I- GİRİŞ

Üzülerek belirtmek isteriz ki; "06.02.2023 günü saat 04.17’de meydana gelen ve merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olarak tespit edilen deprem Kahramanmaraş, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya, Kilis ve Adana başta olmak üzere çevre illerde yoğun şekilde hissedilmiştir. Depremin yol açtığı can kayıpları ve yaralanmalar ile maddi hasarlar tüm milletimizi derin üzüntüye sevk etmiştir. Aziz milletimiz milli birlik ve beraberlik duyguları içerisinde Devletimizin tüm olanaklarının seferber edildiği, kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve bölge halkının yoğun uğraş ve gayretleriyle enkaz altındaki vatandaşlarımızın kurtarılması, hasarlı binaların tespiti, vatandaşların iaşe ve barınma sorunlarının çözüme kavuşturulması suretiyle felaketin etkilerinin giderilmesi, bölge halkının yaralarının sarılması çalışmaları büyük hızla halen dahi devam etmektedir. Vefat eden meslektaşlarımız başta olmak üzere depremde hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımızın ruhu şad olsun. Aziz milletimizin başı sağolsun…

Yaşanan depremle beraber birçok vatandaşımız haliyle mağdur olmuştur. Depremden kaynaklı olarak idarenin sorumluluğu, yapı denetim kuruluşlarının sorumluluğu, müteahhitlerin sorumluluğu ve diğer ilgililerin sorumluluğuna ilişkin hukuki süreçler ayrı ayrı alanında uzman kişiler tarafından değerlendirilmiş bu değerlendirmeler tüm vatandaşlarımızın anlayıp uygulayabileceği şekilde kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bizde bu yazımızda son yaşanan deprem ile beraber gündeme gelen ifa imkânsızlığı ve ifa müesseselerini yalın bir dil ile kaleme almaya çalışacağız. Zira sahada gördüğümüz kadarıyla Hatay, Adıyaman, Kahramanmaraş özelinde 10 ili derinden etkileyen deprem nedeni ile bu illerde yaşayan vatandaşlarımızın aralarında kurmuş oldukları hukuki ilişkinin taraflarca ifasına ilişkin olarak hem imkânsızlık hem de güçlük durumu vaki olmuştur.

Nitekim Türk Hukukunda aslolan, taraflarca kurulan hukuki ilişkinin şartlarına uygun olarak ifa edilmesidir. Bir borcun taraflarca kararlaştırılan zamanda tam ve gereği gibi ifa edilmesi borçlunun kendisine yüklenemeyecek bir sebepten dolayı imkânsız hale gelmiş ise ya da yine borçlunun sorumlu olmadığı sebeplerle aşırı derecede güçleşmiş ise hukukumuzda; borçlunun alacaklıya olan borcundan kurtulacağı, hukuki ilişkinin mücbir sebebe uyarlanacağı ve sözleşmenin sona ereceği gibi birtakım alternatif yollar düzenlenmiştir. Bu yazımızda hem ifa imkânsızlığını hem de ifa güçlüğünü şartları ile beraber yalın bir şekilde ifade etmeye çalışacağız.

II- MÜCBİR SEBEP (DEPREM)

Deprem’in doğuracağı hukuki sonuçlar önemli ölçüde bu salgının mücbir sebep olup olmaması ile ilgilidir. Bu bakımdan yazımıza geçmeden evvel deprem özelinde mücbir sebep kavramını kısaca hatırlamak yerinde olacaktır. Mücbir sebep; davranışta bulunan kişinin iradesi dışında meydana gelen, karşı konulması ve öngörülmesi mümkün olmayan, kaçınılmaz bir biçimde zararlı sonucun ortaya çıkmasına neden olan hadiselerdir. Pek tabi ülkemizin bulunduğu jeolojik konum itibarı ile depremin olacağı öngörülebilir. Fakat sonuçlarını öngörmek her zaman mümkün olmayabilir.

06.02.2023 tarihli deprem sebebiyle de pek çok işyeri ve borçlu açısından bu şart gerçekleşmiştir. Kapanan bir işyerinin müşterisine hizmet sunması, karayolları depremden etkilendiği için nakliye veya taşımacılık şirketlerinin önceden yaptıkları sözleşmeleri yerine getirmeleri beklenemez. Hakeza depremden etkilenen oteller ve turizm şirketleri için de bu durum geçerlidir. Bunun gibi özel okullarda ve üniversitelerde yüz yüze eğitim yapma imkânı ortadan kalkmıştır. Bu sonucu engellemek mümkün değildir.

Nihayet, mücbir sebep teşkil eden olay bir borcun yahut davranış normunun ihlâline yol açmalıdır. Bir diğer ifadeyle, mücbir sebep teşkil eden olay ile borcun veya davranış normunun ihlâli arasında uygun illiyet bağı olmalıdır. Eğer borcun ihlâli başka bir sebepten kaynaklanıyorsa mücbir sebepten söz edilemez. Bu şart, sözleşme tarafının kendisinden kaynaklanan ekonomik sebeplerle borcunu yerine getiremeyen borçlunun, deprem afetinin arkasına saklanmasına engel olacaktır.

III- İFA İMKÂNSIZLIĞI

İfa imkânsızlığı müessesesi TBK'nın 136. maddesinde; "Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır. Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür." Şeklinde düzenlenmiştir. Anılan madde uyarınca ifa imkânsızlığı, borcun ifasının borçlunun elinde olmayan nedenlerden kaynaklı olarak imkânsız olmasını ifade etmektedir. Diğer bir deyişle; ifanın imkânsız hale gelmesi, borçlunun edimini yerine getirmesine engel olan, giderilmesi imkânı bulunmayan deprem gibi mücbir bir sebebin ortaya çıkması olarak değerlendirilmelidir. Bu imkânsızlık geçici olabileceği gibi sürekli ve kesin de olabilmektedir. Yüksek mahkeme vermiş olduğu kararlarda; tarafların kontrolü dışında gerçekleşen mücbir sebep nedeniyle tarafların kurmuş oldukları hukuki ilişki bağlamında ifa etmekle yükümlü olduğu yükümlülüklerin yerine getirilmesi engelleniyor ise ifa imkânsızlığına ilişkin hükümlerin uygulanması gerektiğine hükmetmektedir. Buna karşılık borçlanılan edimin bir kısmı imkânsız hale gelmişse kısmi imkânsızlık söz konusu olacaktır. Kısmi imkânsızlık, objektif ve sürekli olarak edimin bir kısmının ifasını ortadan kaldırmışsa, bu durum TBK 27/II. md. düzenlemesine göre, sözleşmenin geçerliliğinin etkilemeyecek olup, kısmi butlan söz konusu olacaktır. Bu halde ifa imkânsızlığı edimin bir kısmında olduğu için, taraflar sadece edimin imkânsızlaşan kısmından karşılıklı olarak sorumluluktan kurtulacaktır.

Geçici İmkânsızlık–Gecikme Kavramları: Geçici imkansızlık gecikme kavramları karıştırılmamalıdır. Belirtmek gerekir ki; borcun ifasının önünde bulunan kesin engel, sürekli olmayıp zaman içerisinde ortadan kalkabilecek nitelikteyse ve engel ortadan kalktıktan sonra edimin ifası hala mümkün olabiliyorsa geçici imkansızlıktan bahsedilecektir. Kar yağışının yolları kapatması nedeniyle teslim edilmesi gereken bir eşyanın gecikmesi geçici ifa imkansızlığına örnek teşkil edecektir. Burada uygulamada karıştırılan bir noktaya hususen değinmek yerinde olacaktır. Geçici imkansızlık meydana getiren ifa engeli ile gecikme oluşturan durumu birbirinden ayırmak gerekir. Gecikme, bir olayın elde olan veya olmayan sebeplerle yapılması gereken zamanda değil geç kalınmak suretiyle yapılmasıdır. Geçici imkansızlık ise ifanın gecikmesi değil, imkansızlaşması, yani geçici bir süreliğine yapılmasının istenilse bile mümkün olmaması, elde olmayan sebeplerle asla gerçekleştirilememe durumudur. Başka bir ifadeyle, gecikme için “yapılabilirdi ama yapmadı/yapamadı” denilirken, geçici imkansızlık için “yapılamazdı bu sebeple yapamadı ama imkan oluşunca yapabilecek” şeklinde değerlendirilir.

Doktrinde ve uygulamada bir de başlangıçtaki ifa imkansızlığı ve sonraki ifa imkansızlığı diye ikili bir ayrım yapımaktadır. Taraflar arasında borçlanılmış olan edim,  sözleşmenin kuruluş aşamasında imkânsız ise başlangıçtaki imkânsızlıktan, borç ilişkisinin kurulduğu sırada edimin ifası mümkün olmakla birlikte edim sonradan beklenilmeyen bir mücbir sebepten dolayı imkânsız hale gelmişse, sonraki imkânsızlıktan söz edilecektir.

IV- İFA İMKÂNSIZLIĞININ UNSURLARI

Yukarıda kısa ve net şekilde izah etmeye çalıştığımız ifa imkânsızlığının aşağıda belirteceğimiz sonuçlarının tatbik edilebilmesi için bazı unsurların bir arada olması gerekmektedir. 4 Maddede kısaca özetleyecek olur isek;

a- İfa Objektif Olarak İmkânsızlaşmalıdır

Borçlanılan edim borçlu da dahil hiç kimse tarafından ifa edilemiyorsa, objektif imkânsızlık söz konusu olur. Borçlanılan edimin yalnız borçlu tarafından ifasının mümkün olmamasına, sübjektif imkânsızlık denir. Kişiye sıkı sıkıya bağlı edimlerde borçlunun edimi ifası imkânsız hale gelirse, sübjektif değil, objektif imkânsızlık söz konusu olacaktır. Tabi belirtmek isteriz ki; objektif imkansızlık şartı başlangıçtaki imkânsızlık için önemli olup, sonraki imkânsızlık için bu gibi bir ayrım önem taşımamaktadır.

b- İmkansızlık Durumunun Sürekli ve Kesin Olması Gerekir

TBK 136. md. Düzenlemesi uyarınca ifa imkansızlığına ilişkin hükümlerin tatbilk edilebilmesi veya TBK 112. Maddesi uyarınca ilgili kişi aleyhine tazminat sorumluluğuna gidilebilmesi için taraflarca kurulan hukuki ilişki bağlamında borçlanılan edimin ifasına ilişkin imkânsızlığın sürekli ve kesin olması gerekmektedir.

c- İmkânsızlık Neticesinde Edim Tamamen İfa Edilemez Hale Gelmelidir

Belirtmek isteriz ki; imkânsızlıkla ilgili hükümlerin uygulanabilmesi için, edimin ifa edilmesine engel olan mücbir sebebin, taraflar arasındaki borç ilişkisine konu olan edimin, imkânsızlık nedeniyle hiçbir zaman hiçbir suretle ve hiç kimse tarafından yerine getirilememelidir. Nitekim ifa imkânsızlığından söz edilebilmesi ve imkânsızlığa bağlanan hüküm ve sonuçların uygulanabilmesi için bu şartın yani edimin bir bütün olarak mutlak surette ifa edilebilecek durumda olmaması gerekmektedir. Örneğin depremde yıkılan taşınmaza ait molozların hurda değeri olmakla birlikte, bunun ifasının edim konusunun ifası niteliğinde olmayacağı açıktır.

d- Borçlu imkânsızlıktan sorumlu olmamalıdır.

Borçlu, edimin imkânsız hale gelmesinden sorumlu olmamalıdır. Edimin imkânsızlaşmasına yol açan sebepler borçluya yükletilemediği takdirde, borçlu sonraki imkânsızlıktan sorumlu olmayacaktır. Aski taktirde borçlu ifanın imkansızlığına kendi eliyle sebebiyet vermişse mutlak sorumlu olacaktır.

V- İFA İMKANSIZLIĞININ SONUÇLARI

Ortaya çıkan ifa imkânsızlığının borçluya yüklenip yüklenemeyeceği, taraflar arasındaki sözleşmenin ve söz konusu ifa engeli ile ilgili borçlunun durumunun tespiti için önemlidir. Yakın zamanda meydana gelen deprem gibi meydana gelen ifa imkânsızlığı ile ilgili borçlunun kusurlu olmaması durumunda ise borçlunun borcu sona erecek ve tazminat ödeme yükümlülüğü de söz konusu olmayacaktır. Bu manadan hareketle ifa imkansılığının sonuçlarını maddeler halinde sıralayacak olur isek;

1. İfa imkansızlığı hallerinde, edimi ifası imkansız hale gelen taraf diğer tarafa a- İfanın imkansızlaştığını diğer tarafa mümkünse yazılı olarak bildirmeli, b- Bildirim gecikmeksizin gerçekleştirilmeli, c-Zararın artmaması için gerekli önlemleri almalıdır.

2. 1 Maddede belirtilen şartları yerine getirmeyen taraf, mücbir sebepten kaynaklı olarak meydana gelen tüm zararları gidermek durumunda kalacaktır. Tabii ki bu şartlar, her somut olay özelinde ayrı ayrı değerlendirmeye alınmalıdır.

3. TBK 136. md. (eBK 117. md.) düzenlemesine göre sadece borçlunun ortaya çıkan imkânsızlıktan sorumlu olmadığı hallerde borç sona erecek, buna karşın borçlunun sorumluluğu ile imkânsızlık meydana gelmiş ise borç sona ermeyip sadece içeriği değişecek ve imkânsızlaşan asli edim yükümlülüğü yerini ikincil nitelikteki tazminat yükümlülüğü alacaktır.

4. Taraflar ayrıca belirtilen koşullar sağlandığı taktirde TBK madde 136 vd. uyarınca aşağıdaki koşulların varlığı halinde mahkemeden sözleşmenin uyarlanmasını ya da feshini talep edebilecektir. Sözü geçen hüküm borçlu için iki çözüm yolu getirmektedir. Sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ve sözleşmenin feshi.

VI- İFA GÜÇLÜĞÜ

Sözleşmede aslolan edimin ifasıdır. Ancak sözleşme yapıldığında taraflarca öngörülmeyen olağanüstü bir durumun ortaya çıkması ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları borçlu aleyhine, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede olağanüstü durumlar vaki olabilmektedir. Vaki olan bu olağanüstü hal, uygulamada sözleşmeye karşı ahde vefa ve sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki ortaya çıkarmakta ve artık bu ilke kapsamında borçludan sözleşmeye sıkı sıkıya bağlı kalarak edimini tam ve gereği gibi ifa etmesini beklemek hakkaniyete aykırı bir durum haline gelmektedir. Kanun koyucu da  sözleşmenin kurulmasından sonra meydana gelen ve öncesinde taraflarca öngörülemeyen ya da öngörülmesi mümkün olmayan durum değişiklikleri nedeniyle borçludan sözleşmenin yapıldığı andaki gibi aynen ifasının istenmesinin hakkaniyete aykırılık edeceği bu duruma 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesinde “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.” Şeklinde Aşırı İfa Güçlüğü Başlığı altında açıkça öngörülmüştür.

Yukarıdaki izahatlarımızdan hareketle; TBK'nın 138.maddesi, aşırı ifa güçlüğüne dayanarak sözleşmenin uyarlanması talep edebilmek, bunun mümkün olmaması halinde de sözleşmeden dönebilmek için aşağıda belirtmiş olduğumuz şartların bir bütün olarak gerçekleşmesi gerekmektedir;

a- Sözleşme Kurulurken Mevcut Bulunan Koşullar ile Sözleşmenin İfası Anında Bulunan Koşullar Arasında Olağanüstü Bir Değişiklik Bulunması;

Sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması için öncelikli olarak bulunması gereken şart, sözleşmenin kurulduğu anda mevcut olan koşullar ile sözleşmenin ifası anında bulunan koşullar arasında olağanüstü bir değişiklik olmasıdır. Yargıtay vermiş olduğu kararlarda olağanüstü hal durumunu mücbir sebep bağlamında değerlendirmektedir. Mücbir denilince akla ilk olarak deprem, sel, kuraklık, gibi örnekler gelmektedir. Dolayısıyla yakın tarihte yaşanan deprem olayı mücbir sebep kapsamında değerlendirlecektir. Taraflar arasında akdedilen sözleşmelerin ifası deprem nedeniyle güç hale geldi ise ediminiifa edemeyen taraf TBK 138. Maddeden yararlanabilecektir.

b- Değişen Koşullar Nedeniyle Tarafların Yüklendikleri Edimler Arasındaki Dengenin Aşırı Ölçüde Bozulmuş Olması

İfa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin uyarlanmasını talep edebilmenin bir diğer koşulu ise edim dengesinin hangi durumlarda sözleşmenin uyarlanmasına vücut verecek derecede bozulduğunu tespit edilmesidir. Zira her sözleşme bir miktar risk taşımaktadır ve sözleşmenin uyarlanması müessesesi de doğal olarak muhtemel olmayan mücbir sebep kapsamındaki olağandışı risklerle alakadar olacaktır. Bu bakımdan sözleşmenin uyarlanması ancak ve ancak taraflar arasındaki edim ve karşı edim arasındaki dengenin tahmin edilemeyecek derecede bozulması halinde mümkün olacaktır.

c-  Edimlerin İfa Edilmemiş veya İfanın Aşırı Ölçüde Güçleşmesinden Doğan Haklarını Saklı Tutarak İfa Edilmiş Olmalıdır

Madde muhtevasında açıkça ifade edilen bir diğer şart ise, uyarlama talep edilebilmesi için edimin henüz ifa edilmemiş olması yahut ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan hakların saklı tutularak ihitari kayıt şerh düşülerek ifa edilmiş olması gerekir. Zira yüksek mahkeme değişen hal ve şartlara rağmen edimini “ihtirazi kayıt” koymaksızın ifa etmiş olan kişinin uyarlama talep etme hakkı lmayacağına yönelik kararlar vermektedir. Uygulamada özellikle kira ve kredi sözleşmelerinde gerek kiralayanların ihtar hakkını önlemek gerekse bankaların icra takipleri sebebiyle tüm malvarlıklarını kaybetmek tehlikesinden korunmak amacıyla borçlular şartlarını zorlayarak borçlarını ihtirazi kayıt koyarak ifa etmeye çalışmaktadırlar.

d- Değişen Hal ve Şartların Ortaya Çıkmasında Borçlunun Kusurunun Bulunmaması

Sözleşmenin kurulmasından sonra hal ve şartlarda ortaya çıkan değişiklikte borçlunun bir diğer deyişle uyarlama isteyen tarafın kusurunun bulunuyor olması uyarlama hakkının kullanılmasına engel teşkil edercektir. Belirtmek isteriz ki; gerçekleşen durum değişikliği borçlunun katkısıyla meydana gelmemiş olsa dahi doğmuş veya doğacak olan sözleşme rizikosunun borçlunun bir takım eylemleriyle artmış olması halinde uyarlama gerçekleşse dahi borçlunun katkısıyla ağırlaşan sözleşme rizikosuna borçlunun katlanması gerekirdi. Örnek Yargıtay kararlarına bakacak olursak müteahhidin işin organizasyonunda gerekli önlemleri almaması , tacirin devalüasyonun meydana gelmesinden sonra sözleşme yapması, borçlunun zamanında alacağı tedbirlerle ifanın güçleşmesinin doğuracağı etkilerden kurtulma şansı var iken, bu imkândan yararlanmaması vs. hallerinde aşırı ifa ğüçlüğü yaratan olgunun borçluya isnat edilebileceğini söyleyebiliriz. Bu konuda Yüksek Mahkemede çok nettir. Örneğin Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2013/16898 K. 2014/18895 künyeli kararında “Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu borçludan kaynaklanmamalıdır. Olgunun kendisinin borçludan kaynaklanmaması yanında, bunun aşırı ifa güçlüğü yaratması da borçludan kaynaklanmamalıdır.” Şeklinde hüküm kurarak borçluya mutlak olarak kusur atfedilmemesi gerektiği şartını vurgulamıştır.

İzah etmeye çalıştığımız bu şart deprem neticesinde meydana gelen ifa güçlüklerinde uygulama alanı bulmayacaktırz. Nitekim Deprem nedeniyle borçlunun borca aykırı davranması, kusura dayanan bir eylem değildir. Bu nedenle borçlunun edimi ödemede güçlüğe düşmesi, kusurlu davranışının değil mücbir sebep olan depremin sonucudur.

e- Değişen Hal ve Şartların Sözleşmenin Kurulması Önceden Tahmin Edilebilir veya Beklenebilir Olmaması

TBK 138. Maddesi çerçevesinde aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin uyarlanmasının temel şartlarından biri de sözleşmenin kurulduğu andaki şartların sonradan tahmin edilemeyecek şekilde değişmiş olmasıdır. Mücbir sebep teşkil eden bütün olaylar, makul düşünen bir insan tarafından öngörülebilecek nitelik taşımadığından, önceden tahmin edilemez niteliktedir.

Uyarlama Talep Edilmesinin Sonuçları

Türk Borçlar Kanunu aşırı ifa güçlüğü durumunda sözleşmenin uyarlanmasında uyarlamanın hâkim eliyle yapılmasını uygun bularak buna göre “… borçlu, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme…” şeklinde açık hüküm tesis etmiştir.

- Sözleşmenin taraflarından birinin bir dilekçe ile mahkemeye başvurması üzerine, sözleşmenin uyarlanması süreci başlamış olacaktır. Sözleşmenin uyarlanmasının talep edilmiş olması karşısında, talebi ele alan mahkeme öncelikle kanunda yer alan uyarlama talebinde bulunma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit edecektir.

- Gerekli yasal şartlar oluşmuş ise mahkeme bu defa taraflardan birinin sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması talebi karşısında sözleşmede, daha sonra kanunda, uyarlamaya ilişkin bir hüküm bulunup bulunmadığını, araştıracak ve ne sözleşmede ne de kanunda bir hüküm yoksa ancak o takdirde sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasının gerekip gerekmediğini takdir edecektir.

- Daha sonra ise mahkeme, sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması yapılırken önce sözleşmede, daha sonra kanunda bu hususta intibak(sözleşmede mücbir sebebe ilişkin bir kayıt) hükümlerinin bulunup bulunmadığına bakacaktır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı taktirde sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği incelenecektir.

- Bu tetkikler neticesinde mahkeme, sözleşmenin uyarlanması konusu, kanunda veya sözleşmenin kurulduğu sırada sözleşmeye eklenen bir uyarlama kaydıyla düzenlenmişse, ihtilaf durumunda bu hükümlerin uygulanması mahkemenin görevidir.

- Kanunda veya sözleşmede değişen koşullara ilişkin herhangi bir düzenleme olmaması hali ise, hâkimin sözleşmenin uyarlanıp uyarlanmayacağına bizzat karar vereceği, dar anlamda sözleşmeye müdahale durumunu oluşturacaktır.

- Mahkeme, sözleşmenin uyarlanması şartlarının varlığını inceledikten sonra bu şartların varlığı halinde, TBK hükmü karşısında öncelikle uyarlama yolunu deneyecektir. TBK 138. Maddesi uyarınca uyarlamanın mümkün olmadığı halde sözleşmenin sona erdirilebilecektir.

- Uyarlama talebinin hâkimin önüne gelmesi durumunda mahkeme sözleşmede herhangi bir boşluk bulunmadığı, dolayısı ile uyarlamanın gerekmediği, kanısında olması halinde davayı reddedebilecektir.

detail-photo-fancybox-0

Av. Abdulkadir TOK