Kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddenin birinci fıkrasında; "Devlet ve kamu tüzelkişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir" denilmektedir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir.

Bir taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur. Bununla beraber gerçek karşılığının altında bir bedel ödenerek bir taşınmazın idareye geçmesi de Anayasa’nın 46. maddesi hükmüne açıkça aykırılığın yanında mülkiyet hakkına Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesini aşan ve mülkünden yoksun bırakılan kişiye ulaşılmak istenen kamu yararıyla kıyaslandığında ölçüsüzce ağır bir yük yükleyen ve makul olmayan müdahale niteliğindedir.

Kanun koyucu, taşınmazı kamulaştırılan kişilerin dava süresince geçen zaman nedeniyle hak kaybına uğramamaları ve taşınmazın bedelinin ilgilisine kısa sürede ödenmesini sağlamak için kamulaştırma davalarının diğer davalara oranla daha hızlı bir şekilde karara bağlanması amacıyla 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesinde özel hükümlere yer vermiştir. Anılan maddeye göre, tarafların kamulaştırma bedeli konusunda anlaşamamaları ve idarenin bedel tespit ve tescil davası açması halinde mahkemenin otuz gün sonrası için duruşma günü tayin etmesi ve taraflara duruşma gününü tebliğ etmesi, duruşmada bedel konusunda anlaşma sağlanamaz ise yine otuz gün sonrası için duruşma günü tayin edilmesi ve bu sırada bilirkişi tayin ederek keşif yapması, taraflar yine anlaşamazlar ise onbeş gün sonrasına duruşma günü tayin etmesi ve ikinci bilirkişi raporuna başvurması ve bunun sonucunda bedeli tespit ederek davayı sonuçlandırması gerekmektedir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, kamulaştırma davalarının kısa sürede bitirilmesini öngörmektedir. Bu öngörüye bağlı olarak yakın zamana kadar kamulaştırma bedelinin tespiti davaları için yasal faiz öngörülmemiştir.

 Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre; kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtay’ın istikrar kazanan içtihatlarına göre de Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir. Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava tarihinden itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi talebinin yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar kazanmış bir uygulaması bulunmamaktadır.

İlgili Kararlar:

♦ (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013)
♦ (Gülşen Özsoy ve diğerleri, B. No: 2014/774, 17/11/2016)  
♦ (Abdülkerim Babir ve diğerleri, B. No: 2013/2550, 10/12/2014)  
♦ (Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017)  
♦ (Türkan Poyraz, B. No: 2015/15388, 13/9/2018)  
♦ (Sofia Negiz, B. No: 2014/8301, 29/11/2018)  
♦ (Ali Rıza Doğanata ve diğerleri, B. No: 2016/11676, 27/11/2019)  
♦ (Ahmet Tekçe ve diğerleri, B. No: 2017/32782, 29/1/2020)  
♦ (Emine Dilek Onaran ve diğerleri, B. No: 2017/19987, 12/2/2020)
♦ (Mahmut Keskin, B. No: 2017/30396, 13/2/2020)  
♦ (Cengiz Bozkurt, B. No: 2017/38634, 12/1/2021)
♦ (Fatma Çukur ve diğerleri, B. No: 2018/26618, 7/9/2021)
♦ (Aynur Çetintürk ve diğerleri, B. No: 2019/15144, 7/12/2022)
♦ (Abdulkadir Doğan ve diğerleri, B. No: 2019/1986, 8/12/2022)
♦ (Emel Gülay ve diğerleri, B. No: 2019/12123, 11/1/2023)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET AKDOĞAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/817)

 

Karar Tarihi: 19/12/2013

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Mehmet ERTEN

 

 

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Selami ER

Başvurucular

:

Mehmet AKDOĞAN

 

 

Selim AKDOĞAN

 

 

Erdal AKDOĞAN

 

 

Ahmet AKDOĞAN

 

 

Fatma BÜLBÜL

 

 

Ümmügülsüm BIÇAKCI

 

 

Ali Fuat AKDOĞAN

Vekili

:

Av. Hüseyin ÖZTÜRK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, maliki oldukları taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti davasının dokuz yıl sürdüğünü, dava açma tarihi esas alınarak belirlenen kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden kendilerine ödendiğini belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 25/1/2013 tarihinde Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. 15/5/2013 tarihinde, 2013/818, 2013/819, 2013/820, 2013/821, 2013/822 ve 2013/823 bireysel başvuru numaralı dosyaların, “kişi ve konu yönünden hukuki irtibat” nedeniyle esaslarının kapatılarak 2013/817 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/817 numaralı bireysel başvuru üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için 26/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı’na gönderilmiş, Adalet Bakanlığı’nın 2/8/2013 tarihli görüş yazısı 2/9/2013 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiş, başvurucuların vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını 10/9/2013 tarihli dilekçeyle yasal süresi içinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru dilekçelerindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucuların murisi adına kayıtlı bulunan Kayseri ili, Develi ilçesi, Fenese Yukarı mahallesi, 257 ada 12 no’lu parsel hakkında, ilçe imar planında tahıl pazarı alanına tahsisli olduğu gerekçesiyle Develi Belediyesi Encümeninin 24/1/2003 tarih ve 89 sayılı kararıyla kamulaştırma kararı alınmıştır.

9. Develi Belediye Başkanlığı (İdare) kamulaştırmaya konu taşınmaz hakkında 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 8. maddesi gereğince başvurucuları satın alma usulüyle süreci devam ettirmek için uzlaşma görüşmelerine davet etmiş, fakat başvurucular kanuni süre içerisinde uzlaşma görüşmelerine katılmamıştır.

10. Bunun üzerine idare, 29/5/2003 tarihinde Develi Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın idare adına tescili davası açmıştır.

11. Başvurucular tarafından ise kamulaştırma işleminin iptali istemiyle Kayseri İdare Mahkemesinde iptal davası açılmış ve anılan Mahkeme, 28/1/2004 tarih ve E.2003/1193, K.2004/70 sayılı kararla bu davayı reddetmiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay 6. Dairesi 6/3/2006 tarih ve E.2004/3195, K.2006/823 sayılı kararıyla yerel mahkeme kararının onanmasına hükmetmiş ve karar kesinleşmiştir.

12. Asliye Hukuk Mahkemesi idari yargıdaki iptal davasının sonuçlanması üzerine, keşif yapılmasına karar vermiş ve 20/9/2006 tarihinde yapılan keşif sonucunda bilirkişi heyeti dava konusu taşınmazın dava tarihi itibariyle kamulaştırma bedelini 32.365,00 TL olarak tespit etmiştir. Başvurucuların bilirkişi raporuna itiraz etmesi üzerine, Mahkeme, ek bilirkişi raporu alınmasına karar vermiş ve 6/10/2008 tarihli ek bilirkişi raporuyla dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedeli bu kez 49.649,50 TL olarak belirlenmiştir.

13. Başvurucuların ve davacı idarenin dava konusu taşınmazın değerinin tespitinde emsal olabilecek yeni taşınmazlar göstermeleri ve talepleri üzerine Mahkeme tarafından 3/12/2009 tarihinde ikinci kez keşif yapılmasına karar verilmiş ve 5/1/2010 tarihinde mahallinde yeniden keşif yapılmıştır. Bu keşif sonucunda bilirkişi heyeti dava konusu taşınmazın bedelini bu kez 64.680,00 TL olarak belirlemiştir.

14. Mahkeme, 12/1/2012 tarih ve E.2003/308, K.2012/27 sayılı kararıyla davayı kabul etmiş ve son bilirkişi raporu doğrultusunda kamulaştırma bedelini 64.680,00 TL olarak belirleyerek bedelin başvuruculara ödenmesine ve taşınmazın davacı belediye adına tesciline karar vermiştir.

15. İlk derece mahkemesinin kararının başvurucular ve idare tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz incelemesini yapan Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 22/5/2012 tarih ve E.2012/2398, K.2012/6066 sayılı kararıyla kamulaştırma bedelinin tespitinde isabetsizlik görmeyerek yerel mahkeme kararını onamıştır.

16. Başvurucuların karar düzeltme talebi de Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 26/11/2012 tarih ve E.2012/11502, K.2012/13174 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Bu karar başvuruculara 26/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

17. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.

Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.

Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hâkim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar…

Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hâkim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.

Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hâkim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hâkim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.

(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./6. md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.

14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır.

…”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 19/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 25/1/2013 tarih ve 2013/817 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

19. Başvurucular, maliki oldukları taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti davasında hukuki sürecin başladığı 2003 yılı verilerine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin dokuz yıl süren dava sonunda faiz işletilmeden kendilerine ödendiğini, bu şekilde Anayasa’nın 46. maddesi ve bu maddeye uygun düzenlenen 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesine aykırı hareket edildiğini, taşınmazın gerçek değerinin değil, dokuz yıl önceki karşılığının ödendiğini belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmişler ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğinin tespiti ile alınması gerekli tedbirlere hükmedilmesini talep etmişlerdir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20. Başvurucuların dava tarihi itibarıyla tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden kendilerine ödenmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvuruya ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden İnceleme

21. Başvurucular, maliki oldukları taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti davasında dava tarihine göre belirlenen bedelin dava sonunda faiz işletilmeden kendilerine ödendiğini ve bu nedenle taşınmazın gerçek değerini alamadıklarını belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir

22. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucular tarafından açılan kamulaştırma işleminin iptaline ilişkin davanın reddedilmesinin taşınmazın kamu yararı amacıyla kamulaştırıldığını ortaya koyduğu, başvurucuların taşınmazının yasaya uygun olarak ve kamu yararıyla kamulaştırıldığı ve kamulaştırma bedelinin usulüne göre tayin edildiği konusunda herhangi bir ihtilaf bulunmadığı, başvurunun çözümlenmesi bakımından başvurucuların üzerine orantısız ve aşırı bir yük yüklenip yüklenmediğinin araştırılması gerektiği, başvurucuların kamulaştırma bedeline Anayasa’nın 46. maddesinde düzenlenen kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faizin işletilmesi talebinin ise Türk hukuku uygulamasına göre mümkün görünmediği, taşınmazın gerçek değeriyle orantılı makul bir kamulaştırma bedeli ödenmediği müddetçe, kişiyi taşınmazından mahrum bırakmanın genelde aşırı bir yük teşkil ettiği, başvuru konusu davada kamulaştırma bedelinin belirlendiği tarih ile bedelin ödendiği tarih arasında geçen yaklaşık olarak 104 aylık süre zarfında kamulaştırma bedelinin %104.63 oranında değer kaybına uğradığı ve benzer mağduriyetlerin önlenmesi amacıyla 6459 sayılı Kanunla 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesinde değişiklik yapıldığı ifade ederek Anayasa’nın 35. maddesine ilişkin şikâyet incelenirken bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.

23. Başvurucular Adalet Bakanlığı görüşüne karşı cevaplarında kamuoyunda dördüncü yargı paketi olarak bilinen değişiklikler kapsamında 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesinde yapılan değişiklikle dört ay içinde sonuçlandırılamayan bedel tespiti davalarına kanuni faiz ödenmesini öngören düzenlemenin haklılıklarını gösterdiğini dile getirmişlerdir.

24. Anayasa’nın “Mülkiyet Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

25. Anayasa'nın “Kamulaştırma” kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”

26. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”

28. Somut başvurunun dayanağını oluşturan kamulaştırılan taşınmazın gerçek değerinin ödenmesi talebi, Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve hürriyetleri sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken Devlet ve kamu tüzel kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa’nın 46. maddesi mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, başvurucuların bahsedilen talebinin değerlendirilmesinde Anayasa’nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46. maddelerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

29. Anayasanın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. İki düzenlemenin ilk cümleleri herkese mülkiyet hakkını tanımakta, ikinci cümlesi ise kişilere ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini ya da mülkünden yoksun bırakılabileceğini hüküm altına almaktadır.

30. Her iki düzenlemenin üçüncü cümleleri ise farklı şekilde ele alınmıştır. Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken, Sözleşmeye Ek (1) numaralı protokolün birinci maddesinin ikinci fıkrası devletlere mülkiyeti kamu yararına düzenleme ile vergiler ve diğer katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri yasaları uygulama konusundaki haklarını saklı tutarak bu durumun mülkiyet hakkı kapsamına girmediği belirtilmektedir. Bununla beraber Anayasa’nın birçok maddesi ilgili olduğu hususta devlete düzenleme yetkisi vermektedir.

31. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malonei/İngiltere, B. No:8691/79, 2/8/1984, § 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma sağlamaktadır.

32. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme (başkasına devretme, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme hatta yok etme) olanağı veren bir haktır. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. Özel mülkiyetteki bir taşınmazın kamu yararı amacıyla ihtiyaç duyulması halinde şekil ve koşulları yasayla belirlenmek şartıyla kamulaştırılmak suretiyle kamu hizmetine tahsis edilerek özel mülkiyeti sona erdirilebilir. Kamulaştırmanın nasıl ve hangi ilkelere göre yapılacağı Anayasa’nın 46. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. (Bkz. AYM, E.1988/34, K.1989/26, K.T. 21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, K.T. 17/5/2012 ve E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008)

33. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hale getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvenceler hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir (AYM, E.2012/108, K.2013/64, K.T.22/5/2013).

34. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek hedefine yönelmek durumundadır (AYM, E.2010/30, K.2012/7, K.T.19/1/2012).

35. Kamu yararı doğası gereği geniş bir kavramdır. Özellikle kişileri bedelini ödeyerek mülkiyetlerinden yoksun bırakmayı düzenleyen yasalar gibi sosyal ve ekonomik politikaların uygulanmasını belirleyen düzenlemeler konusunda yasama organının geniş bir takdir yetkisi olması doğaldır. Açıkça makul bir temelden yoksun olmadıkça yasama organının neyin kamu yararına olduğuna dair verdiği karara saygı duyulmalıdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Kural olarak kamu makamları ekonomik veya toplumsal bir politikayı hayata geçirmek amacıyla mülkiyet hakkına müdahale etmişlerse burada meşru bir kamu yararı amacının bulunduğunu varsaymak gerekir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması halinde ise örneğin kamulaştırma gibi hususlarda uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. James ve Diğerleri/İngiltere, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 46; Eski Yunan Kralı ve Diğerleri/Yunanistan, B. No: 25701/94, 23/11/2000, § 87; Broniowski/Polonya B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 148).

36. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde açıkça temelden yoksun veya keyfi olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz.

37. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.

38. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”, öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik”, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.

39. AİHM de mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin kamu yararı ya da genel yararı amaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı ile birey haklarının korunması arasında adil bir dengenin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede bireylerin, mülklerinin değeriyle orantılı makul bir bedel ödenmeden mülklerinden mahrum edilmeleri halinde yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına hükmetmektedir. Bununla beraber Sözleşme ile korunan mülkiyet hakkı her durumda tam bedelin ödenmesini güvence altına almamaktadır. Ekonomik reform ya da sosyal adaleti gerçekleştirmek gibi geniş çaplı tedbirleri uygulamaya yönelik istisnai durumlarda meşru kamu yararı amacıyla yoksun bırakılan mülkiyetin piyasa değerinin altında ödeme yapılmasını ölçülülük ilkesine aykırı bulmayabilmektedir (bkz. Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75 ve 72/52/75, 23/9/1982, § 69; James ve Diğerleri/İngiltere, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 54; Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, § 48; Lithgow ve Diğerleri/İngiltere, B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81, 9265/81; 9266/81; 9313/81; 9405/81, 8/7/1986 § 120-121).

40. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin “kamu yararı” olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddenin birinci fıkrasında; "Devlet ve kamu tüzelkişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir" denilmektedir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir. (AYM, E.2004/25, K.2008/42, K.T.17/1/2008)

41. Bir taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur (AYM, E.2002/112, K.2003/33, 10/4/2003). Bununla beraber gerçek karşılığının altında bir bedel ödenerek bir taşınmazın idareye geçmesi de Anayasa’nın 46. maddesi hükmüne açıkça aykırılığın yanında mülkiyet hakkına Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesini aşan ve mülkünden yoksun bırakılan kişiye ulaşılmak istenen kamu yararıyla kıyaslandığında ölçüsüzce ağır bir yük yükleyen ve makul olmayan müdahale niteliğindedir.

42. İdarenin, malikin rızasına gerek olmaksızın yapabileceği bir işlem olan kamulaştırma nedeniyle peşin ödemesi gereken bedeli ödemede gecikmesi durumunda hissedilir değer kaybına neden olan unsurların varlığının dikkate alınmaması halinde ödenen bedelin gerçek karşılık olarak nitelendirilemeyeceği açıktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz., AİHM, Yunan rafinerileri Stran ve Stratis Andreadis/ Yunanistan, B. No: 13427/87, 9/12/1994, § 82). Başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi, yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması gerekir. (Bkz. Scordino/İtalya (no:1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 258).

43. Bu çerçevede gerçek karşılığa ulaşmayı engelleyen düzenleme ve uygulamaların Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkını da zedeleyeceği açıktır. Başvuru konusu olayda sahibi olduğu taşınmaz kamulaştırılan başvurucuların kamulaştırma bedeline itiraz etmesiyle açılan dava sonunda dava tarihi esas alınarak tespit edilen kamulaştırma bedeli başvuruculara faiz işletilmeden ödenmiştir.

44. Somut başvuruda başvurucular kanuna uygun bir şekilde yapılan kamulaştırmayla mülkünden yoksun kaldığı ve kamulaştırmanın kamu yararı şeklinde meşru bir amaca yönelik olduğu konusunda bir şikâyette bulunmamaktadır. Başvuru dosyası incelendiğinde başvurucuların taşınmazının tahıl pazarı alanına tahsisli olduğu gerekçesiyle ve Belediye Encümeninin kararıyla kamulaştırıldığı ve kamulaştırma sürecinin 2492 sayılı Kanun’a göre sürdürülerek tamamlandığı görülmektedir. Başvurucuların açtığı kamulaştırma işleminin iptali davsının reddedilmesi de göz önünde bulundurulduğunda mülkiyetten yoksun bırakmanın meşru amacı ve kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edilip edilmediği hususunda başvurunun çözüme kavuşturulması için Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında kamulaştırma işleminin başvurucuların üzerinde ölçülü olmayan aşırı bir yük yükleyip yüklemediğinin incelenmesi gerekmektedir.

45. İlk derece mahkemesi tarafından belirlenen kamulaştırma bedelinin usulüne uygun bir şekilde belirlenmediği hususunda da başvurucuların bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucular dava tarihi esas alınarak belirlenen bedele faiz ödenmemesi nedeniyle alması gereken bedelin değerinde azalma olduğundan şikâyet etmekte ve bedelin dava tarihi yerine davanın karar tarihine en yakın tarihe göre belirlenmesi veya Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan gecikme faizinin bedele uygulanması gerektiğini iddia etmektedir.

46. Kanun koyucu, taşınmazı kamulaştırılan kişilerin dava süresince geçen zaman nedeniyle hak kaybına uğramamaları ve taşınmazın bedelinin ilgilisine kısa sürede ödenmesini sağlamak için kamulaştırma davalarının diğer davalara oranla daha hızlı bir şekilde karara bağlanması amacıyla 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesinde özel hükümlere yer vermiştir. Anılan maddeye göre, tarafların kamulaştırma bedeli konusunda anlaşamamaları ve idarenin bedel tespit ve tescil davası açması halinde mahkemenin otuz gün sonrası için duruşma günü tayin etmesi ve taraflara duruşma gününü tebliğ etmesi, duruşmada bedel konusunda anlaşma sağlanamaz ise yine otuz gün sonrası için duruşma günü tayin edilmesi ve bu sırada bilirkişi tayin ederek keşif yapması, taraflar yine anlaşamazlar ise onbeş gün sonrasına duruşma günü tayin etmesi ve ikinci bilirkişi raporuna başvurması ve bunun sonucunda bedeli tespit ederek davayı sonuçlandırması gerekmektedir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, kamulaştırma davalarının kısa sürede bitirilmesini öngörmektedir. Bu öngörüye bağlı olarak yakın zamana kadar kamulaştırma bedelinin tespiti davaları için yasal faiz öngörülmemiştir.

47. Taraflar için 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesinde kamulaştırma bedelinin tespiti davalarının sonuçlandırılması için öngörülen süreler mahkemelere yönelik süreler olduğundan düzenleyici nitelikte olup, mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli olduğunda şüphe yoktur.

48. 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesindeki sürelerin düzenleyici nitelikte süreler olduğu, yapılması gereken duruşmalar ve duruşma aralıkları, bilirkişi raporlarının beklenmesi ve tebligat işlemleri göz önünde bulundurulduğunda, bu sürelerin aşılabileceği görülmektedir. Bununla birlikte kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında kamulaştırma işlemlerinin başlamasıyla kişilerin mülkiyet haklarını kullanmalarının kısıtlandığı, dava sonunda kamulaştırma bedelini alabildikleri ve bu bedele faiz uygulanmadığı göz önünde bulundurulduğunda bu davaların süratle sonuçlandırılmasında başvurucuların önemli bir menfaati olduğu görülmektedir.

49. Başvurucular kamulaştırma bedeline Anayasa’nın 46. maddesinde düzenlenen kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faizin işletilmesini veya taşınmazın karar tarihine en yakın tarihte belirlenmiş bedelinin tazminat olarak ödenmesini talep etmektedirler.

50. Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre; kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtay’ın istikrar kazanan içtihatlarına göre de, Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir (Bkz. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752, 15/10/2002). Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava tarihinden itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi talebinin yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar kazanmış bir uygulaması bulunmamaktadır.

51. Başvuru konusu davada Develi Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından belirlenen kamulaştırma bedeli Mahkeme kararıyla başvurucular adına banka hesaplarına peşin olarak yatırılmıştır. Bu durumda başvurucuların kamulaştırma bedeline devletin alacakları için öngörülen en yüksek faizin uygulanması talebinin Anayasa’nın 46. maddesi kapsamında yasal dayanağı bulunmamaktadır. (Benzer yönde AİHM kararı için bkz., Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 6/7/2010, § 44).

52. 2942 sayılı Kanun’un 10. ve 11. maddeleri uyarınca tarafların kamulaştırma kararı sonrasında bedel hususunda anlaşamamaları halinde dava tarihine göre taşınmazın adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde bedeli mahkemece tespit edilmesi gerekmektedir. Değer tespitinin dava tarihine göre tespiti, Kanun gereği olduğu gibi dava sürecinde taşınmazın değerinde meydana gelecek artış veya azalışların bedele etki etmemesi ve bu şekilde bedel tespitine belirlilik kazandırmanın gereğidir. Aksi halde taşınmazın değeri uzun süren davalarda artabileceği gibi azalabileceğinden idare veya vatandaşlara olumsuz etkide bulunabilir. Ancak bu durum taşınmazın gerçek değerinin enflasyon karşısında korunması için dava tarihine göre belirlenen bedele faiz işletilmesine mani değildir.

53. Nitekim kanun koyucu bahsedilen husustaki yasal eksiği gidermek ve kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında davanın zamanında sonuçlandırılamaması halinde yargılama sürecinde kamulaştırma bedelinin enflasyon etkisiyle uğrayacağı değer kaybını telafi ederek benzer mağduriyetlerin önlenmesi maksadıyla 6459 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesine ek fıkra ekleyerek “Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.” hükmünü getirmiş ve zamanında tamamlanamayan kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında ödemenin yapıldığı tarihe kadar kamulaştırma bedeline faiz ödenmesi imkânını tanımıştır.

54. Somut başvuruya konu kamulaştırma işleminde ise dava bahsedilen kanun hükmünün yürürlüğe giriş tarihinden önce sonuçlandığından yasal faiz ödemesi yapılmamıştır. Bu durumda kamulaştırma sürecinde kamu yararına ulaşmak için kullanılan yöntemler ile izlenen amaç arasında makul bir orantılılığın ve mülkünden mahrum bırakılan başvurucuların üzerine orantısız ve aşırı bir yük binip binmediğinin araştırılması gerekmektedir.

55. Başvuru konusu kamulaştırma bedelinin tespiti davası, 29/5/2003 tarihinde Develi Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılmış, mahkeme öncelikle idare mahkemesinde devam eden kamulaştırmanın iptali davasının sonuçlanmasını beklemiş, iptal davasının 6/3/2006 tarihinde sonuçlanmasının ardından üç defa bilirkişi tayin ederek ve iki defa keşif yaparak bedel tespiti yapmış ve 12/1/2012 tarihili kararıyla bankaya depo edilen 64.680,00 TL kamulaştırma bedelinin davanın kesinleşmesi beklenmeksizin başvuruculara ödenmesine ve taşınmazın idare adına tapu siciline kaydedilmesine karar vererek davayı sonuçlandırmıştır.

56. Bu durumda dava tarihi esas alınarak tespit edilen kamulaştırma bedeli başvuruculara sekiz yıl sekiz ay (104 ay) sonra faiz uygulanmaksızın ödenmiştir. Merkez Bankası verilerine göre Mayıs 2003 ile Ocak 2012 tarihleri arasında enflasyonda meydana gelen artış %104,63’tür. Bir başka ifadeyle Mayıs 2003 tarihindeki 100 TL’nin Ocak 2012’de enflasyon karşısında değer kaybı giderilmiş karşılığı 204,63 TL’dir.

57. Başvuruculara dava tarihine göre belirlenerek ödenen 64.680,00 TL kamulaştırma bedelinin ödeme tarihinde Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybı giderilmiş karşılığı 132.356,00 TL’dir. Bir diğer ifadeyle kamulaştırma bedelinin uğradığı değer kaybını telefi edecek fark 67.676,00 TL’dir.

58. Bir eşyanın devir tarihindeki bedelinin daha sonra ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeni ile paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011).

59. Bununla birlikte kamu kurumları uzun süren kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında faiz ödemeyerek bireylerin almaları gereken bedelin enflasyon karşısında aşınmasına neden olmaktadırlar. Bu durumda taşınmazı kamulaştırılan kişilere ödenen kamulaştırma bedelinin kişinin uğradığı zararı telafi edebilmesi için taşınmazın gerçek karşılığı olması yanında ayrıca ödenen bedelin tespitiyle ödenmesi arasında geçen dönemde gözlemlenen enflasyona nispetle hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir.

60. Bu çerçevede AİHM, Türkiye’de kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi ve enflasyon sonucu bedelin değerinde aşınma olması ile arada geçen sürede bedele faiz ödenerek durumun telafi edilmemesi veya ödenen faizin enflasyonun oldukça altında olması sonucu tespit edilen bedelin değerini koruyucu nitelikte olmaması nedenleriyle birçok davada başvuranların üzerinde meşru kamu yararıyla haklı gösterilemeyecek orantısız ve aşırı bir yük bindiği ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Bkz. Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/12/1998, § 48-50; Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 28-31; Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 6/7/2010, § 57-60).

61. AİHM yukarıda belirtilen kararlarında kamulaştırma işleminin ekonomik, sosyal ya da siyasal bir reform kapsamına girmesi halinde gerçek bedelin altında ödeme yapılabileceğini öngörmektedir. Anayasanın 46. maddesi buna imkân vermemekle birlikte tespit edilen gerçek değerin ödenmesinde meydana gelen gecikmeyle ve enflasyon etkisiyle değerindeki aşınmayı tam telafi edecek bir mekanizma da öngörmemiştir. Türk hukuk sistemi bunun yerine 2942 sayılı Kanunun 10. maddesiyle bedel tespiti davalarının kısa sürede sonuçlandırılmasını, 2013 yılında bahsedilen maddeye eklenen fıkra ile de 4 ayda sonuçlanmayan davalarda kanunu faiz ödenerek değer kaybının önlenmesini öngörmektedir.

62. Başvuru konusu kamulaştırılan taşınmaza enflasyon sonucu değerdeki aşınma ile piyasa değerinden daha düşük bir bedelin ödenmesini haklı gösterecek kamu yararına yönelik hiçbir meşru amaç tespit edilememiştir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Scordino/İtalya (no:1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 102). Kamulaştırma bedeline değerindeki hissedilir aşınmayı giderecek şekilde faiz uygulanmaması kamu yararı için öncelikli, genel menfaatleri koruyan, kamu hizmetlerinin sürdürülmesi için zorunlu bir durum da arz etmemektedir (Bkz. AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011).

63. Yukarıdaki unsurlara bakarak, kamulaştırma bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında gözlemlenen farkın kamulaştırma bedeline faiz eklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ödenmeyen bu fark, bireyin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozarak, Anayasa’da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde başvurucular üzerine orantısız ve aşırı bir yük binmesine sebep olarak başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal etmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 6/7/2010, § 56).

64. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti davasının 29/5/2003 tarihinde açıldığı ve Develi Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından dava tarihi esas alınarak belirlenen bedelin sekiz yıl sekiz ay sonra mahkemenin 12/1/2012 tarihli kararıyla başvuruculara faiz işletilmeksizin ödendiği, bu süre zarfında Merkez Bankası verilerine göre enflasyonda meydana gelen artışın %104,63 olduğu, bahsedilen değer kaybı oranı dikkate alındığında, başvurucuların üzerine idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı yük bindiği sonucuna ulaşılmıştır.

65. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

66. Başvurucular, idare tarafından kamulaştırılan taşınmazlarının bedel tespiti davasının 104 ay sürmesi ve dava tarihine göre tespit edilen bedelin faiz işletilmeden kendilerine ödenmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini belirterek hak ihlalinin tespitini ve alınması gereken tedbirlere hükmedilmesini talep etmişlerdir.

67. Adalet Bakanlığı görüşünde, doğrudan tazminata ilişkin bir açıklama yapmamakla beraber başvuruculara dava tarihine göre tespit edilip Develi Asliye Hukuk Mahkemesi kararından sonra ödenen kamulaştırma bedelinin değerinde enflasyon etkisiyle aşınma olduğunun kabulü ve enflasyonun etkisi giderilmiş kamulaştırma bedelinin ödeme tarihinde 132.360,00 TL olduğu yönünde değerlendirme yapılmıştır.

68. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

69. Başvuruculara dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin sekiz yıl sekiz ay süren dava sonunda faiz işletilmeden ödenmesi sonucu kamulaştırma bedelinde bu sürede gerçekleşen %104,63 oranındaki enflasyon nedeniyle ciddi bir değer kaybı oluştuğu, bu durumun başvurucuların üzerine idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı yük binmesine neden olduğu, bahsedilen maddi değer kaybını telafi edebilmek için kamulaştırma bedeline enflasyon oranında faiz işletilerek başvurucuların her birine 9.668,00 TL olmak üzere toplam 67.676,00 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

70. Başvurucular tarafından ayrı ayrı yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı, 2.640,00 TL vekâlet ücretinin ise müştereken olmak üzere toplam 4.028,54 TL yargılama giderinin ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle başvurunun;

A. Mülkiyet hakkıyla ilgili şikâyet yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucular Mehmet AKDOĞAN, Selim AKDOĞAN, Erdal AKDOĞAN, Ahmet AKDOĞAN, Fatma BÜLBÜL, Ümmügülsüm BIÇAKCI ve Ali Fuat AKDOĞAN’ın her birine 9.668,00 TL olmak üzere toplam 67.676,00 TL maddi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

D. Başvurucuların diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucular Mehmet AKDOĞAN, Selim AKDOĞAN, Erdal AKDOĞAN, Ahmet AKDOĞAN, Fatma BÜLBÜL, Ümmügülsüm BIÇAKCI ve Ali Fuat AKDOĞAN’ın her biri tarafından ayrı ayrı yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin ayrı ayrı, 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin ise müştereken başvuruculara ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

19/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

 

 

ANAYASA MAHKEMESİ

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

GÜLŞEN ÖZSOY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

 

(Başvuru Numarası: 2014/774)

Karar Tarihi:17/11/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Başvurucular

:

1) Gülşen ÖZSOY

 

 

2) Mehmet KISA

 

 

3) Faruk Nafiz TURGUT

 

 

4) Tolga TURGU

 

 

5)Fatma ANAMURLUOĞLU

 

 

6) Nurten USLU

 

 

7) Emine SARIGÜZEL

 

 

8) Serap YEĞİNER

 

 

9) Hasan TURGUT

Vekili

:

Av. Adil AKTAY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davası sonucunda hükmedilen kamulaştırma bedeli miktarı nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin yasallık, öngörülebilirlik ve orantılılık kriterlerini karşılamaması, 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun uygulanması ile ortaya çıkan yargı kararlarının birbirleriyle çelişmesi, dava tarihi ile karar tarihi arasında geçen süre için kamulaştırma bedeline faiz işletilmemesi, kamulaştırma bedelinin bir kısmının yargılama gideri ve vekâlet ücreti olarak ödenmek zorunda kalınması, davanın makul sürede tamamlanmaması ve kamulaştırmadan dolayı mesleki faaliyetlerin gerçekleştirilememesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/1/2014 tarihinde Mersin 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 21/3/2016 tarihinde sunduğu belge ile mevcut başvuru hakkında verilen kabul edilebilirlik kararının Bakanlıklarına gönderilmesi hâlinde 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 49/2. ve AnayasaMahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddeleri uyarınca görüş bildirilebileceğini belirtmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucular aleyhine 5/8/2009 tarihinde Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında davacı Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare), başvurucuların maliki oldukları Mersin ili Gülnar ilçesi Sipahili köyünde bulunan taşınmazın belirli bir kısmının Silifke-Taşucu-Anamur 13. bölge hududu devlet yolu yapım işi nedeni ile kamu yararı kararı alınarak kamulaştırılmasına karar verildiğini, taşınmazın kamulaştırılacak kısmı için kıymet takdir komisyonu tarafından 20.301,41 TL kamulaştırma bedeli takdir edildiğini ancak başvurucular ile uzlaşma sağlanamadığını belirterek 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince kamulaştırma bedelinin tespiti ile taşınmazın kamulaştırılan kısmının idare adına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

8. Yargılama safhasında İlk Derece Mahkemesince uyuşmazlık konusu taşınmazın tapu kaydı, kadastro tutanağı, komşu parselleri gösterir ölçekli krokisi, belediye veya mücavir alan sınırları içinde olup olmadığı, belediye hizmetlerinden yararlanıp yararlanmadığı, emlak vergisi ile ilgili bilgileri incelenmiş; dava tarihi itibarıyla ilçe tarım müdürlüğünden o bölgede tarımsal münavebeye esas alınan ürünlerin dekar başına verim, üretim gideri ve satışfiyatlarını gösterir ürün maliyet cetveli istenmiş; oluşturulan bilirkişi heyeti ile birlikte keşif yapılmış; bilirkişi raporu düzenletilmiş; rapora tarafların itirazları üzerine ek rapor alınmış; tarafların itirazları üzerine yeniden keşif yapılarak ikinci kez bilirkişi raporu düzenletilmiş; iki rapor arasında ortaya fark çıkması ve tarafların talebi üzerine üçüncü kez keşif yapılarak yeni bir bilirkişi raporu daha hazırlatılmıştır.

9. Yargılama sonunda Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesi 4/8/2010 tarihli ve E.2009/76, K.2010/140 sayılı kararı ile uyuşmazlık konusu taşınmazın yol vasfı ile tapudan terkinine, kamulaştırma bedelinin üçüncü bilirkişi raporunda belirtilen doğrultuda 98.638 TL olarak tespitine ve banka hesabında bloke olarak bekletilen söz konusu bedelin kararın kesinleşmesi beklenmeden başvuruculara ödenmesine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

 "...

 Tüm dosya kapsamı birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde; dosyamızda toplam 3 ayrı heyet ile birliktekeşif icra edildiği, yukarıda bahsi geçen 3.bilirkişi raporunda yer alan tespitler dava konusu taşınmazın konumu, nitelikleri ve yüzölçümü, diğer değer artırıcı ve azaltıcı tüm unsurları içermekte olup gerekçeli ve ayrıntılınitelikte olduğu, 3.bilirkişi raporunda hesaplanan dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin kıymet takdir komisyonu tarafından bedelden farklılığınındenetime elverişli şekilde tartışıldığı, aynı raporda 1 ve 2. bilirkişi heyetlerinden alınanraporların da gerekçeli olarak irdelendiği ve anılan raporlardaki bedellere itibar edilememesinin gerekçeleri ile açıklandığı, 3.bilirkişi raporunun içerdiği gerekçeler ve ulaştığı sonuç ve tespitler itibariyle kamulaştırma bedelinin hakkaniyete ve adalete uygun nitelikte olup tüm dosya kapsamına ve taşınmazın tür ve miktarına da uygun bulunduğuanlaşılmakla;davacının davasının kabulü iledava konusu taşınmazın kısmen kamulaştırılmasına karar verilen kısmının tapusunun iptali ve yararlanması davacı İdare’ye ait olmak üzere yol vasfı ile Hazine adına tapudan terkinine,kısmi kamulaştırma bedelinin 98,638-TL olarak tespiti ile karar kesinleşmeksizin davalılara mirasçılık belgesindeki payları oranındaödenmesine, davalı vekillerinin maddi hatalarının düzeltilmesi ve arta kalan kısmın kamulaştırılması yönündeki istemlerinin ise; İdare’ye kalan kısmın kamulaştırılması ile ilgili olarakbaşvuruları mevcut ise de; bu hususta Mahkememiz dosyasında2942 sayılı Kanunun 12.m. gereğince usulüne uygun şekilde harcı yatırılarak açılmış bir karşı dava bulunmadığı ve arta kalan kısımların nitelikleri yönünden hükme esas alınan bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamında herhangi bir maddi hatanın bulunmadığı ve işe yaramazlığın söz konusu olmadığı hususları birlikte gözetilerek reddineilişkin olarak diğer hususlarda aşağıdaki şekilde karar vermek vehüküm kurmak gerekmiştir.

 ..."

10. İlk Derece Mahkemesi aynı kararında yargılama giderlerinin davacı idare üzerinde bırakılmasına, tarafların kendilerini vekille temsil ettirdiklerini dikkate alarak da karşılıklı 1.000 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir.

11. İlk Derece Mahkemesi kararına karşı taraflar temyiz talebinde bulunmuşlardır.Yapılan inceleme sonucu Yargıtay 18. Hukuk Dairesince 25/4/2011 tarihli ve E.2010/12500, K.2011/5564 sayılı ilamı ile bozmaya hükmedilmiş, temyiz peşin harcının istek hâlinde temyiz edenlerden davalı tarafa (başvurucular) iadesine karar verilmiştir. İlamın ilgili kısımları şöyledir:

"...

 Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasal gerektirici nedenlere ve özellikle kanıtların takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak; dava konusu taşınmazın tamamı 4247 m² olup 882,67 m²'sinin kamulaştırıldığı, kamulaştırmadan artan kesimlerin konumları, yüzölçümleri ve kamulaştırma amacı dikkate alındığında kamulaştırmadan arta kalan 1984,17 m²'lik kesimde % 20, 1366,67 m²'lik kesimde % 30 oranlarını aşmayacak biçimde değer düşüklüğü olduğunun kabulü gerekirken, her iki kesimde de % 10 oranı üzerinden hesaplama yapılarak kamulaştırma bedelinin eksik tespit edilmesi doğru görülmemiştir.

..."

12. Aynı Daireye davacı idare tarafından yapılan karar düzeltme istemi de Dairenin18/10/2011 tarihli ve E.2011/7975, K.2011/10283 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.

13. Bozma ilamı üzerine dava dosyası İlk Derece Mahkemesince tekrar incelemeye alınmış, bu kapsamda bozma ilamında belirtilen hususların karşılanabilmesi için 4/8/2010 tarihli daha önceki hükme esas alınan üçüncü bilirkişi raporuna ek rapor aldırılmış ancak söz konusu ek raporun yeterli içerikte ayrıntılı, açık ve gerekçeli olmadığına kanaat getirilerek bir kez daha keşif yapılmış, bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiştir.

14. Dördüncü kez yapılan keşfin ardından yeni bir bilirkişi heyetince düzenlenen raporun dava dosyasına sunulmasının ardından Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesi 12/9/2012 tarihli ve E.2011/151, K.2012/114 sayılı kararı ile bilirkişi raporu doğrultusunda uyuşmazlık konusu taşınmaz için kamulaştırma bedelinin 136.850 TL olarak tespitine, kamulaştırma bedelinin 98.638 TL'sinin Yargıtay bozma ilamı öncesi verilen 4/8/2010 tarihli kararın ardından davalılara ödendiğini gözeterek bakiye 38.212 TL'ninkarar kesinleşmeksizin başvuruculara payları oranında ödenmesi için ilgili banka şubesine müzekkere yazılmasına hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

 "...

 Mahkememizce tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde,Yargıtay 18 Hukuk Dairesininbozma ilamı doğrultusunda mahallinde icra edilen keşif neticesi alınan bilirkişi kuruluraporunun, dava konusu taşınmazın konumu, nitelikleri ve yüzölçümü, civardaki emsalleri,muhtarın beyanları, keşif sırasında mahkememizce yapılan ve keşif tutanağına yansıyan mahkeme gözlemi ile uyumlu olduğu, kamulaştırmadan arta kalan kısımlarda meydana gelen değer kaybının sebebinin vedeğer kaybı oranını tespitine temel teşkil eden unsurların gerekçeleriyle birliktetartışıldığı, raporun bilimsel,ayrıntılı, açık olup kamulaştırma bedelinin adalet ve hakkaniyete uygun olduğu bu nedenle bozma sonrası alınan bilirkişi kurulu raporunun hükme esas alınması gerektiği tam vicdani kanısına varılarak 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesi gereği yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek görülmeyerek,davacının davasının kabulüne, kamulaştırma bedelinin 136.850,00 YTL olarak tespitine ve taşınmazın kamulaştırılan kısmının idare adına tapuya tesciline ilişkin aşağıdaki hükmün kurulması gerekmiştir.

 ..."

15. Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesi aynı kararında yargılama giderlerinin davacı idare üzerinde bırakılmasına, tarafların kendilerini vekille temsil ettirdiklerini dikkate alarak da karşılıklı 1.200 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir.

16. İlk Derece Mahkemesi kararı taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucular temyiz dilekçelerinde uyuşmazlık konusu taşınmaz için İlk Derece Mahkemesince tespit edilen bedelin taşınmazın gerçek değerinin altında kaldığı ayrıca hükmedilen kamulaştırma bedeline dava tarihinden itibaren kamu alacakları için uygulanan en yüksek faiz oranının uygulanması gerektiği hususlarında itirazlarını ortaya koymuşlardır.

17. Temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesinin kararı, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 25/3/2013 tarihli ve E.2013/1618, K.2013/4674 sayılı ilamı ile onanmış, 24,30 TL tutarındaki onama harcı davalı tarafa (başvurucular) yükletilmiştir.

18. Onama ilamı üzerine başvurucular 50,45 TL harç ödeyerek karar düzeltme talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular 30/4/2013 tarihli karar düzeltme dilekçelerinde, temyiz aşamasında ileri sürdükleri hususları tekrarlamışlardır.

19. Yargıtay 18. Hukuk Dairesince yapılan değerlendirme sonucu 21/10/2013 tarihli ve E.2013/10556, K.2013/13630 sayılı ilam ile talebin reddine, takdiren 219 TL para cezasının başvuruculardan tahsiline hükmedilmiştir.

20. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam, başvuruculara 4/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucular 3/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

22. 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili" kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 "Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, ... asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, ... idare adına tesciline karar verilmesini ister.

 Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, ... taşınmaz malın malikine ... bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.

 ...

 Mahkemece belirlenen günde yapılacak duruşmada hakim, taşınmaz malın bedeli konusunda tarafları anlaşmaya davet eder. Tarafların bedelde anlaşması halinde hakim, taraflarca anlaşılan bu bedeli kamulaştırma bedeli olarak kabul eder ve ...

 Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar. ...

 Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.

 Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. . İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına . dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.

 (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./6. md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.

 ..."

23. 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları" kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

"15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;

a)Cins ve nevini,

b) Yüzölçümünü.

c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,

d)Varsa vergi beyanını,

e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,

f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini.

g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,

h) Yapılarda, (.)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,

ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,

Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.

Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.

..."

24. 2942 sayılı Kanun'un "Kısmen kamulaştırma" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:

 "Kısmen kamulaştırılan taşınmaz malın değeri;

 ...

 b) Kamulaştırma dışında kalan kısmın kıymetinde, kamulaştırma nedeniyle eksilme meydana geldiği takdirde; bu eksilen değer miktarı tespit edilerek, kamulaştırılan kısmın (a) bendinde belirtilen esaslar dairesinde tayin olunan kamulaştırma bedeline eksilen değerin eklenmesiyle bulunan miktardır.

 ...

 (b) ve (c) bentlerinde sözü edilen bedelin düşüş ve artış miktarları, 11 inci maddede belirtilen esaslara göre bedel takdiri suretiyle tespit olunur."

25. 2942 sayılı Kanun 'un "Giderlerin ödenmesi" kenar başlıklı 29. maddesi şöyledir:

 "10 uncu madde uyarınca mahkeme heyetinin harcırahları, 15 inci madde uyarınca mahkemece oluşturulan bilirkişilerin ve keşifte dinlenilen muhtarın mahkemece takdir edilecek ücretleri ile, tapu harçları ve bu Kanunun gerektirdiği diğer giderler kamulaştırmayı yapan idarece ödenir."

26. 2942 sayılı Kanun'un "Yetkili ve görevli mahkeme ve yargılama usulü" kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:

"Bu Kanundan doğan tüm anlaşmazlıkların adli yargıda çözümlenmesi gerekenleri, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü ile görülür."

27. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

 "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 17/11/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlaline İlişkin İddialar

1- Taşınmaz Bedelinin Düşük Tespit Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucuların İddiaları

29. Başvurucular 5/8/2009 tarihinde Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhlerine açılan kamulaştırmabedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davası sonucunda hükmedilen kamulaştırma bedeli miktarı nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin yasallık, öngörülebilirlik ve orantılılık kriterlerini karşılamadığını, buna benzer davalarda 2942 sayılı Kanun'un uygulanması ile ortaya çıkan yargı kararlarının birbirleriyle çelişir olduğunu, bu anlamda kamulaştırmaya konu olan taşınmazların gerçek değerlerinin tespiti noktasında belirsizlikler oluştuğunu dolayısıyla hukuki güvenlik ilkesinin sarsıldığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

b. Değerlendirme

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların 2942 sayılı Kanun'un uygulanması ile ortaya çıkan yargı kararlarının birbirleriyle çelişir olduğu, bu anlamda kamulaştırmaya konu olan taşınmazların gerçek değerlerinin tespiti noktasında belirsizlikler oluştuğu dolayısıyla hukuki güvenlik ilkesinin sarsıldığı şikâyetinin özünün yargılama sürecinde kamulaştırmaya konu taşınmazın bedelinin tespitine yönelik olduğu anlaşıldığından bu şikâyetin de mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerekir.

31. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

32. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No:2012/1334, 17/9/2013, § 24).

33.Somut başvurunun dayanağını oluşturan konulardan biri olan kamulaştırılan taşınmazların gerçek değerlerinin ödenmesi talebi, Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir. Anayasa'nın 35. maddesinde ise mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 13. maddesi temel hak ve hürriyetleri sınırlanmada genel ilkeleri tespit ederken devlet ve kamu tüzel kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa'nın 46. maddesi, mülkiyet hakkının sınırlanmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği başvurucuların söz konusu şikâyetlerinin değerlendirilmesinde Anayasa'nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46. maddelerinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 28).

34. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği sınırlanabilir. Anayasa'nın 46. maddesine göre ise özel mülkiyette bulunan taşınmazlar, kamu yararı gereği karşılıkları peşin ödenmek suretiyle kamulaştırılabilir veya bunlar üzerinde irtifak hakkı kurulabilir. Ayrıca Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları veya mülkiyet haklarını kullanmalarının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan veya mülkünü kullanması engellenen bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2013/2511, 22/1/2015, § 41).

35. Anayasanın 13., 35. ve 46. maddeleri uyarınca yapılan kamulaştırma nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında bir dengenin gözetilmesi, bu dengenin de başvurucunun elinden alınan mülkiyeti karşılığında taşınmazının gerçek bedelinin peşinen ödenmesi suretiyle sağlanması gerekmektedir (Selma Arıcan, B. No: 2013/7841, 21/5/2015, § 38).

36. Bununla birlikte çok sayıda alıcısı ve satıcısı bulunmayan ve satışa konu malların aynı nitelikte (homojen) olmadığı emlak piyasasında, bir taşınmazın herkes için geçerli tek, değişmez ve kolay hesaplanabilir bir fiyatının olmadığı da gözönünde bulundurulmalıdır. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ortak koruma alnında bulunan mülkiyet hakkı açısından önemli olan kamulaştırılan taşınmazın gerçek değerinin 2942 sayılı Kanun'a göre belirlenmesi ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile orantılı bir bedelin başvuruculara ödenmesidir (Mukadder Sağlam ve diğerleri, § 48).

37. Bahsedilen kriterler çerçevesinde bedel veya değer düşüklüğü karşılığının tespiti uzman mahkemelerin ve Yargıtayın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve görevindedir. Anayasa Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi mülkiyet hakkı kapsamında yapılan bireysel başvurularda bedel veya değer düşüklüğü karşılığını hesaplamak gibi bir görevi de bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile ödenen bedel arasındaki ilişki yönünden yapacağı tespit, orantılılık incelemesinden ibarettir (Mukadder Sağlam ve diğerleri, § 49).

38. Öte yandan kamulaştırma bedelinin tespitini yapan mahkemeler, taşınmazı kamulaştırılan bireylerin kayıplarını telafi edecek şekilde yeterli bir kamulaştırma bedelinin tazminat olarak hesaplanmasında ve bu surette bireylerin haklarını korumada görevli oldukları gibi kamunun fazla bedel ödeyerek zarara uğratılmasını da engellemekle yükümlüdürler. Yani mahkemeler, mülkiyet haklarına müdahale edilen bireylerin mülkiyet hakkı ile ulaşılmak istenen kamu yararı arasında makul bir denge kurmalıdırlar (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 72).

39. 2942 sayılı Kanun'un 10. ve 11. maddelerinde bir taşınmazın kamulaştırılması ve bu kamulaştırmanın satın alma usulü ile gerçekleştirilememesi hâlinde uyuşmazlığın yargıya taşınacağı hüküm altına alınmış, asliye hukuk mahkemelerinin görevli kılındığı bu yargılama sürecinde uygulanacak usule ilişkin kurallar ile kamulaştırmaya konu taşınmazın bedelinin belirlenmesine yönelik yöntem ve işlemler ayrıntılı olarak düzenlenmiştir (bkz. §§ 22, 23). Buna göre söz konusu düzenlemeler ışığında kanun koyucunun, bireylerin mülkiyet hakkına kamulaştırma yolu ile müdahalede bulunulduğunda bu müdahalenin bireylerde yarattığı külfetin adil biçimde giderilebilmesi niyetini taşıdığı görülmektedir (Mehmet Deniz, B. No: 2013/2307, 10/3/2016,§ 41).

40. Bu kapsamda başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın idare adına tescili davasında İlk Derece Mahkemesi uyuşmazlık konusu taşınmazın fiziki ve hukuki durumlarına ilişkin bilgiler toplamış, inceleme yapmış, taşınmazda 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesi çerçevesinde keşif gerçekleştirmiş, keşfin ardından hazırlanan bilirkişi heyeti raporuna karşı taraflarca beyan edilen iddia ve itirazları dikkate alarak ek rapor hazırlatmış, ek rapor üzerine de ihtilafların giderilememesi sonucunda keşfi iki kez tekrarlamış ve keşiflerin ardından yeni bilirkişi heyeti raporları düzenletmiş nihayetinde son hazırlanan bilirkişi heyeti raporunu hükme esas almaya uygun bularak raporda belirtilen tutarda kamulaştırma bedeline hükmetmiştir (bkz. §§ 8, 9).

41. Yargılamanın taraflarınca temyiz talebinde bulunulması üzerine dava dosyası temyiz incelemesi için Yargıtay 18. Hukuk Dairesine gönderilmiş, yapılan inceleme sonucu Daire, İlk Derece Mahkemesi kararını kamulaştırmadan arta kalan kısımlar yönünden yeniden değerlendirme yapılması gerekçesiyle bozmuş, ardından yapılan karar düzeltme talebini de reddetmiştir. Bozma üzerine dava dosyasını tekrar incelemeye alan Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesi, bozma ilamı doğrultusunda ek bilirkişi raporu hazırlatmış ancak raporu yeterli içerikte ayrıntılı, açık ve gerekçeli bulmayarak, tekrar keşif kararı vererek keşfin ardından yeni bilirkişi heyeti raporu hazırlatmış ve bu rapor doğrultusunda daha yüksek bir tutar üzerinden kamulaştırma bedeline hükmetmiştir. Bu hüküm ise tarafların talebi doğrultusunda temyiz ve karar düzeltme aşamalarında Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin denetiminden geçerek kesinleşmiş ve yargılama süreci sona ermiştir (bkz. §§ 11-19).

42. Bu doğrultuda her ne kadar kamulaştırılan taşınmazın bedelinin tespitinde kullanılan yöntem, taşınmazların kendine has özelliklerinin değerine etkisinin belirlenmesi ve emsalleri ile karşılaştırılması gibi somut olayın durumuna göre dikkate alınacak hususlar, ilgili kanun hükümlerinin öngördüğü sınırlar dâhilinde hâkimin takdir yetkisinde olmakta ise de yargılama bir bütün olarak değerlendirildiğinde, kamulaştırma bedelinin tespiti noktasında tarafların talep ve itirazları ile Yargıtayın tespitleri dikkate alınarak değerlendirmeler yapılıp karara varıldığı ve yargılama sonucunda mülkiyet hakkına kamulaştırma yolu ile yapılan müdahalenin başvurucular üzerinde oluşturduğu külfetin karşılığı tespit edilerek giderimi yoluna gidildiği anlaşılmaktadır.

43. Öte yandan 2942 sayılı Kanun'un somut başvuruya konu edilen yargılamada uygulanan 10. ve 11. maddelerinin son hâllerini 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanun ile aldığı, bu bağlamda somut olayda uygulanan ilgili maddelerde belirlenen usul ve esasların 1983 ve 2001 yıllarındanbu yanabu tür uyuşmazlıklara uygulandığı, dolayısıyla söz konusu usul ve esasların bireyler için erişilebilir ve bilinebilir durumda olduğu, 2011 yılında başvurucu aleyhine açılan davada da başvurucu açısından uygulanan usul ve esasların öngörülebilir bulunduğu sonucuna varılmaktadır.

44.Sonuç olarak 2942 sayılı Kanun kapsamında yürütülen kamulaştırma işlemleri ve bedel tespitine ilişkin süreç değerlendirildiğinde, başvurucuların mülkiyet hakkına yönelik yapılan müdahalenin, başvurucuları aşırı bir yük altına sokmadığı ve başvuruculara kamulaştırma bedeli ödenmesi suretiyle de başvurucuların mülkiyet hakkıyla kamu yararı arasında kurulması gereken adil dengenin korunduğu kanaatine varılmıştır.

45. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkına yönelik açık ve görünür bir ihlal bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Kamulaştırma Bedeline Faiz Ödenmemesine İlişkin İddia

a. Başvurucuların İddiaları

46. Başvurucular, aleyhlerine açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası sonunda dava tarihi ile karar tarihi tarihi arasında geçen süre için tespit edilen kamulaştırma bedeline faiz işletilmediğini belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

b. Değerlendirme

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

47. Başvurucuların söz konusu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı anlaşıldığından ve şikâyetin kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

48. Somut olayda başvurucuların taşınmazının yol yapılması amacıyla Karayolları Genel Müdürlüğü kararıyla kamulaştırıldığı ve kamulaştırma sürecinin 2942 sayılı Kanun’a göre sürdürülerek tamamlandığı görülmektedir. Bu durumda mülkiyetten yoksun bırakmanın meşru amacının bulunduğu ve Kanun'a uygun olarak yapıldığı anlaşıldığından başvurucuların faiz ödenmemesine yönelik şikâyeti Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.

49. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları hâlinde elde edilecek kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 37).

50. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını; “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

51. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel ögesinin “kamu yararı” olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası olmaksızın kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal ögeleridir (AYM, E.2004/25, K.2008/42, 17/1/2008).

52. İdarenin, malikin rızasına gerek olmaksızın yapabileceği bir işlem olan kamulaştırma nedeniyle peşin ödemesi gereken bedeli ödemede gecikmesi durumunda hissedilir değer kaybına neden olan unsurların varlığının dikkate alınmaması hâlinde ödenen bedelin gerçek karşılık olarak nitelendirilemeyeceği açıktır. Başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması gerekir. Bu çerçevede gerçek karşılığa ulaşmayı engelleyen düzenleme ve uygulamaların Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkını da zedeleyeceği açıktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, §§ 42, 43).

53. Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi taksitlendirilebilmektedir. Kanun'un taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hâllerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtayın istikrar kazanan içtihatlarına göre de Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752, 15/10/2002). Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava tarihinden itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi talebinin yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar kazanmış bir uygulaması bulunmamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 50).

54. 2942 sayılı Kanun’un 10. ve 11. maddeleri gereğince tarafların kamulaştırma kararı sonrasında bedel hususunda anlaşamamaları hâlinde taşınmazın bedeli adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde mahkemece dava tarihi itibarıyla tespit edilmelidir. Değer tespitinin dava tarihine göre yapılması, Kanun gereği olduğu gibi dava sürecinde taşınmazın değerinde meydana gelecek artış veya azalışların bedele etki etmemesi ve bu şekilde bedel tespitine belirlilik kazandırmanın da gereğidir. Aksi hâlde taşınmazın değeri uzun süren davalarda artabileceği gibi azalabilme ihtimali de olduğundan idare veya vatandaşlara olumsuz etkide bulunabilir. Ancak bu durum taşınmazın gerçek değerinin enflasyon karşısında korunması için dava tarihine göre belirlenen bedele faiz işletilmesine mâni değildir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 52).

55. Bu durumda somut başvuruya konu kamulaştırma sürecinde de kamu yararına ulaşmak için kullanılan yöntemler ile izlenen amaç arasında denge kurulup kurulmadığının ve mülkünden mahrum bırakılan başvurucuların üzerine orantısız ve aşırı bir yük yüklenip yüklenmediğinin araştırılması gerekmektedir.

56. Başvuru konusu davada 5/8/2009 dava tarihi değerlerine göre tespit edilen 96.638 TL kamulaştırma bedeli, İlk Derece Mahkemesinin 4/8/2010 tarihli kararı üzerine başvuruculara ödenmiştir. Ancak, söz konusu kararın Yargıtayca bozulması nedeniyle İlk Derece Mahkemesinde yeni bir hesaplama yapılmış, bu defa yine ilk dava tarihine göre tespit edilen 136.850 TL kamulaştırma bedeli ilk dava sonunda ödenen kısmı mahsup edilerek bakiye 38.212 TL olarak İlk Derece Mahkemesinin 12/9/2012 tarihli kararı ile başvuruculara ödenmiştir.

57.Somut başvuruda taşınmazın gerçek değeri Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/9/2012 tarihli kararı ile Yargıtay bozma ilamına uyularak yeniden belirlenen ve kesinleşen 136.850 TL'dir.

58. İlk dava tarihi olan 5/8/2009esas alınarak tespit edilen kamulaştırma bedeli başvuruculara ilki 4/8/2010 tarihli karar ile dava tarihinden on iki ay sonra ikincisi ise bozma ilamı üzerine yapılan yeniden hesaplama sonucu verilen 12/9/2012 tarihli karar ile ilk dava tarihinden otuz yedi ay sonra olmak üzere iki aşamada ödenmiştir. Bu durumda başvuruculara yapılan ödemelerin de idarece kamulaştırma ile gözetilen amaç doğrultusunda, başvurucular üzerine orantısız bir yük yükleyip yüklemediğinin iki aşamada değerlendirilmesi gerekmektedir.

59.Bu bağlamda ilk olarak davanın açıldığı ve bedel tespitine esas alınan Ağustos 2009 ile ilk ödemenin yapıldığı Ağustos 2010 tarihleri arasındaki dönem dikkate alınmalıdır. Merkez Bankası verilerine göre Ağustos 2009 ile Ağustos 2010 tarihi arasında enflasyonda meydana gelen artış %8.33 olup bu değer kaybını telafi edecek fark ise 8.050 TL'dir.

60.İkinci olarak ise bakiye kalan tutarın ödendiği tarih olan Eylül 2012 ile dava tarihi olan Ağustos 2009 arasında geçen dönem dikkate alınmalıdır. Merkez Bankası verilerine göre Ağustos 2009 ile Eylül 2012tarihi arasında enflasyonda meydana gelen artış %27,11 olup bu değer kaybını telafi edecek fark ise 10.360 TL'dir.

61.Bu tespitler doğrultusunda başvuruculara yapılan ödemelerin enflasyona göre değer kaybını telafi edecek toplam fark 18.410 TL olmakta bu farkın toplam kamulaştırma bedeline oranı da %13,4 olarak ortaya çıkmaktadır.

62.Bu çerçevede kamulaştırma bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında gözlemlenen kaybın, kamulaştırma bedeline telafi edici faiz veya enflasyon farkının eklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ödenmeyen enflasyon farkı, bireylerin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmakta ve Anayasa'da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde başvurucular üzerinde orantısız bir yük oluşturarak başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal etmektedir.

63. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlaline İlişkin İddialar

1. Kamulaştırma Bedelinin Bir Kısmının Yargılama Gideri Olarak Ödendiğine İlişkin İddia

a. Başvurucuların İddiaları

64. Başvurucular; taşınmaz maliklerinin kamulaştırma yapmak isteyen idare ile uzlaşmak zorunda olmadıklarını, bu durumda idarelerin dava açmak mecburiyetinin bulunduğunu ancak açılan bu davalarda idare lehine vekâlet ücretine hükmedilemeyeceğini ve ilgili yargılama süreçlerinde maliklerin kanun yolu masraflarına katlanmak zorunda kalmamaları gerektiğini ifade etmişler ancak yargılama sonunda lehlerine kamulaştırma bedeline hükmedilse bile bu süreçte katlanmak zorunda bırakıldıkları yargılama giderlerinin, hükmedilen bedelden kesinti anlamına geldiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

b. Değerlendirme

65. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların, söz konusu şikâyeti mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenecektir.

66.6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

67. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.

68. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

69. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Ulaşılmak istenen kamu yararının gerekleri ile bireylerin temel hakları arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan ve başvuranlara çok yüksek bir külfet yükleyen düzenlemeler mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Ayşe Başcı ve diğerleri, § 36).

70. Hukuk yargılamalarında uygulanan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında da geçen "Kaybeden öder." ilkesi, tarafların yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarına hükmedilmesine ilişkin düzenlemeleri ifade eder (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 50).

71. AİHM, bu ilke gereği muhtemel davacıları mahkeme önüne abartılı talepler getirmekten vazgeçirdiği için mahkemeye erişim hakkını engelleyici bir sonuç doğurabilecek nitelikteki düzenlemelerin tek başına adil yargılanma hakkıyla çelişmeyeceğini, bununla birlikte davanın koşulları çerçevesinde hesaplanan masrafın miktarının bu hakkın engellenip engellenmediğini tespitte önemli bir faktör olduğunu ifade etmektedir (Stankov/Bulgaristan, 68490/01, 12/7/2007, § 52).

72. Öte yandan gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkların makul sürede bitirebilmesi amacıyla karar düzeltme istemlerinin reddi hâlinde uygulanan ve yüksek miktarlı olmayan cezalar, başvurucular üzerinde aşırı bir yük oluşturmadığı gibi bu yola başvurulmasını imkânsız hâle getirmediğinden veya aşırı derecede zorlaştırmadığından mahkemeye erişim hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (Faik Gümüş, B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 36).

73. Somut olayda başvurucuların katlanmak zorunda kaldıklarından şikâyet ettikleri yargılama giderleri, idare tarafından açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasına ilişkin yargılama sürecinde ortaya çıkmıştır. Başvurucular, vekilleri vasıtasıyla davaya katılmışlar ve yargılama sürecine aktif olarak dâhil olmuşlardır. Somut başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası sonunda Mahkeme, yargılama giderlerini davacı idareye yüklemiş ancak başvurucu ve davacı idarenin vekille temsil edilmeleri nedeniyle karşılıklı olarak birbirlerine 1.200 TL vekâlet ücreti ödemelerine karar vermiştir. Öte yandan yargılama sürecinde başvurucular yaptıkları temyiz ve karar düzeltme talepleri sonucunda 24,30 TL temyiz onama harcına, 50,45 TL karar düzeltme harcına, reddedilen karar düzeltme talebi nedeniyle de 219 TL para cezasına katlanmak durumunda kalmışlardır.

74. Yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesinin 4/8/2010 tarihli kararının ardından başvuruculara kamulaştırma bedeli olarak 98.638 TL ödendiği, yargılama sonunda toplam kamulaştırma bedelinin 136.850 TL olarak kesinleştiği bununla birlikte Mahkemece başvurucular tarafından davacı idareye ödenmesine karar verilen 1.200 TL vekâlet ücretinin söz konusu kamulaştırma bedeli ile kıyaslandığında makul bir miktar olduğu, ayrıca karşılıklı ödenmesine karar verildiğinden başvuruculara da aynı miktarda vekâlet ücreti ödendiği gözönünde bulundurulduğunda aleyhe hükmedilen vekâlet ücretinin başvurucuların mahkemeye erişimini engelleyecek mahiyette ve oranda olmadığı kanaatine varılmıştır.Bunun yanında kanun yollarında yapılan ve yukarıda ayrıntılı gösterilen toplam 74,75 TL harç ve 219 TL para cezasının da dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacı taşıdığı ve yine bu meblağların kanun yolu incelemelerine ulaşmayı engelleyecek şekilde yüksek bir miktara ulaşmadığı anlaşıldığından mahkemeye erişim hakkına yönelik açık ve görünür bir ihlalin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

75. Açıklanan nedenlerle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına ilişkin iddiaları yönünden açık ve görünür bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığına İlişkin İddia

a. Başvurucuların İddiaları

76. Başvurucuların söz konusu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı anlaşıldığından ve şikâyetin kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Değerlendirme

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

77. Başvurucuların söz konusu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı anlaşıldığından ve şikâyetin kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

78. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

79. Makul sürede yargılanma hakkının amacı tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (Güher Ergun ve diğerleri, § 40).

80. Makul süre incelemesinde yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması, tarafların genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usul haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri, yargı makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği, başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 58).

81.Kanun koyucu, 2942 sayılı Kanun'un 37. maddesiyle basit yargılama usulünün uygulanmasını kabul etmekle beraber taşınmazı kamulaştırılan kişilerin dava süresince geçen zaman nedeniyle hak kaybına uğramamaları ve taşınmazın bedelinin ilgilisine kısa sürede ödenmesini sağlamak için kamulaştırma davalarının diğer davalara oranla daha hızlı bir şekilde karara bağlanması amacıyla Kanun'un 10. maddesinde ayrıca özel hükümlere yer vermiştir. Anılan maddeye göre tarafların kamulaştırma bedeli konusunda anlaşamamaları ve idarenin bedel tespiti ve tescil davası açması hâlinde mahkemenin otuz gün sonrası için duruşma günü tayin etmesi ve taraflara duruşma gününü tebliğ etmesi, duruşmada bedel konusunda anlaşma sağlanamaz ise yine otuz gün sonrası için duruşma günü tayin etmesi ve bu sırada bilirkişi tayin ederek keşif yapması, taraflar yine anlaşamazlar ise on beş gün sonrasına duruşma günü tayin etmesi ve ikinci bilirkişi raporuna başvurması ve bunun sonucunda bedeli tespit ederek davayı sonuçlandırması gerekmektedir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, kamulaştırma davalarının kısa sürede bitirilmesini öngörmektedir. Bu öngörüye bağlı olarak yakın zamana kadar kamulaştırma bedelinin tespiti davaları için yasal faiz öngörülmemiştir (Tahsin Erdoğan, § 38).

82. Taraflar için 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesinde kamulaştırma bedelinin tespiti davalarının sonuçlandırılması için öngörülen süreler mahkemelere yönelik süreler olduğundan düzenleyici nitelikte olup mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli olduğuna şüphe yoktur. 2942 sayılı Kanun gereği yapılması gereken duruşmalar ve duruşma aralıkları, bilirkişi raporlarının beklenmesi ve tebligat işlemleri gözönünde bulundurulduğunda bu sürelerin aşılabileceği görülmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, §§ 47, 48).

83. Nitekim AİHM de benzer şekildeki düzenleyici sürelerin yargılama süresini kısaltma amacı taşıdığını vurgulamaktadır. AİHM, ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi olmadığını belirterek davaların "makul süre"de tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü ele almakta ve bu sürenin Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. fıkrasına uygun olup olmadığı hususunda sınırlı bir inceleme yapmaktadır. (Çalık/Türkiye (k.k.), B. No: 3675/07, 31/8/2010; Dildirim ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 42927/10, 12/3/2013).

84. 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesindeki sürelerin düzenleyici nitelikte süreler olduğu ve dava süreci gözönünde bulundurulduğunda bu sürelerin aşılabileceği kabul edilmekle birlikte kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında kamulaştırma işlemlerinin başlamasıyla kişilerin mülkiyet haklarını kullanmalarının kısıtlandığı, kamulaştırma bedelini ancak dava sonunda alabildikleri ve bu bedele 11/04/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten önce faiz uygulanmadığı gözönünde bulundurulduğunda bu davaların süratle sonuçlandırılması gerektiği de açıktır (Tahsin Erdoğan, § 41).

85. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescile ilişkin bir davanın söz konusu olduğu görülmekle 6100 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna kuşku yoktur.

86. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup (Güher Ergun ve diğerleri,§ 50) somut başvuru açısından bu tarih 5/8/2009'dur.

87. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri,§ 52). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucunun karar düzeltme talebinin Yargıtay 18. Hukuk Dairesince reddedildiği 21/10/2013'tür.

88. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde yargılamanın konusunun bir adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil talebi olduğu, 5/8/2009 tarihinde açılan davanın yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesince verilen 4/8/2010 tarihli kararın, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 25/4/2011 tarihli ilamı ile bozulduğu, bu ilama karşı yapılan karar düzeltme talebinin 18/10/2011 tarihinde reddedildiği, bozma ilamının ardından dava dosyasını yeniden incelemeye alan İlk Derece Mahkemesinin 12/9/2012 tarihli kararı ile tekrar hüküm tesis ettiği, bu kararın Yargıtay 18. Hukuk Dairesince 25/3/2013 tarihli ilam ile onandığı, karar düzeltme isteminin de 21/10/2013 tarihinde reddedilmesi üzerine kesinleştiği ve böylece yargılama sürecinin 4 yıl 2 aylık bir sürede tamamlandığı anlaşılmaktadır.

89.Bu durumda başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasının toplam 4 yıl 2 ay sürdüğü ve başvuruya konu davada makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

90. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3.6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

91. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

92. Başvurucular, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler; ihlaller nedeni ile 2012 yılı Eylül ayından itibaren kamu alacaklarına uygulanan en yüksek oran üzerinden hesaplanacak faizi ile birlikte409.241,03 TL maddi tazminata ayrıca bireysel başvuruya konu edilen yargılama sürecinde ödenen karşı taraf vekâlet ücreti tutarında maddi tazminata; her bir başvurucu için ayrı ayrı 20.000 TL manevi tazminata ve yargılama giderlerine hükmedilmesini talep etmişlerdir.

93. Mülkiyet ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

94. Başvuru konusu olayda kamulaştırma bedelinin tespit edildiği tarih ile ödemelerin yapıldığı tarih arasında geçen süreler nedeniyle meydana gelen toplam değer kaybının toplam kamulaştırma bedeline oranı %13,4 olduğu tespit edildiğinden ve söz konusu değer kaybının başvurucular üzerinde idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız bir yük oluşturduğu anlaşıldığından bahsedilen maddi değer kaybını telafi edebilmek için başvuruculara net toplam 18.410 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

95. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 2.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

96. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Taşınmazın bedel tespiti nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. Kamulaştırma bedelinin bir kısmının yargılama gideri olarak ödenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 3. Kamulaştırma bedeline faiz ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

 4. Yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara net toplam 18.410 TL maddi, ayrı ayrı net 2.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 206.10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/11/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABDÜLKERİM BABİR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2550)

 

Karar Tarihi: 10/12/2014

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Selami ER

Başvurucular

:

1- Abdülkerim BABİR

 

 

2- Bahattin YILDIZ

 

 

3- Ali KESKİN

Vekili

:

Av. Ramazan GÖNEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, hisse sahibi oldukları taşınmazın TOKİ tarafından kamulaştırılması amacıyla açılan bedel tespiti ve tescil davasının makul süreyi aşması, dava tarihine göre belirlenen bedelin dava sonunda faiz işletilmeden kendilerine ödenmesi ve bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 9/4/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 7/10/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 30/9/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 27/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucularla beraber çok sayıda kişinin hisse sahibi olduğu Tuzla İlçesi, Orhanlı beldesi, 2 pafta, 871 parsel sayılı 17.500 m2 alanlı taşınmaz hakkında kentsel hizmet alanı olarak kullanılmak üzere TOKİ Başkanlığı tarafından 7/5/2004 tarihinde kamulaştırma kararı alınmıştır.

8. Uzlaşma sağlanamaması üzerine TOKİ Başkanlığı, 22/9/2005 tarihinde Tuzla Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) bedel tespiti ve tescil davası açmıştır.

9. Mahkeme, 5/7/2006 tarih ve E.2005/784, K.2006/545 sayılı kararı ile davayı kabul ederek arazi olarak kabul ettiği taşınmazın m2’si 35 TL bedelle TOKİ adına tesciline karar vermiştir. Kararla başvuruculardan Abdülkerim BABİR’e 12.740,00 TL, Bahattin YILDIZ’a 9.240,00 TL ve Ali KESKİN’e 8.890,00 TL kamulaştırma bedeli ödenmiştir.

10. Mahkemenin kararı temyiz edilmiş, temyiz talebinde değerin olması gerekenden düşük tespit edildiği, daha önce var olan 1/5000 lik imar planının dava tarihi itibariyle iptal edilmesi nedeniyle idarenin kötü niyetli olduğu ileri sürülmüştür.

11. Dosya birkaç defa eksik evrak gerekçesiyle iade edilmiştir. Dosyanın ikmali sonrası Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 18/1/2010 tarih ve E.2009/17732, K.2010/528 sayılı kararıyla taşınmazın arsa olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.

12. Davayı tekrar ele alan Mahkeme, bozma kararına uyarak mahallinde tekrar keşif yapmış ve uzman bilirkişilerden rapor alınmasına karar vermiştir. 14/3/2011 tarihli yeni bilirkişi raporuyla m2’si 70 TL üzerinden arsa niteliğindeki taşınmazın değeri belirlenmiştir.

13. Başvurucu vekili m2’si 70 TL üzerinden belirlenen bedelin de düşük olduğunu, yeni bir bilirkişi raporu daha alınmasını istediklerini, ayrıca faiz talep ettiklerini Mahkemeye beyan etmiştir.

14. Mahkeme, 25/5/2011 tarih ve E.2010/465, K.2011/362 sayılı kararıyla davacıların itirazlarını değerlendirmiş, ancak bilirkişi raporunun dosyanın kapsamı ve Yargıtay içtihadına uygun olduğu gerekçesiyle itirazları reddederek m2’si 70 TL üzerinden arsa niteliğindeki taşınmazın TOKİ adına tesciline ve ilk kararı temyiz eden davalılara fark bedellerinin hisseleri oranında ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme faiz talebini ise hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararla başvuruculardan Abdülkerim BABİR’e 12.740,00 TL, Bahattin YILDIZ’a 9.240,00 TL ve Ali KESKİN’e 8.890,00 TL fark bedeli olarak ödenmiştir.

15. Temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, bu defa 16/4/2012 tarih ve E.2011/20912, K.2012/7865 sayılı kararıyla bir kısım davalılar yönünden kararı bozmuş, başvurucular yönünden ise kararı onamıştır.

16. Başvurucuların karar düzeltme talebi Yargıtay aynı Dairesinin, 13/12/2012 tarih ve E.2012/19400, K.2012/26495 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar başvurucular yönünden aynı tarihte kesinleşmiştir.

17. Kesinleşen karar başvurucuların vekiline 13/3/2013 tarihli duruşmada tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucular 9/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

19. Davanın temyizde bozulan kısmı ile ilgili yargılama Mahkemede E.2013/36 sayısı ile devam etmektedir.

B. İlgili Hukuk

20. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.

Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.

Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hâkim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar…

Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hâkim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.

Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hâkim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hâkim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına… dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.

(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./6. md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.

…”

21. 2942 sayılı Kanun’un 24/4/2001 tarih ve 4650 sayılı Kanunla değişik 11. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.”

22. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 9/4/2013 tarih ve 2013/2550 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

24. Başvurucular, hisse sahibi oldukları taşınmazın TOKİ Başkanlığı tarafından kamulaştırılması amacıyla açılan bedel tespiti ve tescil davasının 7 yılı aşan sürede tamamlanması, dava tarihine göre belirlenen bedelin dava sonunda faiz işletilmeden kendilerine ödenmesi ve dava sürecinde bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek düşük değer tespiti nedeniyle toplam 114.660,00 TL, faiz ödenmemesi nedeniyle toplam 215.000,00 TL maddi ve her birine 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi taleplerinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

25. Başvurucular, somut başvuruya konu bedel tespiti ve tescil davasının 7 yılı aşan sürede tamamlanması, dava tarihine göre belirlenen bedelin dava sonunda faiz işletilmeden kendilerine ödenmesi ve dava sürecinde bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, somut dava ve buna bağlı olayların özelliklerine göre olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.

26. Başvurucuların bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi ve bu nedenle maddi zarara uğradıklarına dair şikâyetlerinin özü, nihai Mahkeme kararının sonucunun hakkaniyete uygun olmadığına ilişkin olup, bu şikâyet yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilecektir. Başvurucuların makul süre ve faiz ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkına ilişkin şikâyetleri ise ayrıca incelenecektir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası

27. Başvurucular aleyhlerine açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında, taşınmazın değerinin olması gerekenden ve yakın çevredeki taşınmazların önceki kamulaştırma davalarında belirlenen m2 birim değerinden düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi tazminat talep etmişlerdir.

28. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

29. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

30. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

31. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

32. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun yukarıdaki iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına, derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği çözümün âdil olmamasına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

33. 2942 sayılı Kanun’un 10. ve 11. maddeleri uyarınca tarafların kamulaştırma kararı sonrasında bedel hususunda anlaşamamaları halinde dava tarihine göre taşınmazın bedelinin mahkemece adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir.

34. Başvuruya konu davada davalıların arsa vasıflı taşınmazın arazi olarak bedelinin belirlenmesi nedeniyle temyiz talepleri haklı görülerek Yargıtay’ca bozulmuş, davayı tekrar ele alan Mahkeme, 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesi doğrultusunda kamulaştırmaya konu taşınmaza ilişkin tapu kayıtlarını, kroki bilgilerini ve emsal satış bedellerini gösterir belgeleri temin etmiş, yerinde keşif yapmış, Yargıtay bozma ilamında gösterilen şekilde bilirkişi raporuyla bedel tespiti yaptırmış, başvurucular dâhil taraflara itiraz hakkı tanımış ve usulüne uygun olarak ve gerekçesini açıklayarak kamulaştırma bedelini tespit etmiştir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi ise, yaptığı temyiz incelemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti konusunda bir isabetsizlik olmadığına karar vermiştir.

35. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

36. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun belirtilen iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu ve derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Makul Süre ve Mülkiyet Hakkına İlişkin Şikâyetler

37. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, başvurucuların makul süre ve faiz ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkına ilişkin şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu şikâyetler yönünden kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

i. Mülkiyet Hakkı

38. Başvurucular dava tarihi itibarıyla tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden ödenmesinden şikâyet etmekte ve kamulaştırma bedeline dava tarihinden ödeme tarihine kadar kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanarak belirlenecek meblağın tazminat olarak ödenmesini talep etmektedirler.

39. Anayasa’nın “Mülkiyet Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

 Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

 Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

40. Anayasa'nın “Kamulaştırma” kenar başlıklı 46. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

 Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

 …

 İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”

41. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

42. Somut başvuruda başvurucu, kamulaştırmanın kamu yararı şeklinde meşru bir amaca yönelik olmadığı yönünde bir şikâyette bulunmamaktadır. Başvuru dosyası incelendiğinde başvurucularla beraber çok sayıda kişinin hisse sahibi olduğu taşınmazın kentsel hizmet alanı olarak kullanılmak üzere kamulaştırıldığı ve kamulaştırma sürecinin 2492 sayılı Kanun’a uygun olarak sürdürülerek tamamlandığı görülmektedir. Bu durumda mülkiyetten yoksun bırakmanın meşru amacının bulunduğu ve kanuna uygun olarak yapıldığı anlaşıldığından başvurucuların faiz ödenmemesine yönelik şikâyetleri Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri kapsamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.

43. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 37).

44. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin “kamu yararı” olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir (AYM, E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008).

45. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi, yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması gerekir (Scordino/İtalya (no:1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 258).

46. Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre; kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtay’ın istikrar kazanan içtihatlarına göre de, Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752, 15/10/2002). Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava tarihinden itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi talebinin yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar kazanmış bir uygulaması bulunmamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 50).

47. Bununla beraber uzun süren kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedeli, dava sonunda faiz işletilmeden taşınmazı kamulaştırılan bireylere ödenerek bireylerin almaları gereken bedelin enflasyon karşısında aşınmasına neden olunmaktadır. Taşınmazı kamulaştırılan kişilere ödenen kamulaştırma bedelinin kişinin uğradığı zararı telafi edebilmesi için taşınmazın gerçek karşılığı olması yanında ayrıca ödenen bedelin tespitiyle ödenmesi arasında geçen dönemde gözlemlenen enflasyona nispetle hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 59).

48. Bir eşyanın devir tarihindeki bedelinin daha sonra ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeni ile paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, K.T. 10/2/2011).

49. Nitekim kanun koyucu bahsedilen husustaki yasal eksikliği gidermek ve kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında davanın zamanında sonuçlandırılamaması halinde yargılama sürecinde kamulaştırma bedelinin enflasyon etkisiyle uğrayacağı değer kaybını telafi ederek benzer mağduriyetlerin önlenmesi maksadıyla 6459 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesine fıkra ekleyerek “Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.” hükmünü getirmiş ve zamanında tamamlanamayan kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında ödemenin yapıldığı tarihe kadar kamulaştırma bedeline faiz ödenmesi imkânını tanımıştır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 53).

50. Somut başvuruya konu kamulaştırma işleminde ise dava, bahsedilen kanun hükmünün yürürlüğe giriş tarihinden önce sonuçlandığından yasal faiz ödemesi yapılmamıştır. Bu durumda kamulaştırma sürecinde kamu yararına ulaşmak için kullanılan yöntemler ile izlenen amaç arasında makul bir orantılılığın ve mülkünden mahrum bırakılan başvurucunun orantısız ve aşırı bir yüke maruz kalıp kalmadığının araştırılması gerekmektedir.

51. Başvuru konusu kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası, 22/9/2005 tarihinde Tuzla Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış, Mahkemenin 5/7/2006 tarihli kararıyla başvuruculardan Abdülkerim BABİR’e 12.740,00 TL, Bahattin YILDIZ’a 9.240,00 TL ve Ali KESKİN’e 8.890,00 TL kamulaştırma bedeli ödenmiştir. Mahkemenin ilk kararının Yargıtay’ca bozulmasından sonra davayı tekrar ele alan Mahkemenin 25/5/2011 tarihli kararıyla davalılar adına bankaya bloke edilen aynı miktarlı fark bedellerinin ödenmesine karar verilmiştir. Bu durumda dava tarihi esas alınarak tespit edilen kamulaştırma bedeli başvuruculara ilki dava tarihinden 10 ay sonra diğeri ise 5 yıl 8 ay sonra olmak üzere iki aşamada ödenmiştir. Merkez Bankası verilerine göre davanın açıldığı ve bedel tespitinde esas alınan Eylül 2005 ile ilk ödemenin yapıldığı Temmuz 2006 tarihi arasında enflasyonda meydana gelen artış % 9,63, dava tarihiyle ikinci ödemenin yapıldığı Mayıs 2011 tarihi arasında enflasyonda meydana gelen artış ise % 61,25’tir.

52. Dava tarihine göre belirlenerek başvurucular Abdülkerim BABİR, Bahattin YILDIZ ve Ali KESKİN yapılan ödemelerin enflasyon karşısında uğradığı değer kaybını telafi edecek fark sırasıyla 9.030,00 TL, 6.549,00 TL ve 6.301,00 TL’dir.

53. Yukarıdaki tespitler doğrultusunda, kamulaştırma bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında gözlemlenen farkın kamulaştırma bedeline faiz eklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ödenmeyen enflasyon farkı, bireylerin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozarak ve Anayasa’da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde başvurucular üzerinde orantısız ve aşırı bir yük oluşturarak, başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal etmektedir.

54. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti davasında dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin başvurucuya ilki 10 ay ikincisi ise 5 yıl 8 ay sonra olmak üzere iki aşamada ve faiz işletilmeden ödendiği, bu süre zarfında Merkez Bankası verilerine göre enflasyonda meydana gelen artışın % 9,63 ve % 61,25 olduğu, bahsedilen değer kaybı oranı dikkate alındığında, başvurucuların üzerine idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı yüke sebep olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

55. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkı

56. Başvurucular, 2005 yılında hisse sahibi oldukları taşınmazla ilgili olarak açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasının kendileri yönünden 2012 yılı sonunda kesinleşmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

57. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18)

58. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

59. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

60. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

61. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

62. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).

63. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).

64. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

65. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

66. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

67. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi nezdinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescile ilişkin bir davanın söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).

68. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 22/9/2005 tarihidir.

69. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Yargıtay 5. Hukuk Dairesine E.2012/19400, K.2012/26495 sayılı kararın verildiği 13/12/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.

70. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

71. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun hisseli taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil talebi olduğu, 22/9/2005 tarihinde açılan davanın yargılama sürecinde ilk derece mahkemesince verilen ilk kararın temyiz incelemesi neticesinde bozulduğu, bozma kararını takiben mahkemenin E.2010/465 sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması sonucunda verilen kararın tekrar temyiz edildiği ve Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin E.2012/19400, K.2012/26495 sayılı kararı ile başvurucular yönünden kesinleştiği anlaşılmaktadır.

72. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 22).

73. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64), başvuruya konu davada yer alan kişi (193 davalı) sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yedi yılı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

74. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

75. Başvurucular, dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin dava sonunda kendisilerine enflasyon farkı uygulanmaksızın ödenmesi ve bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi nedenleriyle maddi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir. Başvurucular ayrıca yargılamanın makul süreyi aştığını dile getirerek manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

76. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

77. Başvuruculara dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin başvurucuya ilki 10 ay ikincisi ise 5 yıl 8 ay süren davalar sonunda iki aşamada ve faiz işletilmeden ödendiği, faiz işletilmeden yapılan ödemeler sonucu kamulaştırma bedelinde bu sürede gerçekleşen %9,63 ve %61,25 oranındaki enflasyon nedeniyle ciddi bir değer kaybı oluştuğu, bu durumun başvurucular üzerinde idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı bir yük oluşturduğu anlaşıldığından, bahsedilen maddi değer kaybını telafi edebilmek için başvuruculardan Abdülkerim BABİR’e net 9.030,00 TL, Bahattin YILDIZ’a net 6.549,00 TL ve Ali KESKİN’e net 6.301,00 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

78. Başvurucular tarafından bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından ve başvurucunun bu iddiası açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemez bulunduğundan, başvurucuların diğer maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

79. Başvuruya konu asliye hukuk mahkemesinde görülen ve çok sayıda davalısı bulunan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasının, yedi yıl aşan sürede sonuçlandırılması sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuların her birine takdiren net 2.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

80. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun,

1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet ve makul sürede yargılanma haklarına ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucuların,

1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculardan Abdülkerim BABİR’e net 9.030,00 TL, Bahattin YILDIZ’a net 6.549,00 TL ve Ali KESKİN’e net 6.301,00 TL maddi ve başvurucuların her birine net 2.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

D. Başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

10/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ ŞİMŞEK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/2073)

 

Karar Tarihi: 6/7/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Ali ŞİMŞEK

 

 

2. Emine GÜNMALA

 

 

3. Fadime ŞİMŞEK

 

 

4. Esmahan ŞİMŞEK

 

 

5. Yusuf ŞİMŞEK

 

 

6. Nazlı YILDIZ

 

 

7. Mehmet ŞİMŞEK

 

 

8. Emiş KILINÇ

Vekili

:

Av. Adil AKTAY

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, baraj inşaatı sebebiyle kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük tespit edilmesi ve tespit edilen bedel üzerinden faize hükmedilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/2/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

4. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine bildirmiştir.

7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular Ali Şimşek, Emine Günmala, Fadime Şimşek, Esmahan Şimşek, Nazlı Yıldız, Mehmet Şimşek ve Emiş Kılınç sırasıyla1982, 1964, 1959, 1939, 1980, 1961 ve 1967 doğumlu olup Konya ili Meram ilçesinde; Yusuf Şimşek 1963 doğumlu olup Karaman ili Ermenek ilçesinde ikamet etmektedir.

10. Başvuruculara ait Karaman ili Ermenek ilçesi Çavuş köyünde kâin 107 ada 1 parsel numaralı taşınmaz, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının Ermenek Barajı ve HES Tesisleri Projesi kapsamında Bakanlar Kurulunun 31/1/2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 2009/14599 sayılı acele kamulaştırma kararı ile kamulaştırılmıştır.

11. İdare, başvuruculara ait taşınmaza acele kamulaştırma yoluyla el konulması ve kamulaştırma bedelinin tespiti talebiyle 10/2/2009 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 21/4/2009 tarihli kararı ile bilirkişi raporuyla belirlenen 993,30 TL'nin el koyma bedeli olarak başvuruculara ödenmesine ve taşınmaza el konulmasına karar vermiştir.

12. İdare tarafından 5/5/2010 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davasında Mahkeme, bilirkişiler eşliğinde kamulaştırma konusu taşınmaz mahallinde keşif yapmıştır. Bilirkişiler, taşınmazın 3. sınıf kuru tarım arazisi olduğu ve ilçe merkezine 18 km uzaklıkta bulunduğu hususları ile diğer özelliklerini gözetmişlerdir. Raporda, Ermenek ilçesi ile diğer bazı komşu ilçe tarım müdürlüklerinden temin edilen 2010 yılı verilerine göre buğday ve nohut ekildiği varsayımıyla ortalama yıllık bir dekardan elde edilebilecek net gelir 37,44 TL olarak hesaplanmıştır. Raporun devamında, tespit edilen yıllık ortalama net gelir tutarına %6 oranında kapitalizasyon faizi oranı uygulanmak suretiyle metrekare birim fiyatı 0,62 TL olarak saptanmıştır. Raporda sonuç olarak taşınmazın toplam değeri 8.066,20 TL olarak belirlenmiştir.

13. Başvurucular bilirkişi raporuna karşı sundukları itiraz dilekçesinde, Mahkemenin daha önceki kararlarında 2006 yılı için bile kuru tarım arazileri için 1,48 TL metrekare birim fiyatı tespit ettiğine ve bu yönde verilen kararların Yargıtay tarafından onandığına işaret etmişlerdir. Başvurucular yıllık net gelirin hesabında sadece düşük gelir getiren ürünlerin hesaba katılmasına yönelik şikâyetlerini bildirmişlerdir. Başvurucular, taşınmazın 2010 yılı metrekare birim fiyatının 2,08 TL olması gerektiğini savunmuşlardır.

14. Mahkeme 23/11/2012 tarihli kararı ile bilirkişi raporuna dayanarak 8.066,20 TL'den acele el koyma kararı sonrası ödenen 993,30 TL mahsup edildikten sonra bakiye 7.072,90 TL’nin başvuruculara ödenmesine, taşınmazın tapu kaydının iptali ile idare adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir. Mahkeme ayrıca davanın reddedilen kısmı nedeniyle başvurucular aleyhine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) uyarınca 1.200 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir.

15. Mahkeme kararı bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde öne sürülen gerekçelerlebaşvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 20/6/2013 tarihli kararla temyiz istemini reddederek Mahkeme kararını onamıştır. Karar düzeltme talebini de aynı Dairenin 10/12/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir.

16.Nihai karar, başvuruculara 14/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucular 7/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.

Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.

Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar…

Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.

Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.

(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./6. md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.

…”

19. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

 “15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;

a) Cins ve nevini,

b) Yüzölçümünü,

c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,

d)Varsa vergi beyanını,

e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,

f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini,

g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,

h) Yapılarda, (…)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,

ı)Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,

Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.

Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.

….”

20. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 323. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“(1) Yargılama giderleri şunlardır:

...

ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.

...”

21. 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”

22. 21/12/2011 tarihli ve 28149 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2012 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 12. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“1) Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.”

B. Uluslararası Hukuk

23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’de kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi ve enflasyon sonucu bedelin değerinde aşınma olması ile arada geçen sürede bedele faiz ödenerek durumun telafi edilmemesi veya ödenen faizin enflasyonun oldukça altında olması sonucu tespit edilen bedelin, değerini koruyucu nitelikte olmaması nedenleriyle birçok davada başvuranların üzerinde meşru kamu yararıyla haklı gösterilemeyecek orantısız ve aşırı bir yük bindiği, mülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 48-50; Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, §§ 28-31; Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 6/7/2010, §§ 57-60).

24. Başvuru konusu olayla benzer nitelik taşıyan ve aynı baraj projesi kapsamında kamulaştırılan başka bir taşınmaza ilişkin olarak benzer iddialarla yapılan bireysel başvuru Anayasa Mahkemesince, AİHM'in değinilen kararları da gözetilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur (Abdullah Dökmeci (k.k.), B. No: 2013/3822, 30/4/2014). Bu karar üzerine başvurucu AİHM'e bireysel başvuruda bulunmuştur.

25. Anılan başvuruya konu olayda Mahkemenin 11/6/2009 tarihli kararıyla 168.961,28 TL el koyma bedelinin başvurucuya ödenmesine ve taşınmaza acele el konulmasına karar verilmiştir. İdare tarafından 17/5/2010 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davasında başvurulan bilirkişilerce düzenlenen raporda taşınmazın özellikleri gözetilerek ve 2010 yılı fiyat, masraf ve verim verileri kullanılarak toplam değeri 377.489,15 TL olarak belirlenmiştir. Mahkeme 3/2/2012 tarihli kararıyla bakiye 208.527,87 TL’nin başvurucuya ödenmesine, taşınmazın tapu kaydının iptali ile idare adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir (Abdullah Dökmeci, §§ 4-9).

26. Başvurucu Anayasa Mahkemesinde yaptığı bireysel başvuruda, bilirkişi tarafından kamulaştırma bedeli tespit edilirken komşu ilçelerin tarım müdürlüğü verilerinin de dikkate alınması sebebiyle kamulaştırma bedelinin düşük belirlendiğinden yakınmış, ayrıca uygulanması gerekli faizin düşük hesaplandığından şik3ayet etmiştir (Abdullah Dökmeci, § 13). Anayasa Mahkemesi, hesaplama yönteminin Yargıtay içtihatlarına uygun olduğunu saptamış ve bedel tespitiyle ilgili şikayetleri açıkça dayanaktan yoksunluk gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur (Abdullah Dökmeci, §§ 29-32). Anayasa Mahkemesi faize ilişkin şikâyetin de açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Kararda, AİHM'in Arabacı/Türkiye (B. No: 65714/01, 7/3/2002) ve Kurtuluş/Türkiye (B. No: 24689/06, 17/6/2006) kararlarına atıfta bulunularak kamulaştırma bedelinin değerinde enflasyon nedeniyle meydana gelen ve kamulaştırma bedeliyle kıyaslandığında önemli yekûn tutmayan farkların, kamu yararı ile ilgilinin haklarının korunması arasındaki adil dengenin korunması bağlamında hesaplama yönteminden kaynaklanabilecek bir hata payı olarak yorumlanması gerektiği belirtilmiştir (Abdullah Dökmeci, § 41). Kamulaştırma bedelinin 168.961,28TL’sinin 11/6/2009 tarihli acele el koyma davasında verilen kararla ödendiği hatırlatılan gerekçede, sonradan kamulaştırma bedeline yönelik 17/5/2010 tarihinde açılan davada hükmedilen bakiye 208.527,87 TL’nin, dava tarihi ile ödeme tarihi arasındaki enflasyon nedeniyle %14 oranında değer kaybettiği saptamasında bulunulmuştur. Ancak Anayasa Mahkemesi, bu değer kaybının toplam kamulaştırma bedeline oranının gözetilmesi gerektiğini belirtmiş ve buna göre meydana gelen değer kaybının %7,7 olduğunu ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi bu orandaki değer kaybının ise başvurucu üzerine orantısız ve aşırı bir yük getirmediği sonucuna ulaşmıştır. Kararda ek olarak, başvurucunun kamulaştırma bedelinin bir kısmını değer tespitinin esas alındığı tarihten yaklaşık onbir ay önce alarak kullanma, tasarruf etme ve yatırıma dönüştürme imkânı ve avantajına sahip olmasının başvurucu üzerinde oluşan yükü daha da hafiflettiği ifade edilmiştir.

27. AİHM'e sunduğu dilekçede başvurucu, taşınmaz bedelinin yüksek gelir getiren ürünlerin hesaplamaya katılmaması nedeniyle düşük hesaplandığından şikâyet etmiştir. Başvurucu, ayrıca yeterli miktarda faize hükmedilmemesinden yakınmıştır (Dökmeci/Türkiye, B. No: 74155/14, 6/12/2016, § 37).

28. AİHM, derece mahkemesinin hükmettiği bakiye kamulaştırma bedelinin geçmiş döneme ilişkin faizi içermediğini hatırlatmış ve başvurucu lehine hükmedilen tazminatın, dava tarihi ile hüküm tarihi arasında enflasyon nedeniyle %14 değer kaybettiğini belirtmiştir (Dökmeci/Türkiye, § 51). AİHM müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesinde enflasyon nedeniyle oluşan değer kaybının tüm kamulaştırma bedeli gözetilerek belirlenmesi gerektiği yolunda Anayasa Mahkemesi görüşüne katıldığını belirtmiş ve bakiye tazminatın toplam bedele göre değerinde meydana gelen %7,7 oranındaki azalmanın başvurucuya aşırı külfet yükleyip yüklemediğini irdelemiştir (Dökmeci/Türkiye, §§ 52, 53).

29. AİHM, Anayasa Mahkemesinin müdahalenin orantılı olduğu çıkarsamasına katılmamıştır. AİHM, Yetiş ve diğerleri/Türkiye kararında (B. No: 40349/05, 6/7/2010) 14,68 oranındaki değer kaybının karşılanmamasının başvurucu üzerinde ölçüsüz bir yük oluşturduğu sonucuna ulaştığını anımsatmıştır. Bucak ve diğerleri/Türkiye kararında ((k.k.) B. No: 44019/09, 18/11/2011) %10,74 oranındaki değer kaybını makul olduğu sonucuna ulaştığını ifade eden AİHM, bu kanaate varırken başvurucunun taşınmazını fiilen kullanma imkânına sahip olmasını gözettiğini belirtmiştir. AİHM söz konusu kararda, başvurucunun taşınmazını kullanabilmiş olmasının enflasyon nedeniyle oluşan değer kaybını yeterli ölçüde telafi ettiği düşüncesinde olduğunu vurgulamıştır. Somut olayda başvurucunun taşınmazını kullanma imkânına sahip olmadığının altını çizen AİHM, bu yönüyle bakılan başvurunun koşullarının Bucak ve diğerleri/Türkiye kararına konu olaydan önemli ölçüde farklı olduğunu değerlendirmiştir (Dökmeci/Türkiye, § 55).

30. AİHM, ayrıca somut olayın koşullarının Anayasa Mahkemesince atıfta bulunulan Arabacı/Türkiye (B. No: 65714/01, 7/3/2002) ve Kurtuluş/Türkiye (B. No: 24986/06, 28/9/2010) başvurularından da farklı olduğunu belirtmiştir. AİHM, enflasyon nedeniyle oluşan değer kaybının makul görüldüğü söz konusu başvurulardaki değer kaybının sırasıyla %5 ve %3,67 olduğunu oysa somut olayda bu kaybın %7,7 seviyesine ulaştığını ifade etmiştir (Dökmeci/Türkiye, § 56).

31. AİHM ayrıca Anayasa Mahkemesinin, başvurucunun kamulaştırma bedelinin bir kısmını değer tespitinin esas alındığı tarihten yaklaşık on bir ay önce alarak kullanma, tasarruf etme ve yatırıma dönüştürme imkânı ve avantajına sahip olduğu görüşünün spekülatif olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur. AİHM, ilk davada hükmedilen 168,961 TL'nin güncellenmiş değeriyle değil nominal değeriyle mahsup edildiğini vurgulamıştır. AİHM, bu nedenle başvurucunun on bir ay boyunca paranın bir bölümünü kullanabilme imkânına sahip olması sebebiyle elde ettiği yararın -taşınmazı fiilen kullanma imkanının bulunmadığı da gözönünde bulundurulduğunda- ihmal edilebilir olduğunu düşünmüştür (Dökmeci/Türkiye, § 57).

32. AİHM sonuç olarak kamulaştırma bedelinin tespiti davasının açıldığı tarih ile karar tarihi arasındaki dönem için faize hükmedilmemiş olmasının başvurucu üzerinde ölçüsüz bir külfete yol açtığı kanaatine ulaşmıştır (Dökmeci/Türkiye, § 59).

33. AİHM, ayrıca taşınmazın elde edilen yıllık net gelirin hesabında değeri yüksek olan tarımsal ürünlerin dikkate alınmamış olamasına yönelik şikâyeti de incelemiştir. AİHM, sadece düşük değerli ürünlerin dikkate alınmış olmasının başvurucu yönünden önemli bir kayba yol açmadığını ifade etmiş ve başvurunun bu yönünün açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Dökmeci/Türkiye, § 63).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 6/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Bedel Tespitiyle İlgili Şikâyetler

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

35. Başvurucular, idarece 2942 sayılı Kanun'un 27. maddesi uyarınca acele kamulaştırılan taşınmaza Mahkeme kararıyla el konulmasından sonra yasal süresi içinde 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca kamulaştırma davası açılmadığından yakınmışlardır. Başvurucular, AİHM kriterlerine göre bedel tespiti ile kamulaştırma işlemi arasında geçmesi gerekli makul sürenin aşıldığını ifade etmişlerdir. Yerleşik Yargıtay içtihadının dikkate alınmadığını vurgulayan başvurucular, bilirkişi tarafından kamulaştırma bedeli tespit edilirken yalnızca taşınmazın bulunduğu ilçenin verileri yerine komşu ilçelerin tarım müdürlüğü verileri de dikkate alınarak hesap yapılması nedeniyle taşınmaz bedelinin olması gerekenden düşük hesaplandığını belirtmişlerdir. Başvurucular, ayrıca taşınmazın kuru tarım arazisi değil sulu tarım arazisi olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Başvurucular sonuç olarak kamulaştırma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ve tespit edilen bedelin orantılı olmadığını, bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

36. Bakanlık görüş yazısında, bilirkişi raporundaki hesap yöntemine ilişkin şikâyetlerin temyiz dilekçesinde ileri sürülmemesi nedeniyle başvuru yollarının tüketilmemesi yönünden kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiği savunulmuştur.

37. Başvurucular, bilirkişi raporundaki hesaplama yöntemine ilişkin itirazlarını "bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi", "temyiz dilekçesi" ve "karar düzeltme dilekçesi"nde dile getirdiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca acele kamulaştırma usulünün de keyfî olarak uygulandığını belirtmişlerdir. Başvurucular son olarak AİHM'in Dökmeci/Türkiye kararının gözetilmesi gerektiğini vurgulamışlardır.

2. Değerlendirme

38. Başvurucular tarafından gerek bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde gerekse temyiz dilekçesinde bilirkişi raporundaki hesaplama yöntemine itiraz edildiği görülmektedir. Bu nedenle Bakanlığın başvuru yollarının tüketilmediği iddiası yerinde görülmemiştir.

39. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

40. Somut olayda başvurucuların taşınmazı acele kamulaştırılmıştır. Taşınmaz mal varlığının, Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin sayısız kararında belirtildiği üzere taşınmazın kamulaştırılması mülkiyetten yoksun bırakma niteliği taşımaktadır.

41. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetleri sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken devlet ve kamu tüzel kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa’nın 46. maddesi mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği başvurucuların bahsedilen talebinin değerlendirilmesinde Anayasa’nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46. maddelerinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 28).

42. 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (f) bendinde “mevki” kelimesi kullanılmıştır. Mevki kelimesinin benzer iklim koşulları ve arazi yapısı nedeniyle benzer özelliklere sahip geniş toprak parçaları anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mevki veya diğer adıyla mahal kelimesi her zaman ilçe düzeyinde bir alan anlamına gelmeyebilmektedir. Bazı toprak, iklim ve coğrafi koşullarda bulunan bölgelerde mevki veya mahal, ilçe düzeyinden de küçük bir arazi alanı olabileceği gibi bazı durumlarda da daha geniş toprak parçaları bir mevki veya mahal olarak tanımlanabilir. Bunun yanında mevki ve şartlar sadece değerlendirmeye alınacak alanın il veya ilçe düzeyinde olmasıyla bağlantılı olmayıp toprağın yapısı, arazinin sulanıp sulanmadığı, arazinin eğimi gibi pek çok faktör, mevki ve şartlar kavramı çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutulmaktadır (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, §§ 64, 65-70).

43. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 25/5/2006 tarihli ve E.2006/3897, K.2006/4360 sayılı kararıyla, Ermenek ilçesinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 10/4/2002 tarihinde onaylanan proje kapsamında Ermenek’te baraj, HES tesisleri ve göl sahası inşaatı yapımı ilan edildikten sonraki dönemde tarım ilçe müdürlüğünün önceki yıllarda sabit bir seyir izleyen tarımsal getiri verilerini günlük hayatın olağan akışıyla bağdaşmayacak şekilde ve anlaşılamayacak derecede artırdığını dile getirerek 2003 yılı sonrasında kamulaştırmalarda bu ilçe verileri yanında çevre ilçeler ile Karaman ilinin kullanıma uygun verilerinin ortalamasının bedel tespitinde kullanılmasını içtihat olarak benimsemiştir.

44. 2006 yılından beri istikrarlı olarak uygulanan bu yöntem bireyler için erişilebilir ve bilinebilir olup başvuru konusu olayda 2010 yılında açılan kamulaştırma bedelinin tespiti davasında başvurucu açısından bahsedilen yerleşik içtihat öngörülebilir durumdadır.

45. Başvurucular, taşınmazlarının kuru tarım arazisi değil sulu tarım arazisi olduğunu savunmuş ve net gelirin buna uygun olarak hesaplanması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda, taşınmazın 3. sınıf kuru tarım arazisi olduğunu saptanmıştır. Başvurucular, uzman bilirkişiler tarafından yapılan bu tespitin aksini ortaya koyacak herhangi bir bilgi ve belge dosyaya sunamadıklarından bu iddiaya itibar edilmesi mümkün görülmemiştir.

46. Açıklanan nedenlerle başvurucuların bedel tespitiyle ilgili şikâyetler yönünden mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarının açık ve görünür bir ihlalin bulunmaması nedeniyle açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Kamulaştırma Bedeline Faiz Ödenmemesi Şikâyeti

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

47. Başvurucular, uygulanması gerekli faizin düşük hesaplandığından şikayet etmişlerdir.

48. Bakanlık, enflasyon nedeniyle değer kaybının toplam kamulaştırma bedeline oranının %13,15 olduğunu belirtikten sonra AİHM'in Dökmeci/Türkiye kararını Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunmuştur.

2. Değerlendirme

49. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

50. Anayasa'nın 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. "

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

51. Başvurucuların kamulaştırma bedeline faiz ödenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmadığına, başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

52.Olayda başvurucuların taşınmazının acele kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Başvuruculara ait taşınmazın mülkiyetinin devletin üstün buyurma gücüne dayanılarak Hazineye geçmiş olmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

53. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

54. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

55. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.

(1) Kanunilik

56. Kamulaştırmanın usul ve esasları 2942 sayılı Kanun'da düzenlenmiştir. Somut olayda başvurucuların taşınmazının Ermenek Barajı ve HES yapılması amacıyla DSİ kararıyla kamulaştırıldığı ve kamulaştırma sürecinin 2942 sayılı Kanun’a göre sürdürülerek tamamlandığı görülmektedir. Bu durumda mülkiyetten yoksun bırakmanın kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.

(2) Meşru Amaç

57. Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilir. Somut olayda başvurucuların taşınmazı Ermenek Barajı ve HES yapılması amacıyla kamulaştırılmıştır. Baraj yapılmasında kamu yararı bulunduğu hususunda duraksama söz konusu değildir.

(3) Ölçülülük

(a) Genel İlkeler

58.Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2013/15, K.2013/131, 14/11/2013; E.2013/158, K.2014/68, 27/3/2014; E.2013/66, K.2014/49, 29/1/2014; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

59. Bir eşyanın devir tarihindeki bedelinin daha sonra ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeni ile paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011).

60. Kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 59). Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

61. Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hâllerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtayın istikrar kazanan içtihatlarına göre de Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752, 15/10/2002). Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava tarihinden itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi talebinin yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar kazanmış bir uygulaması bulunmamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 50).

62. 2942 sayılı Kanun’un 10. ve 11. maddeleri gereğince tarafların kamulaştırma kararı sonrasında bedel hususunda anlaşamamaları hâlinde taşınmazın bedeli adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde dava tarihi itibarıyla mahkemece tespit edilmelidir. Değer tespitinin dava tarihine göre yapılması, Kanun gereği olduğu gibi dava sürecinde taşınmazın değerinde meydana gelecek artış veya azalışların bedele etki etmemesi ve bu şekilde bedel tespitine belirlilik kazandırmanın da gereğidir. Aksi hâlde taşınmazın değeri uzun süren davalarda artabileceği gibi azalabileceğinden bu durumun idare veya vatandaşlara olumsuz etkisi olabilir. Ancak bu durum taşınmazın gerçek değerinin enflasyon karşısında korunması için dava tarihine göre belirlenen bedele faiz işletilmesine mani değildir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 52).

63. Nitekim kanun koyucu, bahsedilen husustaki yasal eksikliği gidermek ve kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında davanın zamanında sonuçlandırılamaması halinde yargılama sürecinde kamulaştırma bedelinin enflasyon etkisiyle uğrayacağı değer kaybını telafi ederek benzer mağduriyetlerin önlenmesi maksadıyla 6459 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesine ek fıkra ekleyerek “Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.” hükmünü getirmiş ve zamanında tamamlanamayan kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında ödemenin yapıldığı tarihe kadar kamulaştırma bedeline faiz ödenmesi imkânını tanımıştır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 53).

64. Somut başvuruya konu kamulaştırma işleminde ise dava, bahsedilen kanun hükmünün yürürlüğe giriş tarihinden önce sonuçlandığından yasal faiz ödemesi yapılmamıştır. Bu durumda kamulaştırma sürecinde kamu yararına ulaşılması için kullanılan yöntemler ile izlenen amaç arasında makul bir orantılılığın ve mülkünden mahrum bırakılan başvurucuların üzerine orantısız ve aşırı bir yük yüklenip yüklenmediğinin araştırılması gerekmektedir.

65. Başvuru konusu davanın açıldığı 5/5/2010 tarihi değerlerine göre tespit edilen 8.066,20 TL kamulaştırma bedelinin 993,30 TL'si daha önce 21/4/2009 tarihinde acele el koyma kararı ile ödenmiştir. Acele el koyma kararı sonrası ödenen 993,30 TL mahsup edildikten sonra bakiye 7.072,90 TL’nin başvuruculara ödenmesine 10/12/2013 tarihli kararla hükmedilmiştir.

66. Yapılan incelemede başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için Mahkemece tespit edilen gerçek değer ile başvuruculara yapılan ödemelerin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucuların mülkünden mahrum kalması arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve müdahalenin ölçülü olup olmadığını tespit etmede önemli olan, yapılan ödemelerin değer kaybının toplam bedele oranı üzerinden başvurucuların maruz kaldığı yükü belirlemektir.

67. Bedel tespiti sonrası, el koyma kararıyla ödenmiş olan bedel mahsup edilerek ödenen 7.072,90 TL’nin dava tarihi ile ödeme tarihi arasındaki enflasyon nedeniyle değer kaybı %19,31'dir. Başvuruculara dava tarihine göre belirlenerek ödenen kamulaştırma bedelinin ödeme tarihinde Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybı giderilmiş karşılığı 8.438,68 TL’dir. Bir diğer ifadeyle kamulaştırma bedelinin uğradığı değer kaybını telafi edecek fark 1.365,78 TL’dir.

68. Yukarıdaki unsurlara bakarak kamulaştırma bedelinin davanın açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında gözlemlenen farkın kamulaştırma bedeline faiz eklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ödenmeyen bu fark, bireyin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmakta; Anayasa’da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde başvurucu üzerine orantısız ve aşırı bir yük binmesine sebep olarak başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal etmektedir.

69. Belirtilen nedenlerle kamulaştırma bedeline faiz ödenmemesi nedeniyle başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

70. Başvurucular, lehlerine hükmedilen tazminatın bir bölümünü vekâlet ücreti olarak ödemek zorunda kalmalarından şikâyet etmişlerdir.

71. Bakanlık, bu konuda görüş beyan etmemiştir.

2. Değerlendirme

72. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

73. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların, vekâlet ücretine ilişkin şikâyetlerinin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

74. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2011/33, K.2012/54, 11/4/2012; AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013; E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 18).

75. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).

76. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Mahkemeye erişim hakkı, hak arama özgürlüğünün bir gereği olmakla birlikte hak arama özgürlüğünün varlığının kabulü için tek başına yeterli bulunmamaktadır. Mahkemeye erişimi etkisiz kılacak ya da yargı yoluna başvurmayı önemli ölçüde zorlaştırıcı veya caydırıcı nitelikte (AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013), kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).

77. Vekâlet ücreti yargılama gideri olup bununla davacı veya davalının o dava nedeniyle aldıkları hukuki yardım karşılığında avukata ödedikleri ücretin telafisi amaçlanmaktadır (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014). Dava aşamasında kimin lehine ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret yükümlülüğü, bir usul kuralı olup mahkemeye erişim hakkı ile ilişkilidir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).

78. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil etmektedir (Serkan Acar, § 39; Muhbet Adanır ve diğerleri, B, No: 2014/10261, 8/12/2016, § 101)

79. Anayasa’nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin, özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015; Hüseyin Dayan, B. No: 2013/5033, 13/4/2016, § 46).

80. Mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuni olması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi ve ölçülü olması gerekir (Serkan Acar, § 38; İbrahim Can Kişi, § 36).

81. Başvuru konusu olayda 6100 sayılı Kanun’un 323. maddesi ve 659 sayılı KHK'nın 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 2012 yılı AAÜT uyarınca başvurucular aleyhine, reddedilen kısım üzerinden vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.

82. İdare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin amacının gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece kamu kaynaklarının etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun bir şekilde kullanılmasının sağlanması olduğu ifade edilebilir. Kamu kaynaklarının etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun bir şekilde kullanılmasının teminine yönelik düzenleme yapılması da hukuk devleti ilkesinin bir gereği olup bu sebeple yapılan müdahalenin meşru bir amaca yönelik olduğu anlaşılmıştır (Murat Kara ve diğerleri, B. No: 2014/6042, 9/3/2017, § 70).

83. Bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan Şen, § 54).

84. Başvuru konusu olayda, Mahkemece dava kısmen kabul edilerek başvurucular lehine 7.072,90 TL maddi tazminata hükmedilmiş; reddedilen kısım için davalı idare lehine 2012 yılı AAÜT'si uyarınca 1.200 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Davanın kısmen reddedilmesi nedeniyle başvurucular aleyhine hükmedilen 1.200 TL maktu vekâlet ücretinin ölçüsüz olduğu söylenemez. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkına yönelik açık bir ihlalin bulunmadığı anlaşılmıştır.

85. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. Makul Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden

86. Başvurucular, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

87. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

88. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

89. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki yaklaşık 3 yıl 7 aylık yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varmak gerekir.

90. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. Başvurucuların Diğer İddiaları

91. Başvurucular, özel yaşama saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının ihlal edildiğini öne sürmekte iseler de somut başvurunun konut dokunulmazlığı ve özel yaşama saygı hakkıyla bir ilgisi görülmediğinden bu haklar yönünden bir inceleme yapılmamıştır.

F. 6216 Sayılı Kanunun 50. maddesi Yönünden

92. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

93. Başvurucular, kamulaştırılan taşınmazlarının bedelinin dava tarihi esas alınarak belirlenmesi ve faize hükmedilmemesi nedenleriyle 15.641,14 TL maddi; 20.000 TL de manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

94. Hükmedilen kamulaştırma bedeli için davanın açıldığı tarih ile kararın verildiği tarih arasındaki döneme ilişkin olarak faize hükmedilmemesi nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

95. Başvuruculara dava dilekçesinin verildiği tarihe göre belirlenen kamulaştırma bedelinin 3 yıl 7 ay süren dava sonunda faiz işletilmeden ödenmesi sonucu kamulaştırma bedelinde bu sürede toplam bedele oranla %19,31 oranında enflasyon nedeniyle ciddi bir değer kaybı oluştuğu, bu durumun başvurucular üzerinde idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı yüke neden olduğu dikkate alınarak bahsedilen maddi değer kaybının telafi edilebilmesi için kamulaştırma bedeline enflasyon oranında faiz işletilerek başvuruculara 1.365,78 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir.

96. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. 1. Yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Bedel tespitiyle ilgili şikâyetler yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Başvurucular aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Kamulaştırma bedeline faiz ödenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Kamulaştırma bedeline faiz ödenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuların diğer iddialarının İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,

D. Toplam 1.365,78 TL maddi tazminatın başvuruculara müştereken ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E.206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2010/367) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TÜRKAN POYRAZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/15388)

 

Karar Tarihi: 13/9/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Türkan POYRAZ

Vekili

:

Av. Ünsal KILIÇOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/9/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucuya ait Bursa ili, Yenişehir ilçesi, Subaşı köyünde bulunan 824 parsel sayılı taşınmazın Yenişehir Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü yararına kamulaştırılması için Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca 8/12/2004 tarihinde kamu yararı kararı verilmiştir.

9. Tarafların kamulaştırma bedelinde anlaşamamaları üzerine Yenişehir Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü 31/12/2004 tarihinde Yenişehir Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır.

10. Mahkeme, taşınmazın değerinin saptanması için mahallinde keşif yaparak bilirkişi raporu hazırlatmıştır. Bilirkişi Kurulu 30/3/2005 tarihli raporunda, taşınmazın arazi niteliğinde olduğunu kabul ederek net gelir yöntemine göre 2004 yılı fiyat, masraf ve verim verilerini kullanmak suretiyle taşınmazın toplam değerini 3.929,92 TL olarak belirlemiştir.

11. Mahkeme, bu defa davanın 14/4/2015 tarihli duruşmasında, başvurucunun talebi doğrultusunda yeniden keşif yapılmasına karar vermiş; anılan karar doğrultusunda 2/5/2005 tarihinde yapılan keşif sonucunda hazırlanan 13/5/2015 tarihli bilirkişi raporunda da aynı yöntem kullanılmış ve bu defa taşınmazın değeri 6.269,13 TL olarak belirlenmiştir. Mahkemece bilirkişilerden ek rapor alınmasına karar verilmesi üzerine ikinci Bilirkişi Kurulu tarafından ek rapor düzenlenmiştir. 24/1/2006 tarihli ek raporda, taşınmazın kıraç bir arazi olması sebebiyle münavebeye alınan ürünlerin İlçe Tarım Müdürlüğü verilerinin ortalamasının altında alınması gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre münavebeye alınan ürünlerden kuru soğan yerine fasulyenin tercih edilmesinin uygun görüldüğü belirtilmiştir. Sonuç olarak önceki bilirkişi raporuyla aynı yöntemle taşınmazın değeri bu defa 5.251,46 TL olarak belirlenmiştir.

12. Yapılan tüm bu tespitler ışığında Mahkeme 19/6/2006 tarihli kararı ile toplanan delillere, mahallinde yapılan keşifler ve bilirkişi raporlarına dayanarak kamulaştırma bedelini 5.251,46 TL olarak belirlemiştir. Mahkeme ayrıca, hükmedilen bedelin başvurucuya ödenmesine ve başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile mezkûr taşınmazın idare adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir.

13. Temyiz edilen karar, Yargıtay 18. Hukuk Dairesince 31/1/2013 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünün cetvelinde belirtilen münavebeye alınan ürünlerin ortalama veriminin bilirkişi raporunda düşük verim üzerinden hesaplanmasının doğru görülmediği belirtilmiştir.

14.Mahkeme, bozma kararına uyarak 5/6/2014 tarihinde taşınmazın kamulaştırma bedelinin 10.622 TL olarak tespitine karar vermiştir. Buna göre eksik kalan 5.371 TL kamulaştırma bedelinin başvurucuya ödenmesi yönünde hüküm kurulmuştur. Mahkeme ayrıca ilk yapılan ödeme miktarı olan 5.251,46 TL için 1/5/2005 tarihinden ilk karar tarihi olan 19/6/2006 tarihine kadar, kalan 5.371 TL için ise 1/5/2005 tarihinden karar tarihine kadar yasal faiz işletilerek başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

15. Temyiz üzerine karar, aynı Dairenin 2/10/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de yine aynı Dairenin 15/6/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

16.Nihai karar, başvurucu vekiline 6/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 15/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18-33.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 13/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu, karar tarihi itibarıyla taşınmazın gerçek değerinin tespit edilmemesi suretiyle kamulaştırma bedelinin düşük belirlendiğini iddia etmiştir. Başvurucu, bu kapsamda taşınmazının kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında kamulaştırma bedelinin taşınmazın konumu, ulaşım imkânları, arazi olarak üzerinde yetişen bitkiler ile emsal taşınmazların rayiç fiyatları gibi objektif kriterler dikkate alınmadan ve yeterli inceleme yapılmadan emsal değerlerin çok altında olacak şekilde düşük değer tespit edilmesi suretiyle hatalı karar verilmesine neden olunduğunu ifade etmiştir.

21. Başvurucu, derece mahkemelerince belirlenen kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratıldığındanşikâyet etmiştir. Başvurucu, kamulaştırma tarihi ile kamulaştırma bedelinin ödenmesi arasında geçen sürede enflasyon nedeni ile paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile ödenen paranın enflasyonun çok altında kaldığından, mülkiyetin gerçek değerinin azaldığından, bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da bulunmadığından, şahsı üzerine orantısız ve aşırı yük yüklendiğinden yakınmaktadır.

22. Başvurucu sonuç olarak adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

23. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

24. Anayasa'nın 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. "

25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yanında adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını da ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun taşınmazın gerçek değerinin tespit edilmemesi ve değer kaybına uğratılması suretiyle kamulaştırma bedelinin düşük belirlendiği yönündeki şikâyetinin mülkiyet hakkına ilişkin olduğu anlaşıldığından başvurucunun bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

26. Başvurucu öncelikle kamulaştırma bedelinin düşük olarak belirlendiğinden yakınmaktadır. Başvurucuya göre taşınmazının emsal karşılaştırma yöntemi yerine net gelir yöntemine göre değerinin hesaplanması rayiç bedelin ödenmesini engellemiştir. Başvurucu ayrıca taşınmazın kendine özgü özelliklerinin değer hesaplanırken dikkate alınmadığını belirtmiştir.

27. Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddeleri uyarınca kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal ögeleridir. Kamulaştırılan taşınmazın gerçek karşılığı olan bedelinin tespiti ise uzman mahkemelerin ve Yargıtayın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve görevindedir. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile ödenen bedel arasındaki ilişki yönünden Anayasa Mahkemesinin yapacağı tespit, orantılılık incelemesinden ibarettir (Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2013/2511, 22/1/2015, § 49; Abdülkerim Çakmak ve diğerleri, B. No: 2014/1964, 23/2/2017, § 52).

28. Kamulaştırmaya konu taşınmazın kullanım durumu, başvurucunun taşınmazdan yararlanma biçimi bedel tespiti yapılırken öne çıkan unsurlardandır. Mahkemece 4/11/1993 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 11. maddesi uygulaması kapsamında taşınmazda tarımsal faaliyet yapıldığı tespit edilerek yörede yaygın olarak yetişen ürünlerin ortalama net gelirleri ile maliyet bedelleri resmî veriler esas alınmak suretiyle değer tespit yöntemi tercih ve takdir edilmiştir. Mevcut hâliyle mahkeme kararında yapılan tespit kapsamında hükmedilen kamulaştırma bedeli, miktar itibarıyla belirli bir tatmin sağladığı ve taşınmazın kabul edilen durumuna göre makul seviyede olduğu sürece Anayasa Mahkemesinin tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda yerel mahkemenin takdir yetkisine müdahalesinin söz konusu olamayacağı sabittir.

29. Başvurucu ayrıca, yargılamanın uzun sürmesinden kaynaklı olarak kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratıldığını ileri sürmüştür.

30. Kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 59). Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

31. Yapılan incelemede başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için Mahkemece tespit edilen gerçek değer ile başvurucuya yapılan ödemelerin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucunun mülkünden mahrum kalması arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve müdahalenin ölçülü olup olmadığını tespit etmede önemli olan, yapılan ödemelerin değer kaybının toplam bedele oranı üzerinden başvurucunun maruz kaldığı yükü belirlemektir (Ali Şimşek ve diğerleri, § 66).

32. Anayasa Mahkemesi, daha önce kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybına uğratılmasını mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olarak değerlendirmiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 63). Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

33. Somut olayda başvurucuya kamulaştırma bedelinin iki ayrı aşamada ödendiği anlaşılmaktadır. Buna göre 31/12/2004 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında ilk olarak 19/6/2006 tarihli kararla 5.251,46 TL tutarında, ikinci olarak ise bozma kararı sonrası 5/6/2014 tarihli kararla 5.371 TL tutarında başvurucuya ödeme yapılmıştır.

34. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre başvurucuya ödenmesi gereken 5.251,46 TL tutarındaki kamulaştırma bedeli alacağının 2006 yılı Haziran ayı itibarıyla enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı 5.932,68 TL’dir. Dolayısıyla yukarıdaki verilere göre başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen 5.251,46 TL tutarındaki alacağının değer kaybını telafi edecek fark 681,22 TL'dir. Buna karşılık derece mahkemelerince başvurucunun alacağına 1/5/2005 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiş olup bu doğrultuda başvurucuya 638,38 TL tutarında faiz ödemesi yapıldığı görülmektedir.

35. Bununla birlikte yine söz konusu verilere göre başvurucuya ödenmesi gereken 5.371 TL tutarındaki kamulaştırma bedeli alacağının ise 2014 yılı Haziran ayı itibarıyla enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı 11.418,92 TL’dir. Dolayısıyla yukarıdaki verilere göre başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen 5.371 TL tutarındaki alacağının değer kaybını telafi edecek fark 6.047,92 TL’dir. Buna karşılık derece mahkemelerince başvurucunun alacağına 1/5/2005 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiş olupbu doğrultuda başvurucuya yalnızca 4.504,14 TL tutarında faiz ödemesi yapıldığı görülmektedir.

36. Bu durumda başvurucunun kamulaştırma bedeli alacağının enflasyon karşısında kaybettiği değer kaybını giderebilecek toplam tutar 1.586,62 TL olup bu tutar toplam kamulaştırma bedeli olan 10.622,46 TL ile karşılaştırıldığında başvurucunun alacağında meydana gelen değer kaybı %14,94'tür.

37. Yukarıdaki unsurlara göre kamulaştırma bedeli, yapılan yargılama sonunda -ödenen faize rağmen- enflasyon karşısında %14,94 gibi makul görülemeyecek bir oranda değer kaybına uğratılarak başvurucuyaödenmiştir. Başvurucunun kamulaştırma alacağının geç ödenmesi sebebiyle yol açılan söz konusu değer kaybı başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemekte olup bu sebeple somut olayda müdahalenin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

38. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

39. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

40. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

41. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

42. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, § 56).

43. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

44. Başvurucu 210.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

45. Başvuruda, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Somut olayda mülkiyet hakkının ihlaline yol açan kamulaştırma bedelindeki değer kaybının yargılamanın uzun sürmesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun bu sebeple uğradığı maddi zararın ise 1.586,62 TL olduğu tespit edilmiş olup bu zararın ödenmesiyle ihlalin sonuçları giderilmiş olacaktır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından geç ödenen kamulaştırma bedeli alacağı yönünden uğradığı maddi değer kaybının telafi edilebilmesi için ödenen faiz de mahsup edildikten sonra başvurucuya 1.586,62 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir.

46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net1.586,62 TL maddi tazminat ÖDENMESİNE, fazlaya ilişkin talebin REDDİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Kocaeli 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2008/109, K.2014/510) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SOFİA NEGİZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/8301)

 

Karar Tarihi: 29/11/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Sofia NEGİZ

Vekilleri

:

Av. Ali ELBEYOĞLU

 

 

Av. Furkan ÇALIŞ

Talepte Bulunan

:

Kahraman TÜREYEN

Vekili

:

Av. Ercan HASANBAŞOĞLU

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının, kamulaştırma bedeline ilişkin yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının, davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/5/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Kamulaştırma ve Taşınmaza El Koyma Süreci

9. İstanbul'un Eyüp ilçesine bağlı Fethiçelebi Mahallesi'nde bulunan 112 ada 76 parsel sayılı 5971 m2 yüz ölçümlü ahşap ev ve bostan vasıflı taşınmazın 480/4800 payı tapuda I. oğlu K. adına kayıtlıdır. Bu taşınmaz, malikinin ölümüyle mirasçısı M.T.ye, onun da 27/09/1971 tarihinde ölümüyle çocukları H.T., Z.I. ve başvurucu Sofia Negiz'e intikal etmiştir. Başvurucu Sofia Negiz'in payı 80/200 olarak belirlenmiştir.

10. Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) bu taşınmazın İstanbul birinci çevre yolu güzergâhına rastlaması sebebiyle kamulaştırma kararı almış ve başvurucu dışındaki paydaşlara bu karar tebliğ edilmiştir. KGM 10/6/1972 tarihinde bu taşınmaza el koymuştur.

B. Kamulaştırma Davası Süreci

11. Başvurucu 5/4/2005 tarihinde KGM aleyhine İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Yargılama sırasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi de davalı olarak davaya dâhil edilmiştir. Mahkeme 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 38. maddesinde öngörülen yirmi yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle 1/12/2005 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.

12. Temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 8/3/2011 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, uyuşmazlık konusu taşınmaza 1972 yılında el atıldığı ancak 30/6/2010 tarihinde yürürlüğe giren 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kanun ile 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 6. madde uyarınca uzlaşma için başvuruda bulunulmadan işin esasının incelenemeyeceği belirtilmiştir.

13. Bozma kararına uyan Mahkeme, taraflar arasında bir uzlaşma sağlanmadığını gözeterek mahallinde keşif yapmış ve konusunda uzman teknik bilirkişilerden kamulaştırma bedeli ile ilgili raporlar aldırmıştır. Davayı 23/10/2013 tarihinde kabul eden Mahkeme, üçüncü keşif sonucu alınan 4/1/2013 tarihli bilirkişi raporuna dayalı olarak 298.549,70 TL tutarındaki tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun payının tapu kaydının iptali ile KGM lehine terkinine karar vermiştir. Dâhili davalı Büyükşehir Belediyesi yönünden ise hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

14. Başvurucu 7/11/2013 tarihinde İstanbul 20. İcra Dairesince icra takibi başlatmıştır. KGM tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi tarafından 4/3/2014 tarihinde onanmıştır.

15. Nihai karar, başvurucu vekiline 5/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 28/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

C. Kamulaştırma Bedelinin Ödenmesi ve Alacağın Temliki Süreci

17. KGM, başvurucu Sofia Negiz'e ait dosyanın otomasyon sisteminde ödeme sırasına alındığını ve Maliye Bakanlığınca yeterli ödenek temin edildiği takdirde ödemesinin yapılacağını 6/1/2015 tarihinde bildirmiştir.

18. Başvurucu Sofia Negiz, Beşiktaş 6. Noterliğinde düzenlenen 15/4/2005 tarihli temlik sözleşmesiyle, uyuşmazlığa konu kamulaştırma davaları ile ilgili talep ve dava haklarını 40.000 TL bedelle Kahraman Türeyen'e temlik etmiştir. Sözleşmede; temlik bedelinin 10.000 TL'sinin nakden ve tamamen alındığı, 30.000 TL'nin ise mahkeme kararının kesinleşmesinden sonraki on gün içinde tahsil edileceği belirtilmiştir.

19. Kahraman Türeyen 21/1/2016 tarihinde noter aracılığıyla başvurucuya alacağın temlik edildiği yönünde bir ihtarname göndermiştir. Başvurucu ise 26/1/2016 tarihinde karşı ihtarname göndererek mahkeme kararının 16/5/2014 tarihinde kesinleştiği hâlde ödemenin süresi içinde yapılmaması nedeniyle kurucu şart gerçekleşmediğinden sözleşmenin münfesih olduğunu bildirmiştir.

20. Kahraman Türeyen 25/1/2016 tarihinde başvurucu aleyhine temlik sözleşmesine dayalı nizanın giderilmesi davası açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun temlik sözleşmesine göre kamulaştırma bedeli üzerindeki alacağının 30.000 TL ile sınırlı olduğu belirtilmiş ve başvurucunun bu bedeli icra takibinde istemesinin haksız olduğunun tespitine karar verilmesi talep edilmiştir. Dilekçe ayrıca bu bedelin başvurucunun 30.000 TL'yi talep etme hakkı saklı kalmak kaydıyla Kahraman Türeyen'e ödenmesine karar verilmesi dava konusu edilmiştir. Bunun yanında davanın KGM'ye ihbarı talep edilmiştir.

21. Başvurucu, cevap dilekçesinde; davanın reddini talep etmiştir. Öte yandan KGM ihbar olunan sıfatıyla Mahkemeye verdiği 8/8/2016 tarihli bir dilekçeyle 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 187. maddesine göre ödeme yerinin belirlenmesini talep etmiştir. Mahkeme 20/3/2018 tarihli 6. Oturumda bir banka şubesini tevdi mahalli tayin ederek kamulaştırma bedelinin bu şubede açılacak vadeli hesaba yatırılmasına karar vermiştir.

22. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan sorgulama sonucuna göre yargılamanın devam etmekte olduğu ve duruşmanın 12/2/2019 tarihine talik edilmiş olduğu görülmektedir.

23. Kahraman Türeyen adına vekili 24/3/2016 havale tarihli dilekçe ile başvuruya konu hak ve alacakları temlik aldığı gerekçesiyle başvurunun temlik alacaklısı sıfatıyla kendileri adına devam edilerek sonuçlandırılmasını talep etmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

24. Kamulaştırma bedelinin değer kaybı şikâyetleri ile ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18-33.

25. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları ve yargı kararının icra edilmemesi şikâyetlerine yönelik oluşturulan hukuk yolu için bkz. Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 29/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Kapsamında Kamulaştırma Bedelinin Değer Kaybı Şikâyeti Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybettiğinden yakınmaktadır. Başvurucu; el atmanın gerçekleştiği 1972 yılından bu yana 43 yıl, dava açıldıktan itibaren ise 10 yıl geçtikten sonra kamulaştırma bedeline hükmedildiğini belirtmektedir. Başvurucu bu gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

28. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Değerlendirme

30. Anayasa Mahkemesi, daha önce kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybına uğratılmasını mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olarak değerlendirmiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 38-65; Ali Şimşek ve diğerleri, §§ 58-69).

31. Kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 59). Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

32. Yapılan incelemede başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için Mahkemece tespit edilen gerçek değer ile başvurucuya yapılan ödemelerin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucunun mülkünden mahrum kalması arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve müdahalenin ölçülü olup olmadığını tespit etmede önemli olan, yapılan ödemelerin değer kaybının toplam bedele oranı üzerinden başvurucunun maruz kaldığı yükü belirlemektir (Ali Şimşek ve diğerleri, § 66).

33. Benzeri bir şikâyete ilişkin somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

34. Başvuru konusu davanın açıldığı 5/4/2005 tarihi değerlerine göre tespit edilen 298.549,70 TL kamulaştırma bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmiştir. Öncelikle kamulaştırma bedelinin dava tarihine göre belirlendiği dikkate alındığında başvurucunun dava tarihine kadar bu bedelin değer kaybettiği yönündeki iddiası yersiz bulunmuştur. Diğer taraftan hükmedilen kamulaştırma bedelinin henüz başvurucuya ödenmediği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte başvurucu ile alacağı temlik aldığını belirten, talepte bulunan arasında hukuki bir ihtilaf bulunduğu ve idarenin 8/8/2016 tarihinde ödeme yeri belirlenmesi için Mahkemeye başvurduğu görülmektedir. Dolayısıyla söz konusu tarihten sonraki gecikme yönünden idareye kusur yükletilemeyeceği dikkate alındığında şikâyet edilen değer kaybı, alacağa hak kazanıldığı dava tarihi ile ödeme yerinin belirlenmesine ilişkin talep tarihi arasındaki dönem esas alınarak belirlenmelidir.

35. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre alacağa hak kazanıldığı 2005 yılı Nisan ayından idarenin ödeme talebinde bulunduğu 2016 yılı Ağustos ayına kadar olan geçen dönemde başvurucuya ödenmesi gereken 298.549,70 TL tutarındaki kamulaştırma bedeli alacağının enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı 727.487,36 TL’dir. Dolayısıyla mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen 298.549,70 TL tutarındaki alacağının değer kaybını telafi edecek fark 428.937,66 TL'dir. Buna karşılık derece mahkemelerince söz konusu alacağa dava tarihi olan 5/4/2005 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiş olup bu doğrultuda başvurucuya 316.446,32 TL tutarında faiz ödemesi yapılmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda mülkiyet hakkına konu alacakta meydana gelen değer kaybı %37,68'dir.

36. Yukarıdaki unsurlara göre kamulaştırma bedeli, yapılan yargılama sonunda -ödenen faize rağmen- enflasyon karşısında %37,68 gibi makul görülemeyecek bir oranda değer kaybına uğratılarak ödenmiştir. Kamulaştırma alacağının geç ödenmesi sebebiyle yol açılan söz konusu değer kaybı şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemekte olup bu sebeple somut olayda müdahalenin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

37. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer İhlal İddiaları

1. Başvurucunun İddiaları

38. Başvurucu, kamulaştırma bedeline ilişkin yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının; ayrıca söz konusu davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

39. Bireysel başvurular sonrasında, 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

40. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

41. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği yahut hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 11-14).

42. Ferat Yüksel kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği yahut hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).

43. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı, tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

44. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

47. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

48. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

49. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, § 56).

50. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

51. Başvurucu, 550.000 TL maddi ve 600.000 TL manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

52. Anayasa Mahkemesi, kamulaştırma bedelinin makul olmayan bir gecikmeyle değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin yargılamanın uzun sürmesine yol açan yargı makamlarının ve yargı kararına rağmen ödemeyi geciktiren idarenin ortak kusurundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

53. Somut olayda ihlalin kaynağı ve sebepleri dikkate alındığında yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Diğer taraftan başvuru yargı kararının icrası ile ilgili süreç yönünden ise şikâyet Tazminat Komisyonuna başvuru yolu dikkate alınarak kabul edilemez bulunmuştur. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin sonuçları ancak mağdura maddi tazminat ödenmesiyle giderilebilir. İhlalin yol açtığı maddi zarar kamulaştırma alacağının enflasyon karşısında uğradığı değer kaybı olup somut olayda bu miktarın ise ödenen faiz tutarı mahsup edildiğinde 112.491,34 TL olduğu tespit edilmiştir.

54. Bununla birlikte somut başvuruya konu kamulaştırmaya ilişkin hak ve alacakların temliki yönünden başvurucu ile Kahraman Türeyen arasında bir sözleşme yapılmıştır. Anılan sözleşme kapsamında meydana gelen nizanın giderilmesi için taraflar arasında bir davanın devam etmekte olduğu anlaşılmaktadır. Bu dava, bireysel başvuruya konu olan kamulaştırma alacağının temlikine ilişkin sözleşmenin geçerli olup olmadığına ve buna bağlı olarak kamulaştırma alacağının kime ödeneceğinin tespitine ilişkindir. Bu durumda temlike konu kamulaştırma alacağından kaynaklı olarak mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin maddi tazminatın yine bu alacağın temlikine ilişkin söz konusu niza giderilmeden başvurucuya ve temlik aldığını iddia eden kişiye bu aşamada ödenmesine karar verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla Hazinenin Anayasa Mahkemesince hükmedilen maddi tazminatı başvurucu ile Kahraman Türeyen arasında görülen söz konusu davada haklı çıkan tarafa ödenmek üzere İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesince (E.2016/28) tevdi mahalli olarak belirlenen banka şubesindeki hesaba ödemesine karar verilmesi gerekir.

55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia kapsamında kamulaştırma bedelinin değer kaybı şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Diğer ihlal iddialarının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderilmesi için net 112.491,34 TL maddi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE, bu maddi tazminatın Hazine ve Maliye Bakanlığınca başvurucu ile Kahraman Türeyen arasında görülen alacağın temlikine ilişkin nizanın giderilmesi davasında haklı çıkacak tarafa ödenmek üzere İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesince (E.2016/28) tevdi mahalli olarak belirlenen banka şubesindeki hesaba ÖDENMESİNE, kararın bir örneğinin İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/28) GÖNDERİLMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2011/389, K.2013/278) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ RIZA DOĞANATA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/11676)

 

Karar Tarihi: 27/11/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Ali Rıza DOĞANATA

 

 

2. Ayla DOĞANATA

 

 

3. İsmail Selim DOĞANATA

Vekili

:

Av. Servet ALPAY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/6/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuru Konusu Dava Süreci

8. İzmir'in Buca ilçesine bağlı Kocatepe Mahallesi'nde bulunan 607 ada 7 No.lu parsel, imar ıslah planı yapıldıktan sonra 50138 ada 2, 3 ve 4 parsel numaralarını almıştır. Başvuru konusu 50138 ada 2 ve 3 parsel sayılı taşınmazlar başvurucuların murisi Necdet Doğanata adına kayıtlıdır. Bu taşınmazlar, malikinin ölümüyle başvuruculara intikal etmiştir.

9. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), başvurucuların murisi aleyhine her parsel için ayrı ayrı olmak üzere 04/6/2010 tarihinde tapu iptal ve tescil davaları açmıştır. 3/7/1967 tarihinde kamulaştırılan taşınmazların tapuda tescil işlemlerinin yapılmadığı gerekçesiyle açılan davalar İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) birleştirilmiştir.

10. Mahkeme, usulüne uygun kamulaştırma işlemi yapıldığı gerekçesiyle 20/6/2011 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir.

11. Temyiz edilen karar, Yargıtay 18. Hukuk Dairesince 25/3/2013 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde 8/11/1967 tarihli dekont ile bankaya yatırılan kamulaştırma bedelinin İmar ve İskân Bakanlığının 14/11/1967 tarihli yazısı ile Valilikçe talimat verilmeden ödenmemesi konusunda yazı yazıldığı ifade edilmiştir. Ayrıca bu yazı ile bedelin ödenmesine sınırlama getirildiği ve bu sınırlamanın daha sonra kaldırıldığı ya da hak sahiplerine bu bedelin ödendiğine dair bir belgeye rastlanmadığı açıklandıktan sonra kamulaştırma bedeli ödenmeden verilen tescil hükmünün doğru olmadığı belirtilmiştir.

12. Bozma kararına uyan Mahkeme 14/4/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvuru konusu 2 ve 3 No.lu parselleri de kapsayacak şekilde kamulaştırma bedelinin İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/389 esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sürecinde yatırıldığı, bu konuda herhangi bir ihtilaf da bulunmadığı açıklandıktan sonra kamulaştırma bedelinin ikinci defa yatırılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir.

13. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 18. Hukuk Dairesi tarafından 16/2/2015 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 18/4/2016 tarihinde reddedilmiştir.

14. Nihai karar, başvurucular vekiline 23/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucular 22/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Kamulaştırma Bedelinin Ödendiği Kabul Edilen Dava Süreci

16. Başvuru konusu taşınmazlar gibi 607 ada 7 parsel sayılı taşınmazdan ifraz edilen İzmir'in Buca ilçesine bağlı Kocatepe Mahallesi'nde bulunan 50138 ada 4 parsel sayılı taşınmaza ilişkin benzer talepli dosyada, davacı TOKİ'nin davasının kabulüne karar verilmiştir.

17. Taraflarca temyiz edilen karar, Yargıtay 18. Hukuk Dairesince bozulmuştur. Kararın gerekçesi şöyledir:

 “...Somut olayda; ihtilafsız kamulaştırma bedeli 8/11/1967 tarihli dekont ile bankaya yatırılmış ise de İmar ve İskan Bakanlığı'nın 14/11/1967 tarihli yazısı ile valilikçe talimat verilmeden ödenmemesi konusunda yazılan yazı ile bedelin ödenmesi yönünde bir sınırlama getirilmiş olup bu sınırlamanın daha sonra kaldırıldığı ya da hak sahiplerine bu bedelin ödendiğine dair bir belgeye rastlanmamıştır.

O halde mahkemece, idarece takdir edilen ihtilafsız kamulaştırma bedelinin tamamının koşulsuz olarak bizzat hak sahibi adına bankaya yatırılması için davacı idareye önel verilip paranın yatırılması halinde tescile karar verilmesi yerine bu husus gözetilmeden bedeli ödenmeyen taşınmazın idare adına tescili yolunda hüküm kurulması doğru görülmemiştir.”

18. Bozma kararı sonrası 5/12/2011 tarihinde yapılan (2.) oturumda TOKİ vekili anılan tarihteki kamulaştırma bedelinin karşılığı olarak 1 TL'nin davalı adına yatırıldığını belirterek buna ilişkin belgeyi sunduklarını bildirmiştir. Mahkemeye sunulan dekonta göre söz konusu 1 TL tutarındaki ödeme 30/11/2011 tarihinde yapılmıştır. Mahkemece bozma ilamına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

 “...Mahkememizce davacı idareye Yargıtay'ın bozma ilamı uyarınca işlem tesis ederek, İdarece takdir edilmiş olan ihtilafsız kamulaştırma bedelini davalı adına yatırması hususunda süre verilmiş, davacı tarafça 08/11/1967 tarihli dekontta ihtilafsız olan 3.590,62 TL kamulaştırma bedeli Yeni Türk Lirası öncesine ait olduğundan Yeni Türk Lirasına çevrilmesi ile oluşan 0,39 TL muadili en yakın bedel olan 1 TL' nin T.C Ziraat Bankası A.Ş. kanalı ile Necdet Doğanata'nın Halk Bankası Buca şubesindeki hesabına gönderildiğine dair banka dekontu dosyamıza ibraz edilmiş olmakla tescile dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis etmek gerekmiştir.”

IV. İLGİLİ HUKUK

19. Kamulaştırma bedelinin değer kaybı şikâyetleri ile ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri (B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18-33) başvurusu hakkında verilen karar.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 27/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

21. Başvurucular, tebligatın usulüne uygun yapılmaması nedeniyle kamulaştırma işleminden haberdar olamadıklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca murislerine ait 607 ada 7 parsel sayılı taşınmazdan ifraz edilen başvuru konusu taşınmazlar için 1 TL depo edilmesi ile kamulaştırma bedelinin ödendiğinin kabul edildiğini oysa gerçek kamulaştırma bedelinin ödenmediğini ve kamulaştırma bedelinin değer kaybını telafi edecek faize de hükmedilmediğini iddia etmişlerdir. Başvurucular, bu gerekçelerle mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

22. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yanında adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Bununla birlikte şikâyetlerin özünün kamulaştırma bedeline ilişkin olduğu anlaşıldığından belirtilen şikâyetlerin esas itibarıyla ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Değerlendirme

25. Anayasa Mahkemesi, kamulaştırma alacağının enflasyon karşısında değer kaybına uğratılmasına ilişkin benzer şikâyetleri daha önce ölçülülük ilkesi yönünden mülkiyet hakkı bağlamında incelemiş ve sonuca bağlamıştır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 41-65; Ali Şimşek ve diğerleri, §§ 58-69; Türkan Poyraz, B. No: 2015/15388, 13/9/2018; §§ 29-37; Hanım Çeyiz ve Mehmet Gündüz, B. No: 2015/19289, 17/7/2018, §§ 23-29; Kadir Çakar, B. No: 2015/18908, 21/3/2018, §§ 21-28).

26. Kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 59). Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

27. Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için Mahkemece tespit edilen gerçek değer ile başvurucuya yapılan ödemelerin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucunun mülkünden mahrum kalması arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve müdahalenin ölçülü olup olmadığını tespit etmede önemli olan, yapılan ödemelerin değer kaybının toplam bedele oranı üzerinden başvurucunun maruz kaldığı yükü belirlemektir (Ali Şimşek ve diğerleri, § 66).

28. Benzer bir şikâyete ilişkin somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

29. Başvuru konusu dosyada imar ıslah planı yapıldıktan sonra 50138 ada 2, 3 ve 4 parsel numaralarını alan 607 ada 7 parsel için 1967 yılında belirlenen 3.590,62 TL kamulaştırma bedelinin yeni Türk lirası karşılığı olan 0,39 TL en yakın bedel olan l TL kabul edilerek, faiz işletilmeden 2011 yılında ödenmiştir. Buna göre aynı taşınmazla birlikte ifraz edilen diğer bir taşınmaza yönelik dava sürecinde TOKİ bu alacağın ödenmediğini kabul ederek 30/11/2011 tarihinde 1 TL olarak mahkeme veznesine yatırmıştır. Derece mahkemeleri de bu ödemeyi yeterli görerek idare adına tescile karar vermişlerdir. Hâlbuki kamulaştırma bedeli 1967 yılında bankaya depo edilmekle birlikte yine idare tarafından getirilen bir kısıtlama sebebiyle 2011 yılına kadar başvuruculara ödenememiştir.

30. Öncelikle kamulaştırma bedelinin ödenmesinin idare tarafından getirilen bir kısıtlama nedeniyle mümkün olamadığına dikkat çekmek gerekir. Mevcut bilgi ve belgelere göre bu ödemenin gecikmesinde başvuruculara atfedilebilir bir kusurun olduğu ortaya konulamamıştır. Somut olayda kamulaştırma bedeli, kamulaştırma bedelinin belirlenmesinden itibaren -yaklaşık kırk dört yıl geçtikten sonra- enflasyon karşısında bir güncelleme yapılmadan ve herhangi bir faiz işletilmeden taşınmazın 1967 yılındaki rayiç değeri üzerinden 1 TL olarak ödenmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 46. maddesine göre taşınmazın gerçek değeri üzerinden kamulaştırma yapılması yönündeki güvencenin ihlal edildiği anlaşılmaktadır.

31. Sonuç olarak aradan geçen sürede enflasyon oranlarındaki artış dikkate alındığında ve geç ödemenin makul bir sebebinin bulunmayıp başvuruculara yükletilebilen bir kusur da olmadığına göre 1967 yılında belirlenen kamulaştırma bedelinin 2011 yılında 1 TL olarak ödenmesi ve kamulaştırma alacağının geç ödenmesi sebebiyle yol açılan söz konusu değer kaybı başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemektedir. Bu sebeple somut olayda müdahalenin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

32. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

34. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

35. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

36. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

37. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.

38. Başvurucular, 150.000 TL tazminatın faiziyle birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur.

39. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların kamulaştırma bedelinin enflasyon oranları karşısında uğradığı değer kaybı ödenmeksizin idare lehine tescile hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Başvuruculara faiz ödenmesi mülkiyet hakkının ihlaline yol açan değer kaybını giderebilecek bir araç olarak görülmelidir.

40. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun olarak yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

41. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/503, K.2014/126) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET TEKÇE VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/32782)

 

Karar Tarihi: 29/1/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Ahmet TEKÇE

 

 

2. Ali TEKÇE

 

 

3. Ayşe SEVGİLİ

 

 

4. Fatma ARABACI

 

 

5. Mehmet TEKÇE

 

 

6. Mehmet TEKÇE

 

 

7. Miyase SEVEN

 

 

8. Mustafa TEKÇE

 

 

9. Müzeyyen TEKÇE

 

 

10. Zalha TEKÇE

Vekili

:

Av. Adem YEŞİL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/8/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Kamulaştırma Süreci

8. Kahramanmaraş'ın Merkez ilçesine bağlı Cüceli köyü 548 ve 572 parsel numaralı taşınmazlardan 548 parsel numaralı taşınmazdan ifraz yoluyla oluşan 746 parsel numaralı taşınmaz ile 572 parsel numaralı taşınmazdan ifraz yoluyla oluşan 744 parsel numaralı taşınmaz Sır Barajı suları altında kalmıştır.

9. İfraz işlemine rağmen 548 ve 572 parsel numaraları üzerinden kamulaştırma işlemleri yürütülmüştür. 1/8/1989 tarihinde 548 parsel numaralı taşınmaz için 8.464.500 TL (eski TL ile 8,64 TL), 572 parsel numaralı taşınmaz için 33.804.900 TL (eski TL ile 33,80 TL) kamulaştırma bedelleri maliklerinin belli olmaması nedeniyle bankaya vadesiz olarak bloke edilmiş ve 27/11/1990 tarihinde sular altında kalan bu taşınmazlar kamulaştırılmıştır.

B. Kadastro Davası Süreci

10. Başvuru konusu taşınmazların mülkiyetlerinin tespitine ilişkin olarak 1972 yılında açılan kadastro tespitine itiraz davasında 26/1/2007 tarihinde taşınmazların başvurucuların murislerine ait olduğuna dair verilen karar 31/5/2007 tarihinde kesinleşmiştir.

C. Faiz Alacağı Davası Süreci

11. Başvurucular 14/5/2010 tarihinde blokenin yapıldığı bankaya yazdıkları yazıda, kamulaştırma bedellerinin akıbetinin bildirilmesini istemişlerdir. Bankanın 27/5/2010 tarihli cevap yazısında, bankanın tevdi mahalli olarak tayin edildiği, bankaya 572 parsel numaralı taşınmaz için 33,80 TL, 548 parsel numaralı taşınmaz için 8,64 TL yatırıldığı, söz konusu toplam 42,44 TL'nin hâlen bloke hesapta bulunduğu, talep ve uyuşmazlığın çözümüne ilişkin kesinleşmiş Mahkeme kararı ile vekâletname ibrazı hâlinde söz konusu meblağın ödenebileceği belirtilmiştir.

12. Başvurucular söz konusu taşınmazların kamulaştırma bedellerinin bankaya yatırıldığı tarihten itibaren işlemiş olan mevduat faizinin, olmadığı takdirde yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle 27/1/2011 tarihinde Kahramanmaraş 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmışlardır.

13. Mahkeme 28/1/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"...davacıların 744 ve 746 parsel sayılı taşınmazların kamulaştırma bedelinin vadesiz olarak bankaya bloke edilmesi ve nemalardırılmamış olması nedeniyle uğradıkları zarardan dolayı davalı bakanlıktan talep ettikleri faiz talebinin kamulaştırma yapıldığı tarihte yürürlükte bulunmayan kamulaştırma kanununu değiştiren 4650 S.K.nun 5/5/2001 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle reddine karar vermek gerekmiş[tir.]"

14. Temyiz edilen karar, Yargıtay 18. Hukuk Dairesince 7/9/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi de 19/6/2017 tarihinde aynı Daire tarafından reddedilmiştir.

15. Nihai karar, başvurucular vekiline 25/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucular 15/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18-33.

18. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanun'un 5. maddesi değiştirilen 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hak sahibinin tespit edilemediği durumlarda mahkemece, kamulaştırma bedelinin üçer aylık vadeli hesaba dönüştürülerek nemalandırılması amacıyla gerekli tedbirler alınır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 29/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

20. Başvurucular; mahkemelerce hükmedilen kamulaştırma bedellerinin üçer aylık vadeli hesaba yatırılması gerekirken vadesiz hesaba yatırılması nedeniyle oluşan değer kaybının ödenmemesinden yakınmaktadırlar. Başvuruculara göre kamulaştırma bedelinin vadeli hesaba yatırılmaması alacağın değer kaybetmesine yol açmaktadır. Başvurucular sonuç olarak mülkiyet haklarının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

21. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler. Ayrıca başvurucular kendileriyle aynı kaderi paylaşan bir çok insanın da kendileri dışında gelişen şartlar nedeniyle paralarını alamadıklarını belirterek eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüş iseler de somut olayda eşitlik ilkesinin ihlaline yol açabilecek farklı muamelenin varlığı başvurucular tarafından temellendirilmemiştir. Sonuç olarak başvurucuların hükmedilen kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratıldığı yönündeki şikâyetlerinin mülkiyet hakkına ilişkin olduğu anlaşıldığından başvurucuların belirtilen şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

24. Başvuruya konu olayda uygulanacak ilkeler Anayasa Mahkemesinin Mehmet Akdoğan ve diğerleri (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 41-65) ile Ali Şimşek ve diğerleri (B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 58-69) kararlarında belirtilmiştir.

25. Buna göre kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 59). Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

26. Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için derece mahkemelerince tespit edilen gerçek değer ile başvurucuya yapılan ödemelerin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucunun mülkünden mahrum kalması arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve müdahalenin ölçülü olup olmadığını tespit etmede önemli olan, yapılan ödemelerin değer kaybının toplam bedele oranı üzerinden başvurucunun maruz kaldığı yükü belirlemektir (Ali Şimşek ve diğerleri, § 66).

27. Aynı yöndeki şikâyete ilişkin başvuru konusu olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

28. Somut olayda 1/8/1989 tarihinde taşınmaz maliklerinin belli olmaması nedeniyle kamulaştırma bedelleri bankaya vadesiz olarak bloke edilmiş ve taşınmazlar 27/11/1990 tarihinde kamulaştırılmıştır. Başvuru konusu taşınmazların maliklerine ilişkin ihtilaf 31/5/2007 tarihinde kesinleşen kadastro mahkemesi kararıyla sona ermiş ve taşınmazların başvurucuların murislerine ait olduğu tespit edilmiştir. Bunun üzerine kamulaştırma bedellerinin akıbetini soran başvurucular, 572 parsel numaralı taşınmaz için yatırılan 33.80 TL (yeni TL ile) ve 548 parsel numaralı taşınmaz için yatırılan 8.64 TL'nin (yeni TL ile) hâlen bloke hesapta bulunduğunu öğrendikten sonra kamulaştırma bedellerinin faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle faiz alacağı davası açmışlardır. Mahkemece kamulaştırmanın yapıldığı tarihte 5/5/2001 tarihinde yürürlüğe giren 4560 sayılı Kanun'un yürürlükte olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 7-13).

29. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında -kural olarak- faiz işletilip işletilmemesi, faiz oranları veya faizin işletilme tarihleri ya da dönemleriyle ilgili hukuk kurallarını yorumlama görevi bulunmamaktadır. Bu görev esas itibarıyla derece mahkemelerine düşmektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin söz konusu hukuk kurallarının yorumunun mülkiyet hakkı bağlamında sonuçlarını incelemek durumundadır.

30. Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma bedeline hak kazanılan 27/11/1990 tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

31. Faiz, ekonomik açıdan paranın fiyatıdır. Herhangi bir kimse kendisine ait olmayan bir parayı -hangi isim altında olursa olsun- belli bir süre kullandığında paranın asıl sahibine faiz ödemek zorundadır. Çünkü paranın likidite özelliği onun her an, her türlü üretim faktörünü, mal ve hizmeti satın alabilmesine olanak verir. Daha açık bir deyişle parayı nakit olarak elinde bulunduran kimse bugünkü ihtiyaçlarını karşılayabildiği gibi piyasanın yarına dönük olanaklarından da yararlanabilir. Elindeki parayı başkasına veren veya kendine belli tarihte ödenmesi gereken bir miktar para olduğu hâlde bu parası ödenmeyen kimse ise bu imkânlardan yararlanamaz. Bu nedenle parayı kullanan kimsenin parayı kullanmaktan vazgeçen kimseye bu kaybını ödemesi gerekir. İşte faizi doğuran temel neden budur (AYM, E.1988/7, K.1988/27, 27/9/1988).

32. Bu temel neden, paranın değerini sürekli olarak kaybettiği enflasyon dönemlerinde ayrı bir önem kazanır. Dönem başında kullanmaktan vazgeçilen ya da hak edildiği hâlde alınamayan bir miktar paranın satınalma gücü, dönem sonunda enflasyon oranında azalmış olacaktır. Bu durumda dönem sonunda paranın asıl sahibine ödenmesi gereken faiz, sadece belli bir dönem için yapılan fedakârlığın karşılığından ibaret olmayacak; aynı zamanda söz konusu dönemde paranın satın alma gücündeki kaybı da karşılayacak miktarda olacaktır. Teknik deyişle hem para sahibinin tasarrufta bulunmasının bedeli ödenecek hem de paranın satın alma gücü korunacaktır (AYM, E.1988/7, K.1988/27, 27/9/1988).

33. Olayda kamulaştırma bedellerinin bankaya bloke edildiği tarihten itibaren yaklaşık otuz yıllık süre geçmiştir. Kamulaştırma işleminin bir parçası olan kamulaştırılan taşınmaz maliklerinin tespiti ve kamulaştırma bedellerinin bankaya yatırılması ve ödenmesi sürecinde alacaklıların hak ve menfaatlerini koruyucu ve durumun gerektirdiği olağan tedbirlerin idare tarafından alınması beklenmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 60).

34. Kamulaştırma bedelinin alacaklılara ödendiği ana kadar alacaklının para üzerinde tasarrufta bulunma, parayı kullanma veya paranın değerinin enflasyon karşısında aşınmasını önleyici tedbirler alma imkânı bulunmamaktadır. Bu süreçte bankaya bloke edilen kamulaştırma bedelleri üzerinde kamulaştırma makamlarının takdir yetkisi vardır. Dolayısıyla bu paranın enflasyon karşısında kıymet yitirmesini önleyebilecek olan da para üzerinde tasarrufta bulunma kudretini elinde bulunduran kamulaştırma makamlarıdır. Bankaya bloke edilen kamulaştırma bedelinin alım gücünü kaybetmesini engellemenin yolu bunun nemalandırılmasıdır. Ayrıca bu paranın nemalandırılması, kamulaştırma makamlarına olağan idari işleyişin ötesinde bir külfet de yüklememektedir. Kamu makamlarının yapması gereken tek şey, kamulaştırma bedelinin vadesiz mevduat hesabında bekletilmesi yerine vadeli bir hesapta tutulmasıdır. Bu nedenle olayın somut koşulları gözetildiğinde mülkiyet hakkının korunması ödevinin gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin, kamulaştırma bedelinin nemalandırılması tedbirinin alınmasını da içerdiği sonucuna ulaşılmaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fatma Yıldırım, § 61).

35. Bu itibarla kamulaştırma makamlarının, kamulaştırma bedelinin vadeli bir mevduat hesabına yatırılması biçiminde alacağı basit bir tedbirle kamulaştırma sürecinin hızlı işlememesinin başvurucular üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri asgari seviyeye indirememiş olması, kamulaştırılan taşınmazın gerçek karşılığı olan bedelin ödenmemesine yol açmaktadır. Hâlbuki Anayasa'nın 46. maddesine göre kamulaştırılan taşınmazın gerçek değerinin ödenmesi zorunludur. Kamulaştırma bedelinin gerçek değerinin ödenmemesi aynı zamanda Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri çerçevesinde kamulaştırılan taşınmazın malikine aşırı bir külfet de yüklemektedir.

36. Sonuç olarak 1990 yılında belirlenen toplam 42,44 TL tutarındaki kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi sebebiyle yol açılan söz konusu değer kaybı yönünden başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemektedir. Somut olayın koşulları altında bu geç ödeme yönünden başvuruculara atfedilebilecek bir kusurun varlığı da gösterilememiştir. Bu sebeple somut olayda müdahalenin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

37. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

38. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

39. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

40. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

41. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

42. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).

43. Somut olayda Anayasa Mahkemesi, başvurucuların kamulaştırma bedeline hak kazandığı tarihten ödemenin yapılacağı tarihe kadar geçen süredeki enflasyon oranlarının dikkate alınarak faiz ödenmemesi nedeniyle söz konusu alacağın önemli ölçüde değer kaybına uğrayacağını tespit etmek suretiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucuların bu değer kaybını önleyebilecek faizin ödenmesi istemiyle açtığı dava reddedilmiştir. Sonuç olarak ihlale yol açan idari eylem ve işleme karşı başvurulabilecek kanun yolu tüketildikten sonra derece mahkemeleri de ihlali giderememişlerdir. Bu açıdan ihlalin aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklandığı söylenebilir.

44. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Kahramanmaraş 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

45. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kahramanmaraş 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2011/103, K.2014/47) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminat talebinin REDDİNE,

E. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL tutarındaki vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EMİNE DİLEK ONARAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/19987)

 

Karar Tarihi: 12/2/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Emine Dilek ONARAN

 

 

2. Fatoş GENÇTÜRK

 

 

3. Ömer Nail GENÇTÜRK

Vekili

:

Av. Rifat DURAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mahkemece hükmedilen tazminatın düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/4/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. 2017/19987 numaralı bireysel başvuru ile 2017/19989 ve 2017/19991 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2017/19987 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

4. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. Başvuru konusu İstanbul'un Silivri İlçesine bağlı Piri Mehmet Paşa Mahallesinde bulunan 229 ada 21 parsel sayılı 3.183,35 m² yüz ölçümlü taşınmaz, tapuda tarla vasfıyla başvurucuların murisi adına kayıtlıyken 16/6/1983 tarihinde kesinleşen kıyı kenar çizgisine göre kıyı kenarında kalmıştır.

10. Anılan taşınmaz, İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulunca 1/3/1991 tarihinde köprü koruma bandında kaldığı gerekçesiyle koruma altına alınmıştır.

11. Silivri Asliye Hukuk Mahkemesinin taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle tapu kaydının iptaline ve tescil harici bırakılmasına dair 21/2/2002 tarihli kararı 11/4/2004 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.

12. İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 21/3/2002 tarihli kararıyla taşınmazın 1. derece arkeolojik sit alanında ve kesin yapılaşma yasağının içerisinde kaldığı anlaşılmıştır.

13. İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 23/3/2006 tarihli kararıyla taşınmazın bulunduğu alan 1. derece arkeolojik sit alanı vasfı kaldırılarak koruma alanı olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte aynı Kurulun 13/4/2006 tarihli kararıyla başvuru konusu taşınmazın kesin yapılaşma yasağının dışında kaldığı anlaşılmıştır.

B. Tazminat Davası Süreci

14. Başvurucular tarafından 16/6/2004 tarihinde İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada 2/5/2006 tarihinde idare mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Bunun üzerine 7/9/2006 tarihinde İstanbul 8. İdare Mahkemesinde açılan davada ise 27/6/2007 tarihinde idare mahkemelerinin görevli olmadığına karar verilmiştir.

15. Adli yargı ve idari yargı arasında verilen görevsizlik kararları sonrasında yargı yolu uyuşmazlığının giderilmesine ilişkin olarak Uyuşmazlık Mahkemesince 2/2/2009 tarihinde İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesince 11/6/2009 tarihinde yetkisizlik kararı verilmiştir.

16. Görevsizlik ve yetkisizlik kararları sonrasında nihayet Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 27/7/2009 tarihinde görülmeye başlanan davada başvurucular, bahsi geçen tapu kaydının iptali nedeniyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’un 1007. maddesi uyarınca tazminat talep etmişlerdir.

17. Mahkemece yapılan keşif sonrası alınan 17/12/2010 tarihli Bilirkişi Kurulu raporunda seçenekli hesaplama yapılmıştır. Raporda taşınmazın 1. derece sit alanında yapılaşma yasağının olduğu dava tarihindeki değeri 313.835 TL olarak tespit edilmişken koruma alanında ve yapılaşma yasağının olmadığı 22/10/2009 tarihindeki değeri 941.505 TL olarak tespit edilmiştir.

18. Mahkemece 23/2/2011 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilerek 313.835 TL tazminata hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde, anılan taşınmazın kıyıda kaldığı ve kumluk olduğu, başka tarzda değerlendirilmesinin mümkün olmadığı belirtilerek dava tarihi itibarıyla değerinin tespit edildiği ifade edilmiştir.

19. Temyiz edilen karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından 17/4/2012 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, mahkemece yapılan araştırma ve inceleme ile alınan bilirkişi raporlarının hükme elverişli ve yeterli olmadığı belirtilmiştir.

20. Bozma kararına uyularak yeni bilirkişi kurulu raporları alınmıştır. Mahkemece hükme esas alınan 19/11/2013 havale tarihli ek bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"...4/12/1989 tarihli imar planı örneğinde 2 kat cafe-restaurant, yüzme havuzu şeklinde imar izni bulunmasına rağmen dava tarihinde imar izni durdurulmuş bulunmaktadır. Yine dava tarihinden sonra da demontabi yapıların H=Maks. 4.50 m ve TAKS: %1,5 (Taban alanı 47,75 m² oturumlu) inşaat izni bulunmaktadır.

Yukarıda açıklanan imar izinleri dava tarihinde uygulaması bulunmadığından m² birim fiyatı belirlenmesinde parselin imar izni bulunmadığı da değerlendirmeye tabi tutulmuştur

...

tapu kaydının iptali ile taşınmazın tescil harici bırakılma işlemine ait mahkeme kararının kesinleştiği 11/4/2004 tarihi itibarıyla m² birim fiyatının 140 TL/m² . Tamamının [değeri] ise 3.189,35x140 TL = 445.669 TLolarak değerlendirilmiştir. "

21. Mahkemece 29/12/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilerek 445.669 TL tazminatın 11/4/2004 tarihinden itibaren yasal faiziyle ödenmesine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; taşınmazın değerinin tespitinde başvurucunun iddiasının aksine dava tarihinin esas alınması gerektiği açıklanmıştır. Öte taraftan idarenin kamulaştırma yapmadan tapu kaydını iptal etmesinin hakkaniyete aykırı olduğu, başvurucuların zararlarının tazmin edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Sonuç itibarıyla kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan başvuru konusu taşınmazın dava tarihi esas alınarak ve son bilirkişi raporuna göre tespit edilen değerine itibar edildiği belirtilmiştir.

22. Temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından 20/12/2016 tarihinde onanmıştır.

23. Nihai karar, başvurucular vekiline 28/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

24. Başvurucular 3/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

25. Alacağın değer kaybı hakkında ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18-33.

26. 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 4. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

"Bu Kanunda geçen deyimlerden;

Kıyı çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgiyi,

Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını,

Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı,

...

ifade eder."

27. 3621 sayılı Kanun'un 5. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

" ...

Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.

..."

28. 4721 sayılı Kanun’un 715. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır."

29. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:

"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."

30. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun “Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

 “15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;

a) Cins ve nevini,

b) Yüzölçümünü,

c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,

d)Varsa vergi beyanını,

e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,

f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini,

g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,

h) Yapılarda, (…) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,

ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,

Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.

Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz."

2. Anayasa Mahkemesi Kararı

31. Anayasa Mahkemesinin 24/9/2008 tarihli ve E.2008/26, K.2008/147 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"Başvuru kararında, geçerli tapu kaydına dayanarak yıllarca bir taşınmazı iyi niyetle kullanan bireylerin taşınmazlarının hiçbir bedel ödenmeksizin tapu kayıtlarının iptal edilerek sicilden silinmesinin Anayasa'nın 35. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne Ek 1. Protokolün 1. maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ihlal edeceği savıyla 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 5. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

...

Kıyıların bu hukuksal durumu nedeniyle, uygulamada Anayasal ve yasal düzenleme yapılmadan ya da yasaya uygun olarak kıyı kenar çizgisi belirlenmeden önce özel mülkiyete konu olmuş ve tapu siciline tescil edilmiş olan taşınmazlar üzerinde kazanılmış hak doğmayacağı, buraların zamanaşımı yoluyla iktisap edilemeyeceği, tapu sicili hükümlerine bağlı tutulamayacağı ve haczedilmeyeceği kabul edilmektedir.

...

Temel bir insan hakkı olan mülkiyet hakkı bireyin eşya üzerindeki hâkimiyetini güvence altına almaktadır. Eşya üzerindeki hâkimiyet bir yönüyle bireye devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan yaratırken, diğer taraftan emeğinin karşılığını güvence altına almakla bireye kendi hayatını yönlendirme ve geleceğini tasarlama olanağı sunmaktadır. Bu nedenle birey özgürlüğü ile mülkiyet hakkı arasında yakın bir ilişki vardır.

Ancak mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olması nedeniyle özel mülkiyete konu yapılamaması Anayasa'da öngörülmektedir.

 Kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olması, buraların özel mülkiyete konu olamayacağı ve doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmaları gerektiği anlamına gelmektedir. Hukukumuzda kıyılar, sahipsiz doğal nitelikli ve herkese açık bir kamu malı olarak düzenlenmiştir.

Anayasa'nın 43. maddesi kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu hükmünü içermektedir. Buna göre anayasa koyucu kıyıların toplum için önemini dikkate alarak mülkiyet konusu olmasını yasaklamaktadır. İptali istenilen 3621 sayılı Yasa'nın 5. maddesinin birinci fıkrası, Anayasa'nın 43. maddesindeki hükmün bir tekrarı niteliğindedir. Bu nedenle 5. maddenin Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.

İtiraz başvurusunda değinilen uygulama sorunu, son yıllarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları çerçevesinde kıyı kenar çizgisi içinde kalan tapu siciline kayıtlı taşınmazların karşılıklı hak dengesini sağlamak amacıyla mülk sahibine tazminat niteliğinde bir bedelin ödenmesi gerektiği yolundaki yargı kararları ile ortadan kalkmıştır.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'ya aykırı değildir, iptal isteminin reddi gerekir..."

32. Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli ve E.2009/31, K.2011/77 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"A- 5841 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. Maddesinin Üçüncü Fıkrasına Eklenen 'Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dâhil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır' Cümlesinin İncelenmesi

Dava konusu kuralın uygulanması halinde kıyı ya da orman niteliğinde olduğu belirlenen alanlar kadastro işlemleri sırasında özel mülk olarak tespiti yapılmış ve kadastro işlemlerinin kesinleşmesinden itibaren on yıldan daha fazla bir süre geçmiş ise bu alanlara ilişkin olarak kamu idaresi tarafından tapu iptali davası açılması olanağı ortadan kalkacaktır. Bunun sonucunda tapu kayıtları kesinlik kazanacak ve özel mülkiyete ilişkin tapular geçerli kabul edilecektir. Böylece dava konusu kuralın uygulanması ile kıyı ya da orman alanına dâhil olan bir taşınmaz üzerinde özel mülkiyet mümkün hale gelecektir.

Anayasa’nın 43. ve 169. maddelerinde temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanması hakkını güvence altına almak amacıyla kıyıların ve ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir.

Ancak, hukuk devletinin en temel unsurlarından birisi olan hukuki güvenlik ilkesi bireyleri keyfi yönetimlere ve hukuki sürprizlere karşı korumak ve bireylerin ileride başlarına gelebilecekleri öngörebilmesi ve hareketlerini buna göre ayarlayabilmesi amacıyla hukuk kurallarının açık, anlaşılabilir ve öngörülebilir olmasını gerektirir. Hukuki güvenlik ilkesini eşya hukuku alanında somutlaştıran kurum tapuya güven ilkesidir. Tapu sicilinin temel işlevi bir taşınmazla ilgili tüm hakların bu sicile kaydedilerek herkese karşı ileri sürülebilmesi ve sicile kayıtlı olmayan hakların da iyi niyetli üçüncü kişilere karşı ileri sürülememesidir. Bu aynı zamanda mülkiyet hakkının sağladığı güvencenin de bir sonucudur.

Anayasa’nın 35. maddesi ise kişi özgürlüğü ile yakından ilişkili olan mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Ancak mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilir ve bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem kıyılar hem de ormanlarla ilgili kararlarında kadastro tespiti ya da satın alma yoluyla tapulu taşınmazları edinen kişilerin tapularının, kıyı kenar çizgisi ya da orman alanı içinde kaldığı gerekçesiyle ve herhangi bir tazminat ödenmeksizin iptal edilmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 1. protokolün 1. maddesinin ihlali olarak nitelendirmiştir. AİHM bu kararlarında çevrenin korunmasına ilişkin kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkının korunması arasında makul bir dengenin bulunması gerektiğini belirterek, karşılığı ödenmeksizin mülkiyet hakkına müdahale edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır.

Kıyıların ya da ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve yasa koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 43. ve 169. maddelerine aykırıdır; iptali gerekir...

B- 5841 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na Eklenen Geçici 10. maddenin İncelenmesi

Dava dilekçesi ve başvuru kararlarında dava konusu kuralın aleyhe bir hüküm olduğu ve kazanılmış hakları ihlal ettiği belirtilerek Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava ve itiraz konusu kural, Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen hükmün devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile kanunun yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış davalarda da uygulanmasını öngörmektedir.

Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen kuralın yukarıda yapılan incelenmesi neticesinde Anayasa’ya aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığından aynı gerekçelerle kural, Anayasa’nın 43.ve 169. maddelerine aykırıdır; iptali gerekir..."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) davanın esasını teşkil eden zararı giderecek tazminatın ulusal mahkemeler tarafından hesaplanması gereken hâllerde kendini bu konuda karar vermeye yetkili görmemektedir. Doğrusu AİHM, kamulaştırılan yerin değerini belirleyecek ve buna karşılık ödenecek tazminatın kriterlerini belirlemede kendini Türk mahkemelerinin yerine koyamaz. Ne var ki somut olaydaki dava dosyası içeriğine göre AİHM, başvurucunun ulusal mahkemelerce hükmedilen tazminat bedelinin mülkün değeri ile makul bir bağlantı kurmadığını gösterebildiğini gözlemlemektedir (Yıltaş Yıldız Turistik Tesisleri A.Ş./Türkiye, B. No: 30502/96, 24/4/2003, § 38).

35. AİHM'e göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak AİHM, mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı hâlde bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/10/2005, §§ 36-43; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/3/2009, §§ 34-41).

36. Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37203/05, 31/5/2016, §§ 4-19) kararında AİHM, bilirkişi raporunda taşınmazda oluşan değer kaybı taşınmazın gerçek değerinin %9'u olarak tespit edildiği hâlde mahkemenin Yargıtay içtihadından hareketle zarar miktarını taşınmaz değerinin %2'si ile sınırlandırdığına işaret etmiştir. AİHM, Yargıtayın farklı durumların gözönünde bulundurulmasını dışlayan katı yorumu nedeniyle başvurucuların taşınmaz değerinin %7'sine tekabül eden zararlarının karşılanamadığını belirtmiştir. AİHM ayrıca özellikle ulusal mahkemelerin başvurucuların iddialarını hangi sebeplerle reddettiklerini ve tazminat miktarını taşınmazın değerinin %2’si ile sınırlandırmalarının gerekçelerini açıklamadıklarına vurgu yapmışlardır. AİHM bu sebeple müdahalenin kamu yararı ile mülkiyet hakkının korunması arasındaki adil dengeyi bozduğunu ifade ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 33-40).

37. Halil Göçmen/Türkiye (B. No: 24883/07, 12/11/2013) kararında ise kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar veren AİHM, derece mahkemelerince hükmedilen tazminatın yeterliliğini de ölçülülük bağlamında tartışmıştır.AİHM bu bağlamda öncelikle ulusal mahkemelerin yerine geçerek kamulaştırma bedelini belirleme gibi bir görevinin bulunmadığını ancak mahkemelerin adil veya makul olmayan kararlar verilmesini sağlamakla yükümlü olduğunu belirtmiştir. AİHM somut olayda kamulaştırmasız el atma tazminatına ilişkin iki ayrı bilirkişi raporu bulunduğuna dikkat çekmiş ve derece mahkemelerince yeterli bir gerekçe gösterilmeden daha az bir bedel öngören raporun hükme esas alınmasının müdahaleyi ölçüsüz kıldığını belirtmiştir (Halil Göçmen/Türkiye, §§ 37-43).

38. Son alarak bu bağlamda Kutlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 51861/11, 13/12/2016) kararına da değinmek gerekir. Somut olayda bilirkişilerin taşınmazın kullanımını etkileyen kısıtlamaları dikkate alarak değer kaybı oranını %40 olarak belirlediklerini ifade eden AİHM, bilirkişi raporunun derece mahkemelerini bağlamadığını kabul etmiş ancak bilirkişi raporunun sonuçlarının bertaraf edilmesi nedenlerinin mahkemelerce açıklanması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM, mahkemelerce gözönünde bulundurulacak ölçütlerin basit bir anlatımıyla değer düşüklüğünün %25 ile sınırlandırılmasının ise yeterli bir gerekçe olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. AİHM bu sebeple tazminat miktarının belirlenme şekli nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğuna karar vermiştir (Kutlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 70-76).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 12/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Değer Kaybı Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

40. Başvurucular; mahkemelerce hükmedilen alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesi ve kanuna aykırı olarak dava harcına hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuruculara göre uzun yargılama ve enflasyonun dikkate alınmaması alacağın değer kaybetmesine yol açmaktadır.

2. Değerlendirme

41. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler. Ayrıca başvurucular davada kabul edilen harcın kanuna aykırı olarak davalı tarafa yükletilmediğinden yakınmışlarsa da hükmedilen harcın dava dilekçesinde belirtilen ve sonrasında ıslah dilekçesiyle arttırılan dava konusu üzerinden davanın kabul ve ret oranına göre belirlendiği anlaşıldığından ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir. Başvurucuların hükmedilen tazminatın değer kaybına uğratıldığı yönündeki şikâyetlerinin mülkiyet hakkına ilişkin olduğu anlaşıldığından başvurucunun belirtilen şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

44. Başvuruya konu olayda uygulanacak ilkeler Anayasa Mahkemesinin Mehmet Akdoğan ve diğerleri (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 41-65) ile Ali Şimşek ve diğerleri, §§ 58-69. kararlarında belirtilmiştir.

45. Buna göre kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 59). Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

46. Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için derece mahkemelerince tespit edilen gerçek değer ile başvurucuya yapılan ödemelerin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucunun mülkünden mahrum kalması arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve müdahalenin ölçülü olup olmadığını tespit etmede önemli olan, yapılan ödemelerin değer kaybının toplam bedele oranı üzerinden başvurucunun maruz kaldığı yükü belirlemektir (Ali Şimşek ve diğerleri, § 66).

47. Aynı yöndeki şikâyete ilişkin başvuru konusu olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

48. Yargılama makamlarının, 11/4/2004 tarihi itibarıyla başvurucuların tazminata hak kazandığını tespit ettiği ve bu tarihten itibaren tazminata yasal faiz işletilmesine karar verildiği görülmektedir (bkz. § 21).

49. Başvurucuların yargılama sırasında alacağının değer kaybettiğinden yakındığı ve kararıninfaz edilmediği yönünde bir şikâyetinin de olmadığı gözetildiğinde ödemeye esas karar tarihi dikkate alınarak başvuruculara yasal faiz ödemesi yapıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda tüketici fiyat endeksi verileri uyarınca Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre tazminata uygulanan yasal faize rağmen alacağın hak kazanıldığı tarihten bireysel başvuru tarihine kadar enflasyonun toplam yaklaşık %21 oranında olduğu, diğer bir deyişle başvurucuların alacağının yargılama sırasında enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğradığı görülmektedir.

50. Sonuç olarak başvurucuların tazminata hak kazandığı tarihten bireysel başvurunun yapıldığı tarihe kadar geçen on bir yıllık süredeki enflasyon oranları dikkate alındığında mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen söz konusu alacağın değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşılmaktadır. Belirtilen değer kaybının miktarı gözetildiğinde müdahaleyle başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu sebeple söz konusu müdahalenin kamunun yararı ile başvurucuların mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucular aleyhine bozduğu sonucuna varılmıştır.

51. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Tazminatın Düşük Belirlenmesi Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

52. Başvurucular tazminatın düşük belirlendiğinden yakınmaktadırlar. Başvuruculara göre idare tarafından tazminat miktarı taşınmazın dava açıldığı tarihteki durumuna göre tespit edildiği bilindiğinden imar durumunda dava açılmadan önce ve sonra değişiklikler yapılmıştır. Bu itibarla tapu kaydının iptalinden bir ay sonra taşınmazın bulunduğu alanın 1. derece sit alanına çevrilmesinin ve yapılaşma yasağı getirilmesi ve tazminat davası açıldıktan sonra bu kez 1. derece sit alanı statüsünün kaldırılarak koruma alanına dönüştürülmesi ve yapılaşma yasağının kaldırılmasının amacı davanın açıldığı tarihe göre yapılan tazminatın düşük belirlenmesini sağlamaktır. Başvurucular ayrıca 2004 yılında açılan davanın kendi kusurları olmaksızın görev ve yetki uyuşmazlıkları nedeniyle ancak 2009 yılında yetkili ve görevli mahkemede görülmeye başlandığını bu nedenle taşınmazın değerinin bu tarihe göre belirlenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular bu gerekçelerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

53. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

54. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucular, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler. Bununla birlikte başvurucuların tapunun iptali nedeniyle doğan gerçek zararlarının tespit edilmemesine ilişkin şikâyetlerinin esas itibarıyla ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

55. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün ve Müdahalenin Varlığı ile Türü

56. Somut olayda başvurucuların tapu kaydı iptal edilmiştir. Taşınmaz mal varlığının Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucuların taşınmazlarının kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle tapularının iptal edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında da belirtildiği üzere taşınmazın tapusunun iptal edilmesi mülkiyetten yoksun bırakma niteliği taşımaktadır (benzer yöndeki karar için bkz. Mehmet Akdoğan ve diğerleri).

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

57. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

58. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.

 (1) Kanunilik

59. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

60. Somut olayda başvurucuların taşınmazı 3621 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan belirleme neticesinde kıyı kenar çizgisinin kıyıda kalan kısmında bırakılmıştır. Dolayısıyla müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu kuşkusuzdur.

 (2) Meşru Amaç

61. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise örneğin kamulaştırma gibi hususlarda uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 35).

62. Anayasa'nın 43. maddesine göre, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmalıdırlar ve bunlardan yararlanma, ancak kıyının herkese açık olması ile mümkün olabilir (AYM, E.1990/23, K.1991/29, 18/9/1991). 3621 sayılı Kanun'un kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Kanun'un amacı çerçevesinde kıyı kenar çizgisindeki taşınmazların kamu hizmetine tahsis edilmesi, bu bağlamda somut olayda olduğu gibi kıyıdan herkesin istifade edebileceği değerlendirildiğinde müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

63. Son olarak kamu makamlarınca başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacın gerçekleştirilmesi için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

64. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

65. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).

66. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

67. Diğer taraftan mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

68. İdarenin ölçülülük bağlamında iyi yönetim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. İyi yönetim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 68). Bu bağlamda idarelerin kendi hatalarının sonuçlarını gidermeleri ve bireylere yüklememeleri gerekir (Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018, § 100).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

69. Başvurucular, tapusu iptal edilen taşınmazın gerçek değerinin ödenmediğinden yakınmaktadırlar.

70. Taşınmazın tapusu iptal edildiğinden mülkiyet hakkına yapılan müdahale ancak gerçek değerinin ödenmesiyle ölçülü olabilir. Taşınmazın gerçek karşılığı olan bedelinin tespiti ise -kural olarak- uzman mahkemelerin ve Yargıtayın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve görevindedir. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile ödenen bedel arasındaki ilişki yönünden Anayasa Mahkemesinin yapacağı tespit, orantılılık incelemesinden ibarettir.

71. Somut olayda başvurucuların taşınmazının değeri derece mahkemelerince dava tarihindeki durumuna ve niteliğine göre belirlenmiştir. Buna göre bilirkişi kurulu dava tarihi itibarıyla taşınmazın 1. derece sit alanında ve kesin yapılaşma yasağı içinde kaldığını belirterek değeri buna göre hesaplamış, derece mahkemeleri de bu hesaplamaya göre tazminatı belirlemişlerdir. Hükme esas alınan bilirkişi raporlarında söz konusu taşınmazın 1. derece sit alanı olduğunun kabulü hâlinde değerinin 445.669 TL olduğu, koruma alanı içinde olduğu değerlendirildiği takdirde ise değerinin 941.505 TL olduğu belirtilmektedir (bkz. §§ 15-19).

72. Diğer taraftan 16/6/1983 tarihinde kesinleşen kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan bu taşınmaz 1/3/1991 tarihinde köprü koruma bandında kaldığı gerekçesiyle koruma altına alınmış; 21/3/2002 tarihinde 1. derece arkeolojik sit alanında ve kesin yapılaşma yasağının içerisinde kaldığına karar verilmiş; ancak başvurucuların 16/6/2004 tarihinde açtığı tazminat davasından kısa bir süre sonra 23/3/2006 tarihinde bu defa taşınmazın bulunduğu alanın 1. derece arkeolojik sit alanı vasfı kaldırılarak koruma alanı olarak belirlenmesine karar verilmiştir. Buna göre başvuru konusu taşınmazın kesin yapılaşma yasağının dışında kaldığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 7-11).

73. Esas itibarıyla tapusu iptal edilen taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi tek başına bir sorun teşkil etmemektedir. Bununla birlikte somut olayda taşınmazın arkeolojik sit alanında olmayıp aslında koruma alanında olduğu dava tarihinden kısa bir süre sonraki Kurul kararı ile ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda taşınmazın 1. derece arkeolojik sit alanında olmasıyla koruma alanında olması ve kesin yapılaşma yasağı kapsamında olması ile olmamasının taşınmazın değerini önemli derecede etkileyen bir farklılığa yol açtığı ortadadır.

74. Buna göre olayda söz konusu taşınmazın tapu kaydının iptaline ilişkin mahkeme kararının verilmesinden sonra temyiz aşamasındayken 1. derece arkeolojik sit alanı olarak ilan edildiğine dikkati çekmek gerekir. Diğer bir deyişle başvurucuların taşınmazının tapu kaydının iptal edildiği aşamada kültür varlığı statüsü taşınmazın değerini önemli ölçüde azaltacak şekilde değiştirilmiş, başvurucuların açtığı tazminat davasında da dava tarihi itibarıyla mevcut olan bu statüye göre taşınmazın değeri belirlenmiş, ancak söz konusu dava devam ederken taşınmazın belirtilen statüsü bir defa daha bu defa taşınmazın değerini arttıracak biçimde yeniden tapunun iptalinden önceki hâline getirilmiştir. Dolayısıyla başvurucuların taşınmazlarından yoksun bırakıldığı sürece bir bütün olarak bakıldığında aslında yalnızca koruma alanında olması gereken taşınmazın 1. derece sit alanı olarak kabul edilerek değerinin belirlendiği, buna göre söz konusu süreç sonunda başvuruculara taşınmazının gerçek değerinin ödenmemiş olduğu sonucuna varılmıştır.

75. Nitekim başvurucular söz konusu iddialarını dava sırasında da dile getirmişler ancak derece mahkemeleri bu iddia ve itirazları konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçe ile karşılamamıştır.

76. Sonuç olarak derece mahkemelerince somut olayın kendine özgü koşulları çerçevesinde bir değerlendirme yapılmadan tapusu iptal edilen taşınmazın dava tarihindeki değerine göre tazminata hükmedilmiş olması, bu taşınmazın aslında dava tarihindeki kültür varlığı statüsünün doğru olmadığının ortaya çıkması karşısında gerçek değerin tazminat olarak ödenmemesine yol açmıştır. Bu durumda tapunun iptali suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği ve kamu yararı amacı ile mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil dengenin kurulamadığı, başvurucular aleyhine bozulduğu sonucuna varılmıştır.

77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

78. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

79. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

82. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

83. Somut olayda Mahkememizce başvuruculara ait taşınmazın tapu kaydının iptali nedeniyle açılan tazminat davasında hükmedilen bedelin taşınmazın gerçek değerinin çok altında olması ve bu tazminata hak kazanılan tarihten ödemenin yapıldığı tarihe kadar geçen süredeki enflasyon oranları dikkate alarak faiz ödenmemesi nedeniyle söz konusu tazminatın önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

84. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

85. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

86. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 772,50 TL harçtan ve 3.000 TL vekalet ücretinden oluşan toplan 3.772,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/548, K.2015/645) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 772,50 TL harçtan ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.772,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MAHMUT KESKİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/30396)

 

Karar Tarihi: 13/2/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Umut FIRTINA

Başvurucu

:

Mahmut KESKİN

Vekili

:

Av. Ziver AKSEL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın yol geçirilmesi ve kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Mahmut Keskin 1979 doğumlu olup Batman'ın Gercüş ilçesinde ikamet etmektedir.

9. Başvurucunun Batman'ın Gercüş ilçesi Bağlarbaşı Mahallesi'nde bulunan ve toplam büyüklüğü 1.605,25 m² olan 284 ada 1 parsel sayılı arsa niteliğindeki taşınmazının 583,86 m²lik kısmının üzerinden kamulaştırma yapılmadan 2011 yılında yol geçirilmiştir.

10. Başvurucu 12/3/2013 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhine Gercüş Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; arsa vasfında olan taşınmazının değerli bir muhitte yer aldığını, taşınmazının yol geçirilen kısmı üzerinden tasarruf imkânının kısıtlandığını ifade etmiştir. Dilekçede, mağduriyete yol açıldığı ve tazminat ödenmesi gerektiği belirtilmiştir.

11. Davalı idare ise savunmasında, kamulaştırmasız el atmanın söz konusu olmadığını ve davanın reddi gerektiğini ileri sürmüştür.

12. Mahkemece muhtelif tarihlerde bilirkişilerle birlikte mahallinde keşif yapılmıştır. İnşaat ve ziraat mühendisi üç bilirkişi tarafından hazırlanan raporlarda öncelikle emsal alınması gereken satış bedeli tespit edilmeye çalışılmıştır.

13. Bilirkişi raporunda özetle;

i. Emsal teşkil ettiği değerlendirilen taşınmazın daha az gelişmiş bir mahallede bulunması, şehir merkezine daha uzak bir mesafede olması, konut alanının içinde yer alması, emsal taşınmazın piyasada gördüğü rağbet ve satış kabiliyeti gibi hususlar dikkate alınarak başvurucunun taşınmazının değerinin emsal taşınmaza nazaran 1,3 kat daha değerli olduğu belirtilmiştir.

ii. Taşınmazın bir bölümünün bölünmüş yola dönüşmesi sonucunda %10 oranında değer artışı meydana geldiği, buna karşılık alanın küçülmesi sonucu yapılaşmanın kısıtlanması nedeniyle değerin azaldığı belirtilerek değer artış ve azalış oranları gözönünde bulundurulduğunda el atma nedeniyle taşınmazın değerinin toplamda %26 oranında azaldığı sonucuna ulaşılmıştır.

iii. Sonuç olarak kamulaştırmasız olarak el atılan 583,86 m²lik taşınmazındeğeri ile taşınmazın geriye kalan kısmında el atma nedeniyle değerinde meydana gelen azalma dikkate alınarak 90.888,08 TL ödenmesi gereken tazminat olarak belirlenmiştir.

14. Mahkeme 31/10/2014 tarihinde davanın kabulü ile bilirkişi raporunu hükme esas alarak 90.888,08 TL maddi tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine, el atılan 583,86 m²lik kısmın başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile Karayolları Genel Müdürlüğü lehine tapuda yol olarak terkinine karar vermiştir.

15. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesi (Daire) 1/10/2015 tarihli kararıyla 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 11. maddesinin birinci fıkrasının (g) bendine göre arsa niteliğindeki taşınmazlara değer biçilirken dava konusu taşınmaz ile emsalin zaruret olmadıkça yakın bölgelerde ve benzer yüzölçümlü olması ve değerlendirme tarihine yakın satışların emsal alınması gerekirken bunun gözetilmediği, eksik incelemeyle hüküm kurulduğu, nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleriyle kararı bozmuştur.

16. Bozma kararına uyan Mahkeme, konu hakkında yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi raporunda, hesaplanan tutar değişmemiş ve Mahkeme 26/4/2016 tarihinde bu raporda hesap ve takdir edilen 90.888,08 TL üzerinden %15 değer düşüklüğü oranı üzerinden resen hesaplama yaparak 78.866,33 TL kamulaştırma bedeline ve ilk kararda olduğu gibi tescile hükmetmiştir.

17. Kararın temyizi üzerine Daire 4/7/2017 tarihinde Mahkeme kararını onamıştır. Nihai kararlar 21/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 20/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Şevket Karataş (GK), B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20-33.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 13/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

21. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

22. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

23. Ferat Yüksel (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

24. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

25. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Kamulaştırma Bedelinin Değer Kaybına Uğratılarak Ödenmesine İlişkin Şikâyet Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları

26. Başvurucu, derece mahkemelerince belirlenen kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratıldığından ve kamulaştırma tarihi ile kamulaştırma bedelinin ödenmesi arasında geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile ödenen paranın enflasyonun çok altında kaldığındanşikâyet etmiştir.

b. Değerlendirme

27. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

28. Başvurucu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratıldığını ileri sürmüştür.

29. Kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 59). Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

30. Yapılan incelemede başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için mahkemece tespit edilen gerçek değer ile başvurucuya yapılan ödemelerin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucunun mülkünden mahrum kalması arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve müdahalenin ölçülü olup olmadığını tespit etmede önemli olan, yapılan ödemelerin değer kaybının toplam bedele oranı üzerinden başvurucunun maruz kaldığı yükü belirlemektir (Ali Şimşek ve diğerleri, § 66).

31. Anayasa Mahkemesi, daha önce kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybına uğratılmasını mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olarak değerlendirmiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 63). Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

32. Somut olayda başvurucuya kamulaştırma bedelinin tek aşamada ödendiği anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucuya 12/3/2013 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında 31/10/2014 tarihli karar üzerine 78.866,33 TL tutarında ödeme yapılmıştır.

33. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre başvurucuya ödenmesi gereken 78.866,33 TL tutarındaki kamulaştırma bedeli alacağının 2014 yılı Ekim ayı itibarıyla değer kaybını telafi edecek fark 10.646,22 TL'dir. Buna karşılık derece mahkemelerince başvurucunun alacağına 12/3/2013 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiş olup bu doğrultuda başvurucuya 11.629,00 TL tutarında faiz ödemesi yapıldığı görülmektedir.

34. Bu durumda değer kaybı miktarının 10.646,22 TL ve başvurucuya ödenmesi öngörülen kanuni faiz miktarının ise 11.629,00 TL olduğu dikkate alındığında başvurucunun kamulaştırma alacağının enflasyon karşısında değer kaybına uğratılmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca mahkeme kararıyla tespit edilen kamulaştırma bedeli, kararla birlikte taşınmaz malikine ödenmiştir. Bu durumda kamulaştırma bedelinin ödenmesi sürecindeki gecikmenin -bu sürede uğranılan zararın karşılanması amacıyla ödenen faiz miktarı da gözetildiğinde- müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edilmediğinin açık olduğu sonucuna varılmıştır.

35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Kamulaştırmasız El Atma Şikâyeti Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları

36. Başvurucu ilk olarak taşınmazına kamulaştırmasız el atılmasından yakınmıştır. Başvurucu ayrıca maliki olduğu taşınmazdan yol geçirilmesi nedeniyle kendisine bir tazminat ödenmediğini ifade etmiştir. Başvurucuya göre Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddelerine aykırı biçimde 2942 sayılı Kanun'da belirlenmiş süreçler takip edilmeden mülkiyetinde bulunan taşınmazlara kamulaştırmasız olarak el atılmıştır. Başvurucu, idarelere resmî kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulamanın taşınmaz sahipleri için öngörülemeyen ve hukuki olmayan müdahale riski taşıdığını vurgulamıştır. Diğer taraftan başvurucu kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmak zorunda bırakıldığını, bunun ise mülkiyet hakkı ihlalini de aşan bir sonuca yol açtığını belirtmiştir. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile kamulaştırma ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

37. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini belirtmekte ise de kamulaştırmasız el atmaya ilişkin şikâyetin esas itibarıyla ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

40. Somut olayda başvurucunun taşınmazına kamulaştırma yapılmaksızın el atılmış ve başvurucunun açtığı dava sonucunda yargı kararıyla taşınmazın idare lehine tapuda yol olarak terkinine hükmedilmiştir. Başvurucuya ait taşınmazdan kamulaştırma yapılmaksızın yol geçirilmesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmekle birlikte bu müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

41. Olayda idare, ilgili yargılama sürecinden de anlaşılacağı üzere başvurucunun taşınmazına kamulaştırmasız olarak el atmıştır. Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddelerine aykırı biçimde 2942 sayılı Kanun'da belirlenmiş süreçler takip edilmeden başvurucunun mülkiyetinde bulunan taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı yargı kararıyla da sabittir.

42. Anayasa Mahkemesi, daha önce çeşitli kararlarında kamulaştırmasız el atma yoluyla yapılan müdahalelerin kanuni bir dayanağı bulunmadığından dolayı mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Celalettin Aşçıoğlu, B. No: 2013/1436, 6/3/2014; Mustafa Asiler, B. No: 2013/3578, 25/2/2015; İbrahim Oğuz ve diğerleri, B. No: 2013/5926, 6/10/2015).

43. Somut olayda da anılan ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Sonuç olarak başvurucunun söz konusu taşınmazına yapılan kamulaştırmasız el atmanın Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddeleriyle 2942 sayılı Kanun'da belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik ilkesini ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır.

44. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

45. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

46. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

47. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018)kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir, Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

48. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

49. İncelenen başvuruda kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin eyleminden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

50. Kamulaştırmasız el atma uygulaması Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri yanında doğrudan 46. maddesine aykırı olarak mülkiyet hakkının ihlaline yol açan çok önemli bir sorundur. 5/1/1961 tarihli ve 221 sayılı Amme Hükmi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun'un 1. maddesi ile 9/10/1956 tarihine kadar; 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesi ile de 9/10/1956 ile 4/11/1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atma uygulamalarının tasfiyesi amacıyla düzenlemeler yapılmıştır. Buna rağmen 4/11/1983 tarihi sonrasında da idarelerce kamulaştırmasız el atma uygulamasına başvurulduğu gözlemlenmektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi temel bir hak olarak güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlaline sebebiyet veren kamulaştırmasız el atma uygulamasının ülkemizde yapısal bir sorun teşkil ettiğine dikkati çekmektedir.

51. Buna karşın derece mahkemelerince yalnızca kamulaştırma bedelinden ibaret olan maddi tazminata hükmedilmesi ve manevi tazminat gibi başka yaptırımların uygulanmaması idarelerin olağan kamulaştırma usulüne başvurmak yerine kamulaştırmasız el atma uygulamasını tercih etmesine yol açmaktadır. Hâlbuki kanuni bir dayanağı bulunmayan kamulaştırmasız el atma uygulaması, Anayasa'nın öngördüğü mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerini de içermediğinden olağan kamulaştırma usulünün bir alternatifi olamaz. Nitekim 1/3/2014 tarihli ve 28928 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı'na ekli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İhlallerinin Önlenmesine İlişkin Eylem Planı'nda da idarelerin kamulaştırmasız el atma yoluna başvurmalarının önlenmesi için gerekli düzenlemelerin yapılması öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi kamulaştırmasız el atma uygulamasına son verilmesi bakımından öngörülen bu tedbirlerin ve düzenlemelerin gerçekleştirilmesinin önemine vurgu yapmaktadır.

52. Sonuç olarak başvurucunun maddi zararları giderilmiş olsa dahi Anayasa'nın doğrudan sözüne aykırı olduğu ve kanuna dayalı olmadığı tespit edilen kamulaştırmasız el atma suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin yukarıda değinildiği üzere yapısal bir sorun teşkil ettiği dikkate alınmalıdır. Buna göre Anayasa ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlaline yol açıldığının bilinerek idari anlamda gerekli tedbirlerin alınması ve benzeri nitelikte yeni ihlallere yol açılmaması için kararın bir örneğinin taşınmaza el atan sorumlu idare olan Karayolları Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığına da gönderilmesi gerekir.

53. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesine ilişkin şikâyet yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Kamulaştırmasız el atmanın kanunilik ilkesine aykırı olmasına ilişkin şikâyet yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, başvurucunun maddi tazminat talebinin REDDİNE,

D. Kararın bir örneğinin Karayolları Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Gercüş Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/122, K.2016/62) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CENGİZ BOZKURT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/38634)

 

Karar Tarihi: 12/1/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Kamber Ozan TUTAL

Başvurucu

:

Cengiz BOZKURT

Vekili

:

Av. Mehmet Erol ALSAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, alacağın değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının; aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/12/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmeyeceğini açıklamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1973 doğumlu olup Ankara'da ikâmet etmektedir.

9. Ankara'nın Yenimahalle ilçesi Aşağıyurtçu mahallesi 218 ada 10 parselde kayıtlı 486 metrekare yüz ölçümüne haiz tarla vasfındaki taşınmaz köy tüzel kişiliği adına kayıtlı iken 143.791.000 TL satış bedeli ile 26/3/1997 tarihinde başvurucu adına tahsisen tescil edilmiştir. Tapu senedinde taşınmazın iktisap nedeni 20/5/1987 tarihli ve 3367 sayılı Kanun ile değişik 18/3/1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanunu'nun ek 13. maddesi olarak gösterilmiştir.

10. Tüzel kişiliği sona eren Asağıyurtçu köyünün haklarını devralan Yenimahalle Belediyesi (Belediye) 3/11/2009 tarihinde, 3367 sayılı Kanun ile 20/8/1987 tarihli ve 19550 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Köy Yerleşme Alanı Uygulama Yönetmeliği hükümlerinde belirtilen şartların yerine getirilmediği iddiasıyla başvurucu adına tescil edilen taşınmaz için tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi 16/7/2010 tarihinde, başvurucunun tahsisen tescil edilen taşınmaz üzerine beş yıl içerisinde bina yapma şartını yerine getirmediği gerekçesiyle davanın kabulü ile taşınmazın Belediye adına tesciline hükmetmiştir. Kesinleşme şerhinde kararın temyiz edilmeksizin 14/2/2011 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir.

11. Başvurucu 10/6/2013 tarihinde Belediyeye karşı alacak davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; bedeli karşılığında satın aldığı taşınmazın tapu kaydının iptal edilerek Belediye adına tescil edildiğini buna karşılık Belediyenin herhangi bir ödeme yapmadığını belirterek dava konusu taşınmazın değerinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir. Dava dilekçesinde dava konusu taşınmazın değeri 80.000 TL olarak gösterilmiştir.

12. Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 13/2/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde 442 sayılı Kanun'da taşınmaz bedelinin başvurucuya ödeneceğine dair bir hüküm bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiştir.

13. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (Daire) 24/12/2014 tarihinde Mahkeme kararını bozmuştur. Daire, davayı sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davası olarak nitelemiştir. Daire; başvurucunun tahsis koşullarını yerine getirmemesi nedeniyle tapu kaydının iptal edildiğine, bununla birlikte başvurucunun tahsis işlemi sırasında ödediği bedeli isteme hakkına sahip olduğuna işaret ederek başvurucu tarafından ödenen bedelin aynen iadesine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Daire, başvurucu tarafından bir bedelin ödendiğinin ispatı halinde ödenen bedelin aynen iadesine karar verilmesi gerekirken sebepsiz zenginleşme ilkelerine aykırı olarak davanın reddedilmiş olmasını doğru bulmadığını açıklamıştır.

14. Mahkeme 29/12/2015 tarihinde Dairenin bozma kararına uymuş ve davayı kısmen kabul ederek 143,79 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; başvurucunun taşınmaz için 143.791.000 eski Türk Lirası (143,79 TL) ödemiş olduğunu, dolayısıyla bu bedelin aynen iadesine karar verilmesi gerektiğini açıklamıştır. Mahkeme ayrıca başvurucu lehine 143 TL vekâlet ücretine, davalı Belediye lehine ise 9.134 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir.

15. Başvurucu 5/2/2016 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Başvurucu, temyiz dilekçesinde; taşınmazın dava tarihindeki rayiç bedeli üzerinden hesaplanacak değerin iade edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Daire, Mahkemenin kararını 22/2/2017 tarihinde onamıştır. Başvurucu, karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Daire 31/10/2017 tarihinde karar düzeltme istemini reddetmiştir.

16. Nihai karar 23/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 8/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

18. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 77. maddesi şöyledir:

"Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.

Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur. "

2. Yargıtay İçtihadı

19. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 11/2/2020 tarihli ve E.2019/5860, K.2020/1112 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Geçerli bir sebebe dayanmaksızın, bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerin eksiksiz iadesi, denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana ve enflasyon oranlarına bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve az olduğu da bilinen bir gerçektir.

Hukuken geçersiz sözleşmeler, sebepsiz zenginleşme kurulları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet ilkesi hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus, hakkaniyetin ve adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iade kararı verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün, ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerekmektedir. Aksi halde ise kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak ve iade borçlularının iade de direnmelerine neden olacaktır."

20. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 26/3/2019 tarihli ve E.2017/15604, K.2019/2545 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Geçersiz satış sözleşmesi gereğince; diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi 'Denkleştirici Adalet' düşüncesine dayanmaktadır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebebe dayanmadan başkasının mal varlığından istifade ederek, kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğünü ifade eder.

Bu bakımdan, sebepsiz zenginleşmeye konu alacağın iadesine karar verilirken, taşınmazın satış bedelinin alım gücünün ilk ödeme günündeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerekir. Bu güncelleme yapılırken, güncellemeye esas alınan somut verileri tek tek uygulanarak, ödeme tarihinden ifanın imkânsız hale geldiği tarihe kadar paranın ulaştığı değer her bir dönem için hesaplanmalı, sonra bunların ortalaması alınmalıdır.

Başka bir deyişle, denkleştirici adalet kuralı gereğince iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün, ifanın imkânsız hale geldiği tarihteki alım gücüne uyarlanması zorunluluğu bulunmaktadır.

Satım bedelinin iade tarihindeki ulaştığı bedel belirlenirken ödenen paranın çeşitli ekonomik etkenler nedeniyle azalan alım gücünün enflasyon, ÜFE-TÜFE artış oranları, altın, işçi ücretlerindeki artış ve döviz kurlarındaki artış vs. ortalamaları göz önünde tutulmalıdır."

B. Uluslararası Hukuk

21. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 25-31; ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/2267, 21/12/2017, §§ 39-43.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Mahkemenin 12/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

23. Başvurucu; bedeli karşılığı satın aldığı taşınmazın gerçek değerinin ödenmediğini, bunun yerine 1997 yılında ödemiş olduğu bedelin aynen iadesine karar verildiğini, aradan geçen uzun süre nedeniyle alacağın değer kaybına uğradığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

24. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

26. Başvurucunun açtığı alacak davası Mahkemece kabul edilmiştir. Bu hüküm Yargıtayca onanmış ve karar düzeltme istemi de reddedilmekle kesinleşmiştir. Dolayısıyla söz konusu alacağının başvurucu yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil ettiğinde kuşkusuzdur.

27. Başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen alacağa enflasyon karşısında değer kaybına uğratılarak hükmedilmesi şeklindeki müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ferda Yeşiltepe, §§ 48-51).

28. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62). Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, § 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, § 60).

29. Kamu kurum ve kuruluşlarından olan çeşitli para alacaklarının değer kaybına uğratılarak ödenmesine ilişkin şikâyetlerde, kamu makamlarının para borçlarını makul olmayan bir gecikme ile ödedikleri durumlarda para alacağında meydana gelen değer aşınmalarının başvurucular üzerinde şahsi olarak aşırı bir yük oluşturması hâlinde müdahale ölçülü olmadığı sonucuna varılacaktır (kamulaştırma bedeli yönünden bkz. Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013; Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017; bir sosyal güvenlik ödemesi yönünden bkz. Ferda Yeşiltepe; ihale alacağı yönünden bkz. ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti.; vergi iadesi alacağı yönünden bkz. Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2013/28, 25/2/2015; deprem nedeniyle tazminat yönünden bkz. Abdulhalim Bozboğa, B. No: 2013/6880, 23/3/2016).

30. Başvuruya konu olayda tapu kaydının iptali üzerine başvurucu, taşınmazının rayiç bedelinin ödenmesi talebiyle Belediye aleyhine alacak davası açmıştır. Yargılama süreci sonunda sebepsiz zenginleşme kapsamında başvurucuya taşınmazın tahsisi için 1997 yılında ödediği bedel olan 143,79 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu, hükmedilen bedelin taşınmazın gerçek değerinin karşılığı olmaması ve değer kaybına uğratılmış şekilde alacağa hükmedilmesinden şikâyetçidir.

31. Bu aşamada belirtmek gerekir ki yargılama sürecinde delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması -kural olarak- derece mahkemelerinin takdirindedir. Ancak bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp derece mahkemelerinin kararlarının açıkça keyfî olmaması veya bariz bir takdir hatası içermemesi gerekir. Bu bağlamda somut olayda başvurucunun zararının taşınmazın rayiç bedeli üzerinden mi hesaplanması gerektiği yoksa tahsis tarihinde ödenen bedel üzerinden mi hesaplanması gerektiğinin takdiri derece mahkemelerine aittir. Derece mahkemeleri, başvurucunun tahsis koşullarını yerine getirmemesi nedeniyle tapu kaydının iptal edildiğini gözeterek tahsis sırasında ödenen bedelin iadesi gerektiğine hükmetmiştir. Derece mahkemelerinin gerekçeleri gözetildiğinde zararın tahsis tarihinde ödenen bedel esas alınarak hesaplanmasının açıkça keyfî olmadığı gibi bariz bir takdir hatası da içermemektedir.

32. Öte yandan taşınmazın tahsisen tescili için ödenen bedelin başvurucuya iade edilmesi gerektiği derece mahkemeleri kararı ile hüküm altına alınmıştır. Bunun yanında tahsilat ile dava tarihi arasında geçen sürede söz konusu bedelin enflasyon karşısında değerinde meydana gelen aşınmayı ve bu sürede başvurucunun bu bedelden yararlanamaması nedeniyle meydana gelen zararı telafi etmek amacıyla gerekli önlemlerin kamu makamlarınca alınması gerekmektedir. Somut olayda başvurucunun taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi talebiyle açtığı dava sonucunda 1997 yılında ödenen bedele aynen hükmedilerek dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiştir. Bu bağlamda çoğun içinde azı da vardır (in toto et pars continetur) ilkesi gereğince başvurucunun taşınmazın rayiç bedelinin iadesi talebinin, taşınmaz için ödediği bedelin değer kaybına uğratılmadan iade edilmesini de içerdiği kabul edilmelidir.

33. Somut olayda başvurucu, taşınmaz için 1997 yılı Mart ayında 143,79 TL ödeme yapmıştır. Buna karşılık söz konusu bedelin dava tarihinden itibaren yasal faiz işletmek suretiyle başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre tahsis bedelinin ödendiği 1997 yılı Mart ayındaki 100 TL'nin, dava tarihi olan 2013 yılı Haziran ayı itibarıyla enflasyon karşısında değer kaybı giderilmiş karşılığı 3.706,17 TL'dir. Bu durumda, başvurucu lehine hükmedilen 143,79 TL tutarındaki alacağın 2013 yılı Haziran ayı itibarıyla TÜİK verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı 5.329,10 TL’dir.

34. Bu kapsamda yukarıdaki verilere göre başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen 1997 yılında ödediği ve iadesine hükmedilen 143,79 TL tutarındaki alacağının dava tarihi itibarıyla değer kaybını telafi edecek fark 5.185,31 TL'dir. Buna karşılık derece mahkemeleri 143,79 TL'nin aynen ödenmesi ve bu bedele dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesiyle yetinmiştir. Bu durumda dava tarihi itibarıyla başvurucunun alacağında meydana gelen değer kaybı %3.606,17'dir.

35. Sonuç olarak ödeme tarihinden dava tarihine kadar geçen süre dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratıldığı anlaşılmaktadır. Bu haliyle başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiği kanaatine varılmıştır. Dolayısıyla somut olay bakımından kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında bulunması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı değerlendirilmiştir.

36. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Başvurucu, haksız bir şekilde aleyhine 9.134 TL vekâlet ücretine hükmedildiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

38. Anayasa Mahkemesince mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılması ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması hâlinde -yeniden yargılama kararı ile birlikte- Mahkeme ve Daire hükümleri ortadan kalkmış olacaktır (Fenerbahçe Spor Kulübü Derneği, B. No: 2017/4483, 13/2/2020, § 64).

39. Dolayısıyla somut olayda başvurucu aleyhine Mahkemece hükmedilen vekâlet ücreti de ihlalin sonucuna bağlı olarak kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden bu aşamada inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

40. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

41. Başvurucu ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

42. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

43. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

44. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

45. İncelenen başvuruda alacağın enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

46. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

47. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

48. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın bu aşamada ayrıca incelenmesine YER OLMADIĞINA,

D. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/348, K.2015/504) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

F. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FATMA ÇUKUR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/26618)

 

Karar Tarihi: 7/9/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

M.Emin ŞAHİNER

Başvurucular

:

1. Fatma ÇUKUR

 

 

2. Fırat AKKAYA

 

 

3. Murat AKKAYA

 

 

4. Nesrin AKKAYA

Başvurucular Vekili

:

Av. Yüksel SİPAHİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırılan taşınmaz için tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden faize hükmedilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

4. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular Nesrin Akkaya, Murat Akkaya ve Fırat Akkaya sırasıyla 1956, 1978 ve 1981 doğumlu olup İzmir'in Bornova ilçesinde; Fatma Çukur 1985 doğumlu olup İzmir'in Karşıyaka ilçesinde ikamet etmektedir.

10. Başvurucular, murisleri Recep Akkaya'dan kendilerine miras yoluyla intikal etmiş olan İzmir'in Bornova ilçesi Kazımdirik Mahallesi'nde yer alan 60 ada 1 ve 2 parsel numaralı taşınmazların ayrı ayrı 1/12 payı oranında malikidirler.

11. İmar uygulamasında yol, yeşil alan ve otopark olarak yer alan taşınmazların İzmir Büyükşehir Belediye Encümeninin 8/5/2008 tarihli kararıyla kamulaştırılmasına karar verilmiştir.

12. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı (Büyükşehir Belediyesi) 17/10/2008 tarihinde başvurucular aleyhine açtığı dava ile İzmir'in Bornova ilçesi Kazımdirik Mahallesi'nde yer alan 60 ada 1 ve 2 parsel numaralı taşınmazların kamulaştırma bedelinin tespitini ve Hazine adına tescilini talep etmiştir.

13. İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 5/4/2010 tarihli kararı ile taşınmazların kamulaştırma bedelinin 429.440,93 TL olduğunun tespitine ve her iki taşınmaz üzerinde başvurucuların murisi Recep Akkaya adına kayıtlı olan ayrı ayrı 1/12 pay tapularının iptaliyle davacı Büyükşehir Belediyesi adına tesciline karar vermiştir.

14. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 18. Hukuk Dairesince (Daire) 21/2/2011 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Daire tarafından 13/6/2011 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar başvuruculara 20/7/2011 tarihinde tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucular, yukarıda belirtilen mahkeme kararında mülkiyet haklarının ihlal edildiğinden bahisle 13/12/2011 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapmıştır. AİHM 15055/12 başvuru numaralı kararı ile mülkiyet hakkı çerçevesinde enflasyonun etkisiyle kamulaştırma bedelindeki değer kaybının telafi edilmediği yönündeki şikâyetler hususunda başvurucuların 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'la kurulan Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvurmaları gerektiğine ve diğer şikâyetlerin ise muhtelif gerekçelerle kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir.

16. Anılan karar doğrultusunda başvurucular; 25/8/2017 tarihinde Tazminat Komisyonuna başvuru yaparak AİHM başvuru formuna atıfla, aynı taleplerinin 6384 sayılı Kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasını istemiştir. Diğer bir deyişle başvurucular, ilk derece mahkemesi tarafından hükmolunan kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

17. Tazminat Komisyonu, 14/3/2018 tarihli kararı ile başvurunun reddine karar vermiştir. Tazminat Komisyonu bu sonuca ulaşırken idare tarafından kamulaştırılan taşınmazın kamulaştırma süreci boyunca 1 yıl 5 ay 18 gün kullanıldığını ve değer kaybının %11,84 olmasını nazara almıştır. Tazminat Komisyonuna göre taşınmazın dava tarihi ile karar tarihi arasında geçen 1 yıl 5 ay 18 gün boyunca kullanılması tazminattaki değer kaybını tamamen karşılamasa da yeterince karşılamaktadır. Sonuç olarak Tazminat Komisyonu, kamulaştırma bedelinde meydana gelen değer kaybının bireyin mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında korunması gereken adil dengeyi başvurucuların aleyhine bozmadığı sonucuna varmış ve başvurunun reddine karar vermiştir.

18. Başvurucular, bu karara karşı 19/4/2018 tarihinde Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiş ve AİHM’e yaptıkları başvurudaki taleplerini yinelemiştir.

19. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 28/6/2018 tarihli kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasının açıldığı (bedelin tespit edildiği) tarih ile Mahkemece müracaat eden adına bankaya bloke edilen bedellerin söz konusu kişilere ödenmesine karar verilip ödemenin yapıldığı tarih arasında kamulaştırma bedelinde oluşan değer kaybı oranının %11,84 olduğu, bu süre zarfında taşınmazın kullanılmasının kamulaştırma tazminatındaki değer kaybını tamamen olmasa da yeterince karşıladığı, kamulaştırma bedelinde oluşan değer kaybı farkının bireyin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmadığı, dolayısıyla başvurucu üzerinde orantısız ve aşırı bir yük oluşturmadığı değerlendirmesinde bulunulmuştur.

20. Nihai karar 17/7/2018 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucular 15/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

22. Kamulaştırma bedelinin değer kaybı şikâyetleri ile ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18-33.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 7/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

24. Başvurucular, Tazminat Komisyonuna gecikme faizi talebiyle başvurmalarına karşılık talebin Komisyon tarafından değer kaybı olarak değerlendirilmesinin hatalı olduğunu ifade etmiştir. Başvurucular ayrıca Tazminat Komisyonunun kamulaştırma sürecinde taşınmazın 1 yıl 5 ay 18 gün uhdelerinde kaldığına ilişkin tespitinin yerinde olmadığını zira bu konuda somut bir delil bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucular sonuç olarak kamulaştırılan taşınmaz için tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden faize hükmedilmemesinin haksızlık olduğunu iddia etmekte ve mülkiyet ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

25. Bakanlık görüşünde; AİHM'in konuya ilişkin kararları değerlendirildiğinde, kamulaştırma bedelinde değer kaybı sorunlarının AİHM tarafından adil denge prensibi çerçevesinde ele alındığı ifade edilmiştir. Bakanlık, bu kapsamda AİHM'in genel olarak %5'in altındaki değer kaybının bu adil dengeyi bozmadığı sonucuna ulaşırken ilk derece mahkemesi kararından önce taşınmaza el atılmamış ise %10,74 oranındaki değer kaybını da bir ihlal nedeni olarak görmediği hususunu hatırlatmıştır. Bu bağlamda belirtilen tüm hususların dikkate alınması talep edilmiştir.

B. Değerlendirme

26. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte şikâyetlerin özünün kamulaştırma bedeline ilişkin olduğu anlaşıldığından belirtilen şikâyetlerin esas itibarıyla ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Değerlendirme

29. Anayasa Mahkemesi, kamulaştırma alacağının enflasyon karşısında değer kaybına uğratılmasına ilişkin benzer şikâyetleri daha önce ölçülülük ilkesi yönünden mülkiyet hakkı bağlamında incelemiş ve sonuca bağlamıştır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 41-65; Ali Şimşek ve diğerleri, §§ 58-69; Kadir Çakar, B. No: 2015/18908, 21/3/2018, §§ 21-28; Hanım Çeyiz ve Mehmet Gündüz, B. No: 2015/19289, 17/7/2018, §§ 23-29; Türkan Poyraz, B. No: 2015/15388, 13/9/2018; §§ 29-37).

30. Kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 59). Ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 42).

31. Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca varmak için Mahkemece tespit edilen gerçek değer ile başvurucuya yapılan ödemelerin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucunun mülkünden mahrum kalması arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve müdahalenin ölçülü olup olmadığını tespit etmede önemli olan, yapılan ödemelerin değer kaybının toplam bedele oranı üzerinden başvurucunun maruz kaldığı yükü belirlemektir (Ali Şimşek ve diğerleri, § 66).

32. Somut olayda da anılan benzer şikâyete ilişkin ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

33. Başvuru konusu davanın açıldığı 17/10/2008 tarihi değerlerine göre tespit edilen 429.440,93 TL kamulaştırma bedelinin başvuruculara ödenmesine 5/4/2010 tarihli kararla hükmedilmiştir.

34. Merkez Bankası verilerine göre alacağa hak kazanıldığı 2008 yılı 10. ayındaki 100 TL'nin ödemenin yapıldığı 2010 yılı 4. ayı itibarıyla enflasyon karşısında değer kaybı giderilmiş karşılığı 111,84 TL'dir. Bu durumda başvuruculara ödenmesi gereken 429.440,93 TL tutarındaki kamulaştırma bedeli alacağının 2010 yılı 4. ayı itibarıyla Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı 480.267,50 TL’dir.

35. Dolayısıyla yukarıdaki verilere göre başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen 429.440,93 TL tutarındaki alacağının değer kaybını telafi edecek fark 50.826,57 TL'dir. Buna karşılık derece mahkemelerince başvuruculara herhangi bir faiz ödemesi yapılmamıştır. Bu durumda başvurucuların alacağında meydana gelen değer kaybı %11,84'tür.

36. Yukarıdaki unsurlara bakarak kamulaştırma bedelinin davanın açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında gözlemlenen farkın kamulaştırma bedeline faiz eklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ödenmeyen bu fark, bireyin mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmakta; Anayasa’da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde başvurucular üzerine orantısız ve aşırı bir yük binmesine sebep olarak başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal etmektedir.

37. Açıklanan gerekçelerle kamulaştırma bedeline faiz işletilmemesi nedeniyle başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

39. Başvurucular, maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

40. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

41. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

42. Anayasa Mahkemesi, hükmedilen kamulaştırma bedeli için davanın açıldığı tarih ile kararın verildiği tarih arasındaki döneme ilişkin olarak faize hükmedilmemesi nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Başvuruculara faiz ödenmesi mülkiyet hakkının ihlaline yol açan değer kaybını giderebilecek bir araç olarak görülmelidir.

43. Bu durumda başvuruculara davanın açıldığı tarihe göre belirlenen kamulaştırma bedelinin 1 yıl 5 ay 18 gün süren dava sonunda faiz işletilmeden ödenmesi sonucu kamulaştırma bedelinde bu sürede toplam bedele oranla %11,84 oranında enflasyon nedeniyle ciddi bir değer kaybı oluştuğu, bu durumun başvurucular üzerinde idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı yüke neden olduğu dikkate alınarak bahsedilen maddi değer kaybının telafi edilebilmesi için kamulaştırma bedeline enflasyon oranında faiz işletilerek başvuruculara müştereken net 50.826,57 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir.

44. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara net 50.826,57 TL maddi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYNUR ÇETİNTÜRK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/15144)

 

Karar Tarihi: 7/12/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Aynur ÇETİNTÜRK

 

 

2. Çiğdem Sebahat ÇETİNTÜRK

 

 

3. Nazlı ÇETİNTÜRK

 

 

4. Pınar DEMİR

Başvurucular Vekili

:

Av. Hayrettin KENT

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; kamulaştırmasız el atma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular nihai hükmü 11/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 10/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

2. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Ali Şimşek ve diğerleri (B. No: 2014/2073, 6/7/2017), Mehmet Akdoğan ve diğerleri (B. No: 2013/817, 19/12/2013), Kadir Çakar (B. No: 2015/18908, 21/3/2018), Hanım Çeyiz ve Mehmet Gündüz (B. No: 2015/19289, 17/7/2018) ve Türkan Poyraz (B. No: 2015/15388, 13/9/2018) kararlarında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede davanın açıldığı tarih ile ödendiği tarih arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyon oranları karşısında kamulaştırma bedelinin hissedilir/önemli derecede değer kaybetmesi nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği belirtilerek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılama süresinde kamulaştırma bedelinin yaklaşık %50,67 oranında değer kaybettiği tespit edilmiştir. Bu durumda anılan kararlarda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Açıklanan gerekçelerle, başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

3. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Güher Ergun ve diğerleri (B. No: 2012/13, 2/7/2013) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede yargılama süresinin makul olmadığı gerekçesiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılamanın 8 yıl 3 ay 14 gün sürdüğü anlaşıldığından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

4. Başvurucular; ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuruda mülkiyet hakkı yönünden ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Mülkiyet hakkının ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir. Bununla birlikte makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu, tazminat olarak görülmektedir. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvuruculara manevi zararları karşılığında net 31.500 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir. Öte yandan başvurucuların uğradığını iddia ettiği zararla ilgili bilgi ve belge sunulmadığından maddi tazminat talebi reddedilmiştir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/48, K.2018/46) GÖNDERİLMESİNE,

D. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden başvuruculara net 31.500 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Başvurucuların diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,

F. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına ve Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne GÖNDERİLMESİNE 7/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABDULKADİR DOĞAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/1986)

 

Karar Tarihi: 8/12/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucular

:

1. Fevzi DOĞAN

 

 

2. Hadi DOĞAN

 

 

3. Hadice DOĞAN

 

 

4. Ömer DOĞAN

Vekili

:

Av. Süleyman Doğan

 

 

5. Bedriye ÇOBAN

 

 

6. Abdulkadir DOĞAN

 

 

7. Abuzer DOĞAN

 

 

8. Ahmet DOĞAN

 

 

9. Arzu TURGUT

 

 

10. Aysel BAYSAL

 

 

11. Bekir DOĞAN

 

 

12. Binefş CANBEK

 

 

13. Dursun DOĞAN

 

 

14. Fadile DOĞAN

 

 

15. Fethi DOĞAN

 

 

16. Fethiye POLAT

 

 

17. Gönül TAŞÇI

 

 

18. Güley DOĞAN

 

 

19. Hacire DOĞAN

 

 

20. Hadi DOĞAN

 

 

21. Halil POLAT

 

 

22. Hasan DOĞAN

 

 

23. Hasan DOĞAN

 

 

24. Hüseyin DOĞAN

 

 

25. İbrahim Halil DOĞAN

 

 

26. İslim DOĞAN

 

 

27. Kemal POLAT

 

 

28. Mahmut DOĞAN

 

 

29. Mahmut DOĞAN

 

 

30. Maide POLAT

 

 

31. Mehmet DOĞAN

 

 

32. Mehmet Nuri DOĞAN

 

 

33. Meral DOĞAN

 

 

34. Mustafa DOĞAN

 

 

35. Naif POLAT

 

 

36. Nazif DOĞAN

 

 

37. Oktay DOĞAN

 

 

38. Ömer DOĞAN

 

 

39. Ömer DOĞAN

 

 

40. Ömer POLAT

 

 

41. Rahan DOĞAN

 

 

42. Salih DOĞAN

 

 

43. Selhattin POLAT

 

 

44. Suphi POLAT

 

 

45. Zeynep ÇİNPOLAT

Vekili

:

Av. Faruk DOĞAN

 

 

Av. Abdulkadir BADILLI

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, kamulaştırmasız el atma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. 2019/2186 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2019/1986 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/1986 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

3. Başvurucular 25/9/1995 tarihinde kamulaştırma bedelinin artırımı davası açmıştır. Mahkeme davanın kabulüne karar vermiş, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi de bu kararı 4/5/2017 tarihli kararıyla onamış, karar düzeltme yoluna gidilmesi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 15/10/2018 tarihinde hükmü düzelterek onamıştır. Başvurucular nihai hükmü 11/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 10/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

4. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Mehmet Akdoğan ve diğerleri (B. No: 2013/817, 19/12/2013), Ali Şimşek ve diğerleri (B. No: 2014/2073, 6/7/2017), Kadir Çakar (B. No: 2015/18908, 21/3/2018), Hanım Çeyiz ve Mehmet Gündüz (B. No: 2015/19289, 17/7/2018) ve Türkan Poyraz (B. No: 2015/15388, 13/9/2018) kararlarında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede davanın açıldığı tarih ile kamulaştırma bedelinin ödendiği tarih arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyon oranları karşısında hissedilir/önemli derecede değer kaybetmesi nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği belirtilerek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılama süresinde kamulaştırma bedelinin yaklaşık %16.059,86 oranında değer kaybettiği tespit edilmiştir. Bu durumda anılan kararlarda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

5. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Güher Ergun ve diğerleri (B. No: 2012/13, 2/7/2013) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede yargılama süresinin makul olmadığı gerekçesiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılamanın 23 yıl 20 gün sürdüğü anlaşıldığından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

6. Başvurucular, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuruda mülkiyet hakkı yönünden ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından mülkiyet hakkı yönünden tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir. Bununla birlikte makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu, tazminat olarak görülmektedir. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için ekli tablonun (H) sütununda belirtilen net tutarlarda manevi tazminatın başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bozova Asliye Hukuk Mahkemesine (E.1995/371, K.2015/52) GÖNDERİLMESİNE,

D. Ekli tablonun (H) sütununda belirtilen net tutarlarda manevi tazminatın başvuruculara AYRI AYRI ÖDENMESİNE, diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. Vekille temsil edilen başvuruculara ekli tablonun (G) sütununda belirtilen vekâlet ücretleri ile ekli tablonun (E) sütununda belirtilen harçların bu tabloda gösterildiği şekilde ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EMEL GÜLAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/12123)

 

Karar Tarihi: 11/1/2023

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucular

:

1. Emel GÜLAY

 

 

2. Fuat BERHUM

 

 

3. Nadiye YAVUZ

 

 

4. Suat BERHUM

Başvurucular Vekilleri

:

Av. Utku Çağrı AKTAY

 

 

Av. Adil AKTAY

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; kamulaştırmasız el atma bedelinin ödenmemesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular nihai hükmü 11/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 10/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Kamulaştırmasız El Atma Bedelinin Ödenmemesi Yönünden Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

2. Başvuru konusu olayda Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtları üzerinden yapılan araştırmada başvurucuların 11/3/2019 tarihinde kamulaştırmasız el atma bedelinin ödenmesi talepli davaya ilişkin kararın kesinleşmesinin hemen akabinde Mersin 2. İcra Dairesinde icra takibi başlattıkları, bunun üzerine 15/5/2019 tarihinde idare tarafından İcra Dairesine 1.615.588,55 TL aktarıldığı ve 21/5/2019 tarihinde de aktarılan miktarın başvuruculara ödendiği anlaşılmıştır.

3. Bu durumda kamulaştırmasız el atma bedelinin mezkûr kararın kesinleşmesini müteakiben kısa süre içinde de ödendiği görülmekle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Kamulaştırmasız El Atma Bedelinin Değer Kaybına Uğratılması Yönünden Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

4. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Ali Şimşek ve diğerleri (B. No: 2014/2073, 6/7/2017), Mehmet Akdoğan ve diğerleri (B. No: 2013/817, 19/12/2013), Kadir Çakar (B. No: 2015/18908, 21/3/2018), Hanım Çeyiz ve Mehmet Gündüz (B. No: 2015/19289, 17/7/2018) ve Türkan Poyraz (B. No: 2015/15388, 13/9/2018) kararlarında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede davanın açıldığı tarih ile ödemenin yapıldığı tarih arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyon oranları karşısında kamulaştırma bedelinin hissedilir/önemli derecede değer kaybetmesi nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği belirtilerek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılama süresinde kamulaştırma bedelinin yaklaşık %28 oranında değer kaybettiği tespit edilmiştir. Bu durumda anılan kararlarda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

5. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Güher Ergun ve diğerleri (B. No: 2012/13, 2/7/2013) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede yargılama süresinin makul olmadığı gerekçesiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılamanın 11 yıl 11 ay 21 gün sürdüğü anlaşıldığından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

6. Başvurucular; ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuruda mülkiyet hakkı yönünden ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Mülkiyet hakkının ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir. Bununla birlikte makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Olayda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu, tazminat olarak görülmektedir. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi zararları karşılığında 50.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kamulaştırmasız el atma bedelinin ödenmemesi yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kamulaştırmasız el atma bedelinin değer kaybına uğratılması yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkınınkamulaştırmasız el atma bedelinin değer kaybına uğratılması yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2010/378, K.2014/341) GÖNDERİLMESİNE,

D. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden başvurucularanet 50.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Başvurucuların diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,

F. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/1/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.