Kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olan soyadı; Toplum içinde bir kişiyi diğerinden ayırmaya, o kişinin bireysel ve ailevi ve durumunu saptamaya yarayan özellikler taşır. Ad, soyad, yaş, cinsiyet ve evlilik gibi özelliklerin tümü, kişinin halini statüsünü belirtir.

Kişinin statüsü ve bunları meydana getiren unsurlar o kimsenin özellikleri olduğundan başkasına devredilemezler. Bir kişinin kimliğinin saptanmasında ilk bakılacak unsur ise o kişinin adı ve soyadıdır. Ad ve soyadı kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olup bir başkasına devredilemez.

Soyadı, kuşaktan kuşağa geçen ve bir kişinin bir soya bir aileye bağlılığını ifade eden addır ve ya soy bağı ile ya evlenme ile ya da evlat edinme yolu ile yahut da idari kararla kazanılır.

1926 tarihli Medeni Kanunumuz “kadın evlenmekle kocasının soyadını alır” diye emredici bir kurala yer vermişti.

Bu kural dünyanın birçok ülkesinde de yürürlükteydi. Örneğin Alman hukukunda da; 1794 yılında kabul edilen yasa ile “evlenen kadın kocasının soyadını alır” hükmüne yer verilmiş ve bu kural kadınla erkek arasında hakların eşitliği sağlanıncaya kadar yıllarca uygulanmıştı.

Biz de 1997 yılında eşitliğe doğru bir değişiklik yapılmış ve bu değişiklik 2001 tarihli Türk Medeni kanununda da aynen yer alarak evlenen kadının isterse kocasının soyadı önüne kendi önceki soyadını da kullanabileceği kuralı getirilmişti. Bu değişikliklerin amacı olarak, Yeni Medeni Kanun’un genel gerekçesinde “günümüzde modern hukuk sistemlerinin istisnasız hepsinde temel ilke olarak kabul edilen kadın – erkek eşitliği ilkesinin hukukumuzda da tam anlamıyla yerleştirilmesi” gösterilmiştir. İşte bu amaçla Türk Medeni Kanunu 186. maddesinde önemli kurallara yer verilmiş eşlerin birlikte oturacakları konutun seçimi, evlilik birliğini yönetmeleri ve birliğin giderlerine katılma konuları düzenlenmiştir.

Aile konutun seçimini kocaya tanıyan yürürlükteki hüküm değiştirilmiş, eşlerin bu seçimi birlikte yapmaları sağlanmış, böylece yürürlükteki hükümle konutun seçiminde kadına göre üstün konuma getirilmiş olan kocanın tek başına konutu seçmesi olanağı ortadan kaldırılmıştır.

Kadın erkek eşitliğini sağlamak üzere “koca, birliğin reisidir.” hükmü kaldırılmış, evlilik birliğinin yönetiminde de eşlere eşit söz hakkı tanınmış ve eşlerin evlilik birliğini birlikte yönetmeleri kabul edilmiştir. Bu değişiklik basında “erkeğin pabucu dama atıldı” diye anons edildi.

Ayrıca eşlerin evlilik birliğinin giderlerine katılma konusunda da eşitlik ilkesi öngörülmüştür. Kadın ve çocukların geçimlerinin kocaya ait olduğuna ilişkin hüküm, İsviçre Medeni Kanununun 163. maddesine paralel bir şekilde değiştirilmiş, her iki eşin de bu giderlere katılmak zorunda olduğu kabul edilmiştir. Giderlere katılmada ölçü olarak eşlerin “güçleri” esas alınmıştır. Bu katılma eşlerin emeklerini ya da malvarlıklarını ortaya koyması şeklinde öngörülmüştür. Böylece bir meslek ya da sanat sahibi olmamasına rağmen, kendi emeğini evlilik birliğine harcayan eşin de katkısı, maddi katkı şeklinde değerlendirilmiştir.

 1997 yılında kadının soyadı ile ilgili 153. madde değiştirilmiş ve eşitliğe doğru bir adım olarak : “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuru ile kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.” düzenlemesi yapılmıştır. Bu kural 2001 tarih ve 4721 sayılı (yeni) Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesine “Kadının Soyadı” başlığıyla aynen alınmıştır. Yani 4721 sayılı yasa da kadın erkek eşitliğine ilişkin yukarıda özetlediğimiz birçok değişiklik yapıldığı halde kadının soyadı düzenlemesine dokunulmamıştır.

Evlenmeyle eşinin soyadını alan kadın boşanma halinde ise TMK 173 maddesine göre evlenmeden önceki soyadını almak zorundaydı. Eğer kadın evlenmeden önce dul idiyse, hakimden bekarlık soyadını taşımasına izin verilmesini isteyebilirdi. Kadın boşandığı kocasının soyadını kullanmaya devam etmek istediğinde dava açmalı ve haklı nedenlerle böyle bir istemde bulunduğunu kanıtlamalıydı.

Özetle kadın evlendiğinde eşinin soyadını almak boşandığında ise terk etmek zorundaydı.

Evlenince kimliğini, ehliyetini, pasaportunu, iş yeri ve banka kayıtlarını yenileyen kadın boşanınca sil baştan aynı şeyleri yapacaktı.

1990 yılında Medeni Kanun'un 141. maddesinde yapılan değişiklikle boşanan kadının kocasının soyadını kullanmakta çıkarları bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar veremeyeceği kanıtlandığı taktirde hakim boşanan kadına kocasının soyadını taşıma izni verebiliyordu.

Hiç unutmuyorum; 1989 yılında yani 1990 yılında yukarıda belirttiğim değişiklik olmadan önce yargıç olarak görev yaptığım Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde bir kadın dava açmış eşinden boşandığını ancak evlenmeden önceki soyadına dönmek istemediğini, Almanya ve İtalya’da yönetmen olarak adı ve evliyken kullandığı soyadıyla tanındığını ileri sürmüş bu ülkelerde yayınlanan ve basında çıkan haberleri, afişleri kanıt olarak ileri sürmüştü.

Yürürlükteki yasa ise kadının boşanmakla eski soyadına döneceğini emretmekte idi.

Uluslararası düzenlemeleri ve anayasamızı ve öğretideki görüşleri inceleyip kadının davasını kabul ettim ve eşinin soyadını kullanabileceğine karar verdim. Bu karardan bir yıl sonra Medeni Kanun'un 141. maddesi değişti.

Bu karardan 10 yıl sonra yani 1999 yılında Nazan Moroğlu tarafından yazılan ve “Kadının Soyadı” adlı yüksek lisans tezi ile ilgili kitabın 102-103 sayfasında dipnotunda karar için “kadının insan haklarına gösterilen özene örnek olacak niteliktedir” denilmişti.

Anayasa Mahkemesi

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 20/10/2022 tarihinde,(B. No: 2018/14186) verdiği kararda kadın erkek eşitliğinin Anayasa'nın 10. maddesinde güvence altına alındığını vurgulayarak vakıf gelirinin dağıtımında uygulanan cinsiyet temelli kadın-erkek ayrımına da son vermiştir. Bu kararın gerekçesinde ise.” Günümüzde cinsiyet temelli ayrımlar hem uluslararası hukuk hem de ulusal hukuk düzeylerinde yasaklanmış ve devletlere cinsiyet temelli olarak farklı muamelelerde bulunulmasını önlemeye yönelik tedbirler alma ödevi yüklenmiştir. Anayasa'nın 10. maddesi karşısında cinsiyet temelli farklı muameleye günümüz toplumsal düzeninde müsamaha gösterilmesi mümkün değildir.” denİlmişti..

Bu konuda ( https://www.gazeteduvar.com.tr/anayasa-mahkemesinden-galle-kullaniminda-cinsiyet-esitligi-karari-haber-1597524 ) linki ile yazdığım yazıyı tavsiye ediyorum.

Anayasa Mahkemesinin hem vakıf gelirinin kullanılması ve hem de kadının soyadı konusundaki kararlarının gerekçesi, özü ve sözü biri biriyle örtüşmektedir.

Anayasa Mahkemesi (AYM) 22 Şubat'ta, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 187. Maddesi’ndeki “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir” düzenlemesini Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı gördü ve oyçokluğu ile iptaline karar verdi. Anayasa Mahkemesinin kararında Anayasada, Medeni Kanun'da ve uluslararası sözleşmelerde yer alan düzenlemeleri gerekçe olarak gösterdiği görülmektedir. Kararın ana başlıklarında: "Aile bağı sadece soyadıyla korunamaz", "Karışıklığa karşı TC kimlik sayısı var", "Eşler ortak soyadı belirleyebilirler", "Anayasanın 10. maddesindeki eşitlik kuralına aykırıdır" denilmektedir. AYM; daha önce, 1997 ve 2011 yıllarında, evli kadının soyadına ilişkin kuralın Anayasaya aykırılık iddiasını incelemiş ve oy çokluğu ile Anayasaya aykırılık bulunmadığına karar vermişti.

Anayasa Mahkemesinin İptal kararına karşı oy kullanan bir üye ise gerekçesinde özetle “Kadın erkek arasında yaratılış gerçekliği olarak yapısal eşitsizlik vardır. Bu durum genel olarak toplumda konumları itibarıyla kadın ve erkeğin eşitliğine engel olarak görülmektedir. Dolayısıyla söz söylemeye fırsat bile verilmeden kabullenilmesi gereken dogmatik bir değer olarak öne sürülse de kadın/erkek eşitliği, modern hurafelerden birisidir ve ne ailede ne de toplumda huzuru, adaleti ve mutluluğu sağlayabilecek bir özelliğe sahiptir” demesi kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştır.  

Anayasa Mahkemesi Üyeleri dahil tüm yargıçlar öncelikle Anayasanın 90. maddesine uyarınca uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve yasalarımızdaki düzenlemelere yani öncelikle hukuka göre karar vermelidirler. Tüm bunları bir yana bırakarak özel olarak benimsenmiş görüşlere, inanışlara göre karar vermek, yürürlükte olan ve yaşayan hukuku göz önünde bulundurmamak doğru değildir.

Zaten anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar incelendiğinde bazı görüşlerin hep aykırı oyda birleştiği dikkat çekmektedir. Aykırı görüş içinde olmak ve bu yönde oy kullanmak elbette ki çok doğal ve olması gereken bir olgudur. Yeter ki hukuk öncelikli olarak göz önünde tutulsun

Gelinen aşamada evli kadınlar artık evlilik öncesi soyadlarını kullanmak için dava açmak zorunda değillerdir.

Yürürlükte olan düzenlemede erkeğin soyadını değiştirmesi çocukların ve eşinin de soyadının değişikliği sonucunu doğuruyordu.

Bir davada davacıların nüfus kütüğünde Kamış olan soyadının babaları tarafından Özücem olarak değiştirildiğini, akrabaları ile soyadlarının farklı hale geldiğini ileri sürerek, soyadlarının “Kamış” olarak değiştirilmesini istemiş veyerel mahkeme davayı kabul etmiştir. Ancak yerel mahkemenin kararı Yargıtay 18.Hukuk Dairesi’nin 23.09.2010  gün, 2010/7589-11739 Esas ve Karar sayılı kararı ile

“Soyadı, aile adıdır. Türk Medeni Yasasının 321. maddesi hükmü uyarınca çocuk doğduğu anda ana ve baba evli ise ailenin, evli değilse ananın soyadını taşır. Babanın soyadının değişmesi ile ailenin (bu kişinin kendisi ile birlikte eşinin ve ergin olmayan çocukların da) soyadı düzeltilir.

Babanın açtığı soyadı (aile adı) değişikliğini içeren dava ile ergin olmayan çocuğun da soyadı değişmiş bulunduğundan, o çocuk ergin olduktan sonra aynı konuda (aile soyadının değiştirilmesi istemli) dava açamaz; buna 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Yasasının 36. maddesinin (b) bendi izin vermez.” gerekçesiyle bozulmuş ve yerel mahkemenin direnmesi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gelmiştir.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU12.10.2011 E.2011/18-535 – K.2011/622 NUMARALI KARARI İSE ŞÖYLEDİR:

Her ne kadar madde metninde, nüfus kaydının düzeltilmesi davasının ancak bir kere açılabileceğinden bahsedilmiş ise de, davacıların babası tarafından açılan dava ile davacıların da dava açtığını kabul etmek, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)`nin 6.maddesi ile 1982 Anayasası`nın 36. (Değişik: 03.10.2001-4709/14 md.) maddesinde düzenlenen “hak arama özgürlüğü” ilkelerine tezat teşkil edecektir.

Davacıların babası tarafından açılmış dava ile soyadlarının değişmesi halinde, davacılar tarafından açılmış bir davadan söz edilemez.
Soyadı değişikliğinin, aynı konuya ilişkin nüfus kaydının düzeltilmesi davasının ancak bir kere açılabileceği hükmü kapsamında değerlendirilmesi haklı nedenlerin varlığı halinde davacının dava açma hakkının engellemesi sonucunu doğurur ki, bunun kabulüne olanak yoktur.

DİĞER TARAFTAN REŞİT OLMAYAN ÇOCUKLARIN BABALARININ DEĞİŞTİRDİĞİ SOYADINI REŞİT OLANA KADAR KULLANMALARI ZORUNLU VE REŞİT OLMADAN AÇILAN DAVA, ANCAK REŞİT OLANA KADAR ONLARI BAĞLAYACAĞINA GÖRE, REŞİT OLDUKTAN SONRA ŞAHSA SIKI SIKIYA BAĞLI HAKLARINI KULLANABİLECEKLERİ VE SOYADININ DEĞİŞTİRİLMESİNİ İSTEYEBİLECEKLERİNİN, KABULÜ GEREKİR.

Görüldüğü gibi babanın soyadının değiştirilmesi yalnız evli kadının değil çocuklarında kimliklerinde değişiikliğe neden olmaktadır.

Gelinen aşamada kadınlar artık evlenmeden önceki soyadını almak için birey olarak ayrı ayrı dava açmak zorunda kalmayacaklardır. Anayasa Mahkemesinin verdiği süre sonunda yapılması gereken düzenleme çocukları da etkileyecektir.

Bilindiği gibi önceki düzenlemede evlilik öncesi soyadını alan kadın ile velayeti anneye verilen çocukların soyadları farklı olmaktaydı. Bu durum da okullarda, hava yollarında ve benzeri yerlerde hem anneyi ve hem de çocukları güç durumda bırakmaktaydı.

Şimdi Anayasa Mahkemesinin verdiği süre içinde yapılacak düzenleme için de kolları sıvamak, çalışmak, çok çalışmak gerekiyor.

---

>> AYM kararı için tıklayınız: Kadının Kocasının Soyadını Almasını Öngören Kuralın İptali