I. Giriş

Bu yazımızda; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 282. maddesi ile düzenlenen, eski adı “kara para aklama suçu” olan suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunda, öncül suça ilişkin eksik inceleme yapılması ve öncül suçun incelenen suç bakımından kaynak olma vasfı, Yargıtay kararları, Anayasa Mahkemesi kararları ve gerekçeli karar hakkı çerçevesince ele alınacaktır.

II. Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama Suçuna İlişkin Açıklamalarımız

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 282. maddesi, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, eski adıyla “kara para aklama” suçunun unsurlarını ve müeyyidelerini düzenlemektedir. TCK m.282’de yer alan aklama suçunun mevcudiyeti için; ön şart olarak alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir öncül suçun işlenmesi, ayrıca bu öncül suçtan kaynaklanan bir malvarlığı değerinin de yine somut olayda var olması, son olarak öncül suçtan kaynaklanan bu malvarlığı değerlerinin suçun maddi unsurunu oluşturan aklama fiillerine tabi tutulması, malvarlığı değerleri ile öncül suçlar arasında illiyet bağı kurulması gerekmektedir. Aklama suçunun maddi unsurunu; suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini yurt dışına çıkarmak veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tabi tutulması şeklindeki iki seçimlik serbest hareket oluşturmaktadır.

Devletin adli çıkarlarına karşı işlenen bir suç olma özelliği gösteren bu suçun hukuki konusunu “adil/dürüst yargılanma hakkı” oluşturmakta; zira bu suçu oluşturan fiiller soruşturma ve kovuşturma makamlarının öncül suçlardan elde edilen malvarlığı değerlerine ulaşmasını ve etkin biçimde soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemekte, böylece bu suçla gizlenen öncül suçların ve faillerinin ortaya çıkarılmasını güçleştirmektedir. Kanun koyucu bu suçu hukuki konusu itibariyle “Adliyeye karşı suçlar” arasında düzenleyerek suçla mücadeleye ilişkin toplumsal yararın adli yararlarla temsil edildiği düşüncesini ortaya koymaktadır. Bu bakımdan anılan suç, “adil/dürüst yargılanma hakkının” yanı sıra adliyeye ilişkin yararları da korumakta ve aslında suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçunun özel bir şeklini oluşturmaktadır[1].

TCK m.282’nin gerekçesinde; “suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerine meşruiyet görüntüsü verilerek iktisadi sisteme sokulmasının, bu yolla suç işlemenin menfaat elde etme açısından cazip bir yol olarak görülmesinin önüne geçilmesi amaçlanarak, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin yurtdışına çıkarılması veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru yolla elde edildiği hususunda kanaat oluşturmak amacıyla işlemlere tabi tutulması[2]suç sayılmıştır. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun oluştuğundan bahsedebilmek için “öncül suç” gerekmekle birlikte, ilgili suç kendisine kaynaklık eden öncül suçtan bağımsız ve ayrı bir suçtur.

Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu, öncül suçtan elde edilen malvarlığı değerlerini konu aldığı ve aklama fiillerinin de bu değerler üzerinden gerçekleştirilmesi gerektiği için, öncül suçun tüm unsurları ile oluşup oluşmadığı önem taşımaktadır. TCK m.282, altı ay veya daha uzun süreli hapis cezasını gerektiren bir öncül suçun varlığını aradığından; suçun tüm unsurlarının meydana gelmesi gerekmektedir, aksi halde suçun oluşumu etkilenecek ve elde edilen gelirlerin suçtan kaynaklandığından bahsedilemeyecektir[3].

III. Yargıtay Kararları Işığında Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama Suçunda Öncül Suçun Mevcudiyetinin Önemi

Yargıtay içtihadına göre; suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun oluşması için bir öncül suçun varlığı gerektiğinden, malvarlığı değerlerini aklama suçundan mahkumiyet kararı verildiğinde, suçun konusunu oluşturan iktisadi değerlerin hangi öncül suçların işlenmesi suretiyle veya hangi öncül suçlar dolayısıyla elde edildiğine dair iddiaların, mutlaka açık ve ayrı ayrı tartışılıp karşılanması gerekmektedir.

Yargıtay bir kararında öncül suçla ilgili davanın kara para aklama suçunu etkileyeceğini ve nisbi muhakemenin, öncül suç hakkında düşme kararı verilme gibi sınırlı hallerde uygulanabileceğini ifade etmiş[4]; diğer bir kararında ise TCK m.282’de düzenlenen suçun oluşumu için öncül suçla ilgili soruşturma sonucunun bekletici mesele yapılması gerektiğini ifade etmiştir[5]. Belirtmeliyiz ki; öncül suçun işlenmediğinin kesinleşmiş bir hükümle ispatı halinde, suç için aranan öncül suç şartı gerçekleşmediğinden, buna bağlı olarak kara para aklama suçu da oluşmayacaktır.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 31.05.2017 tarihli, 2017/1360 E., 2017/4303 K. sayılı kararına göre; “Suç tarihinde yürürlükte olan 5237 sayılı TCK'nın 282/1. maddesine göre, atılı suçun oluşabilmesi için ‘alt sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin, yurt dışına çıkarılması veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tabi tutulmasının ve aklamaya konu değerlerin ‘öncül suç’ olarak adlandırılan bir suçtan elde edilmiş olması gerektiği’ gözetilerek, Adli Sicil kayıtlarına göre, sanıklar ... ve ...’nun suç tarihlerini kapsar şekilde sigara kaçaklığı suçundan mahkumiyetlerinin bulunmadığı, sanık ...’in mahkumiyetine konu ilamların ise 4926 sayılı Kanunun 4/a-2. maddesi uyarınca adli para cezası gerektiren suçlara ilişkin olduğunun anlaşılması karşısında, aklamaya konu malvarlığı değerlerinin ‘hangi öncül suçtan’ elde edildiğinin ve sanıkların bu öncül suçtan bir mahkumiyetinin bulunup bulunmadığı kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespit edilip öncül suçun TCK'nın 282/1. maddesindeki unsurları taşıyıp taşımadığı da karar yerinde tartışılmaksızın yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi[6] bozmayı gerektirmiştir.

Kanaatimizce; kara para aklama suçunda bir ön şart niteliği taşıyan öncül suça ilişkin mahkemelerin nisbi muhakeme yoluyla karar vermesi, Anayasa m.37’de öngörülen kanuni hakim güvencesine aykırı olacağı gibi, nisbi muhakeme yoluyla verilen karar ile öncül suça ilişkin esas yargılamayı yapan veya yapacak mahkemenin farklı kararlar vermesi durumunda, hukuka ve hakkaniyete aykırı bir durumun ortaya çıkacağı tartışmasızdır.

IV. Anayasa Mahkemesi’nin 12.06.2018 Tarihli, 2015/964 Numaralı Bireysel Başvuru Kararı Hakkındaki Değerlendirmelerimiz

a. Başvurunun Konusu

Anayasa Mahkemesi 12.06.2018 tarihli, 2015/964 numaralı bireysel başvuru kararında; Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 17.12.2014 tarihli kararıyla; iki başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçlarından verilen mahkumiyet hükmünü onaması sonucu, gerekçeli kararda belirtilen hangi fiillerin öncül suç olarak nitelendirildiğinin belirtilmediği, öncül suçların ne zaman ve ne şekilde işlendiğine yer verilmediği, atıf yapılan bazı fiillerin ise 4208 sayılı Kara paranın Aklanmasının Önlenmesine(…)Dair Kanun[7]’un yürürlük tarihinden önce olduğu ve varsayıma dayalı olarak cezalandırıldıkları, bu sebeplerle de “suçların ve cezaların kanuniliği” ilkesinin ve “adil/dürüst yargılanma haklarının” ihlal edildiğine ilişkin iddiaları değerlendirilmiştir.

b. Olaylar

1.  Başvurucu E.E. Hakkında

Yerel Mahkeme, başvurucunun; örgütün bizzat kurucusu ve yöneticisi olduğuna, bir kısım çalışanı adına banka hesabı açtırarak bu hesaplara kara para niteliğindeki paranın yatırılarak aklanması işlemlerini gerçekleştirdiğine kanaat getirmiştir. Yargılama neticesinde “kara para” niteliği verilen malvarlığı değerlerinin kaynağı; başvurucu tarafından ele geçirilmiş olan, 1995 yılında öldürülen N.M. isimli şahsa ait kaynağı belirsiz para ve kıymetli evrak, Türkiye İş Bankası ile Türk Ticaret Bankası’nın bankacılık teamülleri dışında gerçekleştirdiği kredi ilişkileri, başvurucunun 1992 yılından beri işletmekte olduğu firmalar sebebiyle çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına olan borçlarını ödememesi ve yurt dışına yönelik para hareketlerinin özellikle vergi cenneti olarak adlandırılan yerlere yapılması olarak belirtilmiştir.

2. Başvurucu H.K. Hakkında

Yerel Mahkeme, başvurucunun; örgütün hiyerarşik yapılanması için önem arz eden ana yöneticilerden birisi olduğuna ve karşılıklı menfaat ilişkisi çerçevesinde bir kısım çalışanı adına banka hesapları açtırarak, bu hesaplara kara para niteliğindeki paranın işletilerek aklanması işlemlerini gerçekleştirdiğine kanaat getirmiştir.

c. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’un yollamada bulunduğu Türk Ceza Kanunu’nun 282. maddesiyle düzenlenen “suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama”  suçunun oluşabilmesi için, alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçun işlenmesi suretiyle elde edilen malvarlığı değerlerinin yurt dışına transfer edilmesi veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutulması gerekmektedir.  Bahsi geçen malvarlığı değerlerinin elde edildiği suçun türü veya mahiyeti önem arz etmemekte, önemli olan; suçun konusunu oluşturan iktisadi değerlerin başka bir suç, bir öncül suç işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde edilmiş olmasıdır.

Başvurucular, mahkumiyet gerekçesinde; akladıkları iddia edilen gelirin kaynağının ispat edilemeyen, kayıt dışı malvarlıklarına atıf yapılarak ve bazı fiillerden bahsedilerek ortaya koyulmaya çalışıldığını, ancak gerekçeli kararda hangi öncül suç kapsamında hangi somut fiillerin işlendiğinin ve ilgili suçların ne şekilde sübuta erdiğinin açıkça gösterilmediğini ileri sürmektedirler.

Somut olayda, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerleri olarak; başvurucu H.K’nin bir kısım çalışanı adına açtırdığı banka hesaplarında kara para niteliğindeki gelirler ve başvurucu E.E’ye ait vergi borçları, SSK (SGK) gibi kurumlara olan borçları, N.M.’nin öldürülmesi dolayısıyla elde ettiği iddia edilen paralar ve bankalardan aldığı iddia edilen usulsüz krediler sayılmaktadır. Bununla birlikte, gerekçeli kararda; vergi borçları bakımından dayanak olarak alınan bilirkişi raporlarında 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na aykırılıktan verilmiş bir mahkeme kararına atıf yapılmamış, kredi kullandırılması sürecinde evrakta sahtecilik, dolandırıcılık gibi öncül suçların varlığı, öncül suçların işlendiği iddiasıyla bir kovuşturma veya soruştura işlemi yapılıp yapılmadığı ortaya koyulmamış veya N.M.’nin öldürülmesinden dolayı nasıl bir malvarlığı elde edildiği somutlaştırılmamıştır.

Gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalı ve davada ileri sürülen esas iddiaların değerlendirilmiş olduğu karardan anlaşılmalıdır[8].

Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde[9] adil/dürüst yargılanma hakkı düzenlenmiş, maddenin gerekçesinde ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alınmış bu hakkı, Anayasa metnine dahil etme ihtiyacı vurgulanmıştır. Maddede açıkça gerekçeli karar hakkından bahsedilmemekle birlikte; adil/dürüst yargılanma hakkının temelini oluşturan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinin birinci fıkrası ile düzenlenen, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dahil olduğu, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin birçok kararında vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, Anayasa m.36’da düzenlenen adil/dürüst yargılanma hakkının “gerekçeli karar hakkı” güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekmektedir[10].

Anayasa m.141/3 uyarınca, mahkemelerin her türlü kararı gerekçeli olmak zorundadır. Bu yükümlülük; tarafların temyiz hakkını kullanabilmesi için gerekli olmasının yanı sıra, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların; davanın sonucuna etkili olması, bir başka deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekmekte, aksi bir tutumda, ilgili ve yeterli bir yanıt verilmemesi hak ihlaline sebep olacaktır[11].

Anayasa Mahkemesi’nin rolü, derece mahkemesinin hangi delile dayanarak karar vermesi gerektiğini tespit etmek değil; başvurucuların ileri sürdüğü, kararı etkileyen iddia, savunma ve delillerin, karar gerekçesinde karşılanıp karşılanmadığını “adil/dürüst yargılanma hakkı” çerçevesince incelemek, cevap verilmesi gereken usule veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılması sebebiyle hak ihlali doğup doğmadığını tespit etmektir[12].

Yapılan detaylı açıklamalar ışığında, Anayasa Mahkemesi incelenen kararında; başvurucuların ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun konusunu oluşturan iktisadi değerlerin hangi öncül suçların işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde edildiğine dair iddialarının tartışılmadığı ve karşılanmadığı, gerekçede birtakım soyut değerlendirmeler yapılmakla birlikte, suçun konusunu oluşturan malvarlığı değerlerinin hangi öncül suçlar nedeniyle elde edildiğinin ortaya koyulmadığı, kayıt dışı para ile suçtan kaynaklanan gelirin birbirine karıştırıldığına dair kuşkuya sebebiyet verecek soyut ve eksik tespitler ortaya koyulduğu, bu nedenle de yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde, başvurucuların Anayasa m.36 ile güvence altına alınan “adil/dürüst yargılanma hakkı” kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine oy çokluğu ile karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi üyelerinden Osman Alifeyyaz Paksüt; yargı içtihatlarında ve doktrinde, kara para aklama suçundan mahkumiyet kararı verilebilmesi için, gelir elde edildiği iddia olunan bütün suçların kovuşturmasının yapılması ve yargılamaların kesin hükümle sonuçlanması gibi bir koşul aranmadığı, somut olayda derece mahkemelerinin gerekçeleri ne kadar karmaşık da olsa, esas itibariyle başvurucuların suç işlemek amacıyla örgüt kurmaları suretiyle öncül suçu işledikleri kabulüne dayandıklarının açık olduğu, bu sebeple başvurucuların Anayasa m.36 ile güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamına giren gerekçeli karar hakkının ihlal edilmediğini ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin oy çokluğu ile verdiği kararı; bireysel başvurularda en üst temyiz mercii veya içtihat belirleyici görevini üstlendiği, ikincil bir yargı yolu olma fonksiyonunu zedelediği hususlarında eleştirmiş, karara karşı oy sunmuştur.

Bir diğer Anayasa Mahkemesi üyesi M. Emin Kuz ise; Anayasa Mahkemesi’nin incelenen kararında, gerekçeli karar hakkına ilişkin genel ilkeleri tekrarladığını, ancak başvuru formunda ve ihlal kararının gerekçesinde, derece mahkemelerinin gerekçelerinde tartışmadığı ve karşılamadığı belirtilen hususların “delilerin değerlendirilmesi ile hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması yetkisine” ilişkin olması, gerekçeli karar hakkına ilişkin genel ilkelerin olaya uygulanması noktasında önceki kararlar ile bağdaşmayacak bir uygulama yürütülmesi, derece mahkemelerinin kararlarında açık takdir hatası veya keyfilik olduğu belirtilmediği de dikkate alındığında başvurucuların iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olması sebepleriyle, açıkça dayanaktan yoksun olan başvurunun kabul edilmezliğine kararı verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

d. Değerlendirmemiz

Anayasa m.36 ile güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkının; silahların eşitliği, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde, makul sürede ve hakkaniyete uygun şekilde yargılanma gibi temel ilkelerinden biri olan gerekçeli karar hakkı, hakkında hüküm kurulan kişinin yargılamanın yalnızca objesi olmak yerine mahkeme tarafından muhatap alınan etkin bir süje olabilmesini güvence altına almaktadır[13].

Gerekçeli karar hakkı; dosyaya sunulan, iddiaya veya savunmaya konu edilen itirazın, talebin veya delilin değerlendirilip değerlendirilmediğini, dikkate alınıp alınmadığını, ret veya kabul edilmesinin sebebini somut olarak gösteren, bu yolla davanın tarafının anlama, iddia ve savunma hakkını destekleyen, hak arama hürriyeti yoluyla kanun yolunu etkin kullanabilmesini mümkün kılan, adaletin yerine gelip gelmediğini gösteren bir güvencedir[14].

Başvurucuların iddiaları üzerine yapılan incelemede; Yerel Mahkemelerin, TCK m.282’de düzenlenen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçunun konusunu oluşturan malvarlığı değerlerine ilişkin gerekli somutlaştırmanın yapılmadığı, suçun unsurlarından olan öncül suçların neler olduğunun ve hangi fiiller neticesinde meydana geldiğinin ayrı ve açık olarak tartışılmadığı, öncül suç veya suçlar ile TCK m.282’de düzenlenen suç arasında gerekli illiyet bağının kurulamadığı sebepleriyle, başvurucuların adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamına giren gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. İlgili karara; Mahkemenin yaptığı değerlendirmelerin yerel mahkemelerce kullanılan “delilerin değerlendirilmesi ile hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması yetkisine” müdahale teşkil ettiği ve Mahkemenin ikincil bir yargı yolu olmasına rağmen bir üst temyiz mercii gibi hareket ettiğine ilişkin iki karşı oy sunulmuştur.

Delillerin değerlendirilmesi ile hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması faaliyetleri derece mahkemelerinin görev alanında olsa dahi, atıf yapılan AYM kararından da anlaşılacağı üzere, derece mahkemelerin bu faaliyetleri gerçekleştirmesi sonucu elde ettiği sonuçları açıkça gerekçeli kararlarında tartışmaları, ayrı ve açıkça ortaya koymaları gerekmektedir ki, gerekçeli karar hakkının ihlali gündeme gelecektir. İhlale ilişkin AYM tarafından yapılacak tespit; delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması faaliyeti sonucu mahkemenin elde ettiği kanaate ilişkin değil, varılan kanaatin gerekçeli kararda açıkça gösterilmemesine dair olacaktır. Anayasa Mahkemesi bu konuya ilişkin İbrahim Ataş kararında[15]; “Derece mahkemelerinin, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanmasını ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, bu sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorunda olduğunu” ifade etmiştir.

Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki; temyiz mercii olan Yargıtay ile norm denetimi yapan ve bireysel başvuruları inceleyen Anayasa Mahkemesi arasında uzun süredir devam eden yetki tartışması nihayetinde, bazı bireysel başvuru kararlarında AYM tarafından verilmiş hak ihlallerinin giderilmemesi, dolayısıyla yargı kararlarının infazından şu veya bu gerekçesiyle kaçınılması aşamasına gelmiştir ki, bu mesele siyasetin de etkisiyle hukuk güvenliği hakkı bakımından ciddi bir soruna, onarılması güç ve hatta imkansız zararların doğmasına sebebiyet verebilecek niteliktedir.

İncelenmekte olan AYM kararında; Yerel Mahkemenin, delillerin değerlendirmesi ile hukuk kurallarını yorumlaması ve uygulanması faaliyetleri sonucunda vardığı kanaat değil, mahkumiyet kararı verilmesinin sebeplerinin neler olduğuna ilişkin açık ve ayrıntılı bir anlatım içeren ve başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların tartışıldığını ortaya koyan bir gerekçeli karar bulunmaksızın mahkumiyet kararı verilmesi sebebiyle ihlal kararı verilmiştir.

Sonuç olarak; Yargıtay kararlarında da açıkça görüldüğü üzere, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçuna ilişkin yürütülen yargılama sonucunda, suçun konusunu oluşturan malvarlığı değerlerinin hangi öncül suçlar nedeniyle/dolayısıyla elde edildiğinin ve suçtan kaynaklanan geliri nelerin oluşturduğunun gerekçeli kararla açıkça ortaya koyulması gerekmektedir. Bu nedenle; Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli karar hakkı ve somut olaya ilişkin değerlendirmelerine katılmakta ve başvuruya konu karar hakkında verilen adil/dürüst yargılanma hakkının ihlali kararını yerinde bulmaktayız.

V. Anayasa Mahkemesi’nin 05.10.2023 tarihli, 2020/10052 Başvuru Numaralı Bireysel Başvurusu Kararı Hakkındaki Değerlendirmelerimiz

a. Başvurunun Konusu

Anayasa Mahkemesi, 05.10.2023 tarihli, 2020/10052 numaralı bireysel başvuru kararında, başvurucunun; Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi’nin 12.02.2020 tarihli kararında, öncül suç olarak değerlendirilen dolandırıcılık suçuna ilişkin bozma kararı vermesine rağmen öncül suça bağlı olan, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçuna ilişkin istinaf talebini ise esastan reddettiği, hakkında verilen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçuna ilişkin cezanın, öncül suçtan verilen bir hüküm olmaksızın, haksız olarak kesinleştirilmesi sebebiyle, adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarını değerlendirmiştir.

b. Olaylar

Maden Mal Müdürlüğü’ne kayıtlı L. Kozmetik Paketleme Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi isimli şirkete ve O. Kimyasal ve Endüstriyel Kozmetik Paketleme İmalat İthalat İhracat Sanayi Ticaret Limited Şirketi'ne usulsüz olarak “Özel Tüketim Vergisi” iadesi ödemesi yapıldığının ortaya çıkmasıyla, bahsi geçen şirketler hakkında Maden Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2018/306 E. sayılı dosyasında 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'na muhalefet suçundan dolayı soruşturma açılmıştır. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı ise, 03.07.2018 tarihinde, başvurucu F. Y. hakkında; suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, nitelikli dolandırıcılık ve suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçlarından cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlemiştir. Yargılama neticesinde, Elazığ 1. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında; suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan beraat kararı vermiş, nitelikli dolandırıcılık ve suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçlarından ise cezalandırılmasına karar vermiştir.

Başvurucu, istinaf dilekçesinde; Mahkemece öncül suç olarak nitelenen dolandırıcılık suçunun tefrik edilerek bu suça ilişkin yargılamanın ayrı yapılması gerektiğini ileri sürmüş, ayrıca bu suçun cezası kesinleştiği takdirde suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun oluşabileceğini belirtmiştir.

Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi, 12.02.2020 tarihli kararında; Maden Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2018/306 esas sayılı dosyasının sonucunun beklenilerek kamu davası açılması durumunda suçun niteliği ve Vergi Usul Kanunu'na muhalefet suçunu oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesinin ardından hüküm verilmesi gerekirken, yerel mahkemece eksik inceleme ile dolandırıcılık suçundan mahkumiyet kararı verilmesi bozmayı gerektirmiş, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçuna ilişkin hüküm ise aynı kararla onamıştır. Bozma kararı sonrası, dolandırıcılık suçu yönünden yapılan yargılama ise, başvurunun incelenme tarihi itibarıyla derdesttir.

Başvurucu; suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun oluşabilmesi için öncül suçtan verilen cezanın kesinleşmesi gerektiğini, Ceza Dairesinin öncül suç olarak değerlendirilen dolandırıcılık suçuna yönelik bozma kararına rağmen, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçuna ilişkin cezanın, öncül suça ilişkin bir hüküm bulunmaksızın, haksız olarak kesinleştirdiğini ileri sürmüştür.

c. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi, başvurucunun iddialarının, adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamına giren gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi gerektiğine karar vermiş; AYM kararlarına birçok atıf yaparak, adil/dürüst yargılanma hakkı ve gerekçeli karar hakkına ilişkin genel ilke ve esasları ortaya koyup, somut olaya uygulamıştır.

İstinaf/temyiz mercinin, yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması halinde, aynı gerekçeyi kullanarak veya bir atıfla aynı kararı yansıtarak karar vermesi yeterli olmakla birlikte; burada önemli olan husus, istinaf/temyiz mercinin, bir şekilde istinafta/temyizde dile getirilmiş ana unsurları, incelediğini ve derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını veya bozduğunu gerekçeli kararında göstermesidir[16]. Aksi bir durumda; istinaf/temyiz incelemesi sırasında ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usule veya esasa dair iddialar, istinaf/temyiz mercilerince cevapsız bırakılmış olacak ve gerekçeli karar hakkının ihlali gündeme gelecektir[17].

Anayasa Mahkemesi’nin; derece mahkemesinin gerekçelerinin hukuka uygun olup olmadığını denetlemek veya derece mahkemesi kararlarındaki hukuka aykırılıkları gidermek gibi görevleri bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli karar hakkına ilişkin incelemeler bakımından görevi; uyuşmazlığın esası yönünden önem taşıyan meselelere ilişkin olarak, derece mahkemelerinin ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya koyup koymadığını incelemekten ibarettir[18].

Somut olayda; istinaf kanun yolunda öncül suç olarak nitelenen suç yönünden bozma kararı verilmesine ve halihazırda bu bozma kararı çerçevesinde yargılama devam etmesine rağmen, öncül suça bağlı olan suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçuna ilişkin cezanın kesinleşmesi halinde, bozma kararı üzerine devam eden yargılama sonucunda başvurucunun beraat etme ihtimalinin bulunduğu gözardı edilmiş olacaktır.

Bu aşamada; istinaf kararında, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun konusunu oluşturan iktisadi değerlerin hangi öncül suç veya suçların işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde edildiğine dair iddiaların ayrı ve açıkça tartışılmamış ve karşılanmamış olduğu, bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Anayasa m.36 ile güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamına giren gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine oy birliği ile karar verilmiştir.

d. Değerlendirmemiz

Yukarıda detaylıca incelenen, başvurucular hakkındaki AYM kararına ilişkin değerlendirmelerimizde belirttiğimiz gerekçeli karar hakkına ilişkin hususları tekrarla birlikte; adil/dürüst yargılanma hakkı ve gerekçeli karar hakkı kapsamında AYM’nin incelenen kararda oy birliği ile verdiği ihlal kararına katılmaktayız.

Başvurucu F.Y. hakkında istinaf mercii tarafından verilen öncül suça ilişkin bozma kararı üzerine  devam edecek yargılama sonucunda başvurucunun tekrar mahkum edilme ihtimali kadar beraat etme ihtimali de bulunduğu; başvurucunun, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun konusunu oluşturan iktisadi değerlerin hangi öncül suç veya suçların işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde edildiğine dair iddialarının ayrı ve açıkça tartışılmamış ve karşılanmamış olması sebepleriyle, başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği açıktır.

VI. Sonuç

Anayasa Mahkemesi’nin, 2018 yılında oyçokluğu ardından 2023 yılında oybirliği ile verdiği, yukarıda detaylıca incelenen kararlarında da açıkça görüldüğü üzere; TCK m.282 ile düzenlenen, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçunun konusunu oluşturan malvarlığı değerlerinin hangi öncül suçların işlenmesi suretiyle veya dolayısıyla elde edildiğine dair, gerekçeli kararda, iddiaları ayrı ve açıkça tartışan ve cevaplayan bir açıklama bulunmadığı takdirde, Anayasa m.36 ve m.141 ile güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında sayılan gerekçeli karar hakkının ihlalinin oluşacağına ilişkin AYM içtihadı oluşmuştur.

Netice itibariyle;

Uygulamada TCK m.282’nin tatbiki ile ilgili hukuki sorunlar yaşandığı, özellikle Anayasa m.35 ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Ek 1. Protokolün 1. maddesi ile güvence altında olan mülkiyet hakkına müdahale edildiği,

Bu durumda Anayasa m.13’ün ve 1. Ek Protokolün 1. maddesinde gösterilen sınırlama hükümlerinin aşıldığı, elkoyma tedbiri ile müsaderenin hatalı uygulanabildiği, kara para suçunun oluşabilmesi için öncül suçun ne olduğu, bu suç ve bu suçlar ile TCK m.282’de düzenlenen suç arasında gerekli illiyet bağının kurulamadığı,

Mali analiz ve aklama raporları adı ile uzmanlarca düzenlenen raporların eksik, yetersiz ve gerekli illiyet bağının kurulmasından uzak kalabildiği, hatta öncül sayılan suç ile kara para aklama suçunun aynı yargılama kapsamında değerlendirildiği, kimisine göre bunda bir sakınca olmasa bile, kişilerin yargılama süresinde mülkiyet ve zilyetlik hakları bakımından mağdur edilebildiği, kişi hak ve hürriyetleri kısıtlayan bazı tedbirlere tabi tutulabildiği, tüm bunları “hukuk devleti” ilkesi ile bağdaşmayıp, mülkiyet ve zilyetlik haklarını zedeleyebildiği,

Bu sebeple öncül suçun tespiti ve bu suç ile kara para aklama suçu arasında bağlantının araştırılıp yeterli somut delilin ortaya koyularak, suçsuzluk/masumiyet karinesi ve mülkiyet hakkı korunarak hareket edilmesi gerektiği, aksi halde ilgisiz elkoyma yasağı ile genel müsadere yasağının ihlale uğrayacağı, “kanunilik” ilkesinin özüne müdahale edilebileceği, zayıf ve yetersiz gerekçeli kararlarla kişinin malvarlığına yönelik kısıtlamalar yoluyla da can ve mal güvenliğinin temelini oluşturan hukuk güvenliği hakkının sarsılacağı,

Suçu, suçluyu ve suça konu olabilecek malvarlığını ortaya çıkarmak amacıyla yapılan yargılamalarda ne olursa olsun veya ne pahasına olursa olsun yöntemlerinin izlenemeyeceği, İspat Hukukunun temel kaidelerinin terk edilemeyeceği veya bir kenara bırakılamayacağı,

Tartışmasızdır.

Ayrıca; TCK m.282’de tanımlanan kara para aklama suçunun yargılamasını yapan mahkeme, bu suçun öncül suçu veya suçları bakımından nisbi muhakeme yapamaz, çünkü varsayıma dayalı bu muhakemede CMK m.170’e ve m.174’e göre usule uygun hazırlanıp kabul edilmiş iddianame olmadığından, gerek bu maddelere ve gerekse davasız yargılama olmaz prensibini güvence altına alan CMK m.225’e açık aykırılık gündeme gelir, yani davası açılmamış ve varsayıma dayalı bir yargılama hukuka uygun olmaz. Kaldı ki bu tür bir kurgu dava, TCK m.282’de unsurları tanımlanan kara para aklama suçu yönünden “kanunilik” ilkesini de ihlal eder. Dava zamanaşımı veya delil karartma veya öncül suçla ilgili davanın bir başka ülkede olması gibi hallerin istisna tutularak, ortada usulüne uygun bir şekilde kara para aklama suçundan dava açılmışsa öncül suçtan nisbi muhakemenin yapılabileceğini savunan görüş bulunmaktadır. Nitekim yukarıda yer verdiğimiz 29.12.2010 tarihli Yargıtay 7. Ceza Dairesi kararında; sınırlı hallerde nisbi muhakemenin yapılarak, kara para aklama suçundan görülen davada öncül suçun olup olmadığına bakılabileceğini söylemektedir. Bu düşünceye katılmadığımızı, TCK m.282’de tanımlanan kara para aklama suçunda bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerleri ibaresine yer verildiği, bunun için de öncelikle ortada işlenmiş suçun varlığının gerektiği, öncül suç yoksa kara paranın da olamayacağı, kara paranın olabilmesi için öncül bir suçun varlığına dair davaya ihtiyaç bulunduğu ve bu suçtan elde edildiği tespit edilmiş gayrimeşru paranın veya malvarlığının tespitinin gerektiğini ifade etmek isteriz. Bunun yanında; şüpheli veya sanık ölmüşse dava açılamaz veya açılmış bir dava varsa düşer, belki konu müsadereye tabi eşya yönünden yargılamaya tabi tutulabilir, yoksa bunun dışında ölmekle dava düşeceğinden, kara para aklama davasına devam edilemez.

Öncül suçun akıbeti önemli olduğundan, kara para aklama suçu ile ilgili yürütülen yargılamada tutuklama, adli kontrol, arama ve elkoyma tedbirleri ile makul sürede yargılanma hakkı ve öncül suç süreci halledilemediğinden dava zamanaşımı gibi sorunların ortaya çıktığı görünmektedir. Kara para aklama suçu olarak bilinen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunda; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında mülkiyet ve zilyetlik hakları da olumsuz etkilenebildiklerinden, bunun yanında kara parayı aklayanların nitelikli olmayan ve hazırlık, takip, raporlamadan dolayı suça konu faaliyetleri itibariyle karanlıkta kaldıkları görüldüğünden, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun bilhassa soruşturma aşaması ile ilgili çözümü uzmanlığı ve teknik bilgiyi gerektiren özenli ve nitelikli çalışmaların yapılması gereği bulunmaktadır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Özüm Su Uzun

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

---------------------

[1] Veli Özer Özbek, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 11. Baskı, Ankara, 2016, s. 1174-1175 - Zeki Hafızoğulları, Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 5. Baskı, US-A Yayınları, Ankara, 2016, s. 203 - Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. Cilt, Ankara, 2010, s. 8061-8062'den atıf yapan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 16.10.2018 tarihli, 2015/172 E., 2018/435 K. sayılı kararı.

[2] 09.05.2022 tarihli, “Kara Para Aklama Suçunda Soruşturma Ne Zaman Başlar?” isimli makale, Prof. Dr. Ersan Şen https://www.hukukihaber.net/kara-para-aklama-sucunda-sorusturma-ne-zaman-baslar

[3] Tuğrul Katoğlu, 4208 sayılı Kanun ile Düzenlenen Kara Para Aklama Suçunun Yapısına İlişkin Bazı Gözlemler”, Vergi Dünyası, Mart 1999, s.122’den atıf yapan Dr. Sacit Yılmaz, Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama Suçu, Ankara Barosu Dergisi, Ankara, 2011/2, s.80.

[4] Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin, 29.12.2010 tarihli, 2009/15629 E., 2010/17189 K. sayılı kararında;Kara para aklama suçundan açılan kamu davasında, unsur olan öncül suçun işlenip işlenmediğinin bu suç yönünden yargılama faaliyetinde bulunmayan hakim tarafından çözümü yani nisbi muhakeme ancak öncül suçun yargılama yapılarak kanıtlanmasına olanak bulunmayan sanığın ölümü, zamanaşımı, kamu davasının açılmaması ve benzeri hallerle sınırlıdır. Sanıklar hakkında Hindistan'da açılmış ceza davası bulunduğuna göre, öncül suç konusunda yargılama yetkisine sahip mahkeme ile bu suçun işlenip işlenmediğini nisbi muhakeme yoluyla belirleyecek mahkemenin farklı sonuçlara ulaşabileceği de gözetilerek, Hindistan'daki yargılama sonucunda verilmiş ve kesinleşmiş bir karar varsa getirtilip incelenerek sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerekirken, eksik soruşturma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması…” bozmayı gerektirmiştir.

[5] Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 01.10.2012 tarihli, 2011/10758 E., 2012/18964 K. sayılı kararında; “Sanık M. Ü.'ın maliki olduğu (…) suça konu taşınmazın edinme tarihinin Keçiören Tapu Sicil Müdürlüğü’nün yazısına ve tapu kaydına göre 31.01.2005 olması, sanıkların başkan ve üyesi olduğu derneğin ise 06.01.2005 tarihinde kurulduğunun anlaşılması karşısında, TCK'nın 282. maddesinin de öngörülen öncül suçlar niteliğindeki ‘özel belgede sahtecilik ve özel belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek’ suçlarından sanıklar hakkında yapılan soruşturmanın akıbeti araştırılarak dava açılmışsa sonucunun beklenmesi, buna göre suça konu taşınmazın bu suçlardan kaynaklanan malvarlığı niteliğinde olup olmadığının saptanarak sanıkların hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile beraat kararı verilmesi…” bozmayı gerektirmiştir.

[6] Benzer şekilde Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 10.06.2013 tarihli, 2012/9341 E., 2013/8885 K. sayılı kararında; İddia ve kabule göre dava konusu malvarlığı değerinin hangi öncül suçtan kaynaklandığı ve gayrı meşru kaynağını gizleyerek meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla hangi işleme tabi tutulduğu gösterilip tartışılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması...” ve Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 08.10.2012 tarihli, 2011/12206 E., 2012/19784 K. sayılı kararında: "TCK'nın 282. maddesinde öngörülen öncül suç niteliğindeki ‘parada sahtecilik' suçundan sanık hakkında, Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği 2006/133 esas sayılı mahkumiyet kararının kesinleşmesi beklenerek, sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi...” bozmayı gerektirmiştir.

[7] Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesi Hakkındaki Kanun, 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunda, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun.

[8] İbrahim Ataş, 13.06.2013 tarihli, 2013/1235 Başvuru Numaralı AYM Kararı.

[9] Anayasa m.36: “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz”.

[10] Abdullah Topçu, 19.04.2017 tarihli, 2014/8868 Başvuru Numaralı AYM Kararı.

[11] Sencer Başat, 18.06.2014 tarihli, 2013/7800 Başvuru Numaralı AYM Kararı.

[12] Erol Eşrefoğlu ve Hüseyin Kayapalı, 12.06.2018 tarihli, 2015/964 Başvuru Numaralı AYM Kararı.

[13] Mehmet Öncü, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Tutuklama (II) ‘Gerekçeli Karar Hakkı’”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.10, S.131-132, Temmuz-Ağustos 2015, s.83-144’ten atıf yapan Gerekçeli Karar Hakkına İlişkin Savran Kararı, Prof. Dr. Ersan Şen, 15.07.2021 tarihli makale.

[14] a.g.e.

[15] İbrahim Ataş,13.06.2013 tarihli, 2013/1235 Başvuru Numaralı AYM Kararı.

[16] Yasemin Ekşi, 2013/5486 Başvuru Numaralı, 04.12.2013 tarihli AYM Kararı.

[17] Caner Kandırmaz, 2013/3672 Başvuru Numaralı, 30.12.2014 tarihli AYM Kararı.

[18] Halit Kabadağ, 2019/3589 Başvuru Numaralı, 23.11.2021 tarihli AYM Kararı.