Kamuoyunda “bıçak parası” ya da “ameliyat parası” olarak bilinen ve toplumda genel kabul görmüş algıya göre alınan sağlık hizmetinin bir gereği kabul edilen ve yasal hiçbir dayanağı bulunmayan ödemelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümleri karşısında suç olduğu konusu izahtan varestedir.

Her ne kadar söz konusu talebin suç kapsamında olduğu hususunda tereddüt bulunmasa da kamu görevlisinin görevi gereği sunmuş olduğu hizmete ilişkin herhangi bir yasal ya da hukuki dayanağı bulunmayan maddi/manevi menfaat talebinin, TCK’nin “ Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” bölümünde tanımlanan suç fiillerinden hangisinin konusunu oluşturduğu hususu ve buna bağlı olarak uygulanacak yaptırımın ne olduğu konularının tartışılması ve suçta ve cezada kanunilik prensibin de dikkate alınarak ilgililer hakkında işlem tesis edilmesi gerekmektedir.

Doktorların Görev ve Sorumlulukları:

T.C. Anayasasının 56’ıncı maddesinin 3’üncü fıkrasında, “ Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.” denilmek suretiyle idari otoritenin sağlık hakkı kapsamındaki sorumluluklarına yönelik genel çerçeve çizilmiştir. Kamusal makamlar, sağlık hakkı özelinde yüklenmiş olduğu sorumlulukların ve yükümlülüklerinin gereğini personelleri vasıtasıyla yerine getirecektir.

22.05.2014 tarih ve 29007 sayılı Resmî Gazete’ de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe giren Sağlık Meslek Mensupları İle Sağlık Hizmetlerinde Çalışan Diğer Meslek Mensuplarının İş Ve Görev Tanımlarına Dair Yönetmeliğin Sağlık Meslek Mensuplarının İş ve Görev Tanımları başlıklı ekinde tabip ve uzman tabiplerin göreve ve sorumluluklarına yönelik hükümler belirlenmiştir. İlgili yönetmelik ekinde tabip ve uzman tabiplerin görev tanımlarından birisi de “ tıp ve uzmanlık eğitimi sırasında kazanmış olduğu bilgi, beceri ve tutum çerçevesinde, tıbbi ilke ve yöntemleri uygulayarak birey ve toplumu sağlık sorunlarından, hastalıklardan ve yaralanmalardan koruyucu tedbirleri alır, tanı, tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları yapar ve olası komplikasyonların önlenmesi için çalışır. ” şeklinde açıklanmıştır.

Yukarıda yer verilen hükümleri dikkate aldığımızda uhdesinde bulunan kamu görevi gereği tabiplerin ve uzman tabiplerin toplumun ve bireyin sağlığının tesisi adına her türlü tanı, tedavi ve iyileştirme hizmetlerini sunması asli görevlerinden ve sorumluluklarından bir tanesidir. Doktorların, bireyin sağlık hakkına yönelik devletin pozitif yükümlülüğü ile ilgili olarak sunmuş olduğu kamusal faaliyetlerin bir unsuru olarak sundukları hizmetleri neticesinde sahip oldukları mali haklar asli ve tali birçok düzenleme ile hüküm altına alınmıştır. Söz konusu düzenlemeleri dikkate aldığımızda,  tabiplerin ya da uzman tabiplerin görev ve sorumluluklarının bir parçası olan teşhis, tanı ve tedaviye yönelik hizmeti neticesinde, kendilerine kanun ve alt düzenlemelerle tanınan hakların ötesinde hizmeti alandan talep edebilecekleri maddi ya da manevi herhangi bir parasal ya da para ile ifade edilebilen bir talepleri kanunen ve hukuken mümkün değildir. 

Her ne kadar toplum nezdinde kabul görmüş olsa da kamu görevlisi tarafından esasında asli sorumluluk ve görev kapsamında bulunan bir sağlık hizmeti için maddi/manevi menfaat talebinde bulunulması ilgili personelin haksız bir kazanç elde etmesi sonucunu doğurduğu gibi sağlık hizmetlerinin sevk ve idaresi açısından doğuracağı sorunlar neticesinde kamu sağlığı adına tehlikeli bir durum olarak karşımıza çıkacaktır. Korunması gereken hukuki yararın önemi dikkate aldığımızda, öncelikle toplumda “bıçak parası” ya da “ ameliyat parası” olarak bilinen menfaat talebini,  esasında bir suç fiili olduğu farkındalığı oluşturularak muhtemel taleplerin fail ve mağdur tarafından keskin bir şekilde kavranması suretiyle önlemek, buna rağmen suç fiilinin işlenmesi durumunda suç teşkil eden bu fiillerin hukuka uygun yol ve yöntemlerle ortaya çıkarılarak sorumlularına yargı önünde hesap sorulması gerekmektedir.

Yazımızın şu ana kadar ki kısmında suçun konusu oluşturan durumun toplumsal yönüne dikkat çekilmiştir. En az bu durum kadar önemli olan bir diğer husus ise suç olarak kabul edilen ve sunulan sağlık hizmeti gerekçe gösterilen haksız maddi/manevi menfaat talebinin tespiti durumunda suç tanımının ne olduğu ve hangi ceza ile tecyiz edileceğidir. Yazımıza konu fiilde suç tespitine yönelik yasal düzenlemenin yanı sıra Yargıtay’ın vermiş olduğu kararlarda önem arz etmektedir.

Doktorlar Görevlerinin ve Sorumluluklarının Gereği Olan Bir Hizmet İçin Hizmeti Alandan Ya Da Bir Yakınından Haksız Maddi/Manevi Menfaat Talebi Fiilinde Suç Tanımı:

Birkaç gün öncesinde gerek yazılı gerekse de görsel basında yer aldığı üzere[1], kamuda görevli bir doktorun “bıçak parası” ya da “ ameliyat parası” adı altında vatandaştan maddi menfaat talebinde bulunduğu iddiasına yönelik kolluk kuvvetleri tarafından yapılan aramada ilgili doktorun çalışma odasında belli bir meblağı ifade eden paralar bulunmuş kamu görevlisi gözaltına alındıktan sonra tutuklanmıştır. Söz konusu haberin güncelliği bulunması nedeniyle yazımıza konu suç fiilinde olayın oluş biçimine yönelik tarafların iradesinin oluşumuna göre fiile ilişkin suç tanımı tarafımızca açıklanmaya çalışılacaktır.

Öncelikle belirtmeliyiz ki doktorların görevlerinin bir gereği olan bir hizmet için haksız ve hukuksuz bir şekilde maddi/manevi menfaat talebinde bulunması fiiline yönelik her bir olay itibarıyla standart bir suç/hareket tanımı yapmak mümkün değildir. Suçun kurucu unsurlarından olan kanunilik ya da tipiklik unsuru nedeniyle doktorların görevlerinin bir gereği olan bir hizmet için haksız ve hukuksuz bir şekilde maddi/manevi menfaat talebi fiilinde suçun oluş biçimi ve tarafların iradeleri ve beyanlarına göre farklı suç tanımları gündeme gelebilecektir. Yukarıda yer verilen açık kaynak haberinde ifade edilen olaya ilişkin soruşturma aşaması devam etmekte olup olayın oluş biçimine, tarafların iradelerine ve beyanlarına yönelik sabit bir bilgimiz bulunmamaktadır. Bu nedenle yazımızın devamında güncel olay, suç fiilinin icrasında muhtemel durumlar ile tarafların iradelerinin oluşum şekline göre suç tanımı yapılacaktır.

Yazımıza konu, doktorların görev ve sorumluluğu kapsamında bulunan bir hizmet için haksız ve hukuksuz bir şekilde maddi/manevi menfaat talebi fiili için rüşvet, görevi kötüye kullanma ve irtikâp suçları gündeme gelebilecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 252. Maddesinde 2’nci fıkrasında kamu görevlileri için rüşvet suçu, “ Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, kendisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kamu görevlisi dört yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde açıklanmıştır.

Rüşvet suçundan bahsedebilmek ancak tarafların hür iradesi ile vücut bulan bir rüşvet anlaşmasının varlığı halinde mümkün olmaktadır. Taraflardan birinin iradesinin herhangi bir suretle sakatlanması durumunda rüşvet suçunun oluşumu hukuken mümkün bulunmamaktadır. Gerek yazımıza konu hususu gerekse de açık kaynakta yer bulan haberi dikkate aldığımızda, ameliyat parası veya bıçak parası adı altında talep edilen haksız ve hukuksuz menfaate yönelik mağdur olarak kabul edilen kişinin talebe yönelik iradesi icbar veya ikna yoluyla sakata uğramış olabilecektir. Neticede talep edilen haksız ya da hukuksuz menfaat karşısında mağdurun iradesi manevi baskı ya da bilgisizlik nedeniyle sakat bir şekilde zuhur edebilir. Bu nedenle açık kaynaktan yer verilen habere konu fiilin rüşvet suçu kapsamında değerlendirilmesi suçun tipiklik unsuru açısından mümkün bulunmamaktadır. Söz konusu fiil oluş biçimi itibarıyla mülga 765 sayılı TCK’da yer verilen kamu görevlisinin haklı bir işin görülmesi karşısında menfaat talebine yönelik rüşvet suçunun basit hali açısından tartışılabilirse de mevcut hüküm kaldırılması nedeniyle bu yönde bir değerlendirme yapmaya gerek bulunmamaktadır.

Yargıtay 5’inci Ceza Dairesinin 2013/9419 E.,2014/10624 K. Sayılı Kararında,[2] “ tedavisi yapılan kişilerin hayati tehlikesinin bulunduğuna dair beyan ve delilin bulunmaması, mağdurelerin başka bir doktor ya da sağlık kuruluşuna başvurma olanağının bulunması hususları gözetildiğinde irtikâbın ikna ve icbar unsurunun oluşmadığı, sanığın eylemlerinin yapması gereken işi yapmak için rüşvet alma suçunu oluşturabileceği, ancak 765 sayılı Yasanın 212. maddesinin bir ve ikinci fıkralarında basit ve nitelikli rüşvet alma suçları ayrı ayrı düzenlenip yaptırım altına alındığı halde, 5237 sayılı TCK'nın rüşveti tanımlayan ve 05/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun ile değişiklik yapılıncaya kadar yürürlükte kalan 252/3. maddesinde "Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır." denilerek sadece nitelikli rüşvete yer verildiği, kamu görevlisinin yapması gereken bir işi yapması ya da yapmaması gereken işi yapmaması için yarar sağlamasının (05/07/2012 tarihine kadar) rüşvet suçu kapsamından çıkarıldığı, eylemlerinin kamu görevlisinin yapması gereken bir işi yapması ya da yapmaması gereken işi yapması için yarar sağlaması niteliğinde olup olmadığı hususu üzerinde durulup karar yerinde tartışılmak suretiyle hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik incelemeyle yazılı şekilde beraat kararları verilmesi, Kanuna aykırı,,,,” açıklamalarına yer verilmiştir. Yüksek Mahkeme ilgili kararında suç tarihindeki ceza kanunu hükümlerini de dikkate alarak fiile uygun suç tanımını açıklamıştır. Bu karara Yüksek Mahkeme tarafından yer verilen gerekçelerle iştirak etmekteyiz.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinde görevi kötüye kullanma suçu,“ Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde açıklanmıştır. Aynı kanun maddesinin 3’üncü fıkrasındaki, “ İrtikap suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır” hükmü ise 5.7.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun 105. maddesi ile kaldırılmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29.09.2020 tarih ve  Esas: 2019/540 , Karar: 2020/390 sayılı kararının bir bölümünde[3], “ Sanığın özel muayenehanesine annelerinin ameliyat edilmesi konusunda görüşmek üzere giden mağdurlara, sanık tarafından annelerinin kalp kapakçığı ameliyatının yapılması gerektiğinin söylenmesi üzerine mağdurların kendilerinin yapabileceği bir şey olup olmadığını sordukları, sanığın da “El emeği olarak 5.000 TL alırım.” dediği, mağdurların birlikte bankaya gittikleri ve mağdur ...’in bankadan kredi olarak çektiği 5.000 TL’yi sanığa nakit olarak zarf içinde teslim ettiği olayda; sanığa atılı icbar suretiyle irtikap suçunun oluşabilmesi için mağdura uygulanacak manevi cebrin, belli bir şiddete ulaşması, ciddi olması, mağdurun baskının etkisinden kolaylıkla kurtulma imkânının bulunmaması, yapılan hareketlerin mağdurun iradesini manevi baskı altında tutmaya uygun ve elverişli olması, vaat edilmesi veya sağlanması istenilen menfaatin hukuka aykırı olduğunun mağdurca bilinmesinin gerektiği, somut olayda bu koşulların oluşmadığı anlaşılmakla sanığın icbar ve ikna boyutuna varan davranışlarının bulunmadığı anlaşılmaktadır.” Ceza Genel Kurulu ilgili kararında irtikap suçu açısından icbar ya da ikna kabul edilecek somut olguların varlığına işaret etmiş olup, bunların bulunmadığından bahisle irtikap suçunun değil, suç tarihinde eyleme uyan suçun görevi kötüye kullanma olduğunu ifade etmiştir. Esasında suç tarihinde ceza kanunu hükümlerini dikkate aldığımızda somut olay itibarıyla Ceza Genel Kurulunun varmış olduğu kanı isabetli ve yerindedir.

Yazımızın devam eden kısımlarında sunulan gerekçelere bağlı olarak yazımıza konu suç fiilinin mer’i mevzuat hükümleri karşısında irtikap suçu kapsamında mütalaa edilebilmekle birlikte irtikap suçunun oluşturan seçimlik hareketlerin varlığının sübuta ermemesi durumunda ise her ne kadar 5237 sayılı Yasanın 257/3’üncü fıkra hükmü kaldırılmış olsa da irtikâp suçunun oluşmadığı kabulünde kamu görevlisinin haksız ve hukuksuz maddi/manevi menfaat talebinin görevi kötüye kullanma suçu kapsamında değerlendirilebilecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 250’nci maddesinde irtikâp suçu, “ (1)Görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar eden kamu görevlisi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kamu görevlisinin haksız tutum ve davranışları karşısında, kişinin haklı bir işinin gereği gibi, hiç veya en azından vaktinde görülmeyeceği endişesiyle, kendisini mecbur hissederek, kamu görevlisine veya yönlendireceği kişiye menfaat temin etmiş olması halinde, icbarın varlığı kabul edilir. (2) Görevinin sağladığı güveni kötüye kullanmak suretiyle gerçekleştirdiği hileli davranışlarla, kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi ikna eden kamu görevlisi, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) İkinci fıkrada tanımlanan suçun kişinin hatasından yararlanarak işlenmiş olması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklinde tanımlanmıştır. Madde metninden de görüleceği üzere, ilgili su fiili seçimlik hareketli fiillere bağlı olarak işlenmekte olup, her bir seçimlik hareket için farklı bir ceza önerilmektedir.

Tabiplik görevini ifa eden kamu görevlisinin haksız ve hukuksuz menfaat talebinde, talebi doğuran maddi vakıa, talebin karşı tarafa sunuluş şekli, karşı tarafın iradesine yön veren hususlar seçimlik hareketle işlenen irtikâp suçunda hangi seçimlik harekete göre ceza tayini olacağının belirlenmesi açısından önemli olmaktadır. Bu nedenle haksız ve hukuksuz menfaat talebinde yukarıda yer verilen durumlara göre bir değerlendirme yapılacaktır.

Tabip tarafından haksız ve hukuksuz menfaat talebinin hayati ve acil müdahale gerektiren bir operasyona yönelik olması buna bağlı olarak başka bir tabibe ulaşma imkanının bulunmaması durumlarında karşı tarafın manevi cebir altında bulunduğu iddiası hukuken kabul edilebilir bir durumdur. Bu durumda mağdurun iradesi, uğramış olduğu manevi baskı nedeniyle şekillenmektedir. Buna bağlı olarak faile yönelik icbar suretiyle irtikâp suçu isnat edilebilir. Burada en önemli husus, manevi icbarın varlığının her türlü şüpheden uzak bir şekilde ifade, beyan ve somut tespitlerle açık ve net bir şekilde ortaya konulmasıdır. Mağdurun tarafına yönetilen haksız ve hukuksuz menfaat talebinde kurtulmaya yönelik durumların elverişli olduğunun belirlenmesi durumunda( müdahalenin hayati ve acil olmaması, başka bir sağlık mensubu tarafından müdahalenin mümkün bulunması vs.) herhangi bir icbar halinden söz edilemeyecektir. Yazımızın önceki kısımlarında yer verilen ve basına yansıyan haberde bu hususla alakalı net bir tespit ya da delil bulunmadığından söz konusu fiilde suçun seçimlik hareketine yönelik bir belirleme yapılmamıştır.

Tabip tarafından haksız ve hukuksuz menfaat talebinin hayati ve acil müdahale gerektiren bir operasyona yönelik olmaması ile birlikte talep edilen menfaatin haklı bir işin gereği ya da alınan hizmetin bir parçası olarak fail tarafından birtakım yanıltıcı ve yanlış beyanlar ile mağdurun ikna edilmiş olması durumunda, fiil icrası nedeniyle faile ikna yoluyla irtikâp suçlaması yöneltilebilecektir. Esasında buradaki seçimlik hareketi ortaya koyacak en önemli kıstas, iknanın hukuken varlığını kanıtlayan deliller, maddi durum ve taraf beyanlarıdır.

Netice itibarıyla şunu ifade etmeliyiz ki; doktorların görevlerinin bir gereği olan bir hizmet için haksız ve hukuksuz bir şekilde maddi/manevi menfaat talebinde bulunması fiilinde, suçlamaların irtikâp suçunu oluşturan seçimlik hareketlerin varlığına göre suç vasfının belirlenmesi gerekmektedir. İcbar veya ikna olarak değerlendirilecek olguların varlığının sabit olması durumunda suç irtikâp suçu kapsamında mütalaa edilmesi gerekmektedir. İrtikâp suçunu oluşturan seçimlik hareketlerden hiçbirinin bulunmaması halinde ise söz konusu fiil kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı bir hareket kabul edilmek suretiyle kişilerin zararına sonuç doğuracağından bahisle suç vasfının görevi kötüye kullanma suçu olduğu kanaatindeyiz.

Bu yazımızda özetle, kamu görevlisi niteliğini haiz tabiplerin görevinin bir gereği olan hizmetin ifası için hizmeti temin edenden talep ettiği haksız ve hukuksuz maddi/manevi tazminat talebinin toplumda nasıl karşılandığı, söz konusu fiilin suç boyutu ve vasfı değerlendirilmiştir. Toplumu oluşturan bireylerin kendilerine yöneltilen haksız ve hukuksuz maddi/manevi menfaat talebinde hakkını ve hukukun bilmesi bu suç fiilinin işlenmesine yönelik önleyici bir vasıf arz edecektir. Buna rağmen suç fiilinin işlenmesi durumunda, ilgililerin cezai sorumluluğuna yönelik kanaatimiz, yasal düzenleme ve yargısal içtihat dikkate alınarak gerekçelendirilmek suretiyle açıklanmıştır.

KAYNAKÇA

[1] https://www.trthaber.com/haber/turkiye/doktora-bicak-parasi-operasyonunun-ayrintilari-belli-oldu-789552.html

[2] Yargıtay 5’inci Ceza Dairesinin 2013/9419 E.,2014/10624 K. Sayılı Kararı, https://karararama.yargitay.gov.tr

[3] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29.09.2020 tarih ve  Esas: 2019/540, Karar: 2020/390 sayılı kararı,  https://karararama.yargitay.gov.tr