Asıl kural tarafların eşit şartlarda yargılamaya katılımının sağlanması, gösterdikleri kanıtlardan ve sundukları görüşlerden bilgi sahibi olması ve bunlarla ilgili görüşlerini bildirebilme imkânının kendilerine verilmesidir. Bireylerin aleyhlerine başlatılan dava ve diğer yargısal süreçlerden haberdar edilmeleri, bunlara ilişkin dilekçe ve talep yazılarının kendilerine tebliğ edilmesi karşı savunma yapabilme, iddia ve görüşlerini dile getirebilme imkânının korunması bakımından büyük önem taşımaktadır.

İlgili Kararlar:

(Gürhan Nerse, B. No: 2013/5957, 30/12/2014) 

(Hacı Karabulut, B. No: 2017/14871, 9/10/2019)

(Ali Bacacı, B. No: 2016/64727, 10/6/2020)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜRHAN NERSE BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/5957)

 

Karar Tarihi: 30/12/2014

R.G. Tarih-Sayı: 28/3/2015-29309

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

Gürhan NERSE

Vekili

:

Av. Hüseyin YILMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, hükme esas alınan bir tanığın karakol ifadesi ile yetinildiğini, Baro tarafından atanan zorunlu müdafiden haberdar olmadığını ve bu kişinin yaptığı usul işlemlerinin geçerli olmadığını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesinin kendisine tebliğ edilmediğini iddia etmiştir. Başvurucu Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebi ile yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 30/7/2013 tarihinde İstanbul 10. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. İkinci Bölüm başkanı, 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar vermiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 2/4/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 30/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 17/6/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 18/6/2014 tarihinde sunmuştur.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu hakkında, çocuğun cinsel istismarı suçundan dolayı yapılan soruşturma sonucunda Kars Cumhuriyet Başsavcılığının 24/4/2007 tarihli iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

9. Kars Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/70 Esas sırasına kaydedilen davanın ilk celsesi 17/7/2007 tarihinde yapılmış ve başvurucunun avukat tutacak ekonomik gücü olmadığını beyan etmesi üzerine Baro tarafından görevlendirilen Av. M.E.K.’nın müdafi olarak kabulüne karar verilmiştir. Ancak ilk celse müdafi duruşmaya gelmemiştir.

10. 18/10/2007 tarihinde yapılan duruşmada başvurucu baro tarafından atanan müdafii ile birlikte savunmasını yapacağını beyan etmiş ve devamında başvurucunun savunması müdafisi huzurunda alınmıştır. Cumhuriyet Savcısının talebi üzerine tanık S.O.’nun dinlenilmesine karar verilmiştir.

11. 29/1/2008 tarihli duruşmada başvurucu ve müdafiii hazır bulunmamışlar, sanık müdafisi mazeret dilekçesi sunmuştur. Aynı celse tanık S.O.’nun adresinin araştırılmasına karar verilmiştir.

12. 27/3/2008 tarihli duruşmada başvurucu ve müdafii duruşmada hazır bulunmamış; zorunlu müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi nedeniyle yeni bir müdafi görevlendirmek için Baroya yazı yazılmasına; adresi tespit edilemeyen tanık S.O.’nun dinlenilmesinden vazgeçilmesine karar verilmiştir.

13. 8/5/2008 tarihli duruşmada başvurucu hazır bulunmamış; Baro tarafından tayin edilen Av. M.A.’nın müdafi olarak duruşmalara kabul edilmesine karar verilmiştir.

14. 19/6/2008 tarihli duruşmada başvurucu hazır bulunmamış, Cumhuriyet Savcısı esas hakkındaki mütalaasını sunmuş; esas hakkında mütalaaya karşı başvurucunun yeni müdafii kısa bir savunma yapmış ve başvurucunun çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediği gerekçesiyle 5 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

15. Kars Ağır Ceza Mahkemesi kararı başvurucu müdafiinin yüzüne karşı okuması nedeniyle başvurucuya tebliğ etmemiştir.

16. Başvurucu müdafiinin temyizi üzerine karar Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 5/11/2012 tarihli kararı ile onanmış ve kesinleşmiştir.

17. Başvurucu, onama kararını 22/7/2013 tarihinde söz konusu cezanın infazı için yakalandığı tarihte öğrenmiştir.

18. Bireysel başvuru 30/7/2013 tarihinde yapılmıştır.

B. İlgili Hukuk

19. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin (1), (2), (4) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;

 a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,

 b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır.

(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.

 …

(6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.”

20. 4/12/2014 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kararların açıklanması ve tebliği” kenar başlıklı 35. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları,(…) hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.”

21. 5271 sayılı Kanun’un “Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi” kenar başlıklı 149. maddesi şöyledir:

“(1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.

(2) Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir.

(3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

22. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesi” kenar başlıklı 150. maddesi şöyledir:

“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.

(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.

(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”

23. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” başlıklı 151. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir.

(2) Eğer yeni müdafi savunmasını hazırlamak için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenir.”

24. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafi ile görüşme” başlıklı 154. maddesi şöyledir:

“(1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz.”

25. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı 156. maddesi şöyledir:

“(1) 150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;

a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,

b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,

Baro tarafından görevlendirilir.

(2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir.

(3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer”.

26. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (YCGK) 31/1/2012 tarih ve E.2011/6-249, K.2012/1 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

 “Anayasanın 36. maddesine göre; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, “adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının b ve c bentlerinde ise; “Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir: a)….; b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek…..”

Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama hürriyetinin bir gereği olduğu ve avukat tutma hakkının da savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Bu durumda, mevzuatımızda zorunlu müdafilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek muhtemel hak kayıplarının önlenmesi, dolayısıyla da savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanması suretiyle, adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak, parası olan sanık nasıl ki vekâletname verdiği avukatı serbestçe tayin edebiliyor, parası olmayan sanığın da aynı şekilde avukatını serbestçe belirleyebilmesi, en azından kendisine tayin edilen avukatı beğenmediğinde değiştirme hakkının bulunması, daha da ötesi, görülmeye başlayacak davada kendisine bir avukat atanacağının sanığa bildirilmesi gereklidir.

Kendisine avukat atandığını dahi bilmeyen ya da kendisine avukat atanmakla birlikte beğenmediği takdirde bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip bulunmayan bir sanığın, atandığını dahi bilmediği veya beğenmediği halde muhatap olduğu bu avukatın tüm tasarruflarından sorumlu tutulması gerektiğini veya bu avukatın yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek nasıl mümkün değilse, böyle bir durumda savunma hakkının tam anlamıyla kullanılabileceğini düşünmek de olası değildir.

Bunun ötesinde; kendisine zorunlu müdafi atanacağının sanığa bildirilmiş ve sanığın da buna ses çıkarmamış olduğu durumlarda; zorunlu müdafie yapılan tefhim veya tebliğ işlemlerinin aynen vekâletnameli müdafiide olduğu gibi geçerli olacağı ve gerek tefhime, gerekse tebliğe bağlı olan sürelerin işlemeye başlayacağı hususunda duraksama yaşanmamaktadır. Dolayısıyla, böyle durumlarda Tebligat Yasasının 11. maddesi uyarınca işlem yapılması gerekeceğinden, tebligat asile değil vekile (müdafie) yapılmalıdır. Aksi halde, zorunlu müdafiliğe yasanın arzu etmediği anlamda simgesel bir anlam yüklenmiş olur ki, bu kabul birçok kargaşayı da birlikte getirecektir.

Konuya bu açıklamalar ışığında bakıldığında şu sonuçlara varılmaktadır:

(…)

1-Zorunlu müdafii atamasının yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan Usul hükümlerine göre tayin edilmiş zorunlu müdafie yapılan tefhim ve tebliğ, aynen vekaletnameli müdafie yapıldığında olduğu gibi hukuki sonuçlarını doğurur. Ancak; bunun ön şartı, kendisine bir zorunlu müdafii atandığından sanığın haberdar edilmiş olmasıdır.

2-Sanığın zorunlu müdafii azletme ve değiştirilmesini isteme hakkı bulunmaktadır.

3-Kendisine zorunlu müdafii atandığından haberdar olan sanık buna ses çıkarmazsa, zorunlu müdafiin yapmış olduğu ve kendisinin açıkça karşı çıkmadığı tüm tasarrufların sonuçlarına katlanmak zorundadır.

4-Kendisine zorunlu müdafii atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda ise; zorunlu müdafie yapılmış bulunan tefhim ve tebliğ kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmaz. Bu durumda, velev ki zorunlu müdafii sanığın lehine gibi görünen bazı işlemleri yapmış olsa -örneğin temyiz dilekçesi vermiş olsa- dahi, hükmün sanığın kendisine de tebliğ edilmesi ve kendisine yapılan tebliğ üzerine sanık tarafından temyiz dilekçesi verilmesi halinde, temyiz davasının kabul edilmesi gerekir.

Somut olayda; zorunlu müdafiinin yüzüne karşı yapılmış olan tefhim, kendisine zorunlu müdafi atandığından haberdar edilmeyen sanık C.A. açısından hukuki sonuç doğurmayacağından, temyiz süresini de başlatmaz. Bu nedenle, temyiz davasının sanık müdafiinin temyiz isteminin süresinden sonra olduğundan bahisle reddi yerine, gerekçeli kararın sanığın kendisine de tebliği gerekmektedir. (…) Buna karşılık, kararın kendisine tebliğ edilmesine rağmen sanık tarafından süresi içinde temyiz dilekçesi verilmemesi halinde ise sanık müdafiinin süresinden sonra vaki temyiz isteminin reddine karar verilmeli ve Genel Kurulca duraksamasız olarak kabul edildiği gibi Özel Dairenin yaptığının aksine, iadeden önceki temyiz dilekçesine dayalı olarak ta temyiz davası açılmamalıdır.”

27. 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’nun “Temyiz dilekçe ve layihasının tebliği ve cevabı” kenar başlıklı 316. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğname, hükmü temyiz etmeleri veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde sanık veya müdafii ile müdahil, şahsi davacı veya vekillerine dairesince tebliğ olunur. İlgili taraf tebliğden itibaren yedi gün içinde yazılı olarak cevap verebilir.”

28. YCGK’nun 2/3/2010 tarih ve E.2010/1-19, K.2010/41 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümü gereken uyuşmazlık; sanığın kendisine yeni bir müdafi seçmesi nedeniyle görevi sona eren zorunlu müdafie yapılan tebliğnamenin tebliği işleminin geçerli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

İncelenen dosya içeriğine göre;

5271 sayılı CYY’nın 150. maddesi uyarınca, istem üzerine Çanakkale Barosu tarafından 26.10.2006 tarihinde Av. Ş.Ç.’ın müdafii olarak görevlendirildiği, bu müdafiin hükmü 06.02.2008 tarihinde süre tutum dilekçesi ile temyiz ettiği, dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay'a gönderilmesinden sonra sanığın 21.04.2008 tarihinde Ankara 49. Noterinin 07544 yevmiye nolu vekaletnamesi ile kendisine müdafii olarak Av. M.Ö.’ü seçtiği, Av. M.Ö.'ün sanık N.T. müdafii olduğuna ilişkin dilekçesini 15.08.2008 tarihinde dosya içerisine sunduğu, 07.10.2008 havale tarihli dilekçesi ile de yeni adresini bildirdiği, Yargıtay C.Başsavcılığınca 07.11.2008 tarihinde düzenlenen tebliğnamenin 18.05.2009 tarihinde baroca görevlendirilen müdafii Av.Ş.Ç.'a tebliğ edildiği, dosya içerisinde tebliğnamenin sanık N.T.'a ya da vekaletnameli müdafii Av. M.Ö.'e tebliğ edildiğine veya tebliğnameden haberdar olup cevap verdiklerine ilişkin bilgi ya da belgenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yerleşmiş kararlarında da vurgulandığı üzere; hükmü temyiz etmeleri halinde veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin, sanık veya müdafii ile katılan veya vekiline tebliğ olunacağı, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY’nın 316. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenmiş, 5271 sayılı CYY’nın 297. maddesinde de aynı hükme yer verilmiştir. Adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı ile ilgili bulunan bu hüküm buyurucu nitelikte olup, uyulması zorunludur.

5271 sayılı CYY’nın “Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı 156. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde müdafiin görevlendirme yöntemi gösterildikten sonra, maddenin 3. fıkrasında: “Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafii seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer” şeklinde düzenleme ile görevlen¬dirilen müdafiin görevinin hangi halde sona ereceği hükme bağlanmıştır. Aynı Yasanın 150/4. maddesine dayanılarak çıkarılan ve 02.03.2007 gün ve 26450 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafii ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik” in “Görevin sona ermesi” başlıklı 7/1-ç. maddesinde de; “ Kişinin kendisine bir müdafii veya vekil seçmesi, hâllerinde sona erer” denilmektedir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Yargılama aşamasında istem üzerine baro tarafından CYY’nın 150. maddesi uyarınca görevlendirilen müdafiin görevi, sanığın kendisine vekâletname ile bir müdafii seçmesi nedeniyle sona ermiş bulunmaktadır. Bu tarihten sonra sanığın savunmasını vekâletname ile görevlendirdiği Av. M.Ö. yapacağından Yargıtay C.Başsavcılığı Tebliğnamesinin de bu müdafie tebliği gerekir. Bu nedenle, tebliğnamenin sanığın görevlendirdiği müdafii yerine, baro tarafından atanan ve görevi sona ermiş bulunan müdafie tebliğ edilerek temyiz incelemesinin yapılması savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir.

Bu itibarla, itirazının kabulü ile Özel Daire kararının kaldırılmasına ve Yargıtay C. Başsavcılığı tebliğnamesinin, sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafii Av. M.Ö.’e tebliğ edildikten sonra, temyiz incelemesi yapılması için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 30/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 30/7/2013 tarih ve 2013/5957 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

30. Başvurucu, hükme esas alınan bir tanığın karakol ifadesi ile yetinildiğini, Baro tarafından atanan zorunlu müdafiden haberdar olmadığını ve bu kişinin yaptığı usul işlemlerinin geçerli olmadığını, yokluğunda verilen İlk Derece Mahkemesi kararının kendisine tebliğ edilmediğini, dava tarihinde yaşı küçük olduğu halde velisinin dava hakkında bilgilendirilmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca, çocuk mahkemesinde Cumhuriyet savcısı bulunmadığı halde kendisinin davasına savcının katıldığını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesinin kendisine tebliğ edilmediğini iddia etmiştir. Başvurucu Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebi ile yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Başvurucu derece mahkemelerindeki bazı usuli eksiklikler nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup, başvurucunun iddialarının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının tebliğnamesinin tebliğ edilmemesi, müdafi yardımından faydalanamaması ve tanık sorgulama hakkının ihlali kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Görüşünün Tebliğ Edilmediği İddiası

33. Başvurucu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Tebliğnamesinin kendisine tebliğ edilmeyerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

34. Adalet Bakanlığı görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ve YCGK’nun kararları hatırlatılarak, başvurucunun şikâyetinin işaret edilen kararlar çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca somut olayda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin hükmü temyiz etmiş olan sanık müdafiine veya sanığa tebliğ edildiğine dair UYAP’da herhangi bir bilgi veya bulguya rastlanmadığı ve temyiz incelemesinin Başsavcılık tebliğnamesinin sanığa veya müdafiine tebliğ edilmeksizin yapıldığının anlaşıldığı belirtilmiştir.

35. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye uyulması gerekir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).

36. Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Çelişmeli yargılanma hakkı, kural olarak, bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 47). Bu anlamda, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır (B. No: 2013/4424, 6/3/2014, § 21).

37. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının tebliğnamesi, bir ceza davasının taraflarınca yapılan temyiz başvurularına ilişkin bir mütalaadır. Söz konusu mütalaa, ilgili Yargıtay dairesinin ne şekilde karar vermesi gerektiği yönünde bir beyandır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, mütalaasında, taraflarca ileri sürülen temyiz sebeplerini nazara alabileceği gibi ileri sürülen sebeplerle bağlı olmaksızın İlk Derece Mahkemesinin kararında başka temyiz sebepleri görüp görmediğini ve bu sebeplerin neler olduğunu gerekçeli olarak ve teker teker bildirir. Somut olayda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı İlk Derece Mahkemesi tarafından hükmedilen cezanın onanmasına ilişkin mütalaada bulunmuştur. Başsavcının mütalaası bu nedenle Yargıtay kararını etkileyici niteliktedir (bkz. Göç/Türkiye, 36590/97, 9/11/2000, § 33).

38. Öte yandan 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 1412 sayılı Kanun’un 316. maddesinin (3) numaralı fıkrası ve 5271 sayılı Kanun’un 297. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin, hükmü temyiz etmeleri veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi hâlinde sanık veya müdafii ile katılan veya vekillerine ilgili dairesince tebliğ olunması gerekmektedir. Yargıtay ceza daireleri ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yerleşmiş kararlarında da vurgulandığı üzere adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı ile ilgili bulunan bu hüküm emredici nitelikte olup, uyulması zorunludur (§ 28).

39. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Türk ceza yargılaması sisteminin bağımsız bir üyesidir ve tebliğnamesi ile Yargıtayın kararını etkilediği tartışmasızdır. Başvurucu Yargıtay önündeki başarı şansını zedeleyen her türlü mütalaadan haberdar edilme hakkına sahiptir. Başsavcının tebliğnamesinin niteliğine rağmen başvurucuya tebliğnameye karşı yazılı görüş bildirme olanağının tanınmaması göz önünde bulundurulduğunda başvurucunun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama hakkının ihlal edildiği sonucu ortaya çıkmaktadır.

40. Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Yargıtaya sunduğu tebliğnamenin başvurucuya bildirilmemesi silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlali niteliğinde olduğundan, Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Savunma Hakkının Kısıtlandığı İddiası

41. Başvurucu, Baro tarafından atanan zorunlu müdafiden haberdar olmadığını ve bu kişinin yaptığı usul işlemlerinin YCGK’nun yerleşmiş içtihatları karşısında geçerli olmadığını, haberi olmadan atanan zorunlu müdafiinin kendisini yeterince savunamamış olması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürmüştür.

42. Bakanlık görüşünde, atandığından habersiz olunan müdafiinin yaptığı işlemlerin sanık hakkında bağlayıcı olmadığının Yargıtay içtihatları ile kabul edildiği, AİHM’in de başvurucunun kendisine müdafii atandığını öğrenmekten bilinçli olarak kaçınmaması ve davasının takibinde gerekli özeni göstermesi halinde müdafiinin yaptığı usul işlemlerinin sanığı bağlamayacağına karar verdiği belirtilmiştir.

43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

44. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

45. Adil yargılamanın zımni gerekleri “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek saptanmıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için, yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Bkz. B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32).

46. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

“Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;

…”

47. Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “hakkaniyete uygun yargılama” kavramı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında yer alan “suç isnat edilmiş kişi”nin asgari haklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Hakkında bir suç isnadı olan kişiye tanınmış anılan fıkradaki haklar, (1) numaralı fıkrada yer alan hakkaniyete uygun yargılama ilkesinin somut görünümleridir. Fakat hakkaniyete uygun yargılama çerçevesindeki haklar ve ilkeler, (3) numaralı fıkradaki kapsamlı olmayan listedeki minimum haklarla sınırlı değildir. (3) numaralı fıkrada yer alan asgari şüpheli/sanık hakları, (1) numaralı fıkrada koruma altına alınmış olan daha genel nitelikteki “hakkaniyete uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir. Bu nedenle AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan özel güvencelerin, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan 6. maddenin (3) numaralı fıkrasının (a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da bağ bulunmakta olup bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri de dikkate alınmalıdır. Bu nedenle yalnızca (3) numaralı fıkrada sayılan haklara uygun olarak yapılan bir ceza yargılamasının, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmeden, hakkaniyete uygun ve dolayısıyla adil olduğu söylenemez (bkz. B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 34).

48. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek” hakkı bulunduğu belirtilmiştir. Sanık kendisini bizzat savunma hakkına sahip olduğu gibi bir müdafi yardımıyla savunma hakkına da sahiptir. Ancak müdafi ile temsil edilme hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında, başvurucunun müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır (bkz. B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 40).

49. Müdafi ile temsil edilme hakkının bir gereği olarak 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinde, hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin kendisi bir müdafi seçebileceği gibi müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan eder ve kendisine bir müdafi atanmasını talep ederse mali imkânlardan yoksun olup olmadığına bakılmaksızın bu kişiye müdafi atanacağı kuralı kabul edilmiştir. Yine aynı maddeye göre sanığa isnat edilen suçun kanunda öngörülen cezasının alt sınırının beş yıldan çok olması ve kendisine bir müdafi seçmemiş olması halinde sanığın istemi aranmaksızın resen bir müdafi tayin edilmektedir. Ayrıca 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesine göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmak zorundadır.

50. Yukarıda zikredilen hükümleri ve diğer mevzuatı yorumlayan Yargıtay, kendisine bir zorunlu müdafi atandığından sanığın haberdar edilmiş olması şartıyla tayin edilmiş zorunlu müdafie yapılan tefhim ve tebliğin, aynen vekâletnameli müdafie yapıldığında olduğu gibi hukuki sonuçlarını doğurduğuna karar vermiştir. Yargıtay’a göre sanığın zorunlu müdafii azletme ve değiştirilmesini isteme hakkı bulunmaktadır ve kendisine zorunlu müdafi atandığından haberdar olan sanık buna ses çıkarmazsa, zorunlu müdafiin yapmış olduğu ve kendisinin açıkça karşı çıkmadığı tüm tasarrufların sonuçlarına katlanmak zorundadır. Sanığın kendisine zorunlu müdafi atandığından haberdar edilmediği durumlarda ise; zorunlu müdafie yapılmış bulunan tefhim ve tebliğ kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmaz (§ 26).

51. Somut olayda, isnat edilen suçun kanunda öngörülen cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması ve başvurucunun kendisinin bir müdafi seçmemiş olması nedeniyle başvurucuya 17/7/2002 tarihli ilk duruşmada resen müdafi tayin edilmiştir. 18/10/2007 tarihli duruşmada başvurucu müdafii ile birlikte savunmasını yapmıştır. 29/1/2008 tarihli duruşmada ise başvurucu ve müdafii hazır bulunmamışlar, sanık müdafii mazeret dilekçesi vermiştir. 27/3/2008 tarihli duruşmada başvurucu ve müdafii duruşmada hazır bulunmamışlar; zorunlu müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi nedeniyle yeni bir müdafi görevlendirilmesi için Baroya yazı yazılmıştır. 8/5/2008 tarihli duruşmada da başvurucu hazır bulunmamış, Baro tarafından tayin edilen yeni müdafi huzurunda duruşma yapılmıştır. 19/6/2008 tarihli duruşmada başvurucu duruşmada hazır bulunmamış, iddia makamının esas hakkındaki mütalaasına ve diğer yargılama işlemlerine karşı yeni atanan müdafi beyanlarda bulunmuş ve aynı gün başvurucunun cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkumiyet hükmü atanan ikinci müdafii tarafından 17/7/2008 tarihinde temyiz edilmiştir.

52. Sonuç olarak, zorunlu müdafiinin yüzüne karşı yapılmış olan tefhim, kendisine zorunlu müdafi atandığından haberdar edilmeyen başvurucu açısından hukuki sonuç doğurmayacağından, temyiz süresini de başlatmamıştır. Dolayısıyla buna bağlı olarak yapılan sonraki tüm usul işlemlerinin hukuka uygun olduğunu söylemek de olanaklı değildir.

53. Öte yandan başvurucunun kendisine müdafi atandığını öğrenmekten bilinçli olarak kaçınıp kaçınmadığının veya davasını gerekli özeni göstererek takip edip etmediğinin değerlendirilmesinde olayların geçtiği tarihte başvurucunun yaşı da göz önünde bulundurulmalıdır. Başvurucu, isnat edilen suçu işlediği iddia edilen tarihte yaklaşık 14 yaşında, İlk Derece Mahkemesinin kararını verdiği tarihte ise yaklaşık 16 yaşındadır. Sonuç olarak somut olayda olayların geçtiği tarihte yaşı küçük olan başvurucuya yeni bir müdafi atandığı bildirilmemiştir. Kendisine avukat atandığını bilmeyen, kendisine atanan avukatı beğenmediği takdirde bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip bulunan başvurucu, atandığını bilmediği bir avukatın tasarruflarından sorumlu tutulamaz ve bu avukatın yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek mümkün değildir (bkz. § 26).

54. Ayrıca, başvurucuya atanan müdafi ile başvurucu yargılama sürecinde hiçbir zaman bir araya gelmediklerine göre müdafiin dosyayı çalışmak, savunma hazırlamak ve gerektiği taktirde başvurucuya danışmak için yeterli zaman, imkan ve kolaylıklara sahip olduğu söylenemez (benzer bir değerlendirme için bkz. Goddi/İtalya, B. No: 8966/80, 9/4/1984, § 31). Böyle bir durumda da başvurucunun savunma haklarını tam anlamıyla kullanabileceği düşünülemez.

55. Belirtilen nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan bir müdafiin yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

56. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Yargıtaya sunduğu tebliğnamenin başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ile bir müdafiin yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği sonucu göz önüne alındığında, başvurucunun bir tanığı sorgulayamaması ve diğer bazı usul güvencelerinin yerine getirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir. Başvurucunun diğer şikayetlerini, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapıldığı sırada İlk Derece Mahkemesinde ileri sürmesi mümkündür.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

57. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

58. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

59. Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan, yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

60. Başvurucu, 10.000,00 TL maddi ve 40.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca, avukatlık ücreti ve ödenen harç ile yapılan diğer masrafların ödenmesini de talep etmiştir.

61. Adalet Bakanlığı, başvurucu tarafından talep edilen tazminat miktarları konusunda herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Başvurucu maddi zararlarına ilişkin her hangi bir kanıt sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

62. İhlal tespitinin yeterli tatmin sağladığı değerlendirildiğinden manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

63. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

C. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

30/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HACI KARABULUT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/14871)

 

Karar Tarihi: 9/10/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 12/11/2019-30946

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Cafiye Ece YALIM

Başvurucu

:

Hacı KARABULUT

Vekili

:

Av. Hakan TATAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itiraznamesinin tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/2/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Diyarbakır Narkotik Şube Müdürlüğünce muhbirden alınan bilgilere göre 31... plaka sayılı M. marka mavi renkli çekici ile 8/4/2015-9/4/2015 tarihlerinde Lice ilçesinden temin edilecek esrarın batı illerine sevk edileceği, çekicinin zulalı olabileceği bildirilmiştir. Kolluk görevlilerince 23/4/2015 günü aracın Mersin'e giriş yaptığının görülmesi üzerine araç D-400 kara yolu üzerinde görülerek durdurulmuş ve muhafaza altına alınmıştır. Mersin 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/2/2015 tarihli önleme araması kararına dayanılarak çekici ve 48 ... dorse plakalı tırda dedektör köpek marifetiyle yapılan aramada çekicisinin üzerinde bulunan rüzgârlık kısmında 3 çuval içinde 35 paket hâlinde, toplam daralı ağırlığı 106 kilo 940 gram olan esrar ele geçirilmiştir.

9. Başvurucu hakkında soruşturma başlatılarak kendisinin ifadesine başvurulmuştur. Başvurucunun Mersin 3. Sulh Ceza Hâkimliğince müdafii eşliğinde alınan 24/4/2015 tarihli ifadesi şöyledir:

"...BenA. Yapı İnşaat şirketinin sahibiyim, aynı zamanda nakliyecilik de yaparım 31... plaka sayılı tır bana aittir, mevsim itibariyle güneydoğuda götürülecek mal olmadığındanMersin'e narenciye yükü almak için gelmiştim, limon alıp Bodrum'a götürecektim, polisler beni durdurdular, aracımda arama yapılacağını söylediler, ben de tamam deyip polisler ile birlikte aracımda arama yaptık, benim yağmurlu havalarda kullandığım kamyonumun çadırları kamyonun şapkanın altında dururdu. Onları da çıkardık, bu sırada aracımda yaklaşık 106 kg gelen uyuşturucu madde ele geçirildi, ben bu uyuşturucu maddenin kim tarafından ve ne şekilde aracıma konulduğunu bilmiyorum, haberim yoktur, aracım yaklaşık 4 gün Diyarbakır'da köyümdeki evimin önünde beklemişti, bu sırada da konulmuş olabilir, ancak benim haberim yoktur, üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum ...”

10. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı 1/10/2015 tarihli ve 2015/11646 sayılı iddianame ile başvurucu hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açmıştır.

11. Mersin 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 31/12/2015 tarihli kararıyla başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 12 yıl hapis cezasına mahkûmiyetine karar verilmiştir.

12. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz sürecinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Yargıtay 20. Ceza Dairesine (Daire) sunulan 11/4/2016 tarihli tebliğnamede detaylı bir gerekçe belirtilmeksizin mahkeme kararının onanması yolunda görüş bildirilmiştir. Mahkeme kararı, Dairenin 22/6/2016 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının ilgili kısımları şöyledir:

"...Oluş ve dosya kapsamına göre, 31... plakalı romörk ve plakası tespit edilemeyen çekici ile esrar nakledileceği bilgisi üzerine başlatılan soruşturma kapsamında CMK'nın 116, 117 ve 119 maddelerine uygun şekilde 'adli arama kararı' veya 'yazılı adli arama emri' alınmadan sanığın aracında yapılan arama sonucunda, suça konu uyuşturucu maddenin ele geçirildiği anlaşılmakla, hukuka aykırı arama sonucu ele geçirilenuyuşturucu maddenin 'suçun maddi konusu' ve 'suçun delili' olarak hükme esas alınamayacağı gözetilerek sanığın aracında arama yapılmadan önce CMK'nın 116, 117 ve 119. maddesine uygun şekilde ''adli arama kararı' veya 'yazılı adli arama emri' alıp alınmadığı araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiğinin düşünülmeden eksik araştırma ile hüküm kurulması,

Kanuna aykırı, sanık ve müdafiinin temyiz itirazları ile sanık müdafiinin duruşmadaki sözlü savunması bu nedenlerle yerinde olduğundan diğer yönleri incelenmeksizin hükmün BOZULMASINA karar verilmiştir..."

13. Dairenin bozma kararı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 25/7/2016 tarihli yazı ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesi gereği itiraz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bu itiraznamesi başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının ilgili kısımları şöyledir:

"...Önleme araması kolluğa suç ihbarı üzerine durdurma yapmayı ve makul şüphe oluştuğunda emare araması yapma yetkisi vermektedir. Salt istihbarat bilgisi adli arama kararı vermek için yeterli değildir. Bu husus Adli ve Önleme Arama Yönetmeliği'nin 6. maddesinde açıkça belirtilmiştir.

Makul şüphe elde etmek için yapılan çalışmalar esnasında suç delili ile karşılaşılması halinde delilin ele geçiriliş yönteminin usul ve yasalara aykırı olduğunu kabul etmek ilgili yönetmeliğin 4, 6, 27. maddelerine aykırıdır. Bu nedenlerle bozma kararına itiraz etmek gerekmiştir..."

14. Daire 9/11/2016 tarihli kararı ile itirazı yerinde görerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne, verdiği 22/6/2016 tarihli bozma kararının kaldırılmasına ve Mersin 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 31/12/2015 tarihli hükmünün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Onama kararının ilgili kısımları şöyledir:

"...Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Dairemizin sanık hakkındaki hükmün bozulmasına ilişkin kararına itiraz edilmiş; dava dosyası 6352 sayılı Kanunun 99. ve 101. maddeleri uyarınca Dairemize gönderilmiştir...

...Dairemizin itiraza konu olan kararının, itiraz yazısında ileri sürülen tüm nedenler tartışılıp değerlendirildiğinde, yapılan araştırmada uyuşturucu madde taşıyan aracın plakasının verildiği, araçta bulunan kişilerin açık kimlik ve adres bilgilerinin verilmediği, ele geçen uyuşturucu maddelerin bir kısmının olay yerinde narkotik köpeğin tepki vermesi üzerine aracın rüzgarlık kısmında ve dorsede tespit edildiği, 5271 sayılı CMK'nın 90. maddesine, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun 4. ve 13. maddelerine, Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin 27. maddesine uygun olarak çekici ve dorsede önleme arama kararına dayalı olarak yapılan aramanın hukuka uygun olduğu, bu nedenle hükmün kanuna uygun ve gerekçesinin yeterli olduğu anlaşılmış ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar vermek gerekmiştir..."

15. Başvurucu, onama kararını 19/1/2017 tarihinde öğrenmiştir.

16. Başvurucu 1/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. 5271 sayılı Kanun'un "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi" kenar başlıklı 308. maddesi şöyledir:

"(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re'sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.

 (2)İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.

 (3) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir. "

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 9/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Çelişmeli Yargılama ve Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

19. Başvurucu, mahkûmiyet kararının temyiz incelemesi sonucunda Yargıtayca bozma kararı verildiğini, bozma kararına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz edildiğini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kendisine tebliğ edilmeden Yargıtaytarafından hakkında verilen mahkûmiyet kararının onandığını vurgulamış; Anayasa'nın 2., 36. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini belirtmiştir.

20. Bakanlık görüşünde; yargılama sürecinde başvurucu ve müdafiinin başvurucu aleyhine ileri sürülen delillere dair bilgi sahibi olduğu, hem sözlü hem de yazılı olarak bu delillere karşı çıkabildiği, lehine delil ileri sürebildiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, beyanda bulunmamıştır.

2. Değerlendirme

21. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında, çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkeleri yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Ceza yargılamasında tüketilmesi gereken son başvuru yolu temyizdir. 5271 sayılı Kanun’un 308. maddesine göre Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı resen veya istem üzerine, ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir (Menduh Ataç, B. No: 2013/1751, 13/6/2013, § 16). Anayasa Mahkemesi daha önce adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların ve bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğunu belirterek hakkın kapsamını bu konularla sınırlandırmıştır (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 23). Dolayısıyla Yargıtayın onama kararından sonra sanık, hakkında suç isnadı bulunan bir kimse statüsünden çıktığı için olağanüstü bir kanun yolu olanYargıtay Cumhuriyet başsavcısının itirazı sürecinin kural olarak Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında değerlendirilmemesi gerekmektedir.

24. Somut olayda ise olağanüstü bir kanun yolu olan itiraz süreci sanığın suç isnadı altında olduğu bir aşamada gerçekleşmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı, ilgili Yargıtay Ceza Dairesince incelenerek yerinde görülmüş; daha önce verilen bozma kararı kaldırılarak hüküm düzeltilip onanmıştır. Dolayısıyla asıl davaya ilişkin yapılan bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisinde olduğunun kabul edilmesi gerekir.

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

26. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes iddiasavunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).

27. Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin de dâhil olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Fazlı Celep, B. No: 2015/1025, 21/3/2018, § 22).

28. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).

29. Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılama ilkesi kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 38).

30. Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama hakkının güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Asıl kural tarafların eşit şartlarda yargılamaya katılımının sağlanması, gösterdikleri kanıtlardan ve sundukları görüşlerden bilgi sahibi olması ve bunlarla ilgili görüşlerini bildirebilme imkânının kendilerine verilmesidir (Taylan Özgür Tor, B. No: 2013/2454, 12/3/2015, § 43). Bireylerin aleyhlerine başlatılan dava ve diğer yargısal süreçlerden haberdar edilmeleri, bunlara ilişkin dilekçe ve talep yazılarının kendilerine tebliğ edilmesi karşı savunma yapabilme, iddia ve görüşlerini dile getirebilme imkânının korunması bakımından büyük önem taşımaktadır.

31. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü bir başvuruda bu konudaki ilkeleri belirlemiştir. Anılan başvuruda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin tebliğ edilmediği şikâyeti incelenmiştir. Anayasa Mahkemesince başvurucunun Yargıtay önündeki başarı şansını zedeleyen her türlü mütalaadan haberdar edilme hakkına sahip olduğu ve tebliğnamenin niteliğine rağmen başvurucuya tebliğnameye karşı yazılı görüş bildirme olanağının tanınmamasının başvurucunun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerini ihlal ettiği sonucuna varılmıştır (Gürhan Nerse, B. No: 2013/5957, 30/12/2014, §§ 33-40).

32. Öte yandan adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkeleri mutlak değildir. Bazı durumlarda birtakım zorunluluklar veya daha üstün değerdeki bir kamusal yarar gözetilerek bu ilkelerin gereklerinin belli ölçüde yumuşatılması ve bunlara aykırı tedbirler alınması mümkündür. Dolayısıyla çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine aykırı işlemlerin yapılması tek başına adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurmaz. Sözü edilen ilkelere aykırı işlemlerin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğinden söz edilebilmesi için bu aykırılığın bir bütün olarak bakıldığında yargılamanın hakkaniyetini zedelemiş olması gerekir.

33. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine aykırılığın yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip zedelemediği değerlendirilirken yargılamanın bütününe bakılması gerekmektedir. Bu çerçevede çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine aykırılığın sonuçlarının yargılamanın ilerleyen safhalarında giderildiği veya en azından giderilme imkânının bulunduğu hâllerde söz konusu aykırılığın bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği sonucuna ulaşılamayacak ve bu durumda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilemeyecektir.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

34. 5271 sayılı Kanun hükümlerine göre ceza yargılamasında tüketilmesi gereken son başvuru yolu temyiz aşaması olup temyiz incelemesinden geçen kararlara karşı itiraz yolu, anılan Kanun’un 308. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet başsavcısına tanınmıştır.

35. Bu kanun yoluna ilişkin düzenlemeleri içeren 5271 sayılı Kanun’un “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi” kenar başlıklı 308. maddesine göre Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı resen veya istem üzerine ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz. İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir. Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir.

36. Somut olayda Mahkeme tarafından başvurucu hakkında uyuşturucu madde ticareti suçundan verilen hapis cezasına dair mahkûmiyet kararı Dairenin 22/6/2016 tarihli kararı ile bozulmuş, başvurucu lehine bir durum oluşmuştur. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara karşı 5271 sayılı Kanun'un 308. maddesi uyarınca itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Daire itirazı kabul etmiş ve bozma kararını kaldırarak ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet hükmünü onamıştır. Başvurucu, itiraznamenin kendisine tebliğ edilmeden karar verilmiş olmasından yakınmaktadır.

37. İtirazname, Dairenin kararını yeniden gözden geçirmesi sürecini başlatan ve sonuçları itibarıyla esaslı nitelikte bir usul işlemidir. Bu işlem üzerine Dairenin itiraznameye konu talep yönünde kararını değiştirme veya istemi yerinde görmediği takdirde dosyayı Ceza Genel Kuruluna gönderme mecburiyeti ve sonuçta başvurucu aleyhine bir karar verilmesi ihtimali doğmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraznamesinden haberdar edilmesi, itirazname içeriğindeki iddialara karşı savunmalarda bulunabilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde başvurucunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının iddialarına karşı görüş bildirme imkânı elinden alınarak anılan merci karşısında zayıf ve dezavantajlı bir konuma düşebileceği açıktır.

38. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraznamesi başvurucuya tebliğ edilmemiş, başvurucu bu itiraznameden bozma kararının kendisine tebliğiyle birlikte haberdar olmuştur. Başvurucunun çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine aykırı bir uygulamaya maruz kaldığı açıktır. Ancak bu aykırılığın adil yargılanma hakkı bakımından bir ihlale yol açtığının söylenebilmesi için bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip zedelemediği değerlendirilmelidir. Bu sebeple itiraznamede dile getirilen görüşlerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yargılama sürecinde daha önce dile getirilip getirilmediği, bir başka deyişle başvurucunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraznamede belirttiği görüşlerine daha önce vâkıf olup olmadığı, karşı beyanda bulunma imkânı elde edip etmediği önemlidir.

39. Öte yandan başvurucunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraznamesindeki görüşlerinden yargılama sürecinin önceki safhalarında da haberdar olmadığı anlaşılmaktadır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı daha önce başvurucunun temyiz talebine karşılık olarak Daireye tebliğname sunmuş ise de bu tebliğnamede detaylı gerekçeye yer verilmeksizin ilk derece mahkemesi kararının onanması yolunda görüş bildirilmiştir. Başvurucunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraznamede yer alan görüşüne karşı yargılamanın önceki safhalarında beyanda bulunma imkânı elde edemediği görülmektedir. Sonuç olarak Daire tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraznamesi başvurucuya tebliğ edilmeksizin başvurucu aleyhine karar verilmesinin bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği anlaşılmaktadır.

40. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

B. Diğer İhlal İddiaları

41. Başvurucu; adli arama kararı alınmadan önleme arama kararı ile aracının arandığını, elde edilen hukuka aykırı delile dayanılarak hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini, bu delilin kullanımına karşı ileri sürdüğü itirazlarının gerekçeli kararda karşılanmadığını ileri sürmüştür. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine karar verildiğinden başvurucunun hukuka aykırı delile dayalı yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönündeki diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

42.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

43. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

44. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

45. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

46. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

47. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının başvurucuya tebliğ edilmeden başvurucu aleyhine karar verilmesi nedeniyle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla ihlalin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraznamesinin tebliği sağlanmadan itirazı karara bağlayan Daire kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

48. Bu durumda çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin itiraznamenin başvurucuya tebliğ edilip belli bir süre tanındıktan sonra yeniden yargılama yapılması amacıyla Daireye gönderilmek üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

49. Öte yandan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraznamesinin sanığa tebliğ edilmemesinin genel bir uygulama sorunu olduğu anlaşılmaktadır. Uygulamada 5271 sayılı Kanun'da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraznamesinin taraflara tebliğ edilmesi gerektiğine ilişkin bir hükmün bulunmamasından hareketle bazı Yargıtay dairelerinin itiraznameyi taraflara tebliğ etmeksizin itirazı karara bağladığı görülmektedir. Anılan uygulama, somut olayda olduğu gibi birtakım hak ihlallerine yol açmakta olup uygulamanın hak ihlalini giderecek şekilde gözden geçirilmesi ihtiyacının bulunduğu açıktır. Bireysel başvuruda verilen ihlal kararlarının bireysel mağduriyetleri gidermenin yanında benzer olaylarda hak ihlallerinin yaşanmasının önlenmesi amacı da taşıdığı aşikârdır. Bu bağlamda yapısal sorun tespit edilen hâllerde bu sorunun giderilmesine yönelik tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraznamesinin taraflara tebliğ edilmemesi yolunda gelişen ve yapısal bir soruna dönüşen bu uygulamanın gözden geçirilmesini temin etmek üzere kararın bir örneğinin Yargıtay Başkanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

50. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.732,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adil yargılanma hakkı kapsamında çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının güvencelerinden olan çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla Yargıtay 20. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Mersin 6. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2015/129, K.2015/114) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 2.475,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.732,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Yargıtay Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ BACACI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/64727)

 

Karar Tarihi: 10/6/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Cafiye Ece YALIM

Başvurucu

:

Ali BACACI

Vekili

:

Av. Suat ÇETİNKAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Cumhuriyet Savcısının itirazının başvurucuya tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/12/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

10. Başvurucu hakkında hükümlü olarak bulunduğu Menemen Açık Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) darbe girişimini destekleyici söylem ve hareketlerde bulunduğu iddiasıyla disiplin soruşturması başlatılmıştır.

11. Yapılan soruşturma sonucunda Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 8/8/2016 tarihli kararı ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un 43. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca başvurucunun "3 ay süre ile ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası" ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

12. Başvurucunun itirazı üzerine Karşıyaka İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) Cumhuriyet savcısından görüş almış; Cumhuriyet savcısı 18/8/2016 tarihli görüş yazısında itiraz konusu disiplin cezasının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddini, disiplin cezasının onaylanmasını talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 20/10/2016 tarihli kararı ile başvurucunun itirazının kabulüne, disiplin cezasının iptaline karar vermiştir.

13. Kararın gerekçesinde, uyulması zorunlu olan kanuni sürelere uyulmadığı için disiplin cezasının iptaline karar verildiği belirtilmiştir.

14. İnfaz Hâkimliğinin iptal kararına karşı Cumhuriyet savcısı 26/10/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının kararının usul yönünden hukuka uygun olduğunu belirterek itiraz etmiştir. Cumhuriyet savcısı 26/10/2016 tarihli itirazının ilgili kısımları şöyledir:

"...Menemen R/Açık Ceza İnfaz Kurumu'nda 15/07/2016 tarihinde yaşanan olay ile ilgili 25/07/2016 tarihli alınan kurum içi istihbaratlar ve hükümlü ifadelerine istinaden araştırma yapılmak amacı ile tutanak tutulduğu, yani olayın 25/07/2016 tarihinde öğrenildiği, tutulan tutanağın ertesi günü yani 26/07/2016 işleme alınarak aynı gün soruşturma için muhakkik atandığı, 29/07/2016 tarih ve 2016/11484 sayılı yazısı ile Karşıyaka İnfaz Hakimliği'nden ek süre talebinde bulunulduğu, Karşıyaka İnfaz Hakimliği'nin de 01/08/2016 tarih ve 2016/2463 esas ve 2016/2414 sayılı kararı ile 7 günlük ek süre talebinin ONANDIĞI, 01/08/2016 tarihinde kamera kayıtları incelenmesi sonucunda hazırlanan CD Çözüm Tutanağına istinaden 25/07/2016 tarihinde düzenlenen tutanakla bağlantısı bulunan başka hükümlülerin olmasından dolayı Menemen R/Açık Ceza İnfaz Kurumu'nun 01/08/2016 tarih ve 2016/11612 sayılı yazısı ile yeni bir disiplin dosyanın açıldığı ve bu dosyaya da muhakkik atandığı ve ilgili dosyalar hakkında muhakkikin zamanında raporunu tanzim edip disiplin kuruluna sunduğu, her iki dosyanında konu yönünden birlik arz ettiğinden disiplin kurulunca birleştirilerek ele alınıp incelendiği ve bunun da ilgili kararda açıkça belirtildiği aşikardır.

...

Karşıyaka İnfaz Hakimliği'nin gerekçeli kararında her ne kadar usul yönünden cezaların iptali kararı verilmiş ise de; disiplin dosyası bütün olarak ele alınarak incelendiğinde Menemen R/Açık Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu'nun 08/08/2016 tarih ve 2016/586 sayılı verilen kararı ve yine 08/08/2016 tarih ve 2016/54 karar sayılı İşyurdu Yönetim Kurulu Kararı'nın usul yönünden uygun olduğu aşikardır.

...

Karşıyaka İnfaz Hâkimliği'nin 08/08/2016 tarih 2016/2764 esas 2016/3380 karar sayılı kararının KALDIRILMASINA, Menemen R/Açık Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı'nın 08/08/2016 tarih ve 2016/586 sayılı Disiplin Cezası Kararı'nın ve Menemen R/Açık Ceza İnfaz Kurumu İşyurdu Yönetim Kurulu Başkanlığı'nın 08/08/2016 tarih ve 2016/54 sayılı Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna iade kararlarının ONAYLANMASINA 4675 sayılı Kanunun 6. Maddesi uyarınca itirazen kamu adına talep olunur..."

15. İtirazı değerlendiren Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) Cumhuriyet savcısının itirazının kabulüne, Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının kararının onanmasına karar vermiştir. Mahkemenin kararının gerekçesi şöyledir:

"...Suç oluşturan eylemin suçun oluştuğu tarihten sonra öğrenilmesi üzerine başlatılan disiplin soruşturmalarının iptal edilmesi suç oluşturan eylemleri haklı gösteremeyeceği, 5275 sayılı Kanunun 47. maddesi 2. fıkrasında değinildiği üzere suç oluşturan eylemlerin öğrenilmesinden itibaren soruşturmanın başlatılacağı dosya içeriğinden anlaşılmakla, Menemen R/Açık Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü C.Savcısının itirazının kabulüne, Karşıyaka İnfaz Hakimliğinin 20/10/2016 tarih, 2016/2764 E, 2016/3380 K. Sayılı kararının iptaline karar vermek gerekmiştir..."

16. Başvurucu nihai kararı 25/11/2016 tarihinde öğrenmiş, 7/12/2016 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. 5275 sayılı Kanun'un 43. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:

 "...(2) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:

d) Kurumda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak..."

18. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında re’sen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır.

...

İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.

İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikâyetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir.

İtiraz, infaz hakimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine yapılır..."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 10/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

20. Başvurucu; hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda aldığı disiplin cezasına itirazı üzerine İnfaz Hâkimliğinin itirazının kabulüne ve disiplin cezasının iptaline karar verdiğini, bu karara karşı Cumhuriyet savcısının itiraz ettiğini, anılan itirazın kendisine tebliğ edilmeden Mahkemece disiplin cezasının onanarak kesinleştiğini, silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

21. Bakanlık görüşünde, Mahkemenin evrak içeriğine ve karardaki gerekçeye göre Disiplin Kurulunun kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı, sırf sürelere uyulmamış olmasının suç oluşturan eylemleri haklı göstermeyeceği gerekçeleriyle İnfaz Hâkimliğinin kararını kaldırarak Disiplin Kurulu Başkanlığının kararını onadığını belirtmiştir. Bakanlık ayrıca hukukun uygulanması ve yorumlanmasının mahkemelerin resen gözeteceği bir husus olduğunu, disiplin cezasına yapılan itiraz incelemesinde disiplin cezasının şartlarının oluşup oluşmadığını belirlemenin hâkimin takdir yetkisi kapsamında kaldığını vurgulamıştır.

22. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, bireysel başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

23. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

24. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, suç isnadına bağlı yargılamaların yanında bir kimsenin medeni hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasıyla ilgili yargılamalarda da uygulanır. Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni meselelerde uygulanabilmesi için ortada hukuk düzeni tarafından kişiye tanınmış veya en azından savunulabilir temeli bulunan bir hakkın bulunması gerekir. İkinci olarak bu hakla ilgili olarak ilgili kişinin menfaatini etkileyen bir uyuşmazlık mevcut olmalıdır. Öte yandan bu uyuşmazlık ihtilaf konusu hakkın tespiti ve bu haktan yararlanılması bakımından belirleyici bir nitelik arz etmelidir (Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942, 28/5/2019, § 28).

25. Somut olay açısından başvuruya konu şikâyetin medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili bir uyuşmazlık olup olmadığı adil yargılanma hakkının kapsamının tespiti açısından önem taşımaktadır. Başvurucunun şikâyetinin konusu, Ceza İnfaz Kurumunda aldığı disiplin cezasına itirazı üzerine inceleme yapan İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Cumhuriyet savcısının itirazının kendisine tebliğ edilmediğine ilişkindir. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştirdiği eylemlerine ilişkin olarak 5275 sayılı Kanun’un disiplin hükümleri çerçevesinde disiplin kurulu tarafından ceza verilmiştir. Başvurucuya uygulanan disiplin cezası nedeniyle yaptığı itirazın İnfaz Hâkimliği tarafından incelenmesinin medeni hak kapsamında kaldığının ve dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin birinci fıkrasının uygulanmasının mümkün olduğunun kabul edilmesi gerekir (Giyasettin Aydın, B. No: 2013/1852, 25/3/2015, § 37).

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmediğinden silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

27. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes iddiasavunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).

28. Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin de dâhil olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Fazlı Celep, B. No: 2015/1025, 21/3/2018, § 22).

29. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).

30. Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılama ilkesi kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 38).

31. Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama hakkının güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Asıl kural tarafların eşit şartlarda yargılamaya katılımının sağlanması, gösterdikleri kanıtlardan ve sundukları görüşlerden bilgi sahibi olması ve bunlarla ilgili görüşlerini bildirebilme imkânının kendilerine verilmesidir (Taylan Özgür Tor, B. No: 2013/2454, 12/3/2015, § 43). Bireylerin aleyhlerine başlatılan dava ve diğer yargısal süreçlerden haberdar edilmeleri, bunlara ilişkin dilekçe ve talep yazılarının kendilerine tebliğ edilmesi karşı savunma yapabilme, iddia ve görüşlerini dile getirebilme imkânının korunması bakımından büyük önem taşımaktadır (Hacı Karabulut, B. No: 2017/14871, 9/10/2019, § 30).

32. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü bir başvuruda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin tebliğ edilmediği şikâyetini incelenmiştir. Anayasa Mahkemesince başvurucunun Yargıtay önündeki başarı şansını zedeleyen her türlü mütalaadan haberdar edilme hakkına sahip olduğu ve tebliğnamenin niteliğine rağmen başvurucuya tebliğnameye karşı yazılı görüş bildirme olanağının tanınmamasının başvurucunun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerini ihlal ettiği sonucuna varılmıştır (Gürhan Nerse, B. No: 2013/5957, 30/12/2014, §§ 33-40).

33. Öte yandan adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri mutlak değildir. Bazı durumlarda birtakım zorunluluklar veya daha üstün değerdeki bir kamusal yarar gözetilerek bu ilkelerin gereklerinin belli ölçüde yumuşatılması ve bunlara aykırı tedbirler alınması mümkündür. Dolayısıyla silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine aykırı işlemlerin yapılması tek başına adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurmaz. Sözü edilen ilkelere aykırı işlemlerin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğinden söz edilebilmesi için bu aykırılığın bir bütün olarak bakıldığında yargılamanın hakkaniyetini zedelemiş olması gerekir (Hacı Karabulut, § 32).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

34. Somut olayda başvurucunun da aralarında bulunduğu hükümlüler hakkında darbe girişimi sırasında, darbe girişimini destekleyici söylem ve eylemlerde bulunduğu iddiasıyla disiplin soruşturması yapılmıştır. Başvurucunun söylem ve eylemleri nedeniyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına, ayrıca adli soruşturma yapılması için suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, ziyaretçi kabulünden yoksun kalma cezasına itiraz etmiş; İnfaz Hâkimliği başvurucunun itirazını kabul ederek disiplin cezasının iptaline karar vermiş ve başvurucu lehine bir durum oluşmuştur. Cumhuriyet savcısı tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına itiraz edilmiştir. Mahkeme itirazı kabul ederek disiplin cezasının onaylanmasına karar vermiştir. Başvurucu, Cumhuriyet savcısının itirazının kendisine tebliğ edilmediğini iddia etmektedir.

35. Başvurucunun Cumhuriyet savcısının itirazından haberdar edilmesi, itiraz içeriğindeki iddialara karşı savunmalarda bulunabilmesi için gereklidir. Cumhuriyet savcısının itirazı tebliğ edilmeyerek başvurucunun Cumhuriyet savcısının iddialarına karşı görüş bildirme imkânı elinden alınmış, başvurucu zayıf ve dezavantajlı bir konuma düşürülmüştür.

36. Cumhuriyet savcısının itirazı başvurucuya tebliğ edilmemiş, başvurucu bu itirazdan disiplin cezasının onanması kararının kendisine tebliğiyle birlikte haberdar olmuştur. Başvurucunun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine aykırı bir uygulamaya maruz kalmıştır. Ancak bu aykırılığın bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip zedelemediği değerlendirilmelidir. Bu nedenle itirazda dile getirilen görüşlerin Cumhuriyet Savcılığı tarafından daha önce dile getirilip getirilmediği başvurucunun bu itirazda belirtilen görüşlerden haberdar olup olmadığı, karşı beyanda bulunma imkânının olup olmadığı değerlendirilmelidir.

37. Başvurucu, Cumhuriyet savcısının itirazının içeriğindeki görüşlerinden daha önceki safhalarda haberdar olmamıştır. Cumhuriyet savcısının daha önce başvurucunun itiraz talebine karşılık olarak disiplin cezasının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek disiplin cezasının onanması ve itirazın reddedilmesi yönünde İnfaz Hâkimliğine görüş bildirdiği, detaylı bir gerekçeye yer vermediği anlaşılmaktadır. Başvurucunun Cumhuriyet savcısının görüşüne karşı disiplin cezasının onanması kararının verilmesinden önceki safhalarda beyanda bulunma imkânı elde edemediği görülmektedir. Dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının başvurucuya tebliğ edilmeksizin başvurucu aleyhine karar verilmesinin bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği kanaatine varılmaktadır.

38. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

B. Diğer İhlal İddiaları Yönünden

39. Başvurucu; duruşma yapılmadan, tanık dinlenmeden gerekçesiz şekilde karar verildiğini, verilen disiplin cezası nedeniyle koşullu salıverilme süresinin etkilendiğini, masumiyet karinesinin, adil yargılanma hakkının, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar verildiğinden başvurucunun diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

41. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

42. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

43. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

44. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

45. Anayasa Mahkemesi, Cumhuriyet Savcılığının itirazının başvurucuya tebliğ edilmeden başvurucu aleyhine karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla ihlalin itiraz tebliği sağlanmadan itirazı karara bağlayan mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

46. Bu durumda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılması amacıyla Mahkemeye gönderilmek üzere İnfaz Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

47. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

48. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının güvencelerinden olan silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine (E.2016/2764, K.2016/3380 sayılı dosyası) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.