğine göre artık sanığa iddianamenin kabul kararına itiraz hakkının tanınmadığı anlaşılacaktır. Kaldı ki bizim yaptığımız gibi siz de iddianamenin kabulü kararına itiraz ederseniz büyük bir oranda Mahkeme öyle bir itiraz yolu yok diye itirazını kabul etmeyecek, CMK 268/2 maddesi gereği itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderme gibi bir karar da vermeyecektir. Aşağıda örnek bir karar metni mevcuttur.

İddianamenin kabulü sonucu kanunun “İddianamenin kabulüyle, kamu davası açılmış olur ve kovuşturma evresi başlar.” ifadesi ile soruşturma aşamasından kovuşturma sürecine geçilmiş olacağı yani aleyhine suç isnat edilen kişi için “şüpheli” sıfatından artık “sanık” sıfatına geçeceği açık olup, hakkında sağlıklı bir soruşturma yürütülmeden açılan kamu davası nedeniyle masumiyet karinesinin ve bu kapsamda karalanmama hakkının ihlal edilmesine neden olacağı açıktır. 

Bu aşamada sorulması gereken en önemli soru; “iddianamenin iadesi kararı açısından Cumhuriyet Savcısına tanınan (ki burada bizce bu karara itiraz hakkının müşteki içinde tanınması gerekir) itiraz hakkının iddianamenin kabul kararı için sanığa (şüpheliye) tanınmaması bir dengesizliğe bu dengesizlik kapsamında silahların eşitliği ilkesine aykırılık teşkil etmeyecek midir?” Sorusu olacaktır.

“Silahların eşitliği” ilkesi, Ceza Muhakemesinde iddia makamı ile savunma makamı arasında haklarda eşitlik, yetkilerde denge olmasını gerektiren bir ilke olup, savunma aleyhine bir hukuki durumun yaratılmamasını ifade etmektedir. Savunma makamının savunmayı hakkıyla yapabilecek yetkilerle donatılması önemlidir. İddia ile savunma arasında (özellikle yargılama aşamasında) denge sağlanması hakkaniyet gereğidir. Bu denge “silahların eşitliği” şeklinde ifade edilmektedir. Buna yetkilerde denge veya usuli eşitlik de denebilir. Bu dengenin hakkaniyet gereği oluşu, silahların eşitliği ilkesini adil (hakkaniyete uygun) yargılama ilkesinin bir unsuru haline getirmektedir. (ŞAHİN Cumhur / Ceza Muhakemesinde Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkeleri) Dolayısıyla iddianamenin kabul kararına itiraz hakkının tanınmaması savunma aleyhine hukuki bir durum yarattığı için Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. Maddesi ile koruma altına alınan Adil yargılanma hakkının, hukuki dinlenilme hakkının, hukuk devleti ilkesinin, hukuki güvenlik ilkesinin, silahların eşitliği ilkesinin, hak arama özgürlüğünün ve masumiyet karinesinin ihlaline neden olacağı açıktır.

Açıklama ve tespitler ışığında CMK 174/5. Maddede "İade kararına karşı Cumhuriyet savcısı itiraz edebilir." ifadeleri ile iddianamenin iadesi kararına itiraz hakkı açıkça tanınmış olmasına rağmen iddianamenin kabul kararına itiraz hakkı tanınmamış olması Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. Maddesine aykırıdır.

Dolayısıyla söz konusu aykırılığın 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. Maddesi " (1) Bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa; ........Anayasa Mahkemesine gönderir.

Taraflarca ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiası davaya bakan mahkemece ciddi görülmezse bu konudaki talep, gerekçeleri de gösterilmek suretiyle reddedilir. Bu husus esas hükümle birlikte temyiz konusu yapılabilir." hükmü gereğince, Mahkemelerce re’sen veya tarafların özellikle sanık müdafilerinin ileri sürmesi üzerine değerlendirilerek somut norm denetimi yolu ile incelenmesi amacıyla Anayasa Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekecektir.

Bu konuda ne kadar çok başvuru olursa Anayasa Mahkemesine konunun gitmesi imkânı o kadar artacaktır. Bugüne kadar tarafımızca yapılan başvurular maalesef ki olumlu bir sonuca ulaşmamıştır. Ve yine maalesef ki iddianamenin kabul kararına itiraz hakkı tanınmamış olmasının Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. Maddesine aykırı olduğuna dair talep ve iddialarımız “yerleşik mahkeme, istinaf ve yargıtay kararları gereğince, 5271 sayılı Ceza Yargılama Yasasının 174/4. Maddesinde "İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır." şeklinde düzenlemesine aykırı olarak , iddianamenin dayandığı tüm kanıtların, bu kanıtlara göre iddia makamının ulaştığı sonuçların, iddia, savunma ve dosyadaki diğer belgelere ilişkin değerlendirmelerin, Şüphelinin teker teker eylemlerinin ne olduğunun ve sorumluluklarının ne olduğu, her birinin sebebiyet verdiği kişi veya kamu zararının net olarak belirlenerek açık olarak iddianame anlatımına yansıtılması, dayanaklarının gerekçeleriyle açıklanıp gösterildiği, uzlaştırma işleminin neden yapılmadığına dair gerekçenin yerinde olduğu, Şüphelilerin üzerlerine atılı eylemlerinin açıklanırken hangi belgelerin esas alındığı, şüphelilerle ilişkisi bulunup bulunmadığının gösterildiği anlaşılmakla , sanık müdafi tarafından soyut iddialar ile öne sürülen Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi görülmediği değerlendirilerek sanık müdafinin talebinin reddine…” ifadeleri ile Anayasaya aykırılığa yönelik değerlendirmelerden ziyade itiraza konu iddianame içeriğini ve iddianamenin kabul kararındaki hukuka uygunluk genel gerekçeleri dile getirilerek reddolunmaktadır. 

Temennimiz konunun en azından Anayasa Mahkemesinin önüne giderek yetkin ve etkili bir değerlendirme ile karara bağlanmasıdır.

Halil İbrahim BODUR

Hukukçu